30 Ocak 2009 Cuma

17. Lema Beşinci Nota

aş. avrupa fünunu saidin ruhunda yaralar açmıştı, ona itiraz şeklinde bazı sözler söylemişti, fakat eski saidin nefsi avrupanın lehinde sorular soruyor, ona yanıtlar veriyor. burada doğu ve batı anlayışını, yani islam medeniyetiyle, insan aklının ürünü olan felsefe ve bilim medeniyetini kıyaslıyor. burada esas önemli olan, vahiyden kaynaklanmayan medeniyetle, vahiy kaynaklı medeniyetin karşılaştırmasını yapıyor. batıya temayül gösteren müslümanlara ikaz babında bir şeyler söylüyor. burada batıyı ikiye ayırıyor. dikkat ettiğim kaarıyla, brada bile müspet avrupayı daima dine dayandırıyor, isevilik dini hakikisinden geliyor diyor.

"Ey ikinci bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: "En büyük melekten en küçük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar."

aş. herkes kendisine maliktir düşüncesi. bu batını daha doğrusu seküler aklın bir çıkarımıdır. bu dünyaya bakan bir akıl, kendi menfaatini önceleyecektir. batı bunun mümessili olmuştur.

kainattaki ilişkileri de o şekilde görüyor.

"Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı, yaşamak ve bekasını temin etmektir." diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerim'in kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta kemal-i itaatla imtisal edilen düstur-u teavünle, nebatat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umumî kanunun rahîmane, kerimane cilvelerini cidal zannedip, "Hayat bir cidaldir" diye ahmakane hükmetmişsin. "

a bu çok ilginç. kainatta her bir şey her bir şeyin yardımına koşuyor. zahirde mücadele gibi görünen şeyler bile umumuumi dengenin korunması içindir. insan elinin bulaşmadığı her yerde denge var. genel sistemi korumaya yönelik. herkes birbirine yardım ediyor. hatta bir zamanlar timsah gözyaşları denilen olayın bile içyüzü ortaya çıktı. gerçekten timsah kendi yavrularını ağzında taşıyor. zannediyorlar ki, onları yiyor. halbuki onları biryerden tbir yere taşıyor. hatta sadece kendi yavrularını da değil, kaplumbağa yavrularını da taşıyor bir yerde görmüştüm. denize bırakıyor onları. bunlar birer misal. kainatta bunların örnekleri çok fazla. inek niye bize üt versin, arı niye bu kadar bal yapsın? sırf kendisi için mi yapıyor? kainatta kasıtlı bir teavün var. her taarfta bir denge. fizik kanunları tam tersini söylerken, entropi, yani çürümeye doğru gidecekken, hertarafta bir onarma düzen oluşuyor. normalde bir metal kırıldğı zamanda, yavaş yavaş kopar gider. ama canlı hücrelerde, bir yırtıkta tamir ediliyor.

herkes kendi hayatını sürdürmek için mücadele ediyor diyorlar.

"Acaba o düstur-u teavünün cilvesinden olan zerrat-ı taamiyenin, kemal-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir? "

aş. vücuda alıyorsun gıdayı, o nereye gitmesi gerekiyorsa gidiyor. hücre bile, nasıl şevkle gitmeleri gereken yere gidiyorlar, kendilerini feda ediyorlar.

"Nasıl bir çarpışmaktır? "

aş. sen kainata cidal nazarıyla bakıyorsun, kainat seni yalanlıyor. insan elinin bulaşmadığı her yerde, bir yardımlaşma var, cidal yok. hatta feda etme var kendini. senin bakış açın subjektif, objektif değildir. kainatta böyle bir şey yok.

yk. melekleri de bu kapsama almışlar, nasıl olmuş?

aş. melekleri elek olarak değil, tabiat olarakg örüyor. mitooljie, hep kavga ediyor ya onların tanrıları.

yk. tanrıların kavga ettiği dünyada, onların da birbirlerini yemeleri çok normal oluyor.

"Belki o imdad ve o koşmak, Kerim bir Rabb'in emriyle bir teavündür. Hem çürük bir esasın: "Herşey kendi nefsine mâliktir" diyorsun. "

aş. biz kendi sahip olduklarımızı başkalarının üzerinde bir baskı aracı olarak kullanıyorsak, biz de batı mentalitesideyiz. duygu sömürüsü yapıyorsak, biz de aynı zihniyete sahibiz demekti.batı bu demektir, bencillik. allahın verdiği nimetleri kendine mal etmek ve bunu başkaları üstünde tahakküm için kullanmaktır. şeytan da aynısını yapmıştı, ateş ve toprak. kim demiş ateşin topraktan daha üstün olduğunu ki benim dediğim hiçbir şey yarın bende kalmıyor ki. benim arabam, evim... hiçbiri kalmayacak? ne kemal, ne cemal.

söylediklerinin bir gerçeliği de yok.

"Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat'î bir delil şudur ki: Esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi, insandır. Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zahir ef'al-i ihtiyariyesinden yüz cüz'ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren yalnız meşkuk tek bir cüz'dür. "

aş. ne yapıyorsun? ok güzel fikirler ürettin diyelim. ne yaptın gerçekte? bekledin geldi. elinin nasıl hareket ettiğinin farkında bile değilsin. allah bir duana cevap veriyor. mükemmel bir şekilde cevap veriyor. aklımı seveyim, ne demekse yani. ne yapıyor ki akıl? düşündüm diyorsun, ne yapıyorsun gerçekte sorun kendinize. düşünüyorum dediğimiz bekliyoruz, allah tak bir şey gönderiyor. bekledin başka bir şey yapmadın ki. ne kadar sen tesirlisin yani. şu gözün görmesi için biz ne yapıyoruz? şu kulağın işitmesi için ne yapıyoruz? bir telefon yapmak için, kaç asır geçti. şu kulak için ne yaptık ki.

içimizde dönen şeyleri bile yönetemiyoruz. bir adam ters bakıyor, niye ters bakıyor diye kafana takıyorsun. dışına atamıyorsun.

mk. abi çok mükemmeliz de, bizde numara yok.

rm. öyle bir hesap yapılsaydı, bu hayat bize epey pahalıya mal olurdu.

"Böyle en zahir fiilin yüz cüz'ünden bir cüz'üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir? Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakikî tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; "Sair hayvanat ve cemadat kendi kendine mâliktir" diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade camid ve şuursuz olduğunu isbat eder."

aş. küçücük ip parçası, binlerce kütüphaneyi barındırıyor, sonra diyor ki, bunu o yaptı. senin aklın bile onu yapamıyor bir dna kendi bilinciyle bunları yapabilir mi?

"Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehandır. "

aş. sırf dünyaya bakan anlamında, bir gözlü.

"Yani hârika, menhus zekândır. O kör dehan ile, herşeyin Hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, "

aş. bütün Rabbin eserlerine tabiat dedin, bitti. arı bana bal vermeye mecbur mu? niye bunlar oluyor? tabiat işte oluyor.

hep negatif, hiç pozitif olmuyor...

"o Hâlıkın malını bâtıl mabud olan tagutlara taksim ettin. Şu noktada ve o dehan nazarında her zîhayat, herbir insan, tek başıyla hadsiz a'daya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz hacatın tahsiline çabalamak lâzım geliyor."

aş. bir mevcut tüm mevcutlara muhtaç. sistemin devam etmesi için, her şeyin yerli yerinde olması gerekiyor. eğer mücadele varsa, her şeye karşı mücadele vereceğiz demektir. böyle bir hayat nasıl galgılanabilir. ben sürekli mücadele veriyorum, ama her zaman mücadeleyi kaybediyorsun. çünkü ölüm var, gençlik bitiyor, her sevdiğin şey bir gün kayboluyor. sürekli mücadele. ne kadar güçlü olursan ol, en yakınındaki adam ihanet edebilir. hiçbir zaman emniyette olamazsın ki. bu zihniyetle her şey sana düşman.

mk. işadamının çocuğuunu yakın akrabalarının kaçırdığı ortaya çıkmış.

x. bir de tabiat denen olaya, tesadüfi bir nazarla bakınca, her şey düşmanımız oluyor. çünkü güneş tesadüfen oradaysa, bize zararlı, çünkü derecesi değişebilir, konumu değişebilir. tüm mevcudat bize düşman oluyor.

aş. evet. her şeye karşı kendini sürekli koruma ihtiyacı içinde hissedeceksin.

rm. fakat şu ana kadar güneşte sapma olmamış, ozon miktarında azalma olmamış. tesadüf olunc gidebilir mantığı var, ama bunlar olmadığı için, bunlar iyi tesadüfler.

aş. gelecek için düşündüğünde, yarın olacağı garanti mi?

rm. değil, ama onlar onu açıklayamıyor zaten. x. hayat bir cidal mantığıyla bakarsak böyle olur. o zaman bize hayvanatın yardım etmemesi lazım. onların da bir hayatı var, bunu muhafaza etmeleri lazım. sadece canlılarda değil, cansızlarda da geçerli.

aş. eskiden keneler bir şey yapmazdı, şimdi onlar datehlikeli hale geldi.

zk. tolstoyun bir hikayesi var.
aş. babası çocuğun düşman görüyor. korkuyor. odanın arkasına sandalyeler koyuyor. ivan ilyiç'in ölümü.

kendisi bir adamı öldürüre zengin olmuş. kendisi de karısı veya çocuğu tarafından öldüürlecek diye bu korkuyu yaşıyor.

hş. yalnız imansız insanların hepsi böyle değil tabi. insanların %90'ı bunları düşünmüyor, detayları düşünmüyor. detayları, filozoflar bilim adamları düşünüyor. sistem böyledir deyip geçiyor. mantık, cenabı haktan zinciri kırmak.

aş. israil psikolojisini düşünün. her an etrafında kendisini öldürecek insanlar olduğunu düşünüyor. biri psikolojik olarak onu tahlil ediyor. israilin şu anki haleti ruhiyesi gerçekten acınacak durumda. etrafında düşmanlarla sarılı. o insanın psikolojisi nasıl olabilir ki?

zk. 5 milyon, tüm dünyayı oynatmaya çalışıyorsun. hepsini doğru oynatmak zorundasın.

" Ve zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyar, zâil lem'a gibi bir şuur, çabuk söner şu'le gibi bir hayat,"

aş. ömrün geçmesi açısından her şey sanki dünmüş gibi. rüya nedir? bir kaç saniye diyorlar. ama yıllarca olay görürsün sanki. hayat da öyle.

"çabuk geçer dakika gibi bir ömür ile, o hadsiz a'daya ve hacata karşı dayanmaya mecbur oluyor. Halbuki o bîçare zîhayatın sermayesi, binler matlublarından birisine kâfi gelmiyor. Musibete giriftar olduğu zaman; sağır, kör esbabdan başka derdine derman beklemiyor, (ayet) sırrına mazhar oluyor."

aş. "kafirlerin duası boşa gider" keşke diyorlar ya, o işte.

"Senin karanlıklı dehan, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalbetmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye ısındırmak için; yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir ettin."

aş. eğlenceler oyunlar, meşguliyetler. onlarla insanları kandırıyorsun.

" O lâmbalar sürur ile beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar."

mk. geçen haftaki derste medeniyet fantaziyeleri vardı. ben bir türlü kavrayamadım.
aş. yani insan saadeti, huzuru, ebediyeti istiyor. bunları kaynak olarak nede görüyor. bu dünyadaki bir takım eşya üzerinde görüyor. elbette ki, bu eşyalar ona işaret eder. ama bu dünyada ona sahiplenmeye çalıştığımızda, problem orada doğuyor. herkes huzuru istiyor ,ama bunu elde edersem huzuru bulurum diyor, o zaman sorunlu. onu unutup da bunda huzur aramaya kalkarsan, bu fani senin gibi ölecek. bu sana mutluluk veremez.

bir hikaye var. serapta o köpek tasviri vardır. sürekli ağzının suyu akar, koşar koşar. sucuğu boynuna takıyorlar. oraya doğru gidiyor. ha ulaştım diyorsun, ulaştığın anda elinden kaçıyor.

hayatımız böyle, tam elde etmeden gidiyor her şey. şunun lezzeti devamlı mı kalıyor? biraz fazla yiyoruz, karnımız şişiyor. dünyada kalıcı bir lezzet değil bunlar. tadımlık. ahirette sürekli o lezzetler tattırılacak.

yk. gözün ihtiyacının kulaktan karşılamak gibi. kalbin ihtiyacını, maddi şeylerle karşılamaya çalışıyorsun, o da insanı tatmin etmiyor.

mk. valla bu asırda bir numaralar var, ama ne numara biemiyorum. zaman zaman sakin kalınca düşünüyorum, arabalara çok zaafım vardır. böyle bakıyorum. bakıyorsun, uymuşak model sert model. çizgiler değişiyor, sanki araba yepyeni, cennet arabası gibi geliyor bana. bakıyorum o model eskiden vardı zaten, onu insanlar tangır tungur kabul ediyordu. 20 sene önceki modeli farklı bir şekilde yine sunuyorlar. sanki o model çok yeni bir şeymiş gibi. bir ara ayakkabılarda çıktı. ayakkabıyı böyle kayık gibi uzattılar. normalde kimse giymez dersin. bir ara bot giyiniyorlar. istanbulda kışın bile kış olmuyor. ne zaman giyineceksin? ama zevkle giyiyorlar. böyle numaradan numaraya. her birine koşturuyorsun arkadan.şimdi bu da yetmiyor. çingene perdesi moda oldu. moda olunca hiçbir renk zarar etimyor.

