27 Şubat 2009 Cuma

24. Lema 1. Hikmet

Hanımlar Rehberi
Yirmidördüncü Lem'a
Tesettür hakkında
(Onbeşinci Nota'nın İkinci ve Üçüncü Mes'eleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmidördüncü Lem'a olmuştur.)
(ayet) ilâ âhir... âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur'anın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü, fıtrî görmüyor, "bir esarettir" diyor. (*)
(*): Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan lâyiha-i Temyiz'in müdafaatından bir parça:
"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi, üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir!.."
"

aş. insanlar zannediyorlar ki, tesettür bu yeni dönemin bir sorunu. sanki ayetlerde bu mesele açık değilmiş gibi algılıyorlar. o kadar açık ki bu mesele. hür olan herkes tesettürlüdür, esir olan insanlar tesettürlü değildir. şimdi bu tersine dönmüş. sanki zorla insanlar ortaya çıkmış da zorla örtüyorlar.

çok ilginç. en hakikatli ilahi bir düstur diyor. ve bu 350 bin tefsir tarafından böyle yorumlanmış. islam geleneğine baktığımız zaman, tesettür emri var mıdır, tartışması yapılmamış. son zamanda bu türedi. aslında 1350 senelik bir umumi kabul var. ayetlerde netlik yok, veya hadiste muğlaklık varmış. kimse bunu tartışmamış.

ak. meselenin önemini vurgulamak için, üstadın hüküm giydiği tek mahkeme tesettür risalesiymiş.

amç. evet, medeniyetin problem ettiği şey, kadını değiştirmek. kadını değiştirdiğin zaman, medeniyet anlayışı değişiyor. tesettür sadece 1 metrelik bir kumaş değil, tüm bir medeniyet transformasyonu olarak görüyorlar bunu.

aş. şapka üzerine devrim yapıldı ama mesele bitti. fakat tesettür yasağı hala devam ediyor. hatta kanun olmadığı halde yasak devam ediyor.

rm. medeniyetin algısı şöyle: örtüyorsa, kadını engelliyor. halbuki bizim inancımız bunun tam tersi.

aş. batı medeniyeti kadının üzerinde oynuyor aslında. yahudiler, kendi kızlarını ön plana çıkartarak, medeniyeti sefihleştiriyor. toplumu şahsiyetsiz, kişiliksiz bir hale getirmek için kadınları kullanıyorlar.

hristiyanlıkta ve yahudilikte de tesettür var.

amç. ruhaniyetinde var. fakat şu an batı dediğimiz bu değil.

aş. bir dizi takip etmiştim, batı medeniyetini gösteriyordu. baştan sona, cinsel problemler var. bir doktor filmi. tamamen cinsel problemler, küçük çocuklardan yaşlı adamlara kadar.

hş. freud'un kafası.

aş. kadınların erkelşmesi, erkeklerin kadınlaşması, kadınlar bir zaman hakim oluyor amazon döneminde. sanki bir medeniyeti değiştirmenin en önemli unsuru, kadını kullanmak.

rm. kadını orada metalşatırıyor.
yy. eski yunan heykelleri hep yarı çıplaktır.
aş. çıplak bacak meselesinde, akrabalık bile ihmal edilebiliyor. alamet-i farika olmadığı için insan, aile içi ilişkilere de gidiliyor. neticede, ahlakı tamamen ortadan kaldıracak bir şey. ahlak bitince, kudsi bir şey kalmıyor.

ak. bir de şu var: medeniyetleri anneler kurar. eğer bir medeniyeti ifsad etmek hedefindeyseniz, o zaman önce anneleri bozmak zorundasınız.

yy. tüketilen bir nesne konumuna geliyor.

aş. mağazalar çoğunlukla kadına hitap ediyor.

yy. birbiriyle yarışmak zorunda kalıyor. bir iş yerinde 100 erkek çalışsa, kimse kimseden rahatsız olmaz. ama iki bayan koyun, birbiriyle çekişiyorlar , kıyafet üzerinden.

aş.tesettürlü bir kadın senin dünyana dünyevilik çağrıştırmaz. fakat kadın açtığı anda tamamen dünyayı anımsıyorsun. dünyayı güzel bir kadına benzetir hadislerde. yaklaştıkça, yaşlılaşır. iki adam geliyor, kadın onlarla ilişki kurmaya çalışıyor. biri kaçıyor. kadın daha çok üzerine gidiyor. dünya da öyledir diyor. siz kaçtıkça peşinizden gelir.

amç. kaçan kovalanır şeyi var. kadınlar için bu geçerlidir. hep ayılara gidiyorlar deniyor ya. bu analojiyi destekliyor. sor mesela, nasıl bir profil istiyorsun. son derece kibar, özenli. seçimine bir bak, hiçbir alakası yoktur.

aci. bir fıkra anlatayım. yavru köpek kuyruğunu kovalıyormuş. bir türlü yakalayımoyr. sonra yaşlı bir köpek görüyor, bu kuyruk nasıl yakalanır diye soruyor. ne zaman kovalamayı bıraktım, peşimden gelmeye başladı, diyor.

aş. burada tesettüre vurgu yapmamız lazım. tesettürsüzlük dünyevileştiriyor. rızkı zevki veren allahtır. fakat kadındaki o cazibe nazarları kendi üzerine çekiyor. insan sanki oradan lezzet gelecekmiş gibi onu kaynak olarak görmeye başlıyor. kudsiyet orada düşüyor. bu yüzden kudsi demesi bana ilginç geldi.


" Elcevab: Kur'an-ı Hakîm'in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delalet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz."

mk. şöyle soralım soruyu: kadınlar esaret mi görüyor, biz nasıl görüyoruz? kapalı kadınla açık kadını? esir mi görüyoruz, yoksa serbest mi görüyoruz.

aş. o da bir göstergedir yani. tesettürsüzlük erkeğin problemidir.

yy. kadın kendi aralarındayken de tesettüre uymalı. hatta insan olmasa bile, meleklerden utandıklarından yine tesettüre uymak zorundalar.

aş. kızılderililerin eski resimleri, boydan boya giysilidir. medeniyeti sefihe eski insanları çizerken, onları çıplak çiziyor. onları hayvan gibi göstermeye çalışıyorlar. nereden biliyorsun sen öyle olduğunu? 3000 yıl önce insanların nasıl giyindiğini nereden bilebilirsin? delilin yok. sürekli çıplak, elinde mızrak. kızılderili dediklerimiz de aslında çıplak değil. genellikle. fakat onlar arasında da bir tercih meselesi var.

mk. biz tesettürü nasıl görüyoruz? batı toplumunda tesettürle, tesettürsüzlüğü ayırt edebiliyor muyuz?

ak. biz sokağa çıktığımızda olmamız gereken yede oluyoruz. onlar sokağa çıktığında olmaması gereken yerde oluyorlar. biz onların bu iki halini ayırt edemeyiz.

yy. iki hanım önünden geçiyor. sen müslüman veya bir erkek olarak, nasıl algılıyorsun? onu mu soruyorsun.

ak. beğenebilirsiniz, onda bir sorun yok. çünkü olmaması gereken yerde olmaması gereken şekilde duruyor.

rm. sizin zihninizde tesettürlü kadın imajı nedir?

aş. sokağı değil, bizim nazarımızı eleştiriyor.

rm. ben zor olanı tercih etmiş kadın imajını düşünüyorum.

aş. bazı arkadaşlar, tesettürlü olmayanı tercih ediyor. bürokrasideki kariyerinden dolayı. bunu söylüyor. bunu küçük bir eğilim sanıyoruz, fakat belki büyük bir eğilimdir bu.

mk. fakat bu bir zaaf.

aci. bunu genelleştiremezsin.

aş. topluma yansıyor senin bu isteğin.

aci belki başka bir sebeple bunu yapıyor. belki arzusu, ileride çevirmek yönünde.

mk. boş verin, şu gençler nazarıyla bakalım. ben evlenmek istiyorum. bana hangi profil cazip geliyor? benim medeniyet anlayışım hangileriyle örtüşmüş? biz de gerçekten bakıyorum, hangisi bana cazip geliyor? ya da ben tesettürlü bayanlarla görüştüğümde, onları gerçekten sümüklü pasaklı veya esaret içinde mi görüyorum? onları ikinci sınıf mı görüyorum? bu bir tercih. ben ne kadar risaleyi elimde tutsam da, medeniyet tercihlerimizde esas orada çıkıyor.
aş. kendime soruyorum: hanımın tesettürlüyken, çarşaflı mı olmasını istersin, yoksa diğer türlü mü?

