30 Mayıs 2008 Cuma

Munazarat Sayfa 10-11

Münazarat
S- Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhahımız gibi görünüyorlar.
C- Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.
S- Neden hüsn-ü zannımıza sû'-i zan edersin? Eski padişahlar ve eski hükûmetler seni haktan çeviremedi. Jön Türkler sizi kendilerine râm ve müdaheneci edemediler. Zira seni hapis ettiler, asacaklardı; sen tezellül etmedin. Merdane çıktın. Hem sana
büyük maaş vereceklerdi; kabul etmedin. Demek sen onların tarafdarlığı için demiyorsun. Demek hak tarafdarısın...
C- Evet hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve akibete bakınız.
A: Müslümanın genel tavrı hüsnü zan edecek fakat ... edecek. Bir bak bakalım. Önce delili var mı, sonra bir de sonuçta seni nereye götürecek.

" S- Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklid ederiz."
A: Burada da yine bir kaçamak var. Bir sürü dolanbaçlıklar var. Biz nasıl anlayacağız diyor.
" C- Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. "
A: İlgilendiğiniz meslekte kimse sizi kandıramaz. dolayısyıla bir bakıma şöyle bir gönderme var: Bu konuyu, hakkı meslek edinin. Ben her şeyi bilemeyebilirim, üzümü yutturabilirim, ama başka şeyi yutturamam. Orada gönderme yaıyor. Bu mesele üzümden daha kıymetliidir demek istiyor.
"Demek cehliniz özür değil... "
A: Aklı kullanmıyorsan bu özür sayılmaz, senin suçundur. Sen aklı kullanmakla yükümlüsn.
"İşte müştebih ağaçları gösteren, semereleridir. "
A: müştebih ne demek? Birbirine benzeyen. Zahirde ağaçlar aynıdır, ama semeresi onu ayırmanızı sağlar. Bunu anlatmaya çalışıyor.
Görünüşte aynı görünüyor, nasıl anlayacağız? Neticesinden anlarız .
Md: Aci biber mi, tatlı biber mi? Kontrol etmeden olmaz. Aynı görünüyor.
A:
"Öyle ise, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattır. "
Fikrin semeresinde ne olması gerekiyor onu gösteriyor.
"Ötekisinde ihtilaf ve zarar saklanmıştır. "
Birisi huzur veriyor. Mesela tarlayı ek ,demek zahmet var, ama neticesinde bir istirahat var. Yani emrin hedefinde bu ikina olması gerekiyor. Diğerinde ise ihtilaf ve zarar var. Fikrin neticesinde ihtilaf ve zarar varsa, o fikri at.
İkiye ayırmış: istirah ve itaat bir tarafta, ihtilaf ve zarar bir tarafta.
Md: Çok grift görünüyor orası. Uzatmayayım. Pratikten söyleyeyim. Geçen akşam arabanın bir lambası sönmüş. Gittim, oto sanayiye. Gitti açtı, bir yandan laf ediyor. Şöyle yapılmayacak, böyle yapılacak iyor. Lambayı açtı, sonra da taktı. Normalde ben karışmam. Taktı, tamam abi bitti dedi. Dedim ya kardeşim, birisi fazla ışık veriyor, diğeri az ışık veriyor. Abi dedi bu eskimiş içinde toz toplamış. İlk başta inandım. Ama uyanık çakalladı. Ama adam, dur dedi, 80lik taktım dedi, sonra 100lük takayım dedi. Taktı, bu sefer oldu. Şimdi ben elektrikten anlamam, arabana sahip çıkma. Bu sefer dengesizlik yaşayacaksın. Ben şimdi adamla ilgili de ihtilaf yaşaymıyorum. Sonra nasıl itaat ettim? Sonra bir huzur meydana geliyor. Eğer bir şeyi tahkik edersen, sonra rahata eriyorsun. Artı itaat ediyorsun, gerekeni yaptım. Sonra rahat ediyorsun. Yoksa adam çok iyi bile taksa, ne yaptığını bilmeyince, arkasından güvensizlik çıkıyor. Bu noktada doktorlara çok gıcık oluyorlar. Gidiyorsun, adam yüzüne bile bakmıyor, yazıyor. Diğerine gidiyorsun, adam açıklama yapıyor. Onun ilmine itaat o zaman oluşuyor.
İyilik zannıyla kötülük yapıyoruz çoğu zaman. Sabahleyin bir şey oluştu. Bir tarama sistemi var. Ben bu işte uzmanım diyor adam. dedim, bak bana öyle demedin. Fotokopiyle tarama yapılır deseler ben inanmazdım. Niye inat ediyorun? Tahkik etmek, daha iyi sonuç üretir. Güven demek, tahkik etmek demek. Mesela maaşını alıyor. Saymak güvensizlik anlaşılıyor. Halbuki sayarsan daha iyi güvenirsin. Bana verdiğin para konusunda, senin de için rahat olsun, benim de içim rahat olsun.
A: Veren diyor ki, karşı taraftaki adam saydı. Ben de saydım o da saydı. Ondan sonra ne yapacak, sayan diyecek ki, ben saydım da aldım. Karşı taraf da öyle diyecek. Biri saymasa, acaba yanlış mı verdim şüphesi olabilir.
Daha önceki anlatılanlarda da şu vardı: Adama garezi var. Hürriyeti istemiyor. Adamın kötülüklerini sayıyor. Dedikleri doğru, ama bunları sayınca ne ortaya çıkacak: ihtilaf çıkacak. İstirahat-ı umumi için, uyum sağlasa, daha iyi olacak.

H: Burada diyor ki, "biz cahiliz sizin gibi ehli ilmi taklit ederiz." Eski devirde, ilim adamlarımız yapar biz onu taklit ederiz. Haddimize mi düşmüş diye bir tavır var. Sen bizim kralımızsın.
Md: Hakkaten çok enterasn bir şey. Demokrat insanlar bile bunu kaldıramıyro. İnsanların üst tabakalılığını kaldırıyor. Üst tabakanın ilmi varsa, onun karşı tarafa onun anlayacağı şekilde onu anlatması lazım. Anlatamıyorsa, o ilim değil, istibdat için ilmini kullanıyor manasında.
H: Üstad kendi ilmine saygı bile olsa, istibdat adına bunu bile kabul etmiyor. Karşı tarafın hüsnü niyetine bile razı değil.
Md: O da sıhhatli değil. Mesela bir aile hayatı. Eşiniz sizin işinizi takip ediyorsa, ne oluyor, dört gözlü gören bir ev oluyor. Öbürt türlü tek gözlü ev oluyor. Bütün sıkıntı bir adamın üstüne kalıyor. Paylaşabilir risk de olabilir, son kararı da verebilir. Ama kadınlar da şöyle bir şey olabiliyor: Ben bazı şeyleri görüyorum, diye benim dediğimi yapacaksın demesi de yanlış. Adamın da hiç söz hakkı vermemesi de yanlış. Hürriyet karşı tarafa yük bırakmak değil, onun yükünü de hafifletmektir.
A: Menfi yönle, müspet yönü yutturmaya çalışan bir tavır var. Ehli ilmi taklit ederiz diyor. İlim doğru bir noktada olabilir, ama onu yanlış kullanma riski var. Sen ilim sahibinin dahi yanlışa düşmesine engel olmak duruumndasın. Sen ilim sahibine dae yardım edeceksin, o zaman ben uluorta konuşmaycağım, çünkü kraşımdaki insan müdakkik, ne söylediğime dikakt ediyor. Çocuk bile bir gün böyle söylemiştin, sonra bunu söyledin diyebiliyor. demek cahil de olsa, benim söylediklerimdeki cahilliği görebilir. İlme değer vereceğiz, ama aklın sorumluluğundan kaçmayacağız. Herkes kendine düşne sorumluluğu yaparsa müthiş bir bereket çıkar. Patron ilişkisinde de, aile, arkadaşlıklarda da öyle. Patron emretti yaparım, olmaz öyle şey.
Md: Doğru bile olsa adam işi taşıyamaz oluyor. Su yukardan düştüğü zaman kafasına vuruyor. Eşit olmak en yüksek seviyoe.
A: 11 olmak demek.
Md: En büyük ilim kimin? Ebu Hanife. Ebu Hanifenin ilmi kime? Sana bana tatbik edeceğin.

"Size bir misal daha söyleyeceğim: Şu sahrada bir nar görünür. Ben derim nurdur; nar olsa da, eski nardan kalma zayıf, yukarı tabakasıdır. Geliniz etrafına halka tutup temaşa edelim. İstifaza edip tâ tabaka-i nariye yırtılsın, istifade eyleyelim. Eğer dediğim gibi nur ise,zâten istifade edeceğiz. Eğer onların dedikleri gibi nar olsa, karıştırmadık ki bizi yaksın. "
Md: Seyrediyoruz, elimizi değmedik.
"Onlar diyorlar ki: "Ateş suzandır."
A: Yakıcıdır ateş.
"Eğer, nur olursa kalb ve gözlerini kör eder. "
Ateşi nur olarak görürsen, nur yayıldığı için ateş de kör eder.
"Eğer nar dedikleri nur-u saadet (*) dünyanın hangi tarafına çıkmış ise, milyonlarla insanın tulum gibi kan suyu üzerine boşaltılmış ise söndürülmemiş. Hattâ bu iki senedir mülkümüzde iki-üç defa söndürülmesine teşebbüs edildi. Fakat söndürmek isteyenler, kendileri söndüler.(**) "
A: Burada hürriyeti anlatıyor. Temsili biraz daha anlaymaya çalışalım. Ortada bir nur var, yani hürriyet. Birileri diyor ki, bu nardır. Yani hürriyetin zararları da var. O da diyor ki, eğer gelse biz onun içine girmedik ki, yani siyasetinei bulaşmadık ki, bizi yaksın. Biz sadece uzaktan istifade etmeye çalıştık. Nurundan faydalanmaya çalışmadık ki, bizi yaksın.
Md: Sayma misalinde, biz müdakkik olduk, tamsa bir sorun yok.
Nur demek doğruluk demek doğru çıktıysa, zaten bir sorun yok. Nar ise yanlışlık demek, biz ona müsaade etmedik.
A: Sen ne kadar istibdatla gelirsen gel, hürriyeti bastıramazsın. Hakkını alana kadar kavga çıkar.
Md: Kavga çıkıyor, adam diyor ki, ben sana paranı verdim.
A: Hürriyetin iki veçhesi var: Bir veçhesi nurdur, diğeri nardır.
H: Bazıları diyor ki, bu ateştir. Onu göstermeye çalışıyor, üstad da nuru var diyor.
A: Onlara göre nardır, çünkü istibdatlı insan hürriyeti istemez. Mİstibadttan menfaat biçen insan için nardır. Ama bizim faydalandığımız bir şey yok ki, bizimi için o pisliğin içine girmedik ki, şey yapalım. Hz. Aliye hilafeti teklif edildiğinde o reddediyor. İnsanların zoru da, görevlendiriyor. Bir takım insanlar bundan holşanmayacaktır dendiği zaman, başkasına zulmeden insanlar onu istemeyceklerdir. Ama buradaki insanların çoğu zulme maruz kalmış, onun gelmesi herkesin gönlündedir. Dolayısıyla burada bir problem yok. Varsın onlar düşünsün.
Bizim hürriyetten korkacak bir tarafımız yok, çünkü istibdattan istifade etmiyoruz. Onu nar görenler ne kadar uğraşırsa uğraşsın, o nuru söndüremeyecektir.
İleride bi r parıltı görünüyor. Ben diyorum ki, o nurdur. Birileri de diyor ki, bu ateştir. Niye bu farklılık var? Hürriyetin nur yönü de var, nar yönü de var. Kimlere göre nar? Zalimlere göre. Çünkü zulmünden vazgeçecek. Ben ona nur diyorum, nar olsa bile farketmez.
Nur da olsa, nar da olsa ben zarar görmeyeceğim, çünkü ben dokunmadım. Öteki ise dokunacak, Niye dokunacak? Çünkü hürriyet onun zulümatını ortadan kaldıracak. Ateş yakacaktır, yakması da gerekir.

" S- Sen dedin ateş değil, şimdi ateş nazarıyla bakıyorsun.
C- Evet nur, fenalara nardır."
Karanlıktan hoşlanan bir insan ışığın gelmesini istemez.
" S- O fırkadan ehl-i fazl kısmına ne diyeceğiz? Onlar iyi adamlardır.
C- Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar."
Onların içinde istibdadın devam etmesini isteyen, bir takım dindar insanlar gibi din adına istibdada sahip çıkan veliler var. Bunlara ne diyeceksin?
Onlar iyi adamlardır, .... Pazarda çok dikkat ediyorum, herkes sakal bırakıyor. Maksat karşıdaki insanın güvenini kazanmak için, yapıyorlar. Herkes onu taklit etmeye çalışıyor.

" S- Nasıl iyilikten fenalık gelir?
C- Muhali taleb etmek, kendine fenalık etmektir...."
Adam denize düşmüş sel basmı. Adam Allah'tan yardım diliyor. Birileri gelmiş kayıkla geçiyormuş, gel demişler. Yok demiş, Allah bana yardım edecek. Sonra yine başka bir bot daha gelmiş. Ona da demiş, Allah bana yardım edecek. Sonra boğulmuş. Ey Allahım ben sana o kadar kulluk ettim, niye canımı kurtarmadın? Allah demiş, ben sana o kadar yardım gönderdim ya. :)
Allah'ın yardımı sünnetullah içinde olacak. Sen sünnetin dışına çıkarsan, Allah vermez. Muhali talep ediyorsun. Ne kadar iyi niyetil olursan ol, Allah'ın sünnetullahı o değil.

