25 Eylül 2008 Perşembe

Yirmidozuncu Mektub 8. Nükte

"Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:"
A: İnsanın kişisel hayatına baktığı cihetler.
"İnsana en mühim bir ilâç nev'inden maddî ve manevî bir perhizdir ve tıbben bir hımyedir ki: "
Canının istediği gibi hareket etmek. Bütün risalenin esprisi, nefsin keyfince hareketten uzaklatırmak. Nefis itaat etmezse, keyfine göre hareket eder. Nefis terbiyesi nedir? Göz benimdir, istediğim gibi kullanırım. Allahın rızası dairesinde yapmıyorsa, keyfine göre hareket ediyor demektir.
Sünne koymuş. Yeme demiyor, tat diyor. Fakat nasıl? Aç olmadan yeme, tok olmadan da kalk.
"İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. "
Helalin sınırları bellidir. Fakat bir de risaledik anlayışla bu daireyi çizerken, mesela daireyi rızkı helal, ben kendi elimle kazandım derse, ontolojik olarak haram statüsüne giriyor. İtikadın özüne baktığımız zaman öyle oluyor, örfi olarak değil. Ben kazandım demek, haram yoldan olmasın, şeriatın sınırları açısından değil, edeb açısından doğru değildir. Çünkü üstad bunu açıkça söylemiş. İktidar ile değil, iftikar iledir. Meşru ve helal rızık kazanmak. Bu anlayışla baktığımızda, helal ve haram bellidir, ama helali dahi haram tarzda yemek doğru değildir. Onu da helal tarzda yapmak lazım.
"Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir. "
Demek keyfe göre hareket, özellikle mide noktasında, nefsin kalbe ve ruha itaat etmesini önlüyor. Dolayısıyla nefis kendi başına hareket etmeye başlıyor. Aklın ve kalbin itirazlarını dinlememey başlıyor. İstese de itaat edemez hale geliyor, çünkü tiryaki olmuş, adetini bırakamıyor. Burada ilginç bir çözüm verecek. EHerkes diyor ki, elimde değil, yapıyorum diyor. Bunun terbiyesi de var.
Af: Birisi sol eliyle yediğinde, helal lokmayı harama dönüştürme diyorlar. Bu bildiğimiz haramların dışında.
A: Evet. Normalde bu çay helal. Sen bunu sol elle yemekle, sünnete muhalefet ediyorsun. Genel bir söylem vardır. Helali haram yapma. Örfi manada baktığın zaman, bu rızık helal yolla geldiğinden helaldir. Fakat senin tavrın, canımın istediği gibi yerim demek, onu bozuyor. Her şeyin bir edebi var.
Mn: Yani bu haramlık, edebi anlamda.
Md: Gerçekte de öbyle. Hayvanı kesiyorsunuz. Besmelesiz kesilen hayvan mundardır.
A: Doğru. Üstad diyor ki, o ayeti tefsir ederken, sadece kurbana mahsus değildir. Her bir şeyde bunu söylemen lazım. Meyvelerde, balıkta ne yersen ye, her şeyin üstünde bismillah. Üzerinde Allahın ismi anılmamış olan hiçbir şeyi yemeyin.
Md: Lakin, üstad hazreti orada yumuşak bir geçiş yapıyor. Allah namına vermeyenden, siz bismillah diyerek alın diyor. Burada da, halk bunu bir itham koymak için değil. Kendimizi gayrete getirmek için söyleyeceğiz.
Yf: Fiili olarak söylememiş olsa bile, kalbinden geçirmiş olabilir.
H: Tavır daha önemli. Bazen unutuyoruz da. O nimetin Cenabı Hakkın ikramı olduğunu bilmek. Yoksa benimdir tavrıyla yesen, bismillah da desen bir anlam ifade etmiyor.
Md: Allah namına alıp vermek, insanı gerçekten terbiye ediyor. Namaz konusunda da ben bunu gözlemliyorum. Birazdan kılarım.
A: Bu ne anlama geliyor biliyor musuunz? Güven. Bir adam sünnete tam olarak tabi olsun, öyle insana herkes güvenebiliyor. Diyorlar ki, bu adam, namazı her zaman vaktinde kılar. Yemeği hep sağ eliyle yer. Dolayısıyla Allah'ı kandırmıyor. Bizi de kandırmaz. Hallere de girmişse, sünnetler, o zaman insanlar itimat ediyor.
Af: Halde görmek daha kuvvetli zaten.
