22 Ağustos 2008 Cuma

Mektubat: Birinci Mektup Birinci Sual

"Dört Sualin Muhtasar Cevabıdır
Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ülema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevab: Hayattadır, fakat meratib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ülema hayatında şübhe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir."
AMÇ: Sıradan insanlar, bir anda birden çok yerde bulunamazlar.
"İkinci Tabaka-i Hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm'ın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. "
AMÇ: Halk arasında denir ya, Hızır gibi yetişti. Çünkü Hızır Aleyhisselam o surette geliyor. Bununla ilgili evliyauullahın çok anekdotu vardır.
"Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed değillerdir."
AMÇ: Yani bizim ihtiyaçlarımıza onlar sürekli ihtiyaç duymazlar.
"Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir."
AMÇ: Biz yemeyip içmeyip 40 güne kadar, hatta belki ancak 10 güne kadar dayanabiilirz.
"Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder."
AMÇ: Evliyaullahın Hızır ve İlyas Aleyihmesselam ile ilgili anlattıkları ve yaşadıkları kıssalar, hem birkaç yerde bulunabilmesine hem de diğer kayıtlara yönelik konuları teyit eder.
"Hattâ makamat-ı velayette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telakki olunur."
AMÇ: Yani bizim Hızır gibi yetiştin dediğimiz aslında Hızır Aleyhisselamın talebeleri olan evliya da olabilir.
AT: Burada Hz. Hızır'ın hayat tabakasını keşfeden sadece evliya mı?
H: Çok hadis vardır. Bununla ilgili hadisler bulunabilir. Tevatür derecesinde, yani veli ben gördüm diyor. Hiç yalana girmemiş bir kişi bunu söylüyor. Hızır AS'nin olması, bizim dinimizce bir şeyi yok, tarihin bir kesitinde yaşamış, sonra Cenab-ı Hak onu öldürmemiş, hala da yaşıyor. Bunu niye anlattım? Biz zannediyoruz ki, elinin uzandığı yere uzanan, veya sınırlı bir mahlukuymuşuz gibi görünüyor. Ondan başka bir hayat yokmuş gibi düşündürüyor. Burası insanın ufkunu genişletiyor. Hızır AS insanın sınırlarının ne kadar genişleyebileceğini, gösterebiliyor. Hatta Hz. Muhammed'in bütün sınırları aşarak Kab-ı Kavseyne gitmesi, de bunu gösteriyor.
Bunlar akidelerimize bir zarar vermez, ancak dindarlaştıkça daha iyi anlayabiliriz. Materyalist olsan da bazı şeylere inanabilirler. Fakat yine de tam inanamaz.
Yf: Akıl göze inmiş, ben böyle bir şeyg örmedim diyor.
H: Bu da şuna işaret ediyor. Bunlarla velayet mertebesine ulaşmış insanlar görüşebiliyor. Demek ki, bazı insanlar teknolojide bir yere kadar gidebilmek için, bu dine inanmak bu dine bağlı olmak, dindarlaşmak ve inanmak gerekiyor. Ki teknoloji daha ileri gidebilsin. Bir insanın bir çok yerde bulunması, bu teknolojik açıdan mükemmel bir şey.
Her şeyin bir izahı vardır Kuranda. Bu adam manevi olarak çok yükselmiş de o yüzden öyle yapmış edğil. Süleyman As. ilmin sınırını gösterir. Oraya ilim olarak gelebiliriz demektir. Veya İsa As. ölüleri diriltmiş, biz de bunu yapabiliriz. Fakat bazı ilimler vardır, itikat olmadan olmuyor. Yani Allah'a inanmak gerekir. Bazı ilimleri Allah sadece müminlere vermiş diye üstad, mucizat-ı Kuran bahsinde söylüyor.
"Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm'ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar."
AMÇ: 2. sinden farklı yönü, yine insaniyetin sınırlarından tecerrüt ediyor. Lakin farkı, semavatta bulunması. Hz. Hızır gibi dünyada farklı yerlerde bulunmak değil. Ve yine insanların ihtiyaçlarından soyutlanmış.
"Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki:"
Bu tabaka-i hayatın sırrını bildik mi, bu hadisin anlamını da daha iyi anlarız.
"Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür;"
içindeki hurafelerden ve batıl inanç biçimlerinden sıyrılıp,...
Hristiyanlığın örgütsel veya tüzel bir kişiliği var.
Eski kitaplarda varmış. Tam aklıma gelmedi ismi. "Kara Davut". Orada mehdi gelecek, 34 metre olacak, deccali yaklalyacak, onu doğrayacak diye anlatıyor. İİnsanlar onu gerçekten fiziksel bir olgu olarak inanıyordu. Çünkü insan zahirperest. Böyle şeylere inanmak konusunda daha meyyal. Buradan anlıyoruz ki, bu tür mevzularş, şahsı manevilerin bir çatışması.
Bir derste demişlerdi ki, Mehdinin kılıcını beklemeye gerek yok ki, Kuran elmas bir kılıçtır. O kılıç neyi kesiyor? Kafalardaki dinsizlik fikrini kesiyor. Yine böyle, Mehdi AS. gelecek, herkes onun fiziksel görünüşüyle etkilenecek değil. Hristiyanlık tasaffi edecek. İslam'a katılacak. O şekilde dinsizlik şahsı manevisi yenilecek.
"öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek."
H: Tabi insanoğlu kaliviyet deyince, iki kişinin dövüşüp birisinin yenmesini ister. Burada Cenab-ı Hak insanın bu ihtiyacını da tatmin edecek bir şeyi var. Filmde iki komutan kılıç kılıca çarpışır. Komutan yeninece, zaten ordu da kazanmış gibi oluyor. Burası da öyle. Bu dünya sinemasının son sahnesinde, Hz. İsa AS. küfrü temsil eden deccalı, bir şekilde yenecek mağlup edecek, bunu insanlar da görecek gibi bir şey var.