...
Hürriyetçiler geldi ya, melekler onları temizleyecek. Mehdi bekliyorlar.
Md: Neden masum olamaz? Çünkü çok karmaşık şartlar oluşmuş. Rüşvet vermiyorum desen,.. Bugün gittim otoparka dolu. Gittim Sultanahmet meydanındaki ootparka. Görevliye dedim, al sen şu anahtarı, boşalınca çekersin. Döndüm, adam 13 YTL istiyor. Fişi kesmiş. 8 YTL verdim. Tam kesse bir de 16 YTL eder.
A: Hz. İsanın güzel bir sözü var. Bir zani getiriyorlar. Herkes öldürmeye çalışıyor. Hz. İsa, aranızda hiç günah işlemeyen bunu öldürsün diyor. Birinin zaafı orada, öbürünün başka yerde. Ben o sorunla hiç karşılaşmasam, başka sorunlarla karşılaşıyorum.
Md: Zaaflarımız konusunda birbirimize destek olup, direnç kazanmamızı sağlayacağız.
A: Üstad diyor, günahlarımı saymıyorum, kaçardınız etrafımdan.
Md: Veli gibi görünen zatların dahi çok günahları olabiliyor. Ben bunu başkasıyla ilgili değil, kendimle ilgili örnek vermek istedim.
A: Masum insan bulmak imkansız. Çoğunluk günahkardır.
"Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. "
Yararları zararlarından fazlaysa yeterli.
Mükemmeli arıyorlar kimseyi bulamıyorsun. Vasatın üstünde tamam daha ne istiyorsun.
"Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. "
Ankaralılara Kızılırmaktan su gelmiş. Şimdi şikayet ediyorlar. İçinde metal varmış. Adam su problemini hallediyor. Ama hep kusur arıyor. Saf temiz bir şeyi nereden bulacaksın? Bak bakalım, bu yaz susuzluk çekecek misin, çekmeyecek misin? Daha ne istiyorsun demiyor.
"Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. "
Her şeyde kusur bulma anarşist mizacıdır. Bu mizaçta olan insan şükretmiyor. Risalede hep güzel görmek, kötülüğü nazara vermemek amaç. Çünkü insan güzellikle muhatap oldukça, Allah ona hep güzellikleri gösterecektir. İyide dahi kötü yön bulacaktır. Bu yüzden fikirlerin neticelerine bakın derken, anarşist nazarla mı bakıyor, yoksa tersi mi. Adam çok güzel dini anlatıyor, fakat öyle kurallar söylüyor ki, onu yapsan, fitne çıkacak aramızda.
O: Kabede bile saf hacı kardeşlerimiz. Adam burada çarpıyorlar, jilet atıyorlar, yerde kan gördük saydı saydı. Biz yok dedik, hiç öyle bir şeye rastlamadık. Orada bile o nazarla duruyor.
Md: İleride diyor ki, velev ki, tali bile olsa, maksadı hükümetin şudur. Dolayısıyla kurulu sistemler hakkında anarşist konuşmaların müspet olmadığını söylüyor.
A: Kulluğun özünde memnuniyet vardır. Her olayda hep negatif bir yön çıkartır. Kardeşim sen şükretmekle mükellefsin. Bardağın hep üst tarafı. Bir dakika altı da gör. Bu tenkitçi ruh çok tehlikeli bir tavırdır. Bir tanesi vardı. Adam dinle ilgili herkesi bütün mezhepleri biliyor, çok da iyi okumuş. Ben dedim ki, hanıma, bu adam kesinlikle namaz kılmıyor. Adam dini öyle biliyor ki, öyle tahmin ettim. Sonra öğrendim. Gerçekten namaz kılmazmış. Niye? Çünkü hep bir kusur arıyor.
Çok radikal bir tavırla herkesi eleştiriyor, ama hadi sen güzel bir şey yap diyorsun. Yapmıyor.
Hş: Kalbinde istirahat yok.
At: Bu hafta içinde eşim bir örnek anlatmıştı. Hafta içi bir kursa gidiyor. Kurs da dini bir kurs. Bir bayan şu hocanın bu dersine gittim, o bunu eksik söyledi, şu bu soruyu yanlış söyledi diyor. Soruları da hep teeferruat. İnceliğine kadar konuları da biliyor. Arzu ettiği cevapları duymayınca, iç dünyasında nasıl bir hal varsa, ne kimseden memnun olabiliyor, ne de dinin emirlerini yerine getirebiliyor.
Km: İnsanlar amel yapamıyor, sonra o olumsuzlukları kendine bahane yapıyor.
A: Adam bir şey yapamayınca, zamanı kendine bahane ediyor.
Y: Ya da yapanlar böyleyse ben niye onların arasına gireyim?
A: Bu çok anarşist bir ruhtur. Göster de görelim.
"Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak.(*) "
Mehdi gelse, onunla bile savaşacak. Hz. Aliyi öyle yapmadılar mı? Onu adaletsizlikle itham etmediler mi? Niye?
"(*): Ki, komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılab softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor."
A: CHPli bazı dindarlar herkesi tenkit eder. Herkesin arkasından iftira atabilir.
Bizim kaynımızın dedesi onlar yüzünden camiye gidemezdi.
Bu bir mizaç. Habis ruh.
H: Tamamen yıkıma odaklanmış bir zihniyet.
O2: Bir de bunun tersi olabilir mi? Her şeye hoşgörüyle bakmak önümüze bir perde örmüyor mu?
A: Öyle değil, her şeyde negatif yöne dikkat etmek. Birini eleştiriyorsun, negatifleri de say, pozitifleri de say.
O2: Ben birisini eleştiriyorsam, mutlaka ona eleştirdiğin noktada bir öneri de sunman lazım. Önereceğin bir şey yoksa, eleştirme hakkın da yok.
A: İstanbul'da bir sürü iyilikler yapıldı. Adam hiçbirini görmüyor. Senin partinde olmasın fark etmez.
Hş: Geçen bir tekkeye gitmiştik. Adam zikirden sonra, yemek koymuş önüne. Bir amca, niye bu yemeği koymuşlar? Niye 6 kişi burada oturuyoruz? Çok lokal bir yerde, tamamen Allah rızası için buluuşlmuş bir yerde dahi böyle olabiliyor. Gerçi insanlar ona aldırmıyor. Güzellik ve istirahat ve itaat tarafı toplumun genelinde olursa, bu tarz arızalar arada kaynıyor. Bu rahatsızlık hali, insanın gönlüne doğru bir yoluculukta bulunamaması bence.
A: Çok örneklerini gördüm. Biz istiyoruz ki, aile bir araya gelsin. Sözde ben o da öyle istiyor diye yapıyorum. Tam tersi, ben gelmiyorum diyor. Adam ille de bozmak için o muhabbeti her gelene geidene yapıyor onu. Bir insan sürekli, ne kadar ağzı elhamdülillah dese de, olayı sürekli tenki ediyorsa, o insan şükretmiyor demektir.

"Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel'un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır."
A: İnsanları tanımada çok güzel şeyler var burada. Birine itimad etmek, önemli bir şeydir. İtimad edene itimad olunur. Sen sürekli şüpheyle bakarsan, bu kez de sürekli şüpheyle bakanlarla muhatap olursun.
Ben çok otostop yaptığım için, bana otostop yaapanı genelde çevirmem. Birileri bana dedi ki, çok tehlikeli. Benim gönlüm razı olmadı. Bir gün ışıklarda durdum. Adamın biri geldi. Ama tipi de çok şey bir şey. Binmek istedi. Gel dedim. Meğerse adam hapishane kaçkınıymış. Ben de anladım biraz. Adama hal hatır sormaya başladım. Tam o sırada adamın cebine 5 milyon koydum. Belki adamın niyeti çok farklıydı. Ama adam senin iyi niyetini tanıyor.
Bir kere Affan taksi sürüyormuş. Adam silahla binmiş. Şuraya götüreceksin demiş. Abicim demiş, siz büyüksünüz, sizin gibiler bizi korumazsa kim koruyacak demiş. Adam sonra onun iyi niyetine, bugün sana bir şey yapmayacağım demiş.
"Ben kulumun zannı üzereyim:" 8. sözde iki adamdan bahseder ya, nazarında hep kötü şyelere dikakt etti, Allah da ona öyle muamele etti.
Hş: Anarşist kelimesi çok ilginç. Hiç otorite kabul etmiyor.

23 Mayıs 2008 Cuma

Munazarat Sayfa 9-10

Münazarat
S- Bazı adam, dediğiniz gibi demiyor. Belki "Mehdi gelmek lâzımdır." der. Zira dünya şeyhuhet itibariyle müşevveştir; İslâmiyet ağrazın teneffüsü ile müzelziledir.
C- Eğer Mehdi acele edip gelse; baş-göz üstüne, hemen gelmeli. Zira güzel bir zemin müheyya ve mümehhed oldu. Zannettiğiniz gibi çirkin değildir. Güzel çiçekler, baharda vücudpezir olur. Rahmet-i İlahî şanındandır ki; şu milletin sefaleti, nihayetpezir olsun. Bununla beraber kim dese "Zaman bütün berbad oldu", eskisine temayül gösterse; bilmediği halde İslâmiyetin muhalefetinden neş'et eden eski seyyiatı, bazı ecnebilerin zannı gibi İslâmiyete isnad etmektir.

A: Diyorlar ki, asıl olan dini korumaktır. Abdülhamit istibdatla da olsa dinini korumuş, ne olursa olsun diyorlar. Sait Nursi ise, İslamın korunmaya ihtiyacı olmadığını, bizim korunmaya ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bu yüzden dinin himayetinin insanların eline vermek gerekmediğini, Allah'ın zaten tüm kainatta dinin hakikatini ifade ettiğini söylüyor. Ondan sonra, problemin içsel olduğunu, herkesin dine sahip çıkması gerektiğini, bir çobanın uhdesine vermek yerine, her bir köylünün kendin dinine sahip çıkması gerektiğini söylüyor. Yani bizzat müteşebbis olmak gerektiğini vurgulamıştı. O noktada, siyasi dönüşümler nedeniyle, dininden havf etmenin iman zaafı olduğunu, zaten her olayda, evinin çürük olmasından dolayı, zaten onu kaldırıp götüreceğini söylüyor. Burada bireyselci bir anlayışla, herkesin dine sahip çıkmasını öngörüyor. Ondan sonra adamlar değişiyor. Her bir soru bir anlayışı. Biri otoriteyi yücelten anlayışa karşı, üstad uzun bir cevap getiriyor. İkinci anlayış, dini otoriteyi önceleyen bir anlayış. Bu da nedir, bu soru da anlatıyor:

" S- Bazı adam, dediğiniz gibi demiyor. Belki "Mehdi gelmek lâzımdır." der. Zira dünya şeyhuhet itibariyle müşevveştir; İslâmiyet ağrazın teneffüsü ile müzelziledir."
A: Soru yine kaçamak bir soru, kendi vazifesini üstlenmek yerine, hep dışarıdan bir etkiyle yükü başkasına atmaya çalışıyor. Buna karşı söyleyecekleri var. Soruda diyor ki, dünya çok karmakarışık olmuş. Yaşlanmış. Her şey karışmış. Bunun tedavisi sadece mehdi gelip de bu karışıklıkları düzeltmesi alzım. Mehdi gelsin biz ona tabi olalım. Daha önceden siyasi otoriteyi önceliyorlardı. Üstad siyasi otoritenin dinin himayesini eline alamayacağını, kişilerin bizzat kendi teşebbüs etmeleri gerektiğini sölemişti. Burada da kaçamak bu sefer dini bir otorite bulunması ve buradan vazifeyi üstlenmesini söylüyorlar.
" C- Eğer Mehdi acele edip gelse; baş-göz üstüne, hemen gelmeli. "
A: Burada mehdiyi reddetmiyor, gelsin diyor.
"Zira güzel bir zemin müheyya ve mümehhed oldu. Zannettiğiniz gibi çirkin değildir. "
A: Onlar diyor ki, her şey kötü gidiyor. Üstad diyor ki, her şey kötü değil, ona uygun bir zemin hazırlandı artık gelsin diyor.
"Güzel çiçekler, baharda vücudpezir olur. Rahmet-i İlahî şanındandır ki; şu milletin sefaleti, nihayetpezir olsun. "
A: Allah'ın rahmetinde ümit ederiz, milletin sefaleti sona ersin. Dolayısıyla insanın acziyeti, rahmeti celbedecek diyor.
"Bununla beraber kim dese "Zaman bütün berbad oldu", eskisine temayül gösterse; bilmediği halde İslâmiyetin muhalefetinden neş'et eden eski seyyiatı, bazı ecnebilerin zannı gibi İslâmiyete isnad etmektir."
A: Burası çok önemli bir nokta. Ne demek istiyor? Fena oldu, fena oldu deme,k, aslında bir sorumluluktan kaçmak istyior. Kendi eksikliğini, dışarının fenalığıyla izale etmeye çalışıyor.
Yani ben kötüyüm, çünkü etraf kötü diyor. Çok ilginç bir şey vardır. Bir baba, psikiyatrist. İki çocuğu var. İkisine soru soruyor. Baba içkici, alkolik ve kumarbaz. Bir çocuk çok iyi bir durumda, ikincisi çok kötü. Soru: "senin bu hale gelmenin nedeni neydi?". O da diyor ki, benim babam böyle böyleydi, başka nasıl olurdum. Diğeri de aynı cevabı veriyor. Biri kötüyü bahane ediyor, öbürü kötüyü temizlemek için özellikle azimleniyor. Dolayısıyla zaman berbat oldu, demek benim de kötülüğümü hoş görün demektir.
Halbuki zamanın fenalığı senin fenalığını hoş göstermez.
Çok yaygın bir anlayış bu. Herkes yolunu şaşırmış, tüketici olmuş, sefahatte.
İkinci problem, geçmişin devamlılığını isteyen bir anlayış, zamanın kötülüğünü nazara vererek, gelecek olan hürriyetin imkansızlığını vurgulayarak, geçmişe bağlı kalmak istiyor.
Mesela kendisi müstebid bir tavra sahip. Sonra artık hürriyet geldiği zaman, bu zamanda mümkün değil ki, diyor. Aslında kendi tavrını haklılaştırmaya çalışıyor ve bunu İslamiyet’e yüklüyor. Kendi yanlış anlayışını İslam’a mal etmeye çalışıyor.
" S- Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?"
A: Fikirleri karıştıran, hürriyeti takdir etmeyen kimdir?
Çünkü fikir kargaşası çıkartarak, hürriyetin anlamına başka anlamlar yükleyecek. Hangisi İslam, hangisi hürriyet nereden bileceğim, doğrusunun e olduğunu gibi bir soru soruyor. Yani yine sorumluluktan kaçmaya çalışıyor. Bu münazarat, aslında nefsin her bir hilesine karşı üstadın verdiği cevaptır. Her bir soru bir anlayışı temsil ediyor. Burada da bilinemezci bir tavır var.
Mn: Şöyle bir tavır yok mu: Siyasetin doğru bir şekilde yorumlanması?
A: O da var, ama sırf o değil tabi. Daha çok, eski Saidin eserlerini okurken bir takım hatiatlar vardır diye bir ikaz ediyor üstad. Eski saidi okurken bile, yeni Saidin açısından bakın ona. Bu yüzdaen münazaratın birçok yerini kendisi çıkartmıştır.
" C- (*) Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklid hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde, insan milletinden menba'-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cem'iyettir."
A: Hürriyeti reddeden kafa, cehalet ağalığıdır. Kendi ağalık otoritesi kalkacak çünkü. Kime hükmedecek ki? Bunu yap, paranı bana ver. Hürriyeti reddedenler kimlerdir? 1. cehalet ağa. 2. inat efendi. Efendi burada bir konumu var. Özellikle, efendilikten vazgeçmek istemiyor. Burada efendiyle inat arasında çok güzel bir uyum var. 3. garaz bey. Yani inat etmiş kendisi illa da böyle olacak. Kendi anlayışına inat edenler, hür bir zemini istemezler. Hür bir zemin olsa, kendi anlayışı sorgulanacak hale gelecek. Adama garazı var. Garazını istibdat ortamında devam ettiriyor. Hürriyet geldiğinde, belki affetmesi gerekecek, bunu da istemiyor. 4. taklit hazretleri. Çok güzel bir tabir, hürriyeti reddeten mentaliteler. 5. intikam paşa. İntikam düşüncesi içinde olan bir insan, hürriyeti istemez.
Mt: Niye?
A: Hürriyet olsa, cezayı devlet verir. Ama istibdat olunca, sen intikamını almak istiyorsun.
Hürriyet ortamı gelse, devlet cezayı veremeyecek. Onun istediği ceza o değil. Belki kendisi suçlu çıkacak.
H: Hürriyet olmazsa, bir istibdat düzeni bir de yeraltı düzeni olur. Yani mafya düzeni. Mafya olunca, intikam ve garazlar bulunur. Kanun olursa, o yetkileri kullanamaz o adam. Eskiden bir mafya düzeni vardı, şimdi öyle bir şey olmazsa, bu paşalar beyler, efendiler nasıl tahakküm kuracak halka karşı? Bu nedenle, istibdadı istiyorlar.
A: Taklit hazretleri. Taklitte ne vardır? Kişileri cahil bırakıp o cehaletten istifade etmek vardır. İstismar vardır. Taklit devam ettikçe, istismar devam edecektir. Medeniyete baktığımızda hep belli insanları taklit ediyor. Bu taklit kavramı olmasaydı, bir takım kesim nasıl zengin olacaktı? Medeniyetten taklit gelir diyor üstad. Batı medeniyetinin bütün toplumlarda yapmak istediği bu. Kimse akıllı ve sorgulayan olmasını istemiyor, kapitalist medeniyet. İnsanların çoğu taklitle yaşıyor. Eğitimde de ne var? Tamamen taklidi bir eğitim var. Bilim şunu diyor. Sen de bunu kabul edeceksin. Bize aslında taklit öğretiliyor. Birilerinin anlayışını öğreniyoruz daha doğrusu. Sorgulamamız istenmiyor zaten. Sorgularsak, bu sefer yöneticileri sorgulayacağız. Sporundan tutun her yerine gidiyor bu.
O: Üzümü ye bağını sorma anlayışı.
Mn: Asıl olan o değil mi? Medeniyet hep tekrarla kurulmuş.
A: Mösyö gevezenin. Demagoglar. Genon'un çok güzel bir sözü var: "Onlar duman çıkarır, sonra görmediklerinden şikayet ederler." Genon da diyor ki: "Bir hakikati sürekli tekrarlamak yerine, bir yalanı sahiplenmek daha lezzetlidir." O yüzden böyle boş konuşanlar bu yönüyle hürriyeti istemezler.
Bütün bu şeyler, meşvereti incitiyor. İntikam, garez, gevezelik varsa, meşveret edemezsin. Veya inatçı bir anlayışla asla meşveret yapılmaz. Cehalet, inat, garez, taklit, intikam olmayacak ki, meşveretten bereket çıksın.
H: Meşveret deyince. Bu kan davalarına baktığımızda hepsi çok basit şeylerden çıkıyor. Çünkü diyalog yok insanların arasında. Meşveretin önemi burada. Kardeşim senin ne derdin var? Öbürünün ne derdi var? Bunu çözelim.
Mn: Yani cumhuriyetle meşvereti özdeşleştirmiş üstad değil mi?
A: Burada hürriyet kullanılmış.
H: Zaten hürriyetin esası meşveret olduğu için,
Mn: Meşveret kanalıyla hürriyeti destekliyor.
A: Bir toplumda cehalet, inatlaşma, düşmanlık sürüyorsa meşveret olamaz. Bir adama garazın varsa o toplumda meşveret edemezisn.
O: Yani fikir empoze etme var.
Md: Bugünlerde en çok dikkatimi çeken konulardan biri. Meşveret yapabilmek için, bir defa önyargılı olmamak lazım. Önyargılı olmamak gibi ikinci bir husus. Kendini herkesle eşit göreceksin. Üstün görüyorsan, imkanı yok meşveret edemezsin. Veya bir başkasını üstün görüyorsan yine meşveret edemezsin. Taklit etmiş olursun.
A:
"(*): Burada mason ve dönmelerin ve bolşevizmi isteyenlerin cem'iyetinden haber vermek içinde, bir çeyrek asır istibdad-ı mutlakla hükmeden bir hâkimiyeti gaybî ihbar eder."
Çok ilginç. Mason ve dönmelerin cemiyetinden haber vermek içinde. Osmanlıdan sonra gelen yönetime baktığınızda, bütün bu özelliklere sahip insanlar var. Hürriyet akımın bastıran anlayış, yine ittihat ve terakkinin kendisidir. İşte o kesimi nazara veriyor. Çünkü onlar, birinci mecliste baktığınızda sarıklı insanlardan hoşlanmadılar. Teker teker ses çıkaranları garazından intikamında bitirdiler. Birinci meclisteki insanların %5'i yok. Çoğu elimine ediliyor. Bir kısmı da öldürülüyor.
H: İttihat ve Terakki hürriyeti getirdi diye bir şey var. Hatta Abdülhamidin tahtan indirilmesi, Harekat ordusu Jön Türklerin ordusu zaten. Bunlar hürriyeti nasıl bastırmışlar?
A: Aslında bir yönetimin adının değiştirilmesinden başka bir şey değil. Din kökenli bir yönetimi ortadan kaldırıp, daha çok batı eksenli yönetimin ele almasından başka bir şey değil. Mesele dönüşümdür. Bu dönüşümü elde edince, kendi hakimiyetini kurmak için, diğerlerini tamamen reddetmesi lazım. Onlardan aldığı tüm arsaları kendi adamlarına dağıttılar. Burası benim, burası senin dediler. Hürriyeti isteyen adam bunu isteyebilir mi? Buradaki vasıflar, genel yönetimin vasıfları gibi.
Gidiyor bir yere, bakıyor bir ağa. Çok büyük bir gücü var. Adamı öldürüyor. Öte taraftan kendisine, boyun eğebilecek olanlara hiç dokunmuyor. Ona ikramlarda bulunuyor. Dolayısıyla otoritesini güçlendirmeye çalışıyor. Çok büyük bir dönüşüm oldu. Burada dayanacak güçler var: Cehalet ağa, inat, garaz, intikam, taklit. Bütün bunlar semboldür. Bunlarla toplumu susturuyor. Sadece Dersim İsyanında 10000lerce insan öldürülmüş.
H: Burada mason ve dönme ifadesi var. Masonlar, topluma hizmet ediyor görüntüsünde olan ama aslında karanlık amaçları olan insanlar.
Türkiye’de mason locası yok.
A: Eskiden masonluk kötü bir şey değildi. Afganiler falan.
Ab: 1800lerde kuruluyor.
H: Burada tehlike olarak şunu görüyoruz. Osmanlıyla ilgili bir takım çıkarlar Osmanlıyla çatıştı diyelim. Bunlar kardeşlik bağıyla birbirlerine bağlıdır. Hangi tarafı tutarlar?
A: Üstadın çok açık mektupları var. Mesela Haynaum var. Burada gaybi ihbardan kastı, sonraki istibdat dönemini görmeyi kastediyor.
H: Burada üstad 1908 meşrutiyet ilan ediliyor. İnsanlarla konuşuyor.
A: Haşiyeyi sonradan koyuyor. Bu haşiyeyi koyarken, ileride gelecek olan istibdadı görmüş diyor. Haşiye 50lerde yazılmış.
" Benî-beşerde ona intisab eden; bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatına feda etmeyen.. "
Kendisi bir lira zarar etmeye razı edğil. Bunun için topluma 1000 lira zarar vermeye razı olan bir anlayış. Bu zamanda da var. Bu anlayış hürriyeti istemez.
"hem de menfaatını ızrar-ı nâsta gören.. "
Onlar ne kadar zarar ederse, ben o kadar kar ederim diyen bir anlayış.
"hem de müvazenesiz, muhakemesiz mana veren.. "
Olayları yorumlarken, hiçbir ölçüsü olmadan mana veriyor. Cehaleti kastediyor.
"hem de meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde, mağrurane millete ruhunu feda etmek davasında bulunan.."
Adamın içinde bir düşmanlık var, fakat bunu feda edemiyor. Ondan sonra, "vatan için yaptım " diyor. Diyelim ki, bir toplumu aşağılık görüyor ona bir garazı var. Sonra vatan millet sakarya deyip bağırıyor.
H: Zaten eski olaylarda vatan için deyip, insanları uçurum kenarına götüren insanlar var.
A: Adam doğu meselesinin hallolmasını istemiyor, çünkü kendi garazı var.
Md: Karşı taraf için de aynı şey söz konusu.
A: Bir adam hamiyet davası güdüyorsa, bunu garazından mı yapıyor, yoksa samimi mi dikkat etmek lazım. bu adam hürriyeti istemez, çünkü garazının ortaya çıkması mümkün.
" hem de beylik veya tavaif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak manasıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı makul fikirlerde bulunan.. "
A: Mandayı kabul eden, öyle bir cumhuriyet olsun ki, herkes kendi bölgesinin yönetimin ele alsın. Sözde.
"hem de zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan afv ve istiharat-ı umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden herkesin asabına dokundurmakla tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir."
Zulüm görmüş, birilerine karşı kin bağlamış. Özellikle yönetim değişimlerinde bu olur. Hürriyeti ister mi, kendisi geldiğinde, baskı yapmak isteyecek. Aslında hürriyetin gereği nedir? Umumun istirahatı için, affetmektir. Hürriyet bize affetmeyi ve istirahatı umumiyeyi getirecektir. Bunu nefsine yediremiyor, çünkü zulmünün intikamını almak istiyor.
Gördüğü zulümleri nazara vererekten insanlardan destek almaya çalışıyor.
Md: Ben tam anlamadım burayı.
Mn: Tam anlasan zaten şaşardım. Öyle kolay mı? :)
Md: Anlaşılmayacak şeylerle uğraşmaya gerek yok o zaman. :)
Mn: Anlamayı öğrenmek için uğraşacağız.
A: Hürriyet gelince, bundan isteyecekler ki, intikamdan vazgeç. Ama kabul etmiyor. Diğer insanları da kendi arzusuna yönlendirmeye çalışıyor.
İnsanları da hürriyetin aleyhine yönlendirmeye çalışıyor.
Mn: Bu dersi sadece Kürt kavimlerine yapmıyor mu?
A: Herkese söylemek için onları muhatap alıyor.
Mn: Ama bu oradaki insanların çok kolay bir şekilde kandırılabileceğini anlatmak için oluşturduğu bir kitap değil mi?
Md: Sonradan tashih etmiş, bugüne uyarlamış. Mehmet Altan, son konferansta buna bir şerh düştü. Bugünkü zamana da uyarlamak lazım diyor.
A: Evet, herkes için söylüyor. Özellikle Kürt aşiretini uyandırmak için söylüyor. Ama sonra herkese hitap ettiğini düşündüğünden bunu yayınlatıyor.
H: Bir takım insanlar, bu çağda hürriyeti istememek için, hayatlarını verecekler. İnsanlar hür, olsun kendi oylarını kullansın, halk zengin olsun istemiyorlar. Benim beyliğim devam etsin de halk ölsün umurunda değil.
Mn: Münazaratın mentalitesi normal şartlar altında kullanılmaya çok müsait olan Güneydoğu insanların istismar edilmesi hakkında.
Ab: Hocam, Kürtlerin bizden daha kolay kullanılabildiği hakkında neden bir inancınız var?
Ben bugün birine bir şey anlatacaksam, bildiğim insanlara anlatırım.
Mn: Ben kalbimden Kürtlerle ilgili bir olumsuzluk geçirerek bunu söylemedim. Ama Münazaratın, Kürtlere özellikle hitap edilerek yazıldığını duydum.
H: Biraz doğrusu var.
Ab: Tam tersi. adam İstanbul’a geliyor bir işe yarıyor mu? Yaramıyor. Öyleyse, ümit beslediği kendisini anlayan insanlara gidiyor.
Mn: Her yerde ağırlığını koyuyor.
H: Doğuda aşiret reisliğini bizim memlekette görmedim. Doğuda var ama.
A: Mösyö gevezelik nerede Kürtlerde var?
Bu Fransız Kürt değil, herkese konuşuluyor.
Ok: Muhittin Ağbinin bakış açısıyla sen sonucu nereye götürmek istiyorsun?
Mn: Münazarat Güneydoğudaki problemi çözmek için siyaseti doğru bir şekilde yorumlamasıdır.
A: O sırada öyle bir problem yok.
Mn: Hamidiye alayları neden kuruldu o zaman? Bir çok zalimlik olmadı mı? Üstad her yerde ağırlığını koymuş. Önce İstanbuldakilere hitap ediyor. Sonra Kürtlere konuşuyor.
A: Şu cümle:"bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatına feda etmeyen.. " sadece Kürtelere mi hitap ediyor? Herkes için geçerli bir ilke bu.
Md: Doğu insanının zaaflarının hürriyetle giderilebileceğini, orada bir üniversite açılması gerektiğini.
A: Sadece Kürtlere yönelik değil, tüm İslam alemine yönelik bir proje bu.
O: O zamanki doğu ile bugünkü arasında çok farklar var. O zaman sınırlar yoktu. Doğu dediğimiz şey, ta Hindistana kadar dayanıyordu. Medrese kavramı o bölgede çok yoğundu. İslam alemine orası bir geçişti. Ora çok farklı bir coğrafya.
Md: Geçiş olmak bir şey ifade etmez. Geçişin sağlam olması önemli.
O: Unsuriyet fikrini ortadan kaldırıp, İttihadı İslam için uğraşıyor burada.
A: Hatta, Batıdan gelecek olan bir anlayışı, İslam kültürünü pekiştererek, alimlerin eline vermek gibi bir tavır var. Batı akımına karşı, önce ilim müsessesinin içinden geçsin, sonra topluma mal olsun. Asıl maksat olarak da, orada söylüyor. İran, Afganistan tüm müslümanları bir çatı içinde toplayıp, İttihadı İslamı temin etmek maksadıyla, Mısıradaki El Ezherin rolünü üstlenecek bir konuma getirmek.
Ezher, Batıdan gelen akımları hep ilk karşılayan merkez olmuştur.
Mn: Gerçek hürriyetin ne olduğunu Kürtlere anlatıyor. Oradaki bir misyonu yıkıyor. Hamidiye alaylarının başındaki adam ne derse o oluyor. Burada söylemiş olduğu, beyler, ağalar tamamen oradaki feodal sistemle alakalı.
Ab: Feodal sistem bu topraklarda çok uzun zamandır var.
H: Cevap vermekten ziyade soru sormak da çok önemli.
A: Bu şekilde bakarsak, bize hiçbir şey söylemez. Tarihte olmuş bir hadise olarak görürsen, o zaman kitabın kapsamı çok düşer. Gerek yok, öyle bir tahlilin içine girmeye.
Ab: Benim gördüüm kadarıyla o zamanın sosyal ve politik durumnua karşı tam bir uyum var. Bir tarikatlar iki ulema sınıfı. Bu adamları yok ettiler. Böyle olunca, toplumsal düzeni, her şekliyle toplumsal grupların rollerin ve mekanların ıaltüst etti. Bu olay ta 3. Selim zamanından başlıyor. O zaman İttihat ve Terakkiciler bu misyonu devam ettiriyor. Üstad bu oluşumu fark ediyor, gidiyor kendi insanına onlara anlatıyor. Bizi buradan vuracaklar diyor, önlemlerimizi alalım, diyor. Önlemlerimizi alabildik mi? Yok alamadık.
A: Bir de üstad İstanbulda batıdan gelen ciddi bir akımın mahiyetini gördü. Bunun Osmanlıda ciddi bir değişeme sebep olacağını da gördü. Buna karşı toplumu uyandırmak için bir tedbir almaya çalıştı. İlk başladığı yer de kendi toplumu olacaktı.