A: Bu adam kesinlikle yalan söylemez diyorlar. Bizim köyde, önce hocanın arkasından gider, sonra onu kahveye sokarlar ve onunla dalga geçeler. Birisi benim hakkımda bir şey söylemişti. Ben ona yanıt vermeden, bir başkası, boşuna söyleme, o öyle şey yapmaz dedi.
A: "Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner. "
Kızacaksın, kız. Kızmaması gerekiyor, ama kızıyor. Fakat Hz. Ali nasıl terbiye etmiş kendisini. Tükürüyor yüzüne. O kılıcı kınına sokuyor. Biz de çocuğu terbiye edeceksek, öfkeli anımızda yapmamalıyız. Bir arkadaşımıza kızdığımızda, onu sakinleştiğimizde söyleyeceğiz.
Peki bunu nasıl yapacağız?
"Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. "
İleride diyecek ki, helali terk etmek yoluyla emir dinlemeyi öğrenir. Hele çocuklar tutuyor orucu. Çocuklar çok iyi terbiye oluyor. Benim kızım, çok sabırsız. Oruç tuttu. Hemen sabretmeyi öğrendi. Nefis serkeşane hareket ediyor ya, onlara emir dinlemeyi öğretmek için, riyazetle öğretiyor. Canın yemek yemek isteyecke duracaksın. Diğer yanlış kusurlarından da kurtulman için bir vesile oluyor.
"Bîçare zaîf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. "
Gerçekten hissiyat aklı ve kalbi dinlemek istemiyor. O hissiyatı dizginlemenin yolu, helali terk etmek suretiyle, emir dinlemeyi öğretmek, bunu öğrenen insan, hissiyatı da terkeder. Demek ki, ben asabiyim, elimde değil, tedavisi nedir? Oruç tutmak. O zaman irademize hakim olmaya da alışacağız. Mesela, gazete okumak, televizyon izlemek, bir süre kapatıyorsun. Helali de terkediyorsun.
Yf: Çocuklar tatlıyı çok seviyorsa, bir iki gün yedirmiyorsun. Hem nimetin kıymetini anlıyor. Hem de iradesi güçleniyor.
Yf2: Nafile oruçlar da bu açıdan çok önemli değil mi?
A: Şevvalde 6 gün oruç tutmak bir sene oruç tutmak gibidir.
Mn: Ramazanda her gün 10 gün sayılıyor. Şevvalde de 6 gün ekleniyor. 360 gün ediyor.
H: Ben şöyle düşünüyorum: Bayanlar 6-7 gün tutamıyor ya ramazanda. Erkekler de o zaman tutsun, ona bir teşvik olsun.
R: Bence onu düşünen erkek, onun da sevabını alır.
A: "Ve emir vasıtasıyla helâli terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. "
Şeriatla akıl kelimesini zikretmesi ilginç. Şeriatın bütün emirleri, akıl tarafından doğrulanır.
AMÇ: Nefsaniyet ile akıl çelişir. Nefis harama yönlendirir seni. Şeytandan gelen şeyler, aklı iptal eder. Dolayısıyla aklın emrettiği şeyler de nefsin gayrına olanlar.
A: Tabi gerçek akıl o. Hissiyat aklı dinlemiyor. Nefsin tamamen aletleri onlar. Akıl onları terbiye ediyor. Akıl onlara sınır koymazsa, nefsani hisler, dilediği gibi hareket ediyor. O yüzden şeriat, sürekli makul olanı söylüyor.
"Hayat-ı maneviyeyi bozmamağa çalışır.
Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. "
Demek ki, akıl ne yapıyormuş? Açlıkla sabır talimi yapıyorsun. Ondan sonra, biri sana öfkelenendiği zaman, sabretmeyi tercih ediyorsun. Oruç tutmak sabra vesiledir. O yüzden sabreden muvaffak olmuştur şeklinde çok hadisler var. Sabır Allah'ın emrini beklmektir. Bir olayla karşı karşıyasın, ne yapacaksın?
Yf: Trafiktesin. Adam sana bas bas bağırıyor. Ne yapacaksın? Sustukça dah çokbağırıyor.
A: Zalim zulmeder, kader adalet eder ya. Zahirde adam sana hayır diyor, fakat arkada kader/i ilahi var. Adam zulmediyor, ama kaderi de görmek lazım. Çocuk kızdırdı seni, o anda hiddet ettin vurdun. Nefsine uydun. Fakat öfken geçtikten sonra vuruyorsun, o zaman çocuk anlıyor.
AMÇ: O zaman da çocuk garipser. Ne oluyoruz ya, kızarken vurmuyor. Gülerken vuruyor :)
A: Çocuk şunu anlıyor: Ben bunu hak ettim.
