31 Ekim 2008 Cuma

29. Mektub Yedinci İşaret

(...)
A: Gençlere eğlenin diyorlar. Oradaki hasta, gücü yok. Ne yapacaksın buna? Kendi kendini yiyecek. Vyea kanser olan insanları düşün. Ne yapacak bunlar? Hiçbir teselli veya kemalat veremezsin.
Bu insanlara ahireti anlatsan, teselli bulacak. Burada kendi kendini yiyor. Gördükçe daha çok acısı artıyor gençeleri. Izdırap çekiyor.
" Üçüncü taife olan ihtiyarlar, bir sülüs teşkil ediyor. Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar. Böylelerin menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgu ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarane sergüzeştlerini dinlemesinde midir?"
"Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, manen sukut, zahiren terakki denilen şimdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve hakikî teselli, tiyatroda mıdır? "
A: O zamanlar dinin alternatifi olarak kasıtlı olarak tiyatrolar ve sinemalar sunuluyormuş. Özellikle halk evlerinde, bu insanları oyalamak için bu tip alternatif yerleri üretecekler. Yaşlılar ne yapacak peki? Ah çekecekler.
Yf: Şimdi onu da çözüyorlar. Televizyonun karşısında ölüyorlar. Hastaların karşısına koyuyorlar ya.
AMÇ: Adam kafayı tırlatsı diye değil mi?
H: O artık hayatı unutuyor. Gaflete giriyor.
A: Sen öyle zannet. O enerji hikayelerine en çok müracaat edenler yaşlılar.
AMÇ: Adamlar onlan avunsa ne olacak? İhtiyaç duyması zaten sorun. Adamın uhrevi yerlerden teselli bulması lazım.
"Bu bîçare ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, manevî bıçakla o bîçareleri kesmek hükmünde ve "i'dam-ı ebedîye sevkediliyorsunuz" fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir kapısını ejderha ağzına çevirmek, "Sen oraya gideceksin" diye manevî kulağına üflemek; hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüzbin defa el'iyazü billah!.."
A: Lezzeti hayal bile edemiiyorlar. Gençler onlara moruk diyorlar. Türkiyede çok kullanılmıyor, ama Batıda çok kullanılıyor. "old man" diyorlar babalarına.
H: Önemi burada. İhtiyarlar işin sonuna gittiğini fark ediyorlar. Bu adam çok ufak bir ahiret inancına sahip olsa bile, bu tip heyecan ve dünyevi etkinlikler, o hayat sanki yokmuş gibi sunuluyor. Gençler tarafından veya o fikri empoze edenler tarafından. Adam oraya gitse bile, ahiret yokmuş fikrini aldığından daha büyük hüzün yaşıyor. KAhiret inancı varsa bile onu orada öldürüyor. Düşünün, 20-40 yaş arası gençlerin lehviyat içindeki sefih hayatlarına bakarsan, yaşadıkları hayat sanki ahiret yokmuş gibi, sanki hiç ölmeyeceklermiş gibi geçiriyorlar. Ama yaşlanınca mecburen ona ihtiyaç duyuyorsun. Bu olmuyor. Yaşlı adam onlara takılsa bile, daha büyük zulüm olur.
MA: Bizim gençelrin milliyetçiliği de Türkiyede söküyor. Avrupaya gittiklerinde göğüslerini gere gere ben Türküm diyemiyorlar.
M: Bizde en çok satan resim, Fatihin İstanbula girişi. Her yerde satıyor. Niye çok satyıor? Ezilmişlik duygusunu aşıyor insanlar.
AMÇ: Abi, 600 yıldır böyle bir giriş yok ki, ben de astım onu.
M: Tabi. Bir de haçlılıları yere yatırmış.
H: Tabi bir yandan Peygamberin müjdesi, fakat bir yandan da aşağılık kompleksinin dışavurumu.
M: Fakat şimdiki çocuklar o resmi görünce, ondan korkuyorlar.
AMÇ: Tam tersine, onların izlediği çizgi filmler daha korkunç.
Y: O resmin aynısını, bir Yuna nlokantasında, onların açısından görmüştüm. Türkleri yerlere sermişler. Kafa aynı olunca, farklı bir şey olmuyor.
Or: Ağbi, birbirlerinden görmüşlerdir. Baktı ki, tutuyorl biz de koyalım.