amç. bu seni rencide eder mi?

aş. bundan rahatsız mı olurum, yoksa rahat mı olurum?

aci. ikisi aynı şey değil. lütfen saptırmayalım.

amç. şekilsel anlamda demiyor. hanımın tercihine karışabilir miyiz? hayır. kadın iki yıl sonra, ben çarşafı tercih ediyorum dedi. onu engellemeye hakkımız var mı? ben iki sene sonra, ona tepki gösteriyor muyum? yoksa rahat mıyım?

yy. ya örtüyü çıkartmak isterse?

amç. o ayrı bir çizgiye kayar.

hş. konuya farklı bir açıdan bakacağım. resulullah diyor ki, siz sakalı bırakın. fakat belli bir uzunluğa kadar bırakın. yahudilere benzemeyin. muharrem ayındaki orucu 10. günü tutmayın, diyor. bir şeye benzememek. bazen toplumdaki imaj, dindarlar için de, önemli. şu anda böyle bir dert var. ona benzememek için isteyebilirsin. bu o yüzden iyi bir örnek edğil. çok farklı bir algı var. çarşaflılara karşı imaj çok farklı.

aci. bırak çarşafı, bunlar tartışılacak şeyler değil. bir kesim bir marka alıyor diye, ben onu almak istemiyorum. herkesin altında aynı araba var. o gruba dahil olmamak için, araba için dahi bunu yaparken, bu da olabilir. önyargıyla bakılan bir mesele.

aö. önyargısı ne?

hş. radikal, aşırılıkçı anlaşılıyor.

aö. bu makul bir gerekçe olmadığı açık.

mk. suç bende, topluyorum. ana konu şu: tesettür biz erkekleri ilgilendiriyor mu, ilgilendirmiyor mu? bu açıdan bu konuyu okuyalım.

amç. bir tanımlama yapıp devam edelim mi? tesettürü bir şekil olarak değil, zihniyet olarak tanımlayalım. başörtülü tesettürsüzlük de var.

aci. ben de katılıyorum bu arkadaşa.

aş. tabiat risalesinin arkasından gelmesinin hikmeti var. esbabperestlik eleştiriliyor. tesettür şekle indirgenmiş olarak algılanıyor. tesettür, kendisine verilmiş olanı sahiplenmemesiyle ilgilidir. kadının kendini setretmemesi, erkeğin de setretmemesi gerekiyor. erkek kendisine ikram edilmiş olanı, başkasına sende yok, bende var anlamında empoze ediyorsa, tesettürü bozmuş olur. kadın için de aynı şey geçerlidir. isterse tesettürlü olsun, çaraşfın içinde de olsa, bu olabilir. kıyafette takılmış olmayız o zaman.
açık olur başı ama, seni cezbetmiyor. ama öbür yandan tesettürlü oluyor, ama cinselliği tahrik eden bir tavırda oluyor. bir bedevi görmüştüm, sipsiyah giyiniyor, burkası da var, ama gözleri o kadar çekici ki, herkes ona bakıyor.

mk. buna laf söylenemez.

aş. kadın uyuşturucu kullandığını söylüyor.

aci. orta yol bulunmuştur.

aş. tesettürün tabiat risalesinin arkasından gelmesinin hikmeti budur. allahın sana verdiği nimeti, başkasının üzerinde üstünlük kuracak şekilde kullanmamak manasındadır. insan niye tesettüre girer? allah emrettiği için, yani allahın ona verdiği ziyneti korumak için girer.

rm. dolayısıyla üstündeki kıyafetin önemi yok: peçe de olur, başörtüsü de olur. o kastedilen mana doluyorsa, önemli olan o.


" Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale maruz kalmamak için, fıtrî bir meyli var. "

aş. bunu gel batıya anlat. batılı zihniyet bunu kabul etmez.

amç. kabul ediyorlar artık: "desperate house wifes" güçlü kadın imajının acayip bir şekilde çökmesi. psikologlarda ve güzellik salonlarında çok paralar harcamaları. mehmet can diye bir hoca vardı. diyordu ki, batıdaki kadınlar koca diye ağlıyor diyordu. bir aslanı kedileştirdiler, o kedi canlarını sıkmaya başladı. etilerdeki kadının, mardinden gelmiş muslukçuya hayran olması olayı. o çok daha bariz ortaya çıkmış durumda. batı diyor ki, bekaret ayıp değil artık. aile önemli kurumdur, kurarsanız şöyle getirileriniz olacak. o işi tekrardan ihya etmeye çalışan çabaları var.

yy. bir ülkede, peluş oyuncaklar var ya, cinsiyeti belli olmayan. onların çocuklara izlettirilmesi, cinsel kimlik açısından zarar veriyor.
bu yüzden bunlar yasaklanmış. kız kız gibi, erkek erkek gibi davranmayı öğrensin.

aci. iki bayan rekabetten sözediyorlar. eskiden kadınlarla rekabet ediyorduk, şimdi erkeklerle rekabet ediyoruz. erkek gördüğü adam, eşcinsel çıkıyor.

aş. o çok yaygın bir şey aslında. %50'ye yakın üniversitelerde eşcinsel olduklarını söylüyorlar.

bu cümlenin anlaşılması, bizim batı zihniyetiyle ne kadar içli dışlı olduğumuzu gösterebilir:
"kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından"
bir seminere gitmiştim batıda. orada islamın kadına bakışı konusu geldiğinde, hoca utanır gibi oldu. erkekler biraz sıkıştırdı. erkeklerin gözünde siz nasılsınız biliyor musunuz diye sordu. kadınlar dedi ki, onların nazarında bir bez parçası kadar değerimiz yok. erkekleri destekleyeceklermiş gibi görünürken, tam tersine islamın kadına bakışını daha fıtri buldular. bunlar dindar insanlar değildiler.

rm. genele yaymıyorum ama bizim kullandığım lügata giren bir söz vardır: kadın erkeğin elinin kiri gibidir.

aş. batıda kadınlar zokayı yediler şimdi geri dönmeye başladılar. fakat bizde bu henüz daha yeni çıkıyor. biz de çalışacağız, biz de erkeklerle rekabet edebiliriz. bir de şöyle düşünelim. biz kadını bu manada mı görüyoruz, yoksa onlar da bizim gibi mi görüyoruz?

amç. erkeğin o nazarını da süfli ve ilkel nitelendirme gibi bir yanlış da var. normal bir erkeğin, kendisini çok şehvani bir tavra götürecek bir görünümü de, "ay iğrenç hayvansız" gibi, aşağılıyorlar. bu son derece normal bir durum. buna tepki vermiyorsa erkeğin erseniklik dediğimiz duruma yakınlaştığını düşünmek lazım. görüntü erkeği cezbediyor, fakat o cezbolma, erkeğin aşağılanma algısına konulmasına sebep oluyor. abdullah onu çok güzel ifade etti. sen o dizi açtığında, ona biri bakar.

aş. insanın açık bir şeye karşı şehvet duymaması, sen plajdaki insanlara ilgi duyma, sen cinselliğini öldürmüşsen problem sende. insanın etkilenmesi normaldir.

"kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç "
gerçekten kadın nazik ve zayıf yaratılmış. bir erkeğin kendisini himaye etmesine muhtaç olduğunu kabul ediyor muyuz? genel zihniyette bu yok. bu ama aslında batının bir sorunu. doğuda böyle bir sorun yok. kadınlar gerçekten bir himaye isterler. hindistanda 40 milyon kadın, kocasını kaybettiği için, toplumdan dışlanmış şekilde, belli evlerde kalıyorlar. orada onların dul kadın olduğunun ortaya çıkması lazım. o kadınların çok ciddi bir sorun teşkil ettiklerini söylüyorlar. sığınacak bir evi olsun da, her türlü sıkıntıyı kabullenecekler. kendi izlenimim, öğretmenlik yaparken bunu hissediyordum: kızla erkeğin flörtleştiğine bakıyordum. kız sürekli, sığınmacı, erkek de sürekli korumacı bir tavır. fırat orada bariz görünüyor. erkekte korumacılık var, kadında sığınmacılık var.

aci. himaye ve şefkat eden diye eklemek lazım.

aş. tabi şefkat olmazsa, sahiplenme olur. bunu şimdi anlatabiliriz. fakat genelde bu kabullenilemeyen bir şey. ben kimseye muhtaç değilim diyor kadınlar. ben ona muhtaç mıyım diye. özellikle maddi olarak çalışmak istemeleri, erkeğe karşı güç kazanmak arzuları.

aci. tek başına kadının böyle bir duyguya sahip olması, sadece kadının suçu değil.

yy. kadının değerli olması, sadece para kazanması olarak görülmesi, ev işleri basit bir iş gibi algılanınca, o da kendini değersiz görür.

amç. erkeğin de onu mağdur ettiği durumları gözardı etmemek lazım. örnek üzerinden değil de, kavrama bakalım.

vaka bazlı gitmediğimiz için, ideali çizerek gidiyoruz.

rm. bir yerde gerçeği de görmek lazım. tesettür kadının değil, erkeğin problemi.

aş. tabi, asıl sorun, erkeğin kadınlaşması.

rm. kadın sahaya inmek zorunda bırakılmış.

aş. 18. yy'da zorla kadınlar çalıştırılmış.

rm. ister istemez, rekabet eder pozisyona geldi, kendine has özelliklerini yitirdi, erkekleşmeye başladı.

yy. geleneksel olarak, kırsaldaki kadın ekonomik olarak erkekten çok daha fazla iş yapar. bağ bahçe, hayvancılık, ev işleri. kadınsız erkek bitmiştir. sorun şehirleşmeyle beraber, dört duvar arasında kadının yapacak iş bulamaması.

aci. bunu kadınlar duymasın.

yy. öyle ama, öyle ki, evi temizlemek bile zorlarına gidiyor. ona bile dışarıdan kadın getiriyorlar.

"kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek."

aş. açık saçıklığın özünde, bir ilgi ve iltifat beklemek vardır. bu zaafın bir göstergesidir. sokağa baktığınızda, bakan kişi için, kadının kim olduğu önemli midir? yok. o zaman kim olduğunu bilmiyorsun, senin de kim olduğuna önem vermiyor, onun tek derdi var, hayvanlık. değerli olmak istiyorsan, tesettüre girmen gerekiyor. öte yandan, senin sadece bedenine değer veriyor. fakat o kadın, kendine değer verilmesi için onu yapıyor. onların böyle bir fıtratı olduğunun da bu bir göstergesidir. kadın ilgi çekmek, himaye edilme duygusunu bu şekilde tatmin ediyor. üniversitelerde saf kızlar, çok açık giyiniyorlar. çünkü arkadaşlık ilişkisi kuramıyorlar, himaye isteği de var, onu o şekilde tatmin etmeye çalışıyor.

"Hem kadınların on adedden altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. "

aş. gerçekten öyle, özellikle medyada. erkekler artık kadın beğenmiyor, çünkü afişlerde çok acayip profiller çizildiği için, evleneceği kadına baktığında onlarla ölçüyor. genele göre bakmıyor.

rm. kadınlar için de çok büyük bir sıkıntı oluyor.

aş. hepsinin vücuduyla ilgili bir sorunu vardır. o yüzden terapiye gitmek zorunda hissediyorlar. herkes kendini çirkin gibi görmeye başlamış. aslında bu dönemde tesettür daha önemlidir, normalleşmek açısından.

rm. eğer o afişlere, normal kadınlar koysalardı, kadınlar ondan rahatsız olmazdı.

is. eskiden toplu şişman kadınlar azmış, o zaman bu bir değermiş.

amç. bir gram et, yüz ayıp örter lafı.

is. o güzellik algısı, değişebilir.

aş. fakat şu belli ki, kadın kıyaslama yaparak, güzellerin yanında çirkin görünmek istemeyecektir. kadınların gerçekten belki onda 6'sı değil, onda 9'u çirkin görüyordur.

ak. ben bunu algılayamamıştım, erkek nazarından bakınca, tam tersi gibi görünüyordu, fakat kadın nazarından bakınca, evet öyle görünüyor.

mk. insanların kendini beğendirmek arzusunu allah vermiş. ötekisine de beğenme duygusunu. fakat tesettürsüz olduğu zaman, bu sefer, kadın kimliğiyle değil, cismaniyetiyle muhatap olmaya başlıyor. en güzel kadının bile bir tarafında bir yamukluk vardır. bu sefer o noktada takılıyor. o beğenilme duygusunu, oraya mı bakacak diye, halbuki kimse bilmiyor, bu sefer o problem oluşturuyor. tesettürle beraber, insan bir kimlikle muhatap olmaya başlıyor. bu sefer de, belirli bir saygınlık, mesafe çıkıyor. nice fiziki olarak çirkin kadınların, o şefkatli sıcak fedakarane tavırlarıyla çok güzel yönleri var.

aş. kişi cinsellikle değil, kişinin kendisiyle odaklanmaya başlıyor. bu da toplumdaki çarpıklıkların düzelmesi için vesile olacak. insanlar bedenine göre değil, kişiliğine göre birbirine muhatap olacaktır.

aci. bir kadın, cismiyle beğenilmekten başlangıçta hoşlansa bile, sonra hoşlanmayacak kişilik olarak muhatap olunmayı arzu edecek.

aş. bedene dikkat edince adam, yarın başka bir beden hoş gelebilir. o yüzden, çok güzel kadınlarla evlenenler 6 aydan uzun sürmüyor çoğunlukla evlilikleri. başka bir beden görüyor, bunu unutuyor. çünkü eninde sonunda bir kusur çıkıyor.

mk. sirette de kusur çıkabiliyor. burası dünya. kimse tapulu değil.

hş. leyladan hüdaya gitme şeyi var. güzeli seçmiştir, ama kadının siretini sonra beğenir. bu da bir yol.

"Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır. Ve on adedden ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve seri-üt teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. "

rm. hem pazarda meta gibi olur, hem de herkesin müşteri olmasını istemezler.

"Hattâ işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekva ediyorlar. "

aş. tesettüre giren batılıların en vurguladıkları nokta, kendimi çok hür hissediyorum ifadesi.

"Demek medeniyetin ref'-i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur'an'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve manevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda, ecnebi erkeklere karşı fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten tesettürü iktiza ediyor. Çünki sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmet ile çekmekle beraber, hamisiz bir veledin terbiyesiyle sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belasını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vaki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettür ile nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zaîf hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal'ası çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmuatıma göre: Merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!.."

aş. böyle bir durumu kimse istemez, kabahatin kimde olduğundan önce.

mk. bunu okuyunca, sait nursi, çok güzel gözlemler yapmış, belki evlenmemiş, ama kadınları çok sevmiş. hakikaten kadınlar çok sevimli yaratıklar, cinsi latif olarak yaratılmış, şefkatli, hoş insanlar. bu hoşlanmanın uzun vadeli olması için, sait nursi diyor ki, bunun için tesettür gerekir. yoksa herkes önüne gelen, çöp atarmış gibi, böyle nazik bir mahluka, bakış atarak, bu mahluk kirletilir, çirkinleştirilir. atan da rahatsız olur, atılan da rahatsız olur. dolayısıyla toplumun temeli iki cinsin bir araya gelmesiyle oluşuyorsa, bunun için bu letafetin korunması gerekir. bunun için de tesettür gerekir. yoksa, kadınlar fıtraten kendini beğendirmek için, bazı kadınlar hakikaten kardeşim, erkeğin gölgesinde durmaktan mutlu oluyor, ona hizmet etmekten. dans edermiş gibi ona bakmaktan. bütün kadınların fıtratında var bu. bunu yaptığı zaman, hakikaten kadın mutlu oluyor o zaman. biz de mutlu oluyoruz. bu noktada ...

aş. bir kadına şöyle yaklaşınca çok mutlu oluyor: sen güzelliğini seviyorsun ve onu kaybetmek istemiyorsun. o zaman onu değersizleştirme, onun kıymetini bil. bu şekilde yaklaşım aslında, çok iyi. bu manada yaklaşılınca, gerçekten kendine değer verildiğini ve kendisinin düşünüldüğünü anlıyorlar ve fıtratla bunu kabul ediyorlar, o zaman bu tesettürünü koru ki, allahın sana verdiği bu güzelliği muhafaza et ki, ebediyen senin olsun. hem bu dünyada hem ahirette senin saadetine vesile olsun. aksi taktirde, hem budünyada hem ahirette helaket olacak. kimse seni beğenmeyecek, sürekli güvensizlik yaşayacaksın, emniyeti kaybedeceksin.