AMÇ: Kuranın yöntemi, temsil yöntemini kullanmış. Çünkü avam için, temsil anlamayı kolaylaştıran bir unsur olduğundan, belki dediğiniz gibi, Peygamberimiz ve Rabbimiz de bu tür şeyleri anlatırken, anlayabileceğimiz şeyleri kullanıyor ki, hakikatı daha kolay anlayabilelim.
"Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. "
Biz fiziksel olarak ölü olmakla, manevi olarak diri olmayı, bu tabaka-i hayatlarla anlayabiliyoruz. mesela miraç meselsinde de aynı izah yapılıyor. Miraç meselesi, Allah'a iman etmemiş kişilere anlatılmaz. Çünkü adamın bir yaratıcının varlığıyla ilgili öyle şüpheleri var ki, o yaratıcıyla görüşen bir peygambei anlaması çok güç. İman sahibi birisi için, bilhassa, tevatür dediğimiz, peygamberlerin ve Allah dostu kişilerin anlattıklarını hiç şüphe etmeksizin inananlar için bunlar kolay anlaşılabilir şeylerdir.
"Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, "
Burada aslında şühedanın tanımı da çok özet bir şekilde verilmiş. Bizde şehit enflasyonu var. Şehpit olabilmenin tek bir yolu var. Hatta klasik bir savaşta ölebilmek bile şehitlik mertebesi kazandırmıyor. Savaş vardır da, ganimet paylaşımı için savaştır. Bir nur talebesi, hizmete gidiyor. Trafik kazası geçirdi. O şehittir. Çünkü o adam hizmet için yola çıkmış. Gönlünde o var. O manada genişleyebilir. Fakat özel manasında öyle her yerde kullanılabilecek bir kavram değil.
"Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. "
Onlar kendilerinin yaşadıklarını zannederlermiş. Fakat onlarla aynı ortamda olmadıklarını Allah onlara hissettirmezmiş. Çok özel bir ikramla, Allah onlara öldüklerini hissettirmeme, ama yaşam koşullarına da ihtiyaç bırakmayan bir hayat ihsan ediyor.
"fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. "
Burada alem-i berzahın kedersiz yönünü de üstad anlatıyor. Kabirde bazı azaplar, ve sıkıntılar olabiliyor. Bazı günahlar kabirde çok şiddetli azaplandırlııyor. O yüzden sadece cehennem azabını düşünerek değil, kabirde de yaşayabileceklerimizi düşünmekte fayda var.
At: Mahkeme olmadan da adamı nezarete alabiliyorlar.
H. şuna benziyor. Dünyada bir sürü tohumlar ekiyorsun. Kabirde o tohumların mahsulunü yaşıyorsun. Mahsul çok kötüyse, o sana azap veriyor.
Yf: Ölmeden de adam azap çekiyor.
AMÇ: Vicdanı rahatsız ediyor.
Yf: Adam sıkıntılı, ızdırap içinde.
O: Dünyada da suç işleyen bir adam, kaçıyorsa, yaklanma ızdırabı sonra, dava sürerken alacağı cezayı bildiği için, onun manevi azabı
AMÇ: İdam mahkumunun süresi ne kadar uzunsa, o kadar azap çekiyor. Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyiymiş. Zaten uygulama da öyleymiş galiba.
O: Berzah, geçit anlamı taşır. Yani oraya insan girer, bir darlık hisseder. Ama orayı geçtikten sonra çok güzel rahat bir yere çıkabilirsiniz.
H: Bir anlamı da, iki şey arasındaki perde, sınır anlamında.
"Onlar kedilerini..."
AMÇ: Üçüncüye benziyor ama farkı şu, dünyada ama Berzahta. Dünyayla berzah arasında gidip gelme hakkı olanlara şehit deniyor ve geçtiklerinde de elem olmuyor.
"Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. "
AMÇ: En büyük ikramlardan biri de o. Ölmümdeki ayrılık acısını hissetmemek. Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı diyor şair. Ayrılığın ölümden daha büyük bir acı olduğunu söylüyor.
O: Biz öleceğimizi biliyoruz ya o bana bir acı veriyor. O zaman şehitte ölüm tasavvuru yok.
H: Hayatını Allah için verdiği için, Cenab-ı Hak o elemi bir daha çektirmiyor.
AMÇ: O tasavvurat alınmış oluyor. Cenab-ı Hak onun hayatında ölüm düşüncesini artık barındırmıyor.
Y: Sinirleri alınmış adam gibi.
"Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez."
AMÇ: O yüzden şehadet mertebesine yetişmek için, müslüman toplumlar her zaman büyük bir şevkle yanmış tutuşmuylar. O yüzden 5 oğlunun şehit olmasını gören bir ana, 6.yı da cepheye gönderebilmiş.
Y: Şimdi şöyle algılanmasın, tüh ya keşke şimdi savaş olsa da gitsek. Şehit şahit olan insan. Allah rızası için bir çaba içinde bulunan insan da normal bir ölümle de ölse, şahitlik etmiş oluyor. İlla bir kurşuhn yarasıyla ölmek şart değil.
AMÇ: Doğru, onu duyup da Çeçenistana gidenler olmuş.
YK: Ama bir fark da olması lazım.
Y: Tersine ilimhle hizmet etmek daha zor.
Zaten ben oralara gidenlerin bazılarını biliyorum, bir kısmı çok sorunlu. O onlar için bir kurtuluş olarak görünüyor.
O: Hadiste diyor ya, alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından daha değerli diyor. Sahabe döneminde, savaştan dönüyorlar. Resulullah diyor ki, küçük cihattan döndük, şimdi büyüğüne giriyoruz. Nefis mücadelesi zordur, sefahatle mücadele etmek, cephedeki savaştan çok daha zor ki, Allah resulu öyle bir şey söylemiş.