Aslında Yunanlar da büyük savaşçı, ama Allah bizi korumuş.
"Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za'f u acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes'udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir?"
A: Bakın, terakkiyatı medeniye dersleri. Yani teknoloji. Bunların ruhsuz bir şekilde verilmesine bile itiraz ediyor. O yüzden, üstad okulda fen dersleri teşvik ediyordur, fakat orada ehveni şer kabilinden söylüyor. Diğer taraftan çocuklarını Kuran kursundan alıp, fen liselerine göndermek isteyenlere de izin vermiyor. Hatta Ceylan Ağbinin babası, oğlunu üniversitede okutacağını söyleyince, ona müsaade etmemiş. Üstad sürekli, müspet ilimlere iyi bakıyormuş gibi görünüyor da, ruhsuz bir şekilde fen ilimlerinin verilmesini eleştiriyor.
AMÇ: Çok doğru söylediniz. Lemalarda İbni Sinanın bile, adi bir mümin cihetinde olduğu fakat İmam Gazalinin onu bile vermediğini söylüyor. Aslında ilim, Allah'a götürmesi noktasından değerlidir. Yoksa profesörülk bir şey ifade etmez. Burada da o cihetten değerledinrebiliriz. allaha götürebiliyor mu, o ilim?
Or: Burada en önemli şey de dil. Japonlar yurtdışından gelen terimleri kendi dillerine çevirmeden kullanmıyorlar. MKendilerince bir dile çevirmeden almıyorlar. Bu Osmanlıda da ilk enflasyon kelimesi ortaya çıkıncaya kadar devam etmiş. Kelimeyi birebir almak, aynen o medeniyetin ona yüklediği anlamla almak.
Y: O da farklı bir milliyetçilik olur.
M: Fena bir adamın bu medeniyeti tasvir etme şeklini hatırlıyorum. "Tik tak, tik tak, makinelaşmak" O ruhsuzluğu çok basit bir şekilde ifade ediyor.
A: O adam boş adam değil zaten.
AMÇ: Polonya yahudisi. Brejovski galiba esas soyadı.
H: Burada esas konu, çocuk masum, çok zorlu bir hayata girecek. Dünyevi noktada çok meşakkatli bir şey. Nasıl biz sabah namazında yalvarıyoruz, yeni bir günün başlangıcı ama orada bir güç almamız lazım. Çocuk şimdi tam başlagngıçta. Ona maddi şeyler öğretiyorsun, ruh öğretmiyorsun. Çocuğun ruhu söndüğü zaman, bir şey yapamıyor. Bir takım insanlar tarafından koyun gibi güdülüyor.
A: Bir de düşük bir ailedense, Türkiyenin geneli öyle, bir sürü mücadele edilecek şey var, boşver diyor.
Burası çok önemli:
"dünyadaki müdhiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir?"
Fizik, matematik kanunları hepsi de nursuz, felsefi kanunlardır. Yerçekimi kanunu tamamen Allah'tan kopararak olayları anlatıyor. Maddeye bir güç atfediyor. Bu şirkten başka bir şey değildir. Bir anlık bile atfetse, fark etmez ki. Banan ne yer çekermiş.
MA: Orada konunun kendisinden mi bahsediyor, yoksa bahsediş tarzından mı?
A: Tarzından canım. Adam maddenin kendisi çekiyor diyor, bu çok tehlikeli bir şeydir. O zaman bir sürü düşmanın var. Ama her şey Allahın elindeyse, o zaman Allahın kuralına uyarım, sonunda elhamdülilillah.
H: Çocuğa onun felsefesini öyle veriyorlar ki, ruhsuz düşünüyor. Bana verilen eğitim çok farklı değil ki. Tabiat felsefesini okumadan önce, taş birbirini çeker, büyük balık küçük balığı yer gibi mekanik şeyleri biliyorduk.
A: Çocukların korkularına bakın. çizgi filmleri seyrettikten sonra, içi kararıyor. Bilmemneninin ruhu. Öbürünün ruhu. Benim en küçük çocuk günlerce uyuyamıyor. Yani Allah yok, ve herkes ne yapacağı belli olmaz.