aş. o lambalar, soğuk, böyle metalik bir histerik tavır. eğlence yerleri gibi. bir yandan eğleniyormuş gibi iç dünyasında huzursuz. müstehzi bir halle. öyle tasvirler aklıma geldi. tarkovski denilen yönetmen onu çok iyi yansıtıyor. bir zamanlar meşhur bir kadının sonradan tiyatro sahnesine çıkıp oradaki ışıklardan rahatsız olması gibi. alkışlara muhtaç olmuş, onların olmadığını görüyor. kırışıklıklar görünüyor. evde yalnız.

bu yaşanmış hadise. en meşhur tiyatrocular, düşkünler evinde kimse yanına uğramadan ölüyor. sokaklarda yaşayan bir sürü var.

iman ne kadar büyük bir nimet. şurada oturup muhabbet ediyorsun. şuraya geldiğim zaman, bütün sıkıntılarım alıp gdiyor.

mk. bu lambaların zıttı nedir? nur. dedemiz, sait nursi, maşallah, peygamber efendimizi nur-u muhammedi diye tasvir eder. o da önemli. bütün duyguları nurlandıran, akılları, dünyayı nurlandıran. o teşbihte çok anlamlı.

aş. bütün dünya senin aleyhinde, ama sen kralın çocuğusun, deseler, bütün dünya onun emrinde olduğundan,hiç korkuya kapılmazsın. onun bilincinde olman bile sana yetiyor. o nur-u muhammedi öyle bir lezzet veriyor ki, bütün kaintatın allahın dizginleri elinde olması seni çok mutlu ediyor. öbür türlü, ışıklar yüzüne gülse de yakıyor içini. küçük bir söz söylüyor bir adam, gece gündüz uyuyamıyorsun.

rm. lambalar da çok müthiş bir imge. projektördeki görüntüyü karşıya veren, lambadır. risaleler yazıldığında 50-60 sene öncesi. o zaman insanlar, bunu fenerin karşılığı için kullanıyordu. ama sinemada, projektörde de aynı şey vardır. sanal alemleri sizin gözünüzde canlandırıyor. o ortamların ambiyansı hep farklıdır. disko, bar vs. size o lambaların vasıtasıyla sanal bir alem oluşturmaya çalışıyorlar. yapay bir şey.

yk. kadıköyde öyle bir yer var. duvar gibi bir kapı var. mahzen gibi bir yer herhalde.

aş. özellikle öyle yapıyorlar.

yk. burası nedir diye sordum. abi, orası özel bir yer diye öyle yapıyorlar diyor.

aş. iki ışık koyuyorlar, sanki sen çok farklı bir yerlere gidiyorsun gibi hissettiriyorlar. ışıkları kapat, orada durmak bile istemezsin.

ışıklar yanınca, sizi başka bir aleme taşıyor. uyuştuurcu gibi bir şey. o da akli melekeleri öldürür, gördüğün şeyler çok daha parlak gözükür. yürürken uçuyormuş hissi veriyor. her şeyi abartılı görüsun.

mk. sait nursinin esir kampında ayağa kalkmaması anlayamadığım şeylerden biri. esirsin yani nasıl kalkmazsın diye düşünüyorum. hakkaten o ortamda adam bunu idam edin diyor, yine kılı kıpırdamıyor.

yk. alim olarak biliniyor ya, orada.

aş. deniz gezmiş gibi insanlarda var, insanları kendi arkasında görünce, amerikalılara karşı nasıl ayağa kalkıyorlar.

hş. onlar korkak değil de, kullanılmaya müsait cesur insanlardır.

aş. ben bu kadar insanı temsil eden bir kişiyim, o zaman acayip bir manevi güç hissediyor. adam ölüme bile giderken, eli havada gidiyor.

bir adam idama mahkum olunca, korkudan dolayı şoka giriyor. her şeyden lini ayağını çekiyor. bir anda arkasındaki adam azledilince, hiçbir ümit kalmamış. adam iki gün zeytin bile yiyememiş.

mk. rodosu almakta osmanlı çok zorlanır. rodos şovayelerini motive etmek için, meryem ana heykelinin üstünden kan döküyorlar. bakın diyorlar, ağlıyor, gözünden kan geliyor. osmanlıyı çok uğraştırıyorlar.

mk. burdaki. iki noktayı ayıralım. deniz gezmiş gibi olsa, bunlar lambalara girer. benim söylediğim dede, hakikaten ölüm var ama, inadane birisinde garazane tavır taşıyor. birisinde, uzur-u ilahiyle ölüme gidecekse bile, menfiye değil, müsppete dayanan. ikisinin atmosferinde farklılık var. bu da fark ediliyor. ben onu ticarette de sormak istiyorum. hayat cidaldir diyorlar ya, bu cidalin hayatımız içindeik manası nereye geliyor, mesela ticarette?

yk. mücadelenin içinde karşı taarfı manipüle etme vardır. her türlü yola başvuruyorsun.

hş. kendi menfaati için, diğerini umursamamak.

rm. yaptığın işi daha iyi yapmak da mücadeledir.

mk. kardeşim, hayatta mücadele etmezseniz ilerleyemezsin. ölü gibi duran var mı hayatta? o zaman cidalin ne farkı var kardeşim. dünyadaki ..

" Belki beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblehane gülmesine, o ışıklar müstehziyane gülüp eğleniyor. Herbir zîhayat senin şakirdlerin nazarında zalimlerin hücumuna maruz, miskin birer musibetzededirler. Dünya bir matemhane-i umumiyedir. Dünyadaki sadâlar ölümlerden, elemlerden gelen vaveylâlardır. Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi, kendine rab telakki eden bir firavun-u zelildir. "

aş. kendisini bir şeye veriyor. menfaati onun hayatındaki hareketlerini kontrol ediyor gibi. diyeceksin k, menfaat olmayacak mı?

"Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir. Hem cebbardır fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur. O şakirdin gaye-i himmeti, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-ı nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır."

aş. bazı gençler vardır, arabanın altına atarım diye böyle hareket yapar, sevgilisen. maksadı esas, sevgilisini etkilemek. senin için her şeyi yaparım diyerek, kendi menfaati için yapıyor.

" Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Her şeyi nefsine feda ediyor."

aş. gerçek manada tabiatperest olan biri, başkasını evemez. sevmiyorlar zaten. ben bunu bir öğrencimde çok şaşırmıştım. sen dedin anneni babanı sevmiyorsun demiştim ona, neden ona bağlanıyorsun dedim. menfaatim için dedi. 15-16 yaşlarındaydı. açıkça bunu söyledi. kendi içinde tutarlı olunca bunu söylemesi lazım.

mk. ben bakıyorum ki, bazı konularda dindar bir insan kendini çok seviyor. nasıl oluyor?

aş. abi hiçbirimiz batıdan etkilenmedik diyemeyiz k.i ne kadar o taraftaysan o kadar bencil oluyorsun.

adamın namaz kılmasından ziyade, burası çok önemli bir meseledir. bencillik meselesi. bir insan ne kadar bencilse,... kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez. bu ne demek, dünyada da mutlu olamaz. cennet dünyada da bu şekilde yaşanır.

mk. doğru söylüyorsun, ama kimse kibir yapacağım diye, kibir yapmıyor.

x. benim oyum senin oyunla eşit olur mu diyor. açıkça, ben diğer insanlarla aynı mıyım diyor.

mk. bu çok doğru. kendisiyle eşit görmeyen adam, yaratılma noktasında yaratıcının yarattığını kabul etmiyor demektir. çünkü bir yaratıcıdan yaratıldığını kabul eden adam, herkesin eşit olduğunu. kendini eşit görebilmek.

aş. adam bunu rahatlıkla savunabiliyor. benim köydeki mehmetle oyum eşit mi olacak?

mk. bizler içinde söyleyebiliriz. allah nasip etmiştir. risale-i nuru tetkik etmiş olalım, allah bize bazı şeyleri göstermiş olabilir. ama bugün yusuf kardeşimin benden daha iyi görmeyeceğinin bir garantisi var mı? daha önceki birikimizmiz hüküm kurmak için bir destek olmaz. gerçekten bütün bunların hepsini görürsek, eşitlik eşit görmek, mahlukiyetten mabudiyetten eşit görmek.

aş. mabudiyetten uzak olmak noktasında, mahluk olma noktasında eşitiz.

mk. bir insan, zaten kendini beğeniyorsa, başka bir kimseyi takdir edemez.

aş. bir keresinde bir fuardayız. iki yazar birbirine öyle bir iltifat ediyorlar ki, hayret ettim. dur ya dedim, ben rahatsız oldum onların o iltifatlarından.

mk. birbirlerini seven iki kişi varmış. bunlar evlenmişler. kadın hamile kalmış. doğum vakti gelmiş, bir türlü doğum olmuyormuş. neden olmuyor? meğer çocuğun biri diyormuş ki, siz önden geçin, öbürü diyormuş ki, siz önden geçin.

"Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Herşeyi nefsine feda ediyor. Amma Kur'anın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a'zam-ı mahlukata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a'zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir. Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelalinden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halim-i âlîhimmettir. Hem fakirdir fakat onun Mâlik-i Kerim'i ona ileride iddihar ettiği mükâfat ile bir fakir-i müstağnidir. Hem zaîftir fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaîf-i kavîdir ki, Kur'an hakikî bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksad yaptırmadığı halde; bu zâil fâni dünyayı ona gaye-i maksad hiç yapar mı? İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla!
Hem felsefe-i sakîmenin şakirdleriyle Kur'an-ı Hakîm'in tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bununla müvazene edebilirsiniz. Şöyle ki:
Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dava açar. Kur'anın şakirdi ise, semavat ve arzdaki umum sâlih ibadı kendine kardeş telakki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder ve saadetleriyle mes'ud oluyor ve ruhunda şedid bir alâkayı onlara karşı hisseder. Hem en büyük şey olan Arş ve Şems'i, müsahhar birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahluk telakki eder.
Hem iki şakirdin ulviyet ve inbisat-ı ruhlarını bundan kıyas et ki: Kur'an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. "Evradlarınızı bununla okuyunuz." der. İşte Kur'anın tilmizlerinden Şah-ı Geylanî, Rufaî, Şazelî (R.A.) gibi şakirdleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerratı, katarat adedlerini, mahlukatın aded-i enfasını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar. "

mk. ben şöyle algılıyorum. her bir zerreyi tesbih gibi çekiyor, her bir noktadan allaha gidiyor.

"Cenab-ı Hakk'ı zikir ve tesbih ediyorlar. İşte Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cizane terbiyesine bak ki: Nasıl edna bir kederle ve küçük bir gam ile başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlub olan bu küçük insan, terbiye-i Kur'an ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letaifi inbisat eder ki: Koca dünya mevcudatını, virdine tesbih olmakta kısa görüyor. Ve Cennet'i zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenab-ı Hakk'ın edna bir mahlukunun üstünde büyük tutmuyor. "

aş. bütün zerratı tespih ettiği gibi, yine de ben üstün bir insanım demiyor. küçük bir mevcuttan bile kendini üstün görmüyor.

öyle taşlar vardır ki, onların kalpleri taştan da katıdır. o taşlar zikrediyorlar. bazı kalpler, allaha ubudiyette muti olmayınca, ubudiyette sukut etmiş, taştan da aşağı düşmüş oluyorsun.

ben taştan üstünüm şu anki halimle diyemezsin. bilemezsin. sırattan geçince, o zaman neticelenmiş olur.

x. görülmekte olan bir dava var yani.

hş. her şey allahın mahluku olduğundan, otomatikman bir şeyi küçümsediğinde, enaniyet yapmış olursun.

"Nihayet izzet içinde, nihayet tevazuu cem'ediyor. Felsefe şakirdlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.
İşte felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yek-çeşm olan dehasının yanlış gördüğü hakikatları; iki cihana bakan, gayb-aşina parlak iki gözü ile iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işaret eden hüda-yı Kur'anî der ki: "Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim'dir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zayi' olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatın yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gayesi, neticesi; o Mâlik'in esmasına ve şuunatına bir mazhariyettir. Sana bir musibet geldiği vakit, de:
(ayet)
Yani: Ben mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasıyla geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünki elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzad edecektir. Haydi ey musibet! O terhis ve o âzad etmek, senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa; benim tâkatım yettikçe, emin olmayana Mâlikimin emanetini teslim etmem!" der."

"İşte binden bir nümune olarak, deha-yı felsefînin ve hüda-yı Kur'anînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet iki tarafın hakikat-ı hali sâbıkan beyan edilen tarz ile gidiyor. Fakat hidayet ve dalalette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez. Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuzbin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebilerin tagutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete gidenlere ve onları körükörüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!
Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra"

aş. özendiğimiz avrupa insanlar diir diri yanarken, seyredip izlediler. bizim özendiğimiz avrupanın gerçek yüzü bu.

"Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra"

aş. adam bu kadar zulmü hamas öldürdü diyor. utanmadan da batılılar onu dinliyor. medya kasıtlı olarak söylemiyor, hamas kendi bombalıyor diye öğreniyorlar. saddam için de bunu yapmışlardı. saddam namaz kılıyor, sonra da ırakı ombalıyor gibi gösteriyorlar.

mh. 1500 sene önce, resulullahın ölümünden sonra, halifelik ebu bekir hazretlerine geçtiğinde, islam ordusu bir sefer halindeydi. o orduya komutanlık, hz. ebubekire verildi. hz. beubekir, seferi başlatmadan önce, onlara dedi ki, şu on şeyi asla unutmayın dedi: çocukları öldürmeyeceksiniz. hatta körlere dokunmayacaksınız, yaşlı acuzelere savaşamayanalra, kiliseye sığınanlara orada ibadetle meşgul olanlara dokunmayacaksınız. 1400 sene önce. bu böyle büyük bir konu. korkutmayacaksınız diyor. savaşmayan insanları korkutmayacaksınız diyor. ganimet malları ihtiyacınız kadar alacaksınız diyor.

aş. dünya topulmları bilmiyor.

x. bize iş düşüyor.

aş. önce bizim batı kompleksini aşmamız lam.

"Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz."

aş. sen daha güçlü bir şekilde durabilecekken, duramıyorsun.

"Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!.."

aş. esas olan sefahati terketmekle olacak. milliyetten kasıt burada islam.

23 Ocak 2009 Cuma

17. Lema Beşinci Nota

17. Lema
BEŞİNCİ NOTA: Şu notada Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said'in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa'nın fünun ve medeniyeti, o seyahat-ı kalbiyede emraz-ı kalbiyeye inkılab ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye Yeni Said zihnini silkeleyip, müzahref felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa'nın lehinde şehadet eden hissiyat-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa'nın şahs-ı manevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.
Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:
Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi' san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa'ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa'ya hitab ediyorum. Şöyle ki:
O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa'nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:
Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.
Ey küfr ü küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibet-zede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zahirî bir surette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes'ud denilebilir mi? Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz'î bir emirden me'yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazib ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş'et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes'ud denilebilir mi? İşte sen bîçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab çektiriyorsun.

amç. insan mutluluğu zaten böyle cennetvari imkanlarla tanımlıyor, bazıları için. her şeyim olsun. mutluluk bu değil mi diye sorsak, oradaki azabın görüntüsünün ne olduğunu anlatmak iyi olmaz mı? neden böyle bir azap hissediyor. baktığında adamın villası var, helikopterle işyerine iniyor. o adamın cehennem azabı nasıl olacak?

hş.
"Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes'ud denilebilir mi?"

aö. mutlulukla ilgili yapılmış bazı pratik deneyler vardı. şu zamanın insanının mutluluk algısı, eskisinden çok farklı. aslında insanlar varlık noktasında çok daha ileri durumdayken, öncelikle mutlu olmadıkları tespit ediliyor. daha sonra başka bir deneyde, insanlara çok basit sorular soruluyor. neticesinde, bu insanlara doğru yanıtlarına göre bazı ödüller veriliyor. bakıyorlar ki, insanlar mutlu olmuyor. sebebi araştırıldığında, adam basit br şekilde para aldıkları halde, mutlu değil. ancak başka insanlardan daha yüksek para kazandığını öğrendikleri zaman mutluluk duymaya başlıyor. şu zamanda insanların mutluluk algısı, bilmeninmanevi hazzı veya maddi kazancın hazzı da değil. başkasından fazla kazandım hissinin hazzını yaşıyor. dolayısıyla başarısızlar olmadan başarılılar mutluluk hissini tam olarak hissedemiyorlar.

hş. o şeytani bir şey aslında.

aş. hakiki mutluluk da değil.

i. herkes kolay bir sınava yüksek not alsa kimse sevinmez. ama zor bir sınavda bir kişi iyi not alsa herkes çok sevinir.

yf. maddi nimetler içinde olup da mutlu olduğunu iddia eden bir kesim de var.

aş. bunu şeye benzetiyorum. adamın biri çok büyük bir arabayla gezmeye gidiyor. millet bir gezmeye gittiğinde kazıklanınca daha değerliymiş gibi geliyor insana. falanca yerde sydneyde olunca çok güzel görüüyor. sonra nasıldı diye sorunca, a çok muhteşemdi diyorlar. ben oradaki insanları takip ettim, çok sıkılıyorlar, sadece öyle bakıyorlar. bir resmi, on defa çekiyorlar.

bir de şunu görmek lazım. bağdat caddesinde çok lüks evlere girdim. evin içinde biraz aile de çocuk bahanesiyle kendi hayatlarını ortaya döküyorlardı. benim gözlemlediğim o ki, o zengin ailelerin içinde gerçekten mutlu olan,... çocuk bile, intihara teşebbüs etmiş, bir diğeri zombileşmiş. çocuklar hiçbir şeyden zevk almıyor. aileler dağınık. karı koca birbiriyle konuşmuyor bile. arabasına binince, başkasına hava attığı zaman çok mutlu gibi hissediyor.

öyle insanlar da gördüm ki, evinde 5 dakika oturamıyor. sıkılıyor.

hş. bunlar cüzi şeyler. zengin olunca da mutlu olunabiliyor. dikkatli bakın, bir çelik çomak oynayıp zevk alan çocukla, helikopterle oynayan çocuk arasındaki fark gibidir.

mk. fark var mıdır ki?

hş. ben çelik çomakla daha çok zevk alıyordum. fark o kadardır. o adam da helikopterle bile gezse, olayın farkında bile değil. bakın zengin çocuklarına, o çocuğun çelik çomağını kıskanır. onun mutluluğunu kıskanır aslında.

aş. bir insanın imansız olarak şuurlu bir şekilde dünyadan zevk alması imkansız. bilinçli olduğu zaman, sürekli uyuşturuyorlar kendilerini. sürekli o adam kendisini meşgul ediyor.

oğ. mutluluk, haz, huzuru karıştırıyoruz. insan geçici hazlar alabilir. hakiki manada bu dinginliğe, huzura sebep verir mi, buna bakmak lazım. imansızsa, bunu yaşayamaz. çünkü yalnız başına bir ortamda, hayattan zevk alamadığını söylüyorlar. ben de şahit oldum buna. bir de mutlu gördüğümüz insanlarda iptal-i his meselesi var. çıkmaza giriyorlar, bilinçli olarak hayatlarını düşündüklerinde.

aş. köyde balık tutmuşuz. deniz manzaralı bir yerde oturup yemişiz. tüm masraf 5 lira. aynı şekilde, dünyanın en lüks lokantalarından birine gittik. 100 dolar bir tabak yemek. tüm yemeğe 500 dolar veriyorsun. benim 5 liralık yemeğimdeki manzara da güzel, arkadaşlık da çok hoş. öbür tarafta, insanlar sürekli içiyorlar.

mk. ben sana itiraz edeceğim. senin balık yediğin yerde adam kafa çekiyor.

aş. olabilir. ben 500 dolar nereye gitti onu konuşacağım. hiç fark etmez. dolayısıyla mutluluğun kaynağı madde değildir. kimin daha mutlu olduğunu bilemezsin.

mk. fakat manayı marifiyle düşünelim. maddesizlik mutluluk mu verir?

mn. onda da madde var. manzarası, balığı her şeyi var.

hş. sırf zühre mesleğiyle gitmek diye bir yol var, fakat bu zor bir yol. yani nefsi tatmin ederek giden. bu yol çok meşakkatli, ve tam da gidemiyorsun. ayak yollarında takılıyorsun. çoğu dalaletle gitmişler.

oğ. avrupa medeniyetinin iddiası, ben insanlara güzellik getiriyorum. böyle bir iddiası var.

aş. orada medeniyet 500 dolar. bence fark etmiyor, negatifte de fark etmiyor, pozitifte de fark etmiyor.

dolayısıyla maddenin kendisi önemli değil.

mk. burası çok tartışılabilen bir bölüm. sınırlarını koymak zor. dolayısyıla bugünkü konuşacaklarımızı nihayetlendirmemiz de zor. ikinci nokta, sait nursi, kıyaslarında iki kişiyi kıyaslar. iki yolcu der. iki kişiyi son model arabaya bindireceğiz. ta ki aralarındaki farkı görebilelim.

bir diğer nokta ise, bu avrupa isveçteki o karlı dağın altında yürüyen isevçliyi düşünmeye çalışıyorum. ben isveçe hiç gitmedim. bunların tahayyülü dünyamıza uzaklaşıtrıyor. aslında kendi dünyamızad da iki insan vardır. bizim kendi davranışlarımız da hiçbir zaman ak veya kara değildir. biz de bu iki dünyayı kendimizde yaşıyoruz.

bakıyorum, mesela sabah kalkıyorum, namaza kalkmakta neden zorlanırız? halbuki sabahleyin, o kadar temiz bir hava oluyor, güzel bir koku oluyor, bu kokuyu hiçbir dükkanda bulamazsınız. satılamayacak kadar enfes. yavaş yavaş gelen sarı renk, her şeyi ısıtıyor. böyle geliyor. kim yapıyor? bu arada kuşlar senfoniye başlıyor. abi, cik cik, hoşgeldin lan. kuşlar kouşmaya başlıyor. bütün bunlar benim için yapılıyor. ben bunu hissetsem, sabahları kaçırmam. uykunu aldığın halde fazla yatmışsın, bunun içki içip uyuyakalmaktan ne farkı var. biz o şuuru hissetmiyoruz. imanın verdiği o şuuru. kalkmak bir ölüm. kalktıktan sonra da o enfes ikramlar için, dünyayı bir gezi mekanı gibi hissediyorsunuz. bunu kendi dünyamızda yaşadığımzada çok farklı oluyoruz. dünyadan daha mükemmel bir uçak yok ki. bunu hissetme oranı var. bunu hissetmeyince...

insanlar tatminsiz olunca, daha çok hırsla davranıyor. yeni bir araba alınca, yeni bir hanım alınca yeni bir dünya gibi düşünür.

biz az şeylerle yetiniyoruz. fakat gerçekten imanın hissettirdiği lezzeti hissedersek, bunun bile çok garibane basit olduğunu hissederiz. yeni bir gömlek alsak, o ikramdan dolayı insanın duyguları coşuyor. o imanındanaynaklananan coşkuyu hissetmek için çok güzel bir fırsat. o ikramı, onunla görüyorsun. ikramın sosyal statüsü olur, cins-i latifi olur. belki biz yapamıyoruz. ulamıyoruz. ama bugün olmaz da yarın olabilir.

aş. çok önemli bir nokta var burada. araba vs. vesiledir. bunlar amaç haline geldiği zaman, fazla olan madde mutluluğu değiştiren bir şey değildir. elemsiz lezzet imandadır diyor üstad. dünya lezzetleri için, kafirin bile lezzetleri terk etmesi gerekir. çünkü lezzetin gitmesi daha büyük bir elem getirir. iman olmayınca, bunların gitmesi, çok büyük ızdırap kaynağı oluyor. biz o nimetleri kendisinden dolayı değil, verenden dolayı lezzet alıyoruz. bu toplumda ikram edilecek şey farklıdır, başka yerde farklıdır.

amç. daha önce, iman bir tutumdur demiştik. burada da benim anladığım, meyus olmak, ümidin kesilmesi, ehemmiyetsiz bir işten vazgeçmek. aslında ümitsizlik bir adamı mutsuz eder. mutlu olamıyorsan da umutlu olmasını bil. adammutlu olamayabilir, ama umutluysa, ümit allahtan gelen bir nur ya, buradaki adamı azap içinde bırakan, ümitsiz olması, veya o haleti her an yaşayabilecek olması. ya kaybedersem. ya eskisi kadar lezzet almazsam.

mk. daha önemlsii, şu anda verdiğini hissettiğin an ümitvar oluyorsun. şıhı azam, bu konuları öyl hisederek anlatırdı ki, imanın ne kadar büyük bir lezzet olduğunu, hisserdein. o sohbetlerin benim dünyama kattığı şeyin dünya kadar değeri var. aslında abdürreşitin de uğraştığı konu da , bnu hissettiğimiz zaman, aslında komplelerimiz, fesatlarımız, kıskançlıklarımız, onları otomatikman kayboluyor. ben bunun lezzetini hissediyorum. bunu bir ton yesem ne olacak, bir tanecik yesem ne olacak.

aş. ümit var ya, artık koklattı bana. artık yeşeriyor o.

mk. bunun zıttından bir soru soracağım. içinden çıkamadım. ehli dünyayı ben çok severim, yıllarca da imrenmişimdir, bazen kıskanmışımdır. neticede köyü çocuğuyuz, bunların olması da normal deşimdi şunu söylüyorum. levent taraflarındayım, adamlar yiyor içiyor, sonunda yaptıkları iş, kafayı çekmek. ağbi, yiyoruz kafayı çekiyoruz akşam. sonra nane molla oluyoruz, sabah kalkamıyoruz. neden insanlar iki içer? ben bunu çözemedim.

aş. orada bir mutluluk tadıyor ya, onun gitmesini unutmak istemiyor. onu susturmak için, duyguları iptal ediyorlar. başka türlü insanın dayanması mümkün değil.

bizim zengin bir akraba var. çocuğunu kameraya alıyor. çok mutlu bir an. o an şunu dedi: bir daha bunları görebilecek miyiz? bir anda o mutluluk anında içine bir şey düştü. o anda vicdanı ona dedi ki, bunlar gidecek. sen bu sorunun cevabını bulmadığın sürece, nasıl mutlu olacaksın?

