13 Haziran 2009 Cumartesi

13. Lema Beşinci İşaret

"BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlub olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor? (ayet) sırrıyla şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur'an-ı Hakîm'de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor. (ayet) kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve (ayet) emriyle "Eûzü billahi mineşşeytanirracîm" kelimesini siper yapıyor."
amç. bir tanesinde büyük günahları işlemenin imandan çıkarmadığını söylüyor.
mk. en zor yerden başladın.
amç. bir yerde diyordu, büyük günahları sıkıntısızca işleyen adamda o imanın olmadığına işaret eder. burada ise sanki zahiren onu yanlışlamış oldu. bir nüans var, onu dökelim diye böyle söylüyorum. o ikisi arasındaki fark ne olabilir?
bir de kuvve-i şeheviye ve gadabiye, şeytanın desiselerini taşıyabilen iki duygu olduğunu söylüyor. onları şurada netleştirelim. o duygular nedir? ne işe yarar?
mk. daha sonra okuyalım orayı.
şimdi hiçbirimiz iddialı değiliz, ama neler hissettiğini, neler çağrıştırdığını, konuya katılmak açısından, herkes katılırsa, bereketin daha iyi olacağını düşünüyoruz. herkesin güzel ihssettiği noktalar vardır.
ik. cenabı hak bütün kitaplarda cennet ve cehennemi bize gösteriyor. bütün bunlar varken, ve cehennemle alakalı pek çok ikazlar varken, nasıl oluyor da, iman sahipleri, şeytanın çirkin hilelerine kanıyor ve mağlup oluyor. bu çok garip görünen bir konu. üstadı çok düşündürmüş bu konu. acaba iman varken, cenabı hakkın o kadar şiddetli tehditlerine önem vermemek nasıl oluyor, diye soruyor. iman hala gitmiyor mu? kalıyor mu? bilemiyorum onu.
mk. sen hiç şeytana uyduğun yok mu? sen hissetmiyor musun?
ik. evet, hissediyorum bazen alçaldığımı hissediyorum. nereye gidiyorum diye soruyorum. kebairden uzak kalmaya çalışıyoruz. resul efendimizin günde 70 defa tövbe ettiğini biliyoruz,biz de ona uymaya çalışıyoruz. tabi daha önce hacca da gittik. o bizim için bir milat gibi oldu. hacca gittik gördük ki, şeytan taşlamaya gittik. şeytanı kuvvetli bir şekilde taştık. sonra geri geldim. anladım, fark ettim ki, şeytan hala dimdik ayakta. geçen hafta mevzusu çıktı.
mk. zaten şeytan bu demek değil mi, hep diridir ve bulaşacaktır. biz de taşlama fırsatını bulacağız bu sayede. çok güzel duyguları dile getirdiniz. bazen şöyle oluyor. birisinin oğlu mahkemeye çıkmış. kimse şahitlik yapamıyormuş. adamın babası şıhmış. demişler ki, bu hep doğruyu söyler. sülale demiş ki, söylemeyeceksin. adam demiş ben yalan söyleyemem. sülale bunu afaroz etmiş.
şeytanı değişik taraflardan hep tecrübe ediyoruz.
aş. beraber bulunduğumuz takdir ettiğimiz, imanı da var, bir adam, sonra bir tavır görüyoruz, bu adam bunu nasıl yapabilir. burada bu tarzda, kardeşlerimize suizana sebep olabilecek noktalarda insaflı davranmamızı söyleyen noktalar var. bu nasıl yapılır tarzında şeyler konuştuk ya, gerçekten bunun çözümü nedir? belki senelerce birlikte olmuşsunuz. sonra bir tavır takınıyor. bundan hiç böyle bir şey beklemezdim deyip, düşman görecek şekilde bakmaya başlıyorsun. böyle bir durumda nasıl insaflı davranabiliriz? onun insafa layık olduğunu, görmemiz gerektiğini düşünüyorum.
bir hadis var. ebu vakkasın kardeşi galiba. içki içiyor günah işliyor. resule geliyorlar, döveyim mi, bunu diyorlar. resulun söylediği çok güzel bir şey var. senin kardeşini, birkaç adam yakalasa dövseler, sen döveven adamlara mı yardım edersin, kardeşine mi yardım edersin? tabi ki kardeşime yardım ederim diyor. ona heva ve nefsi hücum etmiş. bir de sen mi tokat atacaksın, diyor.
oğ. devamında bir şey söylüyor mu?
aş. yardım et diyor.
bir gün cihada gidecekler. ağbisi, bunu direğe bağlıyor. hanımına da diyor ki, bunu açmayacaksın ben dönene kadar. kardeşi diyor ki, vallahi ben cihada gideceğim. geri gelince, beni bağlarsın yine. ebu vakkas, savaşta şaşırıyor. en önde kardeşi var. sonra dönünce, ağbisi, sen artık serbestsin diyor. kardeşi diyor, madem ben serbestim, artık bırakıyorum. öbür türlü, sopayla bıraktı denilmemek için, bırakmamıştım. demek insanı bir bütün içinde değerlendirmek gerekiyor. bu şekilde bakarsak, şöyle düşünelim. bu kardeşimle ben cennette beraber olacak mıyım? anlaşacağız bir şekilde. hırsımız olmayacak, kibirimiz olmayacak. şimdiden ne yapalım? anlaşalım.
mk. işte anlaşabilmemiz için, iki nokta var. bu kişilik açısından bu konu, çok önemli. çünkü insanın kişilikleri, gelgitler yaşıyor. bu gelgitler insanı devamlı tereddüte sokuyor. işte arkadaşlar, risale-i nur aynı zamanda hadis külliyatı sunuyor. hadisin temel fikriyatını özlerini bize sunuyor. dolayısıyla kuranla beraber hadisin teorik olarak bize sunuluş şekli.
yusuf ağbinin bana hatırlattığı konu ise şu: insanın hayatında iki yön var: bir iyilikler, bir kötülükler yapıyor.
insan bunların arasında gidip geliyor. insanın sadece yaşadığı psikoloji, kendisini sadece hayır yapan bir psikolojiye girdiği zaman da dengesi bozuluyor. diğer taraftan da, kendisini şerli tarafta hissettiği zaman da, vur patlasın çal oynasın, psikolojisi yaşıyor.
insan psikolojisi bunları dengeleyemediği zaman, mutsuzluk başlıyor. bu iki kutbu hayatımızda her zaman yaşadığımız çok önemli bir nokta. ama bu noktayı, tekrar okuyunca tartışalım.
rz. halid bin velid, islamın en büyük komutanlarından biri. uhud savaşında, bizzat müslümanları vartaya düşüren adam. sonradan onun onun onuru kırılmasın diye, ona o zafer verildi diyor üstad. öyleyse, ferdiyetçiliği ön planda tutmak lazım.
mk. ama o farklı bir yer gibi.
rz. herkesin bir yapısı var, artısı ve eksisi var. öyle ki imtihan olsun. nasıl şeytan o adama işleyecek? ferdiyet olarak, insanların bazı zaafları mutlaka var , şeytanın o adamı o yönlerden işlemesi gerekiyor ki, o adam da uyumasın, sürekli olarak allaha sığınsın ve terakki edebilsin.
ve inanıyorum ki, tavır olarak bana şöyle geliyor, insanların ferdiyetçiliğini koruyarak tövbe etmesi, kendisini aşağılayarak tövbe etmesinden daha önemli bir şey gibi geliyor.
mk. konunun en önemli noktalarından biri, ikinci dediğiniz nokta.
"BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlub olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. "
aş. burada hizbüş şeytan diyor. üstad yeri geldikçe, dinsizlere karşı, ahmak gibi ağır tabirler kullanıyor. fakat burada müminlerin şeytana mağlubiyet sebebini konuşuyor. veya insi şeytanlara mağlup düşmeleri. bu demek değildir: bir taraftan adam kebairi, çok rahatlıkla, rahatsız olmadan işliyor. bu ayrı bir konu. burada ayrı bir konu var. imanın bir sürü nimeti var, şeytanın kuvveti yok dediği halde, mümin insanlar nasıl oluyor da, bu şeytana aldanıyorlar?
yy. bu kadar ikaz uyarı olduğu halde, insan nasıl bundan etkilenebiliyor?
amç. şeytan zayıf görünse de, kuvve/i şeheviye ve gadabiye, çok güçlü duygular. fıtrattaki üç duygudan ikisi bu. en önemli amiller bunlar. birisi istek, menfaatleri çekmek. diğeri de kendini koruma duygusuyla birlikte, öfke ve gazap duyguları. şeytanın vesveseleriyle birlikte bunlar da olunca, mazur görmeye gerekçeo oluyor.
yy. evet, bu iki duygunun imtihanı da insanın tekemmülünü sağlıyor.
amç. üçüncü duygu da, kuvve-i akliye. bu tüm duygulardaki ifrat ve tefriti ayırıp, vasata yönlendiren duygu.
freud psikolojisinde de benzer bir şey var. fakat tabi onlardaki mana daha farklı.
mk. burada ilginç bir şey söylüyor. acaba iman varken, cenabı hakkın şiddetli ikazatına önem vermemek nasıl oluyor.
"Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor? (ayet) sırrıyla şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. "
mk. hepimizin hayatında bu tip şeyler vardır. benim çok sevdiğim bir asker arkadaşım vardı. çok yıllar geçirdik. bazen öyle duygular yaşıyorum ki, nasıl olabilir diyorum. bazen de diyorum ki, ya benim de bir sürü kusurlarım var, olabilir. çoğu insan da, beni tahrik ediyor, onlar da iyi bir şeyler görüyor ve söylüyorlar. ama iyi bir şey görmek yetmiyor. aile içinde de bu oluyor. iki insan, birbirlerine dayanamıyorlar. halbuki ikisi de bal gibi insanlar. ama bir nokta çıkıyor, nasıl olabilir, o kadar söylediğim halde, buun yapmıyor. öbürü de onu diyor. halbuki hepimizin bir kör noktası var. başkalarının bize nasıl insaf etmesini bekliyorsak, biz de öyle yapmalıyız.
en önemli nokta, insan kendisini nasıl sevecek. yaratıcının cennet gibi bir dünyasında yaşayacaksın, ama onun memlektinde, onun yarattığı kişi olarak, ona isyan edeceksin.
yy. evdeki çocuk nasıl sana ediyor.
amç. şu aklıma geldi. cenabı hakkın affedebildiği bir şeyi, bizim yargılama, cezasını kesme yetkisine sahipmişiz gibi, birisini tezyif etme hakkına sahip değiliz. bize düşen, en kötü ihtimal, dua etmek olmalı. müsamaha gösteremiyorsak bile. onun o hatasından kurtulmasına dua etmek. ama bizim kendimizi korumak açısından bakınca, bunun sınırı nasıl çizilecek.
eğer ihtilat edersen, adam sana zarar verecek. bunun çizgisini nasıl çizelim?
mk. başkasına değil de, kendimize çizersek, çok kolay olur. başkalarına çizgi çizen insanlar, kendi dünyalarında o dengeyi kuramadıkları için, devamlı ürkek, gergin kızgın ve korkak olurlar. insanlar kızgın olmak için korkak olmazlar. kendilerinde net olamadıkları, hakim olamadıkları için, korkak olurlar.
mk. bir düzeltme yapabilir miyim? sürekli, aynı tavır varsa, yoksa kızdığı için değil.
amç. ben de onu demek istedim.
mk. insanlar önce kendilerine saygı duyarlar. bundan daha önemli bir şey olamaz. bunu duyarsa, başka insanlara kendi aynasındaki gibi bakabilir. dolayısıyla, başka birisinde, bir şyey gördüğü zaman yapılabilecek 3 tavır vardır: ya kızacaksın, ya hakir göreceksin ya da bir zamanlar biz de yapmıştık, inşallah bu da iyileşmeye vesile olur. tavır olacak, ama bu bizde şekillenen aynaya göre oluşur.
ya biz o kadar mübarek insanız ki, bize şeytan giremez, dediğimiz zaman, yşeytan girmiş demektir. en büyük insan, normal insan olmak demektir. bazen şeytan gelir, bazen rahman gelir. ama şeytan geldiğinde, çoğu zaman iyi insan, rahmanı hatırlar, ona kendini atar. şeytanlar da bir görev görür. bizi böylece rahmanın kucağına kaçmamıza ve onunla daha sıcak ve sevecen bir hal yaşamamıza.
çocukların en mutlu anları nedir? korkmuştur, sonra koşa koşa, anasının kucağına girer. belki şeytanın bize desiseleri, rahmanın kucağına tüm hırslarımızı kaygılarımızı bırakarak, bütün coşkunluuğuyla onun kucağına bırakmamıza sebep olursa, bu sefer ben devamlı hata mı yapacağım korkusunda kurtuluruz.
veyahut da zaman zaman gafletle, bazen elimizi kaptırdığımız şeyler olabilir. ama bakarız ki, bunlar hoş değildir. tekarr deriz ki, bizim kapımız burası değil. aslında gerçek kapı rahmanın kapısıdır diye hissettiğimiz an ile, o günahlar bize rahmet kapısın açtığı için, o günahlar biez yeniden hayat verir. ama biz ben nasıl bunu yaptım diye söylenirsek, o problem olur.
ki burada sait nursi, çok ibar söylemiş. aslında insan dünyasında bunu yaşadığı gibi, mezhep dünyalarında da bu çok tartışılmış. büyük günah yapan insanlar nasıl imanını koruyabilir.
yy. iki duygu aynı anda nasıl oluyor?
amç. bunları yaparsan cehenneme gidersin dediği halde yaratıcın, sen bunu gözünün içine baka baka, nasıl yapıyorsun?