AMÇ: Oruçluyken deriz ya, "ya oruçluyum zaten, oruçluyken adamın kafasını bozma" Daha çok basırsız davranıyoruz.
Yf: Oruçlu olduğunuzu söyleyin, diye hadis var.
Af: Oruçluyum demek, uyanığım demektir.
A: Geçenki rüyamı anlatayım. Mümin bir hata işlediğinde farkına varır. Sabreder, kusurunu insanlara söylemez. Düzeltmek için Allah'a yalvarır. Kalbinde nifak olan, insanlara ilan eder. Bu aslında nefsin o günahtan kurtulmak istemeyişinin bir sebebidir. İnsanlara söyleyerek meşrulaştırır. Alıştığı lezzeti terketmek istemeyen imanıyla fark eder, ama lezzetten kurtulmak istemediği için, onun devam etmesi için, teyit bekler. Başka çaremiz yok, ne yapalım.
Yf: Bir de başkası yapıyor mu acaba diye bakar.
A: Bu bir ayetin tefsiri. İlan ederek, sabretmez.
Müspet ya da menfi olan her olayda, Allah'la irtibatı kaybetmemektir, sabır. Derviş murad etmez, eğer Allah irade ederse de reddetmez.
A: "Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmidört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur."
Af: Senin bu yorumundan sonra, biz böyle yaıyoruz biz böyle yapıyoruz diyemeyeceğim.
Ok: Hz. Ali'nin o öfkesine hakim olma davranışı var ya. Orada tükretmek yerine aman dileseydi ne yapardı?
A: Onu bilemiyoruz. Fakat orada tükürmeseydi, Allah rızası için öldürecekti. Tükürünce, nefis bulaşabilir korkusuyla kılıcını geriye çekiyor. Bir kez zalim olmaktansa, bin kez mazlum olmayı tercih ederiz.
Md: Nasıl müthiş bir şey?
A: Hz. Ali, Muvaiye'ye göz yumabilirdi. Fakat onu valilikten hemen aldı. Onların yerine, halk tarafından garip bilinen sadık insanları tayin etti. Hatta bazılarının ayağına giyecekleri çorabı yok.
Zulme zerre kadar girmemek için, en adil insanları seçmiş ki. Zaten onu adaleti yıktı.
Md: Bizim toplumumuzda, dini anlayış hep böyle namaz kılmak, koşuşturmak anlayışı var. Risale buna yeni bir anlayış katıyor. Bir de menfi ibadet vardır. sabretmek de böyledir.
A: Hatta menfi ibadet ihlaslı olduğundan daha makbuldür diyor.
Md: Bir de Risalenin en önemli bir özelliği, Üstad zamanın adamı olduğundan, bu zamanda çok vakit olmadığını biliyor. Bir trafiğe giriyorsun, bir televizyon gazete, tüm vakit tükeniyor. İşte burada, bu tip davranışları ortaya çıkartarak, adetlerimizi ibadet hükmüne getirerek, aslında sabır bir duygu, ama bütün hastalıkların hepsi sabırsızlıktan, başkalarına karşı tazyikten, kaynaklanan olaylar. Dolayısıyla, oruçla da aslında direkt bir şey yapmıyorsun. Hatta belki daha fazla yemek yiyorsun. Ama sadece bir şey var: Birisini dinlemek. Hz. Ali ben zalim olmak yerine, mazlum olmayı tercih ederim diyor. Biz bunu kabul edemeyiz. Bu nasıl bir şey?
A: Aslında mazlum olabilsek. Hz. İmam-ı Şafiinin başından geçen olayda anlatılıyor. Hocası diyor ki, git diyor şu testiyi doldur. Suyun başına gidiyor. Atlı bir adam geliyor, onu itiyor, testi de kırılıyor. İmam Şafii de bir şey diyemiyor. Geri dönüyor. Hocası, git adama kız diyor. Gidiyor, edebi var ya, yine bir şey söyleyemiyor. Hocası diyor ki, eyvah. At adamın kafasına bir vurmuş, adam paramparça. Halbuki sen kızsaydın , diyeti olacaktı diyor.
Yf: Adamın biri odun söküyor ormandan. Bektaşi biri. Sünni köyünden biri de adamın odunlarını kendi köyüne getiriyor. Çok zor bir iş odun sökmek. Bektaşi takip ederek buluyor onları götüreni. Vermeyiz diyor onlar. Dua ediyor, çocuklarının suyunu bu odunlarla ısıt diyor. Adamın 4 çocuğu da ölüyor.
Yf2: O beddua etmiş orada.
A: "Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta'til-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki; eskiden beri çok ehl-i velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeğe kendilerini alıştırmışlar. Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki; sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki; Ramazan-ı Şerifte mü'minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar."
