29 Mayıs 2009 Cuma

13. Lema 3. İşaret

" ÜÇÜNCÜ İŞARET: Sual: Kur'an-ı Hakîm'de ehl-i dalalete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zahirine göre adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz'î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdid ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"

aş. kuranda hiç tesiri olmayan bir kafire karşı çok şiddetli tehditler savruluyor. sanki karşısında çok büyük bir düşman varmış gibi. bir nevi ona çok büyük makam veriliyormuş gibi. buna ne gerek var tarzında soru soruyor.

" ELCEVAB: Onun sırr ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar. Nasılki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve ibtaline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikayetler edip dehşetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o hareketin müdhiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zâtına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar. Öyle de: Sultan-ı Ezel ve Ebed dahi, Küre-i Arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalalet olan hizb-üş şeytanın zahiren cüz'î hatiatlarıyla ve isyanlarıyla pek çok mahlukatın hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatın vezaif-i âliyelerinin neticelerinin ibtal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm şikayet ve dehşetli tehdidat ve tahribatlarına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gayet münasib ve muvafıktır. Ve mutabık-ı mukteza-yı haldir ki; belâgatın tarifidir ve esasıdır ve israf-ı kelâm olan mübalağadan münezzehtir. Malûmdur ki; böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kal'aya iltica etmeyen, çok perişan olur.
İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavî kal'a: Kur'andır. İçine gir, kurtul."

aş. gerçekten fiil küçük gibi gözüküyor da, bir örnek geldi aklıma. hastanedesiniz. yüzlerce hasta var. her birisi bir cereyana bağlanmış. cereyan kesildiği anda ölebilecek hastalar olsun. onların başında duran adama diyorsunuz ki, sakın cereyan sönmesin, söndüğü anda şuraya bas. yaptığı fiil çok basit. fakat yanlış yaparsa, yüzlerce insanın ölümüne sebep oluyor. o yüzden çok dehşetli bir şekilde ikaz ediyorsun: "sakın unutmayasın, düğmeyi ihmal etme". bu yerinde olur.

vücudumuz da aynı şekilde. bütün azalar ,, sistemli bir şekilde görevlerini yapıyor. sen bir damarı kesmekle, bütün o milyonlarca mahlukatın görevlerini bir anda alıkoymuş oluyorsun. bir yanda milyonlarca küçük hücreler ve sistemler var. harika bir şey. hepsi ubudiyet ediyor. kendi yaratıcılarını anıyorlar. sen oradan bir tane damarı kesmekle, hayatını koparmış, hepsinin vazffiesiin yok etmiş oluyorsun.

aynı şekilde tüm kainat allahın güzel isimlerine şehadet ediyorlar. imansızlık da o can damarını kesmek gibi, aleme baktığında bütün mevcudatı manen öldürmüş oluyorsun. küçük bir tavır, ama neticesi çok dehşetli. o yüzden çok şiddetli ikazda ve tehditatta bulunuyor. basit gelir, bir ağacı kesmek. küçücük bir fiil. ama aslında o ağacın binlerce yaprağı var. her bir dal, yaprak zikrediyor. her bir mevsimde ayrı şekillerde zikrediyor. senelerce ondaki melekler zikrediyorlar. aynı zamanda, kuşu hayvanı hepsi o ağaç vesilesiyle zikir yapıyorlar. sen o ağacı kesmekle, milyarlarca görev yapan mahlukatın görevini azlediyorsun.

rz. bir de enfusi daireden baksak, aklıma şöyle bir şey geldi. bir anne, yavrusuna bakarken, o bize allahtan bilmekle, bizi allaha tanıttırır. biz şükretmezsek, o duyguyu öldürüyoruz. allah namına işledikçe, nurlandırıyoruz, aksi taktirde kütükleştiriyoruz. her mahluka karşı bir cihazımız varken, onları o şekilde kesmekle, onlara karşı olan cihazatımızı da katletmiş oluyoruz. o yüzden sadece kainatı manen öldürmüş olmuyoruz, kendi içimizdeki latifeleri de öldürmüş oluyoruz.

aş. zaten insan kendi alemini katletmiş oluyor.

hş. soruyu, sorarken acaba üstad bu bağlamda mı cevap verecek. çünkü kuran insanlara indirilmiş. insanlar kuranı anlıyorlar. şimdi insanın bu dünyadaki ufak tefek hareketleri sonsuz bir hayatı belli ediyor. ufak bir zaman zarfında yaptığımız eylemler, sonsuz bir hayatı etkiliyor. kuran da bu insanlara sürekli ikaz ede ede, sen bunu yaparsan sonsuz bir hayatı kaybedeceksin, bunun değeri çok büyüktür diye ikaz ediyor diyecek diye düşümüştüm. ama üstad diğer mahluklar açısından da olayı anlattı. tohum olarak da düşünsen,

aş. o tohumun içinde, ağaç olabilecek kapasite. var. çünkü o ağaç, binler tohum verebilir. o ağaç vasıtasıyla, meydana gelebilecek. o tohumu toprağa atmadığın anda, gelebilecek olan bütün o nimetleri öldürmüş oluyorsun. o tohumun bekası, toprağa atmakla ortaya çıkar. aksi taktirde istidadı ortaya çıkmayacaktır. içindeki beka meyvesi ortaya çıkmayacaktır. yedin attın. küfür de böyle, o mevcudatla beka arısını kesen bir mahiyeti var küfrün. dünyevi fani geçici bir hayata mahkum ediyor. ebede açılan istidatlarını köreltmiş oluyor. sankı böyle yapma demekle, çok belagatlı bir ifade oluyo, çünkü kaybedeceği çok büyük bir hayat.

hş. kendi açımdan bakıyorum. kurana muhatap olan benim. kuranda bu tip şeylerin sürekli tekrarlanması, benim açımdan, çok hikmetli ve şefkatli. beni sürekli uyarıyor. çünkü ben yaşasak, 60-70-80 sene yaşayacağız. ama bu ömürde, sonsuz bir hayatın karşılığını alıyorum. burada beni sürekli ikaz etmesi kadar belagatlı, hikmetli bir şey olamaz. bütün insanlar açısından da böyle bir şey. başka nedir ki, bizim beklediğimiz?

aş. elimizde çok değerli bir şey olsa, elmas gibi, onu plastik gibi bir yerde satsak. sonradan anlasak. biri de biliyor, elimde elmas olduğunu. adama çok kızarız, neden bana söylemedin diye.

hş. sonsuz değerinde bir an. şu anda o anı, tohum gibi işlesek atsak, ahirette müthiş bir ağaç olacak. o yüzden her anımızı değerlendirmemiz için sürekli ikaz ediyor. hatta örnekler veriyor. musa as. vs. hep bizim için. bak bunları yapmayanlar böyle oldu. bunları yapanlar ise böyle oldu. sürekli bizden örnekler de veriyor. bu anlamda da bizi çok ikaz ediyor.

aş. küçük gibi görüyoruz, ama çok büyük neticelere sebep olabiliyor.

dünya açısından da baksak, diyelim ki, bir cana kıydın. sen o canı var etmek için, elinden gelen bir şey yok. küçük bir hadise gibi geliyor, ama o can bütün aleme bedel bir can. basit bir fiil.

eğer allah olmasa, bu yaptığım fiilin mahiyeti hiç de küçük değil. bir şeyi yok ettim. bir sonsuzluğu bitirmek manasında.

ama o benim yanlışımı dahi, kim telafi edecek? ben telafi edemem. küçük fiil gibi gözüküyor. peki bu içerisinde sonsuz varlığı yok etme potansiyeli taşıyan amelimin telafisi nerede?

yapılan küçük bir fiil bile çok büyük bir tesire sebep olabiliyor. fizikçiler, kelebek etkisi diyorlar. küçük bir kelebeğin kanat çırpması, bir hafta sonra, japonyada bir fırtınaya sebep olabiliyor.

bir elektrik akımının bir santimini kestin.

yk. uzayda da çok küçük bir sapma bile, üssel olarak büyüyor.

aş. 10 üzeri -43'lük bir saniyelik bir hata tüm kainatın yok olmasına sebep olabilecek bir şeymiş, kainatın başlangıcında.

yk. sen hiçbir insanı var etmede hiçbir şeyin yok.

aş. inansız bir insan olsam, küçük bir fiilin bile ne kadar dehşetli bir olaya sebep olabildiğini düşünüyor insan. o yüzden hiçbir şey yapmamamız gerekirdi eğer öyle olsa. o yüzden, cenabı hak sana istiğfar etme hakkı veriyor. sanki canı tekrar telafi ediyormuş gibi.

zk. kafir küfür içindeyken, menfi bir hareket yaparken aslında kainatta hiçbir tesiri yok. sadece kendi aleminde onu yoğaltıyor.

mk. burası nazik bir konu. arkadaşlar ne anlıyor. hem bir püf noktayı ifade ediyor. hem de buna karşı tedbirli olmanın önemli olduğunu, söylüyor. hayatımızın her an içinde olan bir konu.

buraya geliyorsunuz. vakit veriyorsunuz. kimse kimseyi zorlayarak gelmediği için, bir emek sarfediyor, buraya gelen arkadaşlar. ama gelmişken de fikirlerimizi söyleyebilelim. katılalım. burada insan olduğumuzu herkesin hissetmesini istiyorum. bir de gelmişken, hepimiz bir yerinden tutalım. gelişimizin bereketi artsın. hepiniz sevdiklerini bırakarak, buraya geldiğinize göre, herkes bizim için değerlidir. burada paylaşım için geldiklerinden, vakitlerini ayırdıkları için, benim için saygı değer insanlardır. üçüncü bir husus, arkadaşlar, böyle bir atmosferi istedikleri ve istifade ettikleri için, geldiklerini hissediyoruz. bu da bize bir hukuk arzediyor. mesela en benim değerli, paylaştığım arkadaşlıklarımdan, bilhassa mertliklerinden örnek aldığım iki örnek var: birisi ahmet, birisi de yusuf.

sadet bu, bu dersi yapacaksak, bu işi muhabbetle yapacağız. artı herkes kendini bu değerde hissedecek ki, katılabilecek, fikrinin beyan edebilecek. buraya kadar gelen arkadaşların bazı kanaatleri de olur. kimisi 1 cümle söyleer, diğeri 10 cümle söyler. bizim için hepimiz değerliyiz.

bu hafta senin çok ciddi derslerinden sonra, ben bugün makara yapacağım. geçen hafta hakkı çok ilginç bir şey söyledi. beni dua halkanıza yazıyor musunuz, dedi. ben birden, bu dua istemesinden çok hoşnut oldum, ama bu arada da ben hakikaten dua halkası, diye biz kimiz ki, dua etmemiz mi lazım, diye kendi içimde bir boşluk hissettim. zaman zaman derste konuşuyoruz, ama gerçekten bir dua halkamız var mı? bu sohbette bulunmakla, ayrı bir değer oluşturuyor muyuz? bu değerler birer çarpan oluşturabilir mi? yoksa buraya gelip gidecek miyiz?

sonradan da, biz de şunu söyledik: biz neyiz, cemiyet miyiz, teşkilat mıyız, yoksa bu cemaatimizi, dua halkasını neyle oluşturacağız? zaten fiziki olarak oluşturuyoruz. allah için, kuran nurunu kendi dünyamıza aktarmak için gayret ediyoruz.

ben türkiyede biraz şeyle karıştırıldığını düşünüyorum: genellikle, cemaatle, cemiyetçilik karıştırıldığını fark ettim. cemaat için, bir şeyi paylaşmak, aynı amaç için bir halkada bulunmak, yeterli. bir kişiden fazlası yeterli. bunun için özel kurumlar kurmak, statüler oluşturmak, gerekmez.

risalelerde geçen en önemli konulardan biri de, insanların manevi dayanışma ile, birbirlerine dua ederek, ahir zamanda günahların çok olduğu bir dönemde, bir bonus hesabı gibi, seavpalrının birrbirlerine çarparak, manevi bir çarpan oluşturmak. biz zaten böyle bir havayı yaşıyoruz, bu dualarımızla da, hem kendi dünyamızda kaleye sığınalım. gerçekten bir çatışma var manevi alemde. buna karşı cemaat olmaya ve birbirimizin duasına ihtiyacımız var. bu noktadan katılımın ne önemi var?

katılımın diyelim, bahar mevsiminde bahçeye çıktık. çok çeşitli çiçekler vardır. kimisi gül getirir, kimisi papatya getirir. herkes, kendi dünyasında bahar mevsiminden yakaladığı bir şeyi getirip sunarsa, hepimiz istifade etmiş oluruz. gül, karafnil getirdi diye keyfiyet olarak bir şey fark etmez. hepimizin paylaşmasına izin verir bu. bu yüzden, dua halkasının çok önemli olduğunu. başka cemaatlerden de allah razı olsun. onların da çok kalabalık ve ihlaslı olduklarına inanıyorum. ibz de böyle bir halka oluşturuyoruz. bu noktadan arkadaşların kanaat bildirmesi çok önemli.

iki noktayı da arzetmek istiyorum. geçen hafta abdürreşitle bir meseleyi konuştuk.

sait nursi diyor ki, risaleleri gazete gibi okumayın. gazete gibi okumadak ne demek? can sıkıntısını gidermek için, hızlı hızlı, bakarak okumak. ben şöyle düşündüm: bir ankaradan okursun, bir rusyadan bakarsın. birbiriyle bağlantılı olmayan, derinliğine inmeyen üstünkörü bir yaklaşımla okumaktır yani. risalei nur ise, bir konuyu, enine boyuna, baktığı perspektif açısından basamakları koyarak, sonunda kapıya kadar, dikkatli okuyunuz, ve fikir teattisi yapınız derler. benim bir tecrübem var. risalei nuru okuyoruz, anlayamıyoruz diyorlar. aslında insanların şunu kastettiklerini anladım bu sözle: fikirler var, ana konular var. bir de bunların açıklamalır ve sonuca götürmeleri var. yani bir olayı, giriş, gelişme ve sonuç bölümleri var.