yy. üç gün sonra güzelliğim gider korkusuyla yaşayacaksın.

aci. o zaman evli olanların karşı tarafa bu vurguyu belirtmesi lazım. sana değer veriyorum.

ys. erkeklere bakan bir yönü var. sen bir kıza taş atma ki, müstakbel eşine de taş atılmasın.

mk. adamın birisi varmış evlenmiş, polis birisiymiş. ikide bir eve gelir, her tarafı ararmış. kadın illallah demiş, şikayet etmişler. bilen adama gitmişler. doktor sormuş, neden böyle ikidebir rahatsız ediyorsun. yahu demiş, ben öyle yapıyorum da, onun da beni kandıracağından korkuyorum. gerçekten, ne ekersek onu biçeceğiz. ben de dua ediyorum, gerçekten ilişkilerimizi saygın yaparsak, ilk önce kendinize saygı göstermeye başlıyorsunuz. bir söz var: yalancının en büyük cezası, kendisine güvenini kaybeder. yalan söylediğini o biliyor. biz de doğru yapmadığımızı hissediyorsak, eğer kendimize tesettür yolu çizmezsek, bu sefer kendi yolumuzda tesettürsüzlük tercih etmeye başıyoruz. bu tabi çok kötü bir şey. yani, ona baktım buna baktım. birisinin orası güzel, öbürünün burası. bütün o gördüklerinizin her birisini eşinizde aramak zorunda hissediyorsunuz. bu sefer eşinizi beğenmez duruma düşeceksiniz. dolayısıyla lütfen. ne ekersek onu biçeriz. bu manada tesettürü, değişik zorlukları var. tesettürdeki insanlara bizim laf edecek halimiz yok. bütün insanlara saygı duyuyoruz. çünkü herkes kendi kabiliyetine göre becerecek. çarşafla örtünen insanları alnından öpüyoruz, ötekisi ötekini yapıyor. herbirisi tebrike layık. insanların niyetlerine saygı, kim neresinden ne kadar tutuyorsa, biz de onları tutuyoruz. biz terazici değiliz, kimseyi yargılamak görevimiz yok. ama tesettüre taraftarız, ve ona taraf olanların da tümüne taraftarız. en azından kalben bile onaylasa iyi.

şu anda açık olabilir, ama bu insanın fikren tarafgirlik cihetiyle bunu benimsediğinden yapmamış olabilir.

yy. öyle bir sürü de insan var. bir yerde çalışıyor. bayanlar mescidi.

mk. bir de diğer tarafı var. tesettürlü olup da, nezaketini kaybetmiş kadınlar da olabilir.

yy. bir de şöyle sorun var bizim camiada. neden tesettürsüz tesettür ortaya çıktı? ilk başta eğitimlilerdi, sonra cahiller de onları taklit etmeye başladı. çoğunlukla tesettürlüler eğitimsizdir, medeniyeti tanımayan şekilde tanıyoruz. üniversite niye başörtüsü yasağı getiriyor. bir taraftan müslümanlar kızlarını okutmuyorlar, bir taraftan da kızların okumasına izin vermiyorlar. eğitimli insanlar da tesettürlü olursa, bu sefer toplumda iyi bir örnek oluyor. şimdiye kadar kapalı bayanlar, zaten annesinden köyden görmüş, gösteriyorlar.

mk. ben ilave bir şey daha söylemek isterim. tesettürlü olabilir, fakat burada bir kadın tarifi var: nazik, latif, kendini beğendirmek arzusu olan. tesettürlü olabilir, ama bu kadınsı özellikleri taşımayabilir.

aş. yusuf ağbinin dediği büyük bir problemdi. şimdi tesettürlülük toplumda kabul gören bir hale geldi. şimdi kadınsılık ön plana çıktı. kadının en büyük problemi, kadınını kadınsı özelliklerden çıkarak, erkeğin başına sürekli vurması, itaatsizleşmesi, yani fıtratını bozması. naşizelik özelliğine baktığınızda, tesettürlü ve tesettürsüzler arasında fark yok. asıl tesettürlülük, kadınsı duyguları kaybetmemek noktasında ortaya çıkıyor.

amç. ziynet denilen şey, kadınsı özellik.

mk. buna dikkat etmemiz gerektiğine inanıyorum, tesettürlü olup da devrimci olan bir sürü insanlarla da karşılaşılabilir.

amç. artık azınlık değil zaten. özellikle çalışma hayatı.

aş. boşanmalarda dindar ailelerde genellikle kadınlar talep ediyor.

amç. nüşuz sebebiyle, letafeti kaybediyor, erkeksileşiyor. zariflik, ziynetler gitmeye başlıyor. erkek de kadınsılaşıyor. sonra itiraz mahkemeye taşınıyor.

yy. tesettürlü bayan fiziki anlamda örtünüyor ama... boğaziçinde bir hocanın araştırmasıydı, tesettürlüler daha çok makyaj yapıyor. vücudunu ön plana çıkartamayınca, yüzünü ön plana çıkartıyor. bir de geleneksel çizgide giyinip, biz bunlara ümraniye kızları diyoruz.

aci. biraz önce hepsinin yanındayız diyordu. şimdi onlara laf söylemeye başladık.

yy. bilinçli anlamda tesettürlü olmakla, geleneği tesettüre taşıyan bir kesim var.

aci. tamam, ama yine büyük oranda artıdadır.

amç. ben daha ekside oludğunu düşünüyorum, ama vaka bazlı gitmeyelim.

yy. tesettür nerede başlar nerede biter. tesettür sadece kıyafetten ibaret olmadığını değerlendirmek anlamında söylüyorum.

aş. tabi, ama affanın dediği de doğru, biz kimseyi değerlendiremeyiz.

amç. evet, ama onun arkasından gelen manalar var. başörtülüleri de görüyoruz diyorlar.

aş. öyle diyenler, genelde muhalefet etmek için söylüyorlar.

amç. vaka bazlı gitmeyelim ama bir iki cümle söyleyeyim. o sözü edilen, ilk başta tanımladığımız, kendisine verilen ziynetin korumasını gerçekleştirimiyor, hatta tersine korumanın tersine meyli oluşturacak bir minval meydana geliyor. fotoğraftan yola çıkmıyorum. böyle bir durumun, sakıncalı bir durum olduğunu söylüyorum. kişinin durumunu bilemeyiz. ona etkiyen diğer faktörleri bilemeyiz. biz o anlamda rahmet nazarıyla mükellefiz, yanlışı görmesini allahtan niyaz ederiz. fakat o formatın doğru olmadığını söylemek.

başörütüsü meselesinde çok adım geçerdi, internette. beni rahmet etmemekle suçlarlardı. oradaki kızın, babasıyla, toplumla yaşadığı durumu, eleştirmiyorum. onun gözüyle bakmaya çalışıyorum. fakat bu şunu gerektirmiyor, rahmet eşittir bu yanlışa devam et kızım. başını aç ve uygun adım ilerle. doğruyu koyarız. kuranın vaazettiği şeyi yapabiliyor musun? ben yapamıyorum, ama allah yardımcım olsun demek var. bir de yok canım, ne münasebet demek var.

mk. bu ahir zamanda, başörtüsünün her neresinden kim tutuyorsa, büyük bir cihat içindedir. başörtüsü bu zamanda, şeairi islamiyenin en büyük bayraklarından birisidir. bu manada her neresinden tutarsa, mübarektir.

aö. tamam, ama ben amç'ye katılıyorum. bir açıdan güzel diyorsunuz, ama o da bir çaba sarfediyor, bu ahir zamanda, bu toplumun bir baskısına karşı, şekilse olarak da bir şey yapıyor. dersin başında tesettür için bir çerçeve çizildi, onun içine oturmuyor. sırf onu söyleyince, ya bu cihat ediyor, ona artık ne denir. öyle de değil tablo.

mk. kişilerin pozisyonlarına göre değişik şerhler düşülebilir. ben konunun an canlılığına vurgu yapmak için söyledim. yoksa mana olarak destekliyorum.

amç. bir şey bütün bütün olmuyorsa, bütün bütün terkedilmez. yapmaya çalışıyor, ama...

mk. allah öyle bir imtihanı kimseye vermesin. çok zor.

