22 Şubat 2008 Cuma

25. Söz: Ücüncü Şavk İkinci Cilve

22.Şubat.2008
25. Söz Üçüncü Şavk İkinci Cilve
İkinci Cilve: Kur'anın şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur'an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor. Hattâ efkârca muhtelif ve istidadça mütebayin asırlardan her asra göre güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir. Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur'anın hükümleri ve kanunları, o kadar sabit ve rasihtir ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur'anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları Kur'anın (ayet) hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve (ayet) manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle (ayet) sayhasını âlemin aktarına savuruyor.

Meselâ: Şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur'ana karşı; bütün nev'-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur'ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ'caz-ı Kur'ana karşı, sihirleriyle muaraza ediyor. Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya karşı i'caz-ı Kur'anı, (ayet) âyetinin davasını isbat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz'ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur'aniye ile karşılaştıracağız.


N: Kuranın şebabeti, yani gençliği. Kuranın 7 mucizesi var, bunlardan biri. Ne demek bu? Her asırda taze nazil oluyor gibi.Bir sonraki paragrafta insanların kanunlarından, sonra ise Kuranın modasının geçmediğinden bahsediyor. Bu ikisini niye karşılaştırıyor?
Kuranın kanunları ilahi, zamanlar üstü. Ayrıca sıradan muamelelere inmiyor. Mesela cumhurbaşkanını kim seçer gibi basit meseleler inmiyor Kuran. Belki de imtihan meselesi olduğu için. O anlamda elma ile armudun karşılaştırması değil. Temel bir mesele var: Beşerin kanunları değişiyor ama Kuranın kanunları değişmiyor. Neden, bir kere beşerin kanunları basit şeylerle uğraşıyor.
Ayrıca toplumların farklılıklarına göre yeni kanunlar ihsas etmek gerekiyor. Kuran böyle bir şey yapmıyor. Bu bir imtihandır, insanlar ayetlerin gereğini kendi ihtiyaçlarına göre uyarlıyorlar.
Kuran bütün tabakatı beşeriyeye birden hitap ediyor, sonra asırlar üstü. Yani her asra ve her tabakatı beşere hita ediyor. Gençler yaşlılar gibi.
O: Tabakat-ı beşer şöyle diyebiliriz. Kıyamete kadar gelen her nesil bir tabaka gibi düşünebiliriz. Her nesilde o tabaka ilk defa Kuranı duyuyor. O anlamıyla taze.
N: Çocuklara, gençlere her birine ayrı ayrı hitap ediyor. Bir de insanlık sürekli değişiyor. İnsanlar değişiyor fakat gençlik değixmiyor. Kuran her birine yeniden yeniden inzal oluyor gibi gençliğini gösteriyor.
Buradan kendimize nasıl bir ders çıkartırız? Kurana muhatap olunca, o ayet bize nasıl bir ders veriyor iye baktığımızda ders alırız. Oradan istifade başlıyor.
A: Oradaki her bir ayetin bizzat muhatabı benim diye bakmak gerekiyor. Kuran her tabakaya ve her zaman muhatap olduğu için, o zaman bütün ayetler beni muhatap alıyor. Her bir fert sırf kendisine hitap ediliyormuş gibi dinleyebilir.
N: İstifade niyetiyle bu yapılabilir.
H: İnsanın yaratılışıyla ilgili bu. Her insan, nereden geliyorum, nereye gidiyorum gibi sorular soruyor. Çağlar değiştikçe, bu sorulara yanıt aramak zaten insanın esas maksadı oluyor. O yüzden Kuran zamanlar üstü oluyor temelde. Şimdiki insanlar bu sorulara cevap vermeye eskisinden daha çok muhtaçlar. Çünkü ellerinde her türlü konfor var, ama yine bir huzursuzluk devam ediyor.
N: Peki şunu nasıl anlarız: "Evet, en ziyade kendine güvenen ve Kur'anın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları " Neden bu asır en ziyade muhtaç?
H: Eski zamana göre bugünkü insanlar pek çok arzularına erişmiş görünüyorlar. Hatta cin topluluğu da buna dahil. Onlarla manevi birlikteliklerle beraber bile bu sorulara yanıt bulamıyorlar. O yüzden açlık derinleşiyor diye biliyorum.
N: "Kulağını kapayan şu asır" onun altını çizmek lazım. Eskiden küfür iddia değildi. Eskiden dediğimiz, 1800'li yıllardan önce. İnsanlar küfre düşebiliyordu. Ama bugün kafir olmanın ötesinde bir durum var. Ateizm bir hastalık. Bu küfür değil, küfrün ötesi bir şey. Kafir, Allah'ı tanır fakat yanlış tanır. Ama ateizm farklı bir şey. Bu eskiden yok denecek kadar azdı. Ve insanlar bunu artık iddia olarak öne sürüyor.