burayı okuduğumuzda da soruyu açık soruyor. kademe kademe ilerilyor. bir düşünce silsilesini takip ederek riaslei nuru okuyun diyor. bu noktada der ki, müsademe-i efkar yapmak, yani bir fikir silsilesini geliştirerek ve takip ederek okuyun diyor. o fikir silsilesine çoğumuz alışmadığımız için, böyle bir eğitimden geçmediğimiz için, risalenin ilk cümlesiyle, son cümlesinin arasındaki bağlantıyı kuramadığımız zaman, konular bize ağır ve irtibatsız gelmiyor.

bağlantılandıramadığımız için de, risalei nur ağır ve anlaşılmaz geliyor.

bunu bir günde anlamamız olmayabilir. aynı konuyu, takip ettikçe, kavramlar oturmaya başlıyor. o zaman ister istemez, riaslei nurun getirdiği perspektifle, tüm kainatı anlamak çok kolay olmaya başlıyor. ama bunlar oturmadan, bunları değerlendirmek çok zor oluyor. burada yaptığımız iş, birbirimizin desteğini almak vvar. aynı zamanda konuyu takip edip, baştans sona bütünleştirmeye ihtiyacımız var.

zk. bir de insanlara konular yabancı geliyor. imandan bahsedince, okuyunca, neden bahsediyor diyor. eski medrese eğitiminden farklı. iman deyince, insanın hayatına uygulamasyıla anlatıyor.

rz. aslında bir de şöyle bir şey var: aklın zahirine göre... ne kadar insan var. 6 milyar. o kadar da kainat var. burada ilk başta diyor ki, "aklın zahirine göre". bizim bir aklımız var ve ona göre hareket etmeyi seviyoruz. ama kainat tekse, bunu en iyi kim anlatır? en iyi yaşayan peygamberimizdir, en iyi nanlatan da kuarnı kerimdir. o yüzden, kendi aklını bırak bir noktada, veya zahiri nazarı bırak, kuranı kerime gel. çünkü sen kendi aklını öncellemişsin.

niye hukuk diye özellikle vurguluyor? tüm alemin senden istediği nedir? tüm alem, ham edtmiştir, resulullah da onların tümünün yerine, şükürlerini görüp, allaha sunmuştur. semavi neticeleri hasıl olmuştur.

aş. ben mesela bir yanlış yaptım, bu yanlışı nasıl düzelteceğim. herkes kendi kafasına göre, bir düzeltme çabasına girse, alem kaosa girer. herkese göre her şey doğru olabilir. hangi akla göre hareket edeceğiz. ben bir canlıyı öldürdüm. bunu nasıl telafi edeceğim. insan kendi aklıyla bozduğunu düzeltmeye gücü yok. ozonu deldik. nasıl düzelteceksin.

insan ilahsız bir aleme baktığı zaman, yaptığı cinayetlerin haddi hesabı yok. ne yaptığını da bilmiyor çünkü. sistemin işleyişini bilmiyorsun. ancak bütün sistemi bilen birine itimad etmekten başka bir çaren yok. gerçekten ben düzelteyim, derse, ne yapacaksın.

yy. fabrikaya giriyorsun. bir sürü vanalar var. insan korkuyor dokunmaya. dokunsam, bozarız diye düşünüyor.

aş. ancak orayı çok iyi bilen birine, söyleyeceksin.

yy. elektrikler gitti, herkes kafasına göre, düzeltmeye çalışsa, ne olacak. adam yazmış, "allah bize akıl verdi, din değil."

mk. doğru söylüyorsunuz ama, kaldığım noktadan bir misal vereceğim. herkesin bir fotoğraf makinesi var. herkes zahirde fotoğraf çekiyor. ben merak ediyorum. herkes her yerde fotoğraf çekiyor. affan ağbi de iki daire tutmuş fotoğraf çekiyor. bir sürü karartmış oraları. demirler koymuş. idam demirleri gibi. ne işe yarar diyorum. bir de mektebini okumuş. ulan herkes çekiyor, fotoğraf makinesiyle. bu ne yapıyor? bir gün gittim baktım, bir şeyler yapıyor. biraz baktım. sesler çıkıyor. deklanşöre basıyormuş. sonra bir oraya geçiyor, bir buraya geliyor. ışığı kaldırıyor, bir altına geçiyor. neredeyse, işkence çektirecek çektiği şeylere. herkesin yaptığı şeyi bu ne yapıyor? diyor "ali aşağı kaldır, yukarı kaldır" sonra bakıyor bakıyor. bakması da yetmiyor. işin içinden çıkamıyor mu. düşünmeye başlıyor. çay içiyor. sonra tekrar şıkırt. tekrar bir şey oluyor.

risale okurken de gazete okur gibi anlayacağımızı zannediyorsak, biraz yanılırız gibi geliyor bana.

bu kardeşim diyor, herkes kuran çözecek, diyor. ama kimi kafasını kırıyor, kimisi atom bombası atıyor. peki sait nursi ne yapıyor?

risale çok değerli. ve de çok basit aslında. ama dikkat ve takip gerektiriyor. eğer bunları verirsek, verimliliği artar. hem korkacak bir şey yok, hem de ciddiyet gerektiğini de hissetmemiz gerekiyor.

son bir numara daha söyleyeceğim. biz çerçeveci eleman alırken şuna dikkat ederiz: abi ne yapacağım ben? hemen keseriz, adam izler. adam da yapar. biz de olmuş deriz. akşamleyin, adam eve giderken, kendisini usta gibi hisseder. bu duyguyu yaşamazsa, o enerjiyi üstüste koyup takip edemez. ama ertesi gün kesmenin başka bir yolu vardır. her malzemenin yolu farklıdır. her geçen gün yeni bir şey öğrenir adam. biz de burada öğrenme zenginliğini takip edersek, ilerleriz. eğer edemezsek, konu takibi yerine isim takibine başlarız. sonra uzun vadedeki ilişklerde problemler çıkmaya başlar.

burası risaledeki birkaç kavramın oturmasını gerektiriyor. ehli dalalet ne demektir? kuran demiş ki, bunlara asla hayat tanımayın. ama ehli dalaletten ne anlıyoruz? bu oturmadığı müddetçe anlayamayız.

konunu anafikrini şöyle söyleyeyim: ehli dalalet demek, kurana yaratıcısız bakan, her şeyi ipsiz sapsız gören, her şeyi kendi menfaatin göre gören, nered duracağı belli olmayanbomba demek ehli dalalet. bugün çok iyi görürsün. yarın öyle bir kötü olur ki, bütün kainatı yok edecek noktaya gelir.

yani hiçbir şeyi tanımayan. sınırları olmayan. iman ne demek? ehli dalaletin zıttı. bütün kainatın bir sahibi var, bunun da bir öğreticisi var. her şeyin bir sınırı ve yeri yurdu var. işte sınır tanımayan bir anarşist gibidir ehli dalalet. o yüzden, onlara aman dikkat edin, kendinizi koruyun diyor. halbuki, kendini bile yok edecek canlı bombadan neden korunalım, diyoruz. ama hayır, o kendine zarar vermekle kalmıyor, bütün akinata zarar verebilir.

bir ressam aradaşım var, çok sıcak. cehennem sıcağı gibi, nasıl çalışılır ya, dedi. başladı şimdi. ben dedim, arkadaş, sus, zehirini kendine at, bana akıtma. ben sıcağı düşünmüyorum. beni bekleyen arkadaşlarım var. onları göreceğim. ben bunları düşünüyorum. o adam ne görüyor. o dakikada, şevki manevimi başlarken ki bütün enerjimi kırıyor.

halbuki adam diyor ki, kuran gibi mübarek bir kitap yasaklayıcı olur mu. hep tatlı dilli olması lazım, cehennem buraya yakışır mı? evet yakışır arkadaş. hayatın her zaman, artı ve eksi kutupları vardır. kuran burada bize örnektir.

hacı olmak için iki şart var: birisi, kabeyi tavaf etmek. diğeri de şeytan taşlamak. hayatın iki yönü var. başka şeyler de var. ama taş atmak da ibadet. avrupa kitaplarında, buna diyorlar ki, sınırlarınızı korumak. başkasına zararlı yerleri bilmek. kuran zararlı ve faydalı sınırları en iyi bilen kitaplardan bir tanesi.

oğ. burayı okurken, kuranın tahşidatı, kafirler için, biz müminiz elhamdülillah, buna benzer bizim için de taşıyor mu? mümin insan, allahın varlığını ve birliğini tasdik ediyoruz da, bütün mahlukatın da allahın işini yapması, yaptıkları vazifeleri göremiyorsak, acaba kuranı kerim bizi de tehdit ediyor mu?

aş. muhammed ağbinin verdiği güzel bir örnek. nasıl ben dışarıdan gelen, şeytana karşı, benim dünyamı karartma diyorsam. benim içimde de bir nefis var. o da dünyayı karartmaya çalışıyor. yaratıcıya karşı sırt çevirmek suretiyle, hayatımı karartabilir. tüm duygularımı örtbas edebilir. dolayısıyla o tehdit içimdeki nefsime de muhatap alıyor.

başına bir olay geldi, hep benim başıma kötü şeyler gelir diye şikayet ediyorsun. aslında orada güzelliği de görebilirsin. ki aslında hayır vardır orada. ama nefis hep kötü ve siyahlıklara bakıyor.

tabi ki, bana da hitap ediyor. hem enfusi manada, nefsime karşı o manaları okuyacağım. öte yandan, kafirlerin vasıflarının bu şekilde bilip, bunu da anlayacağım.

yy. müslümanlara ikaz var, kafirlere karşı tahkir var.

aş. müminlere karşı bir cesaret de veriyor. doğru olan da budur gibi, ehli dalalet gibi olmamak gerektiğini ben anlıyorum. böylece onları tehdit etmesinin haklılığını da görerek, o azabı düşünerek, bir teselli bulabiliyorum.

aci. geçenlerde kuranın anlam olarak, her tür okumaya denk geldiğini okumuştum. dolayısıyla mümine de hitap edebilir.

oğ. buradaki ifadeyi şeyle ilişkilendirdim: üstad hazretlerinin hapishanede, çamaşırı asarken, talebesinin sinekleri kovduğunu görünce, diyor ki, sinekleri rahatsız etme, git çamaşırını başka yerde as. o da şaşırıyor. biz insanız, o bana hizmet etmeyecek mi, burası benim öncelikli hakkım. ama üstad hazretleri, o sineğin, vazifesini yapma, esmayı tecelli olma vazfesini gördüğü için, ona farklı bir gözle bakıyor. biz de mümin olarak her şeye böyle bir gözle bakmayı öğrenmeliyiz.

onun için ben yoldan geçen bir karıncayı, keyfimce, böyle atmamalıyım. bile bile, hiçbir mahlukata zarar vermemeliyim. yoksa, onun neticeleriyle düşünecek talimi oturtamazsam, o tehditlere ben de maruz kalırım.

aş. muhammed ağbi, çok önemli bir örnek verdi: aslın önemli olan, bize bakan veçhesi çok önemli bir misal. ben dünyama bu hakikati nasıl indirmem lazım. diyorsun ki, sen benim alemimi karartma. sus. buraya getirmemiz lazım meseleyi. ben ne yaparsam yapayım, fark etmez. ister kendi bakışım, ister başkalarınınki. ben alemimi karartmamakla mükellefim. sen bir şeyi ezersen, için rahatsız olur. nefsine diyeceksin ki, yapma. dışarıdaki adam şikayet edince, de ona sus diyeceksin.

rabbin sana bir sürü ikramlarda bulunmuş. bunları görmüyorsun, şekva ediyorsun.

o zaman, kuranın tehditatını da anlayabiliriz. çünkü kendi sıkıntılarımıza bakalım, altında hep bu bakış açısı var. o zaman allah diyor ki, bakma yoksa azap çekersin.

o anlayış devam ettikçe, alemi kararacaktır. cenabı hakkı gören bakış açısıyla beslenirsek, rızkını sen mi veriyorsun diye bakarsın. onun alemini dahi karartmak istemezsin. sen kendi aleminin kararmasını istemezsen, başkasınınkinin de kararmasını istemezsin. o zaman kuran der ki, ne kendi alemini karart, ne de başkasınınkini.

bu tabi ki, bize hitap ediyor. kafirler zaten bu kitabı okumuyor. o küfri alemin ne gibi kötülükler olduğunu anlatmak için bize hitap ediyor.

mk. burada karıştırdığımz noktalardan bir tanesi şöyle bir şey: mutlaka kafirler cehenneme.

iki tane pratik olgu var burada: birisi, işimizi gücümüzü bırakıp, kafirlere karşı mücadele edip, bütün kainatı, dehşet içerisinde bırakacak bir halet gelebiliyor. halbuki, kuranın tabirlerine de bakarsak, sınır koyuyor. kafirler yaptıkları hareket itibariyle, tehlikellidir, bu fikirler ateş olacak. bunlar başka şekilde giderilemez.

ama biz kalkıp da, tamamen, allahın bu işini, dünyada kendimiz yapmaya kalkarsak, o zaman kendi işlerimizden alıkonmuş oluruz. yani sınırımızı bilmek. ama sınır ötesi harekatlara, her şeyi bizim çözmememiz gerektiğini, çoğu hatta o kadar ileri gidiyor ki, bunlar ruh hastalığına giriyor. bu sefer kişi, canlı bomba olmaya başlıyor. hatta bırak kafirleri, müslümanları da yakıyor o bomba.

aş. o nokta çok önemli. güncelliği de çok. her tarafımız kafir dolu, günah dolu. eee ne oldu, içimi kararttın benim. ama benim sığınacak bir kalem var. rabbim. her tarafı kafir yaptın, benim içimi de kafir yapmaya kalkışıyorsun. diyeceğiz ki, her tarafta günahlar olsa da, rabbimiz bizi korur.

yy. şahıslardan çok fikirler.

mk. bunun bir ileri merhalesi daha var. hayatta yaşadığımız, bende gençlikten beri belirli sorunları olan bir hayatım var. bir haksızlığa maruz kaldı bir kişi, ben onu allaha havale ettim diyor. allah ne demek. her şeyi yerli yerine koyar. ama ona kifayet etmiyor, kalkıyor, ben temizlerim o adamı diyor. aslında kötülüğü temizlemiyoruz, allaha olan güvenimizi bırakmıyoruz, onu temizliyoruz. onun ne zaman yapacağı belli olmaz, kendimizi onun yerine koyuyoruz. buradaki eksiklikleri , bir de bunları din adına, kimse, bunları kötülük olsun diye yapmıyor.