çocuğunu kaybetmiş bir kadın var. o çocuğu alınsa da, o çocuğun lezzetini veren allah var onu biliyor. bir kafir bunu bu şekilde göremez. sürekli bir yeis içinde. sürekli kaybetmenin içinde korkusunu yaşıyor. bunlar sonunda gidecek. mümin böyle söylemez.

insandaki sonsuz iktidar hırsı neden kaynaklanır? aslında bu korkunun bir göstergesidir.

mk. benim çok değerli bir arkadaşım vardı, bir gün kavga ettik. sonra karakolluk olduk, beni mahkemey verdi. kafamızı gözümüzü yardık. ağbi, mahkemeden kağıt geldi. suç sabit. kurtulma şansım yok. kefalet de ödeyemem. gece uyuyamıyorum. her gün kapıdan bekleyen mi var bakıyorum. azap. o bir ay, kaç yıl oluyor. iman ile imansızlığın hali, bunun gibi duygusal yaşamla ilgili katmerleri var.

"Ey beşerin nefs-i emmaresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında bîçare âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar, bazan da yaralıyorlar. "

aş. kulubecik insaniyet olarak düşünsen, elde ettiğin her şey tek tek senden alınıyor. en önemli şey hayatın. tek tek hayatın eksiliyor.

"Öyle bir tarzda ki, acınacak haline sema ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan umumî bir matem, o yolu kaplıyor."

aş. bir kafirin halet-i ruhiyesini tarif etmiş.

" İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor."

aş. sadece kendi elemi değil, tüm mahlukatın elemlerini hissediyor.

" Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin."

aş. muhammed ağbinin sorusunun yanıtı burada. içkinin yaptığı en önemli şey de bu: ne akıl çalışıyor, ne kalb çalışıyor. ya zalim olacaksın, ya da kendi aklını ve kalbini iptal edeceksin.

"Ey sefahet ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! "

aş. yukarıdaki tasvir ettiği halet.

"Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a'lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. "

aş. çok mutlu andan, en sıkıntılı ana sokar.

"Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a'lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören "

aş. içki de öyle, veya onun gibi insanın hissini kapatan her türlü alışkanlık.

"cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. "

aş. buraya da bunu alalım, şu da şöyle olsun. a bu ne güzel, oraya da gidelim. küçük dünyamızı tatmin etmeye çalışıyoruz. insan o duygularını allahın sanatı olarak görse, bir mahsuru olmayacak, ama sırf insan kendini meşgul etmek için, bunlarla uğraşıyor. evde yalnız oturunca, vicdan sürekli onu ikaz ediyor, ölüm var, bu hayatın bir sonu var.

"Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer."

aş. insana sunuluş amacı açısından bakalım. teknoloji ne yapmaya çalışıyor? bu dünyada yalancı cennet oluşturmaya çalışıyor. sürekli yeni şeyler niye öğretiyor? bundan beş sene önce öğrettiği şeyleri yeniliyor. sürekli bizi oyalayarak, gerçek geliş gayemizi unutturmaya çalışıyor.

"İkinci yol ki: Kur'an-ı Hakîm, hidayetiyle beşere hediye etmiştir. Şöyledir: Görüyoruz ki o yolun her menzilinde, her mekânında, her şehrinde bir Sultan-ı Âdil'in müstakim askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar. Arasıra o Sultan'ın emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. Silâhlarını, atlarını ve mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezkeresini veriyorlar. O terhis olunan neferler, çendan ünsiyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zahiren mahzun oluyorlar. Fakat hakikat noktasında terhisle müferrah olup, Sultan'ın ziyaretine ve padişahın payitahtına dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet memnun oluyorlar. "

aş. işte bütün mesele burada. onun yanına gidiyoruz. bu anlayışla elimizdeki cesedi de memnuniyetle teslim ediyoruz. yaratıcımızın yanına gidiyoruz, anlayışıyla huzura ulaşıyoruz. bir tarafta bakıyorsun, filistin. çocuklar ölmüş. ama o insanın bir tesellisi var. bunlar ileride cenabı hakkın huzurunda müthiş mükafatlar alacaklar. öte taraftan, silahın üzerine yazı yazdırıyorlar, şuna isabet etsin diye çocuklar dilekte bulunuyor. çocuğun ruhu nasıl karartılmış. ve çocuklara seyrettiriyorlar. bakın şimdi bomba atacak ağbileriniz, seyredin bakalım. ve ondan zevk alacak hale gelmiş. bu iki çocuğun ruh halini düşünün. birinin en azından tsellisi var, senin ağbin cennete gitti diyorsun. öbürünün ruhu öldürülmüş. o çocuk dünyaya nasıl bakacak? mutlu olabilir mi? içi ne kadar kararmıştır. her an ölüm korkusu, oradan birbomba gelir de beni öldürür endişesi. bu açıdan bakınca, teselli oluyorsun. ya onlar ne olacak? bir çocuğu acımadan katleden ruhun ne kadar karanlık olduğunu insan bir düşünse. ne kadar büyük bir ızdırap. küçük bir sineği öldürmeye bile insan rahatsız oluyor.

"Bazan terhis memurları acemî bir nefere rastgeliyorlar. Nefer onları tanımıyor. "Silâhını teslim et!" diyorlar. Nefer diyor: "Ben padişahın askeriyim, onun hizmetindeyim; sonra onun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer onun izin ve rızasıyla gelmiş iseniz, göz ve baş üstüne geldiniz, emrini gösteriniz; yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle döğüşeceğim. Kendi nefsim için değil, çünki nefsim benim değil, benim sultanımındır. Belki bendeki nefsim ve silâhım, mâlikimin emanetidir. Emaneti muhafaza ve Sultanımın haysiyetini himaye ve izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!"

aş. ölüme veya musibete karşı dayanmanın mücadele etmenin manası işte bu. musibet karşısında eğilmemenini esprisi: emaneti muhafaza, sultanın haysiyetini tespih edecek, her şey alem güzeldir, bunu vikaye etmek için, zaten cihadın anlamı da odur. din yalnız allahın oluncaya kadar, kafirlerle mücadele edin. yani küfrün anlayışıyla mücadele edin. o bakış açısıyla mücadele edeceksin. alemde allahın bütün güzel esması gözüksün diye o anlayışı yok etmeye çalışıyorsun. her şeyin allahın bütün esmasının hüsna olduğunu göstermektir. ötekisi negatif göstermeye çalışıyor.

"İşte o ikinci yoldaki medar-ı sürur ve saadet olan binler ahvalden bu hal bir nümunedir. Sair ahvali sen kıyas et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat namında sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye vardır ve vefiyat namında sürur ve muzıka ile terhisat-ı askeriye görünüyorlar. İşte Kur'an-ı Hakîm beşere bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder."

amç. mızıka ve sururla ölüme gitmeyi düşündüğün zaman birbiriyle uyuşmayacak bir tabloyu gösteriyor. fakat aslında tutumunu o seviyeye çıkardığın zaman, son derece yerinde bir belagat olduğunu anlıyorsun.

aş. bir insan dese ki, çocuğun öldü, adam şöyle dedi diyelim: allah rahmet etti, rahmetiyle bana ihsan etti dese, yükümü hafifletti dese, bu adam deli midir deriz. bu adam çocuuğun ölümüne seviniyor deriz. halbuki, çocuklara karşı meşru muhabbet nedir, onların ölümlerinde sabretmek belki şükretmektir, diyor üstad. niye? çünkü sen hapishanedesin, sen çocuğun gelecek endişesini taşıyorsun. padişah sarayına alacağım dese, sen nasıl memnun olursun.

aö. resulullahın oğlu öldüğü zaman, resulullah ağlayınca, sen de mi ağlıyorsun diye sormuşlar. beşeriyeten ağlıyor, kalp hüzünlenir.

amç. abdürreşit ağbi, akıl boyutunda bir değerlendirme yapıyor. akıl boyutuna da o hüznü taşırsan, eyvah dersen, o zaman sorun var.

aş. sizin çocuğunuz, bir akrabanızın yanında duruyor. akrabanız onu çok seviyor, ama size geri gönderecek. size gönderirken biliyor ki, iyi bir yere gidiyor, ama bir yandan da hüzünleniyor, ayrılıyoruz diye. oradaki hüzün ona benzer.

9 Ocak 2009 Cuma

20. Lema İhlas Risalesi 9 Emir

" İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin yegâne çaresi, "dokuz emirdir."
1 - Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.
"
aş. yani müspet hareket etmek, kendi mesleğinin kemaliyle hareket etmek. genelde çoğu dünyevi akımın temelinde, hep karşıt üreterek, mesela hristiyanlıkta bile hep yahudi düşmanlığı üzerine giderek...

ak. hep onların eksikliği üzerine gidiyorlar.

aş. onlarıksikliği üzerinden kendi davalarını ispatlıyorlar. ya ezen olacaksın, ya ezilen olacaksın paradoksuyla hareket ediyorlar. mesela israilde adamlar kendi uğradıkları zulümleri yapıyorları ve bunları yayınlıyorlar. adamın istediği öfke üretmek. senin de öfkelenmeni istiyor ki, kendisini haklı hissetsin. israil ne yapıyor? savaşın sürmesi lazım. onun için, insanların öfkesinin kabarması lazım. dolayısıyla öfke üretmek için her şeyi yapıyor. adamlar görsün diye, kendileri kameraya çekiyor, onlar yayınlıyorlar. çoğu resimleri israilliler çekmiş. senin içindeki kini artırmak için nderiyorlar. üstad o yüzden, zübeyir ağbiye diyor, sen benim düşmanımmısın, beni dersimden alıkoymak için mi, bu zulümleri anlatıyorsun diyor, dersim hadisesi sonrasında. kendimize bakalım, gerçekten hiçbir şey yapamıyorz halbuki yapabileceğimiz şeyler var. evimizde sünnete riayet edebiliriz. fakat zihnimizi onlarla kinle meşgul ederek, kendi hayatımızdaki iman hizmetini akamete uğratıyor. müslümanlar sokakta bağırmasını biliyor, ama bir tane sünneti uygulamada hassasiyet göster biraz. dua et, zikir yap, yok.

gerçekten ezen ezilen mantığıyla düşündüğümüz zaman, senin kötülüğünü ben telafi ediyorum tarzında düşündüğün zaman, bu konuma gelyorsun. aradaki düşmanlıktan, eksiklikten besleniyorsun. karşı tarafa bakarken, tenkis, kusur bulma nazarıyla bakıyorsun. o zaman psikolojik olarak o senin dünyana yerleşmiş oluyor. üstad karşıt bir şey üretmiyor, alternatif üretiyor. başkasının eksikliğiyle uğraşma, kendi doğrularınla uğraş. sen hakla uğraş. bu zordur. ancak haklı olan bunda ilerleyebilir. haksız dava güden, nefsani bir dava güden, mutla kıyas yapacaktır. ancak hak kıyasa ihtiyaç hissetmez.

yk. hırsıza diyorsun, niye bunu yaptın? abi bunb ir şey mi, millet neler götürüyor.

aş. çok basit bir şey. adam vapurda sigara içiyor. rahatsız oluyorum dedim. denize attı sigarayı. adama dedim, ya hem bize rahatsızlık verdin hem denize. adam da, ya sen neye takılıyorsun, insanlar neler yapıyor.

oğ. başka mesleklerin tenkisi derken, islam dairesindeki mesleklerden mi bahsediyor, yoksa dış dünyadd mı?

aş. burada islam dünyası hakim, fakat mesleğin mahiyeti gereği, böyle bir şey olması lazım. tenkis üzerine dayanmayacak.

oğ. yani iki cemaatin arasındaki tenkis mi, yoksa bununla eraber ehli dalalet gruptan kişiler de mi dahil?

aş. ben yöntem olarak konuştum. başkasının eksikliği üzerine gidilen bir yöntemin doğru olmaması lazım.

x. hocaefendi, irşat ekseninde, siz başkasına yanlışlarını ne kadar anlatırsanız, anlatın, o yine ısrar eder diyor.

mk. ben daha önceleri, söylediğiniz gibi düşünüyordum. fakat şimdi şu cümle dikkatimi çekti.
...
hk. aşağılamamak burada önemli, yoksa kıyaslama yapmak değil esas mesele. yoksa ben kıyas yapmazsam, tercih etmem. bu tercihimde, adavet ve aşağılama hisleri olmayacak.

aş. evet. onun düşmanlığı üzerine bina etmeyeceğim. yoksa onlardan daha müspet gördüğüm şeyler olduğu için bunları tercih ediyorum.