Nefis puslu havaları çok sever, böylece günahlarını gizler. Sürekli gaflet alanı oluşturuyor, ondan sonra istediğini yapıyor. Üstad diyor ki, ceset ruhhun rağmına imbat eder. Yani cesete rağbet edersek, ruh zayıflar. Veya ruha rağbet edersen, ceset küçülür.

19 Eylül 2008 Cuma

Yirmidozuncu Mektub 7. Nükte

"Yedinci Nükte: Ramazanın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev'-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mal, bire bindir. Kur'an-ı Hakîm'in nass-ı hadîs ile herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin, on değil bin ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum'alarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadir'de otuzbin hasene sayılır."
A: İnsanların çoğu bunu algılayamıyor. Kuran okuyorsun, bir kelam. Şöyle düşünelim. Ben senden razı oldum cümlesi. Bana Oktay Bey dese, ben senden razıyım. İyi memnun oldum. Benim için 10 hasene seviyesinde. Öyle bir şey ki, rüyanızda Resulullahı gördünüz, diyor ki, "ben senden razıyım" onun sözü farklı. Ölene kadar aklımdan çıkmaz bu söz. Her an onu hatırlamak isterim. Bakın aynı kelime. Bir yerde on sevabı varken, bir yerde yüzbin sevabı oluyor.
Veya gençler için söyleyeyim. Seni seviyorum sözü normal bir kelime. Fakat sevgili söyleyince, çok değerli olur.
Demek Ramazanda da Cenabı Hakka bir nevi melekleşerek, o sözleri okumak, çok daha etkili oluyor. Ramazan haleti ruhiyesiyle okusak, nefsimizi terbiye etsek, bir nevi melekleşssek, Kuranı taşıyacak bir vaziyete gelsek, o zaman Allahın kelamı bize ne kadar tesir ediyor. Biraz kusurlu olduğunda, pişmanlık içinde, gece de kalkıp yalvardığı zaman veya Hacda Kabenin karşısında ne kaar değişiyor değil mi Kuran okumak. Bir adamdan dinliyorsun, çok tesir etmiyor. Ama bazı hafızları dinleyenleri yaklıyormuş. Öyle bir halde okuyor ki, ruhuna işliyor.
Balık tutanlar daha iyi bilir. Karadenizde oltaya çıkarsınız. Kocaman deniz, nered olduğunu bilmiyorsunuz. Öyle bir zamanlar vardır ki, sürü halinde geliyordur, oltayı atarsınız, bir defada 20 tane birdden gelir. Kadir gecesi de öyle bir gece. Ne yaparsan yap, bir dua et, 30 bin sevabı var. Sürü halinde balıkların geçmesi gibi. Bir saattte kayığı dolduruyorsun: Diğer zamanda sabahtan akşama kadar 10 tane ancak topluyorsun.
O yüzdan üstad talebeleriyle nöbet tutarlarmış. Birisi en azından sürekli dua edermiş.
Z: Mustafa İslamoğlu diyor ki, esas Kadir gecesi Kuranın gönlünüze inmeye başladığı zamandır.
A: Risalede o ilginç. Kadir Gecesini veya ramazanı bir vakit olarak değil de, hal olarak tarif ediyor. O yüzden Kadir Gecesi senin için her gün olabilir. Allah'ın takdiri. Fakat kadir Gecesi özellikle Ramazanda olması, külli bir hava olması ve herkesin dualarının toplanması için, doğrudur.
Mn: Bu konuda, Prof. Faruk Beşerin söylemiş olduğu bir çalışma var. Gizlemiş Allah-u Teala. Sadece niyetlerin düzgünlüğü açısından. Rasim Hocanın söylediği şey. Zaten saklamış. Gizli, bilinmiyor. Bütün o gecelerde.
A: Balıkların da nerede olduğunu bilmiyorsun, sürekli geziyorlar.
R: Yani insan bütün seniye çarçur ediyor. Sonra nasıl olsa Kadir Gecesi var diye rahat davranıyorlar.
Y: O tip insanların Kadir Gecesini de değerlendireceğini sanmıyorum.
R: Ama insanların böyle bir algıları da var. Adam Kadir Gecesine kadar teravihe gelmiyor.
A: "Evet herbir harfi otuzbin bâki meyveler veren Kur'an-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki; milyonlarla o bâki meyveleri, Ramazan-ı Şerif'te mü'minlere kazandırır."
Öyle bir zemine atıyorsun ki, tohumu bir tane tohum binler tohum ağaç çıkabiilr.