aş. ben okulda din dersi öğretmediklerini düşünmüyordum, fakat kızımın biraz dine meyli varsa, okuldaki öğretmenin gayretinden kaynaklandı. o yüzden genel ifade kullanmamak lazım. biz genel çerçeveyi çizeriz, tarafgirliği koyarız, ama istisnalar veya istismarlar onlar kalsın.

mk. veya insanların zorlandıkları konularda ahkam kesmenin bir alemi yok.

yy. bizim tercihlerimizi de gösterecektir.

mk. eşekten düşmeyen, onun halinden anlayamaz. bizim asker arkadaşı bir türlü diplomasını alamıyordu, dedim ki, bak şimdi bayram arefesi, son saatte gideceksin. dediğim gibi yaptı ve aldı. bu insanların ne tür psikolojide yaşadıklarını kolay değil.

rm. tesettür kadının ziynetiyken, şu zaman, onu bir yük haline getirmiş.

mk. biz erkeklerin de tam yerine getiremediğimiz bir sürü ibadetlerimiz var.

amç. o eksikler, hakikatin uzağını görmemizi sağlamalı. kitabı ortaya yere koyacağız, ne kadar mesafede olduğumuzu göreceğiz.

aş. ne kadar uzağız ne kadar yakınız.

yy. bayanlar için okunmadı bu. kendimiz için okundu. kendi çocuğumuz olacak.





İkİncİ Hİkmet: Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus
--- sh:»(L:197) ¯ ----------------------------------------------------------------------------------------------
bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehasinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil; belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehasinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.
Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasib olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; kadınının diyanetine bakıp taklid eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki; kocasının diyanetine bakıp "ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvaya girer.
Veyl o erkeğe ki; sâliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. Ne bedbahttır o kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; birbirinin fıskını ve sefahetini taklid ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..
Üçüncü Hİkmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünki açık-saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin sîmaları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere göre gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir.
--- sh:»(L:198) ¯ ----------------------------------------------------------------------------------------------
Çünki mahremin sîması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!..
Dördüncü Hİkmet: Malûmdur ki; kesret-i nesil herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükûmet yoktur ki, kesret-i tenasüle tarafdar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: «v«8­ž²!ö­v­U¬"ö]¬;@«"­!ö]±¬9¬@«4ö!:­h«$@«U«#ö!x­E«6@«X«#ö-ev kema kal- Yani: "İzdivaç ediniz; çoğalınız. Ben kıyamette, sizin kesretinizle iftihar edeceğim." Halbuki tesettürün ref'i, izdivacı teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünki en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık-saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhuşa sülûk eder. Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünki kadının -aile hayatında müdür-ü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattır, emniyettir. Açık-saçıklık ise bu sadakatı kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir.
Memleketimiz Avrupa'ya kıyas edilmez. Çünki orada düello gibi çok şiddetli vasıtalarla açık-saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memalik-i bâride olan Avrupa'daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve camiddirler. Bu Asya, yani Âlem-i İslâm kıt'ası, ona nisbeten memalik-i harredir. Malûmdur ki; muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvaniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık-saçıklık, belki çok sû'-i istimalata ve israfata medar olmaz. Fakat seri-üt teessür ve hassas olan memalik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyic edecek açık-saçıklık, elbette çok sû'-i istimalata ve israfata ve neslin za'fiyetine ve sukut-u kuvvete sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda onbeş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlub ise fuhşiyata da meyleder.
Şehirliler; köylülere, bedevilere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünki köylerde, bedevilerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden masume işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesat-ı nefsaniyeyi tehyice medar olamadığı gibi; serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefasidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez.
(ayet)
Ehl-i iman âhiret hemşirelerim olan kadınlar taifesi ile bir muhaveredir
Bazı vilayetlerde taife-i nisadan samimî ve hararetli bir surette Nurlara karşı alâkalarını gördüğüm ve haddimden pek ziyade, onların Nurlara ait derslerime itimadlarını bildiğim sıralarda, mübarek Isparta'ya ve manevî Medreset-üz Zehra'ya üçüncü defa geldiğim zaman işittim ki; o mübarek âhiret hemşirelerim olan taife-i nisa, benden bir ders bekliyorlarmış. Güya vaaz suretinde câmilerde onlara bir dersim olacak. Halbuki ben dört beş vecihle hastayım ve hem perişan, hattâ konuşmaya ve düşünmeğe iktidarsız bulunduğum halde, bu gece şiddetli bir ihtar ile kalbime geldi ki; madem onbeş sene evvel gençlerin istemeleriyle Gençlik Rehberi'ni onlar için yazdın ve pek çok istifade edildi. Halbuki hanımlar taifesi, gençlerden daha ziyade bu zamanda öyle bir rehbere muhtaçtırlar. Ben de bu ihtara karşı gayet perişan ve za'f u aczimle beraber "Üç Nükte" ile gayet muhtasar bazı lüzumlu maddeleri, o mübarek hemşirelerime ve manevî genç evlâdlarıma beyan ediyorum.

20 Şubat 2009 Cuma

23. Söz Ikinci Nokta

aş. allah iman edenlerin dostudur, onları zulümattan nura çıkarır. insanın çiiçi karanlık olunca, alemi de karanlık görüyor. öncelikle kendi içimizi anlamlandırmamız gerekiyor. o zaman kainatın da anlamını bulabiliriz. aama kendimi tanımam içinn de kainata bakarım.

burada çok müthiş bir temsil anlatacak.

" İkinci Nokta: İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada (ayet) âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsil ile beyan ederiz. Şöyle ki:
Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı karanlık, kesif bir zulümat istila etmişti. Ben sağ tarafıma baktım; nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müdhiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müdhiş zulümata karşı sönük bir cep fenerim vardı. Onu istimal ettim, yarım yamalak ışığıyla baktım. Pek müdhiş bir vaziyet bana göründü. "

aş. hiçbir şey görmeseniz daha iyi.

"Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müdhiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki; keşke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehşetleri görmese idim, dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle dehşetler aldım. "Eyvah! Şu fener, başıma beladır" dedim. Ondan kızdım; o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi birden o zulümat boşandı. Her taraf o lâmbanın nuru ile doldu. "

aş. birincisi imansız bir nazarla kainatın algılanışını ortaya koyuyor. dinsiz olmak zorunda değil. allaha ulaşmamış bir insanın kainata baktğda iç dünyanın sembolik ifadesi. her cümle bir şeylere işaret ediyor.

"Herşeyin hakikatını gösterdi. Baktım ki: O gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber; baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu farkettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise; süslü, sevimli cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müdhiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahluklar ise, munis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvanat-ı ehliye olduğunu gördüm. "Elhamdülillahi alâ nur-il iman" diyerek (ayet) âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım."

"İşte o iki dağ; mebde-i hayat, âhir-i hayat.. yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. "

aş. iki dağ doğumla, hayatın sonu arasındaki geçittir.

"O köprü ise, hayat yoludur."

aş. kimi için hayat yolu, belirsiz tehlikeli. kendi geşimize baksak, iman yoksa, çocukluktan bugüne kadar gidenlerin gelmeyeceğine inanıyorsak, her bir anımız adeta bir cenaze. her gün bir cenaze kalkıyor. hatıralarımız, sevdiklerimiz, dostluklarımı hepsi ne olmuş, yok olup gitmiş. gençliğimiz, sıhhatimiz. nefes almakta zorlanıyoruz artık. her şey gidiyor. linde olan her şeyi kaybediyorsun. insan ilişkileri açısından bakınca, çoğu akrabaların geriye gitmiş. bir insanlık mezarlığı var. geçmişim bir mezarlık surtide gözüküyor. geleceğe bakayım. gelecekte şahikalar fırtınalar var. gelecekte neler bekliyor bizi? çocuklardan ayrılmak var, kendi gençliğinden , annebabanda arılmak, sıhhatinden hayatından ayrılmak var. bütün bunlar beni bekliyor. ne kadar güçlü olursan ol, eninde sonunda bunlar beni yakalayacak. o zaman beni fırtınalar bekliyor. çok yakın bağlanıyorum,bir anda benden sökülüp alınıyor. hem bağlanıyor,um, her şeyi seviyorum. yaşlıların en büyük ızdırapı, sofralardaki güzelezzetlerin hiçbirini tadamıyor. gidiyor işte her şey. özellikle ehli dünya, şehvet hakim olduğundan, onu kaybetmenin ızdırabı çok büyük bir dert.