zk. düsturlardan biri, müspet hareket etmektir demesi.sadece cemaatlere karşı kastetmiyor.

oğ. burada sanki şu da var: biz başkasına düşmanca bakmayacağız. fakat buna mukabil, karşı taraf, bize düşmanca bir tavırda bulunduğunda, bunlarla dahi meşgul olmamak.

aş. evet. sürekli o tavır içine girmeyeceğim. muhatap olmuyoruz o konuda.

mk. burada tez-antitez vardır ya. onunla meşgul olmak, onun tezine antitez üretmek doğru değil. islam haktır, ona açıklayınca diğeri gider zaten. ışık geldiğinde karanlık gider. o rahatlıkla hareket etmesi müslümanların.

oğ. konuşurken kolay geliyor da, pratikte çok zor. onların eksik tarafını görmeden, tenkitvari yaklaşımları olduğunda, nefsini karıştırmamak çok zor bir şey.

mk. bizim kültürümüz böyle bizi zorluyor. yanlış bir kültürümüz var bu konuda. bir yere gitsek, elbise alacak olsak, ya hoşuna gittiği yönlerine bakarak elbise alırsın, veya başka elbiseleri tenkit ederek uğraşırsın.

yk. ama kötü mal iyi malı sattırır denir.

aş o müşteri kandırmaktan başka bir şey değil.

mk. bence biraz daha serbest bakalım. bana göre kötü mal, başka kimsenin çok hoşuna gidiyor. bir insan zındık meslekte olsa, adam zındık bile olsa, öyle samimi bir şekilde ona sarılıyor ki, ona hayran oluorsun o sarılma tarzına. mutlaka bir güzel tarafı var.

sait nursi bu konuda çok gelişmiş bir kişilik. insan eğitiminde diyorlar ki, kusurlarını söyleyeceğinize, güzelliklerini konuşarak onları takdir ediniz. müspet tarafı daha çok artar böylece. birbirimize de aynı şekilde.

aş. ben kendi öğrencilerimden de bunu gördüm. çocuk bir tek benim dersimi çalışıyordu. çocuğa hep müspet yaklaşarak, onu takdir ettim.

mk. ben şimdi bilgisayar öğrenirken, hoca başlıyor bir şeyler söylüyor. mutlaka insan takdir bekliyor. hoca menfi bir şeyler söylediğinde, rahatsız oluyor, ve kırılıyor.

ab. kusurunu söyemeye dahi hakkımız olduğunu düşünmüyorum bazen. mesela sait nursinin hakkı olabilir. tasavvufun eksik taraflarını söylemeye hakkı olabilir, çünkü kendisi bütün tarikat derslerini almış, alternatif bir yol açmış. sonra sizin şu yollarınızı eksik görüyorum diyor. fakat biz böyle değiliz. bu yüzden onları tenkit dahi etmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum.

amç. gerçi katılmamak her zaman rasyonel olmak zorunda değil. ben doğru bulmuyorum demek her zaman munisiyeti bozmaz. orada şöyle şeyler var: şahsi kemalat fazilet, umumi cinayeti örtmez. birsi yanlış bir söylem içerisinde olur. tenkit edersin, sen o kadar adam mısın, derler. onun mübarekliği amenna, ama söylediği şeye katılmamak, benim de onun kadar ilme sahip olmamı her zaman gerektiren bir şey değil.
aş. ama burada meslekleri duygusal olarak tenki etmek diyor. sürekli onları tenkit etmek yoluyla, kendininkini güzel çıkartmaya çalışma.

amç. evet o var. fakat beğenmemek hakkımız değil deyince, o hakkımız elimizden alınmasın dedim.

ab. açıktan tenkit etmemek konusunda diyorum çünkü bilmiyoruz.

aş. o aslında doğru diyor. bir derste tartışıyoruz, tarikatları eleştiriyoruz. bir çocuk varmış, orada tarikatten. dedi ki bana, sen bunları biliyor musun? yok tam okumadım. o senin dediğin gibi değil, dedi. üstad diyebilir, ama sen bilmeden eleştiri yapıyorsun.

mk. ince bir nokta var. pratikten söyleyeyim. bir ustam vardı, bana adam gibi makine al demişti. uyduruk bir makine aldı. adam o makineyle öyle bir işçilik çıkarıyor ki, dedim ki, demek makinenin mükemmel olması tek başına yeterli değil. adamın çalışması o kadar iyi ki, yine çok iyi eser üretiyor. bazı insanların meslekleri zayıf olabilir, ama yaptıkları işler neticesinde bizden daha tesirli, kaliteli olabilir.

hş. peki birisi dese, senin mesleğini ben iyi gördüm. onu diğer mesleklere kıyasla seçmem için sen bana ne getirirsin?

x. adam diyor ya, işi ehline sorun. ben tasarımcıyım. tasarımcının işini kendim ölçümde eleştirebilirim. ben kendi mesleğimle ilgili kendi başarımı, bir başkasını eksikliği üzerine değil de, kendi bilgime göre yapabilirim. neden bu mesleği seçeyim diye sorduğunda, onun ehli olması lazım.

hş. fakat ben bir seçim yapmışım. birisi gelip bunu sorabilir.

x. bence o kişinin ihlasını bozar.

hş. biz malzeme alıyoruz. üç dört yer vardır. aamdan teklif alırsın. adam malını anlatmaya başlar. diğer markalarla kıyaslar. bazıları aşırıya gidiyor. fakat bazıları da diğer mallarla kıyaslayarak anlatır. bu yanlış mı?

mk. yo, bu bir anlatım tarzı. fakat kendi mesleğini onun üzerine inşa etmeyeceksin.

aş. üstad, tarikati bir yerde öyle güzel tarif etmiş ki, insanın hoşuna gidiyor. fakat başka bir yerde kıyas yaptığında, o da güzel yoldur, ama benimki daha kısa yoldur diyor.

amç. onlar referans kullanılabilir mi? biz o yerlere refere ederiz, oradaki anlatım tarzı, ve sonrasında bağladığı nokta, hem kendi bilgisizliğimizi örtmüş olur. böyle bir kıyas ihtiyacı varsa, o yer açılıp okunabilir, özetler mi?

aş. telvihat-ı tısa'da sait nursi, öyle bir tarikat tarifi yapmış ki, çoğu tarikatçı bunu bilmez. sonra kendi mesleğiyle kıyaslama yapabiliyor. fakat sadece onları eksik göstererek yapmıyor. onların müspet tarfalarını anlatıyor, sonra risale-i nurun daha iyi ynlrini anlatıyor.

hş. emirdağ lahikasında, müslüman kardeşlerle, risale-i nur arasında bir kıyas yapıyor. çok gzel bir tarif. ben o cemaatte olsam, bundan hiç alınmam.

amç. zaten ço fazla ekol yok. kelam ekolünde risale-i nur çok güçlü. diğerleri kalp tarzında gidiyorlar. siyasi ekoller de genelde tarikat ekolünden süzülüp aksiyoner tarzda takılıyorlar. çok böyle meslek yok.

hk. tılsımlar mecmuasında ahmet feyyzi ağbi, üstadın en önemli özelliğinin kibarlığı olarak nazik bir evliya oluşudur der. bir konferansa gelirken, kapıda durur. uyanırken, diz üstünde uyanıdığını söyler. imam-ı rabbaniyi değerlendirirken, benim üstadım bunu demiş, ben de bunu anlıyorum şeklinde. en ince hassas üslupla. onun gibi kartallarla benim gibi bir sineği kıyaslıyorsunuz demiş. hiç adavete meyil vermeden, anlatıyor. adaletli bir bakışı var.

aş. negatif yönleri nazara vererek, onların negatifleri üzerinden gitmiyor. hatta daha çok müspet yöneri vererek, farklılıkları nazara vererek gidiyor. risale-i nur, onların fikirlerindeki şyeleri detaylı vermemiştir, insanların zihinlerini karıştırmamak için. insan güzel bir ayna olursa, zaten bakan kişi o aynada kendini görecektir.


"2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek..."

aş. burada hak tarafgirliğinin alanını çok genişletmeye çalışıyor. muhabbete vesilece olacak bir sürü şey var. burada çok farklı düşünen insanlar olabilir. ama muhabbet muhafaza edilirse, o farklılıklar renkliliğe, çeşitliliğe dönüşecek. insan daha çok zenginleşecek. yanlış bir şey olsa, zaten o muhabbetin içinde, ittifak gayreti içinde, uhuvvet içinde, onlar eriyip gidecektir.

geçmişe baktığımda, bir sürü tartışmalar yaşamışız. belki yaşanması lazımmış, ama değmezmiş. muhabbetle onlar gidip gidiyor.

yk. çok tenkitle insanları kazanamıyorsun. nefisler işin içine giriyor.

aş. bir de muhabbetle ne sağlanıyor, cemaat ruhu sağlanıyor. insan ne kadar başkasını tenkit etse, dalalete düşme ihtimali çokf azladır. cemaatin şahsı manevisini korumak daha evladır. bir de sünnetullahtır. çok iyi düşünen insanların, bir yere gittiğinde, nurculardan uzaklaşıyor, üstadı çok ağır eleştirebilecek bir duruma gelebiliyor.

muhabbet olan yerde tenkit bile yapacaksa, kardeşini tenkis etmek için yapmayacak, onu yükseltmek için yapacak. kenid yaranı, deşerken, ne kadar nazik davranırsın. çünkü kendine karşı muhabbetin var. kardeşini de kendi yaran gibi görsen, onun yarasını da deşerkenkendin gibi nazikçe yaparsın. bunu anlamak için şöyle yap, tenkit ettiğin zaman, aradaki ilişkinin kopacağından korkuyorsan, burada muhabbet var demektir. öyle bir uygun zaman ararsın ki, arada bir şey olmasın.

mn. bazen sen çok nazikçe söylesen de karşı taraf çok alıngan davranabiliyor.

amç. karşı tarafı göreceli bir değerlendirmeye tutmak değil de, diyelim ki, karşı taraf söyz söylediğimzde çok alınıyor. benim o zaman hayrına bile olsa söylememek. temel mesele muhabbetin bozulmaması. eğer öyleyse, ben aslında iyiliği için düşünüyorum, ama muhatabım henüz hazır değil, dua etmek belki.

aş. zaten bunu yapabiliyorsan, kızgınlığın yok demektir.

x. bencil insan duaya en uzak insandır.

oğ. ihlas risalesini ilk okuduğumda meselenin enaniyetten kaynaklandığını söyledi ya, asrımız da enaniyet asrıdır diye ifade ediyor. toplumsal gerçeklik olarak baktığımızda dindarlar paramparça. tenkit kültürü gelişmiş aramızda. zamanın şartlarına bağlı olarak, hiçbir şekilde tenkit etmememiz gerekir diye düşünüyorum. enaniyetin şeyleri bizde dahi olduğundan, damarımız kabarır. oradaki nefisleri aşmamız, şu zamanda çok zor bir olay.

ab. tenkit kapısını açmayın diyor.

aş. fenalığı iyiliğin en güzeliyle def edin. kardeşinin kusurunu görmemek mesela. bir münazara anında, kardeşinin bir açığını yakaladın.

üstadın listesi varmış. 2 metre uzunluğunda. ben kendim sıkıntı anında ne zaman kardeşleri isim isim saymışım. onda gördüğüm kusuru, onların hayrına tarzıda dua ettiğimde çok rahat ediyorum. hacda en güzel anlarımı. güzel gören güzel düşünür.

y. bir üstad aradım kendime. onda şu eksiği gördüm değil. bizim hiçbirimizin mutlak referansları yok. insanlar ayrılmışlar, farklı şeyler bulmuşlar. ben kendi davamı savunurken, bana böyle geldi diyebilirsin. bir adamın parası sana göre azsa, fakir demek değildir. daha az parası vardır.

x. bizde bu muhabbetsizlikten dolayı iki kişiyi attılar. kürt-türk meselesini kaşıdılar. bir arkadaş çok milliyetçiydi. dedeleri şehit olmuş. radikalliği çok uçtu. ben askerde pakklı bulsam, direkt öldürürüm diyor. ertesi gün, polemik geçiyor, tekme tokat birbirine giriyorlar.

mn. tenkit deyince... farklı fikirlerin birbiriyle mücadele etmesi, ilerlemeyi getirir.

aş. senin dediğin güzel, bir de şöyle bakalım diyebilirsin.

mn. tenkit derken, o zaman eleştiri yapmamayı kastetmiyorsun.

amç. kendi söylediğinin doğru olma ihtimali, karşı tarafınkininmetin karabaşoğlu. ... kendiminkini söylerken, yanlış olma ihtimali yüksek. fakat karşı tarafınınkinin doğru olma ihtimali yüksek.

aş. imamı azam, kendi çocuğuna yasaklıyor. hep haklı çıkma arzusu var. biz karşımızdaki haklı çıksın diye dua ederdik. siz tam tersini yapıyorsunuz. derdimiz karşı tarafın haklı çıkmasını sağlamak.

hş. yeni bir şey öğreneyim diye karşı taraf haklı çıksın.

amç. münazara nazarların transferi.

hk. gazabı ilahinin celbine sebep olur.

aş. allahın bizden beklediği, çok yüksek ilim sahibi olmak değil. cahil olmamak gerekiyor ,ama bu yeterli olan bir şey değil. elinizde bir çuval tohum var. bilmesen, çuvalı atar gidersin. tohum olduğunu bilirsen, bir kıymettir. ama bildiğin fakat ekmedin. bir kıymeti var mıdır? adamın bir tohumu var bir şey öğrenmiş. biri geliyor, onu ekiyor. ötekisi, bin tohumu hiç kullanmıyor. hangisi daha değerlidir?

ben cemaatle birlikte olduğum anda, oraya gelen bütün bereketi allah bana veriyor. bunu nasıl kesebilirim? üstad burayı vurgulamaya çalışıyor. bu yanlışta bir arada olalım değil. ama niye müspetlerimizde bir araya gelmiyoruz? resulullah, şehitlik meselesinde diyor ki, sivil toplum kuruyorlar, resulullah şimdi bile olsa ona katılırdım diyor. dini bir topulluk değil. fakat resulullah şimdi bile olsa, ona katılırdım diyor. demek sadece ehli imanla değil, insanlık için gayret eden insanlarla, müspet noktada birlikte olmayı önemsiyor.

yk. et fakat bu şu anlama gelmemeli, gördüğümüz yanlışlara da yüzümüzü dönmek anlamını vurgulamaz.

amç. kavl-i levn.

aş. şeriatta fahşa olmadığı zaman zinaya ceza yoktur. hırsızlıkta bile, bana getirmeseydiniz keşke. bana getirdiğinizde, herkes bunu öğrenmiş oldu. hz. ömer kaç defa aynı vartaya düşüyor, kendisini sürekli tenkit ediyor. birisi evin içinde içki içiyor. hz. ömer camdan giriyor, sen ne yapıyorsun diyor. adam diyor, dur ömer, ben bir hata yaptım, sen üç hata yapıyorsun. gidip kusur araştırmayın diyor. ancak aşikar olmuştur.

şeriat cezalandırmak peşinde değil. affederseniz, sizin için daha hayırlıdır diyor. çok ayetlerde böyle.

yk. hukukta bile var. bir adam suç işliyor. sen affediyorsun. savcı kamu davası açıyor. aleni olunca.
...
amç. tenkite kapı açmayın diyor üstad.

aş. bir de zamanın yara açması cihetiyle, onlara benzememek için, haklı bile olsanız, o kapıyı açmayın. o kapıyı açtığında, o bir yerden dürtüyor. özellikle ehli iman içinde, mümkün olduğunca tenkiti yapmamak lazım.

amç. cemaat içerisinde cesaret çok da caiz değil. enaniyet asrındayız.

"3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek."

hk. vehhabiler risalesinde hak ve haksızlığın arasında ölçüyü koyuyor. %50'nin üzerindeyse, o haktır diyor. vehhabileri bile bu şekilde değerlendiriyor.

x. geçen hocaefendinin sohbetinde şöyle geçiyor....

"4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle..."

aş. demek diyanetteki izzet, ehli hakla ittifakı gerektiriyor. sünnetullahta bir insan, allahın sünnetine uymuyor, ama ben allaha güveniyorum diyor. aslında allaha güvenen insan, onun sünnetine uyar.

oğ. toplumumuzda problemli olan, tevfik-i ilahi ve diyanetteki izzet. benim rahmetim cemaat üzerinedir, bunu herkes biliyor. bunda zihinsel bir problemimiz yok. fakat diyannetteki izzetin bir medarı. burada bir sorunumuz var. izzetli olduğumuzda, kimseye ihtiyacımız olmayacak tavrına giriyoruz. fakat burada tam tersini söylüyor. ehli din, daha yükseklere ulaşmçin, ittifak etmek zorunda.

aş. evet, ilginçtir ittifak, tüm kainatla uyum sağlamak, onun tümünü arkanda görmektir. sen mahlukata intisap ettiğinde, kendi kardeşin gördüğünde, kainattaki umumi nizama tabi olduğunda, cenabı hakkın kudretine dayanmış oluyorsun.

"5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek."

aş. hakkaniyetin ortaya çıkması için, dalalet suretinde gelen cemaatin karşısına cemaat şeklinde çıkmak lazım. türkiyedeki hadiseler de bunu gösterdi.

"6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için..."

aş. üstad sürekli bir çatışma gösteriyor kainatta. küfür milletiyle, iman milletinin. veya nefisle, kalbin. burada yerini al, karşında ne kadar büyük bir düşmanlık olduğunu bil, içindeki kuvveti zayıflatma demek istiyor sanki. hakla batıl çatışıyor sürekli. senin vazifen hakkın tarafında yer almak. hakkı batılın tasallutundan kurtaracaksın. o zaman herkesle ittifak kuracaksın. hatta hristiyanlarla bile. meseleyi şahsileştirmekten çıkar, meseleyi imanla küfür arasındaki mücadele olarak gör.

amç. yaşam davasının özü de o. niye varsın? imanla küfür mücadhedesinin içinde terakki edip, cennete layık bir tarzda gitmek iiçn varsın. hakkı üstün kılmak.

aş. kendi kendime düşünürüm. herkesi çıkartın cennetten, ne yapacaksın tek başına.

şu insanın cennete gitmesini ister misin, istemez misin?

adavet besliyorsun ya. bazı duygular cehenneme aittir. adavet cennete ait olmaması gerekir. bir mümine karşı. cennette olmasın gibi bir tavır sergiliyorsun. o duygu cennete ait bir duygu değil.

"7 - Nefsini ve enaniyetini
8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini
9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder. (Haşiye)"

aş. hz ali: "şaşarım şu insana, suyun kiri temizleyeceğini bildiği halde, kalbindeki kirleri temizlemez." insanın esas orayla mücadele etmesi lazım. asıl problem içeride. insan başkasının kusurlarıyla meşgul oluyorsa, başkasının kusurlarını göremiyor demektir. kendi kusurlarıyla meşgul olsa, dışarıdakilerle meşgul olamaz zaten.

"(Haşiye): Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. "

aş. muaviye ile hz. ali'nin savaşları var. o sırada, kayser geliyor, şam'ı bize teslim et diyor. muaviye diyor ki, biz kendi aramızda kavga ederiz, bu dışarı karşı idmanımızdır. karşıda düşman varken, kendi aranda tartışmanın bir faydası yok. yanlışı vardır, ama şu an bunun zamanı değildir söylemenin. islam zayıf durumda şu an. ne zamanki, oturur, o zaman fikirlerini açık açık söylersiniz.

2 Ocak 2009 Cuma

20. Lema İhlas Risalesi 1. Nokta

BİRİNCİ NOKTA:
Mühim ve müdhiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

aş. ehli hakta rekabetin olmaması gerkiyor, çünkü rekabeti gerektirecek bir durum yok.

ab. bir makam yok. biri ulaşırken diğeri bir şeyi kaybetmiyor.

amç. bir de onların hedefi o. felsefesi o. rekabetle mükemmelleşme olur. ama bm'de toplandılar mı, katliamda rekabetsiz ittifak ediyorlar. biz bir islam örgütünü toplayalım desek, toplanamıyoruz.
bana şimdi yasin almıyon mu diyorlar. kendimi kötü hissediyorum. gidemediğim içini zaten yaralıyım. kendimi kadın gibi hissettiriyor.

hş. aslında esas erkeklik o.

ea. erkekler okumadığı için böyle oluyor. :)

hş. üstada soruyorlar. sen diyorlar, neden umumi vaizliği seçmedin? seçseydin onbinlerce kişinin ölmesine dur diyecektin. onların 30 senelik hayatına bedel, risalei nur, yüzbinlerce kişinin uhrevi hayatını kurtardı.

aş. bu da bizim züğürt tesellimiz. üstad bir vazife yaptı, biz ne yapıyoruz?

hş. bizim yapıp yapmamamız değil. işin mecrasını nereye götürüyor, üstad, önemli olan o. şeytanın en istemediği şey, zalim tarafından öldürülmektir bir müslümanın. çünkü şehit sevabıyla gideceğim. şeytan bunu istemez. şeytan zulümleri istiyor, ama benim açımdan istemiyor. olayı üstadın getirdiği nokta farkı. biz mutlaka bir şey görüyoruz, insanlar ölüyor ama ortaya başka şeyler çıkıyor.

aş. züğürüt tesellisi derken, üstadın gösterdiği gayretin bir parçasını biz yapıyor muyuz? o zaman mesele yok. zalimler dünyamızı öldürdüler. biz o zaman ahiretimize daha çok çalışacağız demiyoruz, daha çok dünyaya çalışıyoruz.

hş. ashabı kehf neden önemlidir? onlar gibi olabiliyor muyuz? üstad donanımlarını iyi bir şekilde kullanmış bir örnektir, fakat bakıyoruz ashabı kehf 300 sene uyumuş. bazen uyumak uyanık olmaktan daha etkili olur. ama aıl uyuyorsun?

ab. ben anlamadım. ondan öncesiyle bağlantısını anlamadım.

hş. uyumak dediğin belki, gözönünde bir takım şeyler yapmaktansa, sabırla beklemek zulümleri kınamak, dua etmek daha etkili olur. o zamanda yasin okursan belki önemli olan odur.

amç. tabi çok su götürebilecek bir hamur da, ben fiili cihat noktasında d a bazı şeylerin ihmal edilmemesi kanaatindeyim. işaretül icazda diyor ya .... benim kendi düşüncem. o tür şeyler bizim ruhumuzu teskin ediyor. yapamadıklarımızı munis hale getiriyor. fakat çok uzamasın konu.

"Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?
Elcevab: Bu elîm ve feci' ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.
"

ab. bunu deyince ben hamasla el fetih arasındaki şeyi düşünüyorum. cihat deyince, zulmün daha ilk muhatapları arasında bir ihtilaf var. şuna kadar varmış. el fetihten biri açıklama yapmış ki, iyi olur bunlar girsinler, gazzenin idaresini bize verirler. buradan da bağlantı kurabiliriz.

amç. birbirlerini karalamak adına liderlerinin müstehcenlik savaşı olmuştu.

" BİRİNCİSİ: Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cem'iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (Haşiye) manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.
(Haşiye): İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.
"
aş. teveccühü nas neden azabı kabir? çok ilginç. kabir azabı için iki şey söylüyorlar. bir teveccühü nas, bir de necaset meselesi. niye teveccühü nas, kabir azabı olarak ortaya çıkıyor? kabirde insan tek başına olduğu için bence. insanlar, kendisine bir özellik atfediyor. kabirde ise bütün bunları yitirdiği için, bütün bunları yitirmenin azabını çekiyor. ruhu devam ettiği için, bedene verilen ehememmiyetin anlamsızlığı orada çok bariz göründüğü için, kabir azabı şeklinde görünüyor.

amç. cürüm karşısında topuz yemek denildiği için, ... aslında sadece yokluğu bir azap.

ab. teveccühü nas, bir anlamda aslında allahın hakkı olan bir şey. bütün gözler allaha teveccüh etmeli. kendine gözlerin çevrilmesi, enenin bir tezahürü. nasıl ki, rab sonsuz güzelliğini görecek kendisine aynalar yaratıyor. insanda kendisini enede rab gibi gördüğü için, o aynaların ebedi olmasını istiyor. fakat kabire gelince, onlar ebedi değil, anlıyor. ondaki zati olmayan güzelliklermiş.

aş. bir de,
"Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.
"
demek insan nasın teveccühünü kazanmakla, en büyük azabı görüyor. şöhret sahibi olanların huzuru kaçıyor. bir kere kendi kişiliğini yaşayamıyor. mesela bir futbolcudur. nazarların kendisine çevrildiği kişileri tatmin etmek zorunda. bulunduğu pozisyonu korumak için köle gibi çalışıyorlar. bir nevi .. adamın kameti yüksekse eğilir. kameti küçükse, ayakları sürekli yukarıda durur. olmadığı yerde gözükmeye çalışmak ızdıraptır. insanların ona teveccüh etmesi, onun için büyük bir ızdıraptır. olmadığı halde gözkmek kadar. şöhretin kendi içinde bir azap vardır.

hş. bundan daha kötüsü de, televizyonda güzel bir kadın bütün nazarlar onda. kendisin çok önemli hissediyor. fakat belli bir yaştan sonra o güzellik ölünce, o kadın azabı kabirde çekmese bile, bu dünyada çok feci şekilde çekiyor. o nazarların kendinden gidişini hatta nefretle bakılışını... normal bir kadın için ihtiyarlamak hiç önemli değil. halbuki o kadın için büyük bir tokat oluyor. elimizde olup da elimizden alınan şeyleri görüyoruz. bu daha büyük bir acı.

ai. bu duyguları hisseden bir kişi, aynı şiddetle olayları fark edip bizden daha samimi bir şekilde sarılamaz mı? olabilir. sanki hep böyle bir ızdırap çekiyorlar diye konuşuyoruz.

ab. adamın ne suçu var, insanlar ona bakıyorsa. diye anladım.

ai. yok o değil.

aş. şan ve şeref arzusuyla teveccühü nas varsa diyor.

ai. bunu özellikle belirtmek lazım.

hş. şan ve şeref arzusu yoksa zaten sorun olmaz.

ai. bütün meşhurların hepsi böyle değildir.

hş. tabi canım, olanlar var.

aş. bir insan onu arzu ediyor ve o arzu ettiğine ulaşıyorsa ... bir adam resule geliyor diyor ki, benim için zenginlik duası et de zengin olayım. sen isteme, diyor. ama adam ısrarla istiyor. çok ısrar edince, tamam diyor. öyle bir zaman geliyor ki, resulullahtan sonra zekat vermek istemiyor.

ai. ben şunun için söylüyorum. bir futbol oynaayan kişi ileride meşhur olacağım diye oynayabilir de. fakat bir başka adam, çok beceriklidir, öyle bir arzusu da yoktur, ama çok meşhur da olabilir.

aş. salame misalinde olduğu gibi, biz talep ettiğimiz için yaparsak, onun tokadını bu dünyada yiyebiliriz.

hş. talep değil de kadere itiraz ederek istemek. resulullahın emrine uymuyor. onun için, zekat verecek pozisyonu bile yitiriyor.

aş. neyse dönelim bu tarafa.

"Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (Haşiye) manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. "

doktorluk diyelim. hem manevi hem maddi insanların içinde bir makamı alıyor. ben daha çok itibar kazanacağım diye daha fazla uğraşmak gerek yok. sadece maddi değil, manevi itibarı da belirlenmiş.

yani teveccühü nasın islami anlamda mahiyetini tarif etmiş: teveccühü nas istenilmez verilir. olmayacak diye bir şey yok. bir kişinin vazifesi insanlara hitap etmektir. allah ona karizma verebilir. fakat kişinin onu arzu etmesi problemlidir.

amç. bizim kullandğımız rekabet kelimesinin anlamını burada açmak lazım. onların mesleğinin rekabetle ilişkilnedirilmesi önemli. ahmetle ben rekabet içindeyizdir, tatlı bir şekilde o anlamda değil. onun yerini ben alayım. bu var onlarda. yoksa buradaki rekabetin olmaması bizim aramızda bir rekabet olmadığı anlamına gelmiyor.

aş. evet. onların yerleri belirlenmiş, itibarları ücretleri belirlenmiş. ama islami ehli hak tarafında kimin ne kaar sevap alacağı belirlenmemiş.

burada çok ilginç bir nokta var. sevap kavarmanı yatay ilişkide görüyoruz dikey ilişkide değil. ehli iman niye birbiriyle rekabete girer? daha çok sevap kazanayım diye değil mi?

ai. böyle bir şey var mı? ben daha çok sevap alayım diye hareket var mı?

aş. zımni var. benim cemaatim daha büyük olsun.

ea. bu sevap hırsı mıdır?

ai. bu kazanmak.

ea. aidatlar bizim cemaatimize gelsin.

hş. sevabı yatay ilişkişye çevirdiğimiz için, sevabın anlamına da değişiyor.

aş. onu söyleyecek. ihlas odur ki, ehli iman kimden istifade ederse etsin, istifadesine taraftar olmaktır. onu kastediyor orada zaten. espri gibi geldi ama altında yatan mana var.

ea. nüfuz artırma gayreti. bir defa küçük dünyada, nefis büyük alemde milliyetçiliktir diyor üstad. milliyetinin büyük olmasıyla, kişinin nefsi ondan haz alıyor. aynı şey, bir cemaat ilişkisi içinde de geçerli. cemaatinin büyümesiyle kişi ondan zevk alabilir. her makamınn bir imtihanı var. bunun bir imtihan veçhesi var. bunu kazanmak, bir hakka hizmet etmenin verdiği sürurla, benim cemaatim büyüyor hissinin verdiği gurur arasındadır.

ehli ahiret de, makamda sınır olmadığı gibi, nüfuz alanında da sınır yok. fakat ehli dünyada makamlar çok belli. menfaatler birleştiği zaman, hemen beraber hareket edebiliyorlar. fakat ehli dinde nüfuz alanı sınırlı edğil. herc cemaat bütün topulma nüfuz etmek istiyor. böyle bir imkan da var. bazı eşhas da herkes beni dinlesin istiyorlar. bundan kaynaklanan manevi bir rekabet var. bu rekabet nefsani bir rekabet. ihlasın sonucu değil. ihlas, vazifeyi düşünmek. benim vazfem, okumak istifade etmek. eğer kendini anlamtmak makamında görüyorsan anlatmak. anlatan adam için de imtihan var.

aş. bir yazarın, tarikat şeyhinin, programcının hepsi aynı şekilde.

ea. şeyhinki hepsiniden daha geniş. çünkü hepsinden dinleyecek bir adam var.

amç. %90 itibariyle böyle bir analoji yapılabilir, fakat müspet bir tarafı da var. sonucu aynı yere getiriyor. benim kurtulduğum yoldan gitsin o da. o da müspet tarafı. orası da iyi, ama benim sofram daha güzel.

ea. orada hissiyat önemli.

amç. müspet de gitse, reşit ağbinin dediği nokta önemli. önemli olan hahmet hangi sofraya giderse gitsin, onun karınnın doyması.

ab. şöyle düşünmüştüm, ama öyle mantıklı olmuyor: dünyevi şeylerde belli bir makam var. herkes onu istiyor. ama sadece bir kişi kazanacak onu. o sebepten ihtilaflarının daha çok olması lazım. fakat uhrevi işler nurani olduğu için, herbiri şeyh makamında olabilir. her biri allahın esmasına mazhar olup, cennette ayrı cennetler verilebilir.

amç. zaten oraya getirecek birazdan.

aş. öyle olması gerekirken, niye böyle oldu diyecek. ehli hakta bir sakatlık var demek ki. burada ehli dünya rekabet etmiyor demiyor, onların rekabetsiz gözükmelerinin sebeplerini söylüyor. vazfeler belirlenmiş, alacakları ücretler belirlenmiş. o yüzden görünmüyor. burada da diğer taraftan müslümanlra niye problem yaşıyorlar? senin dediğin noktaya göremedikleri için, yatay düşündükleri için, ercümentin anlattığı vartaya düşüyorlar. rekabet olmamsaı gerekirken rekabet olmuş. o da müslümanın kendi yanlışıdır. ehli hak böyle olmaz aslında.

"Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarîkat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur. Maddî ve manevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder."

ab. fakat bir makama çoklar namzet olmuyor ki?

aş. bir muaccel ücret meselesi var. yani peşin ücret. iki, onlar makam-ı içtimai problemleri var.

ea. insan peşin ücret ister.

aş. bu noktada ehli hak tavrı göstermiyorlar.

ea. ama uhrevi işlerde peşin ücret yok.

ab. fakat oradan aldığın lezzet var kalbinde.

ea. nefis için yok.

hş. aidat mesela. ne kadar cemaatin büyükse, o kadar çok para topluyorsun. eskiden doğuda din için uğraşan adamlara, toplum para yardımı yaparmış. bu çok ilginç.

aş. bir cemaatle üc dört yerde kurslarında çalışıyorum. talebe çekmek için, kendi kurslarına neler yapıyorlar?

zk. burası şahıslardan çok cemaatlere bakıyorlar.

aş. evet, ciddi meseller. birbirlerine karşı sert sözler, iftira atmalar vs.

aş. bir muaccel ücrete muhatap olduğumuzdan bu hataya düşüyoruz. iki, teveccühü nası nazara alıyorlar. ehli hak böyle yapmamalı.

zk. buradan şöyle bir şey çıkmıyor mu? peşin bir ücret ortaya çıkmadığı için... tarikatlar arasında hangsi daha makbuldur. bunu ölçme aracımız yok. o yüzden ben daha iyiyim kavgası çıkıyor.

mk. o ücret halkın teveccühü.

aş. problem de orada yatay eksende beklentisi var.
"Maddî ve manevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder."

bu gerçekten cemaatler arasında yaşıdğımız problemlerde bu var hep. iki kişi ya maddi sebeplerle kavga ediyor. öte taraftan etki alanım daha çok olsun diye kavga ediyorlar. birbirini dürtüyorlar ki, ön plana çıksınlar. nefis bunu kullanıyor.

hş. iki insan tecaret yapabilir, din için değil. ticarette anlaşmazlık olabilir. fakat dini hizmetlerden dolayı, anlaşamama konusu. mesela, şeyh. kaç tane şeyh var. bir elin parmakları kadar. ama milyonlarca insan var. eğer sen şeyh olayım diye hedfe alırsan, etrafındaki bir sürü insanı rakip görürsün.

aş. burada kendimize getirmemiz lazım meseleyi. bu bize anlatılıyor. sadece cemaatlere değil. bize düşen bir çözüm getiriyor üstad burada. ne yapmamız lazım? vifak gerekirken nifak niye oluyor? benim vifaka ne kadar katkım var? yoksa, sadece cemaatlerin arasındaki mesele olarak görürsek, biz bu risaleden bir ders almayız. iç dünyaların yansıması var. geniş almede daha bariz gözükür o. biz ekndi iç dünyamıza döneceğiz. nasıl bir eğilim içerisindeyiz? karı koca arasında da olabilir.

hş. fakat şöyleb urada soru soran insanın bakışı. niye böyle oluyor ben sıradan iddiasız bir müslümanım. ehli hak olanlar ihtilaf ediyorlar. ötekisi ehli dünya ittifak ediyor. benim maneviyatımı bozuyor bu. bu da var.

ab. çok ironik bir durum. bizim hocaların nazarında nekadar hoca varsa o kadar islam var. hangi islama göre, yapacaklar diyor.

hş. müslümanların aşağılık kompleksine sokmasına, veya tırsmasına veya isyan etmesine neden oluyor aslında. neden bu diye.

hk. üstad iki tane organizasyonu kıyaslıyor. bir de ikincisi, bizim hareket noktamızı ele alıyor. bunların her ikisinde de hubbu cah vasa, birinci organizasyonlarda bu hizmet durabiliyor. bizdeki makamlar belli olmadığından dolayı, bu hisler doymuyor ve münakaşalar ortaya çıkıyor. merkez de hubbu cah ve makam sevgisi olduğunda bunlar ortaya çıkıyor. biz allah için bir şey yapacaksak, birinci düsturumuzun allah için hizmet etmek olması lazım.

hş. neticeler zaten ortaya çıkmış. filistinin o sıkıntısı var. arap dünyasına bakıyorsun milyonlarca insan. 6 milyon israil. o adamlar tek harekette yakıp yıkıyorlar. biz bir şey yapamıyoruz.

hk. ehli dünyadaki rekabet duruyor bir yerde. adam müdür olmuş. daha fazla bir şey olmaz. ama bizimkisi durmuyor. sınır yok.

hş. evet. onlar ittifak ediyor, biz niye ihtilaf edemiyoruz insanların sıkıntısı bu. bu insanlar birlik olmayıoruz diyorlar. biz hakikat üzerine değil miyiz? sebebi zaten belli. biraz nefse de bakan yanı da var.

hk. ortaya bir hiyerarşi konulacaks,a ne yaparsak yapalım hubbu cah olacaktır. ehli dünyanınkinin durduran etkenler var. biz ne yapacağız, ihlasa itibar edeceğiz. veya bir yapı kuracağız. yapıyı muhafaza etmek için ihlası hakim edecesin.

ea. o bir kurgu değil, tasnif. çok uzadı gerçi fakat, hiyerarşiyi üstad kurmuyor. bu zaten var diyor. bunu tesis etmiyor. hpburadaki problem şu, herkes kendini erkan görüyor ve erkan maaşı almak istiyor. yoksa o bir hiyerarşi deemk çok doğru değil. müdür belli olmuş değil.

aş. çok güzel bir nokta oldu. biz bir yerde ders yapıyoruz. yabancılar var. bir cemaatin ıspartadaki vakıf ağbisi geliyor. dil de bilmiyor. şimdi beni dinleyin diyor. ben türkçe diyeceğim, siz çevireceksiniz diyor. çevirmiyorum kardeşim. bu dersin özelliği o. kendisi geldi, ben ağbiyim diye böyelb ir konum koyuyor. orada herkes konuşmak istiyor, ama edebine uyuyor konuşmuyor.

hk. nurcuların tamamı öyle değil mi? yaklaşım algılamaları böyle. cemaatin gerçekleriyle yüzleşmek lazım. sen bölge sorumlususun, sen semt imamısın. yurtlardan sorumlusun.

hş. bizde bir makam verildi mi bir insana, makamın gereği hizmet etmektir, insanlarsa makamın efeliğini yapıyor. sen hizmet için buradasın, beni dinleyeceksin dedin mi bu olmaz. resulullahın şeyi de: hamidin şeyhi onun hizmetkarıdır.

mk. senin yaptığı da o cinsten gibi geliyor bana. :)

kendi dünyamda yaşadığım bir nokta var. burada teveccühü nas istenilmez verilir diyor. bu ne demektir diye düşünümeye çalıışyorum. benim mantığımda şöyle bir şey var. bir insan bir fikri çok güzel ifade ederse, o daha faydalı olacakmış gibi bir mantık var bende. bir fikri ben çok daha iyi kavrarsam ve bunu da ifade edrsem, bu daha etkili olur, mantığını taşıyoruz bizler. halbuki tesir-i hakiki allah. insanların kalbini ısındıran o. halkın teveccühünü verecek de o. söylediğimiz fikirlerin neticesini görmek veya toplamak hakkımız yok. bu tamamen allahın vazifesi. çiftçilik gibi. çiftçi eker tohumu, teveccühü rahmet gelir mi, onun vazfesi değil. bazen kulakları çınlasın sungur ağbinin ne dediğini ben kavrayamazdım. duygusal bir ritüellikle birleştirirdi. ama insanların allah ona öyle bir tesir vermiş ki, insanların teveccühünü çok daha iyi istifade edebiliyorlar. tatmin oluyor insanlar. ben de aynı kanaatteyim.

insanlarda bunu çözemeyiz, ama kendimizde çözebiliriz. biz neden teveccühü nası istemeyeceğiz? bu allahın elinde. elmas ile uranyım arasındaki fark, bu allahın takdirinde. teveccühü nası istemekte en büyük problemin bu noktadan kaynaklandığını sanıyorum.

bir de şu nokta var: allahın rahmetini kazanmak illla teveccühü nasla olacak değil. hiç kimse, olmaz, ama belki evliyadan daha yüksek makamda olabilirsin. inalrın çokulğuna bağlı değil. ticarette de böyle.

"İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilâcı ihlastır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle ¬yÁV7!ö]«V«2öÅž¬!ö«›¬h²%«!ö²-¬!ö sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve manevî ücretten istiğna etmekle (Haşiye)ö­«Ÿ«A²7!öÅž¬!ö¬Äx­,Åh7!ö]«V«2ö@«8«:ö sırrına mazhar olup.. hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dâhil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.


amç. geçen bir yerde konu oldu. üstadın kendi şahsına hediye kabul etmemesi meselesi. bir arkadaş dedi ki, hediye benzeri şeyler isteniyor ama kötü bir şey için isteniyor. meselenin olumlu olması yeterli değil. iyi şeyler yapılması o toplanılan hasılatla, istenilmez belki verilir, kaidesini esnetmez, değil mi?

aş. zaten ihlasın özü olması önemli. ben o tavrımı yaparken, tohumu ekiyorum, allah verir vermez. ben desem ki, kardeşim hizmet ediyorum tabi ki vereceksin.

çendan haklıdır, ama istenilmez.

ea. ama burada nefsine istemek gibi bir durum yok mu? ama ali murat ağbinin dediğinde hizmete istemek gibi hissediyorum. farklı bir şey.

aş. ama benim hizmetime istemek anlamında o.

hk. üstad talebelerine istemiş.

amç. ben ahmeti çağırdım, bu hizmetle hiç alakası yok. bu talebelerin iaşesini gör diyebilir miyim?

aş. üstad istemiyor fakat vermek isteyen olursa, bir adama yönlendiriyor.

hş. peygamber efendimiz zamanında da ehli sufa vardı. zekattan geçiniyordu.

aş. burada hediye deyince sadece para da anlamamak lazım. birisi takdir edecek mesela. takdiri başkasına çekmek. veya cemaata veya risale-i nura çekmek.

ea. fakat bu sürekli tekrarlanınca anlamını kaybedebilir. bu benden değil, risale-i nurdan.

amç. tınısı önemli bunun.

aş. ihlaslı olanların da kaybetme riskleri vardır diyor. kalben taleb etmeden diyor. herkes kendi kalbini bilir. biz bu ücreti kimden bekliyoruz?

fırıncı ağbinin kendi ağzından aktardığı bir şey var: zübeyir ağbiyle bir gün bir problem olmuş. fırıncı ağbi demiş ki, ben bu işe müdahele edeceğim demiş. zübeyir ağbi demiş ki, bu söz siyasidir, ben bu işle ... demek lazım.

biz bu meseleleri kendimiz için okumalıyız. kardeşin ihlasını ölçmeye kalkarsan bu problemlidir. kendimiz ne kadar ihlası muhafaza edersek, bu tamamen kalp meselesi.

mk. zaten ihlas, insanın kendi kendisiyle konuşabilmesi. neyi ne yaptığını bilebilirse, insan ondan sonraki hareketlerini fark ediyor.

aş. herkes başkasının ne vazifesi konusunda konuşuyor. onu tenkit ediyor. biraz kendimize dönelim. kainatta veya kardeşinde kusur görüyorsan, senin kusurunun bir tezahürü olabilir. kusur görmek zaten problemlidir. ben kulumun zannı üzereyim diyor. zan neyin üzerine beslenir, allahın yaratığı üzerine. sürekli bir şeyler üzerine güvensizlik yaşıyorsan, allahla ilgili zannın problemlidir. herkes kendi nefsinin kusurlarıyla meşgul olsa, dışarıda kusur görüyorsa, kendi kusurlarıyla meşgul olamaz demektir. ittifakı da birleştirecek nokta bu olacak. o zaman allah orada kalplerinizi birleştirebilir. ne zaman siz kendi nefsinize döner ihlaslı olursanız, allah ihlas bereketi verir.

ai. farklı fikirler olması allahın bir sünnetidir diyordu bir zat. fakat yeter ki, gruplara ayrılma olmasın. çünkü başkalarını suçlamaya başlıyor. ortak bir nokta bulmak için, birbirinizi kusurlarına bakmak yerine, ortak olarak konuşabileceğiniz bir şey üzerine konuşun. mesela ehli din birisiyle allahı konuşun. birbirini etkileyerek iyi yöne kaydırılabilecek şeylere kapı açıyor.

hş. asgari müşterek denilen şey o. niza olacak meseleleri açacağına, müşterek meseleleri açmak. onlardan zaten hakikati bulursun. biz ise, niza olacak konulardan başlıyoruz, o sorunu çözemiyoruz.

aş. şeytan müştereklerde dahi ittifak olmasın istiyor. herkes kendi ksuruyla meşgul olsa, herkes ittifak noktalarıyla meşgul olacak. kardeşinin kusurunu göstermeye çalışıyor şeytan.

"İKİNCİ SEBEB: Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsizdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. (Haşiye-1)
(Haşiye-1): Evet, «G«%«:öÅG«%ö«:ö«`«V«0ö²w«8ö bir düstur-u hakikattır. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şamil olabilir.
Amma ehl-i hidayet ve diyanet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzât tarîk-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur."

amç. burada ihlasın geniş bir anlamda kullanıldığını görüyoruz. ihlas, herhangi bir dünyevi karşılık beklemeksizin yapmak.

hş. bu buradaki veçhesi.

amç. 21. lemada da geçen bağlamdan hareket ederek.

aş. ehli dünya allahın rızasını mı bekliyor?

"Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar."

ihlas sünetullaha bağlı hareket etmektir.

mk. insanlar sapıklık içinde de olsa, azınlık olanlar, zayıflıklarını gidermek için ittifak içinde oluyorlar.

aş.
"Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir."

Allah'tan istemese de kainattaki cari kurallara samimiyetle uyuyorlar.

zk. ben burada kalpten istemek diye anlıyorum.

hş. nefsinden vazgeçebilmek. kafir için de bu. müslimler için, bir şeyi sırf allah rızası için yapabilmek. ehli dünya için anladığım kendi nefsinden vazgeçebiliyor. kendini güçsüz hissettiği için, vazgeçebiliyor. yine nefsi menfaatine yapıyor, ama ileriyi düşünerek nefsinin bugünkü menfaatinden vazgeçiyor.

zekat mesela en önemli ibadetlerden biridir. zekatta elindeki hazır malı veriyorsun.

aş.
"Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir."

"Amma ehl-i hidayet ve diyanet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için "

burada bu izzetin yanlış bir şey olduğunu söyleyecek.

"ve herbiri bizzât tarîk-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden"

deminkinde muvaffakiyeti allahtan beklememe problemi vardı. burada tam tersi, muvaffakiyeti allah verir tavrının yanlış olduğunu vurgulayacak.

ea. hepsinin ayrı veçhesi var. burada zayıf düşüldüğünde. müslümanlar zayıf oldukları halde birbirleriyle ittifak etmiyorlar. 28 şubattan önceki müslümanların halini ve sonrasını düşünün. 28 şubattan sonra söylem değişti. önceden diğer cemaatler hakkında kötü konuşuluyordu, sonra onlar da hizmet ediyorlar denilmeye başlandı. zayıf düşüldüğünde ittifak icab eder, fakat ittifakta geri kalınıyorsa, bu onların zilletlerinden değil, tam tersine cenabı hakkı doğrudan onun kuvvetine inançlarından geliyor. ama hata ediyrolar.

aş. birincisinde mutezile problemiv ardı. kendisine tesir verme. ikincsiinde cebriye problemi var. bütün kudret allahtan, muhtaç olduğu anda ittifak etme sünnetullahına ittiba etmediklerinden orada tokat yiyorlar. evet allah verir senin karşlılğını ama lallah diyor ki sana ittifak et. o zaman tarlaya ekme bakalım tohumu, hiçbir şey çıkmaz.

hk. ahlakın kemale ermesiyle bazı duygular çıkınca, başka duygular kaybolabiliyor.

aş.
"manen o meslekten gelen izzetleri var. Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister."

ama allah diyor ki, benim yardımım kardeşinin yanındadır. onunla birlik ol. kul hakkı için bana gelmeyein. oradki sünnettullah kuldan özür dilemektir.

hk. aslında allaha müracat etmesi iyi, ama bir sonraki adım yok.

hş. ben güçlüyüm, kardeşiyle ittifakı gerekli görmüyor. izzeti var, ama yanlış düşünüyor. allah kardeşinle birlikte olacaksın diyor. ben dünyanın tüm dalaletiyle tek başıma savaşabilirim diyor. allah izzet vermiş, ama kardeşinle olacaksın da diyor. onu düşünmüyor, çünkü kardeşinde bir kusurv ar mesela, onu hatalı görüyor, bir daha onunla birlikte olmak da istemiyor. ilim insanı yalnızlaştırır. çünkü insan ilim sahibi oldukça, herşeyi biliyorum artık, başka insanların yardımına ihtiyacım yok der, kimseyi dinlemez. kendisine itirazlara kesinlikle kabul etmez. öyel şeyler var. en zor şey sıradan müslüman olmak.

zk. öyle bir hadis var. hiç kimsenin fark etmeyeceği şekilde müslümanlar muteber olur diye.

mk. enterasn bir dönüşüm gelişti. birisi diyordu ki, teveccühü nası istemeyeceksin diyordu. şimdi de diyor ki, akıllı ol, insanlarla ittifak etmeyi öğren.

aş. ne esbaba tesir ver, ne de esbabı reddet.

mk. evet. birbirimiz çok değerliyiz. arkadaşlarımız çok değerli. allahın yaratmasıyla bunları değerli görmemiz çok önemli.

"Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor,ittifaka ihtiyacını göremiyor ittifaka ihtiyacını göremiyor"

aş. Demek ki, ittifaka ihtiyacı görmemek doğru bir tavır değil.

"Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur."

demek ki problem izzeti imaniyeden geliyor ama sözde. onunla senin nasıl davrandığın öneli. izzeti islamiyeyi biz nefsimizi beslemek için kulalnıyorsak ...

ea. bu ittifak nasıl olacak?

aş. 9 emir var burada. onu okuyalım.

"İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin yegâne çaresi, "dokuz emirdir."
1 - Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın."

aş. yani öteki üreterek kendi mesleğini övmesin.

amç. ama bu çok zor bir iş.

aş. müspet hareket kavramını konuşalım.

amç. benim aklımdaki en önemli meselelerden biriydi. ihlaslı olmak hüsnü zan taşımak demektir ama bu sui zanları görmezden gelmek mi demektir?

" 2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...
3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek."

aş. ima etmek de doğru değil. sen demiyorsun ki, kötüdür. ama "hak yalnız benim mesleğimdir" deyince bunu ima ediyorsn.

amç. ayrıca nüfuz meselesi de oratay ıçkıyor.

aö. fakat daha güzeldir demekle yine tartışmalara açmıyor mu?

aş. başka türlü sen niye orada olmazsın ki. bana göre daha güzel.

aö. ben onun fikrine müdahele etmemesinie iliştirmekten sordum.

amç. seninkisi amiyane kullanımda, biz karşı tarafa çirkin demek anlamında dediğimizden öyle anlaşılıyor.

mn. mutlak anlamda daha güzeldir de diyebiliriz, illa kişisel olması şart değil.

" 4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle..."

aş. demek allahın tevfiki onunla geliyor.

amç. allah senin yanında nasıl olur? bu insanı çok motive eder.

aş. allahın sana başarı vermesi, senin kardeşinle olan ittifakındadır.

ea. diğer mevzu da önemli. senin izzetin de orada. düşünseninze cemaatler birbirini karalıyor. bu diyanetin izzetini ciddi şekilde karalıyor.

" 5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...
7 - Nefsini ve enaniyetini
8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini
9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.
(Haşiye): Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. "