hapishaneye gittim. acayip soruyorsun, ne yaptın diyorsun? adam öldürdüm. namus için. öteki diyor, şeref için, izzet için. yani hiçbiri haksızlık adına adam öldürmüyor. herkes haklılık adına adam öldürüyor. bunlar basit görünüyor ama, bunu daha inceltelim.

mesela sevgili eşiniz, yıllarca hayatı beraber paylaşmışsınız. her şeyi paylaşmışsınız, yokluğu, varlığı. bir tane hatasını gördünüz. bu bana bunu nasıl yapar deyip... halbuki ne yapmamız lazım. çok basit. bir hata yaptı bir arkadaşımız. ne isteriz biz. müsamaha nazarıyla bakılmasını. saygıyla o sürecin geçmesi için fırsat verilmesini. kendimiz için ne istiyorsak, başkasına da onu vermeliyiz.

yy. köyün birinde bir adam, fitne çıkartan bi r adamı öldürüyor. 35 sene yatıyor. sonra köyüne geliyor. soruyorlar, nasıl buldun köyü? valla ben bir tane vardı öldürdüm, köyün yarısı o adam gibi olmuş.

mk. şu da çok önemli: evet sınırlarımız olacak. artılarımız ve eksilerimiz olacak. ama sınır ötesi harekat manasında değil.

yy. şahıslardan çok küfür fikrine karşı uyanık olmamız.

mk. bir de bu çok ekstra bir örnek.

hş. çok tahşidat yapıyor deniyor ya. bedir savaşında, 3000 melek var derler. karşı tarafta 300 adam. neden bu kadar büyük ordu gelmiş, diye sorardık. aslında peygamber savaştan önce dua ediyor: yarabbi, bu ordun kaybederse, sana ibadet edecek kimse kalmayacak. insanlığın gözbebeği yani. allah onları korumak için, 3000 meleği gönderiyor.

aş. hiç kulluk değil de, alemimiz kapkaranlık bir perdeye döneceğiz.

hş. herhalde ağaçlar, çiçekler kulluk ediyor da, insan kalmayacak. bir baksa, bütün alem insana müteveccih olmuş. senden ne istiyor? bunun şükrünü vereceksin. sen bunu kestin. ben allah tanımam dediğin zaman, her şeyi sıfıra indirdin.

yy. anlam çıkmıyor.

hş. o insanın o kainatı bitti. tamamen kararıyor. kuran her şeyiyle, bunu kafaya hatırlatıyor.

rz. peygamberimiz her gün 70 defa tövbe edermiş.

mk. sevgili sait nursi dedemiz, çok ilginç bir adam. diyor ki, bu islam memleketinde tam kafir olmazlar. bu çok enteresan bir tespittir. bununla ilgili pazar günü, enteresan bir röportaj dinledim. şarkıcıyla konuşuyorlar. doktor. biz galatasaray lisesinde eğitim aldık. marksisttik. çocuğum hastalandı. onu götürdüm, çok acılar içindeyim. sonra hiç fark etmeden, kendimi dua ederken buldum. ulan ben marksisttim dedim. o andan itibaren marksistlik kalktı.

fakat sait nursi, pirinçteki taşı ayırır gibi, hakikatleri de ayırır. ehli imandan , küfrü işmam eden tabirler duyarsınız. yani menfi fikirler taşıyan insanlarla da karşılaşırsınız. onun için, gerçekten dikkat edersek, çok... ben hayatımı sait nursi dedeme şükran içinde geçiriyorum. ne kadar kötü şartta olsam bile, onu dinlemekten, çok büyük mutluluk hissediyorum.

22 Mayıs 2009 Cuma

13. Lema Birinci İşaret

"Onüçüncü Lem'a
(ayet) sırrına dairdir.
(ayet):
"

aş. iki mesele var, bir şeytanın tehlikesinden sığınmak, bir diğeri de şeytanlaşmış insanlardan allaha sığınmak.

" (Şeytandan istiaze sırrına dairdir. "Onüç İşaret" yazılacak. O işaretlerin bir kısmı, müteferrik bir surette Yirmialtıncı Söz gibi bir kısım risalelerde beyan ve isbat edildiğinden burada yalnız icmalen bahsedilecek.)"

aş. bunu birkaç haftada bitirmeye çalışalım. önemli bir parça.


" BİRİNCİ İŞARET: Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduğu, hem hak ve hakikatın cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizb-üş şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? "

aş. bir bakıyorsun, bir şeytanın kuvveti yok. öte yandan, cenabı hak ehli hakka rahmeti var. üç, güzelliğin cazibesi var. dört, çirkinlikler insanı nefret ettirici olduğu halde, nasıl her şey hayra hizmet ediyorken, ehli şeytan galip oluyorlar?

"Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk'a sığınmasının sırrı nedir?"

aş. sürekli, onlarda hiçbir tesir olmadığı halde, biz şeytandan allaha sığınmak zorundayız?
müspeti destekleyen, negatifi reddeden bir sürü delil olmasına rağmen, şeytanın taraftarları galip oluyor. iki biz niye sürekli şeytandan allaha sığınmak zorundayız?

" Elcevab: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şerr, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktır."

aş. önce şerrin mahiyetini anlatıyor. o mahiyeti gereği istiazeye (sığınmaya) ihtiyacımız olduğunu vurgulayacak.
bir binayı yapmak yıllar alıyor, ama bir bomba bir anda bitiriyor. ağacın büyümesi seneler sürüyor. bir kibritle veya baltayla ağacın hayatını bir dakikada bitiriyorsun.

" Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. "

aş. vücudun devamı için milyonlar faaliyet lazım. fakat sona ermesi için, bir darbe yeterli.

çok ilginç bir tabir kullanmış: mevt aslında adem değil. hayata nispeten ademi gözüküyor. yoksa hakikatte ademi değil, vücudidir.


"Onun için "Et-tahribü eshel" durub-u emsal hükmüne geçmiş."

aş. çok ilginç. bir atom bombasını yapmak, insanların yüzlerce senesine mal olmuştur, ama o bombayla milyarlarca canlıyı bir anda öldürebiliyorsunuz. bir canlının vücuda gelmesi bir sürü sebebi varken, bir bombayla bitirebiliyorsunuz.

tahribin kolay olmasının başka veçheleri de var. neden allah şerre böyle bir mahiyet vermiştir, bunu anlamak lazım.

" İşte bu sırdandır ki: Ehl-i dalalet, hakikaten zaîf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galib oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal'ası var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. "

aş. o kaleye sığındığımız zaman ehli dalalet bize bir zarar veremezler.

"Eğer muvakkat bir zarar verseler, (ayet) sırrıyla ebedî bir sevab ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kal'a-i metin, o hısn-ı hasin ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.)."

aş. sığınacağımız kale, şeriatı muhammediye ve sünneti ahmediyedir. demek ki cenabı hak, şeytanları bırakmasının bir sebebi de bizim bu kaleye sığınmamız içindir. ta ki hayatımızı ebedileştirelim. bu yüzden bunları bize musallat etmiş. onlardan şekva değil, nefsimizi şekva etmemiz lazım. yoksa şeytan vazifesini yapıyor. bizim vazifemiz onlara uymamak.

oğ. hep uyanık olmak. ben kendi açımdan bakıyorum, bizi zorlayacak sebepler olmasaydı, allah bizi yaratmış, fakat bizi zor koşullara sokacak şeytanı yaratmasaydı, çok tembellik ederdim herhalde. zaman zaman ona sevgimden dolayı bir şeyler de yapardım, ama çok da tembellik yapardım. çünkü şeytan sizi sürekli uyanık olmaya zorluyor.

aş. aslında allaha sığınmanın dışındaki her şey yokluk olduğu için, aslıl tahrip gafletin kendisidir. allahı tanımamak demek, fenaya hiçliğe gitmek demek. kendi aleminizi yokluğa atıyorsunuz bir bakıma. insanlar dindar olmasalar da, bu azaplardan nasıl kurtuluruz diye soruyorlar. ister istemez, cenabı hakkı aramaya bir emrci ve melci aramaya insanı zorluyor.

güzelliği muhafaza etmenin tek yolu var, allaha sığınmak. şerrin mahiyetinin böyle olması, bizi sürekli, allaha sığınmaya zorluyor. yani her anımızı bereketli kılmak için, şerre böyle bir mahiyet vermiş.

şerrin mahiyetini izah etti. şerrin mahiyeti çirkin değil aslında. bunun bir hikmeti var. şerrin mahiyeti hiçliktir ama, insan da bunlardan korkup kaçıyor. ve ne yapıyor? sığınacak bir merci arıyor. işte bu merciyi arasın diye şeytanı yaratmış. allah çözümü de sunmuş: şeriatı ahmediye. başka da bir yol yok. bazen öyle oluyor ki, tek çare, sünnete sarıl dedirtiyor insana. insan ne kadar zeki olursa olsun, bütün her şeyi ihata edecek bir mahiyeti yok. ne yapıyor? ben bilmem. helak olmak istemiyorum. en iyi allah bana resulunu göndermiş. ona uyarım. sırtımdaki yükü atarım. o yüzden, allahı bulma yolunda, sünnete ittiba eden en basit ami bir talebenin rolünü, öteki ibni sina, aristo gibi alimlerin çok daha üstünde gördüm diyor üstad. hatta bazı ulema, şöyle diyor: zahirine bile tabi olsa yeterli. imam rabbani diyor.

amel yapıyoruz. şurada bisküvi yiyeceğiz değil mi? ya kardeşim, ben şunu sağ elle, bismillah diyerek yiyeyim. binlerce meşrubat var, bunlar içinde 3 tanesini seçme inadına.

amç. kötülük problemi, çok eski arka planı var. hinduizmde de bu tartışılmış. orada esasen, bunun illüzyonik bir durum olduğu. yani kötülüğün özünde , sen dedin ya vücududir, dedin. kötülüğün de aslında, ona yansıyan illüzyon nedeniyle, böyle gözüktüğü, 2. işarette buna derinlemesine analiz gelecek de, normal şartlarda da bizim şer diye tabir ettiğimiz şeyler, ona vurulan damgalar. özünde bakıldığında, kötü şer tahrip diye bir şey yok. özünde hepsi, cenabı hakkın yarattığı hayırlar. biz onu hayra kalbetmek istiyorsak, oradaki illüzyonu göreceğiz. o zaman, o şer de hayır hükmüne geçiyor. şeytanın vesveseyle yaptığı şey, kafamızdaki denklemi bozmkak. bir flulaşma ortaya koyuyor. böyle olabilir mi, diye başladığın denklemde kötülük yolculuğuna devam ediyorsun.


" İKİNCİ İŞARET: Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların yüzünden çok insanlar küfre girip Cehennem'e girmeleri, gayet müdhiş ve çirkin görünüyor. Acaba Cemil-i Alelıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bil-Hakk'ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor "

aş. allah hem sonsuz merhametli diyorsunuz, şeytanı yaratmış, bir sürü insanın cehenneme girmesine sebep olmuş. çok dehşetli bir soru.

"ve nasıl cevaz gösteriyor?
Şu mes'eleyi çoklar sormuşlar ve çokların hatırına geliyor.
Elcevab: Şeytanın vücudunda"

aş. yukarıda mutlak şer demişti şeytan için, üstad ise bunu kabul etmiyor:

" cüz'î şerler ile beraber"

aş. cüzi demek, parça manasında değil. gölgem benim cüzüm, parçam değil. beni gösteren, bana işaret eden, cüzi bir yansımadır. görüntülerin sayısız olması, onların cüz veya parça olması anlamına gelmez. yani cüzi demek, gerçekten parça değil de, şer gibi gözüken işaretler manasında.

" bir çok makasıd-ı hayriye-i külliye"

aş. külli de şudur: bir insan tek bir cüz iken, aynaların bulunduğu ortama giriyor, bir sürü aynada görüntüsü ortaya çıkıyor. bütün aynalarda kendi şeklini yansıttığı için, küllileşiyor. güneş gibi, güneş tek bir şeyken, bir sürü aynalarda kendi vücudunun niteliklerini hadsiz aynalarda yansıtıyor. dolayısıyla güneş küllileşiyor. hayat da öyle.

şerri cüzi olarak tarif etti. fakat makasıdı hayriyei külliye dedi. şeytanın yaratılışında asıl olan, şer değildir hayırdır.

amç. tüm kötülük probleminde bu var zaten. kötülük denilen her şeyde bu var. her şeyde hayır var. şer gibi cüzde görünen yansımada, yakalaması istenen bir detay var. iman bir duruş, tutum meselesi ya, o bakışın yakalanıp yakalanmadığını ölçen illüzyonlar bunlar. yaratılmışsa, onda bir hayır vardır.

" ve kemalât-ı insaniye vardır. "

aş. şeytanın yaratılmsaında vücutsal olmayan, cüzi, sanal, zanni şerlerin yanında; birçok kemalat var. kemalatı insaniye, neye bağlı? şeytanın yaratılışına. insanlar cehenneme gitsin diye değil, insanlar ahseni takvime çıksın diye yaratılmış.


"Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; "

aş. çekirdeği toprağın içine atmakla, tehlikenin içine atıyorsun. kavanozda yüz yıl yaşayabilir. ama içindeki istidadın ortaya çıkması için, o çürüyebileceği ortama girmesi lazım.

"mahiyet-i insaniyedeki istidadda dahi ondan daha ziyade meratib var."

aş. çekirdekte filiz hali var. yapraklı, meyveli halleri var. sonbaharda ayrı renkler, ilkbaharda ayrı renkler. süsler, kokular, oksijen üretmesi gibi tüm o faaliyetler, o çekirdeğin içinde gizil olarak var. ama bilinmiyor. istidadını olmasının bir anlamı olmazdı, eğer ağaç olamasaydı.

yüz bin tane çekirdek var, bir tanesi hayat buldu. bu ne demek? çekirdekten beklenen maksat ortaya çıktı. kalanlarının çürümesi bir şeyi değiştirmez. bir ağaçtan yüzbinlerce yeni çekirdekler çıkabilir.

" Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. "

aş. insanın mahiyetinde de dereceler var. insan hayvani olarak yaşayıp öldü. fakat hiç sevgiyi tatmasa, fazileti, cömertliği, inayeti göstermese. öte yandan, esmaı ilahiyeye ayinedarlık özelliği taşımasa, imanla ziynetlenmese, insanın hiçbir anlamı yok. hayvandan farkı yok.

mesela, cömertliğin ortaya çıkması için, parayı sevmesi lazım. aksi taktirde ,vermenin güzelliği ortaya çıkamaz. birileri git ona tokat at derken, diğerleri de düşmanına karşı iyilikle mukabele et demesi laızm.

aci. bir musibeti davet etmek diye bir arzu yine, beklemek, şerri beklemek doğru bir şey değil.

aş. zaten yaratılmış olan bir şeyin hikmetini tartışıyoruz.

aci. bazen ipin ucu kaçabilir diye söylüyorum.

amç. zaten geliyordan daha vahimişu: gelenlerin musibet olup olmadığını bile ayırt edemiyoruz. bu bakışla tanımlamak, musibetleri tanımlamak oluyor. hoşgeldin diyerek birçok musibeti çağırıyoruz.

çünkü şöyle bir şey var: en ciddi problem normalleştirme problemi. mesela, ramazan bana diyor ki, bu pek caiz değil. ya abi, sen de durduk yere böyle lafalar falan diyoruz. işin içinden çıkılmaz tarafı. ona gelene kadar, veya paralele şeyler. normalleştirmek. şunu diyebilsek: evet bu yanlış, ama ben henüz bununla mücadele edebilecek olgunlukta değilim. bu büyük bir şey.

aş. bir rüyamı anlatacağım. mübarek kardeşin biri gelmiş, bir ağbiye demiş: bir film seyrettim, hiç haram sahne yoktu. arkadaş da sormuş: filmde oynayan kadınlar başı açık değil miydi? onu artık haram sahne olarak kabul etmiyor.

gördüğüm bir rüya bana şunu hissettirdi: hakikate girebilmek için, hakikatin bmanasını derinlemesine anlamak için, haramdan özellikle korunmak gerekiyor. özel musibetlere gerek yok. elimizdeki musibetlerden korunmak bize yeterli olacak.

amç. takva mı, ameli salih mi meselesinde, üstad, takvanın daha ehemmiyetli olduğunu, çünkü takva olmazsa, salih ameli muhafaza edemeyeceğini, takvanın da başlı başına salih amel olduğunu anlatıyor ya. def-i şer, celbi menafiye evladır meselesi var. hatırlarsınız, 10 yıl önceki islami gazetelere bir bakın. çoğunda şöyle bir tartışma olurdu: fotoğrafa bir mizanpaj yapılırdı, başörtüsü gibi. çok gündemde yer ediyordu. kadın fotoğrafı basılır mı. ona hassasiyet göstermek, birçok noktada istikrar olarak gözetilirdi. şimdi bakıyorum ben, islami gazetelere, vakit de dahil olmak üzere, bu konuda hiçbir espri taşımıyorlar. hilal tvde çıkan reklamlara da bakıyorum, diğerleri kadar gayrimeşru tarz olmasa bile, o günkü tartışma konularına bakıldığında, aman canım dedirtilebilecek noktalarda olduğumuzu görüyorum. o zamanda normalleştirme süreci çok hızlı çalışmış.

peki burada, şunu nasıl tanımlamak lazım: ya kardeşim öyle diyorsunuz, ama bunu da nasıl yapacağız? bunu yaşamın içinde normal zemine nasıl oturtmak lazım?

nefsi planda, harama bakma diyor. ben namazdan gelinceye kadar, baktığım haramları gözden geçirdim. sırf benim gözüme has bir durum mu, yoksa herkeste var mı bu? bunu nasıl izah edebiliriz?

ak. ameli salih ve takva bahsindeki en kritik açıklama, kastamonu lahikasındaki mektup. iki çözüm öneriyor. bir tanesi ihlas. ikincisi, iştirakı ameli uhreviye. bu kadar günahların hücumuna karşı, tek başına korunamazsın, mukabele de edemezsin. bir dua halkasına dahil olmak.

aş. yoksa gerçekten, insan şizofren olur. bir şey alamazsın, bir şey yiyemezsin.

amç. yoksa ebu zer gibi olursun.

rz. bir de her an allaha sığınmak lazım.

mk. ama burada, konuşulan konular çok güzel. takva konusu, yani haramlardan kaçınmak konusu çok güzel. bu asrın, bu noktadan insanların imtihan edileceği ortaya çıkıyor. ama aynı şekilde de bir fırsat çıkıyor. bundan kaçınmak ile, çok büyük sevap kazanmak da mümkün.

aş. bu zamanda, bakmamakla, çok büyük sevap kazanabilirsin.

mk. böyle konularda, tenkidkarane yaklaşıldığı için, ben bu konularda fikir beyan etmekten, çekiniyorum. olayların çok ince noktaları var. ben psikolog değilim, ama insanların açık saçık olması kadar, kişilik yapısının alerjik, çok duygusal yoğunlukları olan insanların, başka bazı olaylardan etkilenmesinin çok düşük olduğunu ben algılıyorum. başı açık bir bayana, çok normal bir nazarla da bakabiliriz, ona domuz gibi bakmak zorunda değiliz. benim bir zaafımdan dolayı, bana domuz gibi bakan insanlara, ben de domuz gibi bakarım.

amç. onu eleştirmek değil mesele. biz nasıl bakacağız?

mk. tamam, sen öyle demek istemişsindir. bazı insan var bir olaydan öyle etkileniyor, militan oluyor. bunlar kişilik yapılarının, ve etkileşimin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

hş. hırsızın hiç mi suçu yok?

mk. herkesi suçlu görmek, mahkum görmek psikolojisi, bir davranış bozukluğudur.

aş. karşı tarafı mahkum etmek yerine, dışarıdan gelen tavra karşı kendimizi nasıl koruruz?

yy. bir tarafı açık bir bayanla karşılaşıyoruz zaten, ona düşman gibi bakamazsın. burada zavallı gözüyle mi bakarsın. burada ilgi alaka meselesi. bu onun haram olma meselesini değiştirmez.

mk. insan yüz pencereden ibaret.

rz. yeşil saçlı huriler diye bir tarif var mıydı ağaçlar için.

hş. yok.

amç. nasıl değerlendirdiğimizden daha önemlisi, varsayılan aksiyon, hiç bakmamak. haram ne demek, senin dokünabilirliğinin olduğu şey demek. gönlüne ve eline dokunabilirlik olan şey. ona bakmamak varsayılan eylem. ona bakıp farklı yorumlayabilmek diye bir şey yok.

yy. değişir, kişinin ihtiyaçlarına göre değişir. müslümanları hiçbir şeyden etkilenmeyen bir hale getirmeye çalışıyorlar ya, orada o hassasiyeti duymak. yoksa o kişiye karşı, kin, acı, duymak değil.

rz. bir de benim aklıma şöyel bir şey geliyor: yaz geldi, ağaçlar meyveye duracak. onlara o şekilde baktığımız gibi, sokakta bir bayana öyle bakamıyoruz. o ağaca o meyveyi takan, o bayana da o göğsü takmış.
yalan mı? o el demiş ki, ona bakma, buna bak, bu helal.

hş. günah meselesini, hep kızlara bakmak şeklinde düşünüyoruz ama. bununla sınırlı değil. yalan söylemeyebilirsin. sözünde durabilirsin. bunlar çok önemli şeyler toplumda. verdiğin sözü tutarsın. bunlar en önemli şeyler. bir nefis vardır, bekar insanlar, bunu kontrol edemeyebilir. ama bunda kendini kontrol edebilirsin. birisi seni kızdırdığı zaman öfkelenmeyeceksin.

"Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. "

aş. tohumun toprağa atılması gerekiyor. toprağa girmediği sürece, ne istidadı ortaya çıkar, ne de kemalatı ortaya çıkar. insan da şeytanla imtihan olacak ki, istidadtları ortaya çıksın.

"Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ile olur. "

aş. terakki mücahede ile olur. modern eğitimi meşrulaştırmak için söylemiyorum. şu anda belli seviyede bir anlayışa ulaşmış durumdayız. biz hiç eğitim içine girmeseydik, bu halde olur muyduk? zihin seviyemiz orada kalırdı. bizde olan, problemleri çözebilme, sanatı icra edebilmek gibi kabiliyetler, o cehd sayesinde ortaya çıktı. yoksa, tembellikle, çalışkanlık arasındaki gidiş gelişleri yaşamasaydık, bu hale gelmeyecektik. çocuk zekasında kalırdık. arada ne kadar nimet var, onların hiçbiri çıkmayacaktı ortaya. demek ki, bir cihat gerekiyor, bereketin çıkması için.

"O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. "

aş. onlar zaten mevcut. onların mevcut olması açısından ele alıyor burada. seni alıkoyacak şeyler olacak ki, sen çalışacaksın. muzır, şeytan ruhlu insanlar, zararlı yiyecekler gibi.


"Yoksa, melaikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. "

aş. melaikeler hep aynı ibadeti yapıyor. çiçek. hep ya celil diyor mesela. fakat insandaki merhamet, şefkat, inayet gibi, külli lezzetlere muhatap olamıyor. bir manada allahı tanıyor. serradan süreyyaya istidatların, tüm kemalatını göremiyor. melekler arasında da, binler başı olan melekler var ama, onlar bile muhammed asm'nin makamına yetişemiyor.

"O halde insan nev'inde, binler enva' hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir şerr-i cüz'î gelmemek için bin hayrı terketmek, hikmet ve adalete münafîdir."

aş. çok değişik insanların, çok değişik seviyelerde insanların yaratılması da, hayırların ne kadar çok veçhesi olduğunu, ortaya çıkartacak. bir yere bakıyorsun, bir şeye nazaran, bir şey daha güzel. güzelliğin de bir mertebesi olduğunu,

yy. uçakla seyahat etmek büyük kolaylık. ama arada sırada uçak düşüyor. bunun için uçağı yasaklasan, olmaz.

aş. bazen, uçak düşecek, bazen yürüyerek gideceksin. hepsinin nimeti ayrıdır. gidiş meselesiyse, her gidişte farklı nimetler takılmış.

"Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar"

aş. cebinde, iki yüzlük var, ve bir sürü kağıt parçası var. kağıt parçalarının yanması seni rahatsız etmez. ama iki yüz yanınca, canın yanar. çünkü iki yüzün keyfiyeti var. kıymet ve değer, sayı çokluğuna bakmıyor. keyfiyete bakıyor.

hk. bir insan bütün insanlara bedeldir diyor mesela. bir insan, az çok.

aş. insan gibi insan olursa, öyle.

hk. o zaman, o fıkıh kuralını, kafirler için kullanmayacak mıyız?

aş. haksız yere can kıymak, allahın sanatına kıymaktır. allah o canı yaratırken, aleme denk tutarak yaratacağı için, o cana kıymakla, çok büyük günah işlersin.

rz. bir münafık cenazesi geçerken, müslüman ayağa kalkmış. neden ayağa kalkmış diye sormuşlar. orada işleyen sanat için kalkıyor.

hş. yine de karar veremezsin, kim kafir, kim münafık. genel olarak diyorum.

hk. bir insan bütün insanlar kadar kıymetli midir?

aş. sanat, yaratılış cihetiyle kıymetiylidir. bir atomu abes görmek, bir kainatı abes görmeye bedel olabilir. bir canı yaratmak için gerekli olan kudret, tüm canlıları yaratmak için gereken kudrete bedeldir. o ayrı mesele.

amç. şeytani olanın tarz ve yöntemi nedir? bir bütünü parçalayıp, netliği ortadan kaldırmaya çalışıyor. vesvese vermesi denilen husus aslında bu. imani olanlar, nettir. parçalanmaz bir küll şeklindedir. onu flulaştırarak, parçalamaya çalışıyor. münafığın kafirden daha eşedd olmasının sebebi bu. şeytan da öyle. ne orada ne burada. şeytan sen kardeşim, burada savunulan gerçeklere, tam zıt mısın? yok ben öyle demedim, der. münafıkane şey, şeytanın en güçlü unsurudur. netliği bulanıklaştırır.

", kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasılki bin ve on çekirdeği bulunan bir zât"

aş. şu noktada net olmamız lazım: o kafirler, allahın imarat için yaratmış olduğu hayvanattır. cehennem onlara elyaktır. biz onların cehenneme girmesini istemiyoruz. ama onların yaratılış hikmeti, sadece kemalat-ı insaniyenin onlarda ortaya çıkması değil, bizdeki kemalatı ortaya çıkarmak içindir. istidat kesbetmişse, onlara acınmaz. sen onları seyredebilirsin, olabilir, hayvanat da allahın yarattığı birer mahluktur.

buradaki keyfiyetten bahsettiği, imanlı bir insanın, diğer insanlara nispeten keyfiyette olduğunu söylüyor.

is. fakat bir insanın değerini biçecek olan biz değiliz.

yy. 6 milyar insan var. 1.5 milyar müslüman. geri kalanı küfür içinde. olmayanlar da var. o kadar insanın cehenneme gidiyor gibi geliyor. bu insana acı veriyor. insan bu soruları soruyor. bunlara da sağlıklı cevaplar bulması lazım.

aş. altınla bir taş bir tutulamaz.
onlar da taş cinsinden.

yy. insan, etkileşime girdiğin, bir canlı. hayvanı en azından ayırıyoruz.

rz. bir ambalaj kağıdında, altında mühür var. ama genelkurmaydan gelir. kağıdın hiçbir değeri yok, ama onun değeri mühürden gelir. kafir de olsa, onun değeri, onun üzerindeki sanattan geliyor.

hş. hz. ömere bakıyorsunuz. bir süre, müslümanlara eziyet etmiş. ama sen bunu öldürürsen, çok büyük yanlış.

aş. burada kişileri konuşmuyoruz. kafirle müslümanın kıyaslaması yapılıyor. bir taraftan, 40 kişinin katilini düşünün. öbür taraftan, ebubekir gibi bir insanı düşünün. bu insanları bir tutamayız. cenabı hak, onun ortaya çıkması için, öbürünü kullanır. biz insanların hepsi cennete gitsin istiyoruz.

amç. test için basit bir şey var. ne kalifiye diye sormaya gerek yok: ittiba-ı sünnet, şeriat-ı ahmediye. buna ne kadar yakınsa, o kadar kalifiyedir.

aş. ona da allah karar verecek.