" O sağ taraf ise, geçmiş zamandır. Sol taraf ise, istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise âlemin hâdisatı ve acib mahlukatıdır."

aş. demek cep fenerim, hodbin kendini beğenen, kendinden başkasını düşünmeyen ve bildiğine itimat n, olaylar hakkında bu böyledir diye yorum yapan ve vahyi semaviyi dinlemeyen. yani kendisinin bu dünyanın dışından biri tarafından gönderildiğini tanımayanan. her insanın enaniyetinde bu vardır. mümkün olduğunca canınının istediğini anlatmak ister.

yk. bazı insanlar iyor ya, alllaha gerek yokb tüm insanlığı medeniyete kavuşturuurz.

aş. "O canavarlar zannolunan şeyler ise âlemin hâdisatı ve acib mahlukatıdır." musibete allahsız bakınca, senin içn anavar. ama rahmet sahibi senin her şeyini düşünen, bir yaratıcıdan gelmiş olarak görürsen, musibetler, her şey güzeldir ya, bunlar da munistir.
mesela hastalık, ..
acı çekmek en büyük problemdir. fakat şöyle düşünelim. açılk da bir ızdıraptır, ama lezzetleri tatan yolu, aç kalmaktır. cennetin lezzetlerini anlamak için de bu dünyadaki ızdıraplar da ortaya çıkaran araçlardır. insan hasta oluyor, o hastalıktan sonra öyle bir iyileşiyor, o sıhhatin gerçek güzelliği o zaman belli oluyor. ki ahirettik nimetlere göre bu dünya çok dardır. o nimetlerin fark edilmesi, musibetlerle oluyor. o zaman canavar senin için birden koyuna dönüyor.

"İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan adam; "

aş. hangi felsefeci, insanları tatmin edecek, vahiy dışında bir şey getirmiştir? insanlara ne kazandırmıştır? nerede vahiy varsa huzur var, onun dıa yok. batıda dahi, biraz insanlar teselli buluyorsa, ahiretin varlığıyla buluyor. adam bir yerde cüzdanını kaybediyor, su istiyor, bütün kapılar yüzüne çarpıyor. yaşanmış b şey.

mk. verse de yine gıcık olabilir. ben bunu yaptım, o da bana bunu yaptı. yine ruh hastası olabiliyor.

"o vakıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd malûmat ile"

aş. çiçek çok güzeldir bu bir hüküm. bu sana ne kazandırır, ruhuna? güneş şöyle büyük bir kütledir. içinde 1 milyon dünyayı labilecek, içinde binlerce patlama olan bir kütle-i nariye. bu bilgi senin dünyana ne verir? bir gün patlarsa, helak edebilir. bu bilginin bana bir kemalatı yok. çiçek güzel, cümlesi aynı zamanda çiçek solar cümlesini içerir. ama iççek güzel yapılmış dediğin anda, bir sana o çiçeği kasten göndermiş demektir.

bu dünyada lezzetleri kafir de olsan terk etmek lazım. çünkü her bir lezzetin arkasında bir elem var. bağlanıyorsun. milyarder olan parasını kaybedince yaşayamıyor intihar ediyor. onu kaybetmenin ızdırapı ne kadar büyük.

sevgiliye bağlanıyorsun, her şeyini ona veriyorsun, sonra o gidiyor, hyatım bitti diyorsun. yoksa ebedi bir sevgili, bağlandığım her şey izdırap verecek. kafirin ruhu, pamuğun içinden dikenini çıkarılması gibidir. müminin ruhu, tereyağından kıl çeker gibi. hiç bağlanmamış. ötekisi bağlanmış.

15 yaşındaki bir çocuk bile, ben hiç kimseyi sevmiyorum diyor. ruhla ilgili hiçbir şeyi kabul etmiyor. çünkü bir şeyi seviyorum demek, ebediyen onu kaybedeceğdemek. annemle olan ilişkim, menfaat iilşşkisidir diyor. bunu diyebiliyor. bağlansa, ... avrupada insanlar çocuklara bile bağlanamıyor.

mk. abi, nice müslümanlar var, onlar dasevemiyor.

aş. bu bariz örnek olsun diye, yoksa bizde yok demiyorum.

mk. adam inanmış oluyor ama perdesini mi kaldıramamış oluyor.

amç. o feneri ısrarla kullanmak istiyordu. onun tam aydınlatmadığını gördüğü halde, hala onu deniyor.

aş. batı toplumunu çok iyi algılamak lazım. dünyevileşmek. en büyük zevkleri: diyelim ki, cinsellik. karısıyla tatmin olmuyor, başka insanlar arıyor. o da yetmiyor, eşcinselliği veya küçük çocukları arıyor. tatminsizlik var. o ızdırapı dindirmek için dünyevieylerle onu dindirmeye çalışıyor. gidici olannda ebedi elemsiz lezzet bulunamaz. elemsiz lezzet imandadır. çiçek güzel yapılmış bir hediyedir dediğin zaman ne oluyor? biri sana gönderd. sürekli göndeecek. k onu hep bekleriz. fakat çiçek güzeldir cümlesi, bana hiçbir şey söylemiyor. anlamsız bir şey olarak içime geliyor. bir gün patlarsa ne olack?

depremden sonra gözlemlemiştim. kadın karşıya geçecek, aayğın uzatıyor geri çekiyor. öyle bir korku hakim olmuş ki. adam demir kafes yaptırmış, gece uyuyamıyor, sabahleyin ancak biraz uyuyor.

hş. ömer seyfettinin bir hikayesi vardı diyet diye. hırsızlıkla suçlanmış, biri bunun suçunu ödüyor. sonra sürekli başına kakıyor. adam dayanamor elini kesiyor, al diyor diyetini. kafir de öyle aslınıda. bir şeye sahip oluyo, ama o her zaman gidecekmiş gibi. o yüzden sevgiyi atıyor. gaddar oluyor. irtibatı kesmeyeçalışıyor.

aş. muhtaç olmamak için. halbuki ben muhtacım demek kadar doğal ne var. firavunlaşıyor . allahın rahmeti oluk gibi akıyor, biz bigane kalır, kendimize güvenirsek, aynı acıyı bizler de yaşarız. bizi yaşadıklarımız imana sevketmek içindir.

mümineri karanlıktan aydınlığa çıkartır. mümin olursan. ama mümin olmazsan, o karanlıktayken iman etmezsen, her zaman karanlıkta kalacaksın.

hş. insanın fıtratında bir nur var. insanlar o sevginin tazyikine dayanamadığından, karanlığa gidiyor. müthiş bir tazyik var. çünkü cenabı hak verdiği şeye karşı senden bir bedel istiyor.

aş. yusuf ağbimiz güzel bir sofra verdi bize. çok güzel yedik. ama yusuf ağbiyi hiç hatırlamadık. yusuf ağabi bir daha o sofrayı sermeyecektir. bu cenabı hakkın sünnetullahı. eğer şükrederseniz artırırım nimetimi. eğer şükretmezseniz, eksiltirim. takdir görünce, nimeti çoğaltacaktır. bu kendi içinizdeki hislere bakın. çocuğunuz size teşekkür etse, daha çok vermek istiyorsunuz. cenabı hak kendi şenini bana böyle gösteriyor.

rm. biz çok benzememekle birlikte, sevgi hasleti, varlığın kendisine ait bir saplantı şeklinde. arabayı, eşyayı, kızı çok seversin falan. fakat batıdaki o algı, yetmemesi onun sebebi ne?

aş. yetmemesinin sebebi şu: kendi kalbi baki olan bir lezzeti istiyor. susayan bir insanı su dışında hiçbir şey tatmin etmez. işte kalp, orada baki lezzeti görmeyince...

rm. ama bu sevgi değildir.

aş. ehli dünyanınlezzetlere iptilası, gerçek sevgi değildir. bağımlılık haline gelmiştir. lezzetten ziyade, alışkanlığını bastırmak için yapıyorlar.

hş. her taraf o lambanın nuruyla doldu. aslında lambada bir nur var.

akılda da öyledir: yansıtıyorsun. fakat nurun bir kaynağı var.

aş. enaniyet o düğme gibi.. kendi ışığın değil. kendi ışığını söndürdüğün zaman.

hş. ışık kendinden olmaz, bir yerden gelir. bir şeyi yarım yamalak görünce, hayal başka şeylere benzetiyor. nur var ama, ufacık olmuş.

amç. sizin dediğiniz mesele, ene bahsinde, ene allaha mikyas edip onu anlamak anlamında. kendi küçüklüğünle kıyasen anlamak için.

"İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan adam; o vakıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd malûmat ile zaman-ı maziyi, bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem herbirisi, bir Hakîm-i Rahîm'in birer memur-u müsahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir.
(ayet) hükmüne mazhar eder. Eğer hidayet-i İlahiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, Kitabullah'ı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek."

aş. benim elimde olan bir şey değil. hidayetle o ışığı bulacağım. iman kalbe girse. benim tavrım, el fenerini atmak olacak. bununla ben kainatı aydınlatamam. o zaman hidayet kalbime geliyor.

ben bulacağım dememesi gerekiyor. Kitabullahtan kasıt ikidir: kainat kitabı ve gerekse kuran.

"O vakit birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlahî ile dolar. Âlem (ayet) âyetini okur. O vakit zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubudiyeti îfa eden ervah-ı sâfiye cemaatlarının vazife-i hayatlarını bitirmekle "Allahü Ekber" diyerek makamat-ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür."

aş. her bir devir veya asır, bir nebinin veya evliyanın verasetindedir diyor. her bir nebide bir isim ön plandadır. o asır o ismin en kemalde olduğu devirdir. hz. isa hayy ismi, hz. musa kadir isminin zirvede olduğu dönemler. muhammed asm. bu makamlara girerken, her makamda bir perde açılıyor. bütün esmalarda zirveye çıkıyor. çünkü onun nuru, bir yandan geçmişte kökleri, dalları gelecekte olan bir ağaç gibidir. mazi bize medrese hükmünde geçiyor. her asırda bir peygamber bir ders veriyor.

" Sol tarafına bakar ki; dağlar-misal bazı inkılabat-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında Cennet'in bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmaniyeyi o nur-u iman ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, taun gibi hâdiseleri, birer müsahhar memur bilir. "

aş. her olayın arkasında bekaya açılan bir kapı görür. mesela bir çiçeğin arkasında kendisinin sonsuza açılan duyguları görür. allah varlığının en üzel delili kendi içindeki sonsuzluk hissidir. bir beyaz elbise alsan, küçük bir siyah nokta olsa, almazsın. insan her zaman en güzelini almak ister.

bu dünyada sonsuzluğu görebildin mi? yok. görmediğimiz bir şeyi nasıl isteyebiliyoruz? eşyayla olan ilişkim, sonsuza olan isteğimi ortaya çıkarıyor. bu beni tatmin etmiyorsa, benim kalbime bu isteği veren, biri var ki, kendisini aratmak için burada bu numuneleri gösteriyor diye anlıyorum. çünkü kalbim bu sönen şeylere razı değil. vermek istemeseydi, istemek vermezdi.

kalbimde lezzetin devamlılığının isteme hissi var. iman öyle bir duyguyla baktırıyor ki, bütün bu duygularını tatmin edecek bir rahman vardrdiyor. istikbal senin için o zaman bir buluşma olur. bir tren var, süper lüks, adamlar idama götürülüyor. arka tarafta çok kötü bir ahırda insanlar var, bunlar da hz. isayı görmeye gidiyor. hangisi daha mutludur?

"Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sureten haşin, manen çok latif hikmetlere medar görüyor. Hattâ mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile tatbik et..."

6 Şubat 2009 Cuma

30. Lema 5. Nukte 3. Remiz

" Üçüncü Remiz: Yirmidokuzuncu hassasında denilmiştir ki; kâinatın neticesi hayat olduğu gibi; hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gaiyesi ve maksud neticesidir."

aş. hayatın neticesi nedir? ağacın tümü meyveye hizmet ediyor. fakat meyvenin de bir amacı var. kainat ağacına hayat meyvesi takılmasının a bir ammacı var. zişuurlar onu yesin ve karşılığında şükretsin. onun amcı da o. hayat sahipleri, kainat ağacındaki tüm nimetleri fark edip cenabı hakka o nimetler için şükürle ibadet etsin diye bu kainat yaratılmış.

kainatın yaratılış sebebi ve yaratılış gayesi ve maksududur, hayat. mesela mert gitti, ev çok güzel donatılmış. bu hazırlanışın sebebi nedir? bir muhabbetin ifadesidir. onu göstermek istiyor, karşılığında bir memnuniet bir güzel teşekkür bekleniyor. asıl maksat onu memnun etmektir. o sevgisine mukabil, ne istiyor? sevgi ile mukabele görmek istiyor. kainatı yaratan da kainattakendi güzelliklerini sergiliyor ve özellikle zişuur olan mahlukatına kendini tanıttırıyor. onun karşılığında tanımak ve mmuuhabbetle karşılık görmek istiyor.

"Evet bu kâinatın Sâni'-i Hayy-ı Kayyum'u "

aş. hayatı verip onu kaim eden sanii. yani ona devamlılık veren zat. bir nimeti vermek yeterli değil, onun devamını da sağlamak gerekiyor. hayy-ı kayyum bu anlamı karşılıyor. her sanatlı olan şey, hem yoktan gelmiş, hem varlık aleminde hayat bulmuş, hem de o hayatı sürdürebilmekte. bu özelliğiyle hayyı kayyuma işaret ediyor.

"bu kadar hadsiz enva'-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür ve sevdirmesine mukabil sevmelerini ve kıymetdar san'atlarına mukabil medh ü sena etmelerini ve evamir-i Rabbaniyesine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele edilmelerini ister."

aş. dört şey istiyor. hadsiz nimetlere karşı teşekkür istiyor. bu zaten fıtri bir durum, insan için. bir arkadaşınız size bir şey ikram etse, zaten içinizden teşekkür etmek gelir. fıtrata konan bu duyguyu izhar etmek.

ikincisi, sevdirmesine mukabil sevmelerini istiyor.

" ve kıymetdar san'atlarına mukabil medh ü sena etmelerini"

geldi diyelim burada yusuf, çok güzel bir sanat eseri üretti. bunun karşılğında, o sanatın inceliklerinin görülmesini ister. onların fark edilmesi içinkomuştu. çiçekleri öyle bir dizayn etmiş ki, içerlerinde bir sürü manalar var. karşısındaki muhatabın da bunları görmesini ister.

burada övülmek doğru değil, diye konuşuyoruzz, ama o farklı. biz sahip olmadığımzdan dolayı, medih istememiz yanlış. fakat o eserin görülmemesi için değil. allahın biri hsanı olak bilip, o kemalin sahibinin şükretmesi doğru olan.

"ve evamir-i Rabbaniyesine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele edilmelerini ister"

terbiye edicilik emirlerine karşı.
siz mesela bilgisayarı biliyorsunuz. karşıdaki kişi öğrenmek istiyor. sizin öğrettiklerinizi uygulaması gerekir. uygulamazsa, öğenmez. tatbik edersen, sana yarar.

zk. terbiye olmayı istemek lazım.

aş. tabi onu isteyen de emirlere itaat eder.

"İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün enva'-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, "

aş. cenab-ı hak, kendi yarattığının muhatabı olan... çok ilginçtir, bir sanatçı tablo yaparken, hem sanatını tablo üzerinde yansıtır, hem de öyle bir sanatkardır ki, o sanatlarla insanları terbiye eder, hem de o sanatları insanlara öğretir. hem sanatı icra ediyor, hem de sanatın muhataplarını terbiye ediyor. muhatapları da sanatı anlayabileceek mahiyete çıkarıyor.

cenabı hakkın rububiyeti de iki veçheli. hem kainatı terbiye etmiş, hem de onun la insanı terbiye ederek, tüm kainatı anlayabilecek kabiliyette insanı yetiştirerek, başka bir isanat daha yapıyor. cenabı hakkın zişuurla muhatabiyeti bu şekildedir.

kainatın en ehemmiyetli gayesi bu. dolayısıyla, yaratıcının muhatabı olacak, zişuurları terbiye etmek, onları tekamül ettirmek, yaratıcının kendinde olan özellikleri onlar vasıtasyle ilan etmek, hem bizzat görür, hem de aynalar vasıtasıyla kendi kemal ve cemalini görmek ve göstermek ister.