O yüzden Kuranın ve öncesindeki kitapların gelişimine bakacak olursak: önce sahifeler var, sonra küçük kitaplar geliyor en sonunda Kuran geliyor. Demek bir geçiş halinde insanlar eğitiliyor. Bu asra geldiğimizde ise artık kitaptan da öte mektebe geçilmiş. "Ya ehli mektep" hitabından ben bunu anlıyorum.
Bu asrın insanları "ehl-i mektep" hitabına mazhar. Demek ki bu asırda insanlar kitabın ötesinde bir duruma gelmiş. Anlam olarak, kitabın çalışıldığı yer demek mektep. Kuran'dan pek çok kitpap çıktı, fakat bir yandan başka kitaplar da çıktı. Şimdi kitap sayısı neredeyse sınırsız hale geldi.
A: Burada mektep kavramı, okumanın yapıldığı yer demektir. İslam toplumu dışında, hemen hemen bütün toplumlar okul toplumudur. Yani bir eğitimden geçmişlerdir. Dolayısıyla bu zamanda hemen hemen ami insan, yani bir eğitimden geçmemiş insan yok gibi. Yani beyinler bir şekilde kodlanmış.
H: Burada daha çok denmek istenen bence, ehl-i kitabın ehl-i mektepleşmesi. Yani İslam dışı toplumlar hitap alınmış. Türkiye'de genellikle eğitimli kesim dinden uzaktır. Biraz öyle de bakmak lazım.
N: Onlar da dahildir bu manaya. Hepsini Kuranın muhatabı olarak görmeliyiz.
A: " Meselâ: Şahıslar, cemaatler, muarazasından âciz kaldıkları Kur'ana karşı; bütün nev'-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra, Kur'ana karşı muaraza vaziyetini almışlar. İ'caz-ı Kur'ana karşı, sihirleriyle muaraza ediyor"
O: Burada cinnileri nasıl düşünürüz?
A: Benim kanaatim, teknolojinin insan dünyasına girmesiyle, cinlerle ilişki başlamıştır. Ses nasıl benim kulağıma geliyor? İlhamlar oradan geliyor.
N: Astroloji dalı, birçok bilimle ilişkisi var. Pek çok bilime katkısı da var.
H: Bu antik çağlara giden bir şey aslında. Eski çağlara bakıyorsunuz, muhteşem eserler var. Allah insan oğluna onlar gelişsin diye bir takım bilgiler gönderiyor. Bu bilgiler, bir takım insanlar tarafından diğer insanlardan gizleniyor. Terör bir toplumun içine girdiği vakit dikkat edin, ilk önce kütüphanesini imha ediyor.
N: Hz. Musa dönemindeki sihirler burada da devam ediyor. Televizyon, medya veya medeniyet harikaları. Çok mükemmel bir alet karşısında şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz, o sizi adeta esir alıyor. Varınızı harcıyaraka onu alıyorsunuz. Sihir. Medeniyetin eserleri bugün insanı ciddi ciddi esir alıyor.
Osmanlı aydınları Avrupa'ya gittiğinde onların fabrikalarını görüyorlar ve hayran kalıyorlar. Şimdi ne yapmalıyız diyorlar. İnsanlar sihrin etkisined kalmışçasına şaşkın bir şekilde ülkelerine geri dönüyorlar.
Md: Düşünce tarzı olarak muaraza ediyor. Nasıl bir şeyse, hep Allahsız birmedeniyet yaklaşımı var.
A: Ben şöyle de anlıyorum. Kuran size ahiret eksenli bir hayat tarzı sunuyor. Bu medeniyet ise dünya eksenli bir hayat tarzı sunuyor. O dünya eksenli tarz ile, hiç ahireti düşünmeden yaşayabiliyorsunuz.O anlamda bir muaraza var. Sihir bu demek. Senin kalbin bir tarafa bakıyor, o ise dikkatini dağıtıyor, seni öyle bir oyalıyor veya efsunluyor ki, sen artık öbür tarafa bakamaz hale geliyorsun.
N: Ayetin devamını da düşünürsek: ...
H: Şu mealde diyordu: getirebiliyorsanız tüm insanlar ve cinler birleşip bir ayet, bir mucize getirin diye teklif ediyor.
N: Mesela Allah'ın uçan kuşları var. Ben de uçan kuşlar yapabilirim. Allah çok Alimdir, biz de çok Alim bilgisayarlar üretebiliriz.
H: Bu demek oluyor ki, insanlar ve cinler bir araya gelip Kuran medeniyetine karşı muaraza edecekler.