"Nasılki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. "
AMÇ: Hatta bazen gözlemleriz, çok mutlu rüyalarda, adama baksan, yüz mimiklerinde çok büyük bir hoşnutluk işaretlerini gözlemlersiniz. Gülümser, mutluluk izleri olur. İşte o rüyasının ne kadar lezzetli olduğunu gösteren bir şey.
"Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.
İşte Âlem-i Berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri, öyle farklıdır."
AMÇ: Biz rüyada olduğumuzu biliyoruz. Normal ölürsek. Fakat şehitler rüyada olduğunu bilmiyorlar.
Y: Uykuyla uyanıklık arasında bir hal vardır ya, yakaza gibi.
"Hadsiz vakıatla ve rivayatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat'îdir. "
AMÇ: Bu yine Allah dostlarının bize bildirdikleri, sabit olduğunu bildiğimiz bir şey.
"Hattâ Seyyid-üş şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hattâ -ben kendim- Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı.""
AMÇ: Ondan yüzyıllar sonra bir savaşta ondan imdat isteyen adamlar fark etmişler ki, Hz. Hamzanın onlara yardım ettiğini gözlemlemişler.
"Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sadıkada, taht-el Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat Rus'un istilasından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. "
AMÇ: Eski Roma döneminde Hristiyanlık döneminde çok organize şehir ler yapmışlar. Demek bu talebeye de böyle bir hal verilmiş.
"İşte bu cüz'î rü'ya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir."
O: Burada bir ipucu var. Hz. Hamza için diyor ki, kenisine sığınan adamlara yardım etmesi.
H: Yetiş Hızır diyoruz,
O: Darda kaldığımızda aklımıza gelirse.
Y: Allah daraltır da bunaltmaz demişler ya. Daraldığın anda o yardımı hisseden çok insanlar var.
AMÇ: Hz. Gavs için kayıpların bulunması konusunda ben kendim bile çok yaşadım. Gavsı Azama dua ederek çok defa kayıplarımı bulmuşumdur. Bu hep söylenir de, biz yine de tam uygulamzdık. Ben kendim de maşühede ettim.
"Beşinci Tabaka-i Hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, "
AMÇ: Dünyadan berzaha geçmek. Ve oradan ahiret hayatına geçmek.
"ıtlak-ı ruhtur, "
Yani beden hapsinden çıkmasıdır.
"vazifeden terhistir. "
AMÇ: Şu cümle bile, bir psikolog sadece bunu kullansa, birçok derdin arkasında ölümler yüzleşememek, hayatın en önemli gerçeğiyle yüzleşememenin getirdiği sıkıntıları aşamamak var. Şunu işleyecek olsalar, çok daha iyi iş yapacaklardır. Bir işten bile çıktığımızda oh bed diyoruz. Neden bir işi bitirmiş olmaktan dolayı. Bu dünya hayatının vazifesiden terhis olmanın huzuruyla ayrılmak, büyük bir rahatlık olsa gerek.
"İ'dam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve "
yani görünmeleri. Üstad hazretleri de manevi alemlerde, Hz. Ali'den ders aldığını, hatta buna benzer çok vakıa da vardır. Rüyada veya yakaza aleminde de olabilir. Veya Allah dostu kişilerin, alemi misalde olabildikleri gibi. O evliyalar gelip görünüyorlar. Ders veriyolar, veya çeşitli şekillerde zuhur edebiliyorlar.
"sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delail, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. "
Bir yakınımız öldüğünde ilk zamanlar, çok sık rüyamıza girer. Ben anneannemi çok geç görmüştüm. Herkes beni ayıplardı. O nedir? Ehl-i kuburun hayatta olduğuna bir delalet. Onlar başka bir alemde hayatlarına devam ediyorlar.
"Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delail-i kat'iyye ile isbat etmiştir."
H: Bu hayat tabakası, biraz yaşamımıza aktarmamız lazım. Sebep sonuç ilişkilerinde çok boğuluyoruz. Bunu ben, biraz da, o yüzden insanlar ne kadar bu tür şeylere inanıyorsa da, gerçek hayatta bunu şey yampmıyorlar. İnançlar var, ama neticede bizim dünyamızda bizden hariç, eskiye ait bir sürü ruhlar olduğu gibi, Cenabı Hakkın yaratmış olduğu diğer melekler, ciler var. Biz bunlarla beraberiz. Bizim bir ölüye dua etmemiz, boş değil. Ölen bir insanın arkasından dua etmek. Onların ruhları yaşıyor. Bizim dualarımızdan memnun oluyorlar. Peygamber Efendimize salavat getirmemiz lazım. Bu bizim aramızdaki manevi bağları da güçlendirir.
Bilimsel bir deney yapmışlar. Bir adamın bilişsel olarak ölçülerek izole bir odaya konulmuş. Uzaktaki bir adam onu anıyor. Anma anında, öbür adamın bilişsel dalgalarında değişiklik olmuş. Dua, insanları iyi bir şekilde anmak, gıybetin kötülüğü, bunlar önemli şeyler.
Y: Biz hayatı düz algılıyoruz ya. Belki ehli kubur da bize dua ediyordur.
H: Şöyle söyleyeyim, esas meyve şu anki hayatta vardır. Kabirdeki insanlara bizden bir şey beklerler. Bizim onlara ettiğimiz Allah razı olsun şöyle bir dostumuz vardı, demek bile, onun kabirinde bir nur demektir. Ve ayrıca, hayatımızda, gördüğümüz insanların, şu görüntülerin de, Hzır veya İlyas gibi bir yardımcı olabileceğini de düşünelim. Bu bizey yardım edenin, hakikatte Allah olduğunu, kulların vesile olduğunu da hatırlatır bize. O zaman Allah'tan başka kimseden yardım beklemeyiz. Bizim hakiki yardımcımız dostumuz Allah'tır. Her ne kötü duruma düşersek, Allah bize yardım gönderebilir.