R: Bununla ilgili buğdayı örnek veriyor değil mi?
Mn: Ama dönüşü şecere-i tuba. Çok harika bir şey. Kendisine dönüyor. Öyle büyük bir nimet.
A: Burada şecere-i tuba esprisi, baki meyveler olması anlamında. Baki devamlllığı olması manasında. Normalde, bir söz geçip gidiyor. Fakat belli anları çok önemli. Babamla geçirdiğim bazı anlar var, sadece kelimeleri değil her halini anımsıyorum.
"İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu hurufatın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette olduğunu anla!"
Bir kelime ama çok kıymetli bir kelime.
R: Cenabı Haktan geldiği şekliyle lafızları öyle. Mealini okusak, belki aynı olmayabilir.
Mn: Harf cihetiyle mahluk. Ama mana cihetiyle kadim.
A: "İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılât için, gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünema-i a'mal için, bahardaki mâh-i Nisandır."
Nisan yağmurlarının özel bir hikmetinin olduğunu da söylüyorlar. Çölden kalkan tozlar, yüksek miktarda demir kaldırıyormuş. Yağmur bulutları o demiri toprağa taşıyormuş. O yağmuru almış tarlalar çok bereketli olurmuş.
R: Ama bakınca insanlar diyor ki, çamur yağdı.
A: Bir de humuslu toprak. Tohum atınca, gür çıkıyor. Karadenizde şaşırdım. Sahilde hiç ağaç yoktu, 3 sene içerisinde 4-5 metre yükselmiş. Toprak çok münbit. Acayip bir şey. Normal ağaç burada 10 yılda zor yetişiyor.
O: Nisan yağmuruna benzetmesi bu münbit zeminin çabuk gelip geçici olduğuna da bir ikna olabilir mi?
A: Geliyor az duruyor ama çok berektli.
Mn: Demek Nisan yağmuru tam besliyor toprağı.
A: "Saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir."
Topluca insanlar Ramazanı yaşıyor. Sanki tüm Türkiye genelinde bir resmi geçit olur ya. Tüm müminler külli bir ubudiyet yapıyorlar. O sesler birleşse, ki birleşiyormuş semada.
A: Görüntü ve ses kaybolmuyor. Yılanlar görüntüyü takip ederek, bir saat öncesindeki görüntüyü takip ederek peşinden gidebiliyor.
"Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hacatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. "
Bütün mahlukat Allahı zikrediyor. öyle bir geçitten mahrum kalmamak için, Allah insanı yemek içmekten alıykoyuyor ki, o haleti ruhiyeyi hissetsin.
"Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, "
Oruç tuttuğunda Kuranla muhatap olmaya başlıyorsun. Kuranla her muhatap olduğunda Ahiret ticaretine giriyorsun.
"dünyevî hacatını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek; savmı ile, Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir. "
Öyle bir hale geliyor ki, ruhun hiçbir şeye ihtiyacın yok. Samediyet nedir? Hiçbir şeye muhtaç olmayacak bir halde oluyorsun. Bir de her şeye muhtaç olma yönü de çok ilginç. İhtiyarlar risalesi burayı açıklıyor. Hayat hiçbirşeye muhtaç değildir, ama her şeye hayata muhtaçtır. Bin tane buz var. Buzun varlığı suyun varlığına bağlıdır. Buzun içinden suyu çektiğimiz vakit, hiçbir şey kalmaz. Suyun varlığı da su moleküllerine bağlıdır. Su molekülleri de enerjiye bağlıdır. Her şey kayyumiyete bağlı. Onun gibi ruh olmazsa, hiçbir şey olmaz. İnsanın cesedi de ruhun bir tezahürüdür, görünümüdür. Ruhu çeksen, hiçbir şey kalmaz.
İnsan bir nevi samediyete ayine oluyor.
"Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır."
Bir an yaşamak bile kafidir. Normalde kamera kaydetmiyor. Sizi seyrediyorum. Kaydettiğim zaman ne olur, bir an bile girseniz siz o cdde varsınız artık. Bir an bile Allahla irtiba öyle.
Bir de şöyle bir mesele var. Buz buz kaldığı müddetçe, ömrü nedir, güneş geldiğinde eriyene kadardır. Ama su olarak eridği zaman, okyanusla birlikte olacak. Okyanus kadar genişleyecek. Onun gibi insan cemaat sırrıyla, kendini bir cemaate ait kılarak, Ümmeti Muhammede ait kılarak, ne yapıyor? Vücudumuzdaki bir hücre bizim ruhumuzla irtibatı yoluyla, ben oluyor. Ben de Alemi İslamın bedeninde bir hücre gibi olsam. O ruhla irtibat içinde olacağım. Benim ömrüm 60 yılken, müminlerin ömrü Kainatın başından beri vardır. Sonsuz bir hayatı kazanmış olabiliyorum.