benim sorum tabi şöyleydi: bu kendimizle mütalaada, çok istifade ettik, barışçıl bir yol çizdiniz. biz günahlara girdiysek, allaha koşmamıza vesiledir. ama dostumuz, arkadaşımız, eşimiz böyle şeyler yaptığında ve bu bize artık zarar veriyorsa,, bakış nasıl olacak?
aş. aslında oluyorsa meselesi var ya, burada bizim sınırlarımıza bakmamız lazım. sınırları tabi belirleyen allahtır, ama şunu demek istiyorum. beni imtihana sokan kim? allah. rabbim bana, nasıl akşam namazı vakti gelince namaz kılınır, acıktığın zaman yemek yenilir. bunların hepsi ibadettir. menfi ve müspet ubudiyet var. acıktığın zaman yemek yemek, müspet ibadettir. öte yandan, başına musibet geliyor. burada ne yapacağım? insan nefsine aldanabiliyormuş. ben tahammül edemiyorum, diye sürekli iltica haline geçmesi gerekiyor. asıl olan da budur. bizim imtihanımız da orada. olayda, üçüncü şahıs aslında problemlidir. o sadece senin ubudiyetini belirler. kararını verirsin, olmaz veya olur dersin, ama şu ubudiyeti kopartmamak lazım.
her şey rahman ve rahimin izni ve iradesiyle geliyor. orada allaha iltica etmek. hem müspette hem menfide. menfide allahın hıfzına yöneleceğiz. bunu yusuf ağbiyle çok konuştuk. kendimiz olayı tespit edip, başkalarının kusurunu aramayın deniyor. sen gittin casusluk yaptın, problemi tespit ettin. o zaman problemi çöz diyor. ama sen acizsin, çözemezsin. onun kalbine giremezsin. eğer sorun varsa, bunun çözümü için dahi bana geleceksin diyor. sana ne yapman gerektiğini vicdanında bildirir.
mk. aslında üçüncü şahısları da görsek, şeytanın görünümlerini görüyoruz. aynı şekilde, kendimize bulaştırmamak için uğraşmalıyız, hatta şükretmemiz lazım, biz böyle bir şey yaşşamadığımız için. arkadaşımız için de dua etmeliyiz.
amç. somutlaştıralım. zina kebairdir. zinayı allah muhafaza eşinizde gördünüz. burada böyle bakabilir misiniz? allah ona böyle bir şeyi yaşatmış mı diyeceksin.
aş. orada öyle bir şey demiyor ki.
yy. biz böyle hirstiyanlar gibi, bir şamar yedik, çevir yanağını değiliz ki.
aş. yanlış anladın. seferden döndüğünüzde, geceleri eve gitmeyin, gündüz gidin diyor. niye? hanımınızı uygunsuz manada bulmayın.
mk. o manada değil tabi ki. çok zorlama söyledin.
sabahleyin bizim orada sekreter bir kız var, hakikaten endamı da güzel. sabahleyin gittim, çiçek var, burayı sana emanet ediyorum. uykulu uykulu yapıyordu, ben o halini görmek istemedim. nezaket kurallarında değil.
aş. orada anlatmak istediğim bir incelik var. sünnetullaha riayet edin. ama bir şey gördünüz, boşarsınız, bitti. orada senin görevin belli.
yy. hanımı bile olsa, günah işlemiştir, görevini yaparsın. boşanırsın.
mk. vuramazsın ona, o zaman katil olursun.
aş. allah senden daha kıskançtır, kulunun günah işlemesini istemez. sen onu öldürmekle mükellef değilsin.
bir sahabe zina yapıyor. bu adam diyor, ben zina yaptım, beni temizle resulullah. recmet yani diyor. bir iki, üç geliyor. her seferinde resulullah kovuyor. ama bir mecliste, açıkça söyleyince, o zaman mecbur kalıyor. tamam recmedin diyor. insanlar diyor ki, vay kötü adam, nasıl böyle yapar. resulullah, diyor ki, onun imanı buradaki 40 kişinin imanına bedeldir. öyle bir istiğfar etti ki... insanı yaptığıyla, tek başına değerlendiremezsin. kuvvei şeheviye ve gadabiyenin bir oyununa gelir, bir yanlış yapar. bu yanlışından dolayı, kamil taraflarını da batırmayın. bu bir bakış açısıdır. öyle güzellikler yaartır allah ama içinde bazı insanı rahatsız edici şeyler vardır. insan gider o pisliklere takılır. ay ne kadar pis der. böyle bir yaratıcı bu pisliği yaratmışsa, bir hikmeti vardı diye düşünmelisin. niye bu kardeşimin bu hatası var deyip, bütün güzel yönlerini batıırıyorum.
o günahı hoşgörmek manasında değil bu.
yy. tavırsızlık değil bu. bir tavır göstereceğiz.
oğ. her günahta küfre giden bir yol vardır denilir. nasıl yaşarsınız, ona inanmaya başlarsınız. günahlar içinde bir yaşantı, imanın zayıflığına bir işaret. hatta iman değişkendir. zaman zaman tahkiki derecesine çıkması, zaman zaman zayıflaması.
aş. iki mesele var orada.
kalbi alıcı gibi tarif ediyor. ampulu iman gibi düşün. nefis onun üzerine tütsü kurmuş, karartıyor. ve o ışık, az gözüküyor. ama bazen onu siliyor, ışık çok gözüküyor. imanın derecesi, nefse karşı mücadeledeki duruma işarettir.
oğ. ama zayıflıyor.
aş. zayıflaması neden kaynaklanıyor? bir konuyu bir kere anlamışsan, bir daha unutsan da, onu hatırlaman çok kolaydır.
oğ. o özelliğin kaybolmamasına ait bir özellik. imanın gitmemesi yani. ama imanın zayıflaması var.
aş. ama illa yüzde yüz bir ilişki kuramazsın. deminki sahabe örneği gibi, birebir ilişki yoktur. o onu etkilemez manasındadır. günahın, imanı belirlemeyeceği manasında söylüyor. ama zayıflayabilir, artabilir. o ayrı bir mesele. ille de böyle olmak zorunda değil.
hş. çabuk tövbe ile temizlenmezse, günahta küfre yol vardır. çok takva insanlar, günahı kabullenemiyor. çok günah yapanlar da, tövbeyi bırakıyor. burada gafur isminin tecellisi ortaya çıkmıyor. birisi istiğfar edecek ki, gafur ismi ortaya çıkacak. bizim imanımızın derecesi, tövbe ettiğimiz miktarda ortaya çıkar. yoksa günah işlememiz söz konusu değil. hata günahsız bir topluluk olursanız, sizi götürürüz, günah işleyen bir topluluk getiririz diyor. ama biz hemen günahltardan sonra pişman olup tövbe edersek, bu makbul bir davranış olur.
aş. mutezile, neden hataya düşmüştür. mutezile, eşyanın zatında güzel veya çirkin olduğunu söylediği için, hataya düşmüştür. iman amelden bir cüzmüdür? eğer imanın direk amelin bir yansıması olduğunu söylersen, mutezile tavrı olur. eşya zatında güzeldir veya çirkindir fikrinin esprisi var ya, bunu aldın bunda tesir vardır demek. bu bdoğru değil. tesir allahtandır. günahın, senin kaderinde takdir edilmiş bir hadisedir aynı zamanda. orada senin göstereceğin tavır önemli. eğer pişman olursan, tövben, günahı silip süpürüyor. dolasıylısyal, o amel, senin imanını belirlemiyor. yoksa imanını zayıflatacak olsa, o zaman istiğfar olamaz. istiğfar varsa, ozaman yüzde yüz bir ilişki olamaz. problem dışarıda değil, içeridedir.
mk. konunun cevabı gelecek. bazı şeyler ufak şeyler de. bizim derviş ali olsaydı, burada bir kelime takardı. tahmin ederim, o iki kelimeyi bulursak, konu çözülecek.
"Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler."
mk. şu cümleyi izah edin, bana yeter: "şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. " emri ademi.
"insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler", burada dinlemek ne demek?
" İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. "
mk. bazen o gafur kucağına gitmek için, neredeyse buradaki gibi...
yy. neredeyse yap der gibi.
mk. "dinler" ne demek? alıcı sürekli açık demek. emri ademi ne oluyor?
hş. şeytanın fiilen yaptığı bir şey yok. insana sadece vesvese veriyor. olmayan bir işle, insanı kandırıyor. mesela, bir fırsat var , çalmaya, aman diyor, bir daha bunu göremezsin. çal götür. insanı öyle kandırıyor. aslında ortada bir şey yok. ikinci nokta da, tövbe etme noktasında. insana diyor ki, ya yaptın bir kere, bırak tövbe edip ne yapacaksın. onu telkin ediyor.
rz. neye şükrediyor? o arkadaşının vartaya düşmemesine şükrediyor. biz de aynı hisleri yaşayabilmemiz lazım.
mk. adem ve havva kıssası. allah onları cennetine koymuş. her türlü nimet var. koyun keçi, çiçekler. bir de davul zurna koymuş. sonra şeyütan gelmiş ne demiş? allah demiş ki, bu kadar nimet, hava var, fakat şu meyveden yemeyeceksiniz. şeytan ne demiş?
rz. adem ve havva, cennetten çıkacaklarını biliyorlarmış. şeytan bunu yerseniz, cennete kalırsınız demiş.
mk. ben o kadarını bilmiyorum. şeytan ne yapıyorsunuz demiş. ne yapalım, hayatımıza şükrediyoruz. eee, neler yapıyorsunuz? koyun, keçi her gün bir yere gidiyoruz, sudan içiyoruz. boğazı seyrediyoruz. yarın ne ya pıyorsunuz? yine aynı şeyi yapıyoruz. ya böyle hayat çekilmez ki. ya ne yapacağız? ben öyle bir şey biliyorum, onu yerseniz hayatın tadı o zaman gerçekleşiyor. şurada bir ağaç var, o meyveyi yerseniz. ya nereden biilyorsun? ben biliyorum. olur mu demiş, her şey burada ne güzel ya. abicim, onda bir enerji var. eee, ne enerjisi. siz demiş, sabahleyin gidiyorsunuz topluyorsunuz, geliyorsunuz, ya çekilir mi bu hayat. o ağaçtan bir defa meyveyi yeyin, hiç yorulmazsınız, hep aynı enerjiyle devam edersiniz. ilk akşam uyuyamamışlar. acaba o meyveyi nerede buluruz. ertesi akşam, yine başlamış vesvese, haydi gittik bulduk, bu sefer meyveyi nasıl indireceğiz. abi dünyada meyve kalmamış, sırf onunla ilgilenmeye başlamışlar. acaba demiş, bunu kimseye söylemeyelim, biz kendi başımıza yiyelim. ertesi gün, acaba, biz o ağacın yerini şeytana mı sorsak, yoksa gizli mi gitsek. artık dünya kalmamış, sadece o meyveyi düşünüyorlar.
her gün cennetin tadını yaşıyorlar. ama insanı meraklandırıyor. her şey onun içinde. insan onu düşününce, diğer tüm nimetleri unutuyor. gerçeğe daynmayan bir duygudan yararlanarak, şeytan insana hata yaptırıyor. yoksa, allah var, nimetler var, hiçbirini inkar ettirmiyor. ama öyle bir şey yapıyor ki, tüm bunları unutuyor, tek bir meyvenin peşine takılıyor. dolayısıyla, böyle bir iksir var. onun için, bismillahirrahmanirrahim deyip, hayata besmele ile bakmaya ve o nur ile, bir anne kucağı, bir sevgili kucağını, bir rahmanı rahim kucağını arzulamayı, o kucağın bereketini, sıcaklığını, onun ikramını şeyfkatini, affetmesini, onun böylece ürkütüp korkutup kucağına getirttiğini.
gerçekten çok güzel duygular var. bunları kendi dünyamıza messetmemiz gerektiğini.
aö. burada anlatımdan, insanın nefsinin mahiyeti, amelin imandan bir cüz olmaması. kebairi işlemenin imansızlık olmadığını gösteriyor. ama bazı hadisler var ki, ahir zamanda, öyle durumlar var ki, imanın çıkması, ahir zamanda imanın elinde ateş tutmak olması. bunları nasıl yorumlamak gerekir?
aş. daha çok allaha sığınmak gerekir.
aö. zahiren birbiriyle uyuşmamak gibi.
mk. uyuşuyor. insan yaz gelir, sıcaktan bunalır. kış gelir, insanda zindelik gelir, yaz gibi yaşamaya başlar. allah da ahir zamanda, insana kendine has, bereket veriyor.
aş. bizim her zaman allaha sığınmamız gerektiğini vurguluyor o hadisler. günaha açık bir mekanizma var. ışığı kapatmaya çalışıyor. her zaman allaha sığınmak ve ondan medet ummak gerektiğini söylüyor. iman çıkar derken, günah anında, iman boynundan çıkar, sonra müminse yine geri döner. o bir teşbihtir, o anda iman çıkmış gibi gözükür. ama istiğfar yine onu gösterir.
ahirette de, münafık ve müminin imanı arasında çok ilginç bir benzetme var. münafığın imanında, parlayan bir şey gibi. onu çektiğiniz anda, kapkaranlık kalır. kalbi kirli, dışarıdan gelen bir ışık, onda gözüküyor.
mümininki, öyle değil. kendi içinden. kendisi aydınlatıryor.
rz. küfürde, inkar etmek var.
aş. tabi şunu iyi düşünmek lazım. şeytan küçük bir noktaya takıp, hayatımızın onun üzerinde döndürüp, sanki alem ondan ibaretmiş gibi gösterip, bizi helaka sürükülyor. niye bu var? diye ona takıyorsun.
mk. bazen öyle oluyor, kırmızı gömlek görüyorsun. onu almadığın zaman, kendini keriz zannediyorsun. halbuki, giyince, 5 dakika sonra bir şey kalmıyor.
veya bir müddet sonra, yeşil oluyor moda. bir zamanlar, yörük işi derlerdi.