Çok mekanik bir heyatımız yok.
O: Şehadet alemindeki insan. Hayat tabakalarının hepsiyle alakalı. Mekanik bir hayatımız yok derken bunu söylüyorsunuz. Çok farklı hayat alemleriyle ilişki içindeyiz. Belki o pozisyona gelebillsek, o tabakayla da görüştürecek. İnsan sadece şu yaşadığı alemle kayıtlı değil. Tüm alem tabakalarıyla, içiçe bir ilişki yaşıyor.
H: Bunlar Hz. İsanın bu dünyada yaşattığı insanlar. Bizim potansiyelimizde böyle şeyler var. Biz kendimizi bu kadar geniş olabiliriz. Dünya hayatına çok böyle ilgilendiğimiz zaman, dünya hayatından başka bir hayat yokmuş gibi oluyor. Fakat dünya hayatıyla değil de, başka alemlerle ilgi göstersek, biz de bu hayatları görebiliriz, yaşayabiliriz. Bu kadar mekanik değil olay. Biz buradan öğreniyoruz. Bu zamanda, aşırı şekilde maddiyatçılık olduğu için, insanlar eskiden bunlar biraz daha olabilir gibiydi. Şimdi sıfır insanların hayatında.
Y: Her gelenii Hızır bil, ...
AMÇ: Dünyevileşme deren, ...
H: Dünyevileşme ahir zaman fitnesinin sebebi. Kehf suresiyle ilgili bir kıssa var. Onu 10 kez okuyan dünyevileşme fitmesinden kurtulur gibi. Hepsi de bu zamanla alakalı. Mağaradaki insanlar 300 sene yaşamışlar. Ruhani olarak sürekli diriler. Sonra Hızır ve İlyas As. kıssası var. Sanki insanların ufkunun genişletmek amacıyla binsanlara mesaj veriyor o süure.

Kastamonu lahikası s. 104:
"İkinci Mes'ele: Otuzbirinci âyetin işaretinin beyanında, (ayet) bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:"
AMÇ: İlk başta çok büyük çelişkiylmiş gibi görünüyor. Ahiretteki hayatın o kadar güzel, geniş olması bilgsine haiz iken, şu kısacık hayatı severek tercih eder mi? Hepimizin cevabı, yok canım. Fakat kendi nefsimize bile baksak, göreceğiz de, biz yine gayrından örenk verelim. Sarhoşa sorsan, bu güzel bir şey mi, yok ya. Bataklığa batmışlar, çamuru misk-i amber zannediyorlar. Bir adam yalpalıyor. Adamı kendine getirmek için, yumruk mu vurursun. Onu tutup desteklemek lazım. Herkes yanlışının farkında. Ama öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki, adam bile bile kafasını taşa vurur mu? İşte ahir zamanda vuruyor.
"hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. "
Adam bir de gidip, elmasları bozdurup, çürük camları almayı bir hayat gayesi edinmiş. Düzenli yapıyor. bunu.
Y: Hayatı algılarken, insana bir kariyer planlaması gösteriyor. 15-65 hayatın var. Gideceğin okullar işler vesaire var. O kadar çok vurgu var ki, oralara yetişemeyen kafadan zaten kaybetmiş hayatı.
O: Problemli sayılıyor.
Y: Bu kadar çok insanların beynine yerleştirilmiş ki, bunu kırmak çok zor. Dolayısyıla hayat elmas mıdır, cam mıdır, hayat buradan ibaret gibi görünüyor.
AMÇ: Din de seremonileri yerine getir ve onları da mümkün olduğunca erteleyerek yerine getir.
"Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:
Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair a'za vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye"
AMÇ: Öyle bir cihaz var ki, hem zevk var, hem aşk, hem hırs var. Kainatın yaratılış sebebine gidebilecek büyük güç o cihazın içinde.
Ona en geniş manasıyla nefis demek mümkün, nefsi emmare değil ama. Belki üstadın şey dediği de olabilir: akıl, kalp ruh ve sırrı insani diyor. Sırrı insani dediği, onun çerçevesi çok belirgin değil.
"çok esbab ile yaralanmış, "
Amerikan kapitalizmi özellikle, öyle yaygın biçimde hücum ediyor ki. Yahudilerin insan ve goyim anolojisi vardır ya. Gerçek insan yahudulirdir. Goyimler, tam insan değil. Öyle bir ürün çıkarılıyor ki, adam bunu alırsa tam bir insan oluyor. Ama onu almazsan, öl daha iyi.
O: Öyle bir yönlendiriyorlar ki, onu yapamadın mı, bunalıma giriyorsun.
AMÇ: Teknolojide özellikle. Ben çok sıradan bir kullanıcı olarak, iphone çıkmış. Turkcell aradı geçen gün, 7-8 ayda para ödediğim halde, iphone'la ilgili bana bilgi veriyorlar. Bana ne lazım iphone'dan. Ben zaten internete ofisteki bilgisayardan zor giriyorum. Öyle bir anlatıyor ki, ama sanki ben onu aldığımda, sanki kendime bir çip yüklenmiş, donanımım 2 misline çıkacakmış gibi. Bu bir tane örnek. Ben nefsimde yaşadım. Yüzlercesi var.
Veya gençliğin günahla tanıştırılması, özendirilmesi konusunda. Adam orta okula geliyor. Senin kız arkadaşın yok mu? Allah Allah, senin bir doktora gitmende fayda var. Çocuk kaçınılmaz bir şekilde o hale girmek zorunda hissediyor. O kadar çok şey var ki, o latif unsuru yaralayan.
"sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor."