N: Şu anda da bu var. Belki biz cinleri görmüyoruz, ama perde arkasında onlar var. Adam bir ürün çıkarıyor, bu ürünün jelatini, rengini daha cazip kılmak için psikolog kullanıyor. Seni nasıl daha musahhar edecek? O tarzda...
A: Süpermarketlerde sürekli tempolu müzik çalıyorlar, sen o müziği dinlemek için daha fazla dolaşıyorsun ve daha fazla satın alıyorsun. xA: İnsanlar cinlerden ilham alıyor.
H: Cinlerin özelliini bilmek lazım. Cinler çok daha hızlı düşünebilirler. Mekandan hızlı hareket edebilirler. xM: MH: Cincilere gitseydeniz bunu bilirdiniz. Cinci bir hoca gerçekten senin 20 yıllık geçmişini biliyor.
N: Şimdi cinciler azalmış değil. Bizim bilmediğimiz pek çok siyasetçi cincilere danışıyorlar.
A: Amerika Rusya arasındaki istihbarat savaşlarında cinleri kullanmışlardır.
N: Cin bilim ilişkisiyle ilgili çalışmalar var.
A: Üstad ispirtiizmadan bahsediyor.
Çinliler MÖ. 3000'de barutu keşfetmişler. Hatta Türkler de zamanında kullanmışlar. Ama hiçbir zaman bununla adam öldürmeyi aklına getimmemişlerir. Bunu kim yapmış, batı medeniyeti. Onu kullanarak birçok medeniyeti esir etmiştir.
Xeytan sana kötülük yapma kasdıyla bir şeyler öğretir. Pek çok ürün savaş amaçlı ürünler ortaya çıkarken üretiyor. Bu meeniyet cinlerle ittifak ederek Kuran medeniyetine karşı muaraza ediyor. Cin ve ins öyle bir mücadele ediyor ki, ahiretin olmadığı bir hayat tarzını sana sunuyor.
hazıra diyor ki, bu dünya bize yeterlidir.
N: Cin derken masum cinleri düşünmeyelim, şeytani cinlerden bahsediyoruz.
H: Şeytan insan soyuna düşman ve o cinlerdendir diyor Cenab-ı Hak. Bu soydan olan varlıkların insana çok büyük düşmanlıkları var. Şeytanın iddiası ne? Allah'a imandan da ziyade, bütün insanları kendisine kul ettirmek. Firavun aslında bütün Mısırlı insanları kendine kul etmişti ki, o piramitleri yaptılar. Muza Aleyhisselam kıssasının bu kadar çok geçmesinin sebebi, bu çağda aslnıda Musa AS. dönemini yaşıyormuşuz gibi. Adam senin beyninin kontrol altına alıyor. Adam intihar bombacısı üretiyor, nasıl yapıyor? Egyptian Book of Death diye bir kitap var. Bu aynen insanların nasıl programlanacağını yazıyor. Adam daemonic possession diyor. Yani cinin insan bedenini tamamen istila etmesi demek.
Şu anda, Kuran bunu ta 1400 sene öncesinden söylemiş, insanların ve cinlerin birleşmeleri açıkça görülecek diyor. İnsanların buna uyanık olması lazım. Şeytanın insanları tamamen köle yapma iddiası çok eski bir iddia. İnsanlar ve şeytanlar artık bunun sonuna doğru geldiklerini görüyorlar. Savaşlar çıkarıyorlar, ülkeleri bölüyorlar, insanları paraya esir yapıyorlar ve yavaş yavaş kendi hükümetlerini kuracaklar. Biraz hayal gibiylmiş gibi, ama neticede olabilir.
A: Şu an insanlara baktığımızda tüm insanlar, tüketim toplumunun devamına hizmet ediyor. İnsanlar esir olmak istemedikleri gibi, ecir olmak da istemezler, yani ücretli köle olmak istemezler.
N: Ecirin ücretli köle olması kavramına itiraz edeyim. Ecir olmak istemiyor tamam. Birinci dönemde kölelik var. Kölelik bitiyor şimdi.
A: Ücretinle senin zamanını satın alıyor.
M: Çok fazla da zorlamayalım. Kavramın değiştirmeyelim.
N: "Şimdi, şu müdhiş yeni muarazacıya karşı i'caz-ı Kur'anı, (ayet) âyetinin davasını isbat etmek için medeniyetin muaraza suretiyle vaz'ettiği esasatı ve desatirini, esasat-ı Kur'aniye ile karşılaştıracağız."
Kuran insanlara hitap ederken, sosyal tabakalara bakmıyor, işçiler çiftçiler gibi. O yüzden genç kalıyor.