aş. zengin bir adamın karısı, bir kolyeyi tutturmuş. illa bana o kolyeyi alacaksın. onunla kafasını yemiş yemiş. bir bakıyor ki, rakibinde daha güzel bir kolye var. çok seviniyor, o kolyeyi aldığında. o olmasa, benim hayatım söner diyor. bakıyor ki, rakibinde daha güzeli var. bir anda o kolye, hiçliğe gidiyor.
mk. bazen bir kalem oluyor. illa kadınların eşyaları değil.
cc. günahların işlenmesinde bazen fiziksel özellikler rol oynuyor. adam kleptoman. veya alkol bağımlısı. veya benzeri hastalıklar. bu hastalıkların hikmetini neye bağlıyorsunuz?
yy. tedavi olması lazım. çocuk büyüyene kadar, uyuyan uyanana kadar, deli akıllanana kadar, sorumlu değildir.
cc. yani onlara günahları sorulmayacak mı?
aş. yok ihtiyarıyla girmiş.
içki meselesinde içkiden dolayı sorumludur. ama ondan sonrası ne olması gerekiyor? hastalık haline gelmişse, onun tedavi edilmesi gerekiyor.
yy. içki zaten sonuçtur. içki içenin alkolik olmaz. bazıları alkolik olur. başka sorunları vardır. ona sığınıyordur.
hş. ama tövbe ediyor, ben bunu bir daha yapmayacağım diyor. bu çok önemli. tövbe bozmak iyi bir şey değil. ama yine de bir pişmanlık var işin içinde. sahabe örneği. direğe bağlıyorlar, ama yine de gidip içiyor. bu bir zaaftır, ama kötü olduğunu bilerek yapıyor. kendi hayatında negatif bir yansıması olmuştur, ama çok aşırı imansızlık neticesi bir şey değil.
yy. kadıköyde akşamları sarhoşlardan insanlar rahatsız.
hş. belki bu dünyada karşılığını görüyordur, ama uhrevi olarak pişmansa, allahtan özür diliyorsa, çok da imanına zararı olmaz.
aş. onun tedavi görmesi gerekir. adamı alırsın, belki bağlarsın. bir yolu vardır. deliye hürriyet verilmez. iradesi giden bir insana, da hürriyet verilmez.
öyle insanlar var ki, kebaire giriyor, hiç rahatsız da olmuyor. orada rahatsız olması da güzel bir şeydir.
mk. bu konu ağır bir konu. başka bir zamana almalı.

5 Haziran 2009 Cuma

13. Lema Dorduncu Isaret

"DÖRDÜNCÜ İŞARET: Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşf ittifak etmişler. Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zahirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir. Hem bilmüşahede sabittir ki: Bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücud, her halde mevcud bir illet ister. Muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir. Ademî birşey, madum birşeye illet olur.
İşte bu iki kaideye binaendir ki: Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva'-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.
İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta "Yezdan" namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri "Ehriman" namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz'-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.
İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."

aş. bu konu özellikle altıncı maddede daha derinlemesine incelenecek. buradan anladıklarımızı tartışalım. bu çok temel bir argüman, sadece risalede değil, eski itikad kitaplarında da açık söyleniyor. adem şerri mutlaktır. adem de olmadığı için, şerr hakikatte yoktur. vücud da mutlak hayırdır. dolayısıyla mevcud olan her şey hayırdır.

birinci sözde söylüyorda. bismillah her hayrın başıdır. ve bütün mevcudat bismillah diyerek başlar. öyleyse, tüm mevcudat hayırdır. öyleyse, vücudla hayır özdeş şeylerdir. hakikatte şerr yoktur, vehmi bir şeydir.

aö. besmele çekmemenin gerektiği yerler de var ama. mesela tuvalette.
hş. besmeleyi mevcudat lisanı haliyle söylüyor zaten.
aş. besmeleyi söylememenini sebebi, ademi bir tavır olmasından dolayı.
amç. bismillah demesen de allah adına bir şey söylüyorsun.
peki içki içerken ne diyeceğiz?
aş. içki içme allaha isyan tavrı olduğu için, o ayrı olur.
amç. ahmetten şöyle bir feyiz aldm.
aş. bu argümanı sürekli zihnimizde tutmalıyız, yoksa problemler zuhur eder.
amç. ahmetten şöyle bir açlım geldi zihnime. vücut gibi görünse de, tahribat nevinden olanlara vehmi bir nazarla bakmak lazm. yani içki içmek, vücut gibi görünebilir, bir fiil var içinde. fakat kendisi şerr olarak adlandırıldığı içi, ademi bir sınıfa girer.
aş. neden ademi sınıfa girer, onu konuşmamız lazım. bardağın içindeki şeyin mahiyetini değiştiren nedir? onun haram kılınmasıdır. maddenin kendi başına bir tavrı yok. orada senin yasağa karşı olan tavrındır ademi olan. allaha isyan ederek, allahın ismini anamazsın. orada fiilin kendisi problem değil, niyetin probemli.
oğ. isyan tahribat nevinden, çünkü ubudiyetini tahrib ediyorsun. senin değdiğin değil, benim dediğim geçerli.
hş. çünkü ahirete yönelik hiçbir yönü yok. bitiyor orada o fiil.
aş. bu denklemi sürekli zihnimizde tutmamız lazım. şerr ademi olmlaktan kaynaklanır. hayır da mevcudiyetten kaynaklanır. bir şey mevcudsa mutlaka hayırdır.
amç. yokluk faraziyesi, zihni yorabilir, fakat hüsnü ağbinin formülü daha güzel oturuyor. ebediyete intikal etmeyecek şeylere, ademi diyelim. münhasıran ademi zihinde zorlamaya çalışırsak, daha zor.
aş. insanlar tek elli olsaydılar, tek elli olmak şimdiki gibi şerr olmayacaktı, çünkü alternatifi yoktu zaten. tek elli olmak, iki elli olmaya göre şerdir. vücudi olan bir şeye dayanmıyor şerliği, iki elli olmanın yokluğundan kaynaklanıyor. vehmi bir şey yani. hiç insan olmasaydı, taş olsaydı, taş olmak, eksiklik olarak anlaşılmayacaktı. insana göre kıyaslayınca, yokluk yönü görünüyor. iki elin olmayışına şer diyorum.
amç. şöyle bir yere çıkabilir miyiz? kıyaslanabilirliği olan şeylerin aslında vehmi olduğu, işin özüne bakıldğında. schopenhauerin aşkla ilgili bir açıklaması var. neden bir faniye aşk duyamazsınız? çünkü bir süre sonra kıyaslanabilir daha iyi bir şey olduğunu bulursunuz. onun gözünden daha güzelini görürsünüz. kıyaslandığında, benzerlerinin çıktığı şeye uzun süre bağlanamazsınız.
iki kola göre bir kol şer. kıyaslanabilirliği içinde bandıran ve bunun sonucunda şer gib gözüken şeye, vehmi diyebiliriz.
ik. kıyas iyi değildir derler. ilk kıyası şeytan yaptığı için.
aş. o farklı bir şey. insanın kendisine üstünlük atfetmesi için, kıyas yapmak kötüdür.
yy. akıl ancak kıyas yoluyla düşünebilir. kıyas olmazsa, allahı da bilemeyiz.
amç. o yüzden kadının şeytanla ilişkilendirilmesi bundan.
rz. ...
aş. şerr nazari bir şeydir. mevcut değildir.
aö. bir önceki cümlede, ehli tahkiki anladım da, ...
aş. ehli tahkik ilimle uğraşanlara bakıyor. ... arif kısmı tecrübe ehlidir. elmayı görürsünüz, keşfedersiniz varlığını. öte yandan tadarsınız. zevk edersiniz. onun gibi.
"Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. "
aş. hem ona dayanır hem ona döner.
oğ. ekseriyeti mutlaka ne demek? o zaman azınlık var mı demek?
aş. yok. azınlık var demek değil. üstad kesin cümleler kullanmak sakıncasından böyle kullanmış. neden böyle olur? çünkü bunu ölçemezsin. soyut kavramlar bunlar. bu aksi vardır manasına gelmez. öyle anlasan daha iyi olur yani.
amç. bütün evreni kastetmez, ama onu anlasan daha iyi olur.
aş. yüzde yüz değil, her zaman allahın gaybilik yönünü oraya koyuyor.
senin dediğinin aksini düşünemeyeceğini şimdi söyleyecek.
mevcut olan şeyin güzelliğinden bahsedebilirsiniz. mevcut olmayanın kemali yoktur. izafi değildir güzellik.
"Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. "
burada biraz izah etti. görünüşte baksan, yağmur yağdı ıslattı. menfi görünüyor, değil.
"Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir. "
aş. tamamı diyor burada. demek askinin olmadığını söyledi. ekseriyet demesi, anlayış farkllığı olabileceği için, hassas bir kelime kullanmış.
aö. sureten menfi olmasıyla ilgili aklma bir örnek geldi. haramlardan kaçmak. bir şey yapmıyorsunuz, ama içinde kemalat ve mehasin var. ama menfi bir ibadet. niyeten vücudi bir şey yapıyorsunuz. herhalde onu vücudi gibi algılıyor.
aş. zaten orada vücudi kavramı niyetten kaynaklanıyor. sevap ve günah fiilin kendisinden doğamza. ulema çok tartışmışlar. amel imandan bir cüz müdür değil midir? namaz kıldın. sevap mı yaptın yapmadın mı? bilemezsin. niyetine bağlı. fiilin kendisi hayır olmaz. namaz kılanları övdüğü yer de var, yerdiği yer de var ayetlerde. fiilin kendisi sevabın ve günahın kaynağı değildir. niyetin kendisidir o. kesb dediğin şey bununla ilgili. senin hiç ilişkin yok, amerikada bir adam bir diğerini vurdu. sen onu hoşuna gitti. bitti. onu yapmış oldun.
onun zulmüne iştirak eder, diyor ayette. kafirlere karşı en ufak bir meyil göstermeyiniz. ateş size de dokunur.
haksız yere bir cana kıyan, bütün canlara kıymış gibidir.
ben açıkça söyleyeyim, şimdi bugün çok iyi anladım. üstad sürekli bunu vurgular. çok ilginç. çok ciddi problem var, nurcu camiada dahi kesb ve fiil karıştırılıyor.
ne diyor burada: "bir cüzi ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet verilir." yani kesb fiil cinsinden değildir.
oğ. icadsız bir kesb, yani kesbin icad taşımayan bir boyutu var. peki kesbin icad taşıyan bir tarafı da olabilir mi?
kesb fiili de kapsamaz mı?
aş. hayır kesinlikle. kesb fiiln üzerindeki niyetin ifadesidir.
oğ. kesb midir, ... midir, der.
aş. kendisi çabalamak derken, onaylamak. ihtiyacı kesb olarak nitelendiriyor. yoksa ilmi ben alıyorum değil:
amç. insan için fiil yok. oluşturucu etki meydana getiren şey fiildir. bizimkisi niyet etmektir, allah onaylarsa fiil haline dönüşür.
aş. mesela ey ahmak dedik. birisi geldi, üzerine alındı. kesb budur işte. bir şeyi kendine benimsemek, tutum edinmek anlamında.
hş. hiçbir sebep sonucu yapamaz. sebep ve sonuç ardışıktır. kesble fiil de öyle. sen niyet ediyorsun, yaratılıyor. ama benim niyetim yarattı diye bir şey yok.
amç. allah isterse ve hikmeti iktiza ederse, o fiil olur.
"Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir"
aş. musibet, bizim algımızdadır.
mk. hastalık buradaki tabire göre ademdir, sağlığın yok olmasıdır.
oğ. hastalığı musibet olarak görürsek, hayır olur. hastalığa verdiğimiz tepki onu hayır veya şer yapıyor. sabır içinde karşılarsak, o bizim için şer olmaz. menfi ibadet olur.
aş. "Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir."
ölüme yokluk olarak baktığında, şerdir. ama ölümün kendisi şer değildir. hakikatte cenabı hakka dönmektir. dolayısıyla sıkıntılı bir hayattan daha refahlı bir hayata geçiştir. bu veçhesiyle, ölüm hayırdır müspettir. her ne kadar hayatın alınması manasında menfi gibi gözükse de, hakikatte hayırdır ve vücudidir. ama ölümü yokluk olarak algılarsak, bu algılayış şerdir.
oğ. kendi dünyanıza nasıl taşıdığınız önemli.
hş. hastalık da vücudi olduğunda hayırdır o zaman.
oğ. buradaki musibetin bildiğimiz manayı taşımadığını düşünüyorum.
aş. asıl musibet, musibeti musibet görmektir var ya. öyle anlamak lazım.
hş. insanların genelde kullandığı şey musibet, kötü bir şey oluyor. ama cenabı hakkın açısından, musibet diye bir şey yok. biz öyle görüyoruz. adam ölüyor, gitmiş, onu musibet olarak görüyoruz, öyle de oluyor o zaman. ama ölümün daha iyi bir yere gitmek olarak görürsen, musibet olmaz.
aş. onlardaki fenalık ademden geliyor. yani yokluğunu düşündüğümüz şeyden kaynaklanıyor. yani hayatın yokluğu manasında, hastalığı algılarsak, o noktada ademidir.
"Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zahirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir."
nasıl anlayacağız bunu? içki meselesinde olduğu gibi. zevkli gibi gözükse de, vücudu yıktığı için şer.
mk. çok ince bir nokta var burada. merdivenler basamak basamak çkılır. bir basamağa basmadan üsttekine çıkarsak, zorlanırız. biz bu dünyada yaşıyoruz.
hastalıkta, sıhhati kaybetmek, bir musibet. bunu yaşyoruz. ama bu hale geldikten sonra, nasıl değerlendirebiliriz, bu ikinci basamak.