O ulvi latifeler de sükut etmeye balamış. Allah hayali niye vermiş? Diğer hayatlar nedir? Ben onlarda, Hz. Hızır AS'le bulşabilir miyim? Onları hayal et. Biz neyi hayal ediyoruz? Şu otelde mi daha iyi tatil olur, öbüründe mi? Biz sufli şeylerle oyalanıyoruz. O zaman ne oluyor? Cep telefonuyla çivi çakmaya başlamışız da farkında değiliz. Çekiç kullanmak lazım.
Bunun gibi, vazife-i hayatı devamlı unutturmaya çalışıyorbu olaylar.
"Hem nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; "
Aslında durum bu. Şu naada hayatın ortasında cümbüş var zaten. Reinaya gitmeye gerek yok. O ortamın içinde yok mu, mesture hanımlar? Yani o ortama kendini uydurmuş. Hani başk atabirle, başörtülü tesettürsüzler gibi. Veya ciddiyet içerisinde olması gereken insanlar.. Bugün genel müdürle sohbet ediyoruz, adam 3 lafın ikisi küfür. Hiç yakışıklı bir tarz mı? Bir sürü adam var, sana bağlı. Biz sana bağlıyız. Senin doğru hareketlerin bizim ekmeğimizi etkileyecek.
H: Burada şey var: Mesture hanım, hayayı temsil ediyor. Şey de insanın beynini temsil ediyor. Fakat biz bunları dünyanın oyun eğlencesine bağlamışız. Gerçek yaratılış nedeni bu değil. Hani vardır ya, bir kadını cümbüş var diye çağırırlar. İlk başta yok. Sonra Allah'ım günah yazma diyor. Sonra Allah'ım siter yaz, ister yazma idyor. Dünya hayatıyla o kadar ilgilenmiş ki, kudsi duygularımız, artık çok özel şeyler bile çok sıradanlaşmış.
"öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. "
Şimdi biz bu yanlışlara nerede düşüyoruz? Zaruret mentalitesini yanlış kurduğumuz için. Fıkhen, zaruret şu: Ancak hayat-i tehlikeye zaruret tanınmıştır. Yani ne yapalım, başka türlü araba alınmıyor bu devirde. Adam şunu düşünmüyor: Sana kabirde gelecek, Allah sana ayetleriyle anlatmadı mı? Anlattı. Hacat-ı gayri zaruriyei, hacatı zaruri haline nasıl geçiriyor? Görenek yoluyla. Ahmet almış ben de alırım. Adam konfor için, gerekirse onurunu satar, bu zamanda. Ancak zaruri durumda izin var. Diyelim ki, ölüyorsun açlıktan, domuz yiyebilirsin. Ama ne kadar, ölmeyecek kadar.
"Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. "
Şimdi faiz, hem büyük günah, hem öyle büyük uyarılar var ki...
H: Ayet var: "Allah ve Resulune savaş açmış."
AMÇ: Şimdi buna bak. Niye böyle bir cüret gösteriyorsun? Niye? Araba alacaksın.
O: Sırf dünyevi işlerle uğraşırken, bizim bariz haram bildiğimiz işlere girmesek bile, Rabbimizi unutturacak kadar çalışmak da caiz değil.
AMÇ: Çok doğru bir tespit.
H: Bir köşe yazısındaydı galiba. Adam baktım diyor kendi dünyama, aslında anlamsız. Şu anda Cenabı Hak öldürse bizi, ahirete götürse, çok önemli saydığımız, şeylere baksan, aslında ne kadar anlamsız bir şeymiş. Ben bunu şurada yaşadım.
"Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.
Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla "
Demek hıfzı hayat cihazı neden bozulmuş? Bir, israfat var. O kadar gereksiz harcama söz konusu olduğunda, neyi nasıl muhafaza edeceğini bilemiyorsun. Önce vücuda gereksiz şeyleri dolduruyorsun. Sonra sağlıığn bozuldu, tekrar düzeltmek için, harcama yapıyorsun.
O: Bereket kültürü. Bizim geçmişimizde, çok olan bir şey. dinden gelen bir yaptırımı var. Bir de kültürden de lan bir şey. Yalnız öyle misaller geliyor ki, aklıma, burayı okuyunca hayretler içinde kalıyorum. Cemaat içinden insanlar, şöyle idyor: Bize de çok gelmeye başladılar. Paramız yok. Hakikaten bereket anlayışının bizim zihinlerimizden kalktığını gösteriyor.
Y: Misafirlik kültürü de bozulmuş. Ev hanımı strese giriyor, misafir gelecek diye.
O: Eşya olacak evde. Gelen insanda da kanaat yok.
Y: Ramazanda her zaman tencerenin dibinde yemek kalır.
Hakikaten çok ciddi anlamda her şey bozuldu.
H: Çok adam geliyor ne demek? İnsanlar gelsin gitsin de, biz istifade edelim. Burası canlansın. Çok da gelip gidiyorlar. E kardeşim, o zaman ne işin var orada. Bereket şeyi kalmamış. Sebep sonuç ilişkileriyle bitiyor. Zekat verirsem, eksilir diye düşünüyor. Cenabı Hak diyor ki, eksilmez.
Y: Ticaretle uğraşanlar bunu çok iyi bilir. Adam bir yerde iarsa almış. İmarı var. İmarı bir düşürüyorlar, adamın bir anda çok büyük bir zaarrı oluyor.
H: Oradan bir vermiyorsun, Allah öbür taraftan 80 alıyor.
"ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.
Sadece risalei Nur dairesinde olmak yetmiyor. Üstat müsftüye bile diyor ki, Risalei Nur okuyun, imanınızı kurtarın. Bu dairenin içine, başka meslek ve meşrepte olsa bile, istifade etmek durumunda.

1 Ağustos 2008 Cuma

Onaltinci Soz

Künfeyekün'ün esprisini anlatacak burada.