Burada da Kuran medeniyeti Batı medeniyeti karşılaştırması yaparken daha temel kavramlarla kıyas yapıyor.
A: Medeniyet yoksulla zengini barıştıramadığı gibi, insanın temel sorunlarına yanıt verememiştir. Kıyaslarken, şu ayete karşı sen şu ayeti karşılık getir gibi değil. İki medeniyetin arasında bir çatışma var.

N: Batı medeniyeti bir şeyler üretiyor ama kendisi de sorun da üretiyor.
" Birinci derecede: Birinci Söz'den tâ Yirmibeşinci Söz'e kadar olan müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kerre iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur'anın i'cazını ve galebesini isbat eder.
İkinci derecede: Onikinci Söz'de isbat edildiği gibi, bir kısım düsturlarını hülâsa etmektir. İşte medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı "kuvvet" kabul eder. Hedefi "menfaat" bilir. Düstur-u hayatı "cidal" tanır. Cemaatlerin rabıtasını "unsuriyet ve menfî milliyet" bilir. Gayesi, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı "lehviyat"tır. Halbuki: Kuvvetin şe'ni, tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe'ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehasiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır.
Amma hikmet-i Kur'aniye ise nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakk"ı kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-yı İlahî"yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine "düstur-u teavünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayatı, "hevesat-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzatına sed çekip ruhu maaliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalât-ı insaniyeye sevkedip insan etmektir." Hakkın şe'ni ise, ittifaktır. Faziletin şe'ni, tesanüddür. Teavünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmareyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, saadet-i dâreyndir. İşte medeniyet-i hazıra, edyan-ı sâbıka-i semaviyeden, bahusus Kur'anın irşadatından aldığı mehasinle beraber, Kur'ana karşı böyle hakikat nazarında mağlub düşmüştür.
"
Batı medeniyeti çok parlak görünüyor, ama hakikat nazarında mağlubdur. Ehl-i imanın düştüğü mağlubiyet bu anlamda ciddi bir problemdir. Batıyla müslümanları karşılaştırdığında, batının üstünlüğünü peşinen söylüyor. Peşin böyle başladın mı, bazı problemler de çıkıyor.
Diyelim Osmanlıyla Batıyı karşılaştırıyor. Camilerle kiliseleri karşılaştırıyor. Bizim camilerimiz daha güzel onların kiliselerinden. Ama Batı şöyle ilerlemiş, bizimki böyle değil. O zaman 1-0 yenik başlıyoruz.
M: Müspet bir yorumla tamamlamak istiyorum. Eski medeniyetimizin hep basit ve sade olduğunu görüyoruz. Aslında bu ti medeniyete ihtiyaç duymamış. Çünkü hakka dayalı yani asr-ı saadet yaşatmış. İnsanlar o dünyayı kendi dünyalarında yaşamış. O yüzden çok görkemli eserleere ihtiyaç duymamış.
Y: İnsan hayatında stres üreten unsurlar vardır. Mesela evlilik, iş vs. Eğer mutluluğu da ölçülerin içine katarsak kimin ileride olduğu ortaya çıkar.
A: Batı medeniyetinde ne kadar hayır varsa, bu dinlerdendir. Kaynağına indiğin zaman din vardır onun altında.
M: Bir insanın başka bir insana faydalı olması, fıtri bir şeydir ve insanı mutlu ediyor. Dolayısıyla bunun gibi bazı şeyleri, sabır etmek, Allah'ın hazinelerini takip ederek gayret içinde olmak güzel şeyler. Ama biz şurada çatışıyoruz. Çalışmanın Allah'ın bir emri olduğunu ama bu medeniyet karıştırıyor. Şimdiki insanlar şöhret için bunu yapıyor diyor. Medeniyetin kötü tarafları bu tarafları. Bizdeki sıkıntı şuradan kaynaklanıyor: Hakikaten medeniyetin faydalı olan şeylerine insanlar hayran oluyor. Ama o fanteziler veya medeniyetin menfi yorumları: zengin olmak şöhret olmak. Bu kadar delicesine dünyevi arzular olmadan bu kadar büyük bir medineyit olur muydu, onu bilemiyorum.
H: Şu anki medeniyetin kökeni rönesansa dayanır ve bu da İslam medeniyeti kökenlidir.

Mesnevi-i Nuriye: Dördüncü Reşha

15.Şubat.2008
Mesnevi-i Nuriye
Reşhalar
Dördüncü Reşha
Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu'd-i mekânın muhakemat-ı akliyede tesiri çoktur. Maahaza, ... düsturuna ittibaen, şu zaman ve muhitin hayalâtından çıkarak tayy-ı zaman ve mekân ile, hayalen Ceziret-ül Arab'a gidelim ve Medine-i Münevvere'de nuranî ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev'-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zât-ı muallâyı bizzât görüp, sözlerini dinlemeliyiz.