AMÇ: Mücadele, iyi kötü konumlandırıyor. Kim kimi yener? Diyorum ki, oğlum hep iyi kötü diye bir mücadele yok. Yani kamyonlar mücadele ediyor. Oyuncaklar da öyle. Artı bir başkasının oğulndan duymuştum. 7 yaşında. "Eziksin" dedi babasına. Şaşırdım. Çok trajik bir şey. Neden? Babası ona istediğini almamış. Üstün babalar var o ayakkkabıyı alıyor, babası alamıyor. Onu o hale getiren insanları düşünmüyor, babasına hakaret ediyor. İnanılmaz bir şey. Çocuğa hep güçlü olma, milliyetçi kafa ya, güçlü olanlar kazanır, ezik olanlar kazanır, senin baban gibi. Yarın 15 yaşında o çocuk babasını döverse, bu hamiyetfuruşlar nasıl hesap verecek?
Kamboçyada Polpot diye bir adam var ya, bu 5 kitleyi de yok etmiş. Gözü kullananları hapsetmiş. Adam ölüm tanrıları oluşturmuş. Kamboçyada oranın lideri. Nasıl bir düzen kurmalıyım diyor? Bu düzeni kim bozar? Fazla ukalalık bozar. Gözlüklü insanları, öğretmenleri öldürüyor. Çok hızlı bir şekilde öldürüyor. Ölüm tarlalarında seri seri çiçelikler var. Çocuk gereksiz yük. Yaşlı, sabunluk. İhtiyar hasta ne bulduysa, 4 yıl içinde öyle bir kıyım yapıyor ki, dünya tarihinde az bulunur. Gençlerv e onların da cahilleri kalıyor bir tek. Son anda, müdahele edilmese, insan kalmayacak.
Y: Evrimci kafada var ya, adamlar karda buğday yetiştirmeyi denemişler. Soğuğa dayansın diye. Sonra bir yıl aç kalmışlar bir sürü insan ölmüş. Evrim mantığıyla yapıyorlar onu.
AMÇ: Bunların yaptığı bilimsellik de değil. Hülgauyu atam diyor. Moğolları Türklerle ileşitliyor. İlim perdesi altında, küfrü yaymaya çalışıyorlar.
Y: Senin soyun böyle deyip, onu kutsallaştırıyorlar.
AMÇ: Allah olsa, soy sop diye düşünmeyiz. Fakat böyle baktığın zaman, her şeyi ayırt ediyorlar.
A: Ben bir zamanlar okullarda din derslerine, imam hatip okullarına da karşıydım. Abi, benim kızım, sırıf din bilgisi hocasının teşvikiyle. Adam nurcuymuş. Namaz surelerini öğretti, kız onun teşvikiyle, öyle bir cesaret alıyordu ki, şimdi çok rahat namazını kılabiliyor. Baktığımızda basit gibi geliyor , ama o ruhsuz ortamda birkaç pırıltı bile çok değerli. O yüzden üstad dindar öğretmenlere çok önem veriyormuş. Basite almamak lazım. Olaya entellektüel, elitist bakarsan, onları küçümsersin. Fakat toplumun geneline baktığın zaman, onlar okadar kıymetli ki.
Y: Gerçek din diye o verildiği zaman, o tehlikeli. Buradaki mesele, din adına, dinin yanlışını da öğretmek var.
A: Devlet eliyle yapılıyor yapılmıyor. Toplumun genelinde böyle bir talep var. Burada artık, el hükmü lil ekser kaidesiyle bakacaksın. biz elitist nazarla bakıyoruz. Biz camilere girmeme noktasında çok radikal davrandık. Üstad mescid-i dırar gibi göremezsiniz, bu zamanda özellikle camilerde özellikle kılın diye teşvik ediyor.
Y: Adam 29 Ekimi okuyordu.
A: Okusun. Sen orada bulunacaksın. Toplum bilinçlenecek. Bir daha okumayacak. Şu anda elitist anlayışa karşı duyurosak, bu bilinçlenme nereden geldi? O küçük davranışlardan geldi.
AMÇ: Biz konformist takıldık.
A: Tepeden bakıyoruz. Öyle olmaz. Yapay bir şey oluşturmaya gçalıştık, tutmadı işte. dindarların çocuklarına bakın, tutmadı. Sosyal ortam oluşturanlar bir şeyler yaptı. Herkesle beraber yapacaksın bunu. Sen tepeye çıktın. sen öldükten sonra, bilgin de seninle beraber gidecek. Üstadın etrafındanki insanlar ne kadar bilgiliydi?