", o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. "

aş. bir alimin ölümü, kainatın ölümü gibidir derler ya. kafir, ağaca nispeten çürümüş tohum gibidir. mümin, bütün kemalatı insaniyeyi izhar etmiştir. bu yüzden, bir çok vücudun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. kafir sadece bedeni itibariyle insandır. duyguları itibariyle, bunları öldürmüştür. ortada bir kemalat da yok zaten. altın da neticede bir metal ama, onun neticesinde bir sürü kemalatlar çıkmıştır.

hş. ehli kitaptan kafir olanlar diyor ayette. demek kafir olmayanlar da var.

"Öyle de: Nefs ve şeytanlara karşı mücahede ile, yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil yüzünden o nev'e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev'inden sayılacak derecede süfli ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nev'ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur'an tezgâhında yapılan takvadır. "

aş. takva, yani günahlardan çekinmek.

"Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır."

aş. istiaze yani, euzu bismilah... demek. istiğfar, şeytan musallat olduktan sonra, af dilemek.

15 Mayıs 2009 Cuma

Mesnevi-i Nuriye - Zerre

aş. zerredeki ilemler hep birbiriyle bağlantılı. arkadakileri bilmek gerekebilir, ama her biri müstakil aynı zamanda.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümidvar olur. Âhiret için lâzım olan a'mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır. Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor. Ancak sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder. Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: "Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da, esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faideleri vardır" diye müteselli oluyor. Meselâ: İlim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.
Hülâsa: Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir."

aş. nefis dünyaperest. şeytan agnostik. heva da ...

amç. sofestaiyi şöyle açalım mı? sofistler var, sokrattan önce. bunların modern şekli, nihilistler. yani her şeyin yokluktan ibaret olduğuna dayanan, materyalist altyapısında. maddeyi bölsen bölsen, hiçe gidersin. hiçi sonsuzla çarpsan, yine hiç olur. dünya gerçekliğinin var olmadığına dair bir halisünasyon ekolü.

buradaki bektaşi ne? hani namaza yaklaşmayından ünlenmiştir ya bektaşi, burası da öyle. eee gerisini oku, hafız değilim. heva de öyle. işine geldiğini alıyor. bunun sonu ne olur? onu karıştırma şimdi. şimdiki zevkimize bakalım. bir arka plana baktırmayan şey, heva. heva o anlıktır, lezzetine bakar, sonra ne olur, buna değer mi diye sorular sordurmaz.

aş. bir önceki de şöyle anlatıyor: sofestaiyi anlatıyor:

"Veya sofestaî gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Taâruzan, tesakutan kabilinden: "Hiç birisi de hak değildir" diye hükmeder."

aş. tam postmodern. herkese göre bir doğru vardır, hiçbir şey sabit değildir demek suretiyle, hakikati yok suretine getirmeye çalışır. yani allahı inkar etmek için, mevcudatı inkar etmek. mevcutu kabul etse allahı kabul etmek zorunda kalacak. o yüzden, hakikati inkar etmek adına, hiçbir şey kesin olmaza, dyerek, mutlak hakikati reddetmeye çalışıyor.

amç. çünkü baktılar ki, modernizm, siyahıyla, nurun beyazına galebe çalamadı. yıllarca allah inancının karşısına siyahla dikilmeye çaılıştı. baktılar ki, olmuyor. bu sefer griliklerin arkasına saklanmaya çalışıyorlar. olabilir, olmayabilir gibi işi çamura bulamaya getiriyorlar.

aş.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. "

kendi anlayışımız böyle değil mi? ölümden sonra ahiret var. bu zan neticesinde, ahireti bitişik olarak görmek suretiyle, nefsin eline iki silah geçiyormuş. bunu anlamak lazım. bana ilginç geldi.

"Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümidvar olur. "

aş. şu anlayışta negatif bir şey yok gibi görünüyor. dünya fani, fakat ahiret var demeyecek miyiz, yani. dünyanın fena ve zevalinin eleminden kurtulmak için, ahireti düşünmekle ümidvar olur, diyor. böyle düşünmeyecek miyiz? dünyanın gelip geçiciliğini görünce, ahiretle teselli bulalım. nefsin elindeki silahlardan biri buymuş.

"Âhiret için lâzım olan a'mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır. "

bunu anlıyoruz.

bu anlayışın hangi algıdan kaynaklandğını vurgulamak istiyor. cenneti dünyanın önünde görürsen, böyle algılaman kaçınılmaz olur. dünya bitince, ahiret hayaytı başlayacak anlayışı, nefsin eline iki silah veriyor. birinci silah, dünyada çektiği azabı, üstad hutbei şamiyenin başında, der ki, bu zamanın gaflet veren, cazibedar oyuncaklarından dolayı,ve levhiyatından dolayı, ne kafir cehennemin azabını tam hissediyor, ne de mümin cennetin lezzetini tam tadabiliyor. o ilginçtir. cennetin de cehennemin de, mahiyetini bu halle örtüyoruz. şu tavır buna sebep oluyor.

nefsin eline nasıl bir silah geliyor? önünde azap gördü, ne diyor? ahiret var kardeşim. yani inşallah ahirette huzur bulacağız. o anda o anın problemini çözmüyor. iksinde de aynı şey. çünkü çizgisel zaman anlayışı, ertelemeye çok müsait bir anlayıştır. bir de insanın algılamasında çok ilginç bir şey. bunu cabiri bir yerde, eşari de falan söylemiş, zaman algılaması çizgisel değil, dairesel bir zaman algılaması var.

zaman olgusu, şöyle düşünülüyor. bir mekan var, içinde eşyalar var diye düşünüyoruz. doğuştan dahili bir zaman var, biz de onun içinde hareket ediyoruz gibi algılıyoruz. aslında zaman da mekan da aynı şeyin farklı yüzleridir. zaman denilen kavram, değişik olayların ard arda gelmesinden oluşan bir şeydir. yoksa olayın dışında boş bir zaman veya mekanın dışında da mekan yoktur. insan dünyanın sanki sabitmiş gibi algılıyor.

burası sabit olunca, burası değişken olmayınca, kendime, burada daimi bir hayat algılaması tevehhüm-ü ebediyet oluşmaya başlıyor. yani çizgisel zaman, belli zamana kadar bir şey yapacağız, sonra başka bir şey olacak diye kabul edince, insanın anı yaşamasını erteleyen bir şey var. çünkü benim önümde garanti gibi, sanki bir sürü zaman var. o zamanları da yaşayacağım diye bu zamanlaarı, o zaman için terk etmiş oluyoruz. nefsin eline bir silah vermiş oluyor.

birincisinde ahiret için gerekli ameli erteliyor. ikincisinde, elemi de erteliyor.

"Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor."

aş. ölmüş olanlar şu şekilde değil mi:

" Ancak sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder. "

yani berzah aleminde sefere gitttiler, diye düşünüyoruz.

mk. nasıl zannedeceğiz?

amç. bizim hayat boyutunda değiller. başka bir boyuttalar.

aş. burada önemli olan, şu anda yaşadığım hayatın daimi olmadığını vurgulayacak şekilde, onları algılamıyorum.

"Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. "

aş. yani ölümün ciddiyetini anlamıyor. şu hayatın fani olduğunu bildirmesi lazım, ölümün. asıl hayatın bundan sonraki hayat olduğunu, onun için çalışmak gerektiğini. bunu derken, bitecek, ondan sonra başlayacak değil. bu hayatı ahirete mal etmek, yönüyle hatırlamıyoruz o zaman. burası sabit bir mekan, sonra o tarafa gideceğim, gibi. ölüm şu hayatın, zevalli, geçici mahiyetini görmezsem, şu anımı değerlendirmiyorum. biraz tul-i emelle uzatıyorum.

"Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: "Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da, esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faideleri vardır" diye müteselli oluyor."

aş. burada kitap okuyoruz ahiret için, bir sürü faydası vardır. öyle olması gerekmiyor mu?

mk. ne demek dünyevi iş?

aş. şimdi söyleyecek.

" Meselâ: İlim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur."

aş. bunu çok bariz şurada görüyorum: ileride faydası olacak diye bir sürü kitaplar okuyoruz. ama uygulamaya gelince, karıştırıyoruz. çocuğu izlemek yerine, oradan öğrenmek yerine, habire bilgi yükleniyoruz, ama bir tane öğrendin uygula.

uygulayacağımız bir şeyi yapmak maksadında. bir sahabe, bir ayeti ezberliyor. sonra yine soruyor. sonra yine soruyor. hz. ömer kızıyor, bir onu uygula sindir, ondan sonra gel öğren.

hş. o zaman kuranı mı okumayacağız? şu anda faydası yok fakat ahiret için okuyorlar.

is. faydasız ilimden allahım sana sığınırım, diye bir dua var ya. pratikte dünya meselelerine çözüm üretmek içindir.

aş. kuran okuduğun zaman, ubudiyet yapıyorsun aslında. ama ilim, sonra bana faydalı olur diye.

dünyevi işlerini ebedileştirmek için diyor. maksadı ona karşı zaafı var. onu ön plana çıkartıyor.

mk. niyet okuyorsun.

x. kuran okunuyorsa, oradaki ayetleri öğrenmeye çalışmak da bence önemli.

mk. şimdi hüsnü kardeşime kıyamam, ama iki kelam etmek istiyorum. bu kuran misali, çok zor bir misal. ama verilmişken, tersinden, sizin engin müsamahanıza dayanarak bunu söylüyorum. benim sevgili anneciğim, bir yerde tahakküm kurmak ister. kuramadığı zaman, kızar ve hiddet eder. bu sefer, homurdana homurdana kuran okur. ben de öyle bir gıcık oluyorum ki, kuran okumasına. şiddetini kuranla bana ve çevresine çarptığını hissediyorum. ve kuran okudukça teskin olacağı yerde, gittikçe hiddeti artarak devam ediyor. çünkü kendi tartışılmaz, eşit olmanın üstünde yüksek statüsünün verdiği hakla, kuranın üstüne çıkarak, etrafına ateş atarmış gibi, ben öyle hissediyorum.

kuran konusu çok zor. buradaki konunun ana endeksini, diyor ki, eğer en ince nokta: dünya ve ahiret ilişkisinin yanlış bir denklem içinde kullanılmasının sorun olduğu. tabi ki, ahiret dünyadan sonra geliyor. bama bunu yanlış kullanarak, dünyada ahiret gerçeğini ne kadar iyi anlarsak ... buradaki ana konu, doğru şeylerle uğraşıyor olabiliriz, önemli olan uğraştığımız ilişkinin, yaptığınız işlemin doğru olmasıdır. yaptığınız işlemin doğru olmasından daha önemli, yaptığınız işlemin ne olduğudur. eğer böleceğiniz yerde çarparsanız, ne yapsanız yanlış çıkar. eğer yaptığımız işler, fiili olarak, diyelim ki, babamın ölümünü hatırlıyoruz. babam şunu derdi diyoruz. bunu derken, ben de rahmetli olacağımı hissedip, o anda titreyip ve secdeye gidecek fiili duruma geçmiyorsam, o konuşmalar bir kahve konuşmaları derecesinde kalıyor, diyor. dolayısıyla işlem çok önemli.

buradaki sait nursinin, önemli bir şeyi söylememiz gerekir: gerçekten sait nursi, bazen derdim, duygusal bir iman serüveni yazan bir insan. belki doğrudur, ama bu yeterli değil. adam gibi adam, dünyada yaşayan ve aheiretin gereklerini gören bir adam.

aş. bir hadis var ya, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, her an ölcekmiş gibi hairete çalışmak. bu bunun dersini veriyor. her anını kullanmanın dersini veriyor. şu anın var elinde sadece, başka bir şey yok. çünkü çizgisel algılama olduğu zaman, ister istemez, bu anı iptal ettirebiliyor. dolayısıyla anın kıymetini anlamamıza engel oluyor. bize verilen bu anı ahiretle irtibatlandırmakla mükellefiz. her şey esmaı ilahiyetnin tecellisidir. dolayısıyla her şey ona dönmeyi gerektirir. bizim vazifemiz, her şeyi ona döndürmek.

su içiyorum. yarın susuzluğumu gidersin diye su içiyorsam, kahve konuşmasınadn başka bir şey değil. ama beni susatan biri var, her zaman suya muhtacım, her zaman susuzluğumu gideren bir rabbim var diye saki olana suyu verene yöneldiğim zaman, o anım, yokluktan çıkmış olacak.

daha ilginç bir şey söyleyeceğim: resulullah, ibadet deyince şöyle algılayabilir. geceleyin teheccüde kalkmak güzel bir ibadettir. ama afedersiniz, tuvaletten girip çıkarken de ibadet olabilir.

padişaha sormuşlar. susuz kalsan, yarım bardak su için, saltanatın yarasını verir misin? evet demiş. peki su içeride kaldı, çıkartamıyorsun. bütün saltanaatını verirsin. işte saltanaataın, bir bardak su kadardır. ezayı benden kaldıran ve menfaatliyi bende bırakan rabbime hamd olsun, diye o fiilini dahi allahla irtibatlandırıyor. o anım da ubudiyet oldu.

aci. bu anlaşılır bir şey, fakat bunu dünyeviye dönüştürerek bunu açıklayabilir misin? bu anlaşılan kısımda, dünyevi olarak yaptığımız hareketelre bir örnek lazım.

amç. bir çerçeve koysak. eğer ahirete ait baki bir eser bırakmadıysan, fani dünyada bıraktığın şeylere ehemmiyet verme. şöyle baksak daha basite indirger miyiz? iman edip, salih işler yapanlar orayı kazanıyor değil mi? ahiretle ilgili iş nedir diye baktığımızda. ahirete götürecek temel şeyleri sıralasak, belki burada tali şeyler hükmüne geçebilecek noktalar daha çok gözümüze görünür. o zaman ilimin içerisinde de defolu yanları sayabiliriz. bizi ahirete neler götürür? zihinsel bazda değil de, pratik bazda. bizi doğrudan ahirete götürebilecek şeylerin dışında kalabiliyorsa, o zaman anlarız ki, ne kadar ulvi görünse de bizim açımızdan nefsin silahlarına giriyor deriz.

hş. en basitinden, boşver, bu dünyaya bir daha gelecek miyiz, diyor. bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz. o zaman ne yapmamız gerekiyorsa, bu dünyada yapacağız. ikincisi, mesela, bu dünyada olmasa, ahirette huzur buluruz. ben demiştim ki, bu dnüyada huzur bulamazsan, ahirette nasıl bulacaksın? bu dünyada içinde merhamet huzur yoksa, ahirette o huzuru sana kim getirecek. ne varsa, burada bitiyor. tohumu burada atarsın, orada çıkar.

amç. soruları da cevapları da aynı yerde yazılmış bir kitapla muhatabız. ahirete gitmeden önce, sorgulanacağımız şeyler belli. çocuk yetiştirme için ciltlerce kitap okuyup da, sonra 18 yaşında uyuştuurcu müptelası bir çocuk yetiştirmek gibi bir analoji gelişti aklımda.