"Evet birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i katıadır. Evet nasılki bir padişah, müddet-i saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayûn namıyla veyahut başka bir şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder. Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan onsekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal'i; o onsekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur'an-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş."
18 bin alemin hakikati insanın içinde. İnsanın bütün alemlerle irtibatı var. Muhabbet ve hayal birer alemdir. İnsanda muhabbet ve hayal olmasıyla, onlarla irtibatı var. Alemi misal nedir? Kabir alemidir. Ama insanın dünyasında da rüya vasıtasıyla, alemi misal onun içinde vardır. Allah herkesi düşünür. Cemal ve Celalin birlikteliği çok ilginç bir nokta. Adam dedi ki, bu köyü olduğuu gibi doyurun. Bütün her bir fert tek tek düşünülerek dağıtılmış. Herkese kendi paketi gidiyor.
"Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagılden insanları çekmek için oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. "
Oruçla mide terbiye dilince diğer cihazlar da terbiye edilebiliyor.
"Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir."
İnsan mide sürekli kendisiyle meşgul ede ede, nefis kalp ve aklı dinlemez. İşte nefsi terbiye etmenin yolu, helali dahi terk etmek suretiyle söz dinlemeye alıştırmaktır.
Ct: Yine olmuyorsa?
Md: Bu genççe bir soru. Allah bütün dualara cevap veriyordur. Bırakmayacaksın. Olmuyor zanneder, Allah'ın rahmetinden ümidini keser. Halbuki öğrenmediğin dediğin şeyler, altyapıyı oluşturur. O yüzden olur.
Tüm nefisler insan nefsidir. Üç aşağı beş yukarı. Herkes aynı şeyleri hisseder.
A: Güzel düşünürsen, Allah güzel verir.
Md: Ben bazen derdim, bugün hayalen sohbet ettim kendimle. Derdim ki, Allah hilim versin derler. Yumuşaklık yani. Bende bir sirke gibi hiddetli hal vardı. Hilim ne güzel bir şeydir derdim. Fakat yıllar önceden yapılan o yapılan arzuları Allah yıllar sonra veriyor.
Belki orucun 30 gün üstüste olmasının hikmeti de böyle. Üstüste olunca, duanın şiddeti de çok yüksek olur.
Mn: Sünnet olan oruçların 3 gün olmasınyla alakalı yapılan çalışmalardan bahsetsek, son derece önemlidir. Nefisle alakalı mesellerde oruç ilaçtır.
A: "Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir. "
Çok ilginç bir şey söyleyeyim. Bizim çocuk biraz huysuzdu. Ramazanda çok değişti. Evde sürekli Kuran okunuyor. O ortamda çok yumuşadı.
Bütün duyguları Allah yolunda oruç tutturursak, o göz baktığı şeyen lezzet almaya başlıyor, o dil Kuran okumaktan müthiş lezzet almaya başlıyor. Ne kadar haramdan uzak durursak, meşru olan lezzetten o kadar lezzet alırız. Mesela insanlar ifrat tarzında sürekli atıştırıyor. Akşam yemek yediğinde, lezzet alamıyorsun. Bütün diğer cihazlar da öyle.
Özellikle gençlerdeki gayri meşru enerji tasarrufu, evlendiği zaman tam tersine döner. Cenabı Hakkın adaletinin tecellisidir.
"Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak. Ve o lisanı, tilavet-i Kur'an ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek... Meselâ: Gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men'edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta'til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir."
Demek ki düğüm midede. Oruçla mide açılacak, ruh dışarı çıkacak. Serbest halde ubudiyetini edecek.
...
Bu dünyada bir lira koyuyorsun, çok kıymetsiz bir şey, ama Ahirette o 1 Lira ne kadar kıymetli hale geliyor.
R: Normal ibadetinle alabildiğinin karşılıkla, ramazanda aynı ibadetle alabildiğin karşılık çok farklı.
H: Şimdi bir arazi alsan, %20 ile kazanıyorsun, ama o zamanda alsan, çok yüksek bir değer kazanıyorsun.
Mn: Peki neden öyle?
A: Ramazanın sadece bir ay olmadığını konuştuk ya. Ramazanın haleti ruhiye olarak terakkisi olduğunu söyledik. İhtiyaç anında insana nasıl lezzetli geliyor.

9. Nükte:

12 Eylül 2008 Cuma

Yirmidozuncu Mektup 2. Kısım 6. Nükte

(...)