Malumat bilgisi yoktur. Çoğu köyden, halktan insanlar, fakat sadakatli, mert insanlardı. Üstünlükleri ihlaslarından dolayıdır. Biz ne yaptık? Elitst taklıdık, böyle olmaz. Bir nebze nur varsa, onu küçük görmemek gerekiyor.
AMÇ: Biraz da şundan oldu: Briaz frengi okumuşluk var. Biz Hegel, Goethe okuyunca, üstadı da öyle mütefekkir adammış. Biraz entel dantel de hoş oluyor. Enaniyet veriyor. Öyle manaları koyunca, üstadı da bir salon filozofu gibi görmeye başladık.
A: Çok iyi büyümüş, Amerikada yaşamış, çok ciddi Risale eğitimniden geçmiş bir insanın, üstadın devri geçmiş şeklinde ifadeler kullandığını gördüm.
M: Bazı kavramları ifadelendirmek, güzel bir şey. Aslında sayın dedemizin eski kitapları, sünuhat gibi kitapları, tamamen teorik tarzda, yani ciddi ilmi kitaplar. Hücum etmeye de gerek yok, ama ilimcilik yapıp da ayaklarımız yere değmeyecek şekilde davranmanın da bir anlamı yok. Biz şunu anlıyoruz. Bilim adamı deyince, teorik bir adamı anlıyoruz. Bir gün bir adam roman yazarak, çok büyük halk kitlelerine aynı ideolojileri sunabiliyor. Halka inen. Sait Nursi, daha öncki teorik kitapların Risalei Nurla pratikleştirmiş. Zaten en büyük hizmet insana hizmet etmektir. Daha başka hizmet edilecek bir şey yok ki. Gerçekten doğru söylüyorsunuz. Fakat bu demek değil ki, Risale ilmi çalışmalarla incelenmesin. Fakat sırf bunları yaparak, insanlığa hayrı olmayan entellektüel faaliyette kalmak da doğru değil.
A: Bunu adam gibi okumak lazım. Fakat orada yapılanı da küçük görmemek gerkiyor. Çok derin hakikatlerden bahsediyor bu kitap. O ayrı meseledir. Fakat insanların yaptıkları iişler de küçümsenecek şeyler değildir.
M: O teoriler, zaten insana ulaşmıyorsa,... Üstad pragmatik denince, çok yanlış anlaşılıyor. Dünya pragmatik bir yer. Maslahata bakıyor.
AMÇ: Riselenin hayata hayat olması. O noktada çok tatlı terennüm edilen hakikatler değil, hayatın içerisinde yaşanan kavramlar haline getirmek. Çocuklara sirayet etmemesi de ondan. Buradaki perspektif bu değil de, ben bunu kendi hayatımda nasıl sirayet ettirebilirim? Her ev bir mederesedir, tarzında nasıl bakabilirim?
M: Bunun için de, Risalenin ne demek istediğini iyi anlarsanız, ... Bunun nasıl olacağı? Bir şeyi iyi anlarsanız, ne demek istediğini, kavradığınız şeyi hayatınıza indirgeyebilirsiniz. Kavrayamazsanız, hayatınıza koyamazsınız. Anlarsanız, o sizin olur. İfadelendiremeyebilirsiniz, ama anlarsanız hayatınızın içine girer.
Eskiden Amerikaya çok gıcık olunurdu. Ben de onlara, derdim, Amerikayı da Allah yarattı.
H: İnsanlar Amerika diye bir şey hissediyor. Fakat o aslında hissi bir şey.
AMÇ: Esasında orada, çoğunlukla kastedilen zulmün başkenti anlamında insanların tepisi. Sadece oradaki kovboy veya vatandaş değil.
H: Amerika sonradan yapay bir şekilde devletleştirilmiş bir alet.
AMÇ: Bizim kendi içimizde bir Amerikan hayranlığı var. Ehli imanın çocukları, gençleri, o haritayı değil de, Osmanlı haritasını assın, isterdim. Ehveni şer nazarıyla bakarsak, mefkuresi o olmasın.
H: Musa AS. firavunun sarayında yetişti.
AMÇ: Bu çok oturan bir teşbih değil.

17 Ekim 2008 Cuma

Yirmidozuncu Mektub İkinci Desise

"İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler."