çıkacak sorulara bakmak lazım.

zk. affan ağbinin sorusuna binaen şunu diyecektim. dünya hayatı dünyada yaşanır, ahiret hayatı ahirette yaşanır anlayışını kırmak istiyor burası.

aş. yaptığın iş ya dünyevi olacak, ya uhrevi olacak. başka alternatifi yok.

mk. gerçek dünyayı yaşamak, ahireti şu anda burada hissetmekle olur. yoksa, sonu belli olmayan, bugünü belli olmayan... orta yerdesin, ip her an kopabilir, türü bir hayat yaşamış oluruz.

pragmatizm diyoruz. gerçek din, pratik hayatın tam özüne getiriyor sait nursi. zaten hayat da pratiktir.

bir de tavzih etmek istiyorum. mutlaka kitaplar okuyacağız. aslında gözlem yapabilmek için de kitap okumaya ihtiyaç vardır. ama önemli noktalardan bir tanesi şu var: belirli kitapları okursunuz, araştırırsınız. belirli noktadan sonra, bir kıvam oluşur, netleşirsiniz. yoksa hemen her şey netleşecek diye bir şey yok.

aş. burada en önemli mesele benim anladığım kadarıyla: zihinlerde, şöyle bir algılama her zaman var. ölüme kadar geçen bir hayat. sonra başlayan bir hayat. fakat ısrarla, anın üzerine vurgu yaparak. üstad bunu çok yerde söylüyor. sabır kuvvetini dağıtma derken de öyle. bir gelecek var, bir geçmiş var. ikisi de şu an yok. sen ana bak, onu yaşa. kadere doğru bağlanmak, takdire uygun davranmak, diye bakınca şöyle bakıyorum:

resulullah hiçbir zaman devleti hedeflemedi. kendisine allahın verdiği kabiliyetlerde, şartlarda, burada ubudiyetimi nasıl yaşarım esprisiyle yaşadı. zaman zaman bu devletle olur, başka yerde, açılkla olur. ama her anını allaha verme gayretiyle olduğunu anlıyorum. ama bizim dünyamızda, şöyle bir müessesem olsun, aslında dünyevi şeylere endekslemekle bunu anlıyorum. bir şeye endeksliyoruz. bu şartlarda elimde olan şuve allahı zikredeceğim. oraya doğru gidiyorum. her anımı allaha vermek. fakat şöyle olunca, aracın amaç haline dönüşmesi, şu olmazsa, bunu yapamam gibi, şart ve ben de bunları yapmak zorundayım, hedefe kilitlenerek, anı, o hedef uğruna harcamak, en büyük tehlike burada. dünyayı ahirete feda etmek manasına gelir. peygamber olmuştur ki, hiç tabi olan olmamıştır.

ama ben deesm ki, benim 1000 müridim olsaı lazım. bu anlayış buna tam ters. benim dünyada bir etkim olsun. ama yanına bir ahiret kılıfı uydurmaya çalışıyorum. senin amacın ahiretse, sen yolda gidersein, allah sana bir yol çizer.

mesela kurumlaşmak, kurumu ön plana çıkarıp da, hizmet için ferdi hakları çiğnemek, bu anlayıştan doğuyor gibi geliyor bana.

amç. şöyle diyebilir miyiz: bir meçhuliyeti, başka bir meçhuliyete endekslemek hatası aslında.

çok pratikte şöyle oluyor: bir evleneyim, tuttturacağım namaz ritmini.

veya, bir şeriat gelsin abi, onun hayatındaki her şey dört dörtlük olacak. olmamasının sebebi, sistem problemleri. bu çok yaygın.

hayatın aslında tek bir gerçekliği olan ölümden kopmak, hayatın gerçekliğini koparıyor. her şeyin ortasına değişmeyecek bir gerçekliği oturtmak lazım.

aş. o ölüm ne demek? şu anda yaptın, yapmadın bitti. yok oldu.

rz. burada ben hayyı kayyumu hissediyorum. buradaki iki silah, sanki, hayyı görmeden kayyuma takılmaktan gelir. niye ben bu anımdaki acıyı yaşamaktan kaçıyorum, veya şu anki sevinci, gelecekte arıyorum.

ticaretten bir örnek vereyim. selden kütük kaçırmaya benzer bu işler der. ne kadar çok satarsın, o senin karına. zamanı, sele benzetirsek, allahın yolladıklarını kütük olarak görmek lazım. eğer ben kütüğü yakalıyorsam, o an hayattar oluyor. o zaman ben hayattayım yani. sen seli sürekli zannediyorsun, ama sürekli değil. o aynı kütük bir daha gelmeyecek.

rm. kütüklerin arkası geliyor diye beklemek sette.... o da ahiret var nasıl olsa demek.

rz. kayyumiyetin esas sırrı, hayyda geçiyor. eğer o anda hayyı yakalamazsak, kayyumiyet bizim için ölmüş oluyor. ama bunun esas açması gereken nokta, ahiret olayı var. ahireti nasıl hissetmek lazım. kütüğü yakaladığın anda, zaten, ahireti yaşıyorsun. yoksa ahireti ayrı bir niyetle yaşamana gerek yok. o anda allahı biliyorsan, ahireti zaten yaşıyorsun.

aş. avcı misali. devekuşu, kafayı toprağın altına sokuyor. ya tehlikeden kurtulacaksın, ya da ... sanki avcı yokmuş gibi davranyıyor. veya avcıyı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor. bu çok ince bir nokta. avcı her halükarda orada. bizim anımızdan başka bir şeyimiz yok.

rz. anı yaşa diyorlar.

aş. anı allahla irtibatlandırıyorsan yaşarsın, yoksa yaşamazsın.

amç. sloganı şu hale getirsek, daha güzel olmaz mı? anı yaşat desek. dikkatimi şu çekti: üç tane fluluktan bahsetti: nefis, şeytan ve heva. üçünde de fluluk veriyor. hepsi postmodern. bütün bu fluluğu ortadan kaldıracak tek şey var, karanlık zannettiğim şey, yani ölüm. en karanlık zannettiğimiz şey, aslında hayatın en aydınlık yeri. ölüm aydınlığını dünyanın içine her tefekkürümüzde sokmazsak, eylem bazında hayatımıza geçiremediğimizi görürüz.

aş. ölümü çok zikrediniz. eşyanın fenasında bekayı görmek gerekiyor. bağlandığımız eşya yoksa bizi ve hissiyatımızı götürüyor. aslında helak oluyoruz. ne yapacağız? orada onun fenasını görün. lezzetleri acılaştıran ölümü anın. aslında dünyevi yönüyle lezzetleri acılaştırıyor.

üstad diyor ki, hayat ile, mevcudat hayatlarayla hayyı kayyuma baktığı gibi, ölümleriyle, onun bakiliğini gösterir. ikinci önemli nokta da bu. eşyanın fenaya gidiyor olması, baki bir yaratıcının varlığını bize anlatır. yani eşyalara bağlanmamamız gerektiğini bize gösterir. ölümü anmak bu manada anlamak gerekiyor.

amç. ilk başta enenin tarifiyle başladık ya, mikyas olması bu zaten. diğer enelerin ölümüyle, ölümsüz olanı anlıyoruz.

aci. ölüm meselesi, çokf azla sunuldu gibi algıladım burada. ölüm geldiğinde, baki olana kavuşacağız diye bir şey yok. kim şu an ölmek ister? herkes hayır der.

aş. burada ölümden bahsedilen, eşyanın fenasıdır, her an ölüme gitmesidir. mesela bu lezzet, burada çayın lezzeti gidiyor. tutamazsınız bunu. yoksa ölümü istemeyiz.

ölüm demek, şu lezzetin gidiyor olduğunu bilmek demektir. madem ben bunu istemiyorum, ne yapacağım? bakileştirmek. güzelliğini. güzelliğinin devam etmesini sitre misin, dersen bir kıza. ne yapacaksın o zaman, bunun gitmesini istemezsin, ama gidiyor. o zaman bu gitmemesi için, baki olanla irtibat kurdur ki, baki kalsın.

amç. somut olarak ölümü de, gülerek merdane karşılar diyor, üstad. hz. yusuf, en sevinçli anında, ölümün gerçek hakikati bakiye kavuşmaksa, en sevdiklerimizin yanına gitmek için, terhis tezkeresiyse, ölümü istememek diye bir şey olamaz.

mk. bakın konu dağıldığı zaman bereket gelmez. risalei nurun her şeyini bu akşam konuşabiliriz, ama her konunun bir tavı var.

biz ahireti inkar etmiyoruz. ahiretin varlığını da kabul ediyoruz. benim anladığım kadarıyla, dedemiz diyor ki, bunu demekle kalırsanız, bu size fayda vermez. eğer ahireti konuşup da, inkar etmiyoruz diye, kendinize bir vasıf gibi kabul ederseniz, ahiret inancınızı tamamlamış olmazsınız. eğer ancak ölecekmiş gibi bir tavra giriyorsanız, o zaman doğru formda algılıyorsunuz demektir.

hk. burada ölümü düşünmekten çok, ahiretin mevcuduyitei ön planda.

iki tane dindar eş, açlık çektiği sırada, bir dua et diyor eşine. etmiş,b ir altın doğmuş. sonra düşünmüşler, sarayımızda bir tuğlanın eksik olması iyi olmaz. dua et geri gitsin, demiş.

bizim amellerimizdir, tuğlalarımız. mevcut olan bir şey yok. şu an yaptığın amelle, inşaat oluyor. ahiretin inşası, şimdi yaptığın amellerledir. elbette cennet olacak, ama bu senin için geçerli değil. henüz mevcut değil, senin için. bir amel yapmamışsan, senin için ahiret yoktur.

mk. çok iddialı konuşmalar, dünyamızı zora sokuyor. kıpırdanamıyoruz. insanlar adım adım yürümeyi öğrenir. uyguladıkça, yürümeleri artar. büyük konuşarak, büyük davranamazlar. insan olduğumuzu, bu dünyada yaşadığımızı, ortaya koyabilmeliyiz.

en büyük, ben şunu hissediyorum. " ya biz böyle yaşamıyoruz" demek çok kolay. ya kardeşim, biz yaşayabiliriz. fakat her şeyi yüzde yüz katamayız. her gün bir adım katarak, bereketi artar. bu yapılabilir.

aş. murata bir şey söylemek istiyorum. aslında burayla çok alakalı. ben ölümden korkumyorum, demek çok iddialı bir cümledir. anlarımızı ne kadar onun hesabına verirsek, ölümü o kadar arzularız, bu bir neticedir. eğer anlarımızı ölümden kurtarırsak, o zaman bakileştirirsek, ebedileştirirsek, ektiğin tohumu görürsün.

ne kadar huzurlusun şu anda? ne kadar tatmin olmuşsun. allahtan gelen musibetlere razısın. görelim mevlam neyler tarzında bakabiliyor musun? niye hep beni bulur? niye hep benim başıma gelecek, diye düşünmek, o anlarımızı ölümle irtibatlandarımadığımızın göstergesidir. yoğunlaşacağımız nokta, şu anda, şunla muhatabiyetimden ne kadar ahiret hesabına, ahiretin çekirdeği yapabiliyorum.

hk. zor mu kolay mı? o senin niyetine bağlıdır. niyetini değiştirisen çok kolay olur.

aş. allahın bir rahmeti var ki, geçmişlerimizi bile hayra kalbedebilirz. ama gayret edeceğiz.esas olan bilgi değil, onun pratikte yaşanıyor olması. allah ehr şey allahtan demek kolay bir şey, ama başına bir şey gelince, kızıyorsan, olmaz. pratik hayatımızda ne yaptığımız yaşadığımız önemlidir.

amç. geçen akademisyen arkadaşlarla sohbet ederken, hep şu nokta oluyor. işin felsefesini seviyoruz. istiyorsun, yapamıyorsun. işin çeperinde dolaşıp durmak cazip geliyor. biraz da entel dokusunu güzel örersen, çayla beraber uzun saatler geçirilebiliyor. ama şunu dersen: mevcut murat ne? şu. olması gereken adam ne? bu. peki bu adamla madde madde bakıldığında, bu fark nasıl giderilir? çok büyük hedef değil. namazında mı eksiğin var, nasıl hassasiyet gösterebilirsin? hakikaten pratiğe dönüştürülmüş, aksiyonlara dönüştürmek lazım.

aş. benim en belirgin şeyim: sevgi her şeyi hallediyor da, insan elde etmediği bir şeye ulaşmakta üşengeçlik yapabilir. ama elindekini kaybetmek istemez. bizim elimizde olanı bilmemiz gerekiyor. bize her şey verilmiş, ahseni takvim kıvamında her şey verilmiş. onu kaybetmemek niyetiyle bakarsak, o zaman amel yapmak, zevk olur.

ben kendimce, ölümden çok korkardım, çocukken. babamın ölümünden sonra biraz yatıştı o korku. sonra ben bunu yenmek için, mezarlıklara girdim, saatlerce oturdum. otopsi laboratuvarına gittim. zannediyordum ki, kendimce yendim ben bunu. bir gün bir yerde silah sesleri duydum. o anda kalbimdeki hissiyatı bir tarttım. ben ölümden çok korkuyorum diye anladım.

mk. yok, hıfzı hayat fıtri bir şey.

aş. ama ben günlerce onun tesirinden kurtulamadım. anladım ki, bu iş böyle gelsin, değil. bu bir hazım meselesidir. nasip meselesidir.

mk. insan ölümü isteyemez. dünyayı ahiretin tarlası olarak görüyorsan, nasıl ölümü isteyebilirsin.

aş. zübeyir ağbinin bir esprisi var: cennete girsem bile, buraya gelip hizmet etmek isterim.

amç. bence bu olgu, imanın seviyesiyle ilintili. hz. yusuf derecesi de var burada. veya ehli dünyanın yaşadığı ürperti var. bunun arasında imanlı bir insanda, hakiki ölüm korkusunun olmaması gerektiğini düşünüyorum. istek olmaz da, ama korkuyla yaklaşacağına inanmıyorum.

rz. ölüm korkusu, konumuzun dışında kalıyor. herkesle aynı neticeye de ulaşamayız. kimisi ölümden korkmaz, kimisi başka şekilde amel yapar.

bir de, şu aklıma geldi: sait nursi, niye sait nursi olmuştur diye düşündüm. üzüntülerden, sıkıntlardan kaçmadığını, ve sabırla onlara sabrederek, cevabını talep ediyor. geçmişe ve geleceğe atmıyor. allahtan acının cevabını isteyerekten, hayyın huzuruna çıkıyor. böylece hayattar kalıyor.

onlara ölü demeyiniz, onlar diridirler sözüne mazhar olacak kişiler de zaten, o özelliğe mazhar kişilerdir.