1. İtminan-ı nefis. Burada muhatap nefis. Kalbim de demiyo, vicdanım da demiyor.
Kör nefse bir basiret vermek. Nefis görmüyor, nefse basiret verecek. Çok ilginç bir tabir. Nefis, ünyaya odaklandığı için, uhrevi meseleleri anlamıyor.
Nefsi terbiye edecek, sonra hakikati görmeye başlayacak.
" BİRİNCİ ŞUA: Ey nefs-i nâdan! Diyorsun ki: "Ehadiyet-i Zât-ı İlahiye ile külliyet-i ef'ali "
Külliyet ne demek bir çok şey üzerinde tasarruf etmek veya kendini göstermek.
""Ehadiyet-i Zât-ı İlahiye ile külliyet-i ef'ali"
Kendisi var, bir de birçok şeye nüfuz eden bir özelliiği var.
"ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i rububiyeti ve ferdaniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması"
Bunlar sanki birbiriyle çatışıyor gibi görünüyor, anlamak lazım bunları. Neden ehadiyet ile vahidiyet birbirine zıt? Ferdaniyeti ile şeriksiz şümulu tasarrufatı neden zıt? Mekandan münezzeh diyoruz, sonra her yerde hazır diyoruz, nasıl olur? Bunlar nasıl anlaşılır?
"ve nihayetsiz ulviyetiyle herşeye yakın olması "
Hem her şeyden üstün, hem her şeye yakın.
"ve birliği ile her işi bizzât elinde tutması"
"hakaik-i Kur'aniyedendir. Kur'an ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. "
Hakim, aklın kabul edebileceği hakikatleri nisana yükletir o demek. Her işinin akılla anlaşılabileceği anlamına gelir.
"Akıl ise, zahirî bir münafatı görüyor."
Görünüşte birbirine zıt şeyleri görüyor akıl.
"Aklı teslime sevkedecek bir izah isterim."
C: Nefis niye bunu istiyor da vicdan istemiyor?
A: Nefis kendine ait bir alan bulmak istiyor. Bir küçük alanım bile yok mu demeye getiriyor nefis. Küçük bir yer olsa ne olacak?Bizzat bir damlacık bile insanın tasarrufu olsa, Allah'a ne zarar getirir demeye getiriyor. Bu künfeyekün esprisi, nefis bir an bile, kendine ait alan bulamıyor. Beni ikna et ki diyor, bu böyle midir?
"Elcevab: Madem öyledir, itminan için istersen, biz de Kur'an'ın feyzine istinaden diyoruz"
Tenkit için istersen yanıt bulamazsın, ama tatmin olmak (itminan) için istiyorsan, buna yanıt verilir. Ben her şyeyi bilirim demek doğru değil, densizlik olur. İlah böyle yapmışsa, bunun bir hikmeti vardır diye bir edepli tavır takınacağız. Nedir bunun hikmeti diye sorduğunda, ona yanıt verilir. Bir insan sadece eleştirmek için soruyorsa, ona yanıt verilmez. İnsaflı bir insana, Kurandan açıklama yapıyor. Bahane bulmak isteyen adam mutlaka bahane çıkar.
İman nimeti teslimiyele alakalı. Aczini, fakrını bileceksin, ondan sonra Allah iman nimetini verir. Basireti açılmıyor.
"İsm-i Nur, çok müşkilatımızı halletmiş; inşâallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi deriz: (farsça)"
Akla açıklayacak, kalbi de aydınlatacak bir mana olmalı. Aklın tam anlamayıp, kalbin tam tatmin olsa, rahatlarsın. Bir insana olan muhabbetin, öyle bir anda yardım ediyor ki, bu adamdan bize zarar gelmez diye ona güveniyorsun, akıl ne derse desin. Kalp görecek yani. Basiret o. Hallenecek manasında söylüyorum. Aklın anlamasıyla kalbin anlaması farklıdır.
Temsille meseleyi açıklayınca, insanların zihnine tam yatıyor. Bir örnekleme, gözüne gösterme var.
Rabbaninin sözü ne demek?
"Ben ne geceyim, ne geceye kulluk yaparım. Ben güneşin kölesiyim, ondan size haber getiririm."
Temsil, sadece işaret eder. Hakikatin kendisi değildir.
"Temsil, i'caz-ı Kur'an'ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsil ile şu sırra bakacağız."
Gece güneşin aynasıdır. Karanlık ışığı gösterir. Biz gece de değiliz, geceperest de değiliz. Sadece güneşi gösteren ayineleriz.
Burası cüz küll ilişkisini anlatıyor:
"Bir tek zât, muhtelif meraya vasıtasıyla külliyet kesbeder. Cüz'î-yi hakikî iken, umumî şuunata mâlik bir küllî hükmüne geçer."
Hakiki bir cüzi iken. Cüzi ne demek? Hiçbir şeyle irtibatı olmayan, her şeyden bağımsız manasında. Mana-yı isimden ibaretken.