İşte hayalen oraya gittik. Bak hârika bir surette hüsn-ü suretle hüsn-ü sîreti cem'eden o Mürşid-i Umumî, o Hatib-i Kudsî cevahir dolu bir kitab-ı mu'ciz-ül beyan eline alarak, bütün insanlara mele-i a'lâdan nâzil olan hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün Benî Âdemi ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Evet pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-ı âlemin acib muammasını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev'-i beşere "Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? diye irad ettiği, akılları acz ve hayrette bırakan üç suale cevab veriyor.

Y: şu zaman ve muhitin hayalâtından nasıl çıkacağız?
A: ceziretül araba zaten hayalle gideceksin. Fakat şu zaman hayal değil.
Y: İnsan zamanın çocuğuysa, küçüklükten itibaren gördüğümüz fotoğraflarla hayali oluşturmuyor muyuz? Zaten bu zamanın unsurlarıyla hayal oluşmuşsa, ben bunun dışına nasıl çıkarım?
Bir de arkasından akli muhakemeyi bağladı. Bu da ilginç. Muhakemat deyince sadece akılla yapılan işlemi anlıyoruz. Fikirleri tartışarak çıkarım yapmayı aklın bir faaliyeti olarak algılıyoruz. Ama muhakematın içinde muhayelat da vardır. Yani akıldan kopuk değildir. Akıl ve hayal birlikte muhakemeyi doğruyuor.
Aristocu kıyas var ya, küçük büyükten büyük olamaz... Bunlar da sırf akıl var. Felsefece muhakeme yürütmekte sadece akıl var, duygulardan koparılmış.
A: İlim yaparken de öyle yapıyorlar.
Y: Üstad muhakeme yaparken, hislerini, hayalini tatile çıkarır mıydı, yoksa ortak bir muhakeme mi yapardı? Muhakemat-ı akliye diyor, sonra hayal diyor.
Tul-i zaman, zamanın uzaması. Bud-i mekan, mekanin bir boyutu.
"Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu'd-i mekânın muhakemat-ı akliyede tesiri çoktur. Maahaza, ... düsturuna ittibaen, şu zaman ve muhitin hayalâtından çıkarak tayy-ı zaman ve mekân ile, hayalen Ceziret-ül Arab'a gidelim ve Medine-i Münevvere'de nuranî ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev'-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zât-ı muallâyı bizzât görüp, sözlerini dinlemeliyiz."
Tefsir okumalarını çok yoğun yapıyorsunuz. Sürekli Kurani tabirler okuyorsun. Abi okuduğun zaman, bir anda, mantık yürütmesi, hayali ve hissiyatı bile edğişiyor. Fakat tersine uzun süre günümüz kitaplarını okuyun. Bunlar bir kişiyi inşa ediyor. İçindeki hislerin ve hayalin, akıl yürütme biçiminin değiştiğini görürsünüz.
Dolayısıyla farklı bir atmosfere ait okumalar yapan insan, mekan ve zamandan çıkabilir. Farklı bir ortama göre hisleri oluşur.
A: İlginçtir yurtdışına çıkıyorsunuz. İran'a gittiniz, çok farklı görüyürsonuzu oradaki algınızdan farklı. Buraya döndüğünüzde de burayı çok farklı algılıyorsunuz. Bunun gibi, Asr-ı Saadete gidiyorsunuz. Buradan sıyrılmanız gerekiyor. Ufkunuz daha farklı açılıyor. Mekanda da öyle, zamanda da.
İki noktayı üstüste koydun, ikisi aynı görünür. Ama farklı bir boyut eklersen, iki noktayı görürsünüz. Yani mekan ve zaman açıldıkça, bulunduğunuz hareket de değişiyor.
Af: Burada Arap çölüne gidelim diyor. Ben oraya gitsem, uzaydan gelmiş gibi hissederim.
Y: İlginç şeyler var. Nefis terbiyesinde, akıl ve fikrinde oluşan yaraları terbiye etmede, üstad hayalatı kullanıyor. Hayale binerek bir usul yürütüyor. İnsanın aklını fikrini duygularını içinden gelen itirazları susturabilmesi açısından hayalin istihdamının bir usul olduğunu söyleyebilirim.
A: Temsiller de hayalin bir ürünü. Hayali bir hikayeyle kendi dünyana bir ders çıkarıyor.
Y: Doğru. Hayalin bu şekilde istihdamı çok orjinal bir şey. Eğer hayali kendimizi ikna etmede kullanamıyorsak, bir şeyler eksik kalıyor.