" Hem bilmüşahede sabittir ki: Bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder."
aş. sünnetullah böyle. bütün unsurlar bir araya geldiğinde, o zaman elektrik mevcut oluyor. lambayı takacaksın, teli döşeyeceksin, sigortaya gidecek. hepsini kurman lazım. o zaman düğmeye basarsan, garanti olmasa da ışık gelir. ama ışığın gitmesi için ne lazım? bir teli küçük bir yerden kessen yeter. küçük bir sebeb ışığın gitmesine engel olur. ama ışığın var olması için tüm sebeplerin tam olması gerekiyor.
" Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. "
insanın vücudu da öyle. bir damar gidince hayat gidiyor.
"Hem vücud, her halde mevcud bir illet ister. Muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir. Ademî birşey, madum birşeye illet olur."
vücut var olmak için, mevcud olan bir şeye dayanması gerekiyor. yoksa kendiliğinden vücut olmaz.
yok olması için illa yok olan bir şeye dayanması gerekmez. tek elli olsaydık hepimiz, şer sayılmayacaktı. ama iki elin yokluğu üzerinden şerri bina ediyorum. k
" İşte bu iki kaideye binaendir ki: Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva'-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, "
aş. halka zerre müdaheleleri yoksa, o zaman icadda zerre miktar şer yok demektir.
"mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. "
aş. allahın mülkü olarak bildiğimiz ne var? sen onun mülkü olduğun gibi, senin efal ve ihtiyarın da onun mülküdür. dolayısıyla fizik alem girdiği giib, bütün duygular, fiiller de onun mülkü içine giriyor. bu manada, bu mülkün içinnde, şeytanın müdahelesi yoktur. maddi manevi tüm varlıklardan oluşan mülkün içinde, icad cihetiyle şerr yoktur.
"Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, "
o şerleri bir iktidarla yapmıyorlar.
diyelim ki, bir zulüm yaptık. bu zulmün telafisi mümkün müdür? allah dahil olmasa. bir canı telafi edebilir miyiz? nasıl geri getirceğiz? fizik alemde öldürülen bir sineğin telafisi mümkün müdür?
eğer telafisi hakikatte mümkünse, yapılan şey, fiil cinsinden değil, kesb cinsinden olur. istiğfarla onu telafi edebiliyoruz. zaten bir fiil yaratılacak, ama o şer senin tavrından kaynaklanıyor, fiilden değil. eğer cenabı hak dahil olmasa, nasıl telafi edeceksin?
"Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. "
amç. bu çok önemli bir anahtar aslında, terk ve atalet. şeytan nasıl bizim işlerimizde başarlı olur. çünkü arkasında vehim denilen şeyin de ipuçlarını taşıyor. vehim mesela, bir hayır işleyeceksin, işlemesek de olur mu, gibi bir vehim içinde olmak, veya eyleme geçmene tereddütlü tarz içinde olman, seni hayır eylemini yapmana engel oluyor. vesveseli iş görmek deniyor ya, ne orada bırakır, ne burada bırakır. hiçbir şekilde adım attırmaz. akıllı düşünürken, deli dağları aşar. yani aklın aşrı ileri derecesinde de geri derecesinde de bozukluk var. patolojik problemlerde de vesvese çok hakimdir. adam garip şeyler üretir.
aş. adam ihtiyaç içinde, bir sürü kurgu yapar. ama o hala orada kıvranır. ihtiyacı olan adama yardım ettirmemek.
amç. laf salatası.
sen hayrı kendi üzerine alabilirsin. senin içine gelen bir dürtü var, ilham geliyor, yap diyor. ama şeytan diyor, kimin çocuğudur bilmemne. o içinden gelen şeye karşı tavır koymak, vicdanın sesine kulak tıkamak, fiilsizliktir.
amç. tam onun hayır olduğunu düşündüğün anda harekete geçmek.
mk. burada konu çok basit, sade bir misal var.
vücudu kimse meydana getirmez. ama ademde insanlar etkindir. nasıl etkindir? mesela bir ağacı, bir insan yapamaz, yaratamaz. ama suyunu vermeyerek, veya havasını alarak, kurutur. yani burada insanın çok basit sade şunu söylemek istiyor. menfilikte çok etkin bir yönü olabildiğini söylüyor. bunu neden üzerinde şunu söylemek istiyorum. buradaki cümleler çok ağırmış gibi gelebilir. anlattığı konu bu kadar. bu cümle bu kadar basit, ama çok geniş.
mesela çocuğumuz var. çocuğunuza sevginizi ifade etmeyerek, sevgisizlik ateşinde çocuğumuzu yakabiliriz. saçını bizim için süpürge yapan eşimize, sabahtan akşama bizim için elinden geleni yapan, gelsem de onun saçını görsem, benim ömrüm için yeten diyen birisine, yemeği tuzsuz yaptın diyerek, o yemeği zehir edebilirsiniz.
çoğu ailede kavga yapmamak yeterli değil. menfilik çok yaygın bir olay. sevmeyeceksen, evlenme kardeşim. ama sevgisiz olma. risalei nur anlaşılmaz demeyelim.
aş. suyu dökmemek, kurutur hayatı. bir de hayatımıza da getirmemiz lazım. suyu dökmemek kurutur demek, herkesin ittifak ettiği nokta. ama bir muhabbet etmen gerektiği yerde, muhabbet etmeyerek, huzuru bozmak da, menfidir.
mk. saygıyla karşılıyorum, bütün arkadaşlarımı. bilemiyoruz, göremmişiz, okuyamamışız, okuduklarımızı hazmedememişiz. ikisini yanyana getirmemişiz. onun için buraya geliyoruz.
aş. bu mesele de eğer problem çözmek konumunda olacaksak, problelmin kaynağı, ne kadar feminist deseler de, bizden kaynaklanır. karşı taraf menfi olabilir, o kendi problemidir. ama bizim menfiliğimiz, kendimizden kaynaklanır. vücuda katkımız olmadığı için, ademe katkımız olabilir. eğer negatif bir şey üretiliyorsa, bizden kaynaklanır. bizim açımızdan. başkası yaparsa, o onun meselesidir. allah böyle yaratmış, sen burada müspet tavır göstermelisin. sertlik yapılması gereken yerde, yapmazsan da menfi olur.
bizim kız, bir yerde sınavı var. hem çok önemli diyor, hem de yapması gerekeni yapmıyor, yap deyince de bana itiraz ediyor. ben de karışmıyorum dedim kızdım. o zaman kuzu gibi geldi, çalışmaya başladı.
amç. gırgır olsun diye demiyorum. taifeyi nisada sertlik, erkek taifesinde de yumuşaklık, muharrik oluyor. babam bana sertçe dediğinde, inadına yapardım. ama yumuşak dediği zaman, onu daha çok içselleştirip, onun istediği biçimde yapmaya motivasyonum olurdu. kızda da tam tersi oluyor. sanılıyor ki, hep yumuşak, değil. sert tavrı onlar için görmeleri, aradabir lazım. bu pataklama değil, tabi. ama ....