Sen nesin? Hiçbir şey yok etrafında. Hiç aynan, hiçbir şey yok etrafında. Sen hiçbir anlamı onlmayan bir şeysin. Etrafına bir aynalar koyduk. Biri senin bir yerini gösteriyor, diğeri seni başka bir açıdan gösteriyor. N eyapıyorsun sen? Tek bir kişiyken, bütün aynalarda farklı şekillerde tezahür ediyorsun. Bütün bunlar kimden kaynaklanıyor? Senden kaynaklanıyor. Dolayısıyla sen her şeyden bağımsız bir anlamsızken, birçok anlamı olan bir konuma geliyorsun. Şunu anlamalıyız: Cüzi olan şey, külli olan şeyle irtibatlıdır, ama küllinin ne bir parçasıdır ne külliden bir parça değil, küllinin bir yansımasından başka bir şey değil. Külliyle aynı mahiyette değil. Cüzi olan külli olandan bağımsızdır. Ama külle cüz olanın ilişkisi. Cüz küllün bir parçasıdır. Tevhide gitmek için en önemli denklemlerden biridir. Şirkten kurtulmanın yolu burada geçiyor. Allah'ı külli anlamında anlamak lazım. Küll manasında anlarsın yanlış olur. Sana söyleyeyim. Sonsuz tane aynı var. Sonsuz görüntü, senin bir parçan eder mi? Etmez, seninle aynı mahiyette edğildir. Allah'ın ilmiyle, senin ilmin arasındaki fark, külli cüzi arasındaki gibidir. Bizim ilmimiz, bize ait bir ilim değildir. Onun yansımasıdır. Gölgesidir. Asıl ile sahte arasında mahiyet farkı vardır, o mahiyet farkı asla aşılamaz. Cüzi olan o farkı asla aşamaz. Cüzi, külliye nispeten yoktur, ama külliye nispeten de vardır. Küllinin var etmesiyle vardır. Kendine ait bir varlığı var mıdır gölgenin? Yoktur. Oradaki cisim varsa, o görüntü vardır.
Tabi aynalar nasıl aynalardır? Şimdi bunu anlatacak. İnsanlardaki problem buradan kaynaklanıyor. Allah'ın karşısında görüyorlar kendilerini. Allah'ın dışı olmaz ki, biz neredeyiz? Allah hem zahirdir, hem batındır. Mahiyet farklılığını anlamak lazım. Mahiyet farklılğı Allah'ı hiç bir zaman kısıtlamaz. Görüntülerin sonsuz olması, senin varlığını azaltır mı? Hayır. Hiçbir kısaltmaya sebep olur mu? Olmaz, çünkü parça edğil. Cüz küll ilişkisi edğil.
Aynanı şekli, görüntüyü etkiler, ama cisme etkisi yoktur. Aynalar ene gibidir. Aynayı da buz gibi düşüneceğiz. Su görüntü gibi düşün, buz aynasında kendini katı bir şey gibi gösterir. Su donmasa, buz diye bir şey var mıdır? Yok. Buzdan suyu çektiğim zaman bir şey kalmaz. Ayna öyle bir ayna ki, gerçek bir varlığı bile yok. Su kendini katı olarak tezahür ettiriyor. Buzun kendine ait bir varlığı yoktur. Ayna da öyle, kendine ait bir varlığı yok. Cisim kendini çektiği anda, bir şey kalmaz. Külli cüziden kendini çektiğinde, geride bir şey kalmaz.
"Meselâ: Şems bir cüz'î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffafe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor."
Her zaman cüzi külli ilişkisini, yaratıcı ile mahluk arasında düşünmemek lazım. Cüzi olan bir şey, külliyet kesbedebilir. Külliyetin anlamı var. Külliyet bir keyfiyettir, bir özelliktir. Mesela her şeyde nizam gözükür. Kainatta nizam külliyen vardır. Nizam her yere yayılmıştır. Külliyet denilen şey ayrı bağımsız bir şey değildir. Mahiyeti meçhuldür, ama yansıması ayinelerde tezahür eder. Cüziyi hakiki iken, bedenden biaret bir varlıkken, eşyayla irtibat kurduğunda, sıfatlar kazanıyorsun. Sen dediğin şeyin ayrı bir ruh oluyor. Mahiyeti belli değil. Şirkte bir şey var, bir de parça varken. Külliyet kesbettiğin anda, müşahhaslıktan yani maddiyattan çıkıyorsun: Görüntün müşahhas oluyor, ama kendin mücerred oluyorsun: Allah da zihnimizde tasavvur edilen bir şeyken, kendi cüziyetinle, yani kendine ait bir varlığın olmamasıyla, Oun da küllileş...(kaçırdım)
C: Burada Allah'ın kendisinden değil, fiillerinin şumulünden bahsediyor.
A: (ara)
Tekrar bir özetleyelim.
Oktay Beyin kendisinin vücudu bir külldür. Bütün azalarının toplamıdır. Birçok parçadan oluşmuş bir şeydir. Göz, saç bir cüzdür. Onun bir parçasıdır. Küll cüz ilişkisi, keyfiyetle alakalı değil, kemiyetle, çoğalmayla sayısal bir ilişkidir. Üstad bir yerde, bir ara basamak söylüyor. Bu çok önemli. İnsan Allah arasındaki ilişkinin, cüz küll ilişkisi değil de cüzi külli ilişkisi olması gerekiyor. Ama bu basamakta, enedeki sıralamada, ene önce kendini bir cüz ibi görüyor. Ben bunu yapıyorsam, Allah da bunu yapıyor. Ama Allah'ın her şeye şamil olduğunu anladı mı, kendi sanatçığını da Allah'a havale ediyor. Kendisi cüzileşiyor. O zaman Allah'ın mahiyeti de bilinebilir bir mahiyetten, her şeyi içeren bir mahiyet kesbediyor. Senin üstünde bir parça değil. Senin bütünün değil. Her şeyi içine alan, ama seninle alakası olmayan bir şey. Buradaki bir madde, kainattan bağımsız olarak düşündüğünüzüde bu bir şey değildir artık. Çünkü tarif edemezsin. Uzundur diyebilmen için, başka bir şeyin olması gerekiyor. Eğri edmek için başka bir düz bir şeyle kıyaslaman gerekiyor. Fakat bunu alırım, etrafımda başka cizsimlerin bulunduğu bir ortamda, bu cüzi bir varlıkken, o her bir aynada kendisini farklı bir şekilde gösterebilir. Bu açıdan bu küllileşir. Yani birçok şeye etkisi olabilen, birçok şeyde kendisini gösteren bir hale gelir. Külliyet kesbetmek demek, sıfat kazanmak demektir. Uzun diyeceksin, değil mi. Uzun bir sıfattır. Külliyet kesbedeceksin. Başka şeylerle alakan olacak. Bunun etrafında aynalar yaptım, sonsuz görüntü oluştu.