" S- Neden bunların umumuna fena diyorsun? Halbuki hayırhahımız gibi görünüyorlar."
Burada enfusi bir okuma yapmak lazım. Neden her şeye fena diyorsun. Vatan için, din için. Bunlar sanki bizim iyiliğimiz için yapılıyor. Hepsi ubun iddia ediyor.
"C- Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. "
En kötü insan bile zevk için adam öldürdüm demez.
Ya hak perdesi altında bu intikamını yürütür. O adamların zulmünü nazara veriyor. Etrafı karıştırıyor. Böylece hürriyeti umumiyeyi istemiyor. Hep saldırıyor. Bizim Baykalın yaptığı gibi. Niyeti barış olsun değil, maksat muhalefet etmek.
Bir de yanlışlıkla batılı hak görmüş olabilir. Müfsid iki yönü olabilir: Bir kasıtlı, bir de kasıtsız.
"Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. "
Herkese yaklaşım tarzı o olsun anlamında bu son cümleyi söylüyor. Toplumu uyandırmak teşebbüsü var.
"Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. "
Alın bir düşünün, tartın. Vicdanı umumi genelde yanlış yapmaz. O yüzden bir kafanızda düşünün. Ölçün.
"Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz."
H: Taklitçiliği de bir yandan eleştiriyor.
Mn: Hucurat suresinde, 16. ayette ... diyor. "size fasıklardan biri haber getirince, tetkik etmeden ona inanmayın" diyor.
A: Burada sadece fasık olmasın demiyor yalnız. O ayete bakan bir yönü var. Ama adam bilmeden yapıyor da olabilir.
Önemli olan, gelen fikirleri taklidi bir şekilde almamak. Peygamberden bile gelen sözleri kabul ederken, önce peygamberin doğruluğuna inanmak için vicdanına danışıyorsun. İnsani olan bir fonksiyonu, iradeyi kullanma fonksiyonunu herkesin icra etmesini sitiyyor.