A: Okuduğumuz Kuranın hakikati ne zaman iniyor? Ramazandaki haleti ruhiyeyi kazanmakla. Ramazan sadece o aya mahsus bir şey değil. Kuranla muhatap olma halinin sembolik bir ifadesi. O yüzden Kadir Gecesi yılın her günü olabilir.
O: Niye Ramazanda arayın diyor o zaman?
A: Özellikle Ramazanda arayın. Ramazan o haleti yakalamaya en uygun zaman dilimi olduğu için.
Y: Kadir geceni kendin oluşturacaksın yani.
x: Kadir Gecesi insanların bağışlanması için bir vesile.
A: Fakat biri Ramazanı kaçırdı diye, şeyi kaçırdı olmuyor.
Dün geceki Kadiri yakalamak diye bir ifadesi vardır Üstadın. Öyle bir merhaleye varırsın ki, dün geceki kadirle yarınki Bayramı aynı anda yaşarsın. Demek ki zamanın üstüne çıkıyorsun. Manevi bir haleti anlatıyor.
"Kur'an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş; o Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd"
Bu ramazan olmasa bile, nefsin hacatı süfliyesinden kurtulmak gerekiyormuş, ve maleyaniyattan. Yani neticesi boş manasında.
E: Kuran yeni nazil oluyormuş gibi nasıl okunur? Ne fark eder yeni nazil olması? Heyecanı yaşamak mı?
A: Ben kendi dünyamda hissettiğimi söyleyeyim. Bir şeyi görüyorsun, ah işte tam budur diyorsun. Kuran ne zaman tahakkuk eder, diye tartışmışlar. Gazali diyor ki, belli olmaz, bir anda gelir diyor. Vicdani bir şeydir.
E: Burada başka bir şey anlatıyor. Burada bir hayatı ruhiyeye girmemiz gerektiğini söylüyor.
A: Oradakik hakikati anlayabilmek için, o heliti ruhiyeyi yaşamak gerekiyor.
E: Oruç onun en büyük vesilesi. Yemekten içmekten...
A: Anladığımız Kuran değil. Hakikatine tam muhatap değiliz. Bir şey hissediyor, ama tam anlamıyor.
Y: Hz. Osmanda olması lazım. Sahabelerden biri bir yeri okuyor, bayılıyor düşüyor orada.
A: O ayetin nüzulune kendini hazır etmiş.
Y: Kalbine etki yapmış.
A: Hz. Aliye bir soru soruyorlar. Bu soruya yanıt vermek istemiyor. Israr ediyor. Söylüyor. O da bir anda ölüyor. Yeri geldiğinde bir söz böyle etki eder diyor.
Y: Peygamberimizin hadislerinde de görüyorsun. Birine bir şeyi yap, kesin cennete gidersin diyor. O adamın ihtiyacına göre.
O: Kuranı Kerimi internet diye kabul etsek, o her yerde her zaman var. Fakat oradan bir yeri sen indirdiğin vakit, orası sana nüzul etmiş oluyor.
A: Kuran zaman ve mekan üstü. Zaman ve mekan sınırlaması yok. Ancak sen ona irtibat kurduğun anda, o ana Ramazan haleti ruhiyesi deniyor.
O hakikate kendini açmış oluyorsun. O yüzden Ramazanın son 10 gününde itikafta riyazet vardır. Hemen hemen hiçbir şey yemezler. Öyle bir şey ki, yemek içmekten kesilince, insanın duyguları çok inceliyor. İnsanın şehveti azalıyor, hırsı azalıyor. Öfkesi azalıyor. Bütün dünyevi istekler kayboluyor. Kızmak istesen bile kızamıyorsun. Canın bir şey çekmiyor.
Burada çok ilginç, Kuranı üç şekilde dinlemek. Hacda onu çok güzel anlıyorsunuz.
Y: Bir de ihtiyaç olacak. Zihin başka yerlerde olduğu zaman olmuyor.
A: Özellikle Ramazanda dinliyorsun, üzerine tefekkür ediyorsun. Bir anda bi hakikat zihnine geliyor.
"Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd"
Gözünü haramdan, kulağını gıybetten, boş işlerden uzaklaşacaksın.
"ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek"
Vahyi melekler taşır, yani onlar vasıtasıyla nüzul eder. Sen de adeta melek gibi, vahyi karşılıyorsun, onu insanlara tercümanlık ediyorsun.
Ah: Resulullahın kalbinin yıkanmasıyla bağlantılı mı?