Y2: Terapide de kullanılır. Güvenli bir ortama götürmede kullanılır.
Y: "zaman ve muhitin hayalâtından çıkarak tayy-ı zaman ve mekân ile" Mümince hissedebilmek için, bizim zamanın ve mekanın hayalatından çıkabilecek bir yapıya sahip olmamız lazım. Aksi insanı boğan bir şey. Bu da o kavramların dünyasına girmekle oluyor. Namaz kıldığında, müslümanca ortamlara girdiğinde, o kavramlarla dünyanı tasavvur ettiğinde... Hayaline göre tasavvurda bulunuyorsun, ona göre taakkulda bulunuyorsun.
Biz müthiş bir hayal kirliliğiyle karşılaşıyoruz. Hayali kirletiliyor.
"Talim-ül Mütellim" İmam Zennucinin kitabı vardır. Orada bir talebenin adabı, hoca ne yapmalı, ilim konusunda niyet, unutma gibi bahisler var. Çok çarpıcı bir yer var. Diyor ki, bir ilim talebesi bazı gereksiz görüntüleri seyrettikçe bu onda unutkanlığa yol açar. Bunu bugünün bilimsel anlayışıyla açıklamak zor görünüyor. Bizim mantığımıza uymayan bir şey. Fakat hakikaten izlemenin tadını alan çocuklar ilimden zevk alamıyorlar.
A: Bir araştırma yaptım, kurstayken okulda. Ailelere kaç saat televizyon ve bilgisayar seyrettiklerini sordum. Bu arttıkça, ders başarıları düşüyor.
Y: Bir insanın seyredici duruma düşmesi, onu manevi ahvalden soğutuyor. Çünkü orada hazır bir lezzet var. O lezzeti almaya bünye alıştığı zaman, bu tür bir ortamda ders yaparak telezzüz etmek ona gabileşiyor.
Kuran dinleyemiyor. Çünkü seyretmek üzere yerleşmiş.
Y2: İleriye ve geriye ket vurma var ya psikolojide. Önceki öğrendiğin yeni öğrenmelerine engel oluyor.
A: En zahir perdenin muhakemeyi zayıflattığını söylüyor. Çünkü zahirde bir alt boyut olmadığı için gideceğin yer yok. Fakat nitelik kazanarak düşünseydin biraz daha ufkun açılacaktı. Bunlar aşağı doğru indikleri için, surete takıldılar, gidecekleri nokta kalmadı. O yüzden Batı medeniyeti en aşağı bir medeniye olduğunu üstad söylüyor.
Y: Suretperest, zahirperest gibi tabirleri biliyoruz. Zahire ve surete muhatap olmak... Denilir ki, mezar taşına bakmak unutkanlığa yol açar. Orada iki boyut var: ÖÖlümün anlamını düşünmen gereken yerde, seyredici oluyorsun. Ayrıca iki, zihnini gereksiz detaylarla uğraştırıyorsun, isimler tarihler gibi. Zihnin boş yere çalıştırılması unutkanılğı besliyor. Sen gidiyorsun koleksiyonuculuk yapıyorsun. Yani gereksiz yerde kullanmanın getirdiği bir şey var. Eskiden ilim talebeeleri, draha çok dinleyen insanlar. Seni sürekli sabra alıştırıyor.
Bunlarda sohbet var, dinleme var ama seyretme yok. Hayatın merkezinde seyretme yok. Bizde seyir kültürü var. Bunlarla ilgili benim kafamda sorular var.
K: Çok şey öğreniyorsun ama kolay unutuyorsun.
Y2: Öğrenmede kullansak tamam ama medeniyetin temel yapısı göze inmiş. Görmediğine inanıyor.
Y: Seyirperestlik oluşuyor. Görünüyorum o halde varım. İmajperestlik vs. her şey oraya doğru akıyor. Dolayısıyla bir nisyan medeniyeti çıkıyor.
A: Üstadın bir sözü var: "Avamı nas, genellikle gözleriyle aklederler. O yüzden size derin konuşmayacağım, temsillerle anlatacağım." Risalelerin temsilleri öne alması, insanın nazarının gördüğüne kolay meyletmesinden kaynaklanıyor. Görselliğe kaydıkça taklide doğru kayıyor.
Af: Görsellerin etkisi bayağı büyük. Yaylalara çıkıyorum, zannediyorum bütün dünya hep ağaçlardan ve sulardan oluşuyor zannediyorsun. Başka bir yere gidiyorsun, zannediyorsun her taraf çöl veya beton. Görselliğin etkisine girmek çok kolay. Fakat çıkmak da çok zor.