" bütün enva'-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevkediyor. "

aş. zekeriya, ibrahime bilgisayarı öğretiyor. ibrahim de hep teşekkür ediyor. o zaman zekeriya daha fazla öğretmek isteyecektir. sürekli bir kemale gidiş olacaktır.

"Ve ibadet Cenab-ı Hakk'a mahsus ve şükür ona lâyık ve hamd ona hastır diye çok tekrar ile beyan ediyor. "

bütün kemaller ona ait, biz onlara bağlı olarak, kendi kemalimizi ortaya koyuyoruz.

"Ve ibadet Cenab-ı Hakk'a mahsus ve şükür ona lâyık ve hamd ona hastır diye çok tekrar ile beyan ediyor. Demek bu şükür ve ibadet doğrudan doğruya Mâlik-i Hakikîsine gitmek lâzım olduğunu ifade için, hayatı bütün şuunatıyla perdesiz kabza-i tasarrufunda tutmasına delalet eden"

aş. hayatı tamamıyla esbabsız yaratmasının sebebi, bütün teşekkürler hayatla geliyordu. mesela, oğuzun elinde çok güzel bir çiçek dizaynı var. elinde tutuyor ve onu uzatmış. karşıdaki muhataba bakacağız. muhatap taş olabilir mi? duymayan, işitmeyen. olamaz. peki nasıl biri olması gerekiyor? hayvan olabilir mi? hayvan, tadını anlar, ama şekilerin güzelliğini anlayamaz. veya kaba bir adam olabilir mi, olamaz. oradaki tüm güzellikleri fark edebilecek özelliklere sahip bir insan olmalı. en başta taş dedik, sonra hayat sahibi bir varlık diyoruz. sonra şuur sahibi biri diyoruz. ilginçtir, hayat denen şeyin de esbabı yok. dolayısıyla o güzelliklerin sahibi, fark eden açısından da önemli değil, fark edeni de fark ettiriyor. hem güzellikleri yaratıyor, hem de onlar vasıtasıyla muhatabını terbiye ediyordu. bunu nereden anlıyoruz? hayatın sebebsiz olmasından anlıyoruz. hayatın latifleşmesiyle bütün güzellikler fark ediliyor. o halde hayat kiminse, güzelliklerin sahibi de odur. insanlara veremeyiz, çünkü insanlar hayatı ortaya koymak noktasında hiçbir iktidarı yok. dolayısyla hayatı verendir, hayatın güzelliklerinin kaynağı. dolayısıyla şükürler ancak ona yapılmalıdır. burada tevhidi vurguluyor.

hayatın sahibi kimse, güzelliklerin sahibi de odur.

ys. birisine yardımından dolayı teşekkür ettiğimizde, yine allahın ona ikramından dolayı teşekkür ediyoruz.

aş. allah razı olsun diyoruz. allahın rahmetini bana ulaştırdığı için hem ona teşekkür ediyorsun, hem de hakiki hayrın allahtan geldiğini beyan ediyorsun.

"(ayet)
gibi âyetler; pek sarih bir surette vasıtaları nefyedip, doğrudan doğruya hayatı Hayy-ı Kayyum'un dest-i kudretine münhasıran veriyor. Evet minnetdarlık ve teşekkürü davet eden ve muhabbet ve sena hissini tahrik eden, hayattan sonra rızk ve şifa ve yağmur gibi vesile-i şükran şeyler dahi doğrudan doğruya Zât-ı Rezzak-ı Şâfî'ye ait olduğunu; esbab ve vesait bir perde olduğunu"

aş. biz hasta olduğumuzda ilaç alıyruz. fakat eğer ilacın gerçekten şifa verme gücü olsaydı, o zaman her aldığımızda şifa verirdi.

ne zaman neye ihtiyacımız olduğunu bilemiyoruz. o sadece bir taleptir.

oğ. okuldayken, çok fazla gıda dersi aldık. hijyen ve sanitasyon çok önemli olduğunu söylerlerdi.

aş. koşullara bağlı olarak fiziksel olaylar farklı şekilde gerçekleşiyor. o zaman o olayların kendine ait bir kudreti yok.

mk. bir yerde bir tahterevalli var. bunu çözmezsek, zorlanırız. bir insan bir ilacı alıyor ve şifa buluyorsa. bu ilaçtan mıdır, ilacı yaratandan mıdır? tabi ki, bu ilacı gönderendendir, ve bu ilaçta tesir-i hakikiyi gönderendendir şifa. fakat biz insanlar zaman zaman, gaflete dalmamamız için, aynı ilacı, ayni bünyedeki bir başka insana tesiri olmamasını sağlıyor. bu bize tesir-i hakikinin ilaçtan olmadığını anlamamız için, ikinci bir pencere açıyor.

aş. rızık, şifa ve yağmurun sebebsiz olduğunu söylüyor. diyelim ki, bir kişi bu ilacı içiyor, ama şifa bulamıyor. eğer şifanın kaynağı bu olsa, her seferinde şifa alırdı.

oğ. yağmur niye sebepsiz deniyor?

aş. yağmurun ne zaman geleceğini bilememen. istediğin zaman yağmuru bilemiyorsun.

rızık konusunda, kimin geleceğinin ne olacağını bilemezsin. bunu belirleyemezsin.

""Rızk, şifa ve yağmur, münhasıran Zât-ı Hayy-ı Kayyum'un kudretine hastır." "

aş. bazı nimetler, ülfetten anlaşılmıyor. mesela güneşin batışı ve doğuşunu olağan görüyoruz. fakat yağmur, susuzluktan dolayı, çok önemli ve kritik. her an bunu hissedebiliyoruz. burada şükranı başkalarına verme ihtimali kalmıyor. rızık noktasında da öyle.

"Perdesiz, ondan geldiğini ifade için kaide-i nahviyece alâmet-i hasr ve tahsis olan ­(ayet) ifade etmiştir. İlâçlara hâsiyetleri veren ve tesiri halkeden ancak o Şâfî-i Hakikî'dir."

aş. ondan başkası olamaz manasında ayet tahsis yapıyor. başkası olabilir mi diye meydan da okuyor.

ona hasiyeti vermekle kalmıyor, tesiri de veren o.

ma. şifa özelliği hapta olsaydı, hem bir imtihan sırrı kalkardı, hem de cenabı hakkın terbiyesi iptal edilmiş olurdu. sanki sen iyileştikçe, o hastalığı sana verecekmiş gibi olması gerekirdi.

---
28. Lema 27. Nükte

"Meali: (Haşiye) "Nefis daima kötü şeylere sevkeder." âyetinin, hem de «t²[«A²X«%ö«w²[«"ö]¬BÅ7!ö«t­,²S«9ö«¾±¬:­G«2ö›«G²2«!ömana-yı şerifi: "Senin en zararlı düşmanın nefsindir." hadîsinin bir nüktesidir.
Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimî sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ü tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre ­y<«x«;ö­y«Z´7¬!ö«H«FÅ#!ö¬w«8ö âyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise, aks-ül amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır. Akibeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup, yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar."

aş. yolunu şaşırmış his. hihssi besleyip azdırdığın zaman , yolunu şaşırıyor, dengesini kaybediyor. hissiyatın ve günahların istibdadı hakim oluyor.

"Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Âdeta ders aldığı Amme Cüz'ünü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi, elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder. (ayet)"

oğ. kendi nefsini sevmek, insanı öyle bir zarara sokuyor ki. bir, kendini seven başkalarını sevemez. başkasını sevmek, insanı huzurla doldruru. o lezzetten mahrum kalıyorsun. iki, başkaları seni sevmiyor, tersine nefretlerini celbediyorsun.

yk. aslında kendi yaratılmışlığını kabul etse... kıyasa girecek ya, aslında yaratılmışlıkla sorunu var. ondan dolayı diğer yaratılmışı sevemiyor. çünkü yaratılmışlar arasında bir üstünlük olamaz.

mk. kendini beğenen başkasını beğenemez. bu nedemek? veya, buz parçası olan enaniyeti havuzda eritmek. nasıl havuzda eritilir? havuz nedir? bunlrı kendi dünyamızda bulaştırmamız lazım. nefsini tezkiye etmek ne demektir? bunlar çok önemli noktalar. kendi bildiğinin haricinde hiçbir alternatif düşünceye eşit muamele yapamayan kimsedir.

hş. o kadar basit olmaması lazım. o bir kısmı.