Bir tek zat, muhtelif meraya (aynalar) vasıtasıyla külliyet kesbeder. Bir çok aynalar var. Külliyet kesbeder. Cüziyi hakiki iken, tek başına cüzi iken, yani kendisinden başka kendisini tarif edecek bir şey iken. Mesela bir harfin tek başına bir anlamı yok.
Birçok şeyde kendini gösteriyor. Dolayısıyla çok sıfatı ortaya çıkıyor. Mesela aynaya baktığın zaman, farklı aynalarla kıyas yaparak, görüyor işitiyor, biliyor birçok özellik ortaya çıkıyor. Kendisi bir kişiyken, binlerce özelliğe sahip bir yapısı oluyor. İki kişi olması bile bir sıfattır. Bir varlıkken, kendi başına bir anlamı olmaayn bir şeyken, birçok şeyin içinde bir külliyet kesbediyor. Hayat insanın bedenine girdiği zaman, külliyet kesbeder. Hayatla bir fonksiyon bütün hücreleri ilişki içine sokar.
Cüziyi hakiki iken, umumi şuunata malik bir külli hükmüne geçer. Şuunatın anlamı nedir? Esmadan, sıfattan daha ileri bir merhaledir. Mesela sen merhamet ediyorsun. O hep merhamet eder. O senin bir sıfatınken. Mesela ışık vermek ,güneşin şenidir. Işıksız güneş düşünülemez. Sıfat değil artık. Olmazsa olmaz hale gelmiş. Bir tek zatsın. Bir sürü ayna var. Sayı çoğaldı, bu bir şuunattır. Birken, bin görüntün oldu. İki, şekillerin değişik. Farklı şekillerde olman, başka bir şuunat oldu. Renket olman, başka bir şuunat. Birçok şuunata malik bir konuma geliyorsun. O zaman, cüzi iken, külliyet kesbediyorsun.
"Meselâ: Şems bir cüz'î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffafe vasıtasıyla "
cüziyi müşahhas, etrafında aynalar olmasa hiçbir anlamı yok. "eşya-yı şeffafe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rûy-i zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor"
Rengin dahi güneşin bir yansıması olduğunu, parlak şeylerdeki görüntülerin de güneşin yansıması olduğunu söylüyor, 24. sözde. Demek ki, güneş bir şey iken, birçok şeyde kendini gösteriyor. Külliyet o demek. Onun yansımalarını birçok şeyde görebiliyorsun. Külliyet kesbetmesi için, endisinin manayı ismiden kurtulması lazım. Her şeyin ona işaret eder bir konuma gelmesi gerekiyor.
Güneş külliyet kesbettiği zaman, eşya manayı harfiyle güneşi işaret ediyorlar. Buradaki görüntü bana ait değildir, güneşe aitir diyor.
"Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyanın içinde olan yedi renkli elvan-ı seb'ası, herbirisi mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şamil oldukları halde"
Her bir şeyde kendini gösteriyor. Isısı, rengi, ışığıyla. Her şey güneşle ortaya çıkıyor. Her şeye renk veriyor. Eşyanın kendisinde renk yoktur. Bu sadece güneşin kırmızı rengini yansıttığı için, sen bunu kırmızı görüyorsun. Cisimler, renksiz. Parlak şeyler içinde ışık barındırdığı için parlıyorlar.
"herbir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayı, hem elvan-ı seb'ayı göz bebeğinde saklıyor"
Küçük damlacık, güneşin timsalini, ziyasını, hararetini ve yedi rengini saklıyor.
"Ve safi kalbini ona bir taht yapıyor."
Taht ne demek? Yani onun üzerinde muhabbetini kurdu. Hükümran olduğu yer demektir. Mesela su rahmetin arşıdır. Rahmet suyun üzerinde tezahür eder. Hava, hikmetin arşıdır. Yani Allah'ın hükümranlığı altında anlamında.
"Demek Şems, vâhidiyet haysiyetiyle "
Kendini birçok şeyde göstermesi, onun vahidiyetidir. Bir şeyin kendini birçok yerde göstermesi vahidiyettir. Bir özelliğin birçok yerde görünmesi, ehadiyettir. Toprak birçok özelliği içinde barındırıyor. Ehadiyet tecellisidir bu. İnsaniyet vahidiyeti gösterir. Bütün insanlarda ortak olan bir hakikati gösteriyor. Bir insanda da bütün insaniyeti cami özellik olması da ehadiyeti gösteriyor.
C: Güneş hangi cihetle küllileşiyor?
A: Vahidiyet cihetiyle küllileşiyor. Cüziyet aynaların yokluğunda ortaya çıkar. Külliyet başkalarıyla irtibat kurduğunda ortaya çıkar. Su kabarcığını güneşten bağımsız düşündüğünde cüzidir. Eğer kabarcıkla yoksa, güneş cüzidir. Kabarcık da güneşle irtibat olmadığında cüzidir. Bağımsız bir şeyse, ikisi de hiçbir şey göstermez.
"Şems bir cüziyi müşahhas iken" Parlak şeyler onu cüziyetten çıkartıyor.
Güneş kendini birçok aynada gösteriyor mu? Bu vahidiyetidir.
Kesrette birliği gösteriyor.
Şimdi her bir parçacık, güneşin bütün özelliklerini, kendinde cem etmesi, ehadiyetin özelliğidir.
"Şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle herbir şeyde Güneş çok vasıflarıyla beraber bir nevi cilve-i zâtıyla bulunur."
Zatıyit eneyle ortaya çıkar. İlmi görünüyor, fakat zatı yani bir benliği olduğunu da, bize benlik vererek göstermiş.