Y: Seyyahla turist arasındaki fark nedir? Seyyah seyahat ederken duygularıyla geziyor. Kalbi, aklı bir ayna. O aynaları zaman ve mekan içinde gezdiriyor, oraya sürekli suretler yansıtıyor. Enfusi tekamülünün bir parçası.
Ama turist bir mekan tüketicisi. Mekanı tüketiyor ve onu mekanik bir hafızaya kaydediyor. Kalbine, aklına çekmiyor, makineye çekiyor. Çektikçe boyut büyüyor koleksiyonculuk yapıyor. Sonra onları başkalarına göstermeyi arıyor. Duygularına mekanı yansıtmak yerine, makineye yansıtıyor. Çekerken o mekanı dışsallaştırıyor, yani kendinden koparıyor.
Üstad, acaba gittiği yeri kendi duygularından kopuk olarak dışarıda algılar mıydı? Mesela Muhyiddin-i Arabi, Mekke'ye şimdi gitse, orada ağlayan bir kişi tasavvuru mu vardır, yoksa fotoğraf çeken bir adam imajı mı vardır? Üstad da, öyle. Ağaca bakarken, doğrudan onunla irtibat kuruyor.
A: Hologramik hafıza gibi. Holograma yeni bir ışık geldiğinde, bütün resim değişir.
Y: "Medine-i Münevvere'de nuranî ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev'-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zât-ı muallâyı bizzât görüp, sözlerini dinlemeliyiz" nevi beşer, ümmet-i müslimin değil.
Peygamberin meclisine hayalen gidiyorsun ve onu dinliyorsun. Şeyhte fani olmak vardır. Mürit günaha bakacağı zaman, bir anda şeyhinin suretini görür. Onu kendisini azarlıyor gibi görür.
A: Rabbinin ayetini görmeseydi, o da kayacaktı, diyen bir ayet var, Hz. Yunus için. Onun gibi.
Y: Tarikatlar hayali çok kullanıyor. Nefis terbiyesindeki önemli bir yol bu. Risale-i Nur da nefis terbiyesine giden ikinci bir yol. Burada da sanki peygamberin huzuruna giderek onda fani olmak var.
A: Üç şekilde Kuran dinlenir. Kuranı Resuldan dinlemek. Cenab-ı Haktan çıkarcasına dinlemek. Vahyedilerkenki gibi dinlemek.
Y: Zamanda çok süratli bir şekilde bir yerden bir yere intikal ediyorsun, mekanda da. Hazır zamanın muhayyile tarzından çıkıp, intikale tarzında.
"İşte hayalen oraya gittik. Bak hârika bir surette hüsn-ü suretle hüsn-ü sîreti cem'eden o Mürşid-i Umumî"
Mürşit olmanın gereği değil midir, hüsnü suret ve hüsni siret?
C: Umumi bir topluma mürşit olacak ya, suret çok önemli.
Y: Peygamberin suretiyle ilgili bir ilim var. Onu baştan sona tarif ediyorlar.
"İşte hayalen oraya gittik. Bak hârika bir surette hüsn-ü suretle hüsn-ü sîreti cem'eden o Mürşid-i Umumî, o Hatib-i Kudsî cevahir dolu bir kitab-ı mu'ciz-ül beyan eline alarak, bütün insanlara mele-i a'lâdan nâzil olan hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün Benî Âdemi ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. "
İkinci adımı attı. İlk basamağı iyice yapıyor. Nev-i beşer düzeyine hazır kıldıktan sonra, önce cinleri devreye soktu, ondan sonra tüm mevcudatı devreye soktu.
Peygamberi dinlerken bu açıdan da bakmak lazım. Onun bir hadisini işittin. Öyle bir dinleyeceğiz ki, bize getirdikleri, bir hilkati alemin acip umammasını açıyor, iki kainatın sırrı hikmetine dair tılsımı açıyor, felsefenin üç sorusu var ya bunlara cevap veriyormuş. Acaba sünnete böyle muhatap olsak, sünnet bize nasıl konuşur?
A: İnsan belli bir mekandayken, kudsiyyet alışık olmadığımız bir mesele. İnsanlar iyi güzel, ama kudsiyyet sanki farklı bir boyut. Allah bir insana bir kudsiyyet vermiş mi, o kişiyi dinlerken susuyorsun. xAllah, bir şemayil veriyor Resulüne. Fakat ne kadar güzel olursa olsun ahlaksız bir insan sizin dünyanızı rahatsız ediyor. Sadece surete dayanarak evlenenler 6 ay dayanamıyor.
O yüzden zihnimizi önce kudsi bir ortama taşıyor. Suretlerden, sirete taşıyor. Onun karşısında insan güzel bir edep takınası geliyor. Çünkü o kudsiyyet insana bir edep takınmayı hissettiriyor. Kudsi bir hatip. Bütün insanlara en yüksek mertebeden hitap ediyor. Aslında Arap çölüne gidilen bir seyahat değil, oradan çıkıp semaya yükselen bir yolculuk. O gözle, bu kudsiyetle birlikte buun söyleyince, artık onun "elinizi yıkayın " demesi basit bir olay olmaktan çıkıyor.
Dünya 60 senelik bir hayat. Bundan sonra bir kabir hayatı, sonra berzah hayatı, sonra dirilişe kadar 50000 senelik bir hayat, sonra haşir ve gidiyor. Resulullah bütün bunları görmüş ve bütün bunlara göre konuşuyor. Mesela diyor ki, sabah namazının sünneti üzerine güneş doğan her şeydan daha hayırlıdır. Senin yolculuğunu tepeden görüyor ve bu yolculukta sana yardımcı olacak şeyleri söylüyor.
Y: Bir mesleğin kudsiyetine itimad, insanda tesire açık olma hali oluşturuyor. Hz. Peygamber de tüm mahlukatın bir tabibi. O knouştuğu zaman, hemen yapayım diyorsun. Bunlar basit ifadeler değil.
A: Senin zihninde ne kadar meleyi alaya çıkarsa, o kadar senin için bu sözlerin önemi olacak.
Y: Peygamberin hadislerini toplayan kitapların bir kısmı, sünen diye geçiyor. Bir kısım hadis mecmuaları ise sahih diye adlandırılmış. Niye bir kısmına sünen, bir diğer kısmına sahih deniyor?
A: ...
Y: Peygamberin tüm hal ve tavırlarına şuradaki ifadelerle bakmak nasıl bir şey kazandırır?
M:
A: Abdest almak tılsım-ı kainatı çözen fiilin bir ipucudur. Mesela burada Kuddüsiyet hakikatı var. Her şey temizdir. O isme ayine olmak için abdest almam lazım.
Ehli dalalet aleme şekvalarını yayıor, onun karşılığında biz de virdleri okuyarak onlara cevap vermemiz lazım. Sen basit bir zikir yaptığını zannediyorsun. Fakat alemde bir savaş var. Sen o sözle bir melek üretiyorsun, o melek öbürleriyle savaşıyor. Böylece kainatta cereyan eden umumi bir kanuna tabi oluyorsun. Cenabı Hakkın bir ismine ayinedar olmakla, sıradan bir amel ne kadar edğr kazanıyor. Biri tek kişilik bir davranış, diğeri tüm alemin bir temsili. Sanki böyle bir boyut katıyor, amelimize çok ciddi bir kudsiyyet katarak, amelimizden mana cihetiyle inbisat edilmesine verile oluyor.
M:

---
22:37:06
s. 210
"İ'lem Eyyühel-Aziz! İsm-i Celal, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemal ise mevcudatın cüz'iyatına tecelli eder. Bu itibarla nevilerdeki cûd-u mutlak, celalin tecellisidir. Cüz'iyatın nakışları, eşhasın güzellikleri cemalin tecelliyatındandır."
A: Tek bir çiçekte tecelli eden, cemaldir. Ama o güzelliğin bir nev suretinde tecelli etmesi, celalin bir yansımasıdır.
Şu da çok önemli, ufak formüller veriyor:
" Ve keza celal, vâhidiyetin tecellisinden, cemal dahi ehadiyetin tecellisinden zahir olur. Bazan da cemal, celalden tecelli eder. Evet cemalin gözünde celal ne kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir."
Bütün insanlık içinde bir fert ehadiyetin tecellisidir. Ama insan bir bütün olarak vahidiyetin tecellisidir. Onun içindeki her bir parça da ehadiyetin tecellisidir. Yani ehadiyet ve vahidiyet içiçe girmiş.
" İ'lem Eyyühel-Aziz! Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garib ve pek çirkin düşer. Çünki o halde Sâniin manen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan mes'eleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan'dır. Ve illâ Sâniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir."
Burada basireti kalbin bir aleti olarak görüyor. Basiret, eğer Sanie gitmiyorsam, ya kalbimde bir örtü var ya da kalbin basireti yok. Veya pek dar olduğundan kalbi veya basireti, meseleyi azametiyle kavramıyor.
"Ve illâ Sâniin inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir."
Bir yerde, bunu ifade eder manasında, gördüğünü yani Sanii inkar etmek, gördüğünü inkar etmekten daha zordur diyor. Bunu düşünmeliyiz. Çünkü mümkün olan mutlaka vacip olana işaret eder. Mümkünü inkar etmek kolaydır, ama vacibi inkar etmek çok zordur. Sanatkarın varlığı, sanattan daha katidir.