"Mülk ve melekût arasındaki hicab ne kadar incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür. Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlim ile cehil arasındaki hicab ne kadar latif ve ne kadar kalındır. İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir. İbadetle masiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır. Halbuki araları Cennet ile Nâr'ın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur. Evet hal ile mazi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mazi cihetine geçmesine mani değildir. Cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.
Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde vardır. Kezalik gece ile gündüz arasında latif bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i maneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır; gözü maneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.
Kezalik Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.
Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.
Kezalik ef'al-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyet ile Allah'ın hesabına olursa, tecelliyata ma'kes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur."

8 Mayıs 2009 Cuma

Onsekizinci Söz Birinci Nokta

"Onsekizinci Söz
(Bu Sözün İki Makamı Var. İkinci Makamı Daha Yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.)
BİRİNCİ NOKTA:
(ayet)
Nefs-i emmareme bir sille-i te'dib:
Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir. Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır. Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.
Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. (Haşiye)
(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskat etmesini çok beğendim ve "Bin Bârekâllah" dedim.
"

aş. burası yukarıdaki ayetin tefsiri. "yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırlarla övünenleri..."

ayette şöyle bir şey var: "onlara verilenlerden dolayı ferahlık duyarlar" sanki allahın verdiği nimetleri kendileri elde etmişler gibi, onun üzerinde fahirleniyorlar, övünüyorlar.

benim anladığım iki şey var burada: insan kendisine verilen, ama kendisinin olmayan şeylerle fahirlenmesi. ikincisi de, allahın ihsan ettiği şeyleri, kendi yapıyormuş gibi tevehhüm etmesi var. zaten konunun gelişimi de, mazhar olma meselesine kadar bunu izah ediyor.

ayetle birlikte düşünelim konuyu.

" Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! "

aş. bütün nefislere ait bir özellik bu. başka nazarlar tarafından takdir edilmek, övünmek istiyor. hep başkaları bizi görsün, takdir etsin bu genel nefislerin hareketlerinde hep bu gözüküyor.

ben bir ara yarım saat sokağı seyrettim. hep bazı ünlüleri taklit ediyorlar. yürürken normal yürüyor. sonra birilerinin yanına geldiğinde, yürüyüş değişimeye başlıyor. bu genel bir eğilim. birileri tarafından övülmeye , methe düşkün.

"hodbinlikte bihemta" ne demek bu? yani sürekli kendini seven, kendini övmeye çalışan bir tavır. bu çok önemli bir nokta. cenabı hak bu duyguyu bize, kendisini övmemiz için vermiş. benlik duygusuyla, onun benliğini anlamamız ve onu takdir etmemiz için yaratmış. insanın kendi yaptığıyla övünmesi, ki kendi yaptığı hiçbir şey yoktur. övülmeye layık olan, işi yapandır, teşekkür edilmesi ona doğrudur. hakikatte bütün iyiliklerin kaynağı kimdir? cenabı haktır. dolayısıyla, bu duygunun -övünme, şöhret gibi- cenabı hakka yönelmesi gerekiyor. fakat nefis kendine döndürüyor bunu.

aci. aslında herkesin özerkliği konusunda problem yok. fakat onu kime yönlendirdiği konusunda problem var. yönünü kendine çevirmesi problem.

aş. allah herkesi benzersiz yaratmış ama insan bu farklılıkları kendine çevirmeye çalışıyor. bu noktada insan kendine aşık.

aci. büütn kabiliytelerini rabbine yönelik kullansa problem yok.

aş. evet, affanın vurguladığı çok önemli. sende iyilik yok demiyor.

ellerimle, bütün yüzeyleri ayırt edebiliyorum. saymakla bitmiyor. şu elle, belki gözlerinle ayırt edebildiğin kadar ayırt edebiliyorsun maddeleri. insana bir sürü şeyler takılmış. duygularına, kalbine, vücuduna. bunlar insanda var. hatta herkeste bir sürü farklı özellikler var. bazılarının hafızası çok iyi oluyor. bazılarının görsel hafızası var. kiminde resim yapma kabiliyeti var. herkesin farklı farklı özelliği var. önemli olan bunların varlığı değil, bunların varlığının menşeini, sebebini kime vereceğimiz. bunlar fark edilmesin değil. tarikattan fark bu, risalei nur mesleğinin. onlar, tevazu adı altında, bunları terk etmeyi söylüyor.

"Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve "

aş. incir çekirdeği, çok küçücük bir şey.

"yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise"

aş. insanlar üzümden istifade ediyor, meyvelerini yiyor. onun yetiştircisi, merci olarak kendini görebiliyor. incir dese, bu kadar ağaç benden çıktı, bir de bir sürü insanın doymasını, lezzet almasını sağladım, dese, ben yaptım dese, ne kadar ahmakane bir tavır olur. aslında insanın nefsi de, incir çekirdeğinden daha büyük değil.

"; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. "

aş. nasıl incirin meyvelerini, incir çekirdeğine veremeyiz.

oğ. hayır şer meselesinde cenabı hak bir şeyi emreder, o şey helal veya haram olur. insanın nefsinde de, insan bunu direk bunun sahibi ben değilim, ama bu özelliği cenabı hak bana vermiş, diyebilir mi?

aş. gelecek o. şurada şöyle bir yanlış anlama olabiliyor. kısa geçeceğim. mutezileyle ilgili bir tartışma bu. allah eşyaya güzel der güzel olur. onu belirleyen şaridir. bir başka hüküm daha var: eşya zatında güzeldir. hatta fıkıhta bir kural var: bir su, sen onun çirkin olmadığını görmediğin müddetçe temiz kabul edilir.

her şey kemalde yaratılmıştır. eşya zatında kendine ait güzelliğe sahip değildir.

eğer bütün kemalat incir çekirdeğine vermek makul olsa, o zaman sen de senden çıkana sahip çıkabilrsin. biz elimizde olan hangi özelliği kendimiz yaptık?

dokunmayı, görme özelliğini, saçlarımızla hava atıyoruz ya bazen, bunu nerede bulduk? hangi şeyi kendimiz geliştirdik? zarar vermeyelim yeter. bedenimiz, duygularımız dahi, allah onlara uygun nimetler yaratmış. ne bizden kaynaklanıyor ki? hangi benim dediğim şeyi biz emek harcayarak elde ettik? göz, kulak, duygular, hepsi doğduğumuzda verilmişti?

basit bir şey, ama insan bunu çok düşünmüyor. kendi hayatımıza bakalım, ben sana bunu bunu yaptım diyoruz ama. ama sen kimsin? diyelim, otobüste birine yer verdin. övünmene gerek yok ki, en çok seviniyorsun. sana vicdanından bir emir geldi, emri dinledin, bu yüzden de rahat buldun. niye övünüyorsun?

bir fakir var. bizim derslere gelen çocuğun babasını su satarken gördüm. diyelim bir fakiri gördün yardım ettin. ona yardım etmenin sende oluşturduğu lezzet, zaten hak olarak sana yeter. övünmeye hakkın yok ki artık. ücretini zaten almışsın. yardım edebiliyor olmak bile, allahın sana ikramıdır.

namaz kıldım. dolayısıyla cennete layıkım. yahu namaz kılmak bile, aslında sana bir ikramdır. senin rabbine onun için teşekkür etmen lazım. ama insan ne kadar ilginç ki, kendisine verilen şeyleri, kendine sahipleniyor.

senin dediğin mesele de buraya geliyor. sen muhtaçsın.

insanın mahiyeti çekirdek gibi de değil. aslında çiçeğin vermeme gibi bir seçeneği yok. kendisine takılan nimetleri doğrudan doğruya sunuyor. çiçeğin tercih hakkı yok, kötülüğe doğru bir meyli yok. melekler gibi.

aci. başını kaçırdım. çiçekte nefis olmadığı için, o hep güzelliği vermekle memur. insanla bunu kıyaslamak?

aş. aslına bakarsan, problem şurada. insanın göreceli olan şey, çiçeğin güzel ya da çirkin olması değil, benim ona yüklediğim anlamdır. aynı tabloya bakarak ben oradan hayır da şer de devşirebilirim. göreceli olan benim bakışımdır. yoksa eşya kötü olduğundan ben öyle görüyor değilim.

benim şöyle bir özelliğim var. bir şeyi iyiye de kötüye de çevirebilme özelliğim var. namaz gibi bir fiili kötü bir konuma getirebilirim, övünmekle. öte yandan günahı, istiğfarla güzel bir konuma getirebilirim. insan eşyanın mahiyetini değiştirmiyor. kendi bakışıyla, eşyaya bakışını değiştirebiliyor. insanan cüzi ihtiyarisiyle hep kendisine verilenlere, hem de alemdeki şeylere farklı anlamlar verebiliyor. bu noktada izafiyet vardır.

nefis adına bakarsan, menfileştiriyorsun. allah adına bakarsan, güzelleştiriyorsun. yoksa eşyanın gerçekte, vücudu haricisinde, nefsül emirde, eşya çirkin falan değil. nefsül emirde, o hayırdır güzeldir. ama cüzi ihtiyari ancak bunda yetkilidir ki, eşya konusunda hüküm verebiliyor. yoksa eşyanın mahiyetini değiştirmiyor.

aci. şöyle bir şey aklıma geldi. o zaman nefsin özelliklerini kullanarak, nefsi de hayra dönüştürüp, onun özelliklerini müspet kullanılabilir hale getirebilir.

aş. evet. nefis kademe kademe. emmare de var, kamile de var. nefis kötü değil. nefsin kötü kullanılışı kötüdür.

hk. risalei nurun en büyük farkı da bu olduğu söylenebilir. diğer tarikat mesleğinde, nefis susturulmaya çalışılır. risale ise, nefsi hayırda kullanmaya çalışıyor.

"Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. "

aş. aslında her şey çok kıymetli. toz bile çok kıymetli. toz olmasaydı, toprak olmazdı.

ben dalganın hikmetini düşünüyordum. tek bir dalga görünce insan anlam veremiyor. ama senelerce o taşa vuruyor. her vuruşta, taşlar ufalanıyor. o kumlardan insanlar bina yapıyor. demek insanların bina yapması için malzeme, ileriyi görerek allah tarafından hazırlanıyor. toz da öyle. tek bir parçanın çok anlamı olmayabilir. ama bir kayanın tozlaşması ve karışıp toprak olması, oradan da bir sürü nimetlerin yaratılması, çok kıymetli.

olaya lokal bakınca anlamsız gelebiliyor. ama global külli baktığında her şeyin çok kıymetli olduğunu anlayabiliyoruz.

aş. mesela gerçekten şu gözün, çok kıymetli ama, mucizevi yönleri gizlenebiliyor. o kemal gizleniyor. insan kendi fahriyle, eşyanın mahiyetini değiştirebiliyor. felsefe eşyaya adiyat, sıradanlık perdesi örtüyor. o kadar ülfet etmişiz ki, bu ağaçtan bu meyve çıkacak diyoruz. halbuki o oduna bak, meyveye bak. afedersin, fışkı yiyor, muhteşem meyveler çıkıyor.

oğ. tam bir zıddiyet var. birisi itici insan için. diğeri son derece çekici. netice olarak. çok güzel kokuyor, çok tatlı, latif, ziynetli.

aş. baktığın zaman ama, bilimler her şeyi sıradan görüyor.

aci. nefsin güzeli dönüştürmek dedik ya. kötü koku da aslında onun tezahürü gibi. kötü koku, aslında çok latif bir şeye dönüştürülüyor. demek kainatta da o dönüştürme yapılıyor.

aş. insanlar için tabi. leş şsize çok kötüdür ama, bir akbaba, sinek için tam bir ziyafet sofrası. leş olmasın demek, bir sürü mahlukatın rızkı olmaması demektir. onların cesetlerini, kendi vücutlarına defnederler. biz de öyle. elmayı kendi vücudumuza defnediyoruz. ve orada düşünen bir insan olarak tekrar çıkıyor. ama biz bu eşyanın mucizevi yönünü, sıradanlık perdesi ile örtebiliyoruz, tenkis ederek.

"Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun"

aş. dolayısıyla insanın sahiplenebileceği şey aslında bunlar. ben yaptım demekle, o mucizenin kıymetini düşürüyorsun. sen aciz bir kulsun, nasıl yaparsın böyle mucizevi bir şeyi. ne kadar nimet bize açılmış. sonsuz alemin her tarafına bakabiliyoruz.

bilgisayara bir hareketi yaptırmak için bir sürü uğraşıyorlar. sende hiçbir şey yapılmadan, sınırsız özellikler var.

aci. bir şey yapınca, bir bedel istiyoruz. oysa, bize yapılan bu şeyler için, bizden istenen bedel sadece şükretmek.

rm. leşe güzel koku verilse, biz hasta olurduk. bizim için iğrenç geliyor, akbabalar için ziyafet.

aş. seni uzaklaştırıyor, onları yaklaştırıyor.

hk. şu teknolojiyi çok iyi çözmemiz gerekiyor. bu yapılan yenilikleri neye atfedeceğiz?

aş. allahın nimetinden başka bir şey değil.

hk. bir prof bunu duysa, tepkisi ne olur?

aş. bir fikir için ben ne yapıyorum? bekliyorum, güzel bir fikir geliyor ve söylüyorum. sen ne yaptın ki?

hk. yani bilim adamları ilhama mazhar mıdır?

aş. evet.

hk. o zaman değerlidir.

aş. arının bal yapmada ne kadar tesiri varsa, edisonun lambayı bulmasında da o kadar tesiri vardır. o ışığın kendi dünyasına gelmesini istemiş, allah da ona sunmuş.