A: Tabi. Çocukken ve miraçta temizleniyor. Belki daha fazla da olabilir. Fakat bunun için dünyevi isteklerden çekilmek lazım. Bir kalpte hem dünya sevgisi hem Allah sevgisi bulunmaz diyor. Dünya sevgisi azaldıkça, Allah sevgisi artar.
Md: Ehli dünya maddi konularda nasıl hassas oluyorsa, neyin nereden geleceğini hemen anlıyor. Her şey ilgilenmekle ilgili.
A: "ve bir surette o Kur'anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek"
Sanki sen ilk defa muhatap oluyorsun. Bu her zaman mümkün, çünkü zamandan bağımsız.
Burada da 3 merhale var.
"ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, "
Yani Resuli Ekreme vahiy geliyor ve sen o anda muhatap oluyorsun. Burada şu da önemli gibi geliyor. Niye bu önemli? Çünkü orada bir olay oluyor. O olaya binaen vahiy geliyor. Senin başına bir şey geliyor. Hemen ona Allah yanıt vererek vahiy geliyor. Burada doğrudan senin bir sualine yanıt oluyor. Şimdi sen burada bir kitabı okuyorsun. Bir ihtiyaca binaen okumadın. Fakat bazen bir sıkıntına yanıt aramak için okuyorsun, birden o yanıtı görüyorsun. Hayatın içinden olunca, Allahın sana muhatap olduğu çok açık. Olay oluyor, Resuli Ekrem doğrudan doğruya cevabı taşıyor.
İkinci merhale:
"belki Hazret-i Cebrail'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur."
Cebrail Resulullaha anlatıyor. Sen Cebraille Peygamber arasında oturmuşsun, orada dinliyorsun. Veya Resulullahın yerinde bir manada sen varsın.
"belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur."
Bir hadis var: Kuran okuyan Allahla konuşmuş gibidir. Ramazanda Kuranın hakikatleri çiçek açıyor. Sen bir topraksın. Cemre toprağa düştüğü zaman, çiçekler fışkırmaya başlıyor. Sen de önce kendini hazırlıyorsun. Sonra Kuran senin kalbinde çiçek açıyor.
"Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir."
Kuranın hikmeti nüzulu ne? Kuran niye inmiştir?
İnsan kendi aklıyla hakikate ulaşamıyor. Kuran bir aracı vasıtasıyla Allah kendini arayana kendisini ulaştırıyor. Sen de adeta meleklerin görevini yapıyorsun. Allahtan gaflet eden insanlara Allahla ilişki kurdurtuyorsun.
x: Hz. İbrahimin Allahı bulması vicdani değil mi?
A: O hadiseyi birilerine öğretmek için kullanmış olabilir. Akıl hiçbir zaman hakikate tek başına olamaz.
O: Bir yaratıcının olduğunu bilir de nasıl bir şey olduğunu bilemez.
A: Peygamber göndermedikçe, hesap sormayız diyor ayette. Çünkü resul olmadan ulaşmak mümkün değil., hakikate.
O: Tek sorumluluk Allahın varlığını bilmek değil midir?
A: Nasıl bir allaha iman ediyorsun?
O: O da Allahın sana tanıttığı kadarıyla. Bizim konuştuğumuz İslam gibi değildir belki. Belki Afrikadaki bir yerli, yaratıcı bir varlığın bulunduğunu anlayabilir. Bundan sorumlu da olabilir diye düşünüyorum.
A: Bu dünyada yaptıklarıyla mesuldür diyor. Azap vermeyeceğiz diyor ayette.
"Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor;"
Şairin bir cemaate bakan veçhesi vr ya. Cemaatle yapılan bir şey, duygu açısından çok daha farklı bir haleti ruhiye kazandırıyor insana. En sıradan bir namaz bile, cemaatle kılındığı zaman, gafleti aşan bir özelliği var. Daha böyle zevk veriyor. Maddi hava nasıl insana etki eder. Manevi hava da insanların ortak bir şeye katılması manasına geliyor, müthiş etkiliyor.
"öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur'anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar."
Adeta melekleşiyor onlar. Melekler arzlılara işittiriyor.
"Her Ramazan (ayet) âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur'an ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu' ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar."
Çünkü Kuran çok daha fazla okunuyor. En çok hakikatler de o dönemde ortaya çıkıyor. Çünkü o zaman çok Kuran okuyoruz.
"Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir."
Kitarnun bir konserinde 1.5 milyon insan çık çıkarmadan dinlemiş. Öyle bir şey düşünün. 1.5 milyar insan çıt çıkarmadan dinliyor. Orada biri çıksa, bağırıp çağırsa, nasıl bütün insanlar ona kızar.