16 Mayıs 2008 Cuma

Munazarat Sayfa 9

Münazarat
Md: Sait Nursi hürriyetçi olmuş. Jön Türklerin hürriyeti desteklemeleriyle birlikte, istibdadı isteyen din adamlarına karşı durmuş. Bu çok önemli bir nokta. Jön Türklerin günahlarını sevmemiş, fakat onlarla ittifak etmiş bu konuda. Kulvar olarak hep farklı bir yerde durmuş.
Bir başka farklı yönü şu: Bulunduğu devrede Jön Türkler günahkar deyip, toplumun aleyhine olacak bir girişime girmemiş. Jön Türklerle birlikte hürriyet bayrağını taşımış.
Bence Sait Nursi’nin çok partili devrede, ... Mesela Halk Partisi zaten şey, ona karşı fikir beyan etmekte çekinmediği gibi, Demokrat partiye karşı da fikir beyan etmiş. Gerçekte hürriyetçi olarak, gayri memnunculuk tarzında tercihleri olmamış. Mutlaka o günkü şartlar içinde tercihe değer olacak noktaları bulmuş ve oradan hareket götürmüş. İnsanların ifrat veya tefrit dediğimiz... Sait Nursi’nin burada önemli bir tavrı mesela Sait Nursi nasıl söyleyeyim, Türkiye’de devrimler yapılırken, devrim yapmaya kalkışmamış. Sait Nursi’nin farkı burada. devrimi içsel olarak o günkü şartların müsaade ettiği nispet içerisinde yapmış. Yani anarşist olmammış. Anarşist denilince genellikle bizde şu anlaşılıyor: Eline silah alan anlamında anlaşılıyor. Ben öyle anlamıyorum. Anarşist hiç memnun olmayan, her şeyden şikayet eden, mutsuz huzursuz, olanlarla mutluluk yolu bulamayan insan bence anarşisttir.
Mt: Karamsarlık gibi?
Md: Karamsarlık veya ümitsizlik.
Veyahut da çok yüksek hayallerde bulunmak. Olmayacak şeyler istemek. Sait Nursi diyor ki, dine zarar gelmesin ne olursa olsun. Soruyorlar. Bu soru ne demektir, yıllarca anlayamadım. Dine zarar gelmesi ne demektir?
Dine zarar gelmesin ne olursa olsun. Gerçekte, çok hoş bir soruymuş gibi görünüyor.
At: Her şeyi feda edip onu muhafaza etmeye çalışıyor.
H: Üstad diyor ya, esas zarar inancımıza gelen zararlardır. Onu içsel olarak yaşayabiliyorsun. İçsel olarak inancımıza bir zarar gelmesin ama maddiyatımıza bir zarar gelebilir kabul görülmüş. Ama toplumsal olarak bu farklı algılanmış.
Md: Bakalım Sait Nursi ne diyor? Lütfen gençler kanaatleriniz benim için çok önemli. Cesaretle söylemeniz, ama bu demek değil ki, söylediğiniz hep doğru olacak. Katılımcılık kastediyoruz burada.
Katılımcılık ayrı bir şey, uzman ve otoriter olmak ayrı bir şey.
Dine zarar olmasın ne olursa olsun. Cevap: "İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez."
"S- Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
C- İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.
Evet şu amud-u nuranî (*), dinin himayetini,
(*): Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.
şehametinin başına, murakabenin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir.
Elhasıl: Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir? Acaba Mamhuran hırsızlarını tövbekâr ve sofi eden şu sır değil midir? Evet ruhları ağlamak istedi, biri bahane oldu ağladılar.
Evet, evet.. neam, neam.. sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.
Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?
Elhasıl: İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beyt-ül ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar."
Şimdi burada, normalde siyasi bir konu konuşuluyor gibi görünüyor. Konuşulduğu devir itibariyle Sultan Abdülhamid şiddetli istibdat ile, hem hilafeti temsil ederek. O saltanatı İttihat ve Terakki yıkmak istiyor. İnsanlar şunu soruyor: Kardeşim, istibdadın her türlüsüne karşıyız, biz hürriyet istiyoruz. diğer insanlar da diyor ki, dine zarar gelmesin gerekirse, bu baskıyla da olsa sağlansın. O günkü tablo o. Buna karşı Sait Nursi diyor ki, İslamiyet güneş gibidir. Diğer paragrafta da bunu çok enteresan bir şekilde anlattı.
Burada padişahların padişahı olan, enteresan bir tablo çizmiş.
" Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak " Kainata Kuranı bir müzik olarak vermiş.
"kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, " Yani padişah yıkılsa bile ulema onu dinliyor.
Sonra o seda, ulemanın kalplerinde yankılanıyor:
"aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî " Burada da Şıh Ali, Allah razı olsun, bu konunun çok üzerinde dururdu. Yani kainatı Allahın bir ayeti olarak görmek, risalei nurun en ince noktalarından biri olarak görürdü.
"ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?" Şimdi o günkü siyasi iktidarın dini temsiliyetiyle, çöküp gitmesinden dolayı insanlar ümitsizliğe kapılıp istibdada sarılma tavrını gösteriyorlardı. Fakat Sait Nursi buna karşı farklı bir tavır olarak, sultanın istibdadına değil, kainattaki Kuranın sedasına ve kainattaki delilleri de bir seda olarak ifade ediyor. Zaten Sait Nursi onu izah eder. Sence Cenabı Hak bir sürü kuşları, ses çıkartanları neden yarattı? Hiç bir işe yaramaz görünüyor. Onlar kainatın maksatı hakikisi olan zikri ilahiyle kainatı musikilendirmek için yaratıldı. Onlar başıboş değil. Hatta daha da ileri gidiyor. Bütün her bir mahluk, onu tesbih etmek için yaratıllmış. İnsanda o tesbihin akordunu sağlamak için.
İşte Sait Nursi’nin farklı tavrı, hep siyasi iktidarlarla olmuş. Bizim arkadaşlarımızın içinde, Hüsnün başı çektiği grup, derler ki, kardeşim siyasetten dini bir beklenti ve hizmet için beklenti içine girmek mantıksızlıktır. Dini hizmet ayrıdır, siyasi hizmet ayrıdır.
H: Biz laik miyiz abi?
Md: Öyle bir şey tarihsel ve geleneksel olarak saltanat ve hilafet aynı anlaşıldığı için, Osmanlının son zamanlarında onun kalkmasını insanlar İslamiyet’in bitmesi olarak algılamışlar.
H: O çok önemli. Dinin bitmesi korkusu, Osmanlının kuruluşundan beri, dinin bekası devletin bekasıyla olur anlayışı hakim. Devlet olmazsa, din olmaz gibi bir inanç. Osmanlıda bu çok hakim. Üstadın demek istediği, dinin bekası ufak tefek memurların haddi değil, Cenabı Hak bu dinin yükselmesi için kainatta trilyonlarca vazifedar memurları var. Özellikle Kuran kainatın her yerini çınlatıyor. Dinin kurulmasını bir çobana bırakırsanız, o çoban da hırsız olursa, ne yapacaksın? Kendin koruyacaksın dinini. Şefkatin içinde aydınlanan Kuranını aydınlattığı nurla hareket edeceksin.
Md: Ben tahmin ediyorum, din o kadar değerli bir şey ki, bu çok emanet edilmeye değil. Hürriyet bundan dolayı Sait Nursi için çok önemli. Çünkü insanlar hürriyetle birlikte sorumluluk duyarlar. Biz de hürriyetin değerini tam anlamıyoruz. Hürriyet sorumluluk almak demektir. Herkesin kendi tartısını kendi tartması demektir. Dışarıdan bir yerden muz alıyordum. Baktım çok iyi. Kaldır bakayım, şu terazinin kilosunu. Yok kaldırmam diyor. Neden kaldırmıyorsun? En basit meyvede böyle olduğu gibi, bu kadar hayati bir konu olan din konusunda bunu bir yere havale etmek,... Dine zarar gelmesin ne olursa olsun, bu tarz, nemelazımcı başkasının üstüne yük atma tarzının dini bir hamiyet değil, ondan kaçmanın bir tarzı olduğunu algılıyorum.
H: Hürriyet sorumluluktur dediniz ya, çok çarpıcı geldi bana. Bazı insanlar hürriyet deyince, nefsi başıboşluk algılıyor. Buradaki sorumluluk kavramı çok iyi oturuyor. Hürriyet kendine düşen vazifeyi, başkasına bırakmayıp bizzat kendin yapmak. Bizim toplumdaki, yaygın kanı, ben özgürüm istediğimi yaparım. Öyle değil. Sorumlusun. Toplumdan sorumlusun, kendinden sorumlusun. Öyle düşününce hürriyetin gerçek vazifesi ortaya çıkıyor. sen ne kendindeki ne toplumdaki hiçbir şeyi tahrip edemezsin çünkü sorumlusun.
Md: Sait Nursi’nin en önemli özelliklerinden bir tanesini ben şöyle görüyorum, Sait Nursi her zaman ayakları yere basan fikirler üretmiş. Ne nemelazımcılık deyip hiçbir şeye karışmama tavrı göstermiş. Diyelim ki, hürriyet taraftarı olarak, burada hürriyet taraftarı olarak, dindarlar şimdi bile Ulu Abdülhamid Han diye överken, bakın Sait Nursi o günkü devri çok farlı anlatıyor. Bunun yanında Sait Nursi’nin Osmanlıya saygısızlık etmediğini de belirtmek isterim.
"Hem de mağlub bîçare bir reise " böyle birine dini emanet etmek, aslında bir nevi kerizlik olur.
H: Tabi Abdülhamit döneminde bir karış toprak bile gitmemiştir Osmanlı döneminde. Burada söylenmek istenen Abdülhamid kötü değil. İnsanın zihnindeki, birine verelim, o götürsün tavrı. İnsanlar salih olursa belki bir derece doğru olur, fakat insanlar kötü olursa bu iş çok kötü.
Md: Sultan Abdülhamid iyi niyetliydi, ama tercihleri yanlıştı. Mesela istibdadı bir çözüm olarak almış. Mesela doğuya eğitim götüreceğine, oraya paralı askerlik sistemi getirmiş. Fakat bakın o günkü siyasete Sait Nursi’nin bakış tarzı.
"Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere " Bakın hem devlet memurlarının bir kısmına yağcı diyor veya askerlerin bir kısmının mantıksız olduğunu söylüyor. "itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz."
Tekrarlayayım: yani insanların kalplerindeki şefkati imaniyenin. Efkarı amme, buna bugün kamuoyu. Mesela kamuoyu, şöyle bir şey. En dinsiz de olsa, Türkiye’de bugün dine karşı konuşmama tarzı hakimdir kamuoyunda. Dini karıştırmayalım, derken din mukaddes ve saygıdeğer bir şeydir. Herkesin kalbindeki şefkati imaniye. İnsanların içinde din hissinden ve fıtri yaratılış istinad noktası olan dolayısıyla, dine ihtiyaç her halükarda lazım olan, o dini hissiyatı insanlarda var. Bunu örtüp bir kişiden beklemek yerine bu insanların hissiyatını geliştirmek lazım diyor.
H: Burada önemli olan, Cenabı Hakkın insanlara gönderdiği o ışıkların birleşip bir arada bir kolon oluşturması. Yani tek tek kiriş kolonlar yerine, bir tane büyük birleşilmiş bir kolon oluşturup, o direkle onu muhafaza etmek.
Md: Burada Sait Nursi amudu nurani diyor, sağduyu olabilir. İslamiyetin hakikatleri, insanlardaki cibilli taraftarlık gibi kavramlar.
" Evet şu amud-u nuranî (*), dinin himayetini,
(*): Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.
şehametinin başına, murakabenin gözüne, [bunlar hürriyeti gösteriyor] hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir." Niye padişahınki değil de dini hakkınkı şiddetlidir. Kardeşim öbür tarafta nefis giriyor. Hüsnü zengin olsa, öbür adam diyor ki, sakal bıraktı, onun için zengin oldu. Orada insanlar dışarıdan baktıkları zaman, dini hak seyfi kılıç derken, dinin kendi hakikati parlak bir hakikat ve nur. Birçok kimse, şeriatın bir çok hükümlerine de itiraz ediyorlar. Mesela taaddüdü ezvac gibi. Onun için Sait Nursinin siyasete bakışı, siyaseti kurtarıcı olarak görmemiş, ama bulunduğu şartların gerekçesi olarak da siyasetten hiç kaçmamış. Siyasete karışma imkanı olmayan bir yerde de lüzumsuz konuşmamış.
Mn: Siyasete karışmış bence. Demokrat Parti döneminde herkes gizli oy verirken çok açık bir şekilde Demokrat Parti için oy kullanmıştır. Mesela Demokrat Partinin sandığı hangisidir sözü var. Açıkça herkesin gözü önünde oy vermiştir.
Md: Bunda tereddüt etmiyoruz. Diğer milletin partiden beklentileri Sait Nurside yoktur. Bilakis onun en önemli özelliği gerçekçi insan olmasıdır. burada herkes en zor şartlarda Abdülahmidin yanında yer alırken, Sait Nursi din adına İttihatçıların yanında olmuştur görünüm itibarıyla.
Mn: orada DP'ye oy vermesi açısından şöyle bir nokta var. Milletin kafasından karışıklığı silmek içindir. Tam olarak CHP'ye karşı olduğunu göstermek gibi. Fakat öbür tarafta hakkın yanında yer almak için istibdada karşı olmuştur.
Md: Evet tercihini yapmıştır, ona bir şey demiyoruz. Abdülhamide karşı tavrını da belirtmiştir. Fakat bunu belirtirken, siyasi iktidardan dini bir beklenti için tercih yapmamıştır.
Mn: Peki o zaman Bediüzzzaman neden hürriyetçidir? Ben hep onu soruyorum. Neden hürriyetçi? Neden hürriyet gerekli?
Y: İslam özgür ortamlarda yayılan bir din.
Mn:
Md: Soru çok güzel.
Y: Müslümanlar ABD veya Avrupada neden rahat edip de Arabistanda ve Türkiyede rahat edemiyorlar. Burada yöneticiler bizden fakat hristiyan memleketinde daha rahat. Çünkü orada özgürlükv var. Çünkü İslam iddialı. Herhangi bir konuda rahat bir şekilde konuşulduğunda karşı tarafı ikna eden bir tavrı var.
Mn: Aslında Bediüzzamanın hürriyetçiliğinin yanında dinin inkişafı var.
O: Padişahtan özgürlük beklentisi de onun içindir zaten. Tek davası dinin inkişafına toprağın müsait olmasıdır.
Md: Neden hürriyetçi ve hürriyet olursa ne olur?
"Elhasıl: Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. "
Siz kendi koyunlarınıza kendiniz sahip çıkınız. Hürriyeti bu şekilde anlatıyor. hürriyet sorumluluk almak demektir. Herkesin sahip çıktığı.
At: Çok temel bir şey olacak ama, insanların böyle bir soruyu neden yüzyıllarca sorudğunu. Kuranda zaten Allah onu muhafaza edeceğini çok açık söylemiyor mu? Dinin muhafazası zaten bir grup insana bırakacak bir iş değil. Burayı bu ayetin tefsiri olarak mı okumak lazım?
Md: Şu kadarını diyeyim size: Türkiyedeki siyasi iktidarın dine karşı yakınlığı çerçevesinde insanlar bununla bir çok şeyin gelişeceğini düşünüyorlar. Arkadaş bakıyorum arka plana, ya kardeşim hiç din konuşulmuyor toplumda. Rey vermeyenlerin hepsinin dedikleri şu: Kardeşim, adam bir geçit yapıyor, yine çalıyorlar diyor. Başörtüyle götürüyorlar parayı. Ya kardeşim vallahi insanların yıllarca geçit diye anamız ağladı. Sanki hiç çile çekmemiş gibi, ooo diyor abicim başörtüsüne parayı doldurup götürüyorlar. Yani iktidar insanların maddi beklentilerinden dolayı, insanlar o manevi hizmetleri görmüyorlar. Çok tarafgirlik oluyor. Ben de başbakan olsam, vallahi zor iş, kıvırmamak.
O: Abi yoksa cemaatten dua mı istiyorsun ? :)
Mn: Cemaatin siyaset için duası yok.
H: Allah taahhüt etmiş dini korumak vazifesine dair. İnsanda şöyle bir endişe var: Kendi inancını kaybetmek gibi bir tehlike var. Kendisininkini kaybederken, bütün cemaatlerin de dini kaybetmesi tehlikesini düşünüyor. Bunun olmaması için, eli sopalı kuvvetli birinin bunu muhafaza etmesi lazım. Bu biraz taklitçi bir zihniyet ama avamın düşüncesi bu.
At: Kişinin kendi dini için tasalanması belki normal. Fakat dinin özünün muhafazası, Allah taahhüt etmiş. İnsanların başkasından bir şey beklemis?
Md: Ben şunu söyleyeyim: İmam hatipliyim. Kardeşim, eskiden vatan millet kurtaracağız diye düşünüyorduk. Şimdi parsayı nasıl toplayacağız. O insanları kötülemek için değil, eskiden dini hamiyet için düşünürken, neyi nasıl çarparız diye düşünmeye başlıyorlar.
H: Eskiden dinin bekası devletin bekasından geçer diye düşünürdü. Şimdi bizim başımıza geçsin de biz de nasiplenelim, düşüncesi var. Esas olan ekonomimizi yükseltsin.
At: Allah muhafaza edecek, ama nasıl muhafaza edecek dini? Üstad hiç o ayete değinmiyor.
Md:
"İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beyt-ül ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar."
Korkak insanlar, yani özgüven hissetmeyen insan ne yapar? Korkar. O zaman başka bir yerden medet dilemeye başlar. Dolayısıyla dini konulardaki korku, bundan kaynaklanmayacak diyor.
Aynı zamanda dinden korkmamak için, aslında her bir konuda, kendinde özgüven oluşturacak gayret ve faaliyette bulunmalı. Nasıl ki, şoförlükte kullandıkça kendine güveni gelir.
Özgüveni kazanmanın tek çaresi de şurası: Dünya bir cambazın ipte yürümesi gibidir. Yani her an parmağının ucuyla gider, hiçbir zaman tam basmaz. Her an aşağı düşme ihtimali vardır. Bunu anladıktan sonra insan özgüvenini kazanır.
H: Örümcek ağı diyor ya. Evlerin en çürüğü örümceğin evidir diyor Kuranda. Burada da bu tabiri kullanması, en çürük evlere girecek. Bir başkasına senin adına yapacağına güvendiğin zaman, en çürük yere dayanmış oluyorsun. Onun yerine en sağlam olan, Allah'ın direğidir.
A: Çürüklük kaypaklıktan kaynaklanmıyor. İnsan acizdir, o anlamda anlaşılmalı. Kalıcı değildir manasında.
H: Osmanlıdan bahsettik ya, padişahlar çok güçlü görünüyor. Fakat belirli bir dönemden itibaren, arkasındaki şeyler giderek oyuluyor. Allah insanlara o silsilede göstermiş. Senin güvendiğin şey, bir gün yıkılabilir. İnsanlar yüzyıllarca Muaviyeden beri devletin bekası ile dinin bekası özdeşleşmiş olduğu için, o zihniyet orada hakim durumda. Ama üstad şunu görebilmiş: Hürriyetin ne kadar önemli oludğunu görebilmiş. İnsanlar ne kadar sakat olsa da uyusa da sorumsuzluk yapsa da, biz kendi canımızı koruyabiliriz. Allah'ın vergisi.
O: Bir de din umumun malıdır. Birkaç kişiye hasredilmemeli.
H: Burada çok büyük bir ders var. Dünya çapında bu kadar hürriyetçi bir düzen yok. Cenabı Hakkın dini dünyada hakim olacak ya, ben buna inanıyorum. Kim ne derse desin bu din hakim olacak. Hz. Hasanın bıraktığı hilafet dünya yüzeyinde herkesi kapsayacak şekilde yeniden hakim olacak.
Y: Dinin hakim olması, insanların özgürleşmesi. Yani vahye açık hale gelmesi. Kabul eder etmez, ama bir engel olmayacak.
İslamın hakim olmasını anlarken, biz bazen fethetme devletin büyümesi anlamında anlıyoruz. Buradaki temel amaç, bir bölegeye müslümanların gitmesi, o insanlara tebliği ulaştırmak yoksa yönetmek vergiye bağlamak hükmetmek değil..
H: Zaten fetih, açmak anlamına gelir. Yani Allahla vahiyle arasındaki perdeyi açıyorsun. Hükümdarlar toplumu tamamen dışarı karşı kapalı tuttukları için. Onlar vahiyle toplumun arasındaki perdeyi tutuyordu.
A: Zaten İran fethedilmeden önce insanlar İslama girmişti.
Y: Osmanlıda Macaristan halk hristiyan, fakat devlet müslüman.
A: 400 sene hakimiyetimizde kaldılar, nasıl da adamlara İslamiyeti anlatamadık.
Mn: Devletin istibdadı. Çok farklı yönleri var. Hz. Ömer döneminde İran İmparatorluğuna döneminde son veriliyor. hz. Hasan da imparatorun kızlarından bir tanesi zevce olarak teklif ediliyor. Peygamber efendimizin döneminde fethedilen ülkelerin yöneticilerinin hanımlarını ... Tam tepeden tebliğ yapılıyor. Osmanlıda bu konu geri bırakılıyor. Yani insanlara anlatılmıyor.
A: Sadece Osmanlıda değil, saltanatla birlikte başlıyor.
Mn: Zaten o devir kapanıyor ki, şu anda burada bulunuyorsak, Hz. Hasanın çekirdekleri koymuş. Nurcular vazifesini yaparsa, o vazife tüm dünyada hakim ollmsanıa gerek yok, şurada bu mesele konuşuluyorsa iman hhizmetleri, bu iş yapılıyor, halifelik devam ediyor demektir.
Y: Kafamızda hep bir devleti ele geçirme, bunlar amaç değil. Hz. Yunus, kimse müslüman olmuyor, kızıyor çekip gidiyor. ama senin görevin bu değil ki.
Md: Burada bir kurgu anlatacağım. Bu benim anlama şeklim, doğru değil.
Türkler nasıl müslüman olmuş? Abi Emeviler ve Abbasiler arasında mücadele var. Padişahlar, zevk içinde bir hayat yaşıyor. Halktan uzaklaşıyorlar. Sarayları şehrin dışına kuruyorlar. Şamda Hafız Esadın sarayı, şehirden ayrı bir vadi. Bu sefer saraylara muhafız getirelim diyorlar. Halktan getirseler, halk tiksiniyor. Bunun üzerine, sarayda halktan bizi koruyacak, palabıyıklı, gözüpek adam aramaya başlıyor. Abi arıyorlar tarıyorlar, buluyorlar bir millet. Kahraman mı kahraman...
Y: Bu gerçek değil mi anlattığınız :)
Md: Bir müddet sonra, abi saraya geliyor bunlar. Saray padişah para ve pul veriyor. Bakıyorlar, ezan okunuyor, namaz kılınıyor. Bir padişaha bakıyor bir halka bakıyor. Bunların da kahramanlık var ya özünde. Başlıyorlar, camiye gitmeye. Bu sefer muhafız olarak gelenler başlıyorlar, müslüman oluyorlar.
Kurgu bir yana. Sultanlar milletin hizmetçisi olacağı yerde, onlara hükmetmeye istibdat kurmaya başlıyorlar.
Mn: Bir padişah geliyor,