" ve temellükle gasbediyorsun. "

aş. aslında gaspetmekle de helak ediyorsun. burada bir ev sahibi var, desem ki, bu benim ya. ev sahibi bir daha bana verir mi? sen bunu bana vermek zorundaydın desem, bir daha kapıdan içeri almaz. aynı şeyi düşünün: allah bu kadar nimeti vermiş. ben yaptım desen, tahrip ettin işte. bir daha o güzelliğin verilmesine engel oldun.

allaha vermemekle nimeti, zaten nimet bittikten sonra, yok oluyor. asıl olan nimetin devamlılığıdır. bu ise, aczine bağlıdır. yani allaha ihtiyacını arzetmene bağlıdır. eğer allah yoksa, hiçbir şey kalmıyor ki, hiçbir şey yok. bütün arazi senin olsa ne olacak? bir süre sonra onun altına girip ezileceksin.

hk. hep doğaya örnek veriyor. burada temel şey, insanın fiiline yönelik. benim bir korkum var. ahir zamanda kıyameti neler çağıracak diye bakınca, insanların ekserisinin küfre düşmesidir.

aş. dünyanın ziyneti olan asar-ı beşeriyeti şirk alud görüp, dünyayı o şirkten kurtarmak için, o şirkleri temizler.

insan o kadar egoya sahip ki, allahın nimetelrinin üzerine bile, etiket koyuyor.

hk. evet, buna engel olmak için, buna daha fazla örnekler sunmamız lazım. ortada şirke karşı cevap var. bu cevapları açalım. belli ki, ileride teknoloji öyle bir noktaya gelecek ki, her şeyi biz yapıyoruz diyecek noktaya gelecek.

aş. teknoloji geliştikçe, fıtrat bozuluyor. fıtrat bozuldukça da, insanın başı dertten çıkmıyor.

oğ. ama teknoloji geliştikçe, insan acziyetini daha iyi anlıyor.

hk. üstad radyo ile, bir hava zerresinde, allahın tüm sıfatlarını görüyor. gören göz için sorun yok. ama avam bunu düşünmüyor. makine yapıyor diyor, ona atfediyor bütün güzellikleri. nurcu kardeşlerimiz kaç tanesi, bilgisayarın, cenabı hakkın hangi isimlerine mazhar olduğunu çalışmış? ben hiç okumadım daha. teknoloji şu an put haline dönmüş.

aş. sen ehadiyet dedin bir örnek vereyim. televizyonda bir kanal var, bütün kanalları gösteriyor. bu potansiyel olarak, şunu gösteriyor. dünyanın her tarafına bir kamera yerleştirseniz, o kameradaki bütün görüntüleri odanızda görebilirsiniz demektir. potansiyel olarak bu yapılabilir. alemde ne kadar tecelli eden esma varsa, kendi alemine taşıyabiliyorsun. demek allah bize ehadiyeti çok daha bariz görelim, diye bu aleti yaratmış olabilir. sesler için de aynı şey. dünyanın her tarafındaki sesleri duyabiliyorsun. demek allahın bütün görüntüleri görebilir, duyabilir olduğunu bunlarla anlayabilirsin.

metale bu özelliği, ahvaya her şeyi duyma özelliğini veren, yaratıcı, kendisi bu özelliklere sahip olmaz mı?

bilim adamlarına soralım: bu metale bu özelliği sen mi verdin?

yapılan çabalara itiraz etmiyoruz. o ayrı mesele. fakat esbabın tesiri olduğu noktasında ne söyleyebilirler ki. eşyanın kendisi yaptı dese, deli saçması derler.

"Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. "

aş. niye? kamil, edebiyete mazhar olan şeyi, sıradanlaştırdın. allah size yakışıklılık vermiş. desen ki, bu benimdir, sonsuz olacak bir nimeti bitiriyorsun. her nimetin bir süresi var. ha 3 gün, ha 30 sene. fenaya götürdün o nimeti. helak da ettin. halbuki, şükretsen, o nimeti bekaya götürebilirsin.

insan kendisi açısından baksa, dinsiz bir adamın çıldırması lazım. yokluğun varlığını düşünün bakalım, nasıl bir ürperti duyuyor. düşünebilir misin, çocuğun var, yok olacak. nasıl bir ürperti duyarsın.

düşünen insanlar, ya intihar ediyor, ya depresyona giriyor. insanların çoğunluğu düşünmüyor, kendilerini uyuşturuyor.

senin hakkın, şikayet değil, şükürdür. nimetin kadrini bilelim ki, eksiltmeyelim. her şey mükemmel. ben cüzi ihtiyarımla, noksanlaştırıyorum. ondan dolayı özür dilemem lazım.

aci. burada noksanlaştırmanın farkında olmak çok önemli. ya farkında değilse.

aş. aslında fark ettikçe, o nimet veriliyor. görmediğin gösteriliyor.

aci. ben bunu bilmiyordum deyince, her bir anda, bir eksik fark ediyorsun.

aş. sen eksikliğini görmekle, bir nimet takdir ediliyor, araştırmanın sonucunda bir ilham veriliyor. o kadar çok kemali görüyoruz. insan kendi eksikliğini gördüğü sürece, kemalde olanın kemalini fark etmeye başlar.

hk. sanki üstad burada, bir yapıt var. ben dediği şeyi parçalıyor. insanı analiz ediyor. bunlar yaratıcının malıdır. senin aklın da kalbin de. peki ben neyim diyorsun. sen sadece cüzi ihtiyariden oluşuyorsun. o ise, sadece hayır veya evet diyor. evet derse, geleni kabul ediyor. hayır derse, reddediyor.

aş. yani bir katkısı yok. sen bir resim görsen, o sanatın tüm inceliklerini bilmediğin için, sınırlı sayıda özelliğini bilirsin. eğer bu resim bunlardan ibarettir desen, ondaki pek çok özelliği gizlemiş olursun. mahiyetin gereği, sonsuzluktan gelen nimetlerin mahiyetini sınırlar. ne kadar sınırladığını kabul edersen, perde o kadar açılır. eğer kabul etmezsen, o kadar sınırlarsın.

oğ. o zaman, resulun günde 70 defa istiğfar etmesi, bu insaniyetin mahiyetinin gereğidir. insan hep eksiltir. neye muhatap olsa, sınırladığı için, hep tövbe etmek zorunda.

aş. evet. o hadiste şöyle diyor: bazen bana nurani perdeler iner. bundan dolayı, 70 kez istiğfar ederim. yoksa, zulmani perdeler gelmiyor kendine.

at. kuranın emri. istiğfar et diyor, resule.

o tevazundan değil, insan olmasının gereği.

aş. zaten tevazu, olduğundan aşağı görmek değildir, gerçeğini fark etmek demektir.

rm. şunu nasıl izah edersiniz. bir heykeltraşın sözü: "ortaya bir mermer bloku konsa, insanlar mermer görür, ben içindeki heykeli görürüm."

hk. sana estetik duygsuu verilmiş, onu temellük etme. bir telefon ortadaysa, o iğrenç bir şey değil. muazzam bir akıl sarfiyatı gerekiyor, ama o akıl da senin değil. senin yapabildiğin, evet veya hayırdan başka bir şey değil.

aci. küçük bir hatıramı anlatayım. çocukken, okula gitmiyorum daha. dedem, zemberek diye oklu bir silah yapacaktı. bir ağaçtan odun alacağız, yapacak. ben zannediyorum güzel bir ağaçtan yapacak. çitleri yokluyor dedem. güneşte kalmış, sertleşmiş eski püskü bir şey buldu. moralim bozuldu. sonra eve gidince, onu anlattı. güneş altında pişmiş, kaya gibi olmuş. halbuki, ben o aklımla, taze bir ağaç kesilecek sanıyorum.

aş. evet. risale mesleği acz mesleğidir. aşk mesleğinden farkıdır. ben hep eksiltiyorum diyor acz. aşk, bende bir şey var diyor. benim sana olan fakrimi artır der acz. sana olan fakrimi artırmakla, beni zenginleştir. zenginliğimiz, fakrımızın farkına varmak. fakirliğimle övünüyorum.

aciz bir dilenci sizi nasıl cezbediyor değil mi. cenabı hakkın yardım elleri de sizin acziyetinizle gelir.

"Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir. "

aş. yani kendini sevmek değil, sana o güzelliği takan hudayı sevmektir. ki o güzellikler fena bulmasın.

"Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. "

aş. nefsine havale eden, tabiata havale ediyor. nefsini temizleyen, tabiatı da temizliyor.

"İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. "

aş. hayırda edilgeniz, şerde etkeniz.

vk. nefis gerçekten çirkinliği görüyorsa. çirkinliğin sebebi, içinizdeyse.

aş. yok öyle bir şey. çirkin olduğunu zannetmektir.

at. içindeki adavete adavet etmeyi kastediyor.

aş. tamam o zaman. kalbin seviyor mu, o çirkinliği? yok. o zaman onu kendine veremezsin.

vk. sürekli ileriye gitmek, halden memnun olmamanın sonucu değil midir?

aş. yok değil.

vk. halden memnunsanız niye ileri adım atarsınız?

aş. insan lezzetin devamını ister. bir şey duruyorsa, o şey kemalde değildir. aslında eşyada da bunun tadına baktığımızda, bunun fena bulan bir şey olduğunu bilsek, bunu sevemeyiz. ama biz bir ebediyet tevehhüm eder nefis, ona binaen sever.

bizde olan mükemmeli kaybetmemeye çalışıyoruz. daha iyi daha iyi değil yoksa. yani zaten kemal var, bende olan kemali fark etme, sürecini yaşıyorum. niye bunu yaşıyorum? ben sınırladığım anda, kemali bitiriyorum. insanın tatmin olması mümkün değil. fıtraten mümkün değil. bir memnuniyetsizlikten kaynaklanarak da, istiyor değilim. belki bir daha yaşamak istiyorum, ya da başka bir lezzet yaşamak istiyorum. fıtrat devamlılık istiyor. bu devamlılıktan dolayı, ben sürekli bir şeyler almak istiyorum. yoksa beğenmemekten dolayı değil. mümin her halükarda şükreder. kötülükten dolayı dahi.

müminler elimizdekini kaybetmemek için, ibadete devam eder. bu yüzden sürekli şevk içinde olacaktır. çünkü sonsuz bir nimeti fark etmiş, onu kaybetmek istemiyor.

bu bir psikolojidir. bir şeye ulaşmak istersiniz, çaba gösterirsiniz, ama bıkarsınız. ama sizin olan bir şey için, canını bile feda edebilirsiniz. bu anlayış müspet bir anlayış.

sigortacılar bu anlayışı çok iyi kullanır.

ben öğretmenlikte de bunu uyguladım. herkese beş verdim en baştan. sonra insanlar onu kaybetmemek için uğraşıyor. ben daha çok yemekle, nimeti çoğaltacak değilim. nimeti fark etmekle, nimeti çoğaltıyorum.

şu elime hadsiz özellikler verilmiş. ben bunu kaybetmemeye çalışacağım.

hasta yattığınız zaman, normalden farklı özel ilgi görüyorsunuz. ona da ihtiyacınız olduğunu fark ediyorsunuz. hastalık negatif olduğu halde, kazandığınız çok daha farklı şeyler var. size olan şefkatin farklı veçhelerini de tanımış oldunuz. her gün vücudumuzu, bir sürü mikroplardan temizliyor allah.

aş. potansiyelden fiiliyata geçmek. elinizde bir kart var. bu kartın pek çok özelliği var. fakat hepsine bir tarih sınırı koyulmuş. sen o kartı sadece bilet almada kullanıyorsun. ama o kartı inceledikçe, onun içinde binlerce özelliğin olduğunu fark ediyorsun. ne kadar fark edersen, o kartın o kadar özelliği sana ait olmuş oluyor. insanın çabası, nedir? o karttaki özellikleri keşfetmek olmalı. kartın özelliği daimi. insanda bir sürü potansiyeller var. ama fark ettikçe, onun oluyor. biz ahseni takvimde yaratılmışız, ama ne kadar fark edersek, o kadar bizim oluyor.

"Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır.

aş. güzelliğin görünmesine engel oldunuz. şer yaratılmış değil. güzelin görünmemesi halidir, şer. aynanın üzerindeki kir, güzelliğin görünmesine engel olur. yoksa o şeyin üzerinde çirkinlik yoktur. sizin bakış açınız onu çirkin gösterdi. yoksa o çirkinlik yok.

ataullah iskender ibninin güzel bir sözü var. insanın kalbi, ayna gibidir. şehvet buharı, onu örter. şehvet, nefis anlamında. ne kadar onu dizginlersen, ayna o kadar net gösterir.

"Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız."

aş. aynadaki şeyden dolayı güzel görünmüyor diyesiniz. çirkinlik gördüğünüz zaman,...


" Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun."

aş. sana gelen güzellik, aynanın kendisi olmuyor. temessül o manaya geliyor. aynada sürekli cemal gözükmüyor.

sende süreklilik kazanmıyor. allahın kudretinin parçası sende daimi olmuyor. öyle olmuyor. senin üzerinden akıyor sadece. borudan su akması gibi.

oğ. benim üzerimde gözüküyor denilemez mi?

at. terzi örneğini düşünelim. ben çirkinim demek, küfranı nimet oluyor. ben güzelim demek, seni güzelleştiren zata hakaret oluyor.

hk. meziyetim var demek, problem oluyor. meziyet olduğundan değil, tam tersi sende meziyetsizlik olduğu için sende gözüküyor.

" Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. (Haşiye)
(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskat etmesini çok beğendim ve "Bin Bârekâllah" dedim."

hk. burada bir itminan var. üstad kesin olarak, tatmin olmuş.