27 Mayıs 2010 Perşembe

Yirmiikinci Mektub Birinci Mebhas Üçüncü Vecih

"ÜÇÜNCÜ VECİH: Adalet-i mahzayı ifade eden وَلاَتَزِرُوَازِرَةٌوِزْرَاُخْرَى sırrına göre; bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bahusus bir mü'minin fena bir sıfatından darılıp küsüp, o mü'minin akrabasına adâvetini teşmil etmek,
"

aş. burada akraba kelimesi ilginç geldi. önce insanın kendi iç dünyasına akraba olan fiilleri, diğer fiilleriyle karıştırmayın. yanlış fiilinden dolayı, doğru fiillerini de mahkum etmeyin. bir tarafta iman haslet var, diğer yandan kötü bir haslet var. bu kötü hasletten dolayı ona akraba olan, bir başka fiili de mahkum etmeyiniz.

bir adam çocuğunu vurdu diye, sen onun kardeşini vuramazsın. o insandan intikamını alabilirsin.

adalet-i mahza bunu da içeriyor. o kadar adil olacağız ki, kişiyi tavırlarından ayırt edeceğiz. iyi tavrını, kötü tavrından ayırt edeceğiz. böyle dediğin zaman, insan rahatsız olmaz. seni kötülemiyorum, şu kötüdür diyerek, itidalli bir duruşu gösteriyor.

amç. orada, adaletin tam manasıyla algılanması için, şöyle bir izahta ihtiyaç var diye düşünüyorum. reşit ağbinin dediği gibi bile değil. yanlış hasletin var, demek değil. ıslahına çalış, diyor.

yy. o ikinci aşama. önce fark etmek.

amç. evet. ama sen aktif olarak rol almak zorundasın. uhuvvetin şeni, sadece onu fark etmekle bitmiyor. sana eylem görevi de düşüyor. en son tahlilde de yine dua edeceksin. "o kadar uğraştık arkadaş" tavrıyla değil. "uğraştık, inşallah rabbim başka vesile kılar da düzelir." o çok klas bir mertebe.

aş. mümin kardeşine yardım et diyor, resulullah. "ya resulullah zalime nasıl yardım edeceğiz?" "ıslahına çalış."

amç. "o kadar uğraştık" deme lüksün yok. "allahım onu affet, başka bir vesile kıl" demek.

yy. biz yaratmıyoruz.

aö. sosyal hayatta yaşanan kan davaları, veya milletler arasında düşmanlıklar.

aş. birkaç kişinin ihanetini, tüm bir millete mal ediyorsun.

"anasına bak, kızını al". ancak olumlu bakarsan bunu kullanabilirsin.

oğ. kan davasını biz çok yapıyoruz. bir yerden yanlış yiyorsunuz. 3-4 oluyor. artık o memleketin adamlarından adam olmaz diyorsunuz. çok genelleştirme yapıyoruz.

aş. kişiyle başkasını mahkum etmek değil, kişiyi bile mahkum etmeyeceğiz. kuranın dört hedefi vardı. biri tevhid, ... dört, adalet ve uhuvvet. adalet, eşyaya hakkını vermektir. mümin eşyanın zikrini görür, onun hakkını verir. fiilin de hakkını verir. müspete müspet, menfiye de ıslah tavrı takınır. başkasına zulmetmeden o fiilin hakkını verir. adalet-i mahza kavramı, imanın ve ubudiyetin özü oluyor. bir mümin, kainatı ve insanların tavırlarını nasıl algılaması gerekir konuusundaki ölçüler, adaleti mahzayla ilgili. "çiçek güzeldir" hükmünü, üstad zulüm görüyor. çiçek kendi başına güçel olamaz. çiçek güzel yaratılmıştır, sözü, o çiçeğe davranılacak doğru tavırdır.

onun gibi, ahmetin şu fiili, yanlıştır, ama ahmetin bir sürü güzel hasleti vardır. ondan dolayı, o çirkin hasletlerini de görmeyeceğiz.

is. şimdi tersi oluyor. oruçtutsa ne olur. namaz kılsa ne olur.

amç. bir de o kadar dramatik yorumlanıyor.

hş. hijyen hastalığında bu görülüyor. 10 tane zararlı bakteri var, ama çoğunluğu yararlı. zararlı bakterilerden dolayı, tüm bakterileri öldürüyorlar. astım gibi hastalıklar, hijyen yüzünden.

aş. sivri sineğin yüzlerce türü var. bunlardan bir tanesinde sıtma hasleti var. ama sivri sineklerin hepsini öldürmeye kalksan, kokudan geçemezsiniz. tüm cesetlerin kokularını temizleyen sivri sineklerdir. sanki onlar maksatsız yaratılmış parazitler gibi, pat diye düşman gibi görüyorsun. allah onu da bir kasıtla yaratmış.

"
اِنَّاْلاِنْسَانَلَظَلُومٌ sîga-i mübalâğa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde; nasıl kendini haklı bulursun, "Benim hakkım var" dersin?

Hakikat nazarında sebeb-i adâvet ve şerr olan fenalıklar, şerr ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in'ikas etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes'eledir. "

aş. karanlık yayılıcı değildir. sadece aydınlık çekildiği zaman orada oluşan bir şeydir. karanlık ışığın içinde tasadduk edip de oradan ilerleyemez. ama ışık öyledir. ayyılma özelliğine sahiptir. şer ise yayılma özelliğine sahip değildir.

"Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in'ikas etmek, şe'nidir. "


aş. iyi bir davranış herkes tarafından takdir edilir. çiçeğin güzelliğini herkes görür. ama pis bir şey olsa, herkes iğrenir çekilir.

amç. bir alışkanlık, kötü alışkanlık daha çok yaygınlaşmıyor mu?

yy. kötü örnek, örnek olarak verilemez.

amç. ama etkileme olarak yayılır.

aş. senin ahmeti etkilemen için, vicdanını susturman gerekiyor.

adamı rakı içmeye götürebiliyorsun da camiye götüremiyorsun.

hş. adam içki içmenin kötü olduğunu biliyor. sonra onunla arkadaşlık ede ede, ona alışıyor.

mk. arkadaşlar muhabbet, gülery üzlülük sevimli bir şeydir. bizatihi sevilir. hayatta başarılı olmak istiyorsanız, kendinizle barışık, etrafınızla paylaşımcı olursanız, enerjinizi dağıtmayacağınız için daha rahat başarılı olup, pozitif düşünmekle başarılı olabilirsiniz. güzel duyguların yaşanması çok önemlidir. menfilikler üzerinde durmaktan ziyade, müspet paylaşımlarımızı ve artırmanın coşkusunu yaşayamak, hepimiz için renkli ve zevkli olacaktır.

yy. o nasıl olacak?

mk. hep ortak ve müspet işlerimizin üzerinde duracağız. şu güzel şeyi yapalım. sonra da o güzeli yapalım.

o zaman otomatikman, ortak alanımız hep güzellikler olmaya başlayacak.

rd. kötü şeyler de iyi şeylerin maskesiyle yayılıyor. akşam gidelim de biraz muhabbet edelim, diyor. demiyor ki, kafaları çekeceğiz.

mk. orada bir doğru, bir tane de yanlış var. insanların içtenlikle paylaşmaları çok güzel bir şey. ama bunu içkiyle yapmayı zannetmeleri yanlış. yoksa, o hareketten netice itibarıyla beklenen şey çok güzel. yani muhabbet. yargılamadan.

aş. burada zaten müminler arasındaki uhuvvetten bahsediyor. sen yanlış yerden girdin.

"Ve ondandır ki; "Dostun dostu dosttur" sözü, durub-u emsal sırasına geçmiştir. "

aö. bu her halükarda geçerliyken, düşmanın düşmanı her zaman dost olmak zorunda değil.

"Hem onun içindir ki; "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir" sözü umumun lisanında gezer.
"

mk. bir dil öğrenmek istiyorsanız, bir dilin bir dile değmesi gerekiyormuş.

"İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın, sevimli mâsum bir kardeşine ve taallûkatına adâvet etmek; ne kadar hilaf-ı hakikat olduğunu hakikat-bîn isen anlarsın."

"DÖRDÜNCÜ VECİH: Hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür. Şu dördüncü vechin esası olarak birkaç düsturu dinle:

Birincisi: Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat, yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur. وَعَيْنُ الرِّضَا عَنْ كُلِّ عَيْبٍ كَلِيلَةٌ وَلكِنَّ عَيْنَ السُّخْطِ تُبْدِى الْمَسَاوِيَا sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fikrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlân ile mahkûm edemez.
"

aş. burada güzel bir ölçü veriyor. garaz, gıcık gitmek yani. garazla bir insanı tenkit etmek, çok tehlikeli ve aslında mahrem olan sırların da ortaya çıkmasına vesile olacağı için zulüm oluyor. kardeşini ıslah edeceksin diyelim. "adamı düzeltmek için yapıyorum" öyle bir şekilde yapıyorsun ki, garazla söylüyorsun, yanlış yerde söylüyorsun.

amç. örneklemek gerekirse, "bırak canım bilmiyor muyuz biz senin ne haltlar yaptığını". belki yanlışın ortağısın, olmayacak yerde, sadece onun nefsine hücum etmek, ona öfkeni kusmak adı altında bazı şeyler ortaya çıkıyor.

mk. buradaki konu biraz özel. arkadaşlar yaptığımız işi seveceğiz. ben inanıyorum ki, dünyanın en güzel arkadaşları burada. daha güzel tanımıyorum. buranın çayı, melen çayından daha iyi. melen çayını görseniz böyle gülemezsiniz.

bir defa burada insan kendi mesleğinin tadıyla meşgul olunca, başkasının mesleğiyle meşgul olma ihtiyacı hissetmiyor. ben cuma akşamlarını iple çekiyorum. ben burada çay içeceğim. ahmetimi göreceğim.

burada neyi söylüyor? muhabbetinizi öyle yaşıyorsunuz ki... sevgiliniz ne yaparsa her şeyi o kadar güzel gelir ki, diğer kızları hiç görmezsiniz. bu terbiyeyi alan bir insanın mutluluğu evlendikten sonra daha da artar.

hş. diğer kızları çirkin görmesin.

mk. biz buranın muhabbetinden artık başkalarını tenkit etmeye başlıyor. işte bunu dememek gerekiyor. bunun için en önemli nokta, kendi mesleğimizi, "ben ömrümde bu kadar güzel çayın demlendiğini görmedim." buradaki meslekler, ömrüme ömür katacak kadar değerli olduğunu yaşamamız lazım.

aş. biz kendi mesleğimize sevgiyle hareket etsek, başkalarını tenkit etmeyeceğiz. öteki daha iyi de olabilir. ama benim için en güzeli budur.

burası önemli. ataullah iskenderin söylediği bir söz var. insan kendi nefsinin hatalırnı görmeye başlasa, başkalarının kusurlarını göremez. kendi mesleğinin muhabbetiyle gitse, başkalarının hatalarını göremezsin. bir insan kırmızı gülse, kırmızıyı sevecek. yeşil daha güzeldir demek zorunda değil. yeşil çirkindir demesine ise gerek yok.

mk. buradaki çayı beğenmezseniz, hep hayalinizde melen çayı olur. buradaki çayı içerseniz, bu çaydan hoşnut olursanız, melen çayını hatırlamazsınız. bazı insanlar, hep kızılırmak, yeşil ırmak, hep maymanak ırmak, hep hayallerde yaşıyor insan.

aö. ama o da güzel olmalı. mesleğine muhabbet bile, meslekteki güzelliklerden olmalı. hayali olmamamlı.

mk. bu çayın güzelliğini idrak ederseniz, dünyanın nereye giderseniz gidin, oranın çayının da tadını almaya başlarsınız.

ama bunu yapmıyorsanız, bu kompleks oluyor.

Hayy

aş. cansızlık kavramı islami bir kavram değil aslında. üstad her şeyin hayy olduğunu söylüyor. hayy isminin her şeyde tecelli ettiğini söylüyor. bir zerrede de tozda da kendisine göre bir hayat mertebesi var.

yok olan bir şeyden varlık çıkartıyor değiller ki. havadaki zerrelere bakalım. sesleri iletiyorlar mı? mimikleriyle iletiyorlar mı? görüntüleri iletebiliyorlar mı?

amç. hayy isminden algılayacağımız, mevcudatın yaratıcısı vasfıysa problem yok.

aş. 1/ ayet getirin diyor değil mi?

aş. bütün kuranın bağlamı içinde olacak o 10 ayet. bütün kainatla ilişkili bir atom yaratbiliyor musunuz? o atomun bütün kainatla ilişkisi belli. sen bu atomu yapabilir misin?

amç. camid dediğimiz varlıklar var, zihayat dediğimiz varlıklar var.

aş. problemimiz şu: belli isimleri insanlara vermemekte gayret ediyoruz. ama allahın esmasına ait olan hiçbir şey insana verilemez ki: yapma bile sadece allaha aittir. sadece kesb verilebilir. o da iki tercih arasında istekte bulunmak. yoksa insan fiili de yapabiliyor değil ki.

hş. hz. isa as. toprağa şekil veriyordu, üflediği zaman kuş oldu. peygamberlerin mucizeleri, ilmin en son nihayet noktasıdır.

aş. yapılacak da demek.

mn. niye camid varlıklardan bahsediyoruz o zaman?

aş. bunlar kategorilerdir. her bir varlığın içine ruh gizlendiğini biliyoruz. arz da bir hayvandır diyor, kuranda. senin dediğin bir merhaledir. ben önceden meninin içindeyken zihayat mıydım? hayır. bir tekamül var. maddi bir şeyin tekamülü var. niye bilim adamı da bunu yapamasın?

amç. hayattar olmak, ruh sahibi olmaktır.

hş. hayvan olmadıktan sonra ruh sahibi değil.

aş. elektriği ruh gibi kabul et. adam telleri birleştiriyor, tık ışık geliyor. madde mi getirdi ona? hayır. sen onları birleştirdin, allah ona onu getirdi. sen duanı yap.

aş. esbabın tesirine dair bir delilin var mı? sebep sonucu yapmıştır diyemezsin.

aş. burada bu lambanın burada böyle sabit durması bile bir mucizedir. o düzeni orada koruyan biri var. o allahtan başka kimse değil. sen o düzeni koruyabilecek kayyumiyete sahip misin, değil misin? uzayda yıldızları, zerreler içinde atomları kim ayakta tutuyor?

amç. oradaki ayeti alternatifi olarak anlayacağımız şekilde nasıl tarif etsene.

---
“Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?” Elbette diyecek ki: “Hâlıkımın ihsanıyla, dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dahilindedir.” Yer: Sözler / 33. Söz / 27. Pencere
---

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Yirmiikinci Mektub Birinci Mebhas Birinci Vecih

"
BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini,

(Orjinal Sayfa281)

semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.

Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda îman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür."

mk. anarşi nasıl önlenir? terör nasıl önlenir? her türlü terörü kastediyoruz.

io. bir yere bomba koymak gibi.

mk. o bilinen terör. bir de bilinmeyen terörler var.

aö. uhuvvetle ilgili bir bağının olması lazım.

mk. bir yerde terör olmaması lazım ki, uhuvvet olsun. insanların korkularının hakim olduğ uyerde sevgi olamaz. öyleyse, terörü nasıl kaldırabiliriz?

io. insanları birbirini sevmeye teşvik ederek.

mk. işte nasıl olacak? karı koca bile bu zamanda birbirini sevemiyor, aynı yatakta yattıkları halde.

siyasi olacak amagündem olduğu için ösylemek istiyorum. iranla ilgili davutoğlunun konuşmalarını dinledim. şu anda dünyada en önemli sorun, insanların birbirine güvenememesi.

iran avrupaya güvenmiyor, avrupa irana güvenmiyor. tüm sistemlerin sorunlarının altında güvensizlik yatar. .güvensizlik en büyük terördür.

ben bir terürist olsam diye düşündüm. insanın terirüst zamanları olabilir. bu insan için çok kötü manasına gelmez. ben bir terürist olsam ve büyük bir orduyla karşılaşsam ve affedilmeyeceğimi ve hayat hakkımın kalmadığını bilsem. ne yaparım? elimden ne gelirse yaparım? onun için bugün ölüm timleri oluşuyor. yani öldürürerek adalete ulaşmaya çalışıyor. terör yapıyorsa insanın her nasıl olursa olsun bertaraf etmesi gerekir. eğer terörist ruhlu insanlar bilseler ki, bizim hayat hakkımız var, şu anki şiddetin çoğu olmaz.

işte sait nursi bunun bize teorisini burada anlatmış. bir gemide 9 masum 1 cani olsa, bu cani yüzünden o gemi batırılamaz. hatta sait nursi bunu çok sevimli anlatır. der ki, bir kış günü, kuşların dışarı çıkmaya zorlandığı, her yerde çatır çutur ettiği bir zamanda, eskişehir hapishanesinin penceresine çıktım. dışarıda kartopu oynayan savcının kızını gördüm. o kızın masum olduğunu, eğer babasına zarar gelirse, o kartopu oynayan sevimli bebeğin de zarar göreceğini düşündüm. ve bana zulmeden savcıya beddua etmemeye karar verdim.

belki hakkıdır ama olaylara bakış açısı çok farklı sait nursinin. deminki ayet de çok enteresandı. diyor ki, düşmanınıza fazla kızmayın. bugün düşmanınız olan yarın sizin dostunuz olabilir. ben dedim ki, insanın düşmanı. birinin düşmanıysa, ne yapmak lazım? vurmak lazım değil mi? bugün düşmanınız olan, yarın sevgiliniz olabilir.

aö. seviniz değil de güzel şekilde yaklaşın diyor.

mk. hayatta en zor işin bu olduğunu öğrendim. bir kapıyı daima açık tutacaksınız. kapıyı kapatan insanlar manyak insanlardır. delidirler. kafadan kontakt olmayan insan insaflı olur ve kapının bir parçasını açık bırakır.

dolayısıyla terörün önlenmesi için teröristlere şiddet uygulayarak terörü engelleyemezsiniz. aslında terörün gerçek kaynağı da şiddettir. uhuvvetsizliğin en büyük kaynağı d a şiddettir. bir insan şiddete maruz kalınca, sevme duygularını kaybeder. kin, öfke, ızdıraptan zevk almaya başlar. onun için şiddetin şiddetlenmeden reddedilmesi gereken bir kavram olduğunu sanıyorum. bu insanlar zamanla şu olabilir: bu insanlara bile şiddet gösteremeyiz. çünkü o şiddeti gösteren o adam, yarın çok güzel güller açan bir bahçe olabileceğini daia rabbimizden bekleyebiliriz. bunun gibi olan çok insan var.

hş. kuranda şu ayet var: kafirlere karşı en şiddetli olun, diyor. bunu nasıl anlayacağız?

mk. bu konuda sait nursi, sevgi ve sevimli sait nursi içtihat etmiş. demiş ki, sünuhatta ve divanı harbi örfide, çok enteresan ha, bunları yıllarca okumuştum, açılmamıştı. eskiden küffara karşı, şiddetle mücadele ederek, düşmanlıkla hakimiyeti islamiye direnci sağlanabiliyormuş. bu zamanda şiddet kalkmış. medenilere galebe çalmak, icbar ile değildir. ikna iledir.

hş. icbar ile şiddet farklı.

kuranın bu hükmü olmasın mı? sorusu var.

mk. sevgili sait nursi, der ki, kuranla ilgili küffarın mücadelesi. mücadelei bil huruf mümkün olsaydı, mücadele bil suhuf yapmayacaklardı. yani kuranın yanlış olduğunu ikna edebilselerdi, harp yapmayacaklardı. biz müslümanlar için de aynı şey. biz batı medeniyetiyle, mücadeleyi kalple, fikirle yapabilirseydik, şiddete gerek olmayacaktı.

zk. kafirler bizim içimizde. ırakta, afganistan, çeçenistanda. niye şiddet yasaklanmış? niye? doğru değil. zaten onlar bize getirdiler. bizim tepkimiz nedir? şiddet. kuran yazıyor, tamam doğru. şimdi avrupaya saldırmayacağız. ama içimizde var. oraya gitmemeyi kabul ediyorum.

aö. sizin yorum yaptığınız yerler, üstadın başka yerlerde çok açık maddi cihatın kalktığına dair tersine yerler var. sizin yorum yaptığınız yerler, başka bağlamda değerlendirilebilir. bu maddi cihatı kaldırdığı anlamına gelmez.

hş. maddi cihat kalktı mutlaka şiddetle olmaz. kalemle de olur, küsmekle de olur.

zk. bir amerikalı benim oğlumu öldürdü, biz ona bir çay mı vermeyeceğiz. bu ne demek?

mk. niye gitti o zaman habeşistana müslümanlar?

zk. medine mekke dönemi çok farklı.

mk. medine müslümandı da o yüzden mi peygamberimiz gitti.

zk. o dönem geçti. şimdi politika farklı.

aö. hakikat hikmet ayrımını yapmasını verdiği örneklerle nasıl açıklamamız lazım.

hş. hikmet akla göre.

aş. biri imana direk dokunduğu için, mümine adavet beslemek, onun temsil ettiği hakikate doğrudan adavet olacağından, zulümdür. diğeri de insanlar arasındaki ilişkiye değiniyor. iman gibi bir hakikate düşmanlık beslenmiş olduğu için.

aö. birincisinde sayıca bir kıyas yaptı. bir tane muzıra karşılık, 20 güzel haslet.

aş. güzel haslet orada hakikati ifade ediyor. yani hak değil.

hş. sen hikmet nazarıyla da bakabilirsin. her iki nazarla da mantıklı değil. hakikat nazarında bir insanın, ne olursa olsun, masumsa onun hakkını yemeyeceksin. onun hayat hakkı vardır, onu söndüremezsin. isterse binlerce kötü niyetli cani olsun etrafında. müminde, hakikat nazarında bir sürü haslet vardır. bir kere inanıyor en başta. artık bu adama kin güdemezsin. çünkü ne kadar kötü hasletleri de varsa, o kötü hasletleri değiştiremezsin ama kin güdemezsin.

aö.

"İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acımak sûretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek."

Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzî olur, tasannu' ve temelluk sûretine girer.

Ey insafsız adam! "

aö. hakikat nazarında değerlendirirken, aşikar oluyor. hikmet nazarı olunca bir açıklama yapmak gerekiyor.

"Şimdi bak ki: Mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan îman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, îman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!..

Evet tevhid-i îmanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan arkadaşane bir alâka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârane bir münasebet hissedersin. Halbuki îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak râbıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ:

Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!"

mk. işte anlamaya mani olan ne? örümcek ağı gibi diyor. işte şiddet insanın muhakemesini bozuyor. örümcek ağı kadar olan bir şeye takılıp, bir ton kıymeti harap edebiliyor. bu şiddet sadece bildiğimiz şiddet değil. değişik şiddetler olabilir. örümcek ağı kadar basit diyor. bu kadar kıymetli bir şeyi neden feda ediyor? mesela desen ki, türkiyedeki kürtlere desen ki, haydi ıraka gönderelim, desen, hiçbirisi gitmiyor. şimdi hem burada kalmak istiyor, hem de istemiyor. ezildiği için, tepkisel davranmak karakter haline gelmiş.

geçenlerde, benim müşterilerimin çoğu alevi. çok da seviştiğimiz insanlar. geçen akşam bir resim satarken, lambaları söndürüdüler. şimdi şaka yapardım, ama alınırsınız, dedim. hepsi anladılar, mum söndü. halbuki çok iyi biliyorum tüm ailelerini, böyle bir şeyi kastetmemiştim. neredeyse beni öldüreceklerdi. ama onların o ezilmişlik duygusu var ya, onun için, insanların dengesini bozan, bu tip olaylar var. onun için, duygusal zenginleşmeye gerek çocuklarımız, gerek eşlerimiz, gerek arkadaşlarımızın mutlaka bu toplum çok ezik olduğu için, çok onore edilmeye ihtiyacı ve saygı duyulmaya ihtiyacı var. bunlar kalkmadan, o insanların korkuları kalkmadan, muhabbet oturtamıyorsunuz. her şeyi yanlış anlıyor. tersinden anlıyor. ve artık işin içinden çıkılmaz hale gelioyr.

bununla ilgili bir misal hayatımda var. paylaşmak isterim. çalıştığım arkadaşlarla şu hissi edindim. bir yerde beraber çalışmaya değer bulunuyorsunuz. siz kıymetlisiniz. şirket diyor ki, yüzlerce kişinin içinden siz kabiliyetli özel ve değerli bulduğumuz için sizinle çalışmaya karar verdik diyorlar ve şirkete davet ediyorlar. sonra size soruyorlar. şunları nasıl düşünürsünüz? bunun üzerine, sanki beni hiç değerli bulmamış gibi, yargılıyor sanıyor. bu kompleks olmuş. ben yapamıyorum. ben beceremiyorum. babasından dayak yiyen, devletten eziyet çeken. insanlar korkudan çekiniyorlar. normal dengeleriniz bozuluyor.

bunları böyle kavrarsak netleştirebiliriz. biz değerlilik duygusunu kaybetmişiz. ne olursa olsun değersizlik hissetmeye başlıyoruz. bu sefer uhuvvet oluşmuyor. sonra ne oluyor? sen bana yan bakmıştın, dikbakmıştın, yok kaşını çatmıştın, yok elini kaldırmıştın. hiçbir şey yok ortada. kurbağaların sesi gibi bir şey.

oğ. "Evet tevhid-i îmanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder." İkinci cümle tekrar gibi gelmişti. Farke ne diye sorayım istedim.

hş. itikad deyince, cemaatin itikadının birliği, gibi.
aş. aynı şeye inanıyorsanız.

hş. tevhid-i kulüb dediği, kişiye bakıyor.

aş. imandaki tevhid, kalplerin de tevhidini iktiza eder. esmada da öyle. allahın çok esmaları vardır ama hepsi aynı hakikate hizmet eder. müminler de tek bir allaha iman ederler, ama hepsi kendi penceresinden görür. gerçekten tevhid varsa, kişiler aynı hakikati paylaşırlar ve ittifak ederler. eğer ittifak yoksa, o tevhidin oturmadığını gösterir. kalpler bir değilse, aynı derdi çekmiyorlarsa, o zaman, problem vardır. iman zaafı vardır. insanların çeşitliliği, insanların ayrılması için değil, insanların kaynaşması içindir. allahın kahhar ismiyle, cemil ismi arasında bir tenakuz yoktur. insanların farklı duygularının olması, onların farklı çatışma içinde olmasını gerektirmiyor. eğer ayrılık varsa uyuşma yoktur.

herkes uyuşursa, şeriatın hükümleri uygulanır. şeriat zorba bir kurum değildir. şeriat insanlara yaptığı hatalardan dönebilme imkanı sağlayan bir yapıdır. bir takım yaptırımların olması da insanlar üzerinde korku üretmek için değildir. el kesmeyle insanlar korkuyor. halbuki islam sonsuz azabtan korumak için o hükmü koymuştur. allah için kullanmadıysan o eli o eli allah alır, böylece insanı temizler. tabi topluma içtimai hayatı da muhafaza etmek. böyle bir kural koyar. toplumsal kurallar da öyle değil midir? toplumsal kurallar hiçbir zaman baskı koymak için konmaz. insanların hayatını kolaylaştırmak için koyarlar. en iyi devlet, gücünü hissettirmeyen devleltttir. eğer adaletin dışında zorba oluyorsa, kanunun dışına çıkılmış demektir. şeriat da budur. insanların fıtratlarına uygun bir şekilde, zulümsüz bir şekilde yaşamaları için konulmuş bir yapıdır. biz bu kainatın allah için yaşamak gerektiğini kabul ediyoruz, içtimai hayatta da hepimiz onu hakim kılaya çalışırız. o manada. içtimai hayatta ortak bir paydada buluşamıyorsak, orda da vahdet-i itikadda bir sorun vardır.

mk. birlik ve beraberliğimizin devam edebilmesi içni bazı konuları içtenlikle, açık yüreklikle konuşabilmemiz lazım. yoksa aynı yerde buluşup ayrı düşünen insanlar oluyoruz. gerçek ittifakın olması için, aynı düşünce tarzını geliştirip ittifak etmesi gerekiyor. yoksa aynı itikadınız olmuyor.

aö. aynı düşünceyle de çok ittifak etmeyebiliriz.
farklı düşüncelerimiz olabilir.

mk. neyle edeceğiz o zaman?

aş. aynı şeyleri göreceksin anlamında değil, amaç anlamında.

itikad nedir, bir amaçtır.

mk. biz yıllarca bu işlerin içinde yaşadık. biz adaleti mahzayı okuduk burada. çok önemlidir dedik. bir ihtiflaf çıktı, kimse kimseyi tanımaz oldu. şimdi buradayız. bir ihtilaf çıktı diyelim. ne yapmamız lazım? arkadaş gel bölüşelim, herkesin hukuku alınsın demek değil midir? abği, kim kimin üzerine oturmuşsa, o onu alıyor. halbuki biz yıllarca o insanlarla adaleti mahza okuduk. ama adalet duygusun kendi hayatımızda oturaklaştırmadık. her periyodda uhuvvet risalesi okunur. ama onun için, çıplak bir yürek olması lazım. önkoşulsuz kimseyi horlamayan. kendisini de başkasını da horlamayan. sevmekten haz alabilen. karşısındakine saygı duyabilen. sevdikçe bütünleşen, o bütünlükte kendini bulan, o bütünlük olmazsa ...

aö. o coşku hali nasıl olacak?

mk. ben gerçekten burada ahmetle görüşmekten mutlu olacağım. bu şu demek değildir: müsademei efkar, farklı fikirlerin konuşulması düşmanlık değildir. şimdi eleştirel yaklaşım diyorlar. öyle yaklaşırız, sonunda farklı bir şey katman gerekir.

biz buraya geliyorsak, şan için değil, buraya manevi bir haz, dirayet aldığımız için geliyoruz. dolayısıyla her bir arkadaşımız, her şey deerli. buradaki fikirler tek kişinin fikirleri değil, buraya gelen duaların, bizi gönderen eşlerimizin neden olan çocuklarımızın hepsinin bir bereketi var. bunu bilerek buraya geliyoruz. bu çok kıymetli. her ne konuşursak konuşalım. geçen hafta söylemiştim. hüsnüyü kırdım diye, bir hafta ben rahatsızlık yaşadım.

ben şunu yaşadım. benim değerli arkadaşlarım var. gerçekten kırrılmaması gerekir. onları kıramayacağım kadar değerli olduklarını hissettim. vazgeçemeyecek kadar önemli olduklarını hissettim.

aş. ilginç bir şey: imamı azam, oğlu var. oğluna sohbet etmeyi yasaklıyor. şöyle bir sözü var. biz bir meseleyi tartışırken bir hakikat ortaya çıksın diye gayret ederdik. hatta karşıdakinin haklı olması için özel gayret gösterirdik. siz ise karşıdaki kişi mağlup olsun diye uğraşıyorsunuz. demek ki, önemli olan tek bir amaç için biraraya gelmek. o amacın gerçekleşmesi için, gerekirse ... hakikate sahip çıkan insan, hakkikai tanımıyor demektir. hakikat herkesin malıdır. hepimiz bir şey arıyoruz. uçak geçecek. kimin gördüğü önemli değil, görülmüş olması önemlidir. karışdaki insanlar böyle bir ilişki içine girersen, zaten kim söyledi, nasıl söyledi, fark etmez. önemli olan onun söylenmesi açığa çıkmasıdır. müminler arasında nifak oluyorsa, hakikat arayışında bir problem var demektirr. ben çıkaracağım meselesi olmuştur. o yüzden cedeli yasaklamışlar.

radyoda program yapıyoruz. karşılıklı birinin yorumuna katkıda bulunmak, güzel bir hakikat çıkmasına çabaladığım zaman çok güzel bereketleniyor. ama muhalefet etmeye başladığım zaman, hem o sohbet bozuluyor, hem de biz de bereket göremiyoruz. demek önemli olan, aynı hakikatin peşine düşen insanlar, kişisel tartışmalara girmezler. o hakikat uğruna bunları feda edebilirler. tartışıyorsak, demek ki, zemini kaydırmışız.

mk. bu konuda, rabbim bir şey göndermişse, benden konuşturmuştur, ondan konuşturmuştur. hepsi rabbimizden gelmiştir, benden de gelse övünülecek bir şey yok. güzellik vermiş, onu muhafaza etme sorumluluğu bana aittir.

hş. insanlarherkes fikrini söyleyecek. herkes bunu savunacak. eğer fikri çürürse, karşı tarafın hakikate yakın olduğundan dolayıdır. o yüzden imamı azamın söylediği önemli. ama bu senin fikirlerini ortaya koymayacağın anlamına gelmez.

aş. tabi müminler bunun için savaşmışlar bile. ama hakikat ortaya çıksın diye savaşmışlar. cemel vakası.

hş. orada bir temel oluşacağı için savaşıyorlar. islamın sütununu oluşturacak bir mesele olduğu için, savaaşacağız. kim doğru ortaya çıkacak. islam alimleri bakıyorlar, hz. ali doğruymuş. orada çatışma olmasa adaleti mahzayı nasıl bilecektik.

mk. bu zamanda, evillik sitelerine giriyorum. soru soruyor. ailede otorite kimde olmalıdır. cevaplar var: erkekte, kadında, ikisinde, hiçbirinde. bir defa sorunun kendisinde yanlışlık var. kızlarla görüşürken soruyorum. eğer bir evde erkeğin sözü olursa, kendisini kadın yanlış telakki ediyor. yani o bilmez anlaşılmaz, onun için buna karşı çıktıklarını öğrendim. ben soruyorum onlara: senin fikrin de doğru, benim fikrim de doğru. hangisini yapacağız? eziklik psikolojisi var ya. müsademei efkar var ya, illa karşı tarafın illa yanlış olacağını düşünüyoruz. halbuki böyle olması şart değil. müsademeyi biz kötü anlıyoruz. bizim anlayışımıza göre mutlaka bir taraf yanlış demektir. halbuki fikirler çarpışınca daha güzel fikirlere ulaşırsınız.

aş. aslında beyin fırtınası denilen şeyin kendisidir.

mn. herkes kendi düşündüğünün doğru olduğunu düşünürse, bu çok ciddi inatlaşmaya neden olmaz mı?

aş. orada yine insaflı olmak lazım. o inatlaşmanın arkasında yine benlik davası var. fırıncı ağbinin bir sözü var, ben bu ie müdahele edeceğim ayrı, ben ilgileneceğim demek ayrı. allah bana bir sorumluluk yüklemiş.

zaten cebel vakasında da, sahabelerin hiçbiri savaşmak istemiyor. işin içine siyaset giriyor. münafıklar işi karıştırıyor. hz. ali sabaha kadar ağlıyor. hz. ayşe de öyle. ama bir taraftan o tarafa kasıtlı olarak ok atılıyor. hz. ayşe yanlışını kabul ediyor. ama öyle bir ortama girmiş ki, o konjontkürde yanlışını itraf edecek durum bile olmuyor.

Yirmiikinci Mektub Birinci Mebhas Birinci Vecih

"
BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini,

(Orjinal Sayfa281)

semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.

Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda îman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür."

mk. anarşi nasıl önlenir? terör nasıl önlenir? her türlü terörü kastediyoruz.

io. bir yere bomba koymak gibi.

mk. o bilinen terör. bir de bilinmeyen terörler var.

aö. uhuvvetle ilgili bir bağının olması lazım.

mk. bir yerde terör olmaması lazım ki, uhuvvet olsun. insanların korkularının hakim olduğ uyerde sevgi olamaz. öyleyse, terörü nasıl kaldırabiliriz?

io. insanları birbirini sevmeye teşvik ederek.

mk. işte nasıl olacak? karı koca bile bu zamanda birbirini sevemiyor, aynı yatakta yattıkları halde.

siyasi olacak amagündem olduğu için ösylemek istiyorum. iranla ilgili davutoğlunun konuşmalarını dinledim. şu anda dünyada en önemli sorun, insanların birbirine güvenememesi.

iran avrupaya güvenmiyor, avrupa irana güvenmiyor. tüm sistemlerin sorunlarının altında güvensizlik yatar. .güvensizlik en büyük terördür.

ben bir terürist olsam diye düşündüm. insanın terirüst zamanları olabilir. bu insan için çok kötü manasına gelmez. ben bir terürist olsam ve büyük bir orduyla karşılaşsam ve affedilmeyeceğimi ve hayat hakkımın kalmadığını bilsem. ne yaparım? elimden ne gelirse yaparım? onun için bugün ölüm timleri oluşuyor. yani öldürürerek adalete ulaşmaya çalışıyor. terör yapıyorsa insanın her nasıl olursa olsun bertaraf etmesi gerekir. eğer terörist ruhlu insanlar bilseler ki, bizim hayat hakkımız var, şu anki şiddetin çoğu olmaz.

işte sait nursi bunun bize teorisini burada anlatmış. bir gemide 9 masum 1 cani olsa, bu cani yüzünden o gemi batırılamaz. hatta sait nursi bunu çok sevimli anlatır. der ki, bir kış günü, kuşların dışarı çıkmaya zorlandığı, her yerde çatır çutur ettiği bir zamanda, eskişehir hapishanesinin penceresine çıktım. dışarıda kartopu oynayan savcının kızını gördüm. o kızın masum olduğunu, eğer babasına zarar gelirse, o kartopu oynayan sevimli bebeğin de zarar göreceğini düşündüm. ve bana zulmeden savcıya beddua etmemeye karar verdim.

belki hakkıdır ama olaylara bakış açısı çok farklı sait nursinin. deminki ayet de çok enteresandı. diyor ki, düşmanınıza fazla kızmayın. bugün düşmanınız olan yarın sizin dostunuz olabilir. ben dedim ki, insanın düşmanı. birinin düşmanıysa, ne yapmak lazım? vurmak lazım değil mi? bugün düşmanınız olan, yarın sevgiliniz olabilir.

aö. seviniz değil de güzel şekilde yaklaşın diyor.

mk. hayatta en zor işin bu olduğunu öğrendim. bir kapıyı daima açık tutacaksınız. kapıyı kapatan insanlar manyak insanlardır. delidirler. kafadan kontakt olmayan insan insaflı olur ve kapının bir parçasını açık bırakır.

dolayısıyla terörün önlenmesi için teröristlere şiddet uygulayarak terörü engelleyemezsiniz. aslında terörün gerçek kaynağı da şiddettir. uhuvvetsizliğin en büyük kaynağı d a şiddettir. bir insan şiddete maruz kalınca, sevme duygularını kaybeder. kin, öfke, ızdıraptan zevk almaya başlar. onun için şiddetin şiddetlenmeden reddedilmesi gereken bir kavram olduğunu sanıyorum. bu insanlar zamanla şu olabilir: bu insanlara bile şiddet gösteremeyiz. çünkü o şiddeti gösteren o adam, yarın çok güzel güller açan bir bahçe olabileceğini daia rabbimizden bekleyebiliriz. bunun gibi olan çok insan var.

hş. kuranda şu ayet var: kafirlere karşı en şiddetli olun, diyor. bunu nasıl anlayacağız?

mk. bu konuda sait nursi, sevgi ve sevimli sait nursi içtihat etmiş. demiş ki, sünuhatta ve divanı harbi örfide, çok enteresan ha, bunları yıllarca okumuştum, açılmamıştı. eskiden küffara karşı, şiddetle mücadele ederek, düşmanlıkla hakimiyeti islamiye direnci sağlanabiliyormuş. bu zamanda şiddet kalkmış. medenilere galebe çalmak, icbar ile değildir. ikna iledir.

hş. icbar ile şiddet farklı.

kuranın bu hükmü olmasın mı? sorusu var.

mk. sevgili sait nursi, der ki, kuranla ilgili küffarın mücadelesi. mücadelei bil huruf mümkün olsaydı, mücadele bil suhuf yapmayacaklardı. yani kuranın yanlış olduğunu ikna edebilselerdi, harp yapmayacaklardı. biz müslümanlar için de aynı şey. biz batı medeniyetiyle, mücadeleyi kalple, fikirle yapabilirseydik, şiddete gerek olmayacaktı.

zk. kafirler bizim içimizde. ırakta, afganistan, çeçenistanda. niye şiddet yasaklanmış? niye? doğru değil. zaten onlar bize getirdiler. bizim tepkimiz nedir? şiddet. kuran yazıyor, tamam doğru. şimdi avrupaya saldırmayacağız. ama içimizde var. oraya gitmemeyi kabul ediyorum.

aö. sizin yorum yaptığınız yerler, üstadın başka yerlerde çok açık maddi cihatın kalktığına dair tersine yerler var. sizin yorum yaptığınız yerler, başka bağlamda değerlendirilebilir. bu maddi cihatı kaldırdığı anlamına gelmez.

hş. maddi cihat kalktı mutlaka şiddetle olmaz. kalemle de olur, küsmekle de olur.

zk. bir amerikalı benim oğlumu öldürdü, biz ona bir çay mı vermeyeceğiz. bu ne demek?

mk. niye gitti o zaman habeşistana müslümanlar?

zk. medine mekke dönemi çok farklı.

mk. medine müslümandı da o yüzden mi peygamberimiz gitti.

zk. o dönem geçti. şimdi politika farklı.

aö. hakikat hikmet ayrımını yapmasını verdiği örneklerle nasıl açıklamamız lazım.

hş. hikmet akla göre.

aş. biri imana direk dokunduğu için, mümine adavet beslemek, onun temsil ettiği hakikate doğrudan adavet olacağından, zulümdür. diğeri de insanlar arasındaki ilişkiye değiniyor. iman gibi bir hakikate düşmanlık beslenmiş olduğu için.

aö. birincisinde sayıca bir kıyas yaptı. bir tane muzıra karşılık, 20 güzel haslet.

aş. güzel haslet orada hakikati ifade ediyor. yani hak değil.

hş. sen hikmet nazarıyla da bakabilirsin. her iki nazarla da mantıklı değil. hakikat nazarında bir insanın, ne olursa olsun, masumsa onun hakkını yemeyeceksin. onun hayat hakkı vardır, onu söndüremezsin. isterse binlerce kötü niyetli cani olsun etrafında. müminde, hakikat nazarında bir sürü haslet vardır. bir kere inanıyor en başta. artık bu adama kin güdemezsin. çünkü ne kadar kötü hasletleri de varsa, o kötü hasletleri değiştiremezsin ama kin güdemezsin.

aö.

"İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acımak sûretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek."

Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzî olur, tasannu' ve temelluk sûretine girer.

Ey insafsız adam! "

aö. hakikat nazarında değerlendirirken, aşikar oluyor. hikmet nazarı olunca bir açıklama yapmak gerekiyor.

"Şimdi bak ki: Mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünki nasılki sen âdi küçük taşları, Kâ'be'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de: Kâ'be hürmetinde olan îman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsaf-ı İslâmiye; muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusuratı, îman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu aklın varsa anlarsın!..

Evet tevhid-i îmanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan arkadaşane bir alâka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârane bir münasebet hissedersin. Halbuki îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak râbıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ:

Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!"

mk. işte anlamaya mani olan ne? örümcek ağı gibi diyor. işte şiddet insanın muhakemesini bozuyor. örümcek ağı kadar olan bir şeye takılıp, bir ton kıymeti harap edebiliyor. bu şiddet sadece bildiğimiz şiddet değil. değişik şiddetler olabilir. örümcek ağı kadar basit diyor. bu kadar kıymetli bir şeyi neden feda ediyor? mesela desen ki, türkiyedeki kürtlere desen ki, haydi ıraka gönderelim, desen, hiçbirisi gitmiyor. şimdi hem burada kalmak istiyor, hem de istemiyor. ezildiği için, tepkisel davranmak karakter haline gelmiş.

geçenlerde, benim müşterilerimin çoğu alevi. çok da seviştiğimiz insanlar. geçen akşam bir resim satarken, lambaları söndürüdüler. şimdi şaka yapardım, ama alınırsınız, dedim. hepsi anladılar, mum söndü. halbuki çok iyi biliyorum tüm ailelerini, böyle bir şeyi kastetmemiştim. neredeyse beni öldüreceklerdi. ama onların o ezilmişlik duygusu var ya, onun için, insanların dengesini bozan, bu tip olaylar var. onun için, duygusal zenginleşmeye gerek çocuklarımız, gerek eşlerimiz, gerek arkadaşlarımızın mutlaka bu toplum çok ezik olduğu için, çok onore edilmeye ihtiyacı ve saygı duyulmaya ihtiyacı var. bunlar kalkmadan, o insanların korkuları kalkmadan, muhabbet oturtamıyorsunuz. her şeyi yanlış anlıyor. tersinden anlıyor. ve artık işin içinden çıkılmaz hale gelioyr.

bununla ilgili bir misal hayatımda var. paylaşmak isterim. çalıştığım arkadaşlarla şu hissi edindim. bir yerde beraber çalışmaya değer bulunuyorsunuz. siz kıymetlisiniz. şirket diyor ki, yüzlerce kişinin içinden siz kabiliyetli özel ve değerli bulduğumuz için sizinle çalışmaya karar verdik diyorlar ve şirkete davet ediyorlar. sonra size soruyorlar. şunları nasıl düşünürsünüz? bunun üzerine, sanki beni hiç değerli bulmamış gibi, yargılıyor sanıyor. bu kompleks olmuş. ben yapamıyorum. ben beceremiyorum. babasından dayak yiyen, devletten eziyet çeken. insanlar korkudan çekiniyorlar. normal dengeleriniz bozuluyor.

bunları böyle kavrarsak netleştirebiliriz. biz değerlilik duygusunu kaybetmişiz. ne olursa olsun değersizlik hissetmeye başlıyoruz. bu sefer uhuvvet oluşmuyor. sonra ne oluyor? sen bana yan bakmıştın, dikbakmıştın, yok kaşını çatmıştın, yok elini kaldırmıştın. hiçbir şey yok ortada. kurbağaların sesi gibi bir şey.

oğ. "Evet tevhid-i îmanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder." İkinci cümle tekrar gibi gelmişti. Farke ne diye sorayım istedim.

hş. itikad deyince, cemaatin itikadının birliği, gibi.
aş. aynı şeye inanıyorsanız.

hş. tevhid-i kulüb dediği, kişiye bakıyor.

aş. imandaki tevhid, kalplerin de tevhidini iktiza eder. esmada da öyle. allahın çok esmaları vardır ama hepsi aynı hakikate hizmet eder. müminler de tek bir allaha iman ederler, ama hepsi kendi penceresinden görür. gerçekten tevhid varsa, kişiler aynı hakikati paylaşırlar ve ittifak ederler. eğer ittifak yoksa, o tevhidin oturmadığını gösterir. kalpler bir değilse, aynı derdi çekmiyorlarsa, o zaman, problem vardır. iman zaafı vardır. insanların çeşitliliği, insanların ayrılması için değil, insanların kaynaşması içindir. allahın kahhar ismiyle, cemil ismi arasında bir tenakuz yoktur. insanların farklı duygularının olması, onların farklı çatışma içinde olmasını gerektirmiyor. eğer ayrılık varsa uyuşma yoktur.

herkes uyuşursa, şeriatın hükümleri uygulanır. şeriat zorba bir kurum değildir. şeriat insanlara yaptığı hatalardan dönebilme imkanı sağlayan bir yapıdır. bir takım yaptırımların olması da insanlar üzerinde korku üretmek için değildir. el kesmeyle insanlar korkuyor. halbuki islam sonsuz azabtan korumak için o hükmü koymuştur. allah için kullanmadıysan o eli o eli allah alır, böylece insanı temizler. tabi topluma içtimai hayatı da muhafaza etmek. böyle bir kural koyar. toplumsal kurallar da öyle değil midir? toplumsal kurallar hiçbir zaman baskı koymak için konmaz. insanların hayatını kolaylaştırmak için koyarlar. en iyi devlet, gücünü hissettirmeyen devleltttir. eğer adaletin dışında zorba oluyorsa, kanunun dışına çıkılmış demektir. şeriat da budur. insanların fıtratlarına uygun bir şekilde, zulümsüz bir şekilde yaşamaları için konulmuş bir yapıdır. biz bu kainatın allah için yaşamak gerektiğini kabul ediyoruz, içtimai hayatta da hepimiz onu hakim kılaya çalışırız. o manada. içtimai hayatta ortak bir paydada buluşamıyorsak, orda da vahdet-i itikadda bir sorun vardır.

mk. birlik ve beraberliğimizin devam edebilmesi içni bazı konuları içtenlikle, açık yüreklikle konuşabilmemiz lazım. yoksa aynı yerde buluşup ayrı düşünen insanlar oluyoruz. gerçek ittifakın olması için, aynı düşünce tarzını geliştirip ittifak etmesi gerekiyor. yoksa aynı itikadınız olmuyor.

aö. aynı düşünceyle de çok ittifak etmeyebiliriz.
farklı düşüncelerimiz olabilir.

mk. neyle edeceğiz o zaman?

aş. aynı şeyleri göreceksin anlamında değil, amaç anlamında.

itikad nedir, bir amaçtır.

mk. biz yıllarca bu işlerin içinde yaşadık. biz adaleti mahzayı okuduk burada. çok önemlidir dedik. bir ihtiflaf çıktı, kimse kimseyi tanımaz oldu. şimdi buradayız. bir ihtilaf çıktı diyelim. ne yapmamız lazım? arkadaş gel bölüşelim, herkesin hukuku alınsın demek değil midir? abği, kim kimin üzerine oturmuşsa, o onu alıyor. halbuki biz yıllarca o insanlarla adaleti mahza okuduk. ama adalet duygusun kendi hayatımızda oturaklaştırmadık. her periyodda uhuvvet risalesi okunur. ama onun için, çıplak bir yürek olması lazım. önkoşulsuz kimseyi horlamayan. kendisini de başkasını da horlamayan. sevmekten haz alabilen. karşısındakine saygı duyabilen. sevdikçe bütünleşen, o bütünlükte kendini bulan, o bütünlük olmazsa ...

aö. o coşku hali nasıl olacak?

mk. ben gerçekten burada ahmetle görüşmekten mutlu olacağım. bu şu demek değildir: müsademei efkar, farklı fikirlerin konuşulması düşmanlık değildir. şimdi eleştirel yaklaşım diyorlar. öyle yaklaşırız, sonunda farklı bir şey katman gerekir.

biz buraya geliyorsak, şan için değil, buraya manevi bir haz, dirayet aldığımız için geliyoruz. dolayısıyla her bir arkadaşımız, her şey deerli. buradaki fikirler tek kişinin fikirleri değil, buraya gelen duaların, bizi gönderen eşlerimizin neden olan çocuklarımızın hepsinin bir bereketi var. bunu bilerek buraya geliyoruz. bu çok kıymetli. her ne konuşursak konuşalım. geçen hafta söylemiştim. hüsnüyü kırdım diye, bir hafta ben rahatsızlık yaşadım.

ben şunu yaşadım. benim değerli arkadaşlarım var. gerçekten kırrılmaması gerekir. onları kıramayacağım kadar değerli olduklarını hissettim. vazgeçemeyecek kadar önemli olduklarını hissettim.

aş. ilginç bir şey: imamı azam, oğlu var. oğluna sohbet etmeyi yasaklıyor. şöyle bir sözü var. biz bir meseleyi tartışırken bir hakikat ortaya çıksın diye gayret ederdik. hatta karşıdakinin haklı olması için özel gayret gösterirdik. siz ise karşıdaki kişi mağlup olsun diye uğraşıyorsunuz. demek ki, önemli olan tek bir amaç için biraraya gelmek. o amacın gerçekleşmesi için, gerekirse ... hakikate sahip çıkan insan, hakkikai tanımıyor demektir. hakikat herkesin malıdır. hepimiz bir şey arıyoruz. uçak geçecek. kimin gördüğü önemli değil, görülmüş olması önemlidir. karışdaki insanlar böyle bir ilişki içine girersen, zaten kim söyledi, nasıl söyledi, fark etmez. önemli olan onun söylenmesi açığa çıkmasıdır. müminler arasında nifak oluyorsa, hakikat arayışında bir problem var demektirr. ben çıkaracağım meselesi olmuştur. o yüzden cedeli yasaklamışlar.

radyoda program yapıyoruz. karşılıklı birinin yorumuna katkıda bulunmak, güzel bir hakikat çıkmasına çabaladığım zaman çok güzel bereketleniyor. ama muhalefet etmeye başladığım zaman, hem o sohbet bozuluyor, hem de biz de bereket göremiyoruz. demek önemli olan, aynı hakikatin peşine düşen insanlar, kişisel tartışmalara girmezler. o hakikat uğruna bunları feda edebilirler. tartışıyorsak, demek ki, zemini kaydırmışız.

mk. bu konuda, rabbim bir şey göndermişse, benden konuşturmuştur, ondan konuşturmuştur. hepsi rabbimizden gelmiştir, benden de gelse övünülecek bir şey yok. güzellik vermiş, onu muhafaza etme sorumluluğu bana aittir.

hş. insanlarherkes fikrini söyleyecek. herkes bunu savunacak. eğer fikri çürürse, karşı tarafın hakikate yakın olduğundan dolayıdır. o yüzden imamı azamın söylediği önemli. ama bu senin fikirlerini ortaya koymayacağın anlamına gelmez.

aş. tabi müminler bunun için savaşmışlar bile. ama hakikat ortaya çıksın diye savaşmışlar. cemel vakası.

hş. orada bir temel oluşacağı için savaşıyorlar. islamın sütununu oluşturacak bir mesele olduğu için, savaaşacağız. kim doğru ortaya çıkacak. islam alimleri bakıyorlar, hz. ali doğruymuş. orada çatışma olmasa adaleti mahzayı nasıl bilecektik.

mk. bu zamanda, evillik sitelerine giriyorum. soru soruyor. ailede otorite kimde olmalıdır. cevaplar var: erkekte, kadında, ikisinde, hiçbirinde. bir defa sorunun kendisinde yanlışlık var. kızlarla görüşürken soruyorum. eğer bir evde erkeğin sözü olursa, kendisini kadın yanlış telakki ediyor. yani o bilmez anlaşılmaz, onun için buna karşı çıktıklarını öğrendim. ben soruyorum onlara: senin fikrin de doğru, benim fikrim de doğru. hangisini yapacağız? eziklik psikolojisi var ya. müsademei efkar var ya, illa karşı tarafın illa yanlış olacağını düşünüyoruz. halbuki böyle olması şart değil. müsademeyi biz kötü anlıyoruz. bizim anlayışımıza göre mutlaka bir taraf yanlış demektir. halbuki fikirler çarpışınca daha güzel fikirlere ulaşırsınız.

aş. aslında beyin fırtınası denilen şeyin kendisidir.

mn. herkes kendi düşündüğünün doğru olduğunu düşünürse, bu çok ciddi inatlaşmaya neden olmaz mı?

aş. orada yine insaflı olmak lazım. o inatlaşmanın arkasında yine benlik davası var. fırıncı ağbinin bir sözü var, ben bu ie müdahele edeceğim ayrı, ben ilgileneceğim demek ayrı. allah bana bir sorumluluk yüklemiş.

zaten cebel vakasında da, sahabelerin hiçbiri savaşmak istemiyor. işin içine siyaset giriyor. münafıklar işi karıştırıyor. hz. ali sabaha kadar ağlıyor. hz. ayşe de öyle. ama bir taraftan o tarafa kasıtlı olarak ok atılıyor. hz. ayşe yanlışını kabul ediyor. ama öyle bir ortama girmiş ki, o konjontkürde yanlışını itraf edecek durum bile olmuyor.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Yirmiikinci Mektub Birinci Mebhas

"
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

(Şu Mektub, iki mebhastır. Birinci Mebhas, ehl-i îmanı uhuvvete ve muhabbete davet eder.)

Birinci Mebhas

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ * اِدْفَعْ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذِى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىّ ٌ حَمِيمٌ * وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ اْلمُحْسِنِين

Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatın gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz:

BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.

Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda îman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür.

İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acımak sûretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek."
"

amç. burada şöyle bir bağlantı aklımdan geçti. hakiki muhabbet bulunsa diyor burada. başka bir yerde diyor: kendi nefsini seven, başkasını hakiki sevemez. buradaki enaniyet, uhuvvet perspektifi kurmaya da mı engel oluyor? enaniyet, zulümden bahsediyor. enaniyet, hem kendine hem de kardeşine zulüm yol açan.

zk. adavet varsa, problem sendedir.

mk. sadece enaniyet olması gerekmiyor. insan görgüsüz bilgisiz oluyor. dün bir pedagogu dinliyordum. bir adamla kavga mı ediyorsunuz, ne yapmak lazım? kavgayı bir yana bırakıp, onunla paylaşabileceğiniz bir şey üzerine konuşmanız lazım. biz paylaşımlarımızı zenginleştirmiyoruz.

burası çok geniş geliyor bana. adamlar bu konuyla ilgili kitaplar yazmışlar. bu kitapları yazıncalar, şucu bucu oluyorlar. insanlar sevme yönlerini geliştirirlerse, gıcık olmazlar. bu insanın şimdiki tabirle pozitif insan diyorlar. bir de hep gıcık insan derler.

kadın akşama kadar didinir uğraşır, yemekler yapar, tuzunu biraz fazla kaçırmıştır. o akşam adam zehir zemberek, sen yemek yapmayı mı bilirsin, der. kadın o yemekleri hazırlamak için, çok gayret etmiştir.

biz ezilmiş insanlar olarak büyümüşüz. hep tenkit edilerek büyümüşüz. hep tenkitarkar ve refleks tepkilere dayanıyor. bu yüzden sevecenliğimizi, kadirşinaslığımızı, bir insanla beraber olmanın mutluluğuunu.

bir kadın anlatıyor. şu an türkiyenin en güzel yemek yapanlarından birisi. soruyorlar, nereden öğrendiniz bunu. kadın anlatıyor: ben çok varlıklı ailedendim. ani evlendim. yemek yapmayı bilmezdim. ilk gün hamur gibi bir yemek koydum. ne yaptığımı bile bilmiyorum. adam o yemeği de yedi, sonunda dedi ki bana: "hayatta böyle güzel yemek yemedim. eline sağlık." sonraki gün, çorba yapmış. adam bir iştahla yemiş. ben bir cesaretlendim. en güzel yemekleri onunla öğrendim.

kılıbıklık değil ama gıcıklık bizim toplumumuzda çok yaygındır. bazı arkadaşlar bana hanımlarını şikayet ediyorlar. ama o hanımlarını ne kadar takdir ettiklerini fark etmiyoruz. biz onları onore etmiyoruz. adam yine gıcıklık yapacak diye adamın gelmesinden heyecan duymuyor.

size anlattım mı, sarımsaklı cacık konusunu. bir arkadaşın yanında oturuyordum telefon geldi. alo, hemen değişti sesi. akşamleyin şu yemeği yaptım, başka yemek ister misin? yok teşekkür ederim. yanına salata mı yapayım, cacık mı yapayım. adam şöyle bir genişlioyr. çok önemli bir keşif yapacakmış gibi. cacık olsun, diyor. kadın tekrar soruyor: sarımsaklı mı olsun, sarımsaksız mı olsun. adam yine büyükleniyor. sarımsaklı olsun. salatalığın türü, havuç mu olsun, salatalık mı olsun. kadın, benim adamım en değerli adamı. onun en güzel zevkine uyacak. o kadına yemek yapmak koyar mı? koymaz. dünyanın en güzel insanına, eşi benzeri olmayan bir insana yemek hazırlıyor.

amç. aslında şöyle bir cihetle uhuvvete bağlayabiliriz. dini nikah yapılırken, hoca dedi ki, siz önce mümin birer kardeşsiniz, onu unutmadan birbirinizin hukukuna bakın. sadece ona bile dönebiliyor olsanız, daha afuvkerane, hürmetkarane, toleranslı, davranabilirsiniz. ağbim çok güzel anlattı. sevginin farklı türleriyle ilgili.

uhuvvet ve enaniyet meselesinde aklıma şu geldi: uhuvvet, güncel tabiriyle empatiyi zorunlu kılan bir duruş. veya kompati diyorlar, kendinden çıkmadan, karşıdakini anlayabilmek. empati onun yerine tam geçmek. kompati, kendinde kalarak, onun ruh ve düşünce dünyasını algılamaya gayret ederek ortaklık kurmak. o empatik duruş da ancak eşit mesafede olmakla. eşit mesafede olmaksa, yegane kulluk ortak paydasınad mümkün belki de. enaniyetin olmadığı yer, kulluğun kabulunun olduğu yer. veya enaniyetin dereceleri, kulluğun derekeleri. insan ne kadar kulluk zeminini güçlendirirse, o derece eşitliği, ortak paydayı, hatta üstadın daha geniş manada bakarak, ehli kitabı bile uhuvvet paydasına alıp, onlarla bile ortaklık kuran. dünyanın yüzde altmışını kapsar, bu ortak payda. burada insanları toplayıp, onlarla kardeşlik hissiyatında buluşmak, önce kendi içinde imani vurguyu güçlendirmekle, mümkün. siz ne dersiniz?

aş. benim dikkatimi çeken, yukarıdaki ifade çok ağır bir ifade:

"hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür."

burada acaba problem ne? iman öyle bir kıymetli bir şey ki, altının üzerinde bir toz olsa, gözün görmez. altının içinde bir demir olsa yine bir eksiklik olmaz. peki bizi böyle yapmaya sevk eden şey nedir? acaba karşımızdaki insanı mümin olarak görmüyoruz da mı böyle yapıyoruz? öfkelendiğimiz zaman, hatta bela okuyacağımız zaman...

kendim mesela geçen bir tamirciye gittik. birine kızdım. sonra şaşırdım öfkelenmeme. adam kazık atıyor. neticede dindar bir adamdı. sakallı biriydi. ama kendime de o öfkelenmeden dolayı kızdım. niye bela okuyacak derecede, böyle oluyor? adam saldırmaya kalkıştı neredeyse. kendi duygularıma da şaşırdım. acaba nasıl biz bu öfkemizi, kine varan öfkemizi nasıl kendi içimizde kabullenebiliyoruz? çünkü mümine adavet beslemek, neticede cennette adavet yok. nasıl biz o öfkeyi formüle ediyoruz?

hş. ben sana yapılan şeyi duyduğum için, çok öfkelenmem. ama sen öfkeleniyorsun, niye öfkeleniyorsun, çünkü sana yapıldı.

dışarıdaki bazı olaylar, bize çok normal geliyor. ama o olay bize yapılınca, çok tepki veriyoruz. bize yapıldığı zaman, problem oluyor, başkası başkasına yapınca, ha tamam kötü, ama yine de kendi kendime mazeret üretmeye başlarım: belki o adamın da bir hakkı var.

aş. benim yaptığım şeni ve gaddar bir zulümdür diyor.

oğ. siz onun fiiline mi öfkelendiniz? onu biz bilemeyiz.

aş. ben bunu misal olarak verdim. kendi içimizde cemaatler içinde öfkelenen, ölümle tehdit ederek dualaşan insanlar var: "hangimiz haksızsa, onun canını allah alsın" diyecek derecede insanlar öfkelenebiliyor. acaba içimizden, kafir kılığına mı girmiş diyoruz.

amç. hüsnü ağbinin dediği, enaniyet yerine geliyor. kişiselleştirme meselesi, enaniyetten mütevellit oluyor. enaniyetten çıkma konusunda, başarı sergilemek de pehlivan olmak anlamına geliyor. pehlivanlığktan orada bahsedilen şey, öfkeyi kontrol için önerilen yöntemlere baktığın zaman, mesela, oturuyorsan kalkmak, yani modu değiştirmek, abdest almak. benlik algısından çıkarak, davranış modunu değiştirmek.

tabi bunu söylemek kolay, ama yapmak farklı tabi. ama şu var: insanın kendine değişim projesi çizmesi çok zor. mesela birisi söz konusu olduğunda, son derece etkin ve sonuca matuf tavsiyeler sıralayabiliyorsun. sen söylediğin için, karşı taraf alıp başarıya ulaşabiliyor. tersi de oluyor. ama kendim keşfetmiş olsam, aynılarını uygulayamıyorum. burada da, bir formülasyon bulmak, ennaiyet duygusun asgariye indirmek. üstadın tağut dediği bir olgudan bahsediyoruz.

hş. kardeşlik bilinci olunca, enaniyet devreden çıkabiliyor. kardeşin olduğu zaman, onun kusurlarını görmemeye başlarsın. hatta hemşehrine bile hüsnü zanla bakıyorsun. ama o şuur kaybolunca, güzelliklerini görmüyoruz.

rz. kim ve adavet duygusu verilmiş, bunlar kullanılmayacak mı?

"Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam!" bunun tersini düşünelim, adam olan insaflı olur, adavet besleyemez. insaf, adalet ve merhamet dairesinde hareket.

aş. insaf kelimesi benim de dikkatimi çekmişti. öfke anında, insan o insafı kaybediyor. adaleti ve hakikati göremiyor. sonradan düşününce, yaptığım yanlışı, görebiliyorum. adam kazık bile atsa, bunu düzeltebilirdim. halbuki, adam onu şu yüzden yapmış, herkes, son anda fiyatı düşürmek için, pazarlık yapıyormuş. ben ise ona, sen burada zulüm yapıyorsun, deyince adam çok alındı.

mk. itiraz insanı rahatsız etmez. önemli olan tavırdır. iman demek, haddini bilmektir. ben kulum, mülk allahın demektir. aynı şekilde, insan ilişkilerini de, biz hababam sınıfı şeklinde oturtuyoruz. profesyonelce değerlendirmiyoruz. yemek yaparsınız, tuzlu olur. bir anda dengesizlik olur. o emeklerin hiçbiriisini görmemezlik gerçekten zulümdür, merhametsizliktir. otur peynir ekmek ye. fakat onu yapmak.

bir de pazarlık yapmanın da teknik usulleri vardır. adama kazıkcçısınız, dersen kavga çıkar. ama desen ki: abi siz iyi ustasınız, ama benim o kadar param yok. adam der: kaç paran var: 5 liram. iyi olsun.

ev kiralayacaksanız, ucuz kiralamanın bir ilmi var. bir eve girerken daha, sokağından başlayacaksınız. abi, üsküdar gibisi yok. üsküdarın en hareketli caddesi burası. yahu bu sokak ne kadar sakin. eve geldik, çok güzel, tam benim aradığım gibi, rutubeti de yok. evinizin ücreti: 1 milyar. ağbi, vallahi hak eder, çok uygun fiyat.

benim pazarlıkta kuralım şudur: benim malıma, adam artı bir değer verecek. kıymetini bilecek. sunduğu bir insana, sunduğu şeyin değerli olduğunu hissettir. kim olursa olsun.

biz toplumsal olarak... mümin bir kardeş diyor. çok önemli. bazı arkadaşlarla yıllarca aynı medresede oturdum. şimdi onlarla beraber olmamın hiçbir manisi yok. eee neden? o zaman biz mümin kardeşimizi özleme duygusunu yaşamak istemiyoruz. halil cibrandaki ifadesiyle, hep yargıçlığa soyunmuşuz, hep insanları tartıyoruz, tartınca da hep teraziyi ayarlıyoruz, hep bu tarafa basıyor. bu sefer insanları özlemiyoruz. ufak tefek engelleri aşamıyoruz. 10 yıl beraber olduğumuz insanı insan özlemez mi? yok be kardeşim. bunun için insan olmak yeter.

hş. bazısı şeytan görsün yüzünü diyor ama.

mk. işte okumakla, bunu kimliğimize büründürmek ayrı şeyler. risalenin pozitif yönlerini anlamıyoruz. bunlar yapmacık diyorlar. hayır hiç katılmıyorum. biz müspet kimliğimizi bu konulara oturtamıyoruz. ben sait nursinin bazı öykülerini anlamıyorum. bize mıncıklamayı, dövmek olarak anlattılar. hayır kardeşim, bazı insanı mıncıklayarak seversin. biz sevilmeyi, sevmeyi anlamamışız. sevilmek kadar değerli bri şeyin olmadığın hissedememişiz.

ben bunu yaptığım halde, müşterinin insafsız davrandığı haller de oldu. adam resimleri fiyatı düşürmek için ısrar etti. ben de düşürmek istemiyorum. ver o zaman resimleri dedim. ama o da vermek istemiyor. kavga ettik. resimleri veremeyeceğini biliyordum. ama ben onu söylerken, ona kızmıyordum. hakkını savunmamak değil arkadaşlar. ama insana gıcık olmayacaksınız. kavga edebilirsiniz. bir köpek bile insandaki duyguyu anlıyor. yanınızdaki eşiniz anlamaz mı? insan bu ya. onun anlamadığı bir şey yok. o olmayanı bile anlar. ama sevebilirseniz, bunu söylerken, size menfi tepkilerinizi koymayın demiyorum, ama onu sevgiyle söylerseniz, yahu patron bana tolerans yapar mısın, biraz da fiyatları yüksek söylüyorsun gibi geliyor, piyasada araştıracağım. desen. buna sevgi dili diyorlar. kitabı bile var. o tenkidi sevgi diliyle yaparsanız, o batmıyor o zaman, rahatsız etmiyor.

rz. tersten okurken, beslemez mümine kin diyoruz ama, onun yaptığı hatalara olsun, bazı davranışlara olsun, kendisine bizatihi kin ve adavet duyabiliriz.

davranışa mani yok. mesela, kendi ailemden örnek vereyim. kardeşim diyelim ki, bir dolandırıcılık yaptı, giderim, bu dolandırıcılık yanlıştır derim. bunu bırak.

mk. bu cümlenin kendisi problemli ama.

bir defa nezaket kurallarını bilmeiz için seviyemizi bilmeilyiz. bir insan hem savcı, hem yargıç olamaz. sen kazıkçısın diye konuşursan, bu olmaz. nezaket kurallarına uygun değil.

rz. bir insan hata yapıyorsa...

mk. sana göre hata, bana göre değil.

rz. şu anda bile birimizi hatalıyız. bunun için kırılmamız gerekmiyor.

mk. hatalı değiliz, farklı yerlerden bakıyoruz.

bir konuda tarafsanız, karar vermeyeceksiniz, insaflı olacaksınız. bana göre, böyle. ben diline göre konuşacaksınız.

rz. orada beni de koymaya hakkı yok.

hş. ben bir örnek verebilir miyim. namaz kılarken hapşuruyuorum arasıra. bir arkadaş bana döndü, sitemkarane, ağzını kapatsaydın namazın bozulmazdı dedi. onu bir tartması lazım. dolandırıcılık dediğin anda büyük ithama geliyor bu. bana öğretiyorsun o anda ama.

zk. ben o laftan şunu anlarım. bunu yapman gerekirdi, yine de namazın bozulmazdı.

hş. burada dolandırıcılık diye girince bu ağır kaçıyor. kardeşim, bu neye giriyor? dolandırıcılığa giriyor değil mi. desen.

aş. hadis var: sen halükarda kardeşine yardım et. zalim de olsa yardım mı edelim? evet, peki nasıl? zulmünden kurtulmasına yardımcı olmak için.

başka hadis de var: acı da olsa gerçeği söyleyin.

muhammed ağbinin dediği de önemli, tarafsan söylemeyeceksin.

yy. yargıda bulunmak problem. sen üçkağıtçısın demekle,

sen zulmettin demekle, ben zulme uğradım demek aynı ey değil. camı açtın: "ağbi niye camı açtın?" demek var "ben üşüdüm" demek var.

aş. ben üşümüyorum mesela, ama sen bunu yaparsan, toplumda fitne olur. toplumu ilgilendiren bir günah işleniyor.

yy. günahı zayıflatmaya gerek yok. adam günah işliyorsa, biz de bunu görüyorsak. bize göre günah, adam günah işliyor diyemeyiz. yargıyı bir makam koyabilir. ama diyebiliriz ki: bizi nasıl etkilediğini söyleyebiliriz. ama sen bunu yaptın, dediğinde yargılamış olursun.

hş. sen yanlış yaptın diyence, çocuğa ters etkiliyor. beni nasıl etkilediğini söylemen doğrusu.

hadis var: sahabe randevu yerine gelmiyor. çok sonra geliyor. sahabe soruyor: sen niye buradasın, ben unutmuşum. resulullah diyor: ben zulme uğramış bir insanım.

oğ. bizzat o yanlış fiili yapan adamı itham edici bir cümle yok orada. sen beni aldattın demiyor. ben mağdur oldum, diyor.

rz. adamın kendi üzerine hakikati itiraf etmesini sağlayacak bir kapı bırakmak. adam vicdanıyla ruhuyla kapıyı görüp kendi geçsin.

oğ. bizde de aynı duygu oluyor. çok trafikteyiz. çok hatalar oluyor, biz de yapıyoruz. biz hata yapınca, karşıdaki şoför tepki verince, biz de nefsani tepki veriyoruz. ama insaflı bir tepki verince, biz de memnun oluyoruz.

zk. tepkimize nefsimizi katıyorsak haklı bile olsak, karşı tarafı bu tahrik ediyor. nehyi alel münkeri de nefsimiz için yapmayacağız. nefsimizi katarsak, ters tepki oluşturuyor.

aş. kendi açımdan bir olayı detaylı anlatayım. bir yerde umumi bir haksızlık oluyor. sen bunu düzeltmek istiyorsun. adama geldim: nedir bunun malzeme fiyatı? söyledi. peki burada ne yapacaksın? dedim, şunları yapacağım dedi. ne tutuyor bunun malzemesi? 20 lira. işçilik ne?... malzeme bu kadar tutuyor mu? evet dedi. ondan sonra bir baktım, sadece keçe konmuş. bana başka şeyler de söylemişti. sadece bu keçe 20 lira mı dedim? evet 20 lira. dedim: bu keçeyi ben daha önce aldım, bunun metrekaresi 1 lira. sen buraya 30 santim koydun. emek desen, bir şeyim yok. ama sen bana malzeme 20 lira dedin. bu zulümdür, dedim. ben sana paranı vereceğim, ama bunu yapma, bizi aldatan bizden değildir. dedim. 20 lira emek desen mesele olmazdı. ben sana güvendim müslüman olduğun için, bilmiyorum işi, sana güvendiğim halde beni aldattın. adam işi de yapmamıştı tam. çok kızdım, öfkelendim. bu doğru değildi biliyorum. hatta beddua edecek duruma geldim. hoş güç kullandılar, ama 5 6 kişiydiler. vereceğim paradan dolayı değil de, insanların geneli böyle aldatıyor. işi sadece defterine uyduruyor. ama bu haksızlığın bