28 Kasım 2008 Cuma

Hutbe-i Samiye

as.
şurada bir sabit pazar var. bir kere hile yapmayanı görmedim. güvenemiyorsun insanlara. doğru konuşmuyor, yalan söylüyor. o kadar kolay insanlar yalan söylüyor. sadakat ve güven öldü. dilenciye para vereceksin, ona güvenemiyorsun.
fy. sadece tartıdan çalmıyorlar, bir de akıl oyunlarıyla çalıyorlar. 35 kuruş bir kilo mandalina demiyor, 3 kilosu 1 ytl diyor. orada indirim yapmıyor, üzerine koymuş oluyor.
as. üçüncüsü adavete muhabbet.
bence bu çok önemli bir tespit. yani öteki üretmek. bu sistem, ötekiyle yaşıyor. marksın teorisi var. her sistem mutlaka kendisinin zıddını üretir. sanki bu tevarus etmiş oradan. senin varlığın birine olan düşmanlığından besleniyor. şeytan da ilginçtir, bütün teorisini insan düşmanlığı üzerinde kurmuştur.
as. ehli imanı birbirine bağlayan rabıtaları bilememek.
mümin müslümanlar ilginçtir, hep bölünmüş. saflar hep ayrıdır. resulullah döneminde saflar hep birbirine yapışık taşlar gibiydi. fakat şimdi aramıza şeytanların girmesine izin veriyor.
mn. fakat insan sıkışık olunca rahatsız oluyor.
as. mesele orada mümin kardeşine tahammül edebilecek tavırda olmalıdır. sahabeler öyle diyorlar ki, elbisemizde ilk yırtılan kollarımızın üst tarafları olurdu. resulullah tek tek safları dolaşıyor.
araplar sünneti çok önemserler. hala bunu çok ciddi şekilde uyguluyorlar. resulullah şöyle diyor, insanın kalbi nasılsa, ameli de öyle olur. siz böyle dağınık olursanız, aranızdaki ilişkiler de dağılır.
hs. zaten toplumdaki genel havayı ölçmek için, toplumun genelindeki dış görünüşe bakarsın. ben de çok rahtsız oluyorum, omuz omuza olması lazım, genellikle açıyorlar. hadis var, saflarınızı sıklaştırın, ben sizin aranızdan şeytanın geçtiğini gördüm, diyor. insanların bireyselliğini gösteriyor. ikimizin arasındaki bir rabıta. bu çağ da zaten bireysellik çağı. ben kendi müslümanlığımı kendim yaşarım. şeytan müslüman kavgası, pek algılanmıyor. medyanın bombardımanları, insanları o kadar etkiliyor ki, içimizdeki şeytandan daha fazla darmadağın oluyoruz.
as. içteki manevi rabıtalar dışarı yansıdıkça, içerideki rabıtalar daha iyi pekişmeye başlar. ben nefsimi değil, kardeşimi tercih ediyorum. ilginçtir, ikinci sözde hodbin ve hudabin iki insan vardır. hodbin sadece kendini düşünür. hudabin ise, sadece kendini değil, Allahı demiyor, gayrını düşünür. din yolu başkasını düşünmekten başlar. başkasının nefsini önceleyen hakka gidebilir. başkasını önceleyebiliyorsa, resulullahı önceleyecek. çünkü o allahın en sevgilisi. hz. ömer diyor ya, ya resulullah nefsimden sonra en çok kendimi seviyorum diyor. olmadı ya ömer diyor. bütün kainatı sevmek aslında allahın esması olmasası cihetiyle sevmektir. kendini sevmene enen karşıabileceğinden, aslında kendini sevmektense başkasını sevmek daha uygundur. ihlastaki ana presip nedir? tefani. yani kardeşinde fani olmaktır. yani kardeşinin dertlerinde üzülmek, onun memnuniyetiyle mutlu olmak. biri kardeşine laf attığı zaman savunacaksın, kendine attığı zaman savunmayacaksın. şeythte tefani olabilirsin. çünkü şeyhi kendinden yukarı koydun ya. ama kendinle eşit olan bir insanda fanileşmek ne zaman mümkündür? ancak ihlasla mümkündür. sıradan insan senden üstün değil. eğer onda fani olabiliyorsan, nefsini bırakıyorsun demektir.
şeyhinde fanileşmek, aslında kendi arzularını onda görebiliyor. ulaşmak istediği merhaleyi görüyor. ama sıradan bir insan için her şeyini feda edeceksin. enenin terkedilmesi burada ortaya çıkıyor.
"iman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız." hadis. iman etmek ne demek? her şeyin allahın mülkü olduğunu kabul etmek. her şey allın mülküyse, kendimi ondan ayırtetmemem lazım. o zaman kendimi başkalarından öncelememem lazım. öyle olursa, şirk unsuru devreye giriyor. eneme pay biçmemem demektir, başkalarını sevmek.

"çeşit çeşit sarih hastalıklar gibi yeşeren istibdat"
istibdat imanı boğan bir şeydir. üstad sürekli hürriyet vurgusu yapıyor. isterse müslümandan, isterse evliyadan gelsin, istibdadın hep aleyhinde olmamız gerekiyor. imanı gerektiren şey hürriyettir. allah kendisine hür olarak bağlananlardan hoşlanır. senin iki çocuğun olsun. sen avrupaya gittin. biri şöyle diyor, babam geldi diyor. babaya koşuyor. gelirken, üzerine bir şey döküyor, beceremiyor sevgisini ifade etmeyi. ötekisi ise, hediye getirdi diyor. önceliği baba değil. haediye için seviyor. hangisin daha çok seversin?
onun gibi kendisine zorla itaat edeni mi allah daha çok sever? yoksa kendi isteğiyle mi? bir aşama, cehennem korkusu. ikinci aşama cennet sevdası. bu da aslında arifler tarafından yerilir. üçüncü aşama, sırf rızaı ilahi için. istibdat muhabbeti öldüren bir şeydir. zorlamadır. iradeyi bastıran bir şeydir.

rz. orada istibdadı ikiye mi ayıracağız? bir toplumsal hürriyet bir de fert olarak hürriyet.

as. olabilir, ama hürriyet hürriyettir.

rz. ferdin hürriyetiyle, toplumunki birbirinden farklı.

aş. toplumun hürriyeti, fertlerin hürriyetinin toplamıdır.

rz. fertteki istibdadı ne olarak algılamalı?

aş. insan kendi içinde hür olursa, dışarıdan gelen istibdadı istibdad olarak görmez. hzulme hiçbir zaman razı olmaz. onu bir musibet olarak görür.

şimdi liberaller var. bangır bangır bağırıyorlar. bence müslümanlardan daha iyi bir konumdalar. çünkü hürriyet istiyorlar. atila yayla, nur vergin, ner serter, toktamış ateş, necla aratın olduğu ortamda, o adam çok güzel yanıtlar verdi. adam dedi ki, ben belki model olmak istemiyorum. zorla olmaz. şimdi siz güçlüsünüz. şuş anda dayatarak onlara bir şeyler dayatıyorsunuz. peki ileride onlar hgüçlü olursa, ne yapacaksınız? ben şimdi de hürriyet istiyorum, onlar baskın olunca da hürriyet isteyeceğim. peki siz ne yapacaksınız? güç onların da bir gün ellireneg eçebilir.

hüriyeti istemek ters gibi gözüküyor. ama üstadın bir misali vardır. ikimizde kuyu kazıyoruz, birinin niyeti kötü olabilir. ama oradan bir su çıktı mı, etraftaki bütün pislikleri götürecektir. hürriyet ortamı geldiğinde, iman çıkacak. o yüzden korkmanıza gerek yok. onların elinde bir delil mi var ki, korkuyorsun? şeytanın elinde bir sulta mı var ki? vicdan, kainat, insan onları desteklemiyor. hürriyet gelirse, niye dinsizlik çoğalsın.

mn. istibdaddan çok şikayet edenler, aslında o istibdadın yerinde olmak istiyorlar. o yüzden çok şikayet ediyorlar.

aş. bir adam onunla ilgili çalışmış. ezilenler, ezenlerin konumunda olmak istemelerinden dolayı, eleştiriyorlar. negatif bir atvır bu. asıl hürriyet istemi, ne ezen o ,ne ezilen ol. ne onun izzeti imaniyesi, başkasının zulmune razı olmadığı gibi, şefkati i imaniyesi de başkasına zulmetmeyi kabullenmez. allah bana hükmederse, ne ben başkasının zulmetmesine izin veririm, ne de başkasına zulmederim. zulüm gibi görünen şeyleri, allahın bir imtihanı gibi görürüm, onları aşmaya çalışırım.

mn. insanın zulüm altında olsa bile kendi içinde duygu ve düşünceleri, özgür bir alandır.
aş. ezen ezilen psikolojisi öyle bir konuamgetiriyor ki, insanı. sürekli ötekiyle meşgul olduğu için, onun üzerinden bir varlık inşa ediyor kendine. ezen ezilen var tarzında bakıyor. şöyle bakmıyor: ben insanım, hürüm. kimsenin bana zulmetmesine izin vermem diye bakmıyor. o yüzden paradigmal bir değişim yaşaması yani o kısırdöngünün içinden çıkması gerekiyor.

aş. menfaati şahsiyesine himmeti hasretmek.

yani öncelikle kendini düşünmek. aslına bakarsak.

mh. ne demek insan kendini düşünmeneden yaşanabilir mi?

aş. hasretmek. ortada bir menfaat var, hep ben kazanayım istiyorsun. öteki de kazansız diye düşünmüyorsun. islam medeniyetinde adam müşterisi geliyor. müşteriden bir şey aldıktan sonra, bir tane daha geliyor, kardeşim de kazansız diye ona gönderiyor. ama öyle bir şey yapabilirsin ki, pazarın önünü tutmuşsundur, önünü kesmişsindir, bu da bir mentalitedir.

şurada büyük marketler var. pazar kuruluyor. normal günlerde 3-4 ytlye sattığı meyveleri o gün 1 ytlye satıyor.

mh. bence siz kendi endeksli düşündüğünüz için öyle yapıyorsunuz.

aö. o da o zaman diğer günler ucuz satsın.

aş. sadece pazarın olduğu gün ucuz satıyor.

rz. fakat burada sürümden kazanıyor.

aş. bana çok insani gelmiyor. bir gün de onlar kazansın.

mh. insanların menfaatlerini düşünmemesini düşünemeyiz. ama iki türlü şey var. insanların menfaatini düşünmemesi var. bir de başkalarının menfaatlenmemesi üzerine bir sistem kurmak var. bu ikisi farklı şeyler. o zaman menfi bir düşünceye giriyorsunuz.

aş. üstad onun menfaatlenmesini, kendisinin zararında görmesiyle açıklıyor. o zarar ederse, ben kar ederim.

mh. ticari hayatımızda, bir şeyde zarar varsa, rızası bile olsa, oradan bereket kolay kolay gelmez.

ben eskiden anlamazdım. hacizli malı anadolu insanı almaz. ben derdim ki, hacze düşmüş, piyasaya konmuş fiyatıyla alıyorsun. bir zararı görünmüyor. kurduğun ticaret başkasının ahını getirecek şekilde davranırsan, ona vicdan karşı koyar.

aş. o bu hakikati onaylıyor.

mh. bazı insanlarda da var. satış tekniklerinden bir tanesidir. bir mal satılmıyor değil mi, üstüne yaz zararına satış diye. insanlar hücum ediyor. sanki ticarette kar etmek kötü bir şeymiş gibi.

hş. insanlar hep kazık yiyorum mantığıyla, zararına satanları görünce, insanlar güveniyor.

rz. market orada sabit. pazarcı geliyor, vurkaç yapıyor. espri olarak.

mh. fiyat değil, yaşadığınız duygular çok önemli.

ys. reklam yanlış tanıtım olabilir. büyük balık küçük balığı değil, aslında hastalıklı balığı yutuyor.

aş. onların cesetlerini kendi midelerine defnederler. hayvanların helal rızıkları, ölü hayvanlardır.

" Hem nev'-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. Ve en dinsizi de, dine iltica etmeğe mecburdur. Çünki acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası; ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacata mübtela ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni'-i Âlem'i tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok!.."

Tabi bir sürü manipülasyonnlar var, beşeri uyutmak için. Ama uyandıkça bir noktai istinad arayacak, bunu da Sanii Alemnden başka bir yerde bulamaycak.

"Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî-manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak."

şimdi bu anarşizm dehşeti çok müthiş bir hastalık gibi. bir bomba atıyor, 200 kişi ölüyor. hindistanda şimdi. anarşizmin temelinde dinsizlik yatar. adamın savaştığı bir ülke değil. çoluk çocuk bir atıyor bombayı hepsini öldürüyor. bu insan müthiş bir çöküntü yaşar.

yf. onlar da milliyetçilik için savaşınca öyle yapıyor.

ırakta da öyle.

hş. "Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla
--- sh:»(H:25) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış.
Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i'dam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.
İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm i'damına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehadet eder."

mn. hangi hal?

hş. insanlık öyle bir hale gelmiş ki, idünyanın geçici lezzetleri yetmemeye başlamış. bu dünyanın saltanatını verip, bin sene ömür verilen bir insana, insanlar bunu kabul etmez. demek o zamanki beşer, bir arayış içinde. bir rivayet var. hristiyanlık, hakiki hristiyanlık olarak tasaffi olacak. hristiyanlık bize çok hurafi gelir. ama bazen o insanların programlarına bakıyorsun. sanki müslüman konuşuyor. çok hurafevari de gözükmüyor.

"Kırkbeş sene sonra, tamamıyla beşerin bu
--- sh:»(H:26) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor."

dinsizliğin şedid şekilde yani ifrat seviyesinde çıkması, tam tersini doğuruyor. eskiden dinsizlik yoktu. şimdi o karanlığı görenler, dinin aydınlığına yönelmeye başlıyorlar.

"Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz.""

sürekli akla tazyik yapıyor.

""Biliniz" ve "Bil" hakikatına dikkat et. "Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun. Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.
--- sh:»(H:27) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!"

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

mh. geçen hafta yusuf iyordu ki, ağbi, üniversitelerde herkes din min bir şey yok ki, herkes haralop şaralop. peki yani siz diyorsunuz ki, gençlik böyle, bundan nasıl insanlık çıkacak? nasıl ümitli olacağız? diğer taraftan diyor ki, her tarafta bombalar patlıyor, hiçbir yerde huzur yok. gelecek kötü diyor, insanlar. halbuki sait nursi farklı söylüyor.

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş."

yusufa şunu soracağım, nasıl fenler insanların insaniyetlerini keşfetmelerini sağlıyor?

bugünkü dünya tablosunda başka bir şey var mı? aynı. bizim bu mahalleyi anlatıyor.

mn. savaş insana mutluluk getirmiyor. ilim inkişaf etti. insanların mutluluğu için gerekli olan her şey ubudiyetle alakalıdır. bunu mu anlıyoruz?

mh. bir sürü arkadaşlarımız var. arkadaşlar söyleyecektir. geçen ilginç bir şey gördüm gebzeli arkadaşlarda. her meseleye müdakkik bakıyorlar. okudukları bahis çok ilginçti. bir tanesi de, fenlerin insanları uyandırarak, gaflet ve cehalettlerini kırmalarına yarayan bir konu olarak gördüklerini konu edinen bir yer okuduk. yusufun soruyu soracağız. insanlar fen okuyorlar, ama haralop şaralop gidiyor. bu insanlardan nasıl hakikat çıkacak?

burada iki tane nokta var. bir gencin hissiyatlarının doğru olduğuna inanıyorum. ama bir yanlışlığının olduğunu da zannediyorum. insanlar feni, sadece menfaatleri için okuyor olabilirler. fakat sait nursi, burada gerçekten fen okunursa, fen derken, resim de bir fendir, hepsi birer ilimdir. fen derken, matematik de sosyoloji de bir ilimdir. psikoloji de bir ilimdir.

x. fen dedikleri pozitif deneye dayalı bir ilim.

mh. feni ben, doğrudur odur.

x. sadece fen demesi, deneycilerin, allahın her an yaratıyor olmasını ihmal eden bir görüş.

mh. sait nursi, bunları komple olarak ifade ediyor. fen ilmi deyince, sanki hayatımızın içinde olmayan bir şey. hüsnü mühendis. matematik kullanıyor. ben ne alaka. halbuki hayatın içinde matematik var. arabanın kıçını nasıl kurtaracağın bir matematik hesabıdır. aslında fenni tüm hayatımızda kullanıyoruz. fen, hayatımızın manasını anlama ilmidir. sanat da insanın gönlünü anlama ilmidir. kısadan ifade ediyorum yani. fenleri okuyucna insan neyi anlıyor? bir şey var. ruh hastalıkları da bir fen problemidir. ama neticede şuraya geliyor. insanların her teknolojisi gelişiyor. binaları çok güzel. fakat insanlar yine mutsuz. tatminsizlik. hırs. haset, fesat, kesat. binalar çok süslü. normal viesli arabayı bile insanlar tenezzül etmiyor.

ama bir fen daha var. harpler ne anlatıyor? feni çok iyi yapsanız bile, sonunda savaş çıkar. feni çok iyi kullandın, iyi kullandın çok adam öldrecek bir bomba yaptın. ne oldu netice? ne yaparsak yapalım, insanlarda bir hakikat arama vasfı olması gerektiğini söylüyor. bir yerden sonra fen çıldırtıyor insanı. başka bir fen lazım.

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

geçen haftaki derslerin birinde yusuf ağbi söylüyordu. evet kadınlar çalışacak düzeyde olabilir. paraları da olabilir. ama aile mutluluğu için, itaat etme zorunluluğu yaşamak isteyebilir. bu insanların mutluluğu parayla pulla sınınırlandırılacak bir şey değil ki. insan paralı da yaşayabilir, parasız da yaşayabilir. hatta benim kanaatime gelince, insanın istidadı gelişirse, eşine daha çok saygılı olur. mutluluğu daha çok arar. o mutluluk duygusunu yaşamak istiyorsa, eşine daha çok değer verir. bence körü körüne yapılan şey, gelişmemiş şekilde olur.

hş. bir hadis var. sizin en hayırlınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.

mn. abi, sopayı uzaktan görecek

yf. yeni bir açılım ağbi.

mh. abi, istersen içeri götürelim.

hş. kim diyor?

mn. olur mu, mecellenin başında yazar. dövme, fakat görme.

af. peygamberimizi mi örnek alacağız, sizin dediğinizi mi?

mn. peygamber dönemindeki hanımlar olsa da onları örnek alsak.

bu verilen örneklerle alakalı olarak.

mh.

"Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var."

yani insan eşini o kadar çok sevecek ki bu dünyada bu dünyaya sığmayacak bu sevgi. ahireti isteyecek.

mn. buradan eşe nasıl gittiniz anlayamadım ben.

hş. bütün insanlık bir arayış içide. o kadar çok dehşet görmüş ki, insanlığın tümü bir arayış içinde. kuran bu arayışın akılla sorgulamaktan geçtiğini söylüyor. üstad orada bir umut vermek istiyor. gelecek islamındır, sözüne gelecek. insanlığın islamiyeti tanıması, bunun çözümüdür.

mh. duygulardan bakıyoruz, bakın tekrar okuyorum.

"Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

yani neyle, harplerle fenlerle ve dehşetli hadiselerin gerçekleşmesiyle. gerçekte şu ekonomik dağdağalar diyor ya. bunlar bile insanları o kadar korkutuyor ki, amerika bile nereye gideceğini bilmiyor. nerede duracağı belli değil. herkes dağdağalı hayat. bu dünya çapında. öbür tarftan, bir kardeşimizin dükkanını kaçak satarak birisinin üzerinde göstermeye çalışıyor. durup dururken bir dağdağa çıkıyor. öbür tarafından başka bir şey yapıyor. patronsun, çalışansın, her ortamda dağdağalı. geçen gün diyor, çok güzel bir firmada çalışıyorum. iyi bir firma, fakat uykularım kaçıyor. bizim firma o kadar büyüdü ki, önüne geleni satın alıyor. ben bunun sonunu bilmiyroum. korkuyorsun. her durumda korkuyorsun. dünyanın neresine baksan, dağdağalı. biz kendimize bir şey kuruyoruz, buları hissetmiyoruz galiba.

adamlar nasıl biliyor musun? dünya dağdağası derken, çok enterasn geldi. ben yaşlanıyorum diyor. iyi o zaman bir köyde, yeşilliklerin içinde yaşa diyorlar. olur mu, ben köyde yaşayaymam yaşlıyım. kalp hastanesinin yakınında kalayım. dünya dağdağalı. ama bunu hissettiğimiz an, gerçek mutluluğu tadamayacağımızı. biz esas dünyaya doğru gidiyoruz diyor öbürü, bu dağdağayı atıyor. bu insanlar, hepimimzin genelde dindarların, başıboş ne oluyor? bir tarftan da çok kısa zamanda, bu fenlerin, sinemaların, vesair şeylerle dehşetli hadiselerin sevkiyle. bunlar insanların kavramasını, düşünmesini çok kolaylaştıran bir olay.

aslında bizim de bunu hissetmek için uğraşmamız lazım. bence sait nursi, bunları kendi yaşadıklarından anlatmış. ben bir zamanlar çamlıca tepesine çıkmıştım diyor. çok dünyada iyi durumdaydım. sonra kendimi bir çukurda, hapishanede buldum diyor.

af.o yüzden, hissetmek lazımdan daha ziyade, bunları yaşıyor olmak daha öğretici. hissetmek, bir yere kadar götürüyor. ama yaşayan insanların daha fazla terakki etmesi isabetli olur diye düşünüyorum.

mh. ben köylü çocuğu olarak şöyle düşünüyordum. bir şeyler yapalım diye uğraşırken, zannediyordum ki, zenginlerin hiç derdi olmaz. meğer tasa o zaman başlıyormuş.

bizim ortaköye sosyeteler gelir. bakıyorum, insanlar, tatmin olacak antik, boncuk bir şeyler arıyorlar. resim hiç satılmaz. dehşet ilgi görüyor. anılyorum ki, insanlar tatmin edici bir hatıra arıyor.

"Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i'dam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak."

"İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm i'damına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehadet eder."

mn. o zamanki korkunç olayların sonunda insanlarda olan tahribatı analiz ediyor. son derece duyorucu, akıl kalp ve ruhu tatmin ediyor. bütün olumsuzlukları içinde, insanın düştüğü girdaplardan nasıl çıkacak oludğunu gösteriyor.

" Kırkbeş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor.
"
mh. amerika krizi çıktığında bir yazar enteresan bir şey söyledi. eğer kazancı paylaşmazsanız, sefaleti paylaşırsınız. bu krizin özetini böyle anlatıt.

gerçekten dini hakkın getirdiği paylaşmayı, şimdiki medeniyet ne kadar önemli olduğunu anlıyor. bunlar zaman içinde oluyor. hep kazanalım demenin olmadığını.

ikincisi, mutluluğun çok kazanmak, gezmek, harcamakta olmadığını, insanların farklı şeylerle mutlu olabilecğeini. insanların fikrine, kalbine müracaat et diyor.

insanlar bugün öyle idyor, ben ne yaparsam yapayım, insan kendi kendiyle konuşabilmeli. kendisini ikna edip, o duygularını geliştirebilse. neyle basarsanız basın, insanın duyguları bir yerden sonar patlak veriyor. neticede kuran da okusak, risale de okusak, önemli bir şey var. kuran da okusuka, risale de okusak, bunu kendi dünyamıza aktarmak, hatırladığım kadarıyla, bunu kendi malı etmek, kendi dilimizi, kendimize mal edecek şekilde, o fikirleri konuşmamız gerekiyor.

mn. birinci meselesinde önceliği ona vermesi gerekiyor.

mh. talebelik bu demek. kendimize mal edersek, talebe olabiliriz. bir şeyçok kıymetli, sen bunu yemiyorsun, başkasına veriyorsun. kendin tadarsan, başkasına tattırabilirsin.

"Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz." "Biliniz" ve "Bil" hakikatına dikkat et. "Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun."

"Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. "

Yani muhakeme eden, kolay kolay dalalete düşmez. onun için, bu fenler ve bazı olaylar, insanların düşünmesine ve bu da dini hakka daha yaklaştıklarına büyük bir işaret.

"Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor."

yaşanan olayları, algılayıp kendi dünyamızda düşündü mü, ne olur, bu medeniyetin en büyük ülkesi ne? amerika, gümledi. demek ki, çıkmaz sokak.

"Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! "

dünyayı bir cami-i kebir olarak görüyor.

dünyada öyle veya böyle. hindistandaki olayı müslümanlar yapmış. türkler müslüman diye bırakmışlar. sait nursinin getirdiği şey çok güzel. eskiden bazı arkadaşlar amerikayı düşman görüyorlardı. o arada bir arkadaş çıktı, niye kendini geriyorsun? amerikayı da allah yarattı. sanki allah amerikayı yaratmadı. orası bombalanması gereken, adını bile anmak caiz olmayan bir yer. dünyada gerçekten böyle düşünen insanlar var. anarşinin bir kaynağı da buradan geliyor. fakat sait nursi dedemiz bizim, kainatı bir mescit olarak görüyor. ayet-i kübrayı oku önce. nereye gidersen git, kainatın her yeri zikrediyor. dolayısıyla kainatla kavgalı değil. insanların hepsi, allahın yarattığı bir insan. bir gün hissetmeye başlamış. gerçek hissettiklerinde hakikata kavuşacaklar. bu olaylarla, insanların her gün bir şeyi hissederek kavradıklarını. ama insanların anlaması değişik değişiktir.

eskiden ben yanıma eleman aldığımda, sabır gösteremiyordum. bir gün düşündüm, yahu niye sabırsızlık yapıyorsun? sen 45 yaşında anladığın olayları, 15 yaşındaki çocuğun anlaması mükmün olur mu? tekra tekrar anlat. her anlattığında ufak ufak hissedecek insanlar. onlar beni çok geçecek. neden? çünkü o yaşta ben onlar kadar öğrenmiyordum.

basın özgürlüğü. bu düşünceden bakarsanız, çok güzel şyelre söylüyor. karşılıklı konuşabilmek ne güzel bir şey. tenkit edilebilmek ne güzel bir şey. herkes bir ileri bir geri, orta bir yerde buluşabiliyoruz. bu manada, insaniyetin istidad dedi ya, bu çok önemli. insanların bir önemli özelliği de katılımcılıktır. katıldığı oranda, insan düşünür, sorumluluk alır ve düşünmeye başlar. dolayısıyla, o oteli bu ülkeyi, insaniyeti sait nursi muhatap alıyor. ümitsizliğ düşmüyor.

"Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!"

mn. peygamber efendimiz ne diyor? ahir zaman mehdisi, şamda bir mescidin kapısına inecek.

mh. bir şey daha söyleyeyim. medine minber, mekke bir mihrap.

mn. ama düzül yeri de şam. oradan başlıyor, inkişaf.

hş. o zamanın batısının merkezi şamdı.

mn. o mescitin en diri, en iyi dinleyecek insanların bulunduğu mekandır. onbin kişiye bu hitap yapılıyor.

hş. eskiden batı tarafının merkezi şamdı. bu zamanda, istanbul veya avrupada bir şehir olabilir. şam orada bir şehir değil, bölgedir.

mn.

"Hasıl-ı kelâm: Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek."

mn. kuranda akıl kalp ve ruha aykırı hiçbir şey yoktur. her şey delillendirilmiştir.

hş. orada da madem akıl çağındayız, zaten akla en makul şey kuran. bütün deliller ve ispatı kuranda var. o zaman akıl çalıştıranların en önemli rehber kitabı olacak.

mn. onu nerede söylüyor? hristiyanlığın dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde bunu söylüyor. müslümanlar ep yeniliyor. her taraftan islam darbeler yemiş. hep orayı taklit eden bir zihniyet ortaya çıkmış. o kojonktörü insan hayalen anlamaya çalıştığı vakit, çok farklı hislere kapılıyor.

mh. mesela başörtüsünün problem olması, bunun bir sonucudur. din, hayatta yaşanmaz algısı var. ama başörtülü kadınlar görününce, din insanların terakkisine engel değil, bu görülüyor. en çok islamdan tiksindirilen nokta bu nokta. bunu görünce, aman bu anlaşılmasın. hani insanlar okula gideceklerdi? bu sefer kendi kendileriyle çelişkiye düşüyorlar. bundan çok şiddetli rahatsız oluyorlar. şimdi okumasın diyorlar. neden? çünkü okudukça insanlar gerçeği öğrenecekler.

mn. sait nursi, kalpleer vurulan o çöküntüden, o kalbi kurtarmaya iman pompalıyor. o yıklımşlığın onları ilgilendirmediğini, kuranla her şeyin delillendirilerek, akıl ve ruhun devamlı diri tutulabileceğini orada müslümanlara vurguluyor. bu mehdiyetin, gün gibi, ortada oludğunu gösteriyor.

mh. bir de şöyle bir şey var. irsale okuyan insanlar, bu hayatın içinde muhakeme etmeyi ve düşünmeyi, ve birbirinden ayırt etmeyi. yani insanın düşüncelerinin yanlış olmasıyla, insanın istidat taşıması arasında farklılık olduğunu anlıyorlar. dolayısıyla insanlara gıcık olumyorlar. o azaman toplumdan soyutlanmıyor, korkmuyor. toplumla kucaklaşan sevimli bir müslüman ortaay çıkartıyor.

mn. diriltiyor.

mh. öyle bir müslüman ki, kainatla da bütünleşmiş. hepsine bakıyor, hepsini allah yaratmış idyor. eşine allahın bir ikramı, bana dost, bakıyor işerinde çalıştığı arkadaş öyle görüyor. her ne görürse, kaintala barışık, dost. musibet gelse, bunda da bir hakikat vardır diyor. müslüman, diğer kafirlere baktığı zaman, inşallah bu sevimli insanlara da allah hidayet nasip eder diyor. onun da bir vakti saadeti vardır dioyor. hiç öyle düşünmüyor. imanın getirdiği tecelliyle dünyaya çok farlı bakıyor. yoksa anarşist olur insanlar. ne olursa olsun, her şeye muhalif ediyor.

"Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir'de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak."

mh. bugün çıkmasa yarın çıkacak. eli kulağında bu hakikat.

21 Kasım 2008 Cuma

Hutbe-i Şamiye Birinci Kelime

" Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum.
BİRİNCİ KELİME: "El-emel". "
A: Yeisin karşısına el-emel koymuş.
"Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor"
A: Üstad bir yerde 100 sene sonra gelecek olayların emarelerini o zaman hissettim diyor. İşte bugün için yazılmış bu emareler. Müjdeler şimdi için okuyabiliriz.

"ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarak (Haşiye) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim:"
"(Haşiye): Eski Said, hiss-i kabl-el vuku' ile 1371'de -başta Arab Devletleri- Âlem-i İslâm'ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırkbeş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umumî ve 30-40 sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üçyüz yetmiş'te olan vaziyeti bin üçyüz yirmi yedi'de olacak gibi müjde vermiş, te'hirinin sebebini nazara almamış."

A: Özellikle ikinci dünya savaşından sonra islam ülkelerinin hürriyetlerine kavuşmasını çok müspet olarak yorumluyor. o dönemde çoğu özgürlüklerine kavuştu.

g. yalnız bunu başlangıç sayıyor değil mi? çünkü ekonomik ve kültürel bağımsızlık ayrımı yapıyor. müslümanlar hala kültürel bağımsızlığını hissetmemişler. araplar şimdi bir kriz çıkardı diyorlar.
a. şu anda arap paraları çok değerli.

" İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak. "

a. üstad bu konuda çok emin.

"Öyle ise şimdiki kader-i İlahî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, "

a. ilginçtir. yusuf suresinde konuşuyorduk. kötü rüyalar hemen olayın akabinde gelir. iyi rüyaların tevili ise uzun süre sonra çıkar. ta ki kötü rüyalar hemen geçsin, vehim kalmasın diye. iyi rüyaların tevilinin uzun sürmesi, sürekli ümit beslemesi için. burada da fecri sadık istikbalde olacağını bilmek bile, insnaları o ümitle teşvik ediyor.

"ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:
İşte İslâmiyetin hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.
"
a. demek ki, geleceğin islamiyete ait olacağına delil, islamiyetin mahiyetidir. maddi ve manevi terakkiyi teşvik eden bir yönü var.

" Birinci cihet olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:
Hakikat-ı İslâmiyetin kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. "

a. ne zaman islama sarılmışlar, o zaman medeniyete hakim olmuşlar ve dünyaya öncü olmuşlar. endülüs medeniyeti şimdiki amerika gibiydi. o zamanki ilmi terakkiyatta şimdiki teknolojinin getirdiği zararlar yoktu. adam musluk yapmımş, elini sokuyorsun, akıyor. o zaman bunu yapmışlar.
seyyid hüseyin nasr bunu ciddi olarak iddia ediyor. 80lerde yılın felsefesicisi seçildi bu adam. bu adamın en büyük iddiası, batı medeniyyetinin temelinin endülüste tıldığıdır. dolayısıyla medeniyetin temeli bize aittir. birçok oradaki bilim adamının kendi teorileri, müslümanlardan doğrudan kopyaladıkları eserler. bu büyük bir muamma zaten. bir yandan silahı eline almış, bir yandan medeniyeti eline almış. ingilterede metro, ta 120 sene öncesinden gelen afrikadan gelen ağaçlar var. hala aşınmamış. 100 sene önce ne yapmışlar? afrikadan malzemeyi getirmişler. köleler getirmişler. kürek çektirerek getirmişler. ölenleri atmışlar. sağlamları yeraltında çalıştırmışlar. etrafına da genelevler kurmuşlar. oradan kazandıklarını da oraya harcamışlar. batı medeniyeti gerçekten masum bir medeniyet değil.

"Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-ı İslâmiye'de za'fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilakistir. Yani salabet ve taassublarının za'fiyeti nisbetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salabet ve taassublarının kuvveti derecesinde de tedenni ve ihtilallere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş."

a. bu niye böyledir? neden batı dillerindeki taassub onları geri götürürken, biz islama sarıldıkça medenileşmişiz. o dinlerin tahrip olması nedeniyle diyoruz, ama bunun altında yatan kendi insani görüşlerinin hakim olmasıdır. insan nazarı da sınırlı olduğu için, açısı her zaman sınırlı olacak. insan her zaman bir yere kadar görür. o yüzden nazarı eskiyecektir.

her ne kadar islam btaklidi bile yerleşse, beşerin nazarıyla budanmadığı için, elinde metin var. o metini okuyup yeniden yorumlayıp asla dönebilme imkanın var. vahiy olduğundan, vahiy her zamana ışık tutar. bu yüzden gelecek asırlara ferasetimiz de daha çok olacaktır. islamiyetin mahiyeti de vahiy olması sebebiyle, ileri görüşlü mahiyettedir. her zamana bakan veçhesi vardır. insanın nazarıysa, beşeri fikirler ona girmiş. ne kadar kaynak iyi olsa bile, fikirler onlardan kaynaklandığı için, hep taassup nispetinde onları sınırlamış.

gerçekten şuna bakıyorum, dogmatizm açısından hristiyan, yahudi ve müslüman toplumlarına bakın. müslümanlarda amel veçhesinde bile taassup olsa da rijitlik yok. yahudiler ise bu konuda çok hassaslar ve dinden çıktın diyorlar ve bu yüzden savaşıyorlar. bizde öyle değil, amel daah esnek. islamın dayanağı daha sağlam olduğu için, daha hoşgörülü, ve esnek, kuşatıcı, özgüven daha çok olduğu için insanlarda. şöyle anlıyorum. radikal marjinal gruplarda, insanlar yeni fikirlere açık olamazlar. çünkü kendi cemaati koruyan yapının bozulacağından korkarlar. fakat kendinden emin cemaatler, sen öyle düşünebilirsin diyebililer. çünkü kendinden emindir. fakat birilerini sıkmayla bir şey yaparsanız, orada hep okrku yaşarsınız. hristiyanlık da böyle olduğundan, marjinal kalmış gruplar... zihni yapı eskiyi korumaya çalıştıkça, ilerlemeyi engelledi. dolayısıyla insanlar bir yerde onu çatlattı. tıpkı marjinal yapıların kendi içerisinde çatlaması gibi.
islamın da böyle bir mahiyeti var.

amç. islamın da yahudileşmesi süreci var ya. benzerlik şurada. pagan kültürüyle, roma imparatoruyla tokalaşma meselesidir. yani otoritenin istedikleri buyruklar noktasında dinini zorlama neticesinde biz tahrifi görüyoruz. bizde de aynısı var. gazaliden sonraki dönemin milat görülmesinintemelinde bu var. bizde de sosyolojik olarak, tarikat kültürünün, pagan sözleşmeye çok benzer bir yanı var. biz de aslında zımni olarak otoriteyle tokalaşarak...

a. şimdi suriyede devletle tarikatların hiçbir probelmi yoktur. ama kesinlikle siyasi oluşuma zerre müsaade edilmez. ihvancılar, hamada topa tutulmuş. 30000 kişi ölmüştür. fakat efvaride bir şeyh var. bir emirle 1000 kişi kalkıyor. ama devletle hiçbir problemleri yok.

amç. çünkü devletle aralarında dünyevi bir anlaşma var. devlet onlara koruma sağlıyor. onlar da o koruma altında kendi dogmalarını yaşıyorlar. üstad onu vurgulamaya alışıyor. müslümanlar yaşayaış biçimlerini, özgür birey olana saadet döneminden, kulbireylolan formaliteye döndürünce sorun yaşıyor. islamiyete sarılmanın, sosyal yapıdan çıkıp kuranının özüyle hemhal olmak bildiğinden o örneği veriyor. tarikattaki yapının, yahudileşmeyle benzer olduğunu görmek lazım. aklını, şepyhin cebine koyan, hatta yaşam tarzını, saadetini ona emanet eden insandan. halbuki, sahabe, peygambere soruyor, ey resulum ben bunu anlamadım.

a. bir itiraz edeceğim. sahabelerin sadece bedevileri soru sorarmış. medeni olanlarında çok ciddi biredep var. tarikat bir yönüyle senin dediğin doğru. fakat bir yandan da toplumun adabını koruması açısından önemli. eğitim sistemine bakın. bir yandan toplumu bir kalıba sokuyorsunuz. fakat eğitme işi, öğretmen öğrenci ilişkisiyle olur. sahabe döneminde de yapılan budur. o anlatıyor, öbürü dinliyor. bu yapı var. fakat bu yapı bireysel farklılıkları baltalayan bir yapı değil. hem ona açık. ama edep de veriyor. o yüzden imamı azamın oğluna söylediği şey: siz hakika için yapmıyorsunuz. bizler hakikat ortaya çıksın diye münazara gösterdik. sizlerse üstün çıkmak için tartışıyorsunuz.

amç. evet. o vardır. fakat birey denen şeyi ortadan kaldıran, herkesi aynılaştıran, şimdiki resmi ideolojinin yaptığı gibi tektipleştireceği, hocamız ne derse biz oyuz ve onu layusel olarak nitelendiren, tanrının yerine konuşan kişi haline getirdği, adeta papazlaştırdığı bir yaşam kültürü oluşmuş durumda. yoksa tabi ki, enfusi süreçler itibariyle, nefsi terbiye etmek açısından çok eşsiz örnekler olduğu aşikar. ama asrı saadette birey olan müslümanı, bu otorite ile kurulan protokol ilişkisi, bir teba-kul haline getiriyor ki, islami tefekkürün azaldığı, üstad diyor ya, hayalat ve evham bulutlarına sardınız, o da sizden nefret etti islamiyet.

a. emevi, aslında saltanat kanalında bu problem yaşandı. devlete itaat adı altında, ulul emre, yani devletin imamlarına itaat gelişti. fakat şu çok önemli, münazarattaki: mümin izzeti gereği tezellüle tenezzül etmez. ama şefkait gereği... kendsi zulme razı olmaz, başkasına da zulmetmez, hatta başkasınona zulmet dese de ona razı olmaz. geylani gibi zatlar özellikle. bunlar istismar edilmişlerdir. tarikatın yapısında bu hassaslık vardır. imanın toplumlara yayılmasına baktığınızda, aslında fetihleri yapan mücahitler değil, tarikatlardır. alttan alta. o kişiler, aslında bireysel haklara çok hoşgörülü davranıyorlar.

örneğin, hz. ali döneminde bile adam peygamberlik iddia ediyor. ama yine de öldürülmüyor. biri geliyor, açıkça küfrünü iddia ediyor. kimse ona cevap verene kadar dokunmuyor. tarikatin de kemale erdirme noktasında çok hakikatleri var.

fakat özellikle develet manipüle etmiş. osmanlıda da var. emevilerle başlayan bir şey bu. sistemi muhafaza etmek istemiş. bir nevi ruhbanlaşmaya geçişler olmuş. ama esas fonksiyonu bu değil.

amç. veya ona tasavvuf diyelim. benimkisi örgütsel yapı olarak tarikat.

a. hatta sahabeler dermiş ki, keşke bir bedevi gelse de sorsa.

h. şeyhin merhametli olmasından ziyade, müritlerin de şeyhin ötesine geçecek kabiliyette olması lazım. amç'nin anlattığı şey, bedirde oluyor. sahabe soruyor, bu senin fikrin midir, yoksa vahiy midir? benim fikrim deyince, sahabe başka bir öneride bulunuyor. savaş taktiği açısından bakınca, belki güzel bir yöntem. bizde de soru sormayan veya şeyhini hatasız ve her şeyi bildiğini görüp yanılmadığını zannederek onun ötesini göremeyen bir sürü insan olmuştur tarihte. bu sakıncalı bir şeydir. resule bile böyle yapan sahabeler varken, bizim mrşitlere çok rahat soru sormamız lazım. üstad arkadaşlarına ne diyor? benim tüm lafımı altın zannetmeyin. altın ise alın, kötüyse arkasına beddua ederek bana gönderin.

a. üstad ne yapmış? kişisel özellikleri. ...

h. toplumad ne derece hoşgörü olsa bile, bence bir mürit sorunca, alınacaklarını zannetmiyorum. ama öyle bir toplum olmuş ki, baskı altında soru soramaz olmuşlar. biz eskiden derste otururduk. öğretmen karşısında soru soramazdık, o kadar çok sorular vardı ki. öğrenemedik bazı şeyleri. şimdi çocuklar biraz yanlışlık yapıyor ama daha iyi soru soruyorlar. bu ne kültürü?

a. aslında bizim yapı, özellikle nur talebelerindeki dershane yapısı. osmanlı.

amç. risalei nur tarikatları var demiştim ben bir kere, asıyorlardı beni.

adamın köpeği ısırdı şeklinde söylemezsen, dikkat çekmez.

a. bu ortamı görüyrosun değil mi, en güzel yol budur. başkasının yoluna küfredercesine konuşmak olmaz.

amç. yok o ortam değil, email ortamı daha bağımsız bir ortam ya. o ortamları da çok biliyorum. onların da çok faydalı oldukları yönleri biliyorum. takva anlamında bir model arasam, kurdoğlu cemaatine giderim. hassaslık açısından, günahtan kaçınma gayretini o formatta görüyorum. meşveret cemaati. tak tak sayfa sayfa söyler. şrank diye açar. böyle bir katkısı var. orası tabi farklı bir şey. tarikat kültürü. sözlü kültür bu. doğuda var olan bir şey. edebiyatı biriktirme andeti var ya, anlatıla anlatıla. yazma şeyi yok. bu bir gelenek sözlü açısından. ona çok uygun bir kültür. o yüzden bizim tarikatlarda budizm gibi doğu dinleriyle benzerlikler bulnur. şeyi vurgulamak lazım. risalei nur mürşit davranışını reddettiği gibi, aslında en başta mürit davranışını reddeder. üsta der, ben de sizin gibi bir ev arkadaşıyım. üstadın istediği gibi çıkmaz meşveret kararı. üstadım, sizin burada kalmanızı uygun görmedik, şurada kalın demişler. üstad kırılır, ama erkanlarımı kıramam der. asrı saadet kültürü diyoruz ya, o yönüyle değerlendirmekte fayda var.

a. bunları da test ederken, zihnimizde çok iyi tartalım. feminizm, batı tarafından zayıf karnı görünen meselleere bakarken, batı perspektifinden bakıyoruz. batı insan tipini esas alarak bakıyoruz. şimdi 4 kadınla evliliği çok kötü görüyoruz. fakat 40 milyon insan, sırf kocaları öldüğü için, tapınak evlerinde kalıyor ve erkeklere peşkeş çekiliyorlar. biz bunlara 3. 4. kadın ol desen, hemen kabul ederler.

af. a yapma ya. şimdi bir cüzi örneğe takılıp şey yapılamaz.

a. batı dünyanın yedide biridir. afganistan, hindistan gibi geri kalmış toplumlar. islam kemal olana da gösetrir, ama diğer insanları da nazara alarak böyle opsiyonlar koyar. biz batı anlayışıyla baktığımızda, bu bize saçma geliyor. öte taraftan bize çok saçma gelen bir davranışı, bazı toplumlarda kadınlar zorla kocalarına getiriyor.

amç. şu anda çok güzel. dinimizin en önemli hususlarından birine temas ettik.

1. bilimsellik deyince bunu putlaştırıyoruz. ölçülebilir olan, mantıklabilgi olarak değerlendirdiğimiz her şeyi, mutlak doğru kabuluyle değerlendirmemiz var. her şeyin bakışı frengi bakış açısıymış gibi. bu hem hastalık, bulaşıcı çünkü. ortaçağ karanlık diyoruz niye? batı karanlık o yüzden. bak bakalım, doğu ortaçağı karanlık mı? veya kadını değerlendireceğiz. özgür kadın profili. madenlerde çalıştırılıyor falan. ingilterede ilk kadınlar madenlerde çalıştırılıyor. kafa çekme hususu da, arpa suyu yorgunluğu alır. bunlara diyorlar ki, 3 saat çalışırsan, sana bedava bira. bakarken, kadını konumlanıdırken, oradan bakacaksnı. savaşı algılayacaksın. oradan bakacaksın. oradan bakmak mecburiyetinde değiliz. onlara biz öğretmişiz.

af. çok araya giriyorum, ama şu açıdan bakalım diyeceğim. türkiyede dört kadın üzerinde konuşuyorsak, bu sanmam ki, avrupa medeniyetinin yakıştırması. öncelikle kendi nefsinin yakıştırması.

a. o ayrı konu, biz... sanki tüm insanlık batı refah seviyesine ulaşmış da. sait nursinin şu fikri tesettür risalesinde okuduğunuz ,zaman çok geride kaldı diyorsunuz. boş izah dersiniz. ama milyarlarca insanın derdine çare olacaktır. yoksa ben bunu öneriyor değilim kendimiz için. birileri bunu gerçekten diyor. ortaçağda bu kaldı diyor. ama şu an hala ortaçağda yaşayan milyarlarca insan var. şu doğrudur, şu yanlıştır dört kadın meselesi değil. din bir şey getirirken, tüm insanlığın ihtiyaçlarıın dikkate alır.

amç. 40 milyon dediğiniz örneğe katılıyorum. bu azımsanacak bir rakam edğil.

a. water diye bir belgesel yapmışlar. 2000 yılında 40 milyon bayan, 3 yaşından ölüme kadar, toplumda tecrit edilerek bir yerlerde hapsediliyor. bu insanlarda din sana bir öneri getiriyor. batılı bir fahişe dönmüş diyor ki, öyle bir şey olacak ki, batılı fahişe kadınların evlenmek için, her şeyi kabul edecek konumdalar. yeter ki, kendilerine cinsel obje olarak bakmasınlar.

af. şu anda da istekleri o.

h. burada gocunacak da hiçbir şey yok. islam sınırsız evlilikten sonra bir sınır koymuş. bize yasaklamıyor 2'yi. ama normali budur birdir diyor.

a. sosyolojik toplum yaparken, hangi toplum için bunları düşünüyoruz.

zk. hüsnü ağbi sizin mantığınızda yanlışlık var. kötüden biraz daha iyiye getirmek değil. sizin mantığınız böyle.

a. esirlik mevzusunda da bunu söylüyor.

kölelik niye kaldırılmamış? köle kavramı olmasaydı, allaha kulluk anlaşılmayacaktı.

amç. bir nükleer savaş görürsek, ne olacağı belli değil. birden bire ilkçağa geri gelmek. 1929 buhranından daha kötü. yeni bir dünya mı var? bir ay içerisinde olmuş bir hadisenin, insanlığı ne kadar geriye götürdüğün gözlemliyoruz. dünyada 40 milyon kadının böyle bir hale geleceği aklına gelir miydi? yarın koşullar neyi getirecek bilmiyoruz. biz sadece doğrusal zannediyoruz, zamanı. oysa bilmiyoruz bundan sonra ne koşullar yaşanır.

h. zaten öncesi de var bunun. 1500 sene içinde biz bugünü düşünüyoruz. kölelik daha düne kadar devam etmiş.

a. üstad esirlik bitti, ecirlik başladı diyor.

h. ama insanın alınıp satıldığı ortam yok.

a. bak yok değil. batıda yok. afrikada dolu bulursun. yok zannediyoruz biz. afrikada yüzlerce kabile var. hatta ürdüne gidin, s. arabistana gidin. cariye de var, köle de var. çok yaygın olan bir şey. biz sadece görmüyoruz. dünya bunlardan ibaret değil. kölelik batıya da gelirse de şaşmayın.

a. biz din bir kural getirdiği zaman belli bir topluma göre yapmaz. tüm insanlara göre bunu getirir.

y. toplum hep ileriye gitmez. her toplumun kendi içinde geçirdiği aşamalar olduğu gibi. batıda yaşayan insanların teknolojik koşullarda yaşadığı gibi, fakat bazı insanlar hala incir yaprağı takar. belki insani açıdan daha gelişmiş de olabilir, onu bilemeyiz.

tümüne birden hitap ediyor.

g. fakat kölelikle ilgili olarak üstad lineer bir ilişki kuruyor. en son seviye, hürriyet mertebesi diyor. tabi bitmiyor her şey.

a. terakki yoktur manasında değil. ama bir toplumda her kesimden insanlar var.

amç. fakat niye islamda kölelik kalkmıştır diye bir ayet gelmedi hikmetini soruyor? savaş koşulları, kölelik koşullarının yeniden doğrudğu ortam demektir. esir alınıp esir verilir. bu koşullar oluşuyor. tsavaş koşullarında böyleb ir durum ortaya çıktığında, bu varsayılan bir değerse, kölye muamelenin doğru hukuki bir şekilde yapılması amaç.

a. yani işleyişi düzenlemeye çalışıyor. madem böyle bir şe olacak, kuralını allah koyuyor.

y. bir de şöyle bir ayet okusak, kölelik kalktı. ya ne diyor ki, bu . zaten köle yok ki. fiziki anlamda insanların alınıp satıldığı bir durum. fakat şimdi kölelik şekli değişmiş.

h. enfusi anlamda başka bir şekilde anlaşılabilir.

"Hem Asr-ı Saadet'ten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki; bir Müslümanın
--- sh:»(H:23) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
muhakeme-i akliye"
a. diğer dinler akla dayandığından, biri diğerine üstün. fakat islam vahye dayandığından hiçbir zaman aşılamamış.

"ile ve delil-i yakînî ile ve İslâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor"

a. şimdi insanlar, batıl dinlere, ihtiyaca binaen, maddi gerekçelerle giriyorlar. para veriyorlar vs.

amç. tevfik fikretin oğlu papaz olmuş deyince, ben onlara diyorum. o zaten dinsizdi, din seçmiş.

y. misyonerler, hristiyan oldu çocuklar diyor ya. adam daha hiç müslüman olmamış ki.

"Avamın delilsiz, taklidî bir surette başka dine girmesinin bu mes'elede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka mes'eledir. Halbuki, bütün dinlerin etba'ları ise -hattâ en ziyade dinine taassub gösteren İngilizlerin ve eski Rusların- muhakeme-i akliye ile İslâmiyete dâhil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım kat'î bürhan ile İslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar (Haşiye)."

a. islamın akla abakan veçhesi çok yüksek. insanlar akli düşündükleri halde, islama girmişler.

amç. en etkili 500 kişi diye bir kitap vardı. orada da hz. muhammeddir diye birinci kişi diye sıralamışlar.

a. hatta bilgisayara veri vermişler, bilgisayar kendi seçmiş.

"(Haşiye): İşte bu mezkûr davaya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu davaya kırkbeş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur'anı mekteblerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı sed olmak için kabul etmeleri ve İngiliz'in mühim hatiblerinin bir kısmı Kur'an'ı İngiliz'e kabul ettirmeye taraftar çıkmaları ve Küre-i Arz'ın şimdiki en büyük devleti Amerika'nın bütün kuvvetiyle din hakikatlarına taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika'nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan bu müddeayı isbat ediyor, kuvvetli bir şahid olur."

a. o dönem hasebiyle öyle. ama bence bu dönem için de böyle. bize yapmacıktır, yok takiyedir dese bile, bunu yapmak zorunda olmaları bile gösteriyor ki geliyorlar. bunu yapmak zorunda kalıyorlar. halkın istediğine gelmek zoundadır. bu bir kazanımdır. baykalın çarşaflı kadına rozet takması da bunu gösteriyor. bu bir gerilemedir. veya bir ilerlemedir. amerikada da bir zencinin gelmesi öyle.

zk. amerikada okullarda hz. ademden gelmeyi okullara koymayı zorunlu yapmaya çalışıyorlar.

a. bir asır sonra gelecek olan, müjdeleri bence şimdiye bakıyor. hürriyet ilanı 1908'de. tam 100 sene geçmiş. bir asır sonraki hadiseyi şimdiden söylemiş diyor. hadislerde de öyle. 1500 yıl önce söylenen bir hadis şimdi gerçekleşiyor. çok açık bir hadis var. diyor ki "köle efendisini yönetmedikçe, kıyamet kopmayacaktır."

o iyi bir insan olması önemli değil. bu bir hadisin gerçekleşmesidir.

g. obama da aynı eğitim sisteminden geçmiş.

a. obama önemli değil. sembollerdir önemli olan. zenciler köleydi. ve o köleler ne oldu şimdi?

y. köleleri de kendi kabileleri veriyor biliyorsun değil mi?

a. bunu obamayla karıştırma. sembollerle konuşacağız. 70'e kadar adam otobüste yanına oturmuyor.

amç. yer verme kanunu vardı.

a. diyor ki, "beyaz ev fetholunmadıkça, kıyamet kopmayacaktır."

y. bir de obama müslüman oluyormuş...

"Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz'ın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler."

a. üstad 2020 ile 2050 arası, amerika ile avrupanın islama giriş zamanı olarak söylüyor.

amç. galibane...

a. kıyamet 2146 civarı.

g. makam tarihidir onlar. geçmişini ne kadar yaşamışız.

x. kıyamet ne zaman kopacak tarihi var mı?

am.

(Kastamonu Lahikası, s.33):
http://www.sorularlarisaleinur.com/subpage.php?s=kulliyat&risale=656

"Ahir Zamandan Haber Veren Mühim Bir Hadis:

'Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (kıyamete kadar) hak üzerinde olacaktır.' Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi (talebeler topluluğu) ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.

'Ümmetimden bir taife..' (şedde -Kur'ân-ı Kerîm okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret- sayılır, tenvin -kelimenin sonunu «Nun, nin, min, in» diye okumak veya öyle okutan işaretin adı- sayılmaz) fıkrasının (bölümünün) makam-ı cifrîsi (cifir hesâbına göre olan netice, sayı değeri) 1542 (2117) ederek nihayet-i devamına (varlığının sonuna) îma eder. 'Hak üzerinde olacaktır.' (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1506 (2082), bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane (açık ve ortada), belki galibane; sonra tâ 1542 (2117) ye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine (aydınlatma görevine) devam edeceğine remze (işarete) yakın îma eder. 'Allah’ın emri gelinceye kadar' (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi 1545 (2120), kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder.

'Gaybı Allah’tan başkası bilemez.' Cây-ı dikkat (dikkat edilecek nokta) ve hayrettir ki, üç fıkra bil'ittifak (hepsi birlikte) 1500 tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette 1506 dan 1542 ve 1545 e kadar üç inkılab-ı azîmin (3 büyük devrimin) ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır (uygun düşmeleridir). Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir. Fatiha'da 'doğru yol' ashabının taife-i kübrâsını (büyük topluluğunu) tarif eden 'kendilerine nimet verdiklerinin' fıkrası, şeddesiz 1506 veya 1507 ederek tam tamına 'hak üzerinde olacaktır' fıkrasının makamına tevafuku (rasgelmesi) ve manasına tetabuku (uygun olması) ve şedde sayılsa 'ümmetimden bir taife' fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı (uygunluğu) bu hadîsin îmasını teyid edip remz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddid âyât-ı Kur'aniyede (Kuran’ın birçok ayetinde) 'doğru yol' kelimesi, bir mana-yı remziyle (işari manayla) Risalet-in Nur'a manaca ve cifirce îma etmesi remze (işarete) yakın bir îma ile; Risalet-in Nur şakirdlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübra-i azamın âhirlerinde (ahirzamanın o büyük topluluğun sonlarında) bir hizb-i makbul (makbul topluluk) olacağını işaret eder diye def'aten birden ihtar edildi.' "

g:
(Muhakemat):
"Dokuzuncu Mukaddeme
Ukûl-ü selime yanında muhakkaktır ki: Hilkatte hayır asıl, şer ise tebaîdir. Hayır küllî, şer cüz'îdir. Şöyle görünüyor ki: Âlemin herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir. Fen ise, kavaid-i külliyeden ibarettir. Külliyet-i kaide ise, o nev'de olan hüsn-ü intizamına keşşaftır. Demek cemi' fünun, hüsn-ü intizama birer şahid-i sadıktır. Evet külliyet intizama delildir. Zira birşeyde intizam olmazsa, hüküm külliyetiyle cereyan edemez. Çok istisnaâtıyla perişan oluyor. Bu şahidleri tezkiye eden, nazar-ı hikmetle istikra-i tâmmdır. Fakat bazan intizam görülmüyor. Çünki dairesi, ufk-u nazardan daha geniş, tamamen tasavvur ve ihata olunmadığı için, nizamın tasvir-i bîmisali kendini gösteremiyor. Binaenaleyh umum fünunun şehadetleriyle ve nazar-ı hikmetten neş'et eden istikra-i tâmmın tasdikıyla sabittir ki: Hilkat-ı âlemde maksud-u bizzât ve galib-i mutlak, yalnız hüsün ve hayr ve hak ve kemaldir. Amma şer ve kubh ve bâtıl ise; tebaiye ve mağlube ve mağmuredirler. Eğer çendan savlet etseler de muvakkattır. Hem de sabittir ki: Ekrem-i halk benî-âdemdir. İstidadı ve san'atı buna şahiddir. Hem de benî-âdemin en eşrefi, ehl-i hak ve hakikat olan doğru Müslümanlardır. Hakaik-i İslâmiyet buna şehadet ettiği gibi istikbalin vukuatı da tasdik edecektir. Hem de sabittir ki: Ekmel-i küll Muhammed'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Mu'cizatı ve ahlâk-ı kâmilesi şehadet ettiği gibi, muhakkikîn-i nev'-i beşer de tasdik ederler. Hattâ a'dası da teslim ediyorlar ve etmeye mecburdurlar.
Vakta ki bu böyle, şu şöyle ve o öyledir. Acaba nev'-i beşer şekavetiyle o fünunların şehadetini cerh ve istikra-i tâmmı nakz ve ibtal ve meşiet-i İlahiyesinin karşısında temerrüd, taannüde muktedir olacak mıdır? Kellâ, muktedir olmaz ve olamaz. Âdil ve Hakîm-i Mutlak'ın Rahman ve Rahîm ismine kasem ederim: Nev'-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani (biselâmet-il emr) ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlahiye müsaade etmeyecektir.
Evet hukuk-u umumiye-i kâinata cinayet eden afvolunmaz, râh-ı adem verilmez. Evet binler sene şerrin galebesi yalnız bu dünyada en ekall bin sene mağlubiyet-i mutlaka ile netice verecektir. Âlem-i uhrada hayır, şerri i'dam-ı ebedî ile mahkûm edecektir. Yoksa âlemin muntazama ve mükemmele ve evamir-i İlahiyeye mutia olan sair enva' ve ecnas; bu perişan ve şekavetçi olan nev'-i beşeri kendileri içinde kabul etmeyerek, hukuk-u vücuddan iskat ve zulmethane-i ademe nefy ve vazife-i hilkatten tardetmek, iktiza ve arz-ı hal edeceklerdir. Bu ise bütün istidadat-ı beşeriyeyi ve âlemde saltanat sürmek ve âhirette saadet-i ebediyeye mazhar olmak için mücehhez edilen kabiliyatı ve müyulatı abes ve beyhude olmaklığı istilzam eder. Abes ise istikra-i tâmma münakız olduğu gibi Sâni'-i Hakîm'in hikmetine dahi muarız ve Nebiyy-i Sadık'ın hükmüne de muhaliftir. Evet istikbal bu davaların bir kısmını tasfiye edecektir. Fakat tamam tasfiyesi ise âhirette görülecektir. Şöyle: Eşhastan kat'-ı nazar, nev'î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk sene ile razı değiliz. En ekall bin sene galebeyi isteriz. Lâkin hem şahsî, hem umumî, hem cüz'î, hem küllî olan hüsn, hak ve hayır ve kemalin meydan-ı galebesi ve mahkeme-i kübrası; ve beşeri, sair ihvanı olan kâinat-ı muntazama gibi tanzim ve istidadıyla mütenasib tecziye ve mükâfat veren, yalnız dâr-ı âhirettir. Zira onda hak ve adalet-i mahza tecelli edecektir. Evet bu dar dünya, beşerin cevherinde mündemiç olan istidadat-ı gayr-ı mahdude ve ebed için mahluk olan müyulat ve arzularının sünbüllenmesine müsaid değildir. Beslemek ve terbiye için başka âleme gönderilecektir. İnsanın cevheri büyüktür, mahiyeti âliyedir, cinayeti dahi azîmdir. İntizamı da mühimdir, sair kâinata benzemez; intizamsız olamaz. Evet ebede namzed olan büyüktür; mühmel kalamaz, abes olamaz. Fena-i mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, Cennet dahi ağuş-u nazendaranesini açıp bekliyorlar."

binler sene şerrin galebesi, yalnız bu dünyada yalnız en az bin sene mağlubiyet-i mutlaka verecektir. eşhastan kat-ı nazar...
en az 1000 sene galebe isteriz, diyor. demek ki, islam hakim olduktan sonra bu en az 1000 sene sürmesi lazım.

amç. islamın geri kalmasının hesabını yaparken, oradaki 1000 yıl matematiksel değil. bizim gazaliden sonraki dönemi alırsan, oradan 1000 eklediğinde yine 2100'e gelir. biz aslında geri kalmış değiliz.

af. illa tarih vermeye zorlamayın kendinizi.

mr. önceki hesaba göre, kötümser tahminle 2050'de amerika kıtasında hakimiyet islama geçiyor, 2100'de de islamın hakimiyeti sona eriyor. o zaman sadece 50 yıl mı sürecek islamın hakimiyeti. bu çok kısa bir süre.

h. bu şimdi bize çok basit gelebilir. hendek savaşında taş çıkıyor. taşı vururken, diyor ki, kisranın sarayı bizim olacaktır diyor. bir daha vuruyor, kayserin sarayı bizim olacaktır. bunların arasında parallellik var. 1940larda islam neredeyse bitmiş gibi.

a. bir sene kabeye hiç insan gidememiş. 40-50 kişi ancak gidebilmiş.

h. bu zamanda böyle bir ümidi vermek herkesin harcı değil. oradaki insanlara da müthiş bir baskı var.

a. kıyametin ne zaman kopacağını bilmek dahi insanı çok huzursuz edebiliyor. demek insan sadece kendi hayatıyla değil, kendinden sonraki veya tüm insanlığın hayatıyla da ilgili.

h. insan çok sınırlı bir kapasiteye sahip.

a. üstad başka dünyalardan da bahsediyor.

g. galibiyeti mutlak tarihi olarak görelim bunu.

af. islamda galip olan şeyler daha fazla. şer dediği şeyler, tali şeyler.

g. makam tarihidir bunlar. gerçek tarih olarak görmemeliyiz.

amç. bu tür konular açıldığında ben şunu anlatıyorum: üstada talebeler soruyorumuş: mehdi nasıl çıkacak, neye benzeyecek? üstad da patlatmış. mehdi gelirse, seni vazife başında bulsun.

af. o şimdiye bakıyor. sonrasına bakmıyor.

g. sadece bir mektuba bakıp yorumlarsak, eksik kalacak. bir başka yerde de nev-i beşer bütün bütün yoldan çıkarsa, kıyameti görürüz diyor. gayba aykırıdır o şey.