9 Mayıs 2008 Cuma

Onyedinci Lema Yedinci Nota

Onyedinci Lema

---
" YEDİNCİ NOTA: Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden bedbaht hamiyet-füruş! "
A: Geçen hafta bir konuşma olmuştu. Hep bir tarafa doğru ağırlık bastığı için, diğer taraf ifrat gibi görünüyor. dünyaya sevk eden o kadar çok ki, o yüzden dünyadan biraz soğukluk veren hemen ifrat gibi algılanıyor. Dengeler öyle ki, herkes dünyaya sevkediyor. O yüzden ahirete biraz fazla vurgu yapmak ifrat olmaz tarzında konuşmuştuk. Burası buna güzel bir örnek oluyor.
"Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! "
A: Batı felsefesi, duyusal olmayan, olgusal olmayan hiçbir şeyi hakikat olarak almıyor. Pozitivizm denilen şey odur.
H: Bu önermeden böyle bir sonuç mu çıkar?
A: Yok değil. Ama batı mentalitesi bunu öne çıkarmış.
H: Bence burada cebir önemli.
A: Nereye sevk ediyor o önemli.
H: sanat ve terakkiyatın kendisi etken olarak gözükmüyor gibi. Etken olan cebir ile yapılması.

Mt: Terakkiyat ve sanat olumlu anlamlar sahip kelimeler.
A: Yok, üstad başka bir yerde terakki fikrinin aslında tedenni olduğunu söylüyor.
H: Terakkiyat kötü bir şey değil, sorun cebir olması.
A: Üstada diyorlar, sen bir zamanlar terakkiyata çok önem verirdin, şimdi niye tersine gidiyorsun diye soruyorlar. O diyor ki, bütün dalaletin fen ve felsefeden geldiğini söylüyor. Burası bence önemli. Sanat ve terakkiyatı ecnebiyenin kendisinde bir problem var. Çünkü tamamen yatay ilişkilerde ortaya çıkmış. Seni ahiretten alıkoyup dünyevi düşünmeye sevk ediyor.
Z: Bence burayı dünyaya teşvik ile bağlamak lazım. Sanatı bunun için kullanırsan, kötü bir şey olur.
A: Zaten sanatı ecnebiye dünyevi bir amaçla ortaya çıkıyor.
Z: Fakat üstadın, üç düşmanı: cehalet, sefalet ve husumet. Dolayısıyla üstad sanatın kendisine düşman değil aslında.
Md: Birinci notayı baştan sona bir okuyalım, sonra bağlantılarını hep düşünelim. Sonra her şey serbest.
A: Tamam. Baştan bir okuyalım.
" YEDİNCİ NOTA: Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san'at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden bedbaht hamiyet-füruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! Eğer böyle ahmakane körükörüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünki mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde "Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var" diye usûl-i Şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fâsık merdud-üş şehadettir, çünki haindir.
Ey bedbaht fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve "Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir" deme! Çünki fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, sâlih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki, el'iyazü billah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın.
Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki, "Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahud düşünmüyorlar ki, fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar; tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar." Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünki mü'minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir. °h¬,@«'ö°`¬=@«'ö­l<¬h«E²7«!ödurub-u emsal hükmüne geçmiştir. Evet insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre mikdar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun.
Âyâ zanneder misin; bu milletin fakr-ı hali, dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tenbellikten neş'et ediyor. Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind'deki Mecusi ve Berahime ve Afrika'daki zenciler gibi, Avrupa'nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor. Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat'iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir. İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesaîlerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur."

A: Türkiye’de genelde Avrupailik genelde dinden uzaklaşma olarak anlaşılmış. Burada o bağlamda inceliyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde çağdaş medeniyet sözüne girenler hep dinden uzaklaşmışlar. Züht, bir lokma bir hırka fikrinin bizi gerilettiği çok söylendi. Batıyı eleştirmekten ziyade maksat, batılılaşma eğiliminin toplum üzerindeki dinden uzaklaşma eğilimine bir ikaz ortaya koyuyor.
H: Bu biraz siyasi bir beyan gibi. Türkiye'de de yaşamamış bir insan bunu pek anlayamayabilir.
A: Doğu toplumlarının çoğunda yaşanmış.
H: İttihat ve Terakki, bizde ilk başta çok büyük bir umut olarak görünmüş. Ama adam terakki fikrinin altına gizlenip toplumun tamamıyla dinden uzaklaştırıp, batının sadece şekli özelliklerini almak şeklinde uygulanmış. Devrimlere bakarsan mesela şapka devrimi biraz öyle.
A: Batılılaşma menfi manada anlaşılmış, dinden uzaklaşma anlamında kullanılmış.
"Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! "
Anarşizmin kaynağı doğu toplumunun dinden uzaklaşmasıyla ortaya çıkıyor. Doğu toplumunu itaatkar yapan dindir. Batı toplumunda menfaatleri icabı pragma tik düşünerek bir sistem kurabiliyorlar. Fakat doğu toplumunda hissiyat galip durumda olduğundan, din onları dizginliyor. O yüzden üstad sürekli bunun sonucunun anarşizme gideceğini söylüyor. kutsal olan her şeyi ortadan kaldırdıktan sonra herkes beniyle konuşacak. O benler mutlaka çatışacaktır. Genon da aynısını söylüyor. Dinin ortadan kalkması, savaştan bile büyük bir musibettir, çünkü belirli bir alana sınırlanmamıştır.
"Eğer böyle ahmakane körükörüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. "
Yani içtimai hayatı zehirleyecekler.
"Çünki mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. "
Mürted önce hayatını bir ilkeye bağlıyor, yani dinle. Dinle irtibatını kopardıktan sonra artık hiçbir kuralla sınırlanmayacaktır. Batı toplumu gibi değil. Doğuda insan haklarının ihlallerini engelleyen en önemli şey dindir. O yüzden mürted hiçbir kuralı tanımaz. Çünkü onun kurallara ittiba ettiren bağı din bağıdır. Mesela İslam toplumunda Hıristiyanların yaşaması caizdir. Kendi kuralları içerisinde zımni olarak yaşayabilirler. Yahudiler ve ilahi dinlere bağlı her toplum yaşayabilir. Ama kuralı olmayan anarşist ruhlu bir insanın İslam toplumunda yeri yoktur.
Mt: Neden böyle? Bu benim pek anlayamadığım bir ilke.
Mn: İlk defa bu hükmü veren Hz. Ebubekir'dir.
A: Hz. Ömer de o uygulamayı kaldırmıştır.
Orada önemli olan Allah'ı tanıyan bütün hakkın Allah'tan olduğunu bilen sonra bu hukuku inkar eden bir insan bir daha hangi hakkı tanıyabilir?
Mt: O zaman çok bilgili ve alim bir insan için bu geçerli olur, avam için geçerli olmaz.
Mn: Mürtedin kesinlikle hayatı hakkı yoktur.
H: Toplumda zehir olma. İslam bir güneş gibidir. O güneş söndüğü zaman hiçbir ışık kalmaz. Ama Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte küçük ışıklar olduğundan, bir ışık sönse diğer ışıklar yanmaya devam edebilir. Müslüman kimliği bile olsa adamın, dini tam anlamıyla öğrenemediği zaman anarşizm gibi bir yola girebiliyor.
A: Devleti tanımıyorsun sen. Bu devletin bir ferdiyken, hiçbir kuralı kestin,
H: Vücuttan örnek verelim. Vücut sağlıklı güzel çalışıyor. Vücudun içindeki kanser hücresi vücudun içinden çıkıyor. O kanser hücresi, orada durmuyor. Diğer hücreleri de kansere dönüştürmesi. Dönüştürdükçe, bütün hücreleri kendine benzetiyor. Bu bunun gibi bir şey. Diğer insanların da hem devlete karşı hem Allah'a karşı düşman hale geliyor.
Mn: Mürted kelimesi, açıkça dinsizliği işmam edecek meydan okuma tavrına giriyor. Sen şahsi olarak açığa vurmadığın sürece senin kimse mürted olduğunu söyleyemez. O zaman münafık olur
...
Z:
A:...
Mt: Bu kural, düşünce özgürlüğünü kısıtlar.
...
O: Bu sosyal olgular, değişebilen şeylerdir. Hayat hakkı tanınmaması ifadesiyle, öldürülmesi ifadesi kafama yatmadı benim de. İslam hodri meydan der. Dileyen ona rakip çıkabilir.
A: Oktay bey, fikirleri kabul etmeyen anlamında değil, vicdanı ölmüş diyor. Vicdanı ölmüş insan, hiçbir fikri benimsemez, hürmet de etmez. İslam toplumu ...
O: Salman Rüşdinin öldürülme fetvası?
A: O başka.
O: Biz buğzetmişizdir, fakat Humeyni onun öldürülmesi fetvasını vermiştir. İslam'dan soğuyan, bir sürü insan olmuş.
Z: İdam cezasından dolayı da insanlar İslam’dan soğuyor.
A: Ebu Hanife döneminde adam geliyor peygamber olduğunu iddia ediyor. Bizzat Hz. Alinin mecnun diye dokunmuyorlar. Bir dinsiz geliyor, ateizmi yaymaya çalışıyor, kimse onu susturamıyor. Ama ne zaman Ebu Hanife'yle münakaşası sonucunda mağlup oluyor. Sonra onu kovuyorlar.
Md: Ben bir şey sorayım. Benim kafamda olan, şu var. Üstad normalde mutedil adamdır. ama kardeşim ne alakası var burada. Masum bir dünyaya çalışmakla, mürted olmanın ne alakası var? Ben bunu anlamıyorum.
Z: Güneydoğu bunun örneğidir. Eskiden Osmanlıya bağlıyken, dinsizlik ne zamanki ortaya çıkmış. Şimdi pek büyük bir fitne çıkmış.
Md: Hiç alakası yok, daha önce de Osmanlıya bağlı diye bir şey yok. Aksi kanaatler var. Hürriyet olmadığı için, istibdadın neticeleri olarak bulanıklık çıkacağı iddiaları var.
Z: Ben burayı okuyunca, direkt orası geliyor.
Md: Soruyu iyi soralım. Konunun başlangıcı neyle alakalı? Dünyaya teşvik eder. Dünyaya teşvik etmek ne demektir? Aş demek, iş demek. Terakkiyatı ecnebiye yönlendirmek diyor. Terakkiyatı ecnebiyeden ne anlıyoruz?
A: Din ile irtibatın kopması.
Md: O ip nasıl kopuyor da adam mürted oluyor?
H: İttihat ve terakkiden beri terakkiyat diye yutturulan, dinden koparılma hadisesi. Din sizi geri bıraktı. Şuraya gidin şunu yapın, denmiyor mu?
Md: Şu noktanın hatırlanması lazım, bence. Batının fenni ikiye ayrılır: biri felsefesidir, diğeri teknik. Felsefesi ne demek? Avrupa’nın terakkisi ne demek? Makine kullanmadan mı iş yapacağız?
H: Reşit öyle bir şey söylemedi.
Md: Ben söyledi demedim zaten. Nasıl uzaklaşıyor? Adım adım gidelim. Arabaya binmeden giden adam varsa, çıksın karşıma. Karpuzu bile teknolojik bir aletle kesiyoruz. Sait Nursi'de benim algıladığım kadarıyla, teknoloji düşmanlığı yok. Ama ecnebi hastalığı var, o ne? Ecnebi hastalığı diyelim. Terakkiyatı ecnebiye diyor. Terakkiyatı ecnebiyeyi açabiliriz bence. Avrupa ikidirle beraber yorumlarsak, kıblesini tamamen dünyaya yönlendiren, sadece dünyevi amacı hedef ve maksat edinen, dünyadan başka maksat edinmeyen.
Altunizade'de bir sinemaya gitmiştik bir arkadaşla. Adam çalışıyor çok başarılı oluyor. Bize konferanslar verir misiniz diyorlar. Gidiyor kurs veriyor. Şöyle şöyle yapacaksınız. Bir maddeye geliyor duraksıyor. Aile hayatınızda mutlu olacaksınız, seveceksiniz çocuklarınızı . Birden buz kesiliyor. Orada mutsuz olduğunu, çoluk çocuğuyla ilgilenmediğini fark ediyor. Semineri terk ediyor. Eve gidiyor. Evde kimse kalmamış, herkes gitmiş. Sonra şirketi bırakıyor, ömrünü o yuvayı kazanmak için harcıyor. Oradaki şeyde çok sarsılmıştık asker arkadaşıyla. Adam zirveye gelmiş. Ama onlar artık tatmin etmiyor. Orada her şeyi bırakabiliyor. Ecnebi şeyi, her şeyi bırakarak, tapınırcasına hedef olarak dünyayı koymak kıble. Onu yapmazsak, o kadar empoze ediyor ki onu. Bir din tarzı haline geliyor. Diğer taraftan bir geri alacağım. İslamiyetten vaktinde kalkmayı, rızık peşinde koşmayı, ehline sadaka vermeyi tavsiye ediyor. İslamın içerisinde dünya düşmanlığı yok ki zaten. Niye İslam'ı bırakın da dünyaya sarılın dediğiniz zaman, düpedüz bir reddetme tavrı oluyor. Çünkü İslamın gerçeğinde dünyadan kopma tavrı yok. Çalış Allah için çalış, Onun Rezzak ismini böylece gör. İstediğin kadar çalış, daha çok hayır yapabilirsin. İslamın gerçekliğinde olmayan bir şeyi İslam'a yükleyerek yaymak neden kaynaklanır? Dini reddetmek tavrından kaynaklanır.
A: İslam senin hayatında her bir fiilin arkasında etken İslam. Niye din için çalışıyorsun? Allah emrettiği için çalışıyorsun. Allah'la olan ilişkisini kestiğin zaman müslümanın hiçbir amacı kalmıyor. Senin kalbinde iyilik var. Kim diyor bunu? Allah diyor. Sen Allah'la ilişkini kestiğin zaman iyilik yapma özelliğini kaybediyorsun. Yoksa seni dünyaya çalışmaktan engellemiyor ki. Fakat dünyada çalışırken Allah için çalışmak vardı. Dünyaya teşvik etmekteki esas amaç, benim yaptığım fiili değiştirmek değil, Allah’la olan irtibatımı kesmeye çalışmak. O zaman da benim yaptığım fiilin anlamını kaybettireceksin. Dünyaya bağlayan rabıtayı kaybedeceğim, hayat anlamsız olacak, anarşist olacağım. İslam’la ilişkisi bozulan her bir toplum, bozulmuştur. Doğuda İslam’la ilişkisi kesildikçe, anarşist olmuştur insanlar.
"Ey bedbaht fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve "Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir" deme! Çünki fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, sâlih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki, el'iyazü billah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın."
İttihat ve Terakkinin rabıtası dinden kopunca ne oldu? Zehir oldular, bütün müslümanların hayatını bozmayı amaç haline getirdiler. Bir yerde bir adam yanlış yaptılar diye bir sürü insan asıldı.
Md: Onlar ayrı bir konu.
A:
"Ey bedbaht fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve "Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir" deme! Çünki fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzât taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, sâlih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki, el'iyazü billah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın."
Bazı çocuklar vardır, öldürmekten zevk alıyor. Sürekli bilgisayara basa basa, hayvana işkence etmekten zevk alıyor. Hiç merhamet denen kavram kalmamış. İşte mürted bu.
H: Yılan veya akrep gibi şeyleri öldürmek caizdir, hatta tavsiye edilir. Çünkü yılan hiç sokmamış beni bırakamazsın, potansiyel olarak zehirli bir hayvandır. Dünyevi bir hayattan uhrevi bir hayata çevirirsen orada anlaşılabilir.
A:
" Ey divane baş ve bozuk kalb! Zanneder misin ki, "Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahud düşünmüyorlar ki, fakr-ı hale düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar; tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar." Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünki mü'minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir. °h¬,@«'ö°`¬=@«'ö­l<¬h«E²7«!ödurub-u emsal hükmüne geçmiştir. Evet insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre mikdar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun."
Müslümanların fakirlikleri dünyayı düşünmemekten dolayı değil. Hırs şiddetlenmiş. İnsan yetinmiyor. Batı medeniyeti eşyayı çoğaltıyor, ona olan meyli de artırıyor. Ama senin ihtiyacını karşılamıyor.
Md: Sanayi uzun zaman gerektiren bir şeydir. Bir firmanın oturması en az 10 yılda olur. Bizim Türkler bir firmayı hemen bir senede geliştirmeye çalışıyor. Hırs göstermezseniz bunlar olabilir.
A: Bu zamanda insanları Ahirete teşvik edenler azaldığı için, onları susturmak değil destek vermek gerekiyor.
" Âyâ zanneder misin; bu milletin fakr-ı hali, dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tenbellikten neş'et ediyor. Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind'deki Mecusi ve Berahime ve Afrika'daki zenciler gibi, Avrupa'nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor. Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız,"
A: Gerçekten öyle olmuş. Avrupa’nın girdiği her yer kurumuş. Özellikle Afrika.
H: Araştırsanız Afrikalıların iç savaşlarındaki tüm fitneler Avrupalılardır.
Md: Müspet olarak katkıda bulunmuyor demeli.
A: Yok ya sömürmüş. British Museum'a gidin. Şu apartman büyüklüğünde sütunları Afrika’dan getirmişler. Her şeyi almışlar, ne varsa.
Bağdat kütüphanesini yağmalamışlar ilk başta Irak’ı işgal ettiklerinde.
H: İlk önce tarihi eserlerle kütüphaneleri yok ediyorlar. Avrupa'da da öyle. Endülüs’te. Kendilerinin haricindeki insanların gelişmesini istemiyorlar.
Z: Abi Hong Kong örneği farklı bir örnek midir? İngiltere’ye bağlı ama çok gelişmiş bir yer.
H: Hiç farkı yok ki, orası uyuşturucunun merkezi.
Md: Siyasi bir şey.
A:
"Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor."
Gidin bütün Arap ülkelerine, her birinin başında bir diktatör var. Hepsinde, istisnasız. Onları Avrupa yapıyor. Bir ülkenin bütün serveti bir adama kalmış.

"Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat'iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir. "
Bir stadyuma müslümanların bir sempozyumu oluyor. Hiç kargaşa olmadan 10000 insan girip çıkabiliyor. Futbol maçlarına bak. Bir hafta önceden kargaşa oluyor. Ötekinde polise bile gerek yok.
"İşte bu esaslara binaen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesaîlerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur."
Mesailerin tanzimi, emniyetin tesisi ve teavün düsturunun kolaylaştırılması neye bağlıymış? Dinin kudsi emirleriyle ve takva ile sağlanır.

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Yirmidokuzuncu Mektub Dokuzuncu Kisim

Telvihat-ı Tis'a
(ayet)
[Şu kısım, turuk-u velayet hakkında olup "Dokuz Telvih"tir.]
A: Bu kısım velayet yolları hakkındadır.
" BİRİNCİ TELVİH: "Tasavvuf", "tarîkat", "velayet", "seyr ü sülûk" namları altında şirin, nuranî, neş'eli, ruhanî bir hakikat-ı kudsiye vardır ki; o hakikat-ı kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cild kitab ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikatı ümmete ve bize söylemişler. (ayet), o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.
"
A: Tarikat mevzusunda birçok kitap yazılmış. Bu zamanın durumuna uygun bir şekilde tarikatla ilgili söyleyeceklerini anlatacak şimdi.
B: Dokuz tane telvih deniyor burada. Yazdıktan sonra mı bunları söylüyor, yoksa yazmadan önce mi? Çünkü üstad hazretleri kafamda düşündüğüm gibiyse, dokuz sayısının bile bir anlamı olmalı.
A: Kesinlikle, üstad Kuranı okuduktan sonra bir şablon oluşturmuş, vakti geldikçe, onları oturtuyor. Kurandan almış olduğu bir şema var. Onu bu zamanın uygun bir şekilde takdim ediyor. Risalelelirn sayısının 33 olması, hepsinin sözlerden çıkmasının bir anlamı var tabi ki.
" Sual: Tarîkat nedir?
Elcevab: Tarîkatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mi'rac-ı Ahmedî'nin (A.S.M.) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, zevkî, halî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye mazhariyet; "tarîkat", "tasavvuf" namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemal-i beşerîdir."
A: Tarikatın maksadı neymiş? Marifet ve inkişafı hakaiki imaniye. İman hakikatlerinin ortaya çıkması. Muhammed Asm.'ın insaniyeten terakkisinin bir emaresidir, kendisi o yolu açmış. Sonra tüm insanlık o yolda terakki ediyor. Tarikatlar da onun gölgesindedir, onun gösterdiği düsturlarla, prensiplerle o seyrü suluku takip ediyorlar. "kalp ayağıyla" burası çok önemli. Tarikatta kalp ayağıyla gidiliyor. Bu ne demek? Hakikate giden mesleklerin üç ayağı olduğunu söylüyor: Nefis, akıl ve kalp. Bu mesleklerin hr birininin kullandığı aletler var. Tarikat 24. sözde akli meslekler arasında konuludğu halde, aleti kalptir. Burada bunu biraz açıyor.
"kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, " kalbi kullanarak ruhani bir seyr-ü suluk. Seyr-ü suluk, Cenab-ı Hakka doğru giden bir yakınlşaşma yolu. Bunun çeşitli yöntemleri var. İlimle başlar, riyazetle gidebilir. Cenabı hakkı daha değişik seviyelerde tanımasıyla alakalı bir yol.
"zevkü" tarikat daha çok zevke bakar. Yani elmayı ilmen bilebilirsin, ama elmayı tatmak onun zevkinden gelir. Zevki bir şeydir, yani tarikat ilimden ziyade hallenmeye coşkuya bakar.
"hali" halle ve bir derece şuhudi, yani. Risalei nnur daha çok şuhudi bir meslektir. Hem kalp hem akıl ayağıyla gidilen bir meslektir. Bir derece şuhudi, tamamıyle değil tarikat.
"iman hakikatlerine mazhariyet".
"insanın bir sırrıdır tarikat" yani insanın bir vechesi veya kemalidir.
B: İnsanın sırrı nedir ki?
A: İnsandaki bir latife gibidir. Ruh mesela bir latifedir ve aynı zamanda bir sırdır.
B: İnsanın halifetullah olmasına da bir işaret mi var?
A: Çok bilmiyorum. Kemali beşeriyle birlikte.
B: Tekemmül etmiş insan nedir?
H: İnsanda istidatlar var, potansiyel halinde. Kemali beşer demek, o potansiyelin inkişaf etmiş hali, yani çekirdek halinden ağaç haline geçmiş hali. Resulullah, onda nüve olan şeyler amamıyle açmış.
A: Burada şunu da anlayalım. Tarikat derken sadece bizim bildiğimiz belli tarikatlarei içermiyor, genel olarak bir yöntemi anlatıyor.
Md: Ben gece mektebinden çıktı, tarikatı tarif edebilen hemen hemen bu kadar şamil tarif eden yok. Mektebinde okuduğumuz zaman gördüm. Fakat ben mektepdten çıkalı çok oldu. Bazı şeyler var, çok çok belki de bu kadar ifade edilebiliyor, çünkü çok geniş şamil bir kavram. Düşün bir insan, bir şıha gidiyor, bir yola giriyor, o yolla dünyanın bütün esrarını çözebiliyor, sonra diğer alemlerin sırlarını çözmeye başlıyor. O kadar şeffaflaşabiliyor. Dünyada insanlar sıkıntıdan patlıyorlar, dünyevi meseleleri bile çözemiyorlar. Bu ortamda böyle bir hakikate muhatap olarak, tabi bunları çok misallendirmek, basit bir misal hayatımda geldi. Yeni araba aldığım zaman bir teker değiştirecektim: adanadan bir çırak gelmiş, adam bir çıkarıyor bir takıyor tekeri. Gözünü kapayarak ve ustalıkla yapıyor ki. Zevk alarak, hal olarak onu yaşıyor. Sonra düşündüm, ya mehmet kendini boş görüyorsun ama, köyden gelmiş adam, kendinden öyle geçmiş ki, gözü kapalı, sanki parmaklarını sıkarak değil de parmaklarını dokunadurarak hallediyor sanıyorsunuz. tarikat da böyle bir şey. Hali bir tavır.
A: Sır demesinin insana açılmasının gereken bir hakikat olduğu için o manada bir sır oluyor. tohum için ağaç bir sırdır. ne zaman ağaç haline gelirse o sır ona açılır. İnsanı kamile kadar bir mertebe vardır. Bu çok önemli. Sır demeseinin sebebi, bir ileriki merhaleyi ifade eden bir durum.
Y: Küplerin içine bir madde sürürlerdi, ona da sır denir, ilişkisi var mı bilmiyorum, çağrışım yaptı da söyledim. İçine konuanın tadını bozmaz. Sırrı gidince, küpün bir değeri kalmaz.
A: Benim anladığım şu: o hal yaşandığı zaman ortaya çıkacak bir hakikattir, dolayısıyla bir sırdır. Herkesin yaşamadığı anlamına geliyor.
" Evet şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, "
Kainatta ne tür alemler varsa, fiziki olarak da manevi olarak da insanda o alemler var. Kainattaki tüm aelementler insanda mevcut. Kainat dediğimizde sadece fizik alemleri aklımıza geliyor. Halbuki, onların dışında, kamil insanlar, peygamberler, melekler, alemi berzah vve ervah onlar da kainatın birer parçası. İnsanın bir fiziki yönü var, bir de kalp alemi ruhi alemi var. Rüya allemi var. Berzah alemine bakıyor. Kainattaki tüm alemlere karşılık gelen bir şey insanda var. Zaten kainatla iletişim kurmamızın sebebi de burada yatıyor. Çiçeğe baktığımızda neden hoşşlanıyoruz? Oradaki güzelliği tezahür eden sanatı hisseden bir ruhi yönümüz var.
" Evet şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir."
Manevi bir haritasıdır insanın kalbi. Kendini bilen rabbini bilir esprisi de burada yatıyor. Kendindeki alemleri bilen rabbini bilir. Çünkü rab kendini alemlerde tecelli etttiriyor. Dolayısıyla Allahın bütün esmasını bütün alemlerde görmek çok zordur. ama kalbin bütün o alemlere bakan pencereleri vardır. Kalbini tam anlayan neyi anlayacak o zaman? "Yere göğe sığmadım, mümininin kalbine sığdım" diyor hadisi kudside.Kalbin önemini anlatmak için. Bütün esmanın tecelligahı kalptir. Kalp bir harita gibi, tüm alemlere bakar. Harita tam manasıyla toprak değildir, ama orada ne olduğunu bize bildirir.
Bu kalp etten kalp değil, yanlış anlaşılmasın.
"Evet insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, "
Anlamaya çalışalım. İnsanın dimağı, kainatta her yerde bir ilim ve sanat var. Kainatı incelemeye aldığımızda hep bir düzen var. Tüm maddelerin bir nizamı var, bu düzenden bir kimya ilmini çıkartıyorsunuz mesela. Dimağda tüm vücudun sistematiğini nasıl biliyorsa, kainattaki tüm ilimler de o kainatın bir aklı gibi. İlimde tüm kitapları hıfzedip, ufacık bir yerde saklayabiliyorsun. O ilişkileri anlayabiliyor. Kainattaki ilimler de beyindeki şeyler gibi. Beyin orayı temsil ediyor. Kainatın içindeki nizamı sistemi beyin temsil ediyor. Beyin derken, akıl. Akıl farklı bir şey.
B: Kainattaki o sistem kainata ait. İnsandaki akıl ise insana ait. Sanki kainatın sistemi insanda demek oluyor?
A: Sen olmasan onun bir anlamı olmayacak. İlimleri ortaya çıkaran insan. İnsanla onlar anlamlanıyor. Tüm kainat hayatı netice verecek şekilde işler. hayat da neye hizmet eder_ Şuura. Şuur da zişuura hizmet eder. İnsan olmasa her şey bir bakıma abesiyette kalacak. O yüzden tüm kainat akılla anlamlanacak.
B: Tüm kainata bir insan baktığında tüm gördüğümüz görüntü, ufacık bir gözdeki veya beyindeki yerde oluyor. Aslolan insan, sanki kainat onun bir parçası olmuş gibi oluyor.
H: Burada manevi bakmak daha çok lazım. Kainatta her şey bir ibadet boyun eğme ve yardımlaşma içinde. Bir insan, semavattaki tüm şeyler Allahı tesbih eder, her şeyi bir tesbih tanesi gibi alıp dimağında Allah'a sunuyor bunu.
A: Doğru.
"insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitablar gösteriyorlar."
hadsiz hakikatleri anlayabilecek mahiyette insanın kalbi. Kainat hadsiz değil, kainatın hakikatleri hadsiz. "çekirdeği olduğunu" kalp kainatın çekirdeğidir, bir bakıma. Resulullah için ise, hem kainatın çekirdeği hem meyvesi diyor başka bir yerde. Tüm kainatı vahidiyetine mazhar ederek, sonra onun içinden bir ferdi kainat nispetinde ... Odak noktası gibi. Küredeki tüm renkler odak noktasında birleşir.
B: Toprağa ektiğimiz çekirdek ile meyvedeki çekirdek aynıdır, ama asliyet itibariyle ufak bir fark var.
"insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitablar gösteriyorlar."
Kalbin böyle mahiyette olduğunu velayet ehlinin kitapları anlatıyor.
" İşte madem kalb ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde "
Kalp ayağıyla gidiyorlar dedi önce, sonra risalei nurun kalple akılı birleştirdiğini söylüyor. burada bir meslek anlatıyor. Öteki daha çok halidir.
Üstad bu zaman tarikat zamanı değil demiş. Ama ne manada demiş? Etrafta bomba gibi günahlar akıyor, aynı zamanda riyazata girmek çok zordur. Pratik olarak bu tarikat halini yaşama ortamı ortadan kalktı. Zamanın gereği de öyle. Farklı bir meslek ama tarikatın dışında da değil. Tüm tarikatların özü olarak, 12 tarikatın mezcedilmiş halidir diyor. Farklı bir yöntemdir. Kalp ayağıyla değil, akılla kalbi birleştirerek gidiyor ben diyor. Çünkü bu zamanın insanı, şüpheleri. Eskiden küfür çok küçüktü. Eğitimi yapılmıyordu. Şimdi dalaletin hücumuna karşı bir tarz geliştirmek lazım diyor.
Buna yönelik bir metot geliştiriyor. Aklı ikna edcek sonra kalbi inkişaf ettiriyor. Tasdik kalpte oluyor yine.
Tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, izan, iltizam, itikad diye bir yol var. Tasdik akıldan geçecek, fakat asıl kalp onaylayacak. İtikad kalpte oluşuyor. Akla gelinceye kadar tahayyül ve tasavvurda mesuliyet yoktur. akla geldiktensonra irade belli bir sınıra sokuyor. Kal ise, o tercihi kendine mal ediyor.
"bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde dercedilmiştir. Elbette ve her halde o kalbin Fâtırı, "
Fatır, kalbin fıtratını veren. Fatır kelimesi hem yoktan var edilişi hem de devamlılığa bakan. Kainatı yoktan yarattı ve ona bir kıvam verdi. Mesela her şeyin bir kuralı vardır. Çiçeğe belli ölçülerde su ve ışık verirsin. O özellikleri onun fıtratıdır, onun en uygun ortamıdır. Fatırı hakim, o kainatın fatırı hakimi, onu o özde yaratan kalbi tabi, o kalbi işlettirmesini, ve bilkuvve tavırdan, çekirdek bir fıtrat gibidir, onun neticesi ağaçtır, kalp de bir fıtrattır onun neticesi de kamil insandır, resulullah gibi. İnsanın kalbini bir çekirdek yapmış, sonra onu bilkuvveden fiili hale çıkaracak bir yol vermiş. Tarikat vasıtasıyla onu o mahiyetine ulaştıracak.
"Madem irade etmiş, elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."
Üstad imanın fiili bir şey olduğunu söylüyor. Ayette ... onlar gaybe iman edici olanlar derken, onlar iman etme fiilini sürekli yaparlar diyor. Biri isimdir, biri fiildir. niye isim kullanılmamış da fiil kullanılmış? İman bir fiildir, kalbin amelidir. İşte o kalbin ameli, kalbi işlettiirecek. Tarikatlar de onun yoludur ve kalbi kemale doğru götürürler.

"Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."
Bir çocuğun matematiği algılayışıyla, üniversite öğrencisinin algılayışı bir midir? Bir çocuk hiç eğitim almasa, ne olur? Beyin eğitimi hiç almasa ne olur? Zombi gibi olur. Yani olaylar karşısında ilgisiz ve bilgisiz olur. Bir zihni eğitiyorsunuz. Yani daha iyi muhakeme edebilecek bir konuma getiriyorsunuz. Bunun gibi, nasıl zihin eğitiiliyor, göremediğini görür hale geliyor. Mesela bir insanı anlayamıyor, eğitildikten sonra anlayabiliyoruz. Bunun gibi kalp de eğitilir diyor. Kalbin eğitimi de tarikatlar vasıtasıyladır diyor.
Y: Hayallerin, duyguların eğitimi?
A: Hepsinin eğitimi var tarikatta.
Md: Çok mükemmel bir sistem. Harika.

" İKİNCİ TELVİH: Bu seyr ü sülûk-u kalbînin"
Çok ilginç bir şey. Neden bir bilim adamı o kadar bilgiye sahip olduğu halde Allahı tanıyamıyor, ona yakınlaşamıyor?
Y: Kitap yüklü merkepler gibi oluyor sadece akılda kalınca.
A: Akıldan kalbe geçmeyince, marifete dönüşmüyor bir bilgi. Rabbi arayan merkez kalptir. Burak kalptir. Bir bilgi kalbe gelmmemişse, o bilgi ilim değildir, sadece malumattır. Şöyle söyleyeyim. Bir zamanlar gazete bilgileri var ya, o gün kıymeti var, sonra hiç kıymeti yok. Amerikanın tavuklarının sayısını bildiniz. Bir anlamı var mı? Hindistanda bir zamanlar logaritma cetvelini öğretiyorllardı. Hiçbir faydası yoktu. Marifet olması için kalbin hakikat devşirmesi gerekiyor. Şu çilek çok güzeldir dedin, içinde şöyle özellikler var. ne oldu? Öldüğünde ne anlamı var? Hiçbir kıymeti yok böyle kalınca.
C: Aklıma bir şey geldi. Logaritma cetvelini İngilizler öğretiyorlar. hiçbir faydası yok, ama ingilizlere bir faydası var. Eğer herkes iman etmiş olsaydı, ben tamamen ortadan kaldırırdım, başka bir kavim yaratırdım diyor Allah.
Y: İman etmiş mi, günah işlemiş diye hatılıryorum.
C: Eyvallah evet.
A: Önemli olan esmanın bilinmesidir. Sizde diyelim doktorluk kabiliyeti var. hasta olmadığı müddetçe, o özellik görünmez. Cenabı Hakkın bir çok esmasının ortaya çıkması için o insanların da ortaya çıkması gerekiyor. Mesela Hz. Eyüp o sıkıntıları yaşamamış olsaydı, o kadar kıymetlii bir insan olur muydu? Diyebilir miyiz, o sıkıntılar kötüdür onun için? Onun kemalatına gıpta ediyor,uz, dolayısıyla o sıkıntılar olmasın demek doğru değildir.
Bir filmde izledim. hz. Ali ile ilgili. Bir adam sürekli biatını bozuyor, sonra yine tazeliyor. Öbürü ise çok sadık bir komutan. O bunu öldürmek istiyor. öteki de diyor, bırak onlar olmasaydı senin sadakatın anlaşılmazdı. Dolayısıyla cenabı hak herkese imkan ayratmış, ta ki kemalliler ortaya çıksın. Beyazı daha iyi görmek için, siyah bir zemine koyarsın onun gibi.
B: Aslıyite itibariyle siyahla beyaz arasında bir far yoktur. Ehadiyet sırrı varsa, Allahın zıt isimleri arasında fark olmamak gerekir.
Md: Kardeşim sen çok perdeleri açmışsın, bize farklı ışıklar lazım.
Af: İkisi de renk olmadığı için. Siyah ve beyaz renk ailesinden değil.
A: neyse devam edelim.
" İKİNCİ TELVİH: Bu seyr ü sülûk-u kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlahî ve tefekkürdür. "
Kalp süluk ediyor, ruh hareket ediyor ilginç bir tabir. Bunların anahtarları ve hareket ettiren neymiş? Zikri ilahi. Fettah diyorsun, o hakikati kalp arzu etmeye başlıyor. Dolayısıyla kainatta onları bulmaya çalışıyorsun. çiçeğin açılışına, sıkıntılı bir kalbin açılışını izliyorsun. Kalp giderek terakki ediyor.
Süluk yol almak anlamına geliyor.
"Bu zikir ve fikrin mehasini, ta'dad ile bitmez. Hadsiz fevaid-i uhreviyeden ve kemalât-ı insaniyeden kat-ı nazar, "
Bunların ahirete bakan faydalarını nazara almasak bile,
"yalnız şu dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye ait cüz'î bir faidesi şudur ki"
"Her insan, hayatın dağdağasından "
Herkesin ortamında bir sürü insan dolaşıyor, ikna etmeye çalışıyorsun onlarla uğraşıyorsun, sürekli problemlerle içiçeyiz.
"ve ağır tekâlifinden bir derece kurtulmak ve teneffüs etmek için; herhalde bir teselli ister, bir zevki arar ve vahşeti izale edecek "
Kendi dünyasındaki vahşeti ortadan kaldıracak
"bir ünsiyeti taharri eder"
Yakınlaşabileceği bir dost arar.
". Medeniyet-i insaniye neticesindeki içtimaat-ı ünsiyetkârane, on insanda bir ikisine muvakkat olarak, belki gafletkârane ve sarhoşçasına bir ünsiyet ve bir ülfet ve bir teselli verir. "
İnsan medeniyetinde, içtimai ünsiyet, onda birine ancak teselli verebilir, o da ancak geçici olur. Tam tatmin etmez.
"Fakat yüzde sekseni ya dağlarda, derelerde münferid yaşıyor, ya derd-i maişet onu hücra köşelere sevkediyor, ya musibetler ve ihtiyarlık gibi âhireti düşündüren vasıtalar cihetiyle insanların cemaatlerinden gelen ünsiyetten mahrumdurlar. O hal onlara ünsiyet verip teselli etmez."
Çoğu insan ünsiyetten mahrumdurlar, toplumdan gelen.

" İşte böylelerin hakikî tesellisi ve ciddî ünsiyeti ve tatlı zevki; "
burada cenabı hakla olan ünsiyetin ne kadar tatlı hoş olduğnu da gösteriyor.
"zikir ve fikir vasıtasıyla kalbi işletmek, o hücra köşelerde, o vahşetli dağ ve sıkıntılı derelerde kalbine müteveccih olup "Allah!" diyerek kalbi ile ünsiyet edip, o ünsiyet ile, etrafında vahşetle ona bakan eşyayı ünsiyetkârane tebessüm vaziyetinde düşünüp"
Kalb ünsiyet edince, kalp bekayı arıyor. Dolayısyla tüm çevresindeki eşyayı, ünsiyetkarane tebessüm etmeye başlıyor. Allahla ünsiyet etmeden önce hepsi yabancı eşylaar oluyordu. hiçbiri eline geçmiyordu. Fakat yaratıcıyla ilişki kurduğunda, her şey ona yardım için koşan bir memur oluyor, bir ikram haline geliyor.
", "Zikrettiğim Hâlıkımın hadsiz ibadı her tarafta bulunduğu gibi, bu vahşetgâhımda da çokturlar. Ben yalnız değilim, tevahhuş manasızdır." diyerek, imanlı bir hayattan ünsiyetli bir zevk alır. Saadet-i hayatiye manasını anlar, Allah'a şükreder."
Her tarafta Allahın kulları çoktur, benim yalnızlığımda da çokturlar. Ben hakikatte yalnız değilim.
Burada anlatılan bizim gördüğümüz tarikatlarda olmayabilir. Tarikatların maksadı budur. Ama her tarikat bu maksada uymayabilir.
Md: Bu zamandaki tarikatlar, zamanın durumuna uyarak, daha muhabbetle, daha hakikatler, daha şey, o eski sistemdeki gibi katı değil. Daha çok muhabbet ocağı gibi devam ediyor, zikri ve fikri de var. ondan dolayı da halkaları devam ediyor. Ben de çok memnun oluyor ve takdir ediyorum. Birçok kimsenin istifade etemsinden ben de çok memnun oluyorum.