H:
A:
...
A: Bütün insana ait olan tüm hayırlar melekler vasıtasıyla geliyor. Bu yüzden insanın aslında enaniyet yapmaya hakkı yok. Meleklerin insana hizmet etmesi, aslında insanın ettiği tüm hizmetlerin melekler vasıtasıyla işlenmesi demektir. İnsan da kendisine hizmet edenin melekler olmasını bilmesiyle, kendinde hiçbir şey olmadığını bilmesi lazım.
H: Melekler insandan daha çok Allah'ı tesbih ettiği halde, enaniyete girmiyorlar. Sen de melekler gibi ol. Bizim dünyevi değer algılamamızda, melekler bizden daha değerli görünüyor. Birçok yerde bulunabiliyor, istediği gibi dolaşıyor, birçok şeye ihtiyacı yok. Ama enaniyet yapan bir melek görebiliyor muyuz?
Zk: Hatta günahsız varlıklar, günahkar insana secde etmişler.
Y: İnsana secde etmek yok aslında.
A: Hayır, var secde etmekten maksat insana hizmet etmeleridir.
Zk: Bizim cüzi irademize bağlanmışlar.
H: Yeni doğmuş bebek, elini kaldırmayı bilmez. Çünkü bu el, istedin mi, kaldırılacak türden zatiyle bir varlık değil. Biz neden böyle hissediyoruz, çünkü bizde sürekli yapmaktan meleke haline gelmiş. Kendi eli olduğunu, yavaş yavaş anlar, elini sıkmak ister, bakar ki, sıkar. Buna alışır.
A: Artık meleğe teslim etmiş oluyorsun.
Sen diyorsun o yapıyor.
H: Secde etmek öyle. Hiçbir şey yapmadığın halde, birileri sana geliyor ve yardım ediyor. Sen ayağa kalkmak istiyorsun, kalkıyorsun. İstediğim zaman birlieri bana hizmet ediyor. Benim isteklerime amade olanlar var. Hatta bir ağacın meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kainatı insana teveccüh ettiren.
Secde bu. Allah bana öyle bir cüzi irade vermiş, tüm melekleri ona amade kılmış.
A: Melekler emir taşırlar. Emri taşıyan aslında melektir. Vahyi taşıyan da melektir. Veya ilhamı taşıyan, sana bir hakikati kalbine getiren de melektir. Sende bir ruh var. Bir çiçek gördüğünde onun güzelliğini görüyorsun. Güzelliği onunla anlıyorsun. O güzellik anlamını sana taşıyor. Biz bazen gafletle güzelliği görmüyoruz. Aslında meleği fark etmiyoruz.
Y:
""Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrib için değil! Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.""
Yani yüzde 5 ihtimalle bir bela gelecek olsa, o zaman bundan korkmak, hayatı azaba dönüştürür.
Mesela derse gitmekten korkuyor, fişlenirim diye. Fakat üstad da diyor, tedbiri elden bırakmayın.
A: Evet, fakat sünnete uymak manasında.
Y: Bir adam, yıkık bir duvarın dibinde otururken, bunun yıkılması ihtimalinden kaçmış. Adam sormuş, sen neden kaderinden kaçıyorsun? O da demiş Allah'ın bir kanunundan başka bir kanununa sığınıyorum.
A: Resulullahın kafasına bir taş atma olayında da o var. Nadiroğulları, suikast düzenliyorlar. Sonra onları cezalandırıyorlar.
Çoklu hukuk sistemiyle onları cezalandırıyorlar.
Şimdi o sistem İngiltere'de de uygulanmaya başlıyor. Bu çok ilginç bir olaydır. Ahmet Aytebur ağbiyi Kabede görmüştüm. Üstad 1951'de adresler vermiş. Bu ülkelerdeki adreslere risale göndertmiş bayağı. Üç yer hariç demiş: Şimdi bunların Risale-i Nuru duymaları hayırlı olmaz. İngiltere, Rusya, Fransa.
MA: İngilizlerin dessaslıklarını düşününce, çoklu hukuk sistemi pek de hayırlı görünmüyor.
A: Yok işlerine geliyor. Prens Charles açıkça söylemiş: Bizim İslam şeriatından alacağımız çok şey var. Çocuklara tecavüz, çok yaygın. Yaşlıları işkence ediyorlar, onları bırakıyorlar.