14 Kasım 2008 Cuma

Hutbe-i Şamiye

Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi
(ayet)
Bütün zîhayatlar hayatlarının lisan-ı halleriyle Hâlıklarına takdim ettikleri manevî hediyelerini ve lisan-ı halle hamd ve şükürlerini, o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'a biz de takdim ediyoruz ki, demiş: (ayet) Yani, rahmet-i İlahiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ü selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: (ayet) Yani; benim insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir
hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.
Hamd ve salâttan sonra: Ey bu Câmi-i Emevî'de bu dersi dinleyen Arab kardeşlerim! Ben haddimin fevkinde bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım. Çünki size ders vermek haddimin fevkindedir. "
A: Hafızlıkta hala bir silsile vardır. Tarikatta da ve ilimde de bir icazet var. Bu bir diploma gibi bir şey. Bunu alabilmek için ,sadece ilmi yetkinlik yetmiyor, edeb de gerekiyor.
AMÇ: İlmiyle amel etme noktası da önemli olduğu için. İnsanlar şimdi bir şeyler söylüor. Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma, mantığı var şimdi. Adam mütevazilik dersi veriyor, seminerden çıkarken, "sen ne anlarsın" diyor. Edepli olması, tamamlayıcı hatta zorunlu unsur.
"Belki içinizde yüze yakın ülema bulunan cemaata karşı"
AMÇ: O dönemde 23 yaşında.
" benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki; o sabî çocuk sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akşam da babasına gelip, okuduğu dersini babasına arzeder. Tâ doğru ders almış mı? Almamış mı? Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet bizler size nisbeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz. Sizler bizim ve İslâm milletlerinin üstadlarısınız. İşte ben de aldığım dersimin bir kısmını sizler gibi üstadlarımıza şöyle beyan ediyorum:"
AMÇ: Sonradan söylediği şeyler, o üstadları şaşırtacak çözümler. İslam dünyasının hem analizini yapıp, hem de onunla yetinmeyip isabetli reçeteler çıkartıyor. Alimler sen hastasın deyip göndermişler. Nasıl çözeceğiz sorusuna yanıt vermemişler. Adamın hastalığını analiz edip kapı dışarı etmemiş.
M: Burayla ne alakası var?
AMÇ: Şu anlamda söyledim. Analizlerini yapıp bırakmıyor.
M: Burada konsept ne?
Ah: Şunun için bahsetti...
A: İslam aleminin geri kalma sebeplerini okuyacak burada. O hastalığı sadece tespit etmemiş, tedavisini de gösterecek.
Ah: Öyle bir tespit yapıyor ki, oradaki tüm alimleri şaşırtacak tespitler yapılyor. Hem de takdim ederken, ben size burada dersimi aktarıyorum, gibi mütevazi bir söz ediyor.
M: Bence mütevazilik yok. Gerçekten Arap alemi bizim hepimizin üstadıdır. Çünkü biz o gelenekten bu dersleri alıyoruz. Bu normal insan olmanın saygı duymanın çok önemli bir ilişkisi. Zaten iletişimin en önemli kuralı, karşıdaki insana saygı ve sevgi duymuyorsanız... Bizim İslam Kültürü nedir? Arap kültürü. Arabistanda Allah göndermiştir İslamı. Hem yer itibarıyle, hem millet itibarıyle böyle bir millete saygı duymanın önemini vurguluyor. Böyle saygılı sevimli bir ilişkiyi kuruyor.
Rz: Burada üstad enesini ortaya atmıyor. Bununla ilgili.
M: Karşıdaki insanla ilişki kuramıyorsanız, enenizi ortaya koyuyorsunuz demektir. Onun için ben hep şöyle derim: Sait Nursi, duygusal, sevgisel, sıcak İslamı insanlara bu zamanda sunuyor.
"İşte ben de aldığım dersimin bir kısmını sizler gibi üstadlarımıza şöyle beyan ediyorum:
Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır."
AMÇ: kurun-u vusta: orta çağ. tevkif etmek: durdurmak.
"O hastalıklar da bunlardır:
Birincisi: Ye'sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi."
AMÇ: Bu çok çeşitli vesilelerle ortaya çıkıyor. En kabası, bizden adam olmaz. Başka katmanlarda, başka tezahürlerle ortaya çıkıyor. En basitinden, Türk gibi bitirmek, Alman gibi başla. Birçok veçheleri var. Çok manidar bir hastalık. Kendi nefsimizde de izlerini basit işlerde dahi görebileceğimiz çok yaygın bir hastalık. Ve Osmanlının son zamanlarında, oryantalistlerin etkisiyle, geri kalmışlığın doğal sebebi olarak doğulu olmak sayılıyor. Siz doğulu olduğunuz için geri kaldınız, politikasıyl bizi ikna etmişler. Bu dönemlerde, en çok izini gördüğü, Osmanlıda sukuthu hayale uğramış, gittikçe kan kaybeden bir atmosferde bunu analiz ediyor.
A: Bugünlerde bir yazı okudum. Liberallerin özellikle çok dillendirdiği ve Mustafa filminin arkasında yatanın bir yeis olduğunu vurguluyor. Biz genelde insanları yüceleştiririz. Adeta onları tanrısallaştırırız. Veya olağanüstü özellikler vermek isteriz. Kahraman beklentisi vardır. Bu beklentiyi sürekli empoze edilen bir şeydir. İnsanların kabiliyetlerini engelleyen bir şey. Ben bir şey yapamam, bunları yapmak için süper yetenekli bir insan olmak lazım. Böylece insanları belirli bir seviyede muhafaza eden bir manipülasyon yapmaya çalışmışlar. Sıradan bir insanın bile çok büyük işler yapabileceği inancını bastırmışlar. Avrupada büyük buluşlar yapan insnalar, normal insanlardan 3 kat fazla hata yapan insanlarmış. O insanların da senden benden fark ıyok, ama onların bir iç baskısı veya ezilmişlikleri yok. Öğrenilmiş çarezsizlik.
Y: Bu öğretilen bir şey. Biz korkuyu annemizin karnındayken öğrenmiştik diyor.
A: Ahmet Altan gibi bazı insanlar bunu çok işliyorlar. Müslüman toplumlarda da özellikle, günahı ifşa ederek, bir nevi onun lezzetine müptela olmuş, kurtulmak istemiyor. Burada da bir takım insanları idealize ederek, sahabe veya evliya gibi, biraz insanüstü gvasıflar koyarak, ne oluyor? Onlar çok farklı insanlardı. Dağda yaşar, toplumun içinde değildir. Hatta Hz. Peygamberi de öyle bir konuma getirmeye çalışıyoruz. Halbuki onlar sıradan insanlardı. Ve sıradan hayatı dönüştürmeye çalışan, kompleksleri olmayan, hatalarını düzeltebileceklerine inanmış insanlardı.
Can Dündar şunu diyor. Atatürkün asıl gayesi şuydu: İktidarı semadan yere indirmekti. Dini gerek siyasalgerek sosyal alandan çıkarmaktı. Peki ne yapacaktı? Deccal din afyondur demişti. İslam toplumunda, bunu diyemezdi. Dini nereye mahkum edecek? Vicdana. İlginçtir, Can Dündar Sait Nursi çalışacak. Bana çok ilginç geliyor. Bu adam niye SN'Yi çalışacak? ASN, siyaseti bırakmış. Atatürk dini toplum hayatından dini çıkarmaya çalışıyordu. SN ise dini kalp işi olduğunu söyleyecek. O zaman ikisi birbirin tamamlayacak. CD, ideolojik olarak dinin sosyal hayattan çıkmasını isteyecek. Muhtemel olarak ben böyle bir beklenti içindeyim.
Ben aslında bunu yapmak istedim diyor. Tüm okumalarımda Atatürkün maksadı iktidarı gökten yere indirmekti var. Biz ilhamlarımızı gökten almadık, yerden çıkardık.
AMÇ: Sofya anılarında var, bütün devrimleri.
A: Burada din, sadece kalpte yaşanan bir olgu haline getirme duygusunu, bu şeyler pekiştiriyor. Sürekli idealizasyon anlayışı. Aslında sorumluluktan kaçmak.
Y: İyi niyetle de yapılabiliyor. Onlar aşağılanıyor, Kuranda. Hiçbir şey yapmayıp bahane arıyorlar. Kendisine ne kadar yaklaşırsa, o kadar çok model olmak zounda. Sen peygambersin tabi ki, yaparsın. İyi de ben de senin gibi yaşıyorum. O yüzden uzak örnek almak istiyorlar. Onlar kim ki, biz ayağının altındaki toz toprak olamayız.
M: Bu derste de ben öyle algılıyorum. Burada birinin bir şeyi seslendirmiş olması diğer arkadaşların o kapasitede olmadığı anlamında değil. Her insan da Allah bu idarkı verdiğini, ama bazı insan bazı zaman ifadelendirir. Ben yıllarca dinledim. Ama vakti saati geliyor, dillendir diyor. En büyük insan normal insan. Daha başkası anormaldir. Bu beklentiden çıkmamız gerektiğini konuşuyoruz, iki seneden beri.
Bir de, çok dahi dediğimiz insanlar, normal insanlardan çok daha fazla hata yapmıştır. Aslında bu şu manaya geliyor: insan bir şeyi bir seferde idrak edemez. Çok deneyim yapan insanlar otomatikman çok hata yapar. Çok çaba gösterdiklerini gösterir.
Ben ticari hayatta, belki faydalı olur, size anlatayım. Pazarlamacılık ve satıcılık çok zor bir zanaattir. Ama aslında herkes satıcılık yapabilir. Aslında çok olay bir şeyidr. Fakat neden insanlar bunu çok zor görürler? Çünkü satıcılık yapmanız için uzun süreç gerekir. Sizin satabilmenizde değildir o olay. Karşınızdaki insanın, size istikrar içinde güvenebilmesi lazım. Çoğu insan buna katlanamadığı için, satıcılığı çok ağır görür.
"İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
Üçüncüsü: Adavete muhabbet."
AMÇ: Sıdk: doğruluk. Adavete muhabbet, yani düşmanlıkla beslenmek.
" Dördüncüsü: Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.
Beşincisi: Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.
Altıncısı: Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.
"
AMÇ: Yani şahsi menfaatini toplumun menfaatinden üstün görmek.
istibdat, sadece siyasi anlamda değil. ilmi, duygusal bir çok çeşidini burada kastediyor.
"Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum."
"BİRİNCİ KELİME: "El-emel". Yani rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarak (Haşiye) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim:
İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet'in olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i İlahî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. Bu davama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhanlardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. O bürhanın mukaddematına başlıyoruz:
(Haşiye): Eski Said, hiss-i kabl-el vuku' ile 1371'de -başta Arab Devletleri- Âlem-i İslâm'ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî devletler teşkil edeceklerini kırkbeş sene evvel haber vermiş. İki Harb-i Umumî ve 30-40 sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üçyüz yetmiş'te olan vaziyeti bin üçyüz yirmi yedi'de olacak gibi müjde vermiş, te'hirinin sebebini nazara almamış.
"
Mt: Burada bir şey aklıma geldi. Şu an islam aleminin geçmişi müşevveş diyor. Gelecek noktasında düzgün olacak diyor.
A: Onların şu anki durumu mazi olacak. İki dünya savaşı yaşamışlar. Müşevveş gelecekleri var.
AMÇ: Ortaçağ karanlığı onlar için geçerli. Bir tek son yüzyılda aşırı bir çıkışları var. Onun da içinde, kan var, gözyaşı var. Sicilleri temiz değil.
A: Kaderi ilahi. Hadisin hükmünün geçekleşmesi. Batı medeniyet, aslında sömürge medeniyetidir. Sömürgelerden aldıkları kaynakları ve insanları kullanarak bu hale geldiler. Aslında o medeniyetin aslı efendisi, o kölelerdir. Şimdi o köle, efendi oldu. Zenci bir insanın bonların başına geçmesi, kaderi ilahinin bir tecellisidir. Özellikle Afrikalı köleleri burada kullandılar.
Tabi sembolik anlamda. Obama iyi kötü anlamında değil.
Y: Adamın kültürü neyse odur.
A: Kültür olarak düşünme. Adam renginden dolayı aşağılanan bir insan.
Y: Ama hala öyle.
AMÇ: Tabloyu koyduğun zaman hoş duruyor.
H: Kölelik aslında şu annda, köle olarak daha acımasız bir şekilde kullanılıyor.
A: Ya Emel diyeceksin.
Y: Aslında çok akıllı adam bunlar. Ximdiye kadar hep beyaz çizilirdi, Amerikanın temsili olan o vahşi karakter olarak. Şimdi o gitmiş. Tablo değişti. İnsanlar biraz daha sempati duyacak. Millet acaba düzelecek mi diye bakacak. Öfkeyi azalttılar.
A: Kaderi ilahi, bulutsuz bir havada bir anda bulutları toplatır mı? Bir anda insanların kalbini değiştirir mi? Değiştirir. Bir zamanlar çok uzun sakallıydım. Herkes bana böyle bakıyordu. Bağdat Caddesinde dolaşamıyordum. Bütün olaylar, hep müslümanlar yaptı, nazarıyla gösteriliyordu. Şimdi bir Ergenekon olayı çıktı. Her şey tersine döndü. Ulusalcılar sokakta dolaşamıyorlar. Biz rahat istikbali gördük.
H: Şimdi ABD çökerse, ne derler?
Y: Manşet: Yamyam yedi. Dalga geçecekler.
AMÇ: Resim hoş.
A: Semboller önemli. Avam sembollerle hareket eder. O adamlar ne yaparsa yapsın, Allah bir kalemde her şeyi değiştirir. Mesela Bin Ladin Amerikanın adamı olduğu ortaya çıktı. Ne olur? Bir anda toplumun bakışı değişir. Toplum basit imajlarla şeyini değiştirir.
AMÇ:
" İşte İslâmiyetin hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.
Birinci cihet olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahiddir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:
Hakikat-ı İslâmiyetin kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. "
A: Nasr der, Batı hep İslamdan aldığı şyelrele gelişmiştir: Allahın iki kanunu var: Bir sünnetullah. Bir de şeriat kanunu. İslam geleneğinde ikisinni birlikteliği anlayışı olduğundan, hem maddeten hem manen gelişmeye müsait bir durumu var. Batı, maddi kısmı oradan alarak, bir yere gelmişler. Ama İsalm tembellikten kurtulursa, kendi doğasından dolayı, çok daha hızlı gelişebilecektir.
M: Oralarda çok zor tabi. Şimdiki Batı gelişmişliği. Bir şey var. Ama ne kadarı doğru ne kadarı ayrı, onu ayırt edemiyoruz. insanlar bir peynir bir zeytin yiyor diyorlar. öbür taraftan, yiyecekleri, kimyasal gübrelerle hormonlamışlar ki, yediğinle insanı zarar ettiriyor. arada çıkılmaz bir sokak var.
a: müslümanlar da iki tarafı birleştirebilecek mahiyette olduğundan, hem dünyevi hem uhrevi saadet getirebileceklerinden, onları çok geçebilrler.
şu anki batının bankaları şişirme şeyi var. bir anda çöktü. zahire baktığında çok güçlü görünüyor. belki bunlar da öyledir. üstad bunu çok vurguluyor. deccalin ve süfyanın çalıştığı yerde, medyayla, zayıf olan gücünü çok yüksek göstermeye çalışır. aslında medeniyetin çok güçlü olmadığı. ispirtizma ile. ispirtizma, televizyon. yani manyetizma ve görüntü. zihinleri meşgul ederek, amerika böyle güçlü. insanlar hep yeis ile zannediyor ki, biz orayı asla yakalayamayız.
AMÇ: siyonizm için de öyle bir şey var. öyle bir şey ilka ediliyor ki, tuvalete girsen, adamın haberi olur. her şeyin altından bunlar çıkıyor burada. sanki hiçbir şeyi biz yapamayız. tehditi görmemek değil tabi ki, ama elini kolunu bağlı hissetmek gibi bir bağlılık yaratıyor.
m: deveyle giden bir adam, yanından araba geçerken, otomatik eziliyorsun. şıhı azam anlatırdı. bir adam 300 kilometrelik arabaya binerse, buna kalbi dayanır mı?
A: biri dedi. meşhur bir japon hikayesi var. iki çinli oturuyormuş. adam 15 günlük yolu bir saatte alıyor diyor. öbürü demiş: peki geri kalan 14 günü ne yapıyor? çok ilginç. teknoloji zaman kazandırıyor. bu zamanı ne yapıyoruz? daha çok teknoloji kullandığımızdan zamanı öldürüyürouz. insanların artık şu an zamanı yok. hani bize teknoloji zaman kazandıracaktı? insanca yaşayacaktık. ama olmadı. o teknolojinin devamını sağlayabilmek için, sürekli para harcıyoruz. kazandığımız zamanı nerede kullanıyoruz?
m. biz bunları soru işareti olarak soruyoruz. yokas, biz nasıl yaşamalıyız, bu ayrı bir konu.
h. kızılderili reisini almışlar. trenle gidiyorlar. adam diyor ki, treni durdurur musunuz, benim ruhum arkada kaldı. sırf maddiyata yönelik icatlar geliştirmiş. insanın ruhunu düşündüğü yok.
y. papalaginin bir kitabı var.
fy. 10 km hızla giden araba için de aynı durum.
m. belki çok güzel şeyleri de var. ben bunu sırf kötülemek için söylemedim. diyelim ki, eskiden çocukken bir zeytini üçe bölüp yerdik. ekmeğin üstüne toz şeker ekip su koyardık. bugün insanlar o kadar ço
k yemeğe şey ki, insanlar şişmanlıktan sorun yaşıyor.
"Ve ehl-i İslâm'ın hakikat-ı İslâmiye'de za'fiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve herc ü merc içinde "
a. adam diyor ki, bir tane islam ülkesi var mı zenginleşmiş. bu bizim ezikliğimiz. bunun bir sebebi, sadece bizim tembelliğimiz değil. batı medeniyetine yaklaştıkça, okadar istibtdata girmişiz.
y. bu da bizim kabahatimiz.
m. hayır yusuf ağbi, bir tespit söyleyeceğim. bazı başörtülü kızlar, sokakta sevişiyorlar. bu sefer insanlar diyor ki, takmasın o zaman. yav kardeşim o zavallı insan, başörtüsünden dolayı sevişmiyor ki. bu medeniyetin etkisinden dolayı, dayanamadığından bunu yapıyor. insan artık kendini frenleyemez hale geliyor. buna rağmen kız diyor ki, ben bunu istemiyorum.
a. yani medeniyet ona bir uyuştuurcu yedirmiş. ama kalbi orada değil başka yerde. parçalanmış bir kalp. ikilemi içinde kalıyor sürekli. batı medeniyetinin o kalplere attığı zehirden kaynaklanıyor.
y. bir kokteyle osmanlı paşası çağırmışlar. frak giyip gidiyor. ingiliz elçisi diyor ki, paşa iyi yakışmış. paşa diyor, bakma bunu giydik, altımda acem donu var.
amç. bir de elimizde hiçbir şey bırakmamışlar. örnek var mı sebebi bu. bir de verimsiz bir aşırı zekamız var. bir de dünyaya sanıldığının aksine daha fazla yöneldiğimizden. hırsla hasarete götürecek şekilde, ahireti unutturacak şekilde dünyaya sarılmasıyla. dünyaya sarılmadığımızdan değil, onların bile hayal edemeyeceği kadar daha geniş bir hırsla dünyaya sarıldığımızdan. ama müslümanların kusurları bu dünyada çekiliyor. o yüzden tokat vuruluyor. bu da şefkati gereği.
mt: daha mı fazla dünyaya bağlanıyor demiş üstad. neden?
m. buradaki versiyonu kavrayalım. adam babadan gelmiş sanayici. adım adım gelmiş. her türlü özelliğini biliyor. kültür olarak yetişiyor. sabri ülkerin fabrikaları çok küçüktü eskiden ama adam o çekirdeğin içinde yetişmiş. çok himmeti olan bir insan. adam ir ömür vermiş. biz diyoruz, kolaycana yapar gideriz diyoruz. bizim çalışan işçi arkadaşlarımız şunu düşünüyor: benim hakkım vs. tamam ona bir şey diyemeyiz. ama firmanın kaç tane batak verdiğini kimse düşünmüyor. veya bugün 1 saat kaytarsam diyor. tek belli olmasın diye telefon etmeyeyim diyor. ama memlekete giderken de patron bana izin versin diyor. uzun vadeli düşünmüyoruz.
h. daha çok çalıştığımızın kanıtı. bizimkiler haftasonu dinlemez. gece çalışır. bir avrupalıyı çalıştıramazsın. şu anda bile, iş için 4 saat yollarda. avrupalılar çok daha az çalışıyor. ama müthiş bir ekonomi zihnimizde. bir şeyi iş için yapıyorsak, meşrudur. mesela derse gidiyorum desem, kıyamet kopar. ama işe gidiyorum desem, bir şey olmaz.
y. ali ağbi anlatıyor. gelin işe giderse çocuğa kayınvalide bakıyor. ama derse gidiyorsa bakmaz.
h. bizim milletin zihniyeti bu. toplum oy verirken bile cebini düşünyor. bizim toplum en çok dünyaya sarılmıştır.
amç. tüm islam alemini anlatıyor. biz daha çok yöneldiğimiz için, hırs gösterince hasaret oluyor.
a. 7. nota 17. lema "aya zanneder misin ki..."
m: biz iyi niyetliyiz. başkasıyla ilgili menfi bir şey düşünmek bize çok ters geliyor. ama adam ticareti elinde tutabilmek için, başkasının önünü nasıl keserim diye binbir yol düşünüyor. seni öyle bir takla attırıyor ki, bir tane mal var. naylon. bunun girişi 3.5 milyon. adam girişi fiyatına veriyor. sonra tuzağa düşürüyor, başka bir şeyi sana daha yüksek fiyata satıyor. batı medeniyeti, sadece müspet üretmekten kaynaklanmıyor. menfi desiselere dayalı. hürriyet getirdim diyorsun, peki ırakın petrol bağlantılarıyla ne alakan var senin? şimdi kimse onlara inanmıyor. artık amerikayı rusya gibi emperyalist olarak görüyor herkes. kimse inanmıyor.
amç. kastamonu lahikasında çinle amerikanın zihinsel ortaklığından bahsediyor üstad. oryantalizm öyle işlemiş ki. stokholm sendromu, tecavüzcüsüne aşık kız sendromu. kafamızda takke, üstümüzde beckham forması. malezyada gördüm bu adamı. takke de var, forma da var. adamla konuşuyorsun ikna edemiyorsun. medeniyet getirdi bize ingilizler. vipde bir numara kraliçe diyorsun. nasıl kabul ediyorsun? oradan da kaşınmıyor. biz orangutandık diyor.
y. misyonerlerin en tipik giriş noktası, bak işte avrupa ileride müslümanlar geride. en basit girişi.
amç. onlar şöyle bakıyor. ispanyollar amerikaya inince şöyle iki taraflı bir yaklaşım yaşamış. bunlar bize benziyor, ama hayvan gibi. bizde alet var, giysi var. bunlar herhalde insan hayvan arası bir şey olsa demişler. bunlar tüfeği ateşleyip adamı öldürünce, bunlar da şöyle düşünmüş. bunlar yarı tanrı olsa gerek.
y. onların tanrı mitolojisinde atın üzerinde insan, işte tanrı bu diyorlar.
amç. bizim batıya bakışımız böyle. yerli gibi bakıyoruz. amerikada ben çok ezilmiştim. çok dirençli gittiğim halde. ny'de trenleri öyle bir yere koymuşlar ki, çıkar çıkmaz, dev gökdelenleri görüyrosunuz. bunu insan yapmışsa, ben insan olabilir miyim? her şey düzgün, dümdüz. adam resmen diyor ki, burada ezil. ama bu imajı veriyor onlar. hayranlığımız hep öyle oldu. amerikanın eyaletlerini ezbere biliyordum. türkiyedeki pek çok şehirleri bilmediğim halde.
y. şunu da eleştirmek lazım. osmanlı son dönemlerinde olmuş ya. avurpaya gidenler hayranlık yaşayıp yazmışlar. hakikaten bu normal. bunu anlamak lazım.
a. islam düşüncesinin önde gelenleri, afgani, abduh. o tarafa gitmişler. ağızları açık kalmış. batıya en fazla vuran efganidir. o bile, adamın teknolojisini almayacaksın demiyor. ama bir yandan da onlardan gelen ne varsa, bir bit yenği vardır.
amç. bu başkaldırı bir tek bediüzzamanda var. herkesin karamsar psikolojide olduğu. bir de islamdan aldıkları ahlaki dokuyu da geliştiren bir duruş var. onlar bizden daha müslümanca tavır takınıyorlar. dürüstlük, doğruluk. o anlamda söylüyorum.
y. belgesel izlemiştim. şu an doğu toplumunun yaşadığı psikolojisini, ortaçağda tam tersi bir psikoloji var. hristiyanlar, biz artık çok geri kalmışız. dünyayı bırakalım. ahirete çalışalım. ilk korkuyu şöyle yeniyorlar. bir türk gemisine biniyor. gemi dalgalanırken, türkler okrkuyor. adam hayret etmiş. bunu ilk romanlarrında türklerin korkabileceğini yazıyorlar.
amç. en karanlık dönemde rusyada esaretinde bile üstad hiçbir zaman ezik psikolojiyle bakmaşı. kendisi esraeti yaşadığı zamanda, ölüm tehlikesinin en bariz olduğu anda bile, bakış açısı ezik değil. ümitsizliği hiç içinde barındırmamış. neden? hakikatle bağlantısını kurduğundan, görünen yüzle bağlanntıyı önemsiz görüyor. ben size bakmıyorum diyor ümitsiz çevreyi görse. gelecekteki nesle konuşuyorum diyor. her döneminde böyle üstad. 30unda, 80inde. bir sait ölse, 1000 sait kalır diyor.
h. üstad diyor ki, ben hemcinsimle iftihar ediyorum. insanoğluyla iftihar ediyorum.
a. insaniyete verilen bir nimettir. nasıl arının eline bal verir. elhamdülillah.
h. insan olmanın sebeiyle, meleklerden üstün kılmış. hepsi allahın vergisi nasıl olsa. niye ezilsin ki?
amç. bir yerde üstad diyor ki, bunlar dünyayı imaret için yaratılmışlar.
h. mesnevide diyor ki, kafir zenginler, sepetle tezek taşır hamama. ve övünürler, ben daha çok taşıdım. müslümanlar, o hamamda ısınan adamlar. ısınınca kirler dökülür. müslümanlar bu dünyada temizleniyorlar. içeride kalmış aşağılık kompleksleri olsun, onlar açığa çıkıyor. onları da kafirler sayesinde yapıyor. biri zulüm ediyor. bazen adamlar kendine zulüm eden adama dua ediyorlar. bir hastalık sayesinde şafinin ne demek olduğunu anlamıştır. mevlananın bakış açısıyla baktığında böyle. sen terakki ediyorsun.
rz. ilim müminin yitik malıdır çinde bile olsa alınız diyor peygamberimiz. niye? çünkü çinin malı değil, ilim. allahın bir kanunu. tüm insanlıkla beraber müslümanların malı.
rz. fakat toplumda hep bu eziklik empoze ediliyo. buna karşı konulacak yolu, bu malların hepsi bizim.
y. aslında üretilen her bir alet. tabi sadece teknoloji üretilmiyor, onun kültürü de yanında geliyor.
a. biz niye eziklik yaşıyoruz? bunu ben yapamadığım için. aslında burada bir gizli şirk yatıyor. o sonuçta kimin malı? allahın mülkü. o ahikati allah herkese gönderiyor. niye o söyledi? ben söylemedim?
mt. aslında bu bakış açısı bizim dünyevilik hırsımızı gösteriyor. biz enaniyetimizden dolayı onların karşısında eziliyoruz.
a. lenin bir köye gitmiş. açız diyorlar. isteyin bakalım allahtan verecek mi? ne oldu verdi mi? demiş. yok. benden isteyin bakalım. ekmek ver ver. o da getirmiş kamyondan. ihtiyar çıkmış demiş: allah böyle verir. senin gibilere gurur verir, bize de ekmek verir.