mk. reklamda diyor ki, arabaya: "gel gel gel, küt... gelme!" ikisi de aynı görevi görüyor, gel ve gelme.
arkadaşlar tavrımızın net olması, önemlidir. bizim türk tabiriyle sertlik diyoruz. belki de öyle ekildiğimiz için böyle diyoruz. ben bu konuda böyle davranırsanız, size yardımcı olamayacağım aynı manaya geliyor.
amç. ayette hafifçe dövün demesinin hikmeti var.
mk. hikmetsiz demiyoruz. bakın, onun dediği yerlerin sınırları var.
oğ. illa yapılacak demiyor. olabilirliğini gösteriyor.
hş. çocuk ve kadın, bir sertlik hissedecek. sizin dediğiniz kararlılık işte o.
mk. kararlılığın kademeleri vardır. tek safhadan algılayıp, sertlik olarak algılıyoruz. en son safhası sertliktir.
oğ. muhammed ağbi, risallelerdeki meseleleri ikili ilişkilere taşımayı çok iyi beceriyor. terk ve atalet meselesini, buradan sosyal hayatımıza taşıyacak diye bekledim. ama ben algılayamadım meseleyi. konu çok dağıldı.
mk. böyle taleplerin olması çok memnuniyet verici, ama talebin artması lazım.
oğ. ama konuyla uyumlu olması lazım. şimdi dağıldık.
hş. ağacı sulamama meselesi, tembelliktir, vazifesini yapmamaktır. ademi oluyor.
amç. harekete geçmeme, aksiyon almama diye geniş tanım içine oturtsak. aksiyon illa, fiil anlamına gelmeyebilir. zihniyetimizde de aksiyon söz kosunusudur. olaylara bakışımızı değiştirmek. tahribat nevinden oluyorsa niyetimiz. onun için de aksiyon almak. böyle bir tanım içinde bakabilir miyiz? büzülüp, mevcuttan kaçınma meselesinin, vesvese türü bir tavır olduğunu söylesek.
aş. sadece fiille değil, düşünvce ve niyet olarak da reddetmek. ademi olan. kişi, düşüncede, dünyaya adem getirecek tavrı reddetmesi gerekiyor.
negatifliği dünyama getiren bir tavra karşı, dur bir dakika, bana menfiden bahsetme. ben herşeyde güzel görmek istiyorum. rabbime şükran duymak istiyorum. ona tavır olarak hazır olmak.
amç. çokça kullandığımız, yuvarlanıp gidiyoruz, zehir ifadeleri bir defa dünyadan çıkarmak lazım. ne uzuluyoruz, ne kısalıyoruz, ne demek? küçülmek de bir aksiyondur. bu ekonomik koşullarda ben kısalayım demek de bir aksiyondur. şeytanla mücadelenin esası. sünneti seniyyenin en önemli umdelerinden bir tanesi, iki günü birbirine denk olmamak meselesi. bizden olmayan, şeytanla mücadele edemeyen adam anlamına geliyor. yaşadığımızı hissettiğimiz her dakikada bu aksiyon meselesini mutlak surette zihnimizde canlı tutmalıyız.
ir. iki günü eşit olmaması bir tarafa biz eksiye doğru gidiyoruz.
"Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.
İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta "Yezdan" namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri "Ehriman" namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz'-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır."
aş. bunu anlamak lazım. niye mecusilerde böyle bir anlayış oluşmuş? haricilerde ve mutezilede de buna benzer bir tavır olmuş.
demek halkda şer görüyorlar.
amç. yezdan yezidi. bunların merkezi, ırakta. ama iran çıkışlı. ama iranda mecusi pek yok.
aş. şeytana sulta vermedik diyor. hiçbir tesiri yok halk üzerinde. tamir cihazınız. bir şeyleri bozduk. bir insanın kalbini kırdık. bunların telafisi ne? istiğfar. demek ki, istiğfar ilginç.
aslında pratikte yaptığımız zulmü telafi etmemiz mümkün değil. fakat istiğfarla telafi ediyoruz. çünkü fiil zaten kaderde olacaktı. ama o sebebiyet noktasnda sen zulmü işlemişsen, onu izale etmenin de yolu var. nedir? istiğfar.
zk. kul hakkının telafisi?
aş. onun da telafisi de kula gidip özür dilemektir.
ir. kul öldüyse.
aş. o zaman allaha dua edeceğiz.
burada olmuyorsa orada da kul seni affedebilir. ama bunun esprisi, kuldan özür dilemektir.
kusur işlediysen, sen git kardeşim, o adama özür dile.
biri sana darılıyor, ben cevşen okuyacağım, demek bu kaçıştır, riyakarlıktır. senin vazifen şu anda, kardeşinle aranı düzeltmekse, onu yapmalısın. cevşeni kaçış olarak kullanırsan, bu yanlış olur.
hş. bir adama zarar verdin. bunun telafisini yine fiille değil, özürle yapıyorsun. kötü niyetim yoktu diyorsun, zararı yok, bu onu karşılıyor. demek fiilde kesbin yok. müdahelen yok.
ikincisi şeytanlar, görünmeyen bu maddeleri hareket ettiren şeyler değil. ama şeytanların bu dünyada yaptırdıkları müthiş faaliyetler var. fiille yapmıyorlar. vesveseyle yapıyorlar. bir şeyi bir yerden bir yere getiremezler. ama kesble yaptırıyorlar. senin yaptığın fiilin faili sen değilsin, öyleyse. bu iki şey, bunu ispatlyor.
" İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."
aş. insan çok günahlar işliyor. bazısının geri dönüşü yok. vicdanı sürekli peşinden dolaşıyor. insan yaptığı zulümlerin telafisine bir merci aryor. içini ezen, şu sıkıntıda kurtulsun. gerçekten bir merci yok. allahtan başka merci yok. haydi insandan özür diliyorsun, ama mahlukatta yaptığın fiiller, insanın kalbi, buna dayanamıyor.
kalp vicdanı bir merci arıyor. mutlaka beni bu sıkıntad çıkaracak bir mercinin olması gerekiyor. bu yönden bile gaffiur olan ilah olmazsa, alem yaşanmaz olur.
yy. o zaman herkes idam edilmeyi ister. çünkü dayanamaz.
" İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."
aş. yanlış bir şey yaptığımızda sığınacağımız kale, euzu billah. doğrunun yolu da sünneti seniyedir.
amç. en doğru tutumlar orada çünkü.
şeytan deyince, aklma gelen, yakın zamanda konuştuğumuz şeylerden biri: büyü deniliyor. bunda da aslında vesvese verici bir unsur dinamiği mi söz konusu?
aş. resulullah da büyüye maruz kalmış.
amç. dinamiği vesveseyle bozan, şerre döndüren, holistik unsur mu meydana getirilmiş oluyor?
aş. farklı biçimde ele almak lazım. resulun o noktada zihinsel problemin içine girmesini düşünmek bana makul gelmiyor.
büyüyü yapan da insanlardır, cin yapmıyor. cini sen kullanıyorsun.