26 Aralık 2008 Cuma

24. Söz 5. Dal 3. Meyve

"Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Birşeyi satın aldın. Îcab ve kabul-i şer'iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış-verişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.
(ayet)
fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi' olmağa çalış..."

aş. bir önceki kısımda ubudiyetin nimetin fark edilmesinde olduğunu konuşmuştuk. ondan sonra, nasıl bu nimetlere layık ubudiyet yapabiliriz diye sormuştu. nasıl ki var ya, sultanın huzurunda bir sürü insanlar hediyeler getirmişler. benimde elimden gelseydi, ben de bunları verirdim. bu külli bir sevaba mazhar oluyor. niyetin ubudiyete dönüşmesinin kademelerini anlatmıştı. niyetin anahtarlarından biri de, fatihadaki iyyake nabüdün ve iyyake nestain. bütün mevcudat sana hediyelerini sunuyor. ben de onlar adına bunları sana takdim ediyorum. sonra da, bütün mevcudatın muhammed asm. ile irtibatlı olduğunu, onun nuruyla yaratıldığını anlıyor ve bunu ifade etmek için salavat getiriyoruz. sonra sünnet bahsine geçti. normal bir amelin sünnete uymak niyetiyle, ibadete dönüşmesi anlatılıyor.

"Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et."

ilginç orada seversen diyor. sevmek gerekiyor.

yk. adet ve gaflet insanın iki temel problemine değiniyor. adet kördür. gaflet de kör bir şey. ikisi de içiiçe girmiş. uyanık olursan, adete direnmen lazım. adet düşünmeden yaptığın şeyler.

zk. aynı zamanda gaflet içindesindir, adet olarak yaptığın zaman. ibadet olarak yaptığın zaman, huzuru vardır.

ea. ibadete dönüştürekecek olan da şuurdur. bir şey alıyorsun veriyorsun. normalde çok sıradan bir şey. adetten gafletle yaptığımız bir şey. orada, sünnete uyduğun zaman, besmeleyle başlamak, helal şartlarına dikkat etmek. sıradanlığı ibarete dönüştürecek şey şuur.

aş. fakat ilginç ,külli bir itikad ve samimi bir niyet diyor burada. niyet ve itikadı birlikte söylüyor. dolayısıyla alışverişte rızık vereninin de, satıcının elindeki malın da allahtan geldiğini bilirsen, ne yaparsın? almak zorundaysan bile, bismillah de diyor ya. veren bismillah demese de, sen mecbursan ondan almaya, verenin arkasındaki şari-i hakikinin elini gör, öyle al diyor. senin itikadınca nimetin doğrudan allahtan oludğun tasdik ediyorsun. niyet tek başına yeterli değil, itikadın da sağlam olması gerekiyor.

hş. ticaret aslında baktığında ilk başta çok vurucu değil. burada çok önemli bir şey anlatıyor. elimizde para yok, belki zaman var, veya bir takım aletler var. dışarıdan baktığımızda, iki insan alışveriş yaparken sanki aynı şeyleri yapıyormuş gibi. biri allahın adıyla, resulun nasıl hareket ettiğini düşünerek yaptığı için, aynı amel bile olsa, çok daha farklı sonuçlar doğurabilir. ötekisi gaflet içinde yaptığı için, ahirete yönelik hiçbir meyvesi yok. öbürü çok büyük kazançlar elde edebiliyor. bunu vurgulamallıyız burada.

rz. bir şair şöyle idyordu, su için. senden temizleniyorum ki, resulullah temizlendiği için. tamamen bir şuurla kabul edilmesi, alışkanılklarımızın ona göre farkına varmamız.

11. lema
"sünneti seniyeye uymak... ihsas ediyor. resul-i ekremi hatıra getiriyor. o hatıra..."

aş. burada sünnet-i seniyenin esası nedir, onu anlatıyor.

"doğrudan doğruya sünnete ittiba etmek resulullahı hatıra getiriyor. ... huzur ve ibadet kazanır."

mk. burası çok önemli bence. ahir zamanda şehir hayatında yaşayanlar, ibadet yapmaya çok mecal kalmıyor. onun için, adetlerimizi ibadete çevirerek, defterimizi kalınlaştırmanın pratik yolunu kazanmamız lazım. aslında iş hayatında da böyel. pratikleri, fırsatları değerlendirerek. ayaküstü, telefonla, intirnet, her şeyi adamla görüşerek halledemiyorsunuz.

sıcak satışın artık çeşitleri var. ille yüzyüze yapmak gerekmiyor. bazıları artık yazışarak da sıcak bir ilişki kurabiliyor. derecesi şu veya bu seviyede. ahir zamanın belki özelliklerinden, vakit eskisi gibi geniş değil. zaman fakiri, hal fakiri olduk. medeniyetin enteresan şeyleri var. yolda giderken bile meşgul ediyorlar. yolda bile müzik dinliyorlar. çalışırken bile bir şey var. halbuki onun yerine zikir olabilir. her şeyimizle meşgul edilebiliyoruz. adetlerimizi ibadete çevirmek bu zamanda çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. risale-i nurun bence en önemli meziyetlerinden birinin bu oludğu kanaatindeyim.

krizi fırsata çeviriyor. emirdağ lahikasında da bu konuya beyan eder. risale-i nurun en çarpıcı yönlerinden bir tanesi, imanın modern hayatta nasıl pratik bir şekilde yaşanabileceğini ifade etmiş olmasıdır. insanoğlu, klasik beklentilerine esir olup, devamlı eski beklentileri oluyor, ibadet yapamadığı huzursuzluğu oluşuyor. yapmak istedikleriyle, yaşadıklarının kıskacında bunalıyor. yk. bir de ağbi şey var. alışkanlıklarımızı ibadete çevirme mevzuunda. alışkanlık olarak gün içinde yapıtğımız, hal hareket davranış, konuşmak bunların da bir ibadet oludğunu fark ettiğimiz an otomatikman dönüşüyor. yok bu dünya işi, ahiret işi ayrımıına gidildiği zaman o zaman mümkün olmuyor. her halimiz allah için. her davranışımız yememiz içmemiz, kalkmamız onunla ilişkili olunca o zaman ibadet oluyor.

mk. bu zamanda, gençler için çok önemli olduğunu zannediyorum: bu zamanda, taife-i nisanın cazibesi çok etkileyici. biz gençken de tabi etkileniyorduk, bundan dolayı kardeşlerime söz söyleme hakkında bulamam. bu sefer de kendisini devamlı taife-i nisadan korunmak çabasında bulununca, bu daha çok dikkat çekiyor. sağına çeviriyor, başka birisi var. soluna çeviriyor, başka birisi var. hele bu zamanda taife-i nisanın en etkili özelliği saç telleri. bu sefer kaçınmak dürtü haline geldikçe, insanın etkilenmesi daha fazla oluyor. halbuki bunu bir fırsat telakki edip, ben bundan nnasıl yararlanırım bakmak yerine, yarabbi böyle bir şey çıktı ama, bu helal dairesinin dışındadır, ben buna gözümle niyet ederek bakmayacağım. o zaman her şey çok tatlı oluyor.

aş. hadiste yüz şehit sevabı vardır dediği şey var. öyle bir zaman gelecek ki, her taarfından günahlar hücum edecek. öyle bir zamanda küçük bir sünneti bile ihya etmek bile çok önemli. demek bir sünneti devam ettirmek, yüz kere şehit olmkatan bile daha zor. dediğin gibi, bir gözünü kapamakla bir sürü sevap kazanabilir insan.

yk. bakmayla arzulamak arasında fark vardır ya. kadın doğum uzmanı, erkek oluyor. doğuma gidiyor orada kadının cinselliğini algılamıyor, işini yapıyor gibi düşünüyor. o anki sizin bakış açınız, niyetiniz, durumu belirleyici unsur oluyor.

aş. niyet deyince, sünnet-i seniyyenin gerektirdiği ameli yapmamak da değil yalnız.

yk. değil. saçını başını ince elemek değil. siyah bir şey görüyorsundur, onu öyle görmek var, bir de detayına kadar incelemek var.

mk. birisi çok kıymetli, çantasının içinden banknotları ortaya dökmüş. ne yaparız. yahu bu adam manyak mı? bir bayana da, çok güzelse eğer, bu kadar kıymetli bir şeyi umumi bir nazarla sunması, o kimse ya divanedir, ya anlamamıştır. onun fırsatını bulup da nasıl bunu çalarım diye düşünmek zaten çok sefihçe, basitçe bir hareket. hiçbir şeyin basit olmadığını, her şeyin yerli yerine konduğunu düşünürsek, cenab-ı hak bizi bu tip afetlerden korur. bu vesileyle ubudiyet eksiklerimizi giderme fırsatı vermiş olur.

aş. hastalık hep şafi ismi diye düşünürüz değil mi? halbuki hastalık olmasaydı, içimizdeki merhamet hissi ortaya çıkmayacaktı. dolayısıyla, allahın merhamet etme özelliğini de tanıyamayacaktık. demek ki, hastanın sadece şifa bulma özelliği değil. hasta olduğum zaman, babamın bana merhamet etmesi halini hiç unutamıyorum. her olayın allahla irtibatını kurduğun anda, sünnet-i seniyyenin amacı odur. elimi veren allah, işleyen allah. onu hatırlıyorsun. burada önemli olan herhalde, gafletle... gafletle kılınan namaz hakkında çok ağır ifadeler de var. yemek yiyişimizle muhatap olurken, rabbı tanıma kastını göstermemiz gerekiyor. bu nimetler allahı tanıyalım diye verilmiş. allahı tanımadıktan sonra ne anlamı olacak ki, bu yediklerimizin. bu lezzeti kimse tutamıyor da. 10 dakika bile lezzet vermiyor. anında gidiyor zaten. ubudiyet bize verilmiş nimetlerin farkına varmaktır. ubudiyetle o nimetin gösterdiği esmayla irtibatı kurabiliyorsun.

acz ve fakrın verilişini bir kasıtla esma-i ilahiyeye bağlayacağız. ne kadar isimleri tanırsak, aslında soframızdaki nimet odur. burada elhamüdülillah dersin, orada elhamdülillah yersin. orada esma nimetleriyle birlikte olacağız. bu dünyada fani olana aldanıp da, gafletle... her gün yemek yiyorsun. bunlar adetlerimiz. bunu ibadete çevir. resulullaha ittiba kastıyla yaparsan, o adetin ubudiyet olmuş olacak. bu kastı göstermemiz lazım. o nimete muhatap olurken de,

resulullah, bakma diyor. yüzlerce günah var. oradaki günah sayısınca sana sevap geliyor.

hk. insanın zihni meşgul olduğu zaman, baktığı şeyi de göremiyor.

yk. görmek ve algılamak.

aş. hapishanede risalleeri niye yayınladı diyemerak ederdim. ey diyor hapis kardeşlerim. zaten dünyanız gitmiş. bari o dünyanıız mahveden nefsinizden intikamınızı alın, namazınızı kılın. bu hapishaneyi cennete çevirin. ehli dünya burada sanki dilediğini yapıyor gibi görünüyor. dünyanız zaten harap olmuş. en iyisi ahireti bırakmayın. o nefsinizden veya sizi sürekli sefahata davet edenlerden intikamınızı alın. bu dünya, bir mümini düşündüğünüzde, kolay bir imtihan değil. hiçbir şey yapamyıorsun gibi görünüyor. hapisteki sıkışmış gibi görünüyor. onun gibi.

yk. sanki o yapıyor da iyi yapıyor şeklinde anlaşılmasın.

aş. tabi. dünyevi zevklerde hakiki lezzet yoktur.

yk. o yüzden hakiki hapiste olan onlar.

mk. sadece menfi anlamda gitmeyelim. müspet şeyler de var hayatımızda. allah bize aramba vermiş. bu arabayı kurallara uyarak allah'ın verdiği hayatı korumak için de bakımını yaptırabilirsin veya tarfik kuralları için de yaptırabilirsin. aynanın karşısına geçersin, ben insanları nasıl tavlarım diye de tarayabilirsin veya rabbim bana bir emanet vermiş onun istediği gibi güzel olsun diye de tarayabilirsin. bütün müspet hareketlerin her birisinde, çocuğumza ikramda bulunuruz, allahın izzetini gösterdi diye. her bir müspet fiilde, bunu allah için yapmak mümkün. hatta çok basit bir şey bile, ama, aldığımız her nefesi bile, bu manada niyet ederek, ibadet hükmüne geçirmemiz mümkün.

" Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünki senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur. Senin başını daima döğecektir. Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa'ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el'iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müdhiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin? Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa Aleyhimesselâm'a bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.
Ey nefs-i emmare! Eğer desen: "Ben, ecnebi değil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim: "Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem Çu«/«!ö²v­;öu«"ö¬•@«Q²9«ž²@«6ö sille-i te'dibini gör."
"

aş. burası çok ilginç bir yer. son zamanlarda olan bir hadiseyi dünyama getirdi. bir anekot anlatacağım. bir sempozyumda, risale sempozyumunda hakan yavuz denen bir adam vardı. şöyle dedi: "bir insan dindar olmadan da, inançsız olarak da iyi bir insan olabilir. yani iyi bir insan olması için inançlı olmasına gerek yok." bu anlayış bayağı yaygınlaştı. mustafa filminin bütün teması buydu. içki içer, kumar da oynar ama bir ülke kurtaracak kadar büyük bir insandı. iyi bir insan olmak için dindar olmaya gerek yok. can dündarın genel vermek istediği ana fikir buydu. otoriteyi semadan yere indirmek ve dini sosyal alandan kaldırmak niyetindeydi diyor. ama filmde bir de bu vurgu var:bir insan iyi olmak için, dindar olmak zorundadeğil. üstad bunun mümkün olamayacağını söylüyor. bir insan bütün kemalatı muhammed asm'nin getirdiği dinle tanımış. bütün mevcudatın tespihatı, onun diniyle gelmiştir. bir mümin de her şeyin hayır olduğunu, bilir. bu itikada sahip olur. normal amellerini de, hayra kalbedecek anlayışı ondan öğrenmiştir. böyle bir inanç sahibi bir insanın bu dini terketmesi neticesinde hiçbir kemali kalmaz. dolayısıyla islamın ipinden çıkan bir insanın, müslüman olması mümkün değil. bir kısım insan dini kökünden kazımak istedi. bir başka grup ise, bunu kazırsak, tüm insanlar anarşist olur. dini afyon olarak kullanalım istediler. dinin şahsi bir mesele kalmasını istiyorlar. sen istediğin ritüelleri yap, ama karışma.

ea. bu konuyu konuşuyorlar. ismet berkan yazı yazmış. şerif mardin ona demiş ki, kemalist cumhuriyet dini ortadan kaldırdı, ama dine dayanmayan ahlak geliştirmedi. bu ülkede ahlakın kaynağı dindir. ismet berkan, ahlak üzerine düşünmemiz lazım diyor. dine referans vermeden ahlaklı olunabileceğini göstermemiz lazım.

aş. sosyalizmin en büyük problemi, sosyalist ahlak üretemedi. sosyalizm uygulanamadı.

hrisityanlık, doğrudan doğruya allaha, bütün kainat vasıtasyıla bağlanmadığı için, hristiyan allahı reddse de, kemalata dair bazı kısımları kalabilir.

oğ. sebeplere tesir verdiği için mi? kemalatin tümünün kaynağını allah olarak görmüyorlar.

aş. bütün güzelliğin sahibi allahtır diye düşünmüyor.

yk. son peygamberi kabul etmeyince hiçbirini kabul edemiyorsun.

aş. bu o mesele değil. aynı insan hristiyan da olsa, bütün güzelliğin kaynağı hz. isadır ve allahın kendisidir dese ve sonra allahı reddetse, yine aynı sorunu yaşayabilir. ama şimdi yaşamıyor, çünkü esbaba tesir veriyor. bazı hayırları esbaba veriyor.

ea. müslümanlarda şöyle bir akıl yürütme kullanılmıyor: şöyle yaparsan iyi insan olursun mantığı kullanılmıyor. her şey islam dinine bağlanıyor. ama hirstiyanlarda belki her şey böyle gitmiyor.

aş. özellikle bunu türkiyede yapmaya çalışıyorlar. üstad, beşeriyetin geliştirdiği bütün ahlak sistemleri aslında kuran medeniyetine bir muarazadır diyor. burada çok ciidi manada tvır değişikliği içne girdiler.

bir takım insanlar, dindar olmadıkları halde, hürriyeti savunuyorlar. güzel bir şey. ama acaba bunları da manipüle edip, dindarlara laf atar, ama biz öyle miyiz dediğimizde, siz eskiden de böyleydiniz demeye getirirler. bizdeki ahlakın kaynağının din değil, insan olmak olduğunu vurgulamaya çalışıyorlar. sinsi bir plan bu.

ea. şimdi kemalist ahlak diye bir şey olmadığını, kemalistler dini dışlamaya çalışıyorlar fakat din sürekli olarak geri geliyor. niye? çünkü insanlar dinden ve ahlaktan vazgeçemiyorlar.

yk. biz iyi insanız, eskiden iyi eğitim alan insanlar, devlete yakın olan insanlardı. toplumun önde gelen kesimi, çok dindar olmayan ama okumuş insanlardı. ne zamanki, dindarlar da okudu, adam mühendis ama namaz kılıyor. bu işte bir terslik var demeye başladılar. bundan sonra, o teori büyük oranda çöktü. eğitirsek, dine gerek kalmaz, anlayışı.

aş. bizim köyde de ilginç bir şey vardı. biraz okumuş insanlar sosyalist oluyordu. öyle bir anlayış vardı. şimdi ise tam tersi. okudukça dindarlaşıyor millet. eğitim kalitesi yükseldikçe, çocuklar daha fazla dindar oluyor.

ea. kemalistler şunu diyor. biz mahalle baskısından kurtulamıyoruz. mahalle baskısı demek, ahlak demek. toplumdaki ahlakın kaynağı, din olarak devam etti. mahalle baskısından kurtulmanın tek yolu var, bunun için, dindar olmadan da ahlaklı olunabilir. bir insan dine uymasa da, iyi insan, prensip sahibi biri olabilir. bekara ev vermemek gibi. çünkü bizim toplumumuzda, bekar adam, ahlaksızdır. böyleb ir şey var.

zk. fakat dindar olmayıp da düzgün olan insanlar da var. insanlara karşı son derece saygılı, dürüst insanlar da var.

ea. ama o daha çok karakterden kaynaklanıyor. bunlar özel örnekler. bütün bir toplumu düşündüğünüz zaman, bütün bir kemalist projeyi düşünün, dinden soyutlama projesi. toplumu mahveder bu proje. ama bireysel örnekler olabilir.

oğ. peki islam mahalle baskısı yapar mı? baskı manasında zorlamak anlamında değil ama, eğer islamda mahalle baskısı varsa, bunun arkasına da sığınmamak lazım.

aş. şeriatın kuralları, devletin kuralları gibi düşünülmeli. yoksa bir insanın fikrinin söylemesi açısından islam, hiçbir insana dokunmuyor. hz. ömer döneminde peygamberliğini ilan eden adam var, kimse dokunmuyor. imam-ı azam, çok büyük yalanlar söylemiş insanlarla konuşuyor.

zk. yahudi müslümanın karşısında yemek yerken, azarlanmış mı?

aş. yok.

hş. bir toplumda azınlık isen, kendini baskı altında hissedersin. bu aslında baskı yapanın problemi değill. bakıyorsun kimlerin problemi var: kürtlerin. niye? çünkü adam yerine konulmamışlar. alevilerin problemi var. fakat şimdiki araştırma safsata.

yk. onun algıladığı o. biz medeniyet baskısı altındayız.

hş. ben çocuğumu okula gönderdiğim andan itibaren baskı altındayım. darvin teorisiyle büyüdüm. ben bunları öğrenmek zorunda değilim.

yk. müslümanları kaba anlayışsız göstermeye çalışıyorlar.

aş. bizim baskı yapmak diye bir niyetimiz olmaması lazım.

yk. üniversitelerde başörtüsünü yasaklarken, mahalle baskısı gerekçesini kullandılar.

ea. baskıdan değil ama o. türkiyede sosyal gerçeklik var. bir kere mahalle baskısını gidermek çok zor. devlet baskısını düzeltmek daha kolay. kanunlarla giderebilirsiniz. devletin din üzerinde kurduğu baskı ciddi bir mesele. en açık göstergesi, başörtüsü. sakal veeya bıyık vs. namaz kıldığını gizlemek zorunda kalıyor insanlar. bunlar mahalle baskısı. bunlar niye gündeme getirilmiyor. sen çarşamba mahallesinde içki içersen, baskı yaşarsın. sen tabi kendin baskı yaşadığını algılayabilirsin. mahalle baskısının bir gerçekliği var, ama asıl tartışılması gerekenlerle hiçbir alakası yok.

zk. dile getirenlerin birçoğu, baskı gördüklerinden değil, baskı görme ihtimalinden dolayı yansıtıyorlar.

oğ. bir kısmı da, aslında milliyetçi insanların yaptığı baskılar. dindarların değil.

ea. dindarlar baskı yapıyor anlayışı,, aslında devletin resmi ideologlarının uydurduğu bir şey. kubilay meselesi gibi. gerçekte olmayan bir olayı üretmişler. bunun karşısında, gerçek baskılar var.

aş. filmde ilginç bir ayrıntı var. "ben şimdi bu kadar medeniyet gördükten sonra, toplumu kendi seviyeme çıkarmak için aşama aşama mı gideceğim. bir günde gücü ele geçirdiğimde, onları değiştireceğim. ben onlara benzemek istemiyorum, onlar bana benzeyecek."

ea. ben şapka giymek istiyorum, ama şapka giyersem islam toplumunda kötü gözle bakılır bana. o zaman ne yapacağım? herkese şapka giymeyi zorunlu hale getiririm. benzer şekilde, başı açmayı zorunlu hale getirmezsem, ben rahat rahat başımı açamam, diye düşündüğünden zorunlu olarak başörtüsünü yasaklıyorlar.

mk. bir önceki derste, radikal islamın neden kaynaklandığını konuştuk. islamiyetin hakikatlere dayandığını, dolayısıyla ispata, vicdana dayandığını kavrayan insanlar, hür oluyorlar, çekinmiyorlar. bunlarla uğraşmak istiyor. ama risale-i nuru veya kuranı zayıf görüp, bunun delillerle ortaya çıkacağını, hürriyetle islamiyetin daha iyi anlaşılacağı kanaatine haiz olmayan insanlar, islamiyeti zorbalıkla hakim kılmaya çalışıyorlar. sait nursinin %60-70 muvafık olmadan böyle bir şeyin baskı olacağını söylemesi çok ilginç. veya zorla insanları dine uydurmak, bu dine uygun mu, değil. bu zorlamalara islamiyetin ihtiyacı oludğunu zannediyorlar. halbuki fen ve bilimlerin gelişmesi, dinin revaç bulmasına vesile olacaktır.

insanların siyasetle veya çeşitli oyunlarla, bir insanın imanına hitap ettiğimiz zaman, ondan daha tesirli bir şey olmaaz. dolayısıyla baskıya ihtiyaç duymayız. nur-u muhammedi ne demektir?

hakikaten pratik hayatımızda da, bazı solcu insanların çok kibar, edepli ahlaklı oludğunu görüyoruz. ya diyorsun, müslümanlar niye böyle değil? ben de zaman zaman bunu yaşadım. fakat ilişkilerim arttıkça gördüm ki, öyle diyen insanlar, haset ediyorlar, dedikodu ediyorlar. ikramı çok güzel, ama hemen arkasından diyor: "biz böyleyiz, ikramlarımızla farklıyız." adamın ikramını kusasın geliyor. ahlaklı gibi görünüyordu, ama hep ene merkezli çalışıyor. zahirde veya bazı münferit hususlarda, gerçekten çok ahlaklı olabiliyorlar. aslında olması da, yine din menbalıdır bu toplumda. sait nursi sosyolojik bir tespit olarak kaydediyor. bu toplumda yetişen insan dinsiz bile olsa, ahlakı müslümandır çünkü görgü olarak bunu alıyor.

nur-u muhammedi olmayınca ahlak tam oturmuyor. nur-u muhammedi demek, imanın insan hayatında yaşama şekline dönüşmesi gibi algılıyorum ben. peygamber efendimiz de bunun örneği. çok sevimli ve tatlı bir hali.

yk. sosyalizmden insanlar teorik olarak bahsederler ya, çok tatlı. ama nerede uygulanmış mı diyorsun. ya şurada burada diyorlar. pratiğe uygulanamamış.

mk. oğuzun sorusuna gelelim. münferit bazı olaylar olabilir mahalle baskısı adına. bir adam allah var diyorsa, o zaman kendisini allahın baskısı altında hissetmemesinin mümküniatı yok. inanıyorsun, allah var diyorsun, ne dersen de, hiçbir kılıf uymuyor. gerçekten o insanların paniklemelerinin sebebi, vicdanları kabul etmiyor.

aş. gerçekten baskıcı zihniyetteki müslümanlar çok marjinalleştiler. mesela mahmut hocanın grubu önceden çok şeydi, şimdi çok değiştiler. zorbayı kabul etmiyor, fakat yine de biraz baskı yapmak gerektiğini söylüyorlar. şimdi baskıcılık islamiyetten kaynaklanmıyor. islami kesimde demokratlaşma eğilimi daha yaygın. sert ve zorbacı tavır, artık islami topluluklardan ziyade milliyetçi kesimlere has kaldı. 28 şubat sonrası, dindar kesimin risale-i nur yöntemine yaklaşması da bunun bir göstergesi. önceden zorla islamın getirileceğini düşünüyorlardı, şimdi ise, gönüllü ikna ile islamın yaşanabileceği kabul görüyor.

hk. iyi bir eğitim alan, zaten ibatedini beğenmez. ihlas korkusu olduğu için, en mükemmeli biziz demezler. cahil insan kendini beğenir, kendini dayatmaya başlar.

aş. bir örnek olsun muhammed ağbinin dediğine, çok hususi ve lokal örnekler olabilir. benim gözlemlediğim bir şey: hayvan katliamı vahşet diye yazı yazmış. ama başka bir durumda aynı kişi, adamlar asit çukuruna atılmış hiç ses çıkarmıyor. milyonlarca insan öldürülmüş hiç ses çıkarmıyor. kendi işine gelmediği hayvanı çok rahat öldürebiliyor. kurbanda inek katliamından bahseder, ama kendisi en iyi eti almaya çalışır. sözde humanist gözüküyor ama şahsi hayatına baktığınızda öyle değil. veya kendi çocuğnu öldürebiliyor, kürtaj gibi.

islam toplumunda dinden bağımsız insanın iyi olması mümkün değil. hristiyanlar dinden uzaklaştığı için bu mümkün olabilir.

"Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. "

ilginçtir, burası bir meyve. önceki yerlerde müspet yönüyyle yaklaşmıştı. burada negatif yönlerine tepki duyarak da ahirete çalışabilirsiniz diyor. dünya müminin zindanıdır. madem zindandayız, psikolojik problemlere girmek yerine,

yk. abi, ahiret de bizim dünya da bizim.

aş. o manada demiyorum. bunlar bize islamı insanca yaşamamıza müsaade etmiyorlar. helal dairesine müsaade etmiyorlar. o zaman biz bunlardan intikamımızı alacağız. onların pazarlamasına tenezzül etmeyeceğiz. cazip oyuncaklarına kapılmayacağız diyeceğiz, hiç olmazsa ahiretimiz gülsün, diyeceğiz, o zaman dünyamız da güler.

19 Aralık 2008 Cuma

24. Söz 5. Dal 2. Meyve

" Eğer desen: "Şu küllî hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdud ve cüz'î şükrümle mukabele edebilirim?"
Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile... Meselâ: Nasılki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş.
Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?" Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünki sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim." İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında "Ettahiyyatü lillah" der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.
Hem meselâ: Kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, "Ya Hâlıkım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim." Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. "Mü'minin niyeti, amelinden hayırlıdır." Şu sırra işaret eder. Hem (ayet) gibi hadsiz adedle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır. Hem nasıl bir zabit, bütün neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de: Mahlukata zabitlik eden ve hayvanat ve nebatata kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telakki eden insan, ­(ayet) der. Bütün halkın ibadetlerini ve istianelerini, kendi namına Mabud-u Zülcelal'e takdim eder. Hem
(ayet) ,
der. Bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir. Hem
(ayet)
der. Herşey namına bir salavat getirir. Çünki herşey, Nur-u Ahmedî (A.S.M.) ile alâkadardır. İşte tesbihatta, salavatlarda hadsiz adedlerin hikmetini anla."

aş. geçen hafta ubuiyetin ücretini almış olduğumuzu konuşmuştuk. verilmiş olan hediyenin farkına varmımız anlamında bir tavırdı. bütün bu hediyeleri fark ederek onu vereni tanıdığımız anda, zaten bir sürü nimetinverildiğini fark etmiş oluyoruz. bütün bunlar zaten ubudiyetti. insana külli bir varlık vermekle her şey verilmiş. bir kart var. o kartın içinde her şey var. önemli olan o kartın içinde ne olduğunu fark etmendi. ne kadar fark etmişsen, ok adar karşılığını alacaksın.

burada da şöyle bir soru geliyor. nimetler o kadar çok ki, biz nasıl buna karşılık vereceğiz? hakkını nasıl ödeyeceğiz ki bunları elde edebilelim? allahın sonsuz nimeti var ki, hepsini nasıl fark edeceğiz? fakat fark etmek, demek illa sahip olmak demek değildir, bilmek de buna yeter. mesela bir kardeşimize bir beceri vermiş, sende olmasa da sen onu biliyorsun. oradan gelen bereketten sana da veriyor.

o kadar çok nimet var ki, bunlara nasıl mukabele edebilirim? ubudiyeti şükürle özdeşleştirdi. ubudiyetin asıl mahiyeti, verileni fark etmek. bunu yaptığınızda ya fıtri şükredersiniz, ya da dilinizle şükredersiniz ek olarak. insan bir ihsana karşılık ne ister, bir teşekkür etmek ister. bu insaniyetimizin lisanla gerektirdiği bir şey. fakat hayvaniyetimizin şükrü, lezzet almak, iştahla yemektir.

nasıl karşılık vereceğiz nimetelre? "Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile" niyet tek başına yeterli değil, itikad da gerekiyor. tüm nimetler allahındır diye itikad etmeliyiz. ikincisi de bu nimetlerin karşısındaki zata şükran duymaya layıktır diyeceğiz. kimden kime olursa olsun tüm hamdler ona aittir. ben sana bir övgüde bulunsam bile, bu övgü de aslında kime aittir? allaha aittir. çünkü tüm güzelliklerin ve nimetlerin sahibi odur. önce bu itikadı bilmemiz lazım. sonra da böylesi rabbime hadsiz şükretmek isterim niyetini taşımak gerekiyor.

"Meselâ: Nasılki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş."

melekler külli şükrediyor. cebrail as. yüzbin dinlerle onu takdis ediyor. birçok veli zatlar, peygamberler. külli manada şükürler ediyor. ona hediyeler gönderiyor. insan bakıyor ki, benim bir şeyim yok, konuşmayı bile zor yapıyorum.

"Onun kalbine gelir: "Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?"
Birden der: "Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. "

bir bu hedfyeleri fark ettim, tüm bunlar sana hediye sunuyor. ben bunları fark ettim. benim elimde olsaydı bütün bunları sana takdim ederdim.

"Çünki sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim." İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden "

derece-i sadakat, bunlar ne kadar bu nimetleri allahtan biliyorlar. bir de bu nimetlere karşı ne kadar muhtaçlar. böyle kibirlenerek değil. hani bazı isyancı çocuklar derler ya, vereceksin tabi niye doğurdun?

allah ibadeti niye istiyor? derece-i sadakat ve hürmetlerine alamet olarak.

"o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. "

itikada özellikle vurgu yapıyor. insanlar "niyetim iyi olsun" diyor ya. önemli olan niyet de adam şirk koşuyor. itikadsız niyet niyet olmaz. ben iyi niyetle, şirk koşuyorum. farkında değilim. olmaz. itikadın sağlam olacak ki, niyetin de halis olsun. o yüzden cibali baba gibi bir adama üstad diyor ya, meczup ama yaptığı da yanlış. adam zalimler için dua ediyor ya. evet, yaptığı udayı allah kabul ediyor ama yaptığı haksız bir davranış. safderun hocalar diyor bir yerde. niyet tek başına yetmiyor. itikadın da sağlam olması lazım. hem diyor, esbaba tesir veriyor. ondan sonra da elhamdülillah diyor.

hem esbaba tesir veriyorsun. elhamdülillahın manası neydi, kimden kime olursa. esbabın nimetteki tesirini sıfır olduğunun bilincinde olarak, allahtan o nimetleri bilerek, sen bunları gönderdin ve bütün bu mevcudat seni tespih ediyor, yani kendilerine takılan nimetlerin senden olduklarını söylüyorlar, benim de onlar gibi dillerim olsa, bütün bunlar gibi seni tahmid edeceğim diyor.

"İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında "Ettahiyyatü lillah" der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini"

bütün mahlukatın. sadece hayatlarıyla takdim ettikleri diyor. yani hayatı yaşamış olmaları bile bir nimet olduğunu bir ubudiyet olduğunu ifade ediyor. bizim dilimiz, bedenimiz zaten ibadet ediyor. görevimiz, sadece şuurumuzla o nimetin farkında olmak. nasıl beden nimete muhatap olduğunda lezzet alarak ücretini alır. dil de nimeti ağzına taşımak suretiyle, tattığı anda ücretini alır. o dokunuş anında nimet ortaya çıkıyor. biz de o nimetlerin allahtan olduğunu fark ettiğimiz anda nimete kavuşmuş oluyoruz. ebedi mutlak sınırsız nimet vericiyi tanıdığımız anda fark ettiğimiz anda bundan daha büyük bir nimet yok.

sevgiliden gelen çiçeği fark ettiğin anda, daha ne güzel bir nimet olabilir ki. senin ihtiyaçlarını her an göre, her an seni gözetleyen biri var.

yaşıyor olmakla, zaten nimetlenmiş oluyorlar.

"ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. "

bütün mevcudatın ubudiyetlerini fark ediyor ve onların yaptıklarını yapmak istediğini vurguluyor.

"Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir."

tohumun kalbinde ne var? ağaç olma istidadı var. o öyle bir istitadda ki, aslında sonsuz bir istidada sahip. çünkü o tohum bir ağaç olur. o ağacın yeni tohumları olur. adeta bütün kainata yayılmak gibi bir arzuları var. eğer müsait olsam bütün alemi benim üzerimde gösterdiğin nimetlerle dolduracağım. tohum istidad lisaniyle bunusöylor. tohumun kalbinde böyle bir şey yok mu? bir tohum tüm dünyayı istila edebilecek mahiyette. ama nedir? bir isim bir başka ismi sınırlandınrması gibi burada da o var. insanın duyguları da tüm alemi kuşatabilecek istidadda. aynı şekilde, nasıl bütün yavrular senin esmanı zikretmek için sana yalvarıyor, nasıl bütün zerrat seni tespih ediyorsa, ben de onların yaptıklarını yapmak isterim. insanın kalbinde böyle bir arzu var. onu ilan etmesi ubudiyet oluyor. bir şeye ihtiyaç olduğunu fark etmekle, dolayısıyla verilen bir nimetin

mn. ihtiyacın farkında olmak da mı nimet oluyor?

aş. ihtiyacın olmuş olması, o nimetin sana takıldığının bir göstergesi. ben elmaya muhtaç olmuş yaratılmışlıkla, böyleb ir nimetin bana verilmiş olduğunu taksdik ediyorum. çünkü bana elmayı tatmaya veya ona yönelik açlık verilmiş olmasaydı, ondan lezzet alamayacaktım. dolayısıyla o nimet bana önceden verilmiş. o açlık, sende olan o nimeti fark etmene vesile oluyor. dolayısıyla nimet dediğimiz şey, kendisinde olan nimeti fark etmesine yearayan biraraçtır. senin dünyana gelmiş oluyor. sana verilen bir nimeti ortaya çıkarmış oluyorsun. o anda allah benim kalbime böyle bir istidad vermiş dediğin anda zaten o ubudiyettir.

ihtiyaç içinde olmuş olman da zaten bir nimettir. çünkü ihtiyaç olmasaydı nimeti fark edemeyecektin. o yüzden insan acziyle, fakriyle övünür. fakr ve acz zaten nimetin nimet olmasına vesile olan şey olduğu için. tabbi insan hep aç kalsa olmaz. veysel karani diyor ki, rabbimiz sensin, çünkü ben yapılmışım. aciz olmam, senin kadir olduğunu gösterir. bütün mevcudat aciz. hepsinin ihtiyaçları giderilmiyor mu? gideriliyor görüyorsun. o zaman ihtiyaç giderici var. senin burununda koku alma duygusu olmasayadı, kokunun bir kıymeti olacak mıydı? sende acıkma duygusu olmasaydı, bunu yemek sana zulüm olarak gelirdi. demek ki, tad alma ve açlık duygusunun olması aslı nimet olandır. böyle duygularla donatılmışsın.

allah niyetleri ubudiyet olarak kabul ediyor. bütün kainatı bana versen doymayacak bir kalp vermişsin. bütün bu aç duygularımla sana yalvarıyorum. çünkü bu duyguları sen bana verdin. bunu diyorsun ve bunu fark etmiş olmandır zaten ubudiyet. artık o nimetler senin oluyor. rahim, kerim olan allahı tanıdın. hep merhamete ihtiyacın olduğu anda o merhamet senin yanındadır. o itikadın gereği. önemli olan merhametli olan bir yaratıcının olduğunu fark etmek. açlığı veren bir yaratıcının olduğunu fark etmektir. onu veren tokluğu da verecektir.

hş. biz şimdi kendi aramızda hediye verince. bizim cenabı hakka böyle maddi bir hediye vermemiz anormal kaçıyor. çünkü onlar zaten onun. bizim gerçek sunabileceğimiz hediyeler, acziyetimizden kaynaklanan hediyeler. yani bunu sen bana verdin deyip öyle bir hediye sunmak.

maddeye benim ihtiyacım var. fakat benim ona sunacağım hediye, acziyetimi anlamaktır.

aş. tabi. fakat maddi sadakada veya kurbanda, senin onu feda edebilmendir ubudiyet. eşya allahındır, madem öyle, o zaman muhtaç olan birine ver diyor allah ki, bana vermiş gibi kabul edeyim.

bir hastayı ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir. bir muhtaca yardım eden, bana yardım etmiş gibidir.

niyetimizi onunla test ediyoruz. o veriş de bir ibadettir. ibadetin bir sürü veçhesi var. aç olduğundan doyurulmak istiyorsun, o bir nimet oluyor. aynı şekilde aç birini doyurmak da senin için bir nimettir. o sende olan bir duyguyu, merhamet duygusunu tecelli ettiriyor allah üzerinde. otobüste yaşlı bir kadın gelince. adam otursa bile can sıkıntısından patlıyor. onun ücretini allah zaten veriyor. emre itaat etmekle ubudiyet oluyor.

oğ. nebatatın tohumları ve çekirdekleri, bir tane tohumda bile, ondaki istidadda tüm kainatı kaplayacak bir istidat var. o zaman biz külli irade sahibi mahluklarız insan olarak. o zaman tüm akinatın külli ubudiyet istidadı mı var?

aş. evet, fakat insanda onu yerine getirecek kabiliyet de var. insan sanki binlerce hayvanın karakterine sahiptir. kuzu bir karakter, ceylan bir karakter. veya insanda elementlerin kendi kalplerinde olan istidatları, insanda tüm elementleri olmasıyla tüm esma diliyle ubudiyet edebilecek mahiyettedir.

hş. insan, benim duam ne ehemmiyeti var diyesi geliyor. ben şu anda bir nimete, bir havaya sahip olmam için, tüm dünyanın her şeyinin bana hizmet etmesi lazım. sonsuz bir şekildeki nimet bana hizmet etmeli. ikincisi, ben doğduğumdan ölene kadar, zamansal olarak müthiş nimetlere gark oluyorum. doğduğumda ayrı nimetler var. her an onların sana iletilmesi var. sen bu nimetlere karşı, farkına varıp... o zaman zaten teşekkürünü vermiş oluyorsun.

aş. insan benim duamın ne ehemmiyeti var derken, biraz da şunu bekliyor. ben çok ibadet edemedim. aslında insanın çok ibadet etmesi için, çok bir şey yapması şart değil. sadece verilmiş olan ibadetleri fark etmekle,... yahudi mantığı gibi, gökten helva geliyor, birbirlerine üstünlük taslayacakları bir şey yok. biraz da ektiklerimizle yaşasak diyorlar. üstünlük vehmetmek için. ben yapamadım demekle, ümitsizliğe kapılabiliyor. burada diyor ki, sadece fark et. verilmiş olanı anla yeter. oturduğunda, kalktığında verilen nimetleri fark et, sakülli bir ubudiyet etmiş olursun zaten. ek olarak bir şey yapmana gerek yok.

resulullahın her hali ubudiyet olmuş. bu yüzden külli bir mukabele edici olmuş. biz mistifikasyon yaparak, ulaşılamaz bir konuma getirerek, evliyaları büyük zatları, kendini ubudiyetten uzaklaştırıyor.

muhammed asm.'ın bir duası var. beni nefsimle bir an bile başbaşa bırakma. yani her an senin nimetini anayım fark edeyim. her anını allaha verebilecek

insan başkasından ayrıcalık istiyor. aslında herkese sonsuz nimet verildiği için. gökten bıldırcın iniyor. imse diyemiyor ki, benim daha çok bıldırcınım var. dolayısyıla karşısınadkine hava atabilecek bir alan yok. herkes kul. herkes ihtiyaç içindeyken, bunun karşılanması ölçüsünde nimeti yaşıyor. acıktığın zazmaan nimet geliyor. biriktiremiyorsun. öbür taraftan bezelyce ekecek, soğan ekecek. benim senden daha çok diyecek. birinde acz noktasında allaha kulluk vardı. ötekinde ben allaha bir şeyler veriyormuşum gibi bir alan açılıyor. eğer ubudiyeti her an allahın nimetlerine mazhar olan ubudiyet yapmakla, artı olarak hediye takdim eden biri olmak arasında dağlar kadar fark var. birinde sanki sende bir şey yokmuş gibi. öbüründe herkes

öbüründe daha çok namaz kıldım, daha çok sadaka verdim diye övünebilirsin. bu türdeyse, bana daha çok açlık verildi diyemezsin. herkese açlık geliyor.

bütün kainat bana verilmiş nimettir diye fark edip, ama bunda övünülecek bir şey yok. herkese kainta verilmiş. herkesin ruhuna tüm ihtiyaçları anlayabilecek duygular verilmiş. senin kalbine verilen istidadla tüm kainata buna karşı gelecek nimetler konulması... sana duygular verilmiş. sonsuz nimetlerden istifade edebilecek mahiyettesin.

diyelim ki, senin 3d cep telefonun var. herkeste de bu telefon var. benim bu telefonum var diye övünemezsin. ama ben bunun şu özelliklerinden yararlanıyorum. herkes ne kadar ondaki nimeti fark ederse, o kadar o nimetten istifade etmiş olur. diğer türlüsünde sanki ekstra telefonlar gibi bir algılama anlaşılıyor. tohumun kali gibi, sonsuz istidat verilmiş.

insanlar, peygamberi zıllihnde takip ederek külli bir ubudiyete ulaşabilecek mahiyet verilmiş. günlük hayatında ne kadar çok onu fark edersen, o kadar çok sana gelecek.

mk. aslında insan ilişkilerinde de böyle. çoğu zaman insan ilişkilerindeki sorunlar, beklentilerin karşılanmaması. aslında normalde beklentiler karşılanamaz. ama işte gönül alınabilir. o iyi niyeti insanlar görmek istiyor. bilhassa cinsi latifler ile ilgili. erkeklerin yapamadığı iltifatı, abes görüyor erkekler, iltifat edersek, değerimiz düşer. halbuki kadın onu beklemiyor. bak ben yuvamı terk ettim, anamı babamı bıraktım, senin arkana düştüm, saçımı süpürge yaptım, gecemi uykumu kaybettim, bunun karşılığında ne istiyorsun desen? aslında tek istediği fark edilmek. kendisinin farkında olunduğunun ve değerli görüldüğünü bilmek.

oğ. insani bir özellik.

aş. allahın da bizden istediği fark edilmesi nimetin.

mk. ama hayatımızda bu tür şeyleri fark etmezsek, kuru kuruya kalıyor. hayatımızdaki bu tür şeyleri fark edip, kendi hayatımızda önemli kılmadığımız sürece, büyük hatırı da fark edemeyiz gibi geliyor bana. mesela benim müzik kabiliyetim zayıf, fakat bunu şey yaparken, kurandaki bir haşmeti hissedemiyorum. o biraz da kendimizdeki istidatları geliştirmekle ilgili geliyor bana.

çocuklarımız da çok önemli. her bir çocuk geliyor soruyor ki, baba en çok ben sana benziyorum değil mi? aslında biz de öyleyiz.

"Hem meselâ: Kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, "Ya Hâlıkım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim." "

aş. hiç yenmeyen şeyler var. ama allah onları milyonlarca kere çoğaltıyor. çiçekler vs. mideme bakmıyor bunlar. ama o kadar çok veriliyor ki, çiçekler, meyveden çok. ama çok kısa sürede giderler. niye bunlar var? deme k orada esma ilanı var.
"Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. "

demek müminin niyeti ibadetinden hayırlıdır buna bakıyor. ibadeti ibadet yapan, niyettir. sahiplenmek niyetiyle benim malım diye vermek ayır, zaten her şey senin, senin malından senin istediğin yere veriyorum demek ayrıdır. rabbim bana alma nimeti verdiği gibi, verme nimeti veriyor. üstad diyor ki, size istifiade nimeti, bana da ifade ettirme nimeti veriyor. yemek yemek bir nimetse, ikram etmek de bir nimettir. alan nimete mazhar olduğu için şükredecek, veren de verme nimetini tadabildiği için şükredecektir. niyet bozuyor zaten ibadetin mahiyetini.

öldürmek de öyle. cihatta allah adına öldürürsün, ubudiyet olur. nefis için öldürürsün, bütün insanları öldürmüş gibi olursun. demek eşyanın mahiyetini değiştiren niyettir.

hş. bazen intihar bombacıları veya katilleri görüyoruz. özellikle terör örgütleri. bunlar diyor ki, biz allah için öldürdük diyorlar.

yk. allah rızası için canına kıyıyor. müslüman olmayanlar, uyuşturucu alarak onu yapıyorlar.

mn. japonlar da onu uyanık olarak kamikaze pilotları yapıyor.

aş. adam bombanın arkasında niyetni bilemeyiz. ama biz adamın fiilinin islam uhkukuna uygunluğunu konuşabiliriz. adamın niyetini yargılamak için değil.

yk. yani niyet her şeyi kurtarabilir mi?

zk. allah kötü şeyleri yaratmaz itikadı. tamamen halis niyetli bir inanç, ama bozuk bir inanç.

oğ. itikad liyakati de olması lazım, niyetle beraber.

aş. evet. sadece niyetinin halis olması yeterli değil.

müminin niyeti amelinden hayırlıdır, ama amel hayırsızdır anlamına gelmiyor.

islamiyetsiz iman medar-ı necat olmadığı gibi, imansız islam da medar-ı necat olamaz. hangisi önceliklidir? iman. fakat ikisinin birlikteliği gerekir.

benim niyetim var çocuğa iyilik yapmak istiyorum, ama vermiyorum. içinden geçirebilirsin, ama test et kendini. ayette diyor, eğer allahı seviyorsanız, bana uyun ki, allah da sizi sevsin.

bundan şu çıkarılabilir ona uymuyorsak, allahı sevmiyoruz demek ki.

k. peki niyetle tahayyülü nasıl ayırabiliriz?

aş. bir şeyi yapmayı istemek niyettir.

iraden nereye gidiyorsa, oraya kadar götürmek. bazı durumda, iraden sadece arzudan ibaret kalıyor. başka durumda lisanınla söylemeyi başarıyorsun.

yk. niyette bir tercih var. kasıt var. rasgele değil. insan alışkanlıkla bir yanlış yapabilir. ama niyeti o değil. hukuk maddelerinde de onu ararlar, niyetine bakarlar.

aş. namazda da niyet namazın şartlarındandır.

hş. bir kötülük gördüğünüzde, ya elinizle, ya dilinizle, ya da kalbinizle müdahele edin diyor. kalple müdahele nedir? ben bunu tasvip etmiyorum demek.

aş. niyetle tüm peygamberlerin duasına ortak oluyorsun. kişi sevdiğiyle beraberdir esprisi de odur. bu niyeti taşıdığımız için, veya onun istediğini allahtan isetdiğimiz için, aynı sofrada yemeğe oturacağız.

"Hem nasıl bir zabit, bütün neferatının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de: Mahlukata zabitlik eden ve hayvanat ve nebatata kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telakki eden"

Yani herkesin yaptığı ubudiyetleri izleyip onlar adına allaha takdim edebilecek mahiyette. ne demek bu? bir kere onları fark edebilecek. ikincisi, onlar bunları yaptılar diyebilecek. o istidatları inkişaf ettirip, bu fark etmek manasına geliyor. sana şöyle şöyle ibadet ediyorlardı, ben onları sana böyle sunuyorum demek.

hş. bir kardeşin veya dostun gaflet anında ibadetini yapmıyor. sen onun adına dua ediyorsun. ona sorumluluk hissediyorsun. onlar adına sen dua edebiliyorsun.

aş. külli istiğfar ve külli tenzih.

hş. onlar kendileri yapmasa bile, sen onlar adına yapabiliyorsun. senin şefaatinle allah onlara da iman gönderebiliyor.

"vekil telakki eden insan, ­w[¬Q«B²K«9ö«¾@Å<¬!«:ö­f­A²Q«9ö«¾@Å<¬!ö der."

aş. bendeki istidatlar, tüm kainatın mahiyetini anlayabilecek istidatta olduğu için, önce bende açılacak,, külli bir ubudiyet makamına ulaşacağız. biz derken, tüm zerratı adedince ona tespih sunuyor. tüm organlarıyla, zerreleriyle veya alem-i islamı veya tüm mevcudat kardeşlerimle birlikte biz diyor.

birinci sözde şöylebir espri var. bedevi arap çöllerinde giderken, biri kaflieye zarar verdiğinde, diğer herkes ona hücum ediyor. kainatta da öyle. mahlukat kardeşlerine yapılan bir hakareti tüm kardeşleri sorumluluk olarak alır. niyeten tüm mevcudatın ubudiyetini anlamak bunu da gerektiriyor. zulme karşı da duracak böylece.

hş. bir de velaheyt yolunda, şu var: dünya kadar genişlemen lazım. ay kadar yükselmen lazım ki, güneşle görüşebilesin. yani süluk yaparken tüm mevcudat kadar genişleyeceksin, onların adına külli biadet yapacaksın.

k. cenabı hak benim yanımdadır. aynı zamanda herşeyin yanındadır. benim de ...

aş.

"Bütün halkın ibadetlerini ve istianelerini, kendi namına Mabud-u Zülcelal'e takdim eder. Hem (ayet) der"

bütün mevcudatın bütün tespihatlarıyla ve maslahatlarıyla seni tespih ederiz diyor.

" Bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir. "

Hacda bunu gözle ihssediyorsunuz. her şey zikrediyor. sanki ben külli bir insan var, sen onun içinde bir zerresin. her şey allahı zikrediyor. kendni zerre gibi hissediyorsun. vücudun zerresi de aslında vücudun kendisidir. çünkü hayatla ve ruhla hepsi bir ben oluyor.

hş. nurun aksi, nurun aynı olabiliyor.

aş. her şey ben oluyor aslında. o noktada bir külliyet kazanabiliyor. hacda bir insan içinde bir zerreymiş gibi, dolayısyla külliyelte ubudiyet eden, dolayısıyla çıkan seste senin de payın var. o se seninmiş gibi çıkıyor.

yk. küfür de tersini yapıyor. herşeyi parçalıyor. kainattaki tüm işbirliğini, savaş rekabet gibi gösterip, birinin varlığı diğerine tehlikeliymiş gibi, kainattaki büyük tek elden çıkamyı bozuyor. insan bu sefer kendini yalnız, çaresiz, tehlikeler karşısında zayıf hissediyor.

aş. genon anlatıyor. insanlar eskiden zanaatkardı. adam eserinde kendi ruhunu yansıtıyordu. modern zamanlarda, insan makinenin parçası haline gelerek, silikleşiyor. her bir insan, allahın külli sanatını ortaya koyan bir sanatkar iken, halifetül arz olabilecek bir mahiyetteyken, o ilahla ilişkisini keserek... sanatı sadece güzel sanatlara mahkum etmenin de bu manaya geldiğini söylüyor. aynı şekilde dini de sadece ritüellere hasrediyor. bugünkü dersimizle çok alaklaı. sekülarizm buradan başlıyor. her halin allahı takdis edecek esprisi kalkıyor. sadece din deyince, bazı ritüellerden ibaret bir şey kalıyor.

hş. yahudiyer hani, kendileri ekecek gıdalar istiyorlardı ya. ayette devamında birbirinize düşman olarak gidin diyor. allahtan ayırdın mı, seninki az benimki fazla meselesinden kavga başlıyor.

aş. hepimiz onunuz esprisi kalkınca, ben sen kavgası başlıyor.

kainatın zerratı ve mürekkebatı adedince muhammed asm'ye salavat getiriyoruz.

bütün bunları anlamlandıran muhammed asm'nin nuru olduğu için, allahım sana selam olsun, o istemiş biz de isityoruz, çünkü her şeyi senden bilmiş, biz de ona ihtida ediyoruz.

12 Aralık 2008 Cuma

24. Söz 5. Dal 2. Meyve

İkinci Meyve: Ey nefis! Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.

aş. bizim bir yanlış anlamamız var. ubudiyetin karşılığında bir şey alacağız anlayışının yanlış olduğunu biz nurcular anlıyoruz. fakat bir başka mesele daha var. geçmişte verilen nimetin bir karşılığıdır diye anlaşılıyor ubudiyet. bu da yanlış bir anlama. ubudiyet, zaten verilmiş olan nimetin fark edilmesidir. dolayısıyla ubudiyetle mükellef olmak demek, verilmmiş olan nimeti fark etmek demektir.

mesela bir meyveyle muhatap olduğumuz zaman, insan cesediyle gıda olarak muhatap olur. aslında insana gelişme diye bir özellik nimet verilmiş. bedenine o gıda verildiğinde, gelişerek o nimeti gerçekleştiriyor. veya dilime tad alma duyusu verilmşi. potansiyel bir varlık. ne zaman acıkıyorum. mandalinayı yiyorum, tadını aldığım anda, aslında bana tad alma duygusununverilmiş olduğunu anlıyorum. mandalina, bana verilmiş olan bi nimeti aortaya çıkarıyor. ubudiyet de bu nimeti ortaya çıkarmak anlamına geliyor. benim mandalina ile fiili ilişkim, bende bulunan nimetin ortaya çıkmasına vesile idi. mandalinayı almak, için acıkma diye bir duyu verilmiş ki tad alma duyusunu fark edebilmen için. bu fark edebiliyor olmak bir nimettir. mandalinadaki sanatlar, bendeki fark alma özelliğini ortaya çıkarıyor. bir ileriki merhale insaniyetim vra. bununla ben nimetten çok nimeti verene muhtacım. çiçeğin güzel olması senin memnun ediyor, ama onun arkassında çiçeği veren bir güzelin olması seni daha çok memnun ediyor. sana veren elin olduğunu, allah sana o nimetle kendisini gösteriyor. senin onu fark etmendir ubudiyet. ubudiyet dolayısyıla nimetin üsütne gelen bir şey değil. verilen nimetin fark edilmesidir. dolaysısyla, ya ubudiyet ediyorsun, ya helak ediyorsun. fark ettiğin anda zaten ubudiyet ediyorsun. elmayı göndereni tanıdığın anda, insaniyetinle. bedeninin almasıyla, bedeninle ubudiyet ediyor. dolayısıyla ubudiyette senin ekstra yapman bir şey yok. sadece sana verilen kapasiteyi kullanarak nimeti fark ediyorsun. elma verilmiş. elmayı veren rezzakım var, onu anlıyorsun. namaz kılarken, onun huzurunda olma nimetini tadıyorum. dolayısıyla namazın kendisi de nimettir. bana verilen nimetlerin karşılığında ubudiyet ediyor değilim. bunu kaçırırsak, sekülarizm yine içeri giriyor. ubudiyet olması için, hiçbir anda boşluk olmaması gerekir. allah ehr an yaratıyor. nimeti alıyorum, üzerine ubudiyet yapıyorum değil. nimeti fark etmiyorsam, ubudiyet yoktur.

bunu nereden çıkardım bakın:

"Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız."

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren"

mutlak hayır olan vücud ne demek?

vücut demek her şeyin olabilirliğinin göstergesidir. diyelim ki, özel bir kartın var. nereye koyarsan, oradan cevap geliyor. bankaya koyuyorsun, para geliyor. alışverişe gidiyorsun eşya alabiliyorsun.. patron diyor ki, o karta neler yüklediğimi keşfet, sonra kart sonsuza kadar senin olacak. önemli olan kartın özelliklerini keşfetmen. ister kendin başına keşfet, ister arkadaşının üzerinde keşfet. dolayısıyla bir şeyin arkadaşına verilmesi, karttaki özellikleri fark etmeni sağlıyor. dolayısıyla kime verilmiş olması önemli değil. insaniyetimize neler yüklendiğini anlamak. maksadımız sıfat-ı ilahi ve esma-i ilahiyiyeyi tanımak. tanıdıktan sonra onlarla birlikte olacaksın.

vücut vermek ne demek? yokluktan varlığa çıkmak, sonsuzluğu aşmak demektir. bir şeyin olması için, tüm kainatın yaratılması gerekiyor. dolayısıyla bu portakalı vermekle, sana haslında her şeyi veriyor. çünkü vücudu vermekle, sana kendisinin mazhariyetini veriyor. allah külli olduğu için, vücut olarak sende külli olarak tecelli edecektir. ubudiyetle biz kendimize verilmiş olanları fark ediyoruz. bu farkındalık, o şeyi bize ait kılıyor. cennetimizi inşa ediyor gibiyiz sanki. cennet bize verilmiş. üstad der ki, cennet dünyanın bitişiğinde değil, dünyayla içiçedir. cennetin kokusunu hissedersin, iyi bir amelde, ya da kötü bir amelde cehennemin kokusunu hissedersin.

sana vücudu vermekle, kendisinin mazhariyetini verdi. yani yokluktan çıkardı seni. ssıfırdan bire çıkmak, sonsuzluğu aşmak demektir. varlık varsa, yokluk yoktur. beni en çok sevindiren şey, allaha imandan sonra, yokluğun olmayışı anlayışıdır. çünkü insanın en büyük korkusu yokluktur. yokluk korkusu aslında ölüm korkusunun da temeli. var olan bir şey yok olamaz.

varlık en büyük nimettir. hinsan allahın tüm esmasını tecelli etmesinin dışında, tüm bunlarının farkına varabilecek potansiyeldedir, külliyetiyle. yoksa her şeyde tüm esma tecelli eder. tüm fotoğraf tek bir noktada var.

amç. zaten girizgahta, nimeti fark etmek dedin ya. aslında biz tam farkındalık içinde cennetteyken nisyan edip insan olarak buraya geliyoruz. bizim varsayılan fıtratımızda tümüyle farkındalık var. buraya inmemizin sebebi, farkındalığın unutulması anlamına geliyor. burada yeniden o farkındalıkları inkişaf ettirip, cennete yeeniden gidiyoruz.

aş.. orada şiddeti zuhurundan gizlenmişti, burada yeniden o şiddet-i zuhuru fark ediyoruz. mesela bedenime daha önce besin alıp gelişme özelliği verilmişti, kalu belada. adeta, ey beden ben seni gelişecek özellikte yaratan rezzakım değil miyim, diye kalu belada sorulan soruyu şimdi de soruya. beden ne yapıyor? evet öylesin diyor ve gelişyior. dile diyor ki, ey dil, ben seni portakala muhatap olduğun anda lezzet alacak şekilde yaratan değil miyim? dil portakalın lezzetini aldığı anda, evet diyor. insana da diyor ki, ben sana bu nimetin farkındal olacak, onda görünen esmayı görebilecek mahiiyette yarattın diyecek. orada kalu belada yaşanan soruyu her an yeniden yaşıyoruz. ben nasıl buliliyorum bundaki lezzeti alabilmeyi. ruhum budan lezzet alabilecek kabiliyette ruhum daha önceden yaratılmış. ben bundan lezzet almakla, beni ve bu portakalı yaratan aynı zattır diyorum.

ilginç bir yer daha var. yemeği verdi. vücudun besine ihtiyacı var. dilin de tatmaya ihtiyacı var, ama diyelim ki, dilin tat almıyor. sen iyne zorunlu olarak yemek yemek zorundasın. yemek sana zorluk olarak gelir. ama bir de muhabbeti verdi. yani yeme peşinde koşacak ylezzeti verdi. namazı kılacak lezzeti de verdi. hepsi ayrı bir boyut. cismaniyetinle sadece besinleri fark ediyorsun. hayvaniyetinle tad nimetini fark ediyorsun. aklınla, sanat ve hikmeti fark ediyorsun. insaniyetinle, mülk ve melekutu tanıyorsun. yani maddenin arkasındaki manayı görebiliyorsun. islamiyetle esma sıfat şuun mertebelerine ulaşabiliyorsun. muhabbetle, bunları severek yapıyorsun. bedenine besin alma ve gelişme lezzeti verilmiş. diline tad lezzeti verilmiş. aklına hikmet lezzeti verilmiş. kalbine, bunları vereni sevme lezzeti verilmiş. benim vazifem, bunları fark etmek. bana verilen alemleri keşfetmektir. miraçta resulullah ne diyor? ... her merhalede o merhaleyi yaratan rabbe şükrediyor ve bir üst mertebeye çıkıyor. şükrederseniz genişletilirsiniz. üstad diyor ki, ubudiyetin özü şükürdür. bütün alemi insan için yaratmış. insanı da şükretmesi için yaratmış. o yüzden ilginçtir, fatihada hamd ile başlarız. her şeyin özü bu. gerisi tafsilat.

amç. lezzet nimetin motivasyonu. nimetse hayatın motivasyonu. mesela cinsellik, neslin devamı için bir ücrettir. yoksa insan aklıyla bunu düşünmez. bakiyeti sağlayacak şeyler nimete bağlı. en sonunda dönüp dolaşıp bunların hepsi vücuda bağlı, vücut da şükre bağlı.

mn. bunun sekülarizmle ilgisi nedir?

aş. ikili bir an. bir ubudiyet anı bir de lezzet anı. aslında böyle değil. allah her an sende tecelli ediyor. aynadaki görüntü gibi. her anımızı allaha bağladığımız sürece varlık aleminde kalacağız. bağlamadığımız zamanlar, o anlar helak olmuştur.

yf. hristiyanlarda olduğu gibi, cami ve hayatın birbirinden farklılaşması. peygamberle mücadele de budur. kimse allahı inkar etmiyor, ama o bir yerde olsun.

adalet sisteminde allah olmasın ama...

aş. tamamen ritüellere boğmaya çalışıyorlar. can dündar, sait nursiyi sanki ritüellere boğacak, hayattan kopuk, kendi içinde ubudiyetini yapan, toplumla hiç alakası olmayan bir insan. onu barlada bırakacak. aslında şeytanın istediği dindarlık bu. süfyan ve deccalin allahla bir problemi yok. peygamberle bir problemi var. peygamber her an hayatın içinde nasıl yaşanır bu din onu anlatıyor. hristiyanlık o yüzden problem değildir.

amç. her yaptığımız fiilde, düşüncede bile, besmeleyle başlamalı.

hş. bbu cümlenin anlattığıyla senin anlattığın arasında tabi ki bağlantı var da, benim anladığım kadarıyla, insanlar şöyle alıştırıyorlar kendilerini. eskiden beri bir kitap verirler, şu kadar dua okursan, allah sana 20000 sevap yazar. şunu yaparsan, bu kadar paran olur. hep böyle önce bir şey yapacaksın.

amç. tarikat budur. islamın yahudileşmesi. hep dünyayla ilgili dua vardır. tasavvuftan ayırıyorum ben bunu.

hş. ama hep böyle de değil.

yf. bazılarının doğruluk payı yok mu?

aş. bütün mesele burada. zenginliğin esbabı, allahtır. fakat zenginlik için dua yapılmaz. ama allah o duayı yaptıktan sonra zenginlik nimeti verir. o ayrı mesele. ki zenginlik gerçek manada nedir? mercedes midir? belki o farkirliktir. biliyorsun, ebu cehil ebu hakim, yni hikmetin babası. yani bilgi açısından en ileride olan oydu. fakat islam geldikten sonra, onun ismi ebu cehil oldu. alim iken, ebu cehil oldu. o ilmine rağmen, allahı kabul etmemesi, üstüste cehalet, yani cehli mürekkepliktir. firavunu bile geçmiştir o noktada. gerçek zenginlik, allahı bulmaktır. ibrahim ethem meselesi. bir liram var, bir lira daha istemiyorum. ama sende yüzbinlerce dinar var, daha çok istiyorsun. sen benden daha fakirsin.

amç. peygamberlerin hayatına bakarsak, hiçbirinde iki gün üstüste düzenli yemek buldukları vaki değil. onlar bize göre gariban mı oluyor?

dua da ubudiyetin bir yansıması. burada mühim olan farkındalık. bu boyutta bakarsak, bir şeyi fark ediyor olmak, o şeye sahip olmanın ötesinde bir durumdur.

aş. aslında hiçbir şeye sahip değiliz. biz alıyoruz lezzet klamıyor gidiyor. kalan şey aklımızda kalan anı ve bilgi.

hş. nimetin senn olması, şükrü

aş. bir nimet ancak sen onu fark edersen takdir edersen olur. mesela o fark etmedi kendideki nimeti, ama ben fark ettim, onu takdir ettiğim için, o nimet asıl anlamda onundur. kim allahla samimi bir şekilde o nimetle irtibat kurasa o nimetin ona ait olmasıdır.

yf. mesela, karının doyurmak için rasgele bir şey yersen, hiç karnın doymuyor. ama biraz bakarak yiyince, nasıl lezzet alıyorsun.

aş. evet aynen öyle. batı medeniyetinde insanlar fast food yerken, atıştırıyor. alışkanlık oluş ne yediğinin farkında değil. ben çocukluğumda hatırlarım, en lezzetli yemekler, tarlada yediğimiz unlu yemekti. tadı hala aklımda. demek ki ölmemiş. ama çok şahane yemekleri hiç hatırlamıyorum.

yf. bu yüzden her gün 3 vakit düzenli yemek doğru bir şey değil.

aş. sünnette yok öyle bir şey. yengem çok güzel yemek yapar. sonra diyet yapması gerekti. peksimet ve kayısı yiyordu. bana şöyle dedi: yemek yemek tamamen alışkanlık işiymiş. hiçbir şey yemiyorum, acıkmıyorum.

amç. üstad da diyor ya, insan açlıktan değil alışkanlıktan ölürmüş.

yk. insan mezarını dişiyle kazırmış.

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. "

aş. iştihalı bir mide. iştah vermese, nasıl lezzet alacaksın.

hş. bilgisayara bir donanım koyarsın, sürücüsü yok. bilinmeyen aygıt oluyor. vücutta miyonlarca alet var, öyle bir şey yok.

amç. vücudun çok fonksiyonlu bir kart olması durumu.

aş. allah için bakmıyorsan, şehvetle bakıyorsan o gözü çıkar at, o senin için daha hayırlıdır. incilde diyor. seni allahın yolundan uzaklaştırıyorsa, o eli kes ve at.

amç. ey göz güzel bak esprisi gibi.

aş. kavvad ne demek? sana verilen emaneti satmak demek. o yüzden harama bakan göze, kavvad diyor. o emaneti sen nefse satıyorsun.

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. "

mide iştahlı olmasaydı, bu kadar nimetin hiçbir anlamı olmayacaktı. dolayısıyla rezzak ismini tanıyamayacaktık. dolayısıyla, bu gıdaları yerken, dilimde bu tad alma duyusu varmış, bunu fark ediyorsun. kartın özelliklerini keşfediyorsun. keşfettiğin kadarıyla ileride senin olacak.


"Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. "

hayat vermiş, ama onnu hassasiyetleri var. mesela sevebiliyor, üzülebiliyor, ağlayabiliyor. yoksa eşyanın bir anlamı olmayacak. mesela burada ağlayan bir bebek olsa, ama sen ona merhamet duyamasan. o zaman bir anlamı olmayacak. allahın rahmetini tanıyamayaycaksın. otobüste yorgunken oturuyorsun. yaşlı bir kadın geliyor. oturmak istediğin halde, içeriden bir ses geliyor. sana rağmen, kalkmanı istiyor. doğrudan doğruya allahın etkisi orada gözüküyor. içimdeki bu şey nereden geldi diye bir sorsa, insan anlar. doğrudan doğruya vicdanımla konuşan bir şey var. allah işte bizimle konuşuyor doğrudan.

ahlak, kaniatta allahın koyduğu kurallları görmek ve ona tabi olmaktır. islam insana ahlak verir. veren eli tanımıyorsan, ahlak olmaz.

amç. modern toplumda ahlakı allahtan kopartan bir şey gibi sunmaya çalışıyorlar. ben ahlaklı olduğum için iyi davranıyorum demeye çalışıyorlar.

kudsiyet yoksa ahlak yoktur.

aş. vicdanın susmasıdır ahlakın kaybolması.

yk. fıtri olmasına rağmen, mış gibi sunuyorlar kendilerini.

amç. sana rağmen, cümlesi işte onu yapıyor. vicdaın susturursan, onlar kalmaz.

yk. çıkar menfaat hal alıyorsun.

aş. vicdan varsa, çıkara rağmen bir şeyler söyler.

mesela yiye yiye, dilin artık lezzet almıyor. alamıyorsun. hoşuna da gitmiyor. bilimsel açıdan da reseptörler yoruluyor oradan. salih anlatmıştı, bir vaka geteririyorlar hastanede. adam içmiş içki. mum varmış devrilmiş. yanmış tutuşmuş. uyanık kendisi farkında değil. ayağı yanmış bayağı derin. ondan sonra fark etmiş, yangını. sonra fark ediyor. kemiklere kadar gitmiş yara.

yk. yapılan davranışın ne olduğunu anlamlandırmaya başlayınca rahatsızlık başlıyor ya, ondan uyuşturuyorsun onu.

aş. bu zamanda gaflet veren şeyler, hem ehli imana tam imanın lezzetini hissettirmiyor, hem de ehli küfürün de cehennemi acıyı anlamasına izin vermiyor. insan gafletten soyutlanıp küfrün mahiyetini anlasa çıldırması lazım. nietzsche gibi.

insanlar mesela havaiye falan gidelrer ya. aslında can sıkıntısında patlarlar. ama harika derler, kendilerini kandırırlar.

"Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur. "

biz hiç düşünmüyoruz. bir film izliyorsun. o görüntüye para veriyorsun. kardeşim, her gün güzellik görüyorsun. bunlar parasız mı? bu ekranlar, görüntüler her gün bir şeyler gösteriyor. adam allahın yarattığı bir çiçeğin belgeselini çekiyor, üzerine para alıyor. allah her gün gösteriyor sana.

amç. bedava her şey.

aş. gözün eller gibidir. nereye uzanırsa, onu kendine çekiyorsun, ondan lezzet alıyorsun. elinle alıp sana o güzelliği taşıyor. gözünü açtığın anda sana verilen nimetleri fark ettin.

"Sonra manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. "

insaniyet mülkün altındaki nimeti de görebiliyor. ikramı da görebiliyor. ancak insan anlar bunu. beşeriyet değil bu. beşer iman ile insaniyet mertebesine yükselir. iman ise, bir şeyin arkasında o şeyi vereni görmektir. illa sıfatlarını bilmen lazım değil. kapıyı açtın, baktın güzel bir çiçek. işte sevgilerimle, yazıyor. çiçek güzeldir, ama gönderen daha hoştur. insan çıkarım yapar, bu insani bir şeydir. islamiyet de o çıkarımlara ad koyar. rezzak der, kerim der. alemi mülk ve melekut arasından sıfat ve esma dairesine götürür seni islamiyet.

"Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir."

açmış. sen onu fethediyorsun, açıyorsun. fethettiğin her yer senindir. anahtar sende.

amç. şu kadarlık bölüm ne kadar çok şey anlatıyor. risale-i nurun belagat özelliği.

yk. konsantre yazıldığı için, sulandır sulandır içiliyor.

amç. fethetmiştir yerine, başka bir şey koy. açmıştır de. bu kelimenin mündemiç olduğu ikincil manaları veremez.

aş. tabi canım. fetih çok manaları var. bir ülke almak manasına da gelir, bir hakikatin senin kalbine gelmesidir.

hş. buna benzer bir yer vardı. insanın insaniyetini, hayatiyetini, islamiyetini mide olarak görüyordu. bu da sofra-i nimet olarak görüyor.

"Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenahî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir."

aş. her kademede muhabbet vermiştir. cismaniyetine, hayvaniyetine, islamiyetine, insaniyetine. hepsinin lezzetini artırıyor. ne yapsan zevkle yapıyorsun. bir insan ölmekten korkutğu için, gıda yiyebilir, veya lezzet almak için yiyebilir. ötede bir anlam daha var. vereni tanımak için gıdayıy yemek. bir sultan size bir hediye veriyor. onu saklıyorsunuz yemiyorsunuz. bunu bana o verdi diyorsunuz. bundan önceki bahsite, korkmaktan bahsetmişti. korkmak bile bu kadar lezzetliysse, bir de sevmeyi düşün diyor. işe giderken, zevkle gidebiliyorsun.

bir de allah için olsa, onu tanımak için olsa, zevkle gideriz. medeniyet bunu örtüyor.

hş. bu muhabbet sanki, imandan sonra, cenabı hakkı tanımaktan sonra geliyor.

aş. tabi. imanı billah, bundan sonra marifetullah. marifet, muhabbeti getirir. diyelim çok güzel bir arkadaş gördü. çok iyi ama, acaba nasıl bir insan. onu tanıyor.

"Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaîf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz'sün. Onun ihsanıyla cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nurani hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış."

insan olmakla, külliyetin kesbediyor. eşyanın hakikati mertebesine yükseliyorsun. zeval bulmayan bir külliyet kazanıyorsun. reşha oluyorsun.

"İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin."

orada yapacağın, senin kalbin baki olan bir lezzeti istiyor. rabbim bana beni düşünerek ne güzel bir ikramda bulunmuş.

bir keresinde askerdeyiz. karavana kavgaları olur. beni bakaya olduğum halde, gıcıklığına pis bir mangaya verdiler. onlara az yemek geliyor. gelen de bitiyor hemen. gidiyorum yemek kalmıyor. kızdım onlara. orada içim daraldı ve sıkıldım. ben bu rahatsızlığı hissettim, ne yapalım cenab-ı hak böyle takdir etmiş dedim. tam çıktım dışarı. bir arkadaş memleketten gelmiş, gel beraber bir şeyler yiyelim dedi bana. maraştan bir şeyler gelmiş. tam bir tevafuk. orada şunu hissettim. orada aç bırakmış allah sonra böyle bir nimeti sana gönderiyor. allahın senin açlığını görmüş olması kadar büyük bir lezzet yok. unutulmadın. her şeyi gören allah, bütün kainat içinde sana da özel bir ikram yolluyor.

"Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimane istiyorsun. "

verilmişin farkına varmayınca, mütehakkimane istiyorsun.

"Ve hem "Niçin duam kabul olmadı" diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. "

niyaz ettiğin anda zaten nimet verilmiştir.

"Cenab-ı Hak Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve şu fermanı dinle: (ayet)"

ben kazanıyorum dediğin anda kaybettin. veya birilerinden medet beklediğin anda kaybettin. sadece allah verecektir dediğin anda tamam. allahın fazl ve keremiyle bana gelecek. ben ilmimle bunu elde ettim demenden çok daha güzel. allahın lüftuyla gelen beka bulacak. kendi başına buldukların fani kalacak.

5 Aralık 2008 Cuma

Hutbe-i Samiye: Burhana Tabi Olmak

"Hasıl-ı kelâm: Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. "

mk. aslında bir kısım müslümanlar yine bürhana tabi olmuyorlar. halen mesleklerini uduvvet ve adavvet hatta bir ileri merhalesinde terörle ilamiyeti götürmek zorunda kalıyorlar.

hş. insanların %80i avamdır.

mk. yok o ayrı konu. risalenin iman hakikatleri avamada hitap eder, havasa da hitap eder. fakat bu bir tarz meselesi. bürhana tabi olmayı kabul eder miyizi etmez miyiz? hala eski kafada devam eden insanlar, savaşla avrupanın fethedileceğini düşünüyorlar. risale mesleğinin ehli tahkik olanları, genel meşrebi itibariyle, bürhana dayalı olanlar korkmuyorlar. hürriyetten, ilimlerin gelişmesinden, hakikatlerin aranmasından müspet şeylerin çıkacağını bekliyorlar. bürhanın geişmesiyle, hakka ve adalete ulaşmaları daha basit olacak insanlar için. fetihlerin bu manada olabileceğini.

hş. ali ağbi anlatmıştı. taksiyle gidiyorlarmış yanında yabancı varmış. taksi şoförü adama ters bakıyormuş. ali ağbi sormuş dne oldu. adam demiş bu adam bana çok ters bakıyor korkuyorum. şoför demiş ehlamdülillah bir kafiri daha korkuttum.

halbuki üstadın dediği bşu: avrupa tasaffi edecek.

mk. bu manada, sayın dedemiz bunu yapmış hayatında. hapse atmışlar kimseye husumet etmemiş. kitaplarını incelemeye başlamışlar korkamyın, kitapları okusunlar demiş. eski insanlar takılmış. hilafet gitti, perişan olduk demişler. o demiş, ben cumhuriyetçiyim demiş. cumhuriyetin islamiyetin bürhanlarından çıkacağı, o zaman için çok zor. o çıkışları şu an bize çok kolay görünüyor. ona işkence çektirten savcıya, beddua edemiyorum diyor. onun imanla cennete girmesi ne kadar güzel olur diyor.

bürhan şuna izah ettiler. fenlerin ilerlemesiyle, insanların tahkik ehli olacağı. çünkü islamiyetin korkacak bir şeyi yok.

hş. eski saidin bir kusuru üstad der ya, ben terakkiyi fenden gelecek derdim.

aş. o kendi açısından. fennin hakikatlerini yanılmaz şeyler olarak görüyordum. o ayrı mesele.

hş. eski said olduğu için, o düşünceyi koruyor gibi. yanılmaz hakikati o öyle biliyormuş.

aş. ama bu, insanlara baktığımız zaman, dünyanın geneline baktığımıza, insanlar savaşlara karşı daha uyanık olmaya başladılar. amerikadaki değişimin bile, göstergesi budur. baykal bu hale gelebiliyorsa, toplumsal bir uyanışın göstergesi var demektir. baykal, insanlara artık kıyafetlerine göre davranamayız, tek parti dönemini eleştirdi açık bir şekilde. belki takiyye bile olsa.

hş. eskiden de despotizm vardı, fakat şimdi bu artık örtü bir şekilde. amerikan toplumunda insanlar kendilerini hür sanıyor, ama her şeye bağımlılar bir şekilde. seçtikleri ada. iki parti var. o partiye girmek için, bir süzgeçten geçeceksin. sen de orada hür bir şekilde seçiyorum diyorsun. medya sana şöyle düşün diyor. sen onun aynısını düşünüyorsun. amerikan halkı busha ikinci kez oy verdi ya. ben bu insanlar ne kadar aptal dedim. bakıyorum aslında gayet normal.
mk. hüsnü neden böyle düşünyorsun? medya olmasın bir köyde yaşıyorsun. dedikodu yok mu?

hş. dedikodu farklı bir şey. orada komite var yönlendiriyorlar.

mk. peygambe devrinde yalancı peygamber çıkmış. yahudiler katakülla yapmış. bu her zaman olacak.

hş. dönecek de, insanlar hür de düşünemiyor. hürriyetin tanımı da çok net değil.

aş. çok hür olmasa bile, sınırlı alanda tercihleri bir şeylere rağmen yapılabiliyorsa, o tercihleri bile müspete doğru evriliyor. amerikan halkının zenci birini seçmesi, bir dönümüşümün göstrgesi. baykal gibi bir insanın oy endişesiyle bile bunları söylemesi, toplumdaki dönüşümün bir göstergesi.

mk. oyu artacak.

öm. yaşanan gerçekler, kuranı sürekli odğrulayacağı için, sonuçta bu fenlerin gelişmesiyle gözü biraz daha açılan insanlar, bunları yorumlayıp kendilerince doğur bir souca ulaşabilir.

mesela, zekat. dini bir emir diye, herkes kaale bile almıyor. şimdi ekonomik durgunluğa çözüm olarak, zenginliğe servet vergisi öneriyorlar. çünkü şartlar öyle bir zorlamış ki, uçurum oluşmuş. çözüm orada kendini dayatıyor.

hş. islama her geçen yıl insanlık daha çok ihtiyaç duyuyor. biz zannediyoruz ki insanlık terakki ediyor.

aş. biz her şeyin altında bir komplocu kurgu arıyoruz. zoraki bile olsa komiteler bir şeyi kabul ediyorsa, burada bir dönüşümün olduğunu gösterir. zoraki bile olsa, kuranın gösterdiği yola gidecektir. internet ağının falan çok yaygınolması, insanların birçok açıdan bakmasına vesile olabilir. her nekadar çok manipülasyon olsa bile, insanlar çeşitli şeyleri görüyloralr.

öm. bir de insanların ne kadar inanacağını, hidayetle ilgili bir şey. bu allaha bağlı. niye insanlar inanmıyorlar? bunlar bizim işimiz değil.

hş. aslında karanlık koyulaştığı noktada, sabaha daha yakın oluyorsun. bu bir sünnetullah. değişim hep iyiye doğru zannediyoruz ama insanlar hürriyeti kazandılar diyorlar. bir bakıyorsun, dünya savaşları oldu. en katı diktatörlükler, savaşlar oldu.

insanlara hürriyeti yaşattırmıyorlar. insanlık o dibe vuruşta kurana ihtiyacı zyadeleşiyor. küfür derinleştikçe, bütün insanlık, hristiyanlar da, amerikan yönetimindenne kadar muzdaripler. o pislikten bıkmışlar. belki de insanları biraraya getirecek, bu kötülüğün derinleşmesi. yoksa mutlaka bir ihtiyaç var. bugün bir başörtüsü zulmü olmasaydı. zulüm yaptıkça karşı taraf, bir hareket oluyor.

"Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek."

aş. kuranın bütün hükümleri akla uyan şeyler, dolayısıyla izim korkacak bir şeyimiz yok. ne olursa olsun. gelsin aleviler, istediklerini söylesinler. kim olursa. rahat rahat konuşsunlar. bir fikir yoksa zaten ortaya çıkacak.

hz. ali diyor ya, insanın düşüncesi dilinin altında saklıdır. konuşunca belki fikrinin yetersiz olduğunu anlayacak.

mk. veya baskı altından kurtulursa, kendi fikrini söylediği gibi, başkasını da dinleyebilir hale gelecek.

yf. bir kürt dedi ki, biz eskiden kürtçe müzik yasakken bunu dinliyorduk. artık bunun tadı kalmadı. yasak ...

öm. öyle insanlar var ki, özgür bıraksan, onlara zül gelir. mağdur durumda olmak onları değerli kılıyor.

hş. kendi fikriyatı var zannediyor. birleşeli, ezelim.

yf. çözüm yok, hep eleştirecek.

zk. mağdurluğun şöyle bir cazibesi var. insanı bazı vazifeden kurtarıyor.

aş. sorumluluğunu kaldırıyor. bahane buluyor.

öm. bahanesi ortadan kalksa, yapacağı bir şey olmayan çok insan olduğu anlaşılacak. hürriyetin kendine yaramadığı çok insan var.

aş. ama bizim korkmamamız gerekiyor.

öm. türkiyeye niye özgür gelmiyor, sorusunun cevabı. birileri özgür kalırsa, edğersizleşeceğini bildiğinden, özgürleşmenin önüne taş koyuyorlar. mesela şimdi laik kardeşlerimizi, dindarlarıbir türlü rahat bırakmıyorlar. kardeşim sen madem laiksin, ırgalama. özgür ve gerçek bir laik düşünceye sahip olsa, lakayt kalabilmesi lazım. özgür değil. özgürleştirmek de istemiyor. kendi yapacaklarını yapabiliyor olsa, bunun zaafiyetleri daha belirgin görünecek. sermaye, bilimdeki birincilikler ortaya çıkacak.

yf. dünyada yasayla korunan bir insan var mı? ilber ortaylı diyordu. osmanlı tarihi çalışmasının nedeni olarak, yakın tarih çalışmak için arşiv yok. mecbur gidip osmanlı çalışıyoruz diyor. 85 yıl geçmiş hala arşivler açılmamış.

mk. sadec siyasi bir yaklaşımdan dolayı hürriyet gelişmiyor değil. bu münazaratta, hürriyetin düşmanlarını farklı şekillerde söylüyor: gevezelik, cehalet ağa, intikam paşa diyor. mesela kızın dövmeyen dizini döver. istibdadı tarz olarak almış. görgü var ya. mesela geçen gün aile konusunda konuştuğumuz gibi. eli ayağı bağlı bir kişinin sana itaat etmesini, itaat sanıyor. mecbur sana. ondan sonra da, itaat gibi görünen şey, ruh hastalıklarıyla sonuçlanıyor. hürriyeti, bu manada, şurada da görüyorum. bir insan yanınızda çalışan bir kişi, gerçekten hürriyet yoksa, iki şık var: ya o üçkağıtçıdır, ya da korkuyordur. korkan adama hiçbir şey öğretemezsin. hep eli ayağına karışır. muailf bir kiiyle çalışabilirsin.

akıllı düşmanın olsun, cahil dostun olacağına. biz risalei nur talebeleri hürriyetçiyiz deriz, ben dahi yeni anlıyorum,hürriyetin ne olduğunu.

hş. esas istibdat içimizde olduğu için, belki onu yenemediğimizden oluyordur.

öm. okul ağbi, esas kaynağı.

aş. sadece okul değil, ailede öğreniyoruz. okul sistemleştiriyor. kuran kursuna geliyor çocuklar. bir takım okullarda öğretilen doneler onlarda da var. mesela, sınırın ötesindeki insanlar, vatanımıza göz diken insanlar olarak yazıyor. sadece okulda değil, ailelerde de öyle.

mk. hepsi birbiriyle içiçe girmiş. hür çocuksa, okuldan rahatsız oluyor. benim akrabalarım benim çocuklardan çok rahatsız oluyorlar. benim x arkadaşım, istibdat altında yetişti. şu anda bir tane duygusun söyleyemiyor. o kadar sıkıntılar yaşıyor ki. geçen buna bağırdım. dinledi. sonra geldi, baba en çok ben sana benziyorum, bana bağırıp çağırma. bütün gaz çıktı. bazı konularda öyle güzel ifade ediyor ki, duygularını. bunu daha sonra başka bir şekilde vermene imkan yok. en zor zamanda, ben böyle istiyorum diyebiliyor.

aş. ama kişilik de çevreden etkileniyor.

öm. aileler okulun istibdadından çocuklarını korumalı. ama okul, zil çalıyor gir, zil çalıyor çık. andla gir, üniforma var. o korkutma, korkutulan yerde bir şey öğrenilememesi hepsinin yaşandığı yer olarak okulu görüyorum.

okulda eğitmenin kendisi özgür olmalı ki, ondaki özgürlük çocuğa geçsin. öğretmen en başta hür değil. öğretmen postaneye götüremez çocukları izinsiz. değil, bahçeye bile izinsiz çıkaramaz. sistem böyle.

mk. ama farklı tarafını işleyebilirsiniz.

öm. yapabilirsiniz ama sınırlı. konuyu nasıl işleyeceğinizi bile sistem size dikte ediyor. sen çocukla anlaşma yaptın mı, ben bunu sizinle şu hafta çalışabilirim diye anlaşma yaptın mı? okullarla ilgili bir sürü araştırma yapılıyor. en çok araştırma ne konuda? motivasyon dikkat. anlaşma yapmadığın çocukları nasıl dikkat ettireceksin?

hş. çocuk deyince, kuranda da var. namaz kılmak için zorla diyor. bir büyük olarak, onun iradesini sen büyük olarak ullanacaksın. ama tamamen istibat halinde değil.

öm. bu dediğin doğru ama çocukların fıtratı da var. bu senin dediğin fıtratın bir boyutu. sen farklı çocukların ihtiyaçlarına göre farklı davranamazsın.

mk. yapabilirsin. hayatın akışkanlığının gerçekliğini niye inkar ediyorsunuz?

hş. din öğretmeni vardı tanıdığım. derste risaleyi anlatıyordu uygun bir şekilde.

aş. muhakematta anltıyor. dinin okul mantığında gelmemesinin hikmetlerini anlatıyor. ümmi bir toplum, bir düşünme tarzından geçmemiş. zihinler daha hür.

öm. üstad 9 yaşına kadar medresede duramıyor. gelecekte özgür olmasının temel çekirdeği oluyor. eğer o da istibdadın hakim olduğu medrese düzeninden geçmiş olsaydı, erken yaştaşimdiki gibi olmazdı.

mk. ben şimdi photoshop öğreniyorum.

hş. çocuk bir şeyi isteyerek öğrenirse, unutmaz. fakat çocuklar istibdat içinde zorla öğretilmeye çalışıyor. bu yüzden öğrenemiyorlar.

öm. biz çocukların merak ve ilgilerini ölçmüyoruz, merak da etmiyoruz. biz çocuklara özgürlük vermek istemiyoruz ki. misal, çocuğun atlara merakı vardır. hangi öğretmenin bunun merakından haberi vardır? ben öğrenmiyorum bunu. o zaman ben özgür eğitim vermiyorum. bizde ne öğretileceği senenin başında bu tespit ediliyor. sonrada herkese bu veriliyor.

yf. fakat o kitlesel eğitim yapıyor.

öm. peygamberimiz ilme vurgu yapıyor, okula vurgu yapmıyor. okul bir tarzdır, değiştirilebilir. milli eğitim okul yaptıkça, iş yaptığını zannediyor.

hş. hiçbir şey yapmamaktan iyidir.

öm. 7-12 yaş arasında bir çocuğun e çok ihtiyaç duyduğu şey hareket. bizde beden dersi 1 saat. çocuklar özellikle servisle gidenler, sürekli hareketsiz. bu çocuk nasıl özgür olacak?

en önemli problemlerden biri bu konuda milli eğitim.

yf. şu dairede bir çocuk olsa, bu çocuğ okula göndermezsen ne olacak?

öm. ben pratiği konuşmuyorum. problemi tarif ediyorum.

hş. üstad okullarda dini eğitimin zorunlu olmasını istiyor. elimizde bir sistem var, o sistemin dışında yeni bir sistem yapmak şart değil. onun içinde en iyi nasıl yapabiliriz onu araştırıyor.

aş. uygulamaya gelice farklı. ceylan ağbinin üniversiteye gönderilmesi yerine, kendi yanında tutuyor. onda da bir okul eleştirisi var. mevcut durumda daha güzel ne yapılabilir onu tercih ediyor. fakat illa o kitap veya durum olsun demiyor.

öm. medresetüz zehranın gerçekleşmemesi onun yerine risalei nurların böyle evlerde yeşermesinin bir anlamı olduğunu düşünüyorum. belki o şekilde kurumsallaşsa başka bir şey olacka.

hş. polonyada evlerde üniversiteler kurulmuş. sistemin içinde en iyisin yapabilirsin. çocuğuunu okula göndereceksin. ama ona iyi bir öğretmen bulacaksın.

mk. eğitim ve öğretim zaten ayrı şeyler. türkiyede eğitim yapılmıyor zaten. ikinci olarak, ben çocuklarımla ilgili bir şey öğrendim. beraber yemek yapıyoruz. bir şey yapıyoruz. hayatın içinde olan şeyler eğitime girmeye başlıyor. o zaman gerçekten oturuyor. ticaret tecrübesi. insanlara güvenle bakmak. el becerisi, el hareketi. bir şeyler yaparsa, bunlar gelişiyor. zaten eğer kendi çocuğumuza biz sahip çıkmazsak, hiçbir şey sahip çıkmaz.

yf. sistem tamamen hayatı kısıtlamıyor. bizim özgürlük alanlarımız var.

aş. bir de bizim kendi problemimiz var. biz çocuklarımızla ne kadar ilgilenmek istiyoruz? okul bizim yükümüzü üzerimizden alıyor. burada danışıklı bir dövüş var. istibdat üretiliyor.

" Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir'de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak.
Evet hakaik-i İslâmiyet'in mazi kıt'asını tamamen istilasına sekiz dehşetli manialar mümanaat ettiler:
Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler: Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor."

18. Mektub 3. Mesele

"ÜÇÜNCÜ MES'ELE: Hikmet ve akıl ile halledilmeyen bir mes'ele-i mühimme.
­(ayet)"
aş. akılla halledilemiyormuş. demek ki hissiyatla halledilecek.
manası, o her an bir iş üzerindedir. dilediğini her an yapar. sürekli bir faaliyet içinde.
at. istediğini yapan.
" Sual: Kâinattaki mütemadiyen şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar, daima dönüp tazeleniyorlar?
"
aş. her an sürekli bir dönüşüm var. hhele atom altında saniye bile çok uzun bir zaman.
" Elcevab: Şu hikmetin izahı bin sahife ister. Öyle ise izahını bırakıp gayet muhtasar bir icmalini iki sahifeye sığıştıracağız."
aş. önce 24. mektubdan bir bahis var: "Sual: Eazım-ı Esma-i İlahiyeden olan Rahîm ve Hakîm ve Vedud'un iktiza ettikleri şefkatperverane terbiye ve maslahatkârane tedbir ve muhabbetdarane taltif, nasıl ve ne suretle, müdhiş ve muvahhiş olan mevt ve adem ile, zeval ve firak ile, musibet ve meşakkat ile tevfik edilebilir?"
yani hem allah rahim ve vedud olacak, hem de ölüm olacak. ölüm, firak, yokluk. bunları nasıl örtüştüreceğiz. vedud ismi muhabbeti gerektiriyor. hem de sana ölüm acısı tattıracağım. bunun neresinde muhabbet var? bu şekva manasında değil, hikmetini sormak için. anne şefkati çocuğunun acı çekmesine müsaade eder mi?
" Haydi insan saadet-i ebediyeye gittiği için, mevt yolunda geçtiğini hoş görelim; fakat bu nazik ve nazenin ve zîhayat olan eşcar ve nebatat enva'ları ve çiçekleri ve vücuda lâyık ve hayata âşık ve bekaya müştak olan hayvanat taifelerini, mütemadiyen hiçbirini bırakmayarak ifnalarında ve gayet sür'atle onlara göz açtırmayarak i'damlarında ve onlara nefes aldırmayarak meşakkatle çalıştırmalarında ve hiçbirini rahatta bırakmayarak musibetlerle tağyirlerinde ve hiçbirini müstesna etmeyerek öldürmelerinde ve hiçbiri durmayarak zevallerinde ve hiçbiri memnun olmayarak firaklarında hangi şefkat ve merhamet var, hangi hikmet ve maslahat bulunur, hangi lütuf ve merhamet yerleşebilir?"
sürekli bu dönüşümler firaklar niye varın hikmetini soran bir yer.
bunun dai ve muktazi meselesini de 3. meselede açıklıyor.
" Elcevab: Şu hikmetin izahı bin sahife ister. Öyle ise izahını bırakıp gayet muhtasar bir icmalini iki sahifeye sığıştıracağız."
izah etmeyeceğim diyor, arif olan anlar.
"İşte nasılki bir şahıs, bir vazife-i fıtriyeyi veyahut bir vazife-i içtimaiyeyi yapsa ve o vazife için hararetli bir surette çalışsa; elbette ona dikkat eden anlar ki, o vazifeyi ona gördüren iki şeydir:"
fıtri bir vazife diyelim banyo yaptın. ne kadar rahatlıyorsun değil mi? veya sosyal hayatta gerekli bir iş yapsa. diyelim ki, cereyan kesilmiş kabloyu bağlamış tamir etmiş. bir insanı vazife yaptıran iki şeydir:
"Birisi: Vazifeye terettüb eden maslahatlar, semereler, faidelerdir ki; ona "ille-i gaiye" denilir."
ben bunu yapıyorum, para kazanacağım, çocuklarıma elbise alacağım. neticeler demek ki, ille-i gaiye demek.
"İkincisi: Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki: Hararetle o vazifeyi yaptırıyor ki, ona "dâî ve muktezi" tabir edilir. Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır ki, onu yemeğe sevkeder. "
karnın acıkıyor. yemek yemeğe sevkeder bu seni.
"Sonra da yemeğin neticesi, vücudu beslemektir; hayatı idame etmektir."
Bu nedir? ille-i gaiye. ama yemeğe seni sürükleyen dai ve muktezi.
"Öyle de: ]«V²2«ž²!ö­u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö şu kâinattaki dehşet-engiz ve hayret-nüma hadsiz faaliyet, iki kısım esma-i İlahiyeye istinad ederek iki hikmet-i vâsia içindir ki, herbir hikmeti de nihayetsizdir:"
burada şöyle düşünmek lazım. insan çok geniş faaliyeti tam tahayyül edemiyor. bir kedi. o kedinin karnı acıkıyor, gözleri görmesi gerekiyor. binlerce kedi. insandan daha çok kedi var. her bir kedinin her ihtiyacı karşılanıyor. tüm kedilerin tüm ihtiyaçları karşılanıyor. öte taraftan sadece kedi yok. köpeği var, aslanı, balığı, mikroplar, bakteriler, biti, piresi her şeyi var. sayısız. insan bunları düşünmeye başladığında çıldıracak gibi oluyor. bütün bunlar nasıl oluyor? hepsi aynı anda vazife görüyor. taşın altını kaldırdın mı, hayat kaynıyor.
bir de gökyüzüne başını çevir. milyarlarca dev yıldızlar. sinek gibi karınca gibi işliyor. hele dağın tepesine çıkınca, yıldınzın olmadığı bir yer bulamıyorsun. çok da hızlı bir şekilde dönüyorlar yıldızlar.
burada iki kısım derken, bir veçheden bakınca bir esmayı görürsün, bir başka açıdan bakınca başka esmayı görürsün. yoksa ayrı ayrı parçalar anlamında değil.
"Birincisi: Cenab-ı Hakk'ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez enva'-ı tecelliyatı var"
çok sayısız isizmlerinin sayısız tecellileri var. bu tecellilerden dolayı, kainat sürekli değişim içinde.
"Mahlukatın tenevvüleri, o tecelliyatın tenevvüünden geliyor."
hareketin veya şeylerin çok çeşitleri var. burada mahlukat derken, sadece cisimler değil. fiziksel olaylar da buna dahil. o tecelliyatın çeşitleri de yaratılan şeylerin çeşitlenmesini gerektiriyor. ayrıca her tecellinin de farklı renkleri var.
kırmızı rengin tüm tnlarını tek bir noktada göremezsiniz. farklı noktalar veya aynalar lazım ki, bir rengin tüm tonları ortaya çıksın. dolayısıyla kırmızı renkte potansiyel bulunan sonsuz renk tonu, sonsuz aynayı yani yansıtıcıları gerektirir.
allahın sayısız isimleri var. bu isimlerin de sayısız tonları var. bu da sonsuz tecelliyatı ve şeylerin çeşitlenmesini gerektiriyor.

hş. karadenizde yeşilin çok farklı tonlarını görüyorsun. aslında farklı istidatlardaki ağaçlar, aynı güneş ışığını farklı şekillerde yansıtıyor.

aş. renk, aslında tamamen ışığa bağlı olan bir şey. tamamen ene gibi. mahiyet-i kıyasi gibi. nasıl buz, nasıl suyu çektiğim zaman buz diye bir şey yok. buz bir kalıptır, suyu bir formda gösterir. ene de bir formdur. kendi yaratıcısını bir formda göstermek içindir.


"O esma ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani, nakışlarını göstermek isterler. "
burada istemek, gerektirir anlamında anlamak lazım. dai ve muktazi açısından ele alıyor. cenabı hakkın esmasını bunu gerektirir. kainatın her an değişmesini gerektirir. çünkü esma sayısız olduğu uiçin, sayısız dönüşüm gerekir.

güneşin ışık vermesi, onun şenidir. bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz. onun bir özelliğidir. güneş tüm etrafındaki şeylerde kendisindeki özellikleri gösterir. güneş buna muhtaç mı denmez. güneşin bu bir özelliği. zati özelliğidir.

hş. belki eşyaların sabit kalmaması da, sürekli değişmesi de, eşya sınırlı ya. ama sürekli değişimde, sınırlı şey sınırsızlaşıyor. öyle mukabele ediyor. ebedi olmasının bir hikmeti bu. sürekli bir hareket.

"Yani nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler."

sürekli yenilenen bir kitap gibi, kainat da her an görüntülerini yenileyerek, sürekli yeni manalar ifade ediyor. bir slaytg österisini ele alalım. her yeni salyt yeni manalar taşıyor. arabayı tanıtacak diyelim. önce arabanın ön görünüşü. sonra içine giriyor. sonra ışığını gösteriyor. her yeni şey arabanın tyeni bir özelliğini göstermek için adeta konuşuyor. her bir yeni veri görüntü, size yeni bir bilgi aktarır.

birinnci veçhi, esmanın çokluğu bu kadar mahulakıtn yenilenmesini iktiza ediyormuş. ikincisi ne?

şeni iki şekilde anlayabiliriz. risalede şen kavramı. önce eser var. bunun arkasında esma. bunun arkasında unvan yani sıfat. sıfattan sonra, şuun örünür. şuun kişinin adeta karakteri gibidir. onun davranış şekli hep odur.

şimdi bu anlatımını içselleştirecek. yani şenini izah edecek, insanın duyguları üzerinden giderek.

bu bahis çok fazla yerde yok. çok yoğun bir yer burası.

"İkinci sebeb ve hikmet: Nasılki mahlukattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor."

sen sabahtan akşama kadar niye çalışıyorsun? para kazanmak ve karnını doyurmak için değil mi? bir lezzet var onun için yapıyorsun. veya çok sevdiğin bir şeyi yapıyorsun. mesleğini severek yapıyorsun. onu yaparken bir sanat olarak görüyorsun, onu yapmakta bir zevk veya iştiha var.

hş. bir anne çocuğu için hizmet etmeyi zevkle yapar.

aş.
"Ve hattâ herbir faaliyette kat'iyyen lezzet vardır; belki herbir faaliyet, bir nevi lezzettir. "

aslında faaliyetin kendisidir lezzet.

"Öyle de Vâcib-ül Vücud'a lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemal-i mutlakına münasib bir şekilde hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve hadsiz bir muhabbet-i mukaddese var"

bu allahın zati bir özelliği. ama insan bunu ayine olarak gösterir. hayvan çok korkak olabilir. ama altında yumurtalar olunca bir anda aslan kesiliyor. civcivler gidiyor, yine korkaklık geliyor. demek cesareti zati değil. çünkü devamlı değil. insanın bütün ömrünü böyle algılayabiliriz. kalıcı değil, anlık.

zk. bir de gücü nispetinde. elinden geldiği miktarda.

hş. insan bir de ücret de istiyor. ihtiyaç halinde oluyor o duygu. bunlar da devreye giriyor. cenabı hak hiçbir şeye muhtaç değil.

aş. allah kendisinin ne hissettiğini, nasıl bir duygu sahibi olduğunu, haşa, bizim duygularımız vasıtasıyla bildiriyor. cenabı hakkın da bir şefkati var, kendi sanatına karşı böyle bir memnuniyet hissediyor. bize de allah bunu hissettiriyor.

allahın şefkatini nasıl görüyorsun. bir bakıyorsun, kedi yavrusuna yediriyor. ilmen anlıyorsun, o yavruyu sevmede bir şefkat var. uzaktan bakarak anlıyorsun. ikincisi, kendi zayıf olduğun zaman, başkalarının sana merhamet etmeleri, kendi üzerinde o şefkati hissetmen, aynel yakin o şefkate muhatap oluyorsun. üçüncü merhale ise, bir aç çocuğu sen doyuruyorsun. allahın şefkatini kendi üzerinden gösteriyor, anlıyorsun.

zk. mahlukat nasıl yaptığı faaliyetten zevk alıyor. cenabı hakkın da lezzeti var, ama kusurlu edğil.

aş. bizimkisi bize ait değil. yansıtma cinsinden. biz sahip değiliz. ışığın renkleri gibi. ışık kesildi mi, renk görünmüyor. demek bu renk bu cisme ait bir özellik değil. dolayısıyla renk, buna ait değil. ışığın yansıması. ışıkta bu renk daimi olarak var. burada ise, sadece ışık değdiği zaman görünüyor.

at. ille-i gayesi, kendiisinden geliyor allahın. bizimki ona bağlı.

aş. ene kendine göre bir rengi yansıtıyor.

at. ancak vacibül vücud olan bir zat ille-i gayeye sahip olabilir.

"Ve o şefkat-i mukaddese ve o muhabbet-i mukaddeseden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes var. "

aş. enmin bir tablo çizdik ya, kediler, sayısız hayvanlar. hepsinin yavruları var. yavru kavramına doğmak üzere olan her şeye katabiliriz. benim içimdeki bir düşünce de doğmak üzere. allahın şefkati bütün bu yavruların üzerine akıtmak istiyor.

bütün yavrular ihtiyaçları karşalınoyr. tohum ağaç oluyor. yavru karnını doyuruyor. bunlardan kaynaklanan bir mukaddes memnuniyet var.

bir fabrikada ilk ürünü üretecekler diyelim, diyelim ilk ürün çıktı. herkes nasıl memnun olur. öyle de mukaddes bir şekilde, ihtiyaçtan kaynaklanan veya mağrurcasına insanınki gibi değil, ona yakışan bir tarzda memnuniyet hissediyor.

o memnuniyet insana lezzet veriyor. yaptığın işin neticesini görmenin lezzeti gibi.

"Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes var. Ve o sürur-u mukaddesten gelen -tabir caiz ise- hadsiz bir lezzet-i mukaddese var. Hem o lezzet-i mukaddeseden gelen hadsiz terahhumdan, mahlukatın faaliyet-i kudret içinde ve istidadları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen ve Zât-ı Rahman-ı Rahîm'e ait -tabir caiz ise- hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki, hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor."

demek cenabı hak, hadsiz bir surette iftihar etmek istediğinden, hadsiz mahlukatını yenidne yeniye yaratarak, daha kamil hallere onları dönüştürerek, o memnuniyetini tezahür ettiriyor. rahmeti ve şefakti daiydi. o dai ile, tüm kainatı kemala ulaştırıyor. onun ardından, mukaddes bir lezzet duyuyor.

insana enesi vasıtasıyla, kendi sanatını kululna ihsas ettirir, yani hissetttirir. biz nasıl memnun oluyorsak, onun nasıl memnun olduğunu anlamaya çalışıyoruz cüzi manada, gölgeli olarak.

ne yaratıyorsa hikmetle yaratıyor, ama yaratmadan önce kimse onun ne yapacağını bilemiyor. mesela el niye beş parmaktır? yaratılmadan önce bilemiyorsun, ama yaratıldıktan sonra, herkes bunu hikmetli buluyor.

bohr ile einsteinın kavgası var. einstein diyor ki, tanrı zar atmaz. bohr da diyor ki, tanrının ne yapacağını sen bilemezsin. biri inşadan bakıyor, diğeri ibdadan bakıyor.

"İşte şu hikmet-i dakikayı felsefe ve fen ve hikmet bilmediği içindir ki, şuursuz tabiatı ve kör tesadüfü ve camid esbabı; şu gayet derecede alîmane, hakîmane, basîrane faaliyete karıştırmışlar, dalalet zulümatına düşüp nur-u hakikatı bulamamışlar."