amç. afaki hareketlerin hepsinin mağlup olması, risalei nur gibi enfusi hareketlerin başarılı olmasının altında bu var. siyasal islam -afaki hareket- neyle yola çıktı? batılı ne yaparsa, ben de onu yaparım. mercedeslere bindik. onların yaptığı her şeyle kendimizi ölçtük. sonunda iflas ettik. kendi üstünlüklerimizi unuttuk. onlar tenis oynar. ben de oynarım. bilmeneli mayo. gelinen noktada resme manen de mağlup olduk. bizim üstünlüğümüzü yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.
y. bunu da mistik dinlere havale ettiler. budizm vs. portesto müzikleri var. batı medeniyetini eleştirmek için hiphop üretiyorlar. onları da satıyorlar.
m. onu islamiyetten daha iyi buldukları için değil. daha materyalist bir inançla tatmin etmek istiyorlar. o da bir yerde tıkanacak. bir de medeniyet çok zor bir konu. batı medeniyetinin prensipleri itibarıyle, islam medeniyetinin prensiplerini kıyaslayarak farkını tanımlıyor üstad. pratikten çıkarsak, bazı sorunlar yaşayabiliriz. insanın gezmesi, oynaması, tozması gerekiyor.
geçen gün hürriyetçi bir vakıf şunu anlatıyor. ben şimdiki insanları anlamıyorum. başörtülüüyü okula sokmuyor. bu insanlar eski devri terketmek istiyor. biz evimizden çıkalım. medeniyeti tercih edelim. siz bu insanları kovuyorsunuz. bu manyaklıktır diyor.
ama diğer tarafını da söyleyeceğim. atarken tutarken de gerçekçi olmamız lazım. benim anam sabahleyin koyuna gidiyordu, sonra harmana gidiyordu. şimdi sen o kadını çalışmıyor da evinde yuvasındadır deyip de.
h. ama toplumsal çalışmıyordu.
y. ağbi onun patronu yoktu.
amç. mimsiz medeniyet taifeyi nisayı yuvalarından çıkarmış.
m. bunlar başka insanları itham etemk için kullanılmaz. bakınız atıp tutmakla çözülmez. şimdiki insanlar eğer şehir hayatıynda yaşayacaksa, çalışmayan bir kadınla yaşamak ciddi bir problem.
h. hangi geçim?
m. her ne geçim olursa olsun.
h. geçim eksenli düşünürsen, bu işin içinden çıkamazsın.
ym. evde durup televizyon seyretmesi, neyin mübarekiyeti. 1 saatlik çalışlacak şite akşama kadar durursa, ne yapar? bunun neresi fıtri. yuva buysa, ben böyle bir yuva istemiyorum.
y. bu da ayrı bir sorun. bahçesiz evler. böyle bir evde kadın ne yapar?
h. zaten her tarafı yamuk da nereyi düzelteceksin?
m. bakın şu bunalıma gireriz. çıkmaz sokak olarak görürsek, bunalıma gireriz.
ah. çalışmanın tersi sadece evde durmak değil ki. başka bir sürü aktiviteyle değerlendirebilirsin.
y. evin dışına nasıl çıkabiliyor kadın? ya çalışıp çıkarsın ya evde oturursun.
amç. yuvalarından çıkarmış derken, yuvası neresi bunun? sosyal aktivite de bundan farklı değil ki. yuva nedir? çocukların eğlencesi diyor, onun iştigalinin tanımlamış. kadının islamiyetteki rolü, asrı saadete bakmak lazım.
m. bakın da ne görüyorsun?
y. bu ciddi bir problem.
a. bu problemin kaynağı, dışarıda bir şeyi tatmin emeye çalışıyorsa, kadın fıtratının değişmesi vardır. kadınların çalışması maden ocağında başlamıştır.
y. köydeki kadın çok rahattır. su getirir, fırına gider. kışın otururlar. kadının sıkılmaya vakti yok. depresyonu yok. problem şu. dört duvar arasında yapacak işi olmayan kadın ne yapacak? insan fıtraten toprağı görmek isityor, dışarı çıkmak istiyor. insan için en büyük lezzet üretmektir.
a. üstat bir yerde tesettür risalesinde diyor ki, bayanlar, sırf geçim derdinden erkeklere esir olmasınlar, köylü kadınlar gibi rızıklarını tedarike arsınlar.
vakayı görmek lazım. çalışmak isteyen kadınların büyük bir yüzdesi niye çalışmak istiyor? gerçekten? ihtiyaç olduğundan mı, yoksa ekonomik bir serbestlik istemek için mi? erkeğe diklenmek için mi? bunları da görmek lazım.
y. abi çalışmayanlarda sorun var.
a. ben ders yap, sohbet et, aktivitelere git.
amç. orjinaliini okuyalım.
a. adam eve gelir, güler yüz göstermez. ama işe giderken sürekli süslenerek gidiyor. orada insanlarla iletişim içinde.
bir açık oturum dinledim. nuray mert vardı. hepsini susturdu. ve o kadar hayasız ki, konuşturmuyor karşıdaki insanı.
amç. "sefih erkeler hevesatlarıyla kadınlaşırsa" bizim ezberimizi bozan bir şey. erkek çok sefihse, maçolaşır değil, kadınlaşırsa. bütün hayatını kadına endeksli yaşırsa. " ozaman açık saçık kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir."
y. okuyan erkekler kadınsı davranışlar geliştirir. okuyan kadınlar da erkeksi davranışlar geliştirir.
a. eroin bağımlısı insan, onu elde etmek için, bir adamın ayağını yalar. bir adam şehvet düşkünüyse, onu elde temek için, her türlü zilleti yapar. zillet kadının tavrıyken, erkek zillete düşüyor. kadın onun zilletini görünce, kadın onu kullanmaya başlıyor.
"... hayatı ailede. temizlik ziynetleri. lazımdır ta dayansın.
a. kadınlar bizim köyde bir tarafta yüzerlerdi. erkekler başka bir tarafta. dindar bir toplum değildi. ama ne zaman, feminizm diye ortaya çıktı. erkeklerin yanında yüzmeye başladılar. şimdi insanlar yüzlerine bakamıyor. trabzonda bir adam, yan baktı diye, adam çekmiş tabancayı vurmuş.
amç. avrupada düello gibi şeylerle o ahlak korunduğu için diyor.
"mütebessim meyyitelerin..."
a. bir de orada rahmete muhtaç diyor. adeta insanları yalvarıyor. insanlar bana baksın diye onlara istiyor.
amç. bir amerikalı kadın vardı. bu sex and the city kadınlarını anlatırken, bunlar çok yakın zamanda, koca koca diye ağlamaya başlayacaklar. 5-10 bin dolar kira ödeyen, her gece paralarıyla birini tavlayabilen kadın tipleri bunlar. 40ına kadar, harcadıkları paranın iki üç katını artık erkek bulamadıklarından psikologlara dağıtıyorlar.
y. kadın o psikolojik ihtiyacı var ya, bir erkeğin yanında olmak. bir yaştan sonra, artık çıldırıyordu diyor. yalnız yatmak istemiyorum diyor. cismi anlamda değil. manevi olarak.
amç. çok ihtiyaç duydukları kocayı da bulamazlar. açık saçıklık nedeniyle.
"... haşiye: tesettür risalesinin ..."
tek hükmü bundan yemiştir üstad. üstad beni iki şey için, bir ayet-i kübra için, bir de tesettür risalesi için bana 30 yıl eziyet çektirdiler. ben geleceğim bugün, bu memlekette çarşafları indireceğim, balolara sokacağım bunları.
başörtüsünün böyle bir turnusol olduğunu da unutmamak lazım. benim ayetlerimle dünya arasında sıkıştığınız zaman ne yapıyorsunuz, allah test ediyor. sen namazla, faizle, başörtüsüyle dünya arasında sıkışıyor musun? hangisini tercih ediyorsun?
mr: bayan arkadaşlarımızın sıkıştığı nokta şu: aile diyor ki, senin çalışman lazım. şu an yirmi yaşında bir hanım var. beş sene sonra evlilik yapacak. senin maddi özgürlüğün olması için, aile baskı yapıyor. bayanlar ailesiyle olan imtihanda daha sıkışıyor gibi görünüyor bana.
amç. o çocuklar değil mesele. lise talebelerini, zübeyde hanım da başörtülüydü diye yürüttüler. kim yürüttü? ben o adamı hedef alıyorum. mesele şu: birilerinin bize bu cihetle baktırması lazım. biz sadece zulüm, mazlum açısından baktık. allah bize böyle bir mesaj veriyor olabilir mi?
m. bizim köydeki insanların tümü başörtülüydü diye onların yuvada olduğunu söylemek, bu da basit olur.
a. bir üniversite mezunu çalışan bir kadının yetiştirdiği çocukla, hiç üniversite mezunu olmayan fakat dindar bir kadının yetiştirdiği çocuk arasında baksak. üniversite mezunu bir fayda sağlamıyor. fakat dindar bir ailede çocuklar çok daha terbiyeli oluyor. gerçekten çok grifit işler.
m. ben grifitliğini vurgulamak istiyorum.
genç kardeşimiz söylüyr. biz erkekler arasında itaat etmenin bir kültür olduğunu söylüyoruz. bir kadın, eğer gerçekten itaat edecekse, bunu kendi iradesiyle, tercih yapabilirse, bir anlamı olur. tercihsizlikten, dolayı bu bir hürriyet midir? ben net konuşamıyorum. köyden gelmişim. ama hakeza. bir ara benim asker arkadaşı geldi. ne güzel tuzlada villalar var. çocuklar da oynar. fıtri fıtri dedi. sen manyak mısın dedim. sen delimisin? niye? ne fıtrisi lan? şehir hayatında bir villada yaşamanın kaç paraya mal olduğunu biliyor musun? okumuş risale, ayakları yere değimiyor, ciyak ciyak bağırıyor. şehir hayatında en makul şey, apartman hayatında yaşamak. bahçeye bakmak var ya.
amç. son derece fıtri.
y. dışarıya gösteriş için yapan ayrı. insan eşelemek istiyor toprağı.
m. evde saksıda çiçeğe bakamıyoruz ya. konuşurken çok güzel konuşuyoruz da, ayaklarımızın yere basması da çok önemli. ben de gençlikte aynı fikirleri attım tuttum. sonra düşündüm. benim annem, teyzem çalışmıyor muydu? realitesiz bir kıymeti yok.
amç. benim hayata bakışım şu. bir kitabına uydurmak için vesile bulmak kolay. kitabı koyup,ben ne kadar uzağım diye bakıyorum. realiteye buladığın zaman, o işin tricklerini bulmaya çalışıyorsun. var mı zaruret var. kitabı orta yere koyduğun zaman, benim nefsimin mesafesi hemen sırıtıyor.
m. ya kardeşim illa yauzaklık ölçmek zorunda değilsin, yakınlığını ölç.
o zaman ne olursun? hep kompleks, eziklik olur. hep bu psikolojiyle yaşarsın.
amç. hakikate karşı. alimler, ne kadar biliyorum değil, ne kadar bilmiyorum dan ölçermiş.
m. bu mentailet bizi o psikolojiye sar. ben mal varlığımı başkasının mal varlığına göre ölçeceğim.
y. herkesin kişisel algıladığı bir şeydir.
a. hakikat derken neyle kıyaslıyorsun? hedef söylemen lazım.
amç. benim algım şu. islamiyetin söylediği hedefleri koymaya çalışıyorum.
a. şöyle bir soru sorayım. hiç yaklaştığını hissediyor musun?
amç. tabi ki hissediyorum. öyle bir ümitsizlik değil bu. realiteyi koyduğum zaman, realiteyle aramda bir mesafe kalmıyor. ama hakikati koyduğum zaman aradaki mesafeyi görebiliyorum.
m. mutlaka. bir insanı ne kadar severseniz aslında o kadar da uzaklaşırsınız. birbirinizi seviyorsunuz diye, o insanla bütünleşip kaybolmanız anlamına gelmez. bilakis, anladıkça, farklılaştığınızı da hissedersiniz.
amç. takva ile amel i salih meselesinde. hangisi öncelenmeli? takva. realitelerle uğraştığımızda, kendimize bir gerekçe bulmak için son derece tetikteyiz.
kendim için söylüyorum.
m. bence bu çok güvensiz, menfi bir ilişki.
mesela harama nazar etmemek neticesi itibarıyla müspet bir davranıştır. aynı ibadet etmiş duygsunu yaşar.
amç. şeytanla dans etmenin riskinden bahsediyorum. ehli dünyayla aramızdaki dere pek derindir diyor üstad. ya dalalete düşeriz. bu çok riskli bir şey. sadece diyalogu küfre karşı değil de, ehli dünyaya karşı da yaptık. sosyete hizmeti yapmaya çalıştık. meyhaneye girdik. az daha biraya kaydık. kendin kalabilmek, değerlerini yaşayabilmek için, hayatın gerçekleri dediğimiz realiteleri, yani mevhumeleri reddedbilmemiz lazım.
mr. şu anda realite hakikatten uzak mı? 1400 senedir var olan islamın yaşanması, hakikatten uzak mı, yakın mı? eskiden var olan şartlara baktığımızda, realite şunu gösteriyor. her ne kadar islama uyulmuşsa, o kadar güzel neticeler alınmış. realite bunu gösteriyor aslında. sorun, sadece kendi teyzemiz, annemizle kıyaslamamızda. tüm anne ve teyzeleri değerlendirdiğimizde, hakikat ortaya çıkıyor.
amç. realite içinde, diyorlar ki, bir gün bizim tanrılarımıza tapınmaya izin ver. biz altı gün sana tamamen tabi olalım. orada şöyle olabilirdi. anahtarları bir alayım. sonra ben işi rayına koyarım. realite dediğimiz şey, bize bir konjönktür koyuyor. şu şartlar dahilinde, hayatın ihtiyaçları bize bir konjönktör sunuyor. bizim yaptığımız şey, allahın istekleriyle ne kadar bağdaşıyor?
a. ali muratın dediğini bir anlamak lazım. başlangıçta söylediğimiz o psikolojik baskı meselesi vardı. biz yapmayız, hissi. realitelerde bunu bize empoze ediyor manasında mı diyorsun?
h. hz. ayşe deveye binmiş tüm cemaati peşinden sürüklemiş bir kadın. hz. sayfiye validemiz de erkeklerin başına geçme demiş. yanlış bile olsa ona cüret edebilmiş peygamberin hanımı bu. çocuklarının anası olacak. kocasının dostu olacak. enerjisini nereye verecek? yoksa bunu genelleştirmemek lazım. çalışmak, bunlar mesele değil.
y. kadının çalışmaması diye bir şey olabilir mi? olamaz.
rz. ağbim realite diye, dini kendi arzularına uydurmaya çalışıyorlar.
medeniyet planı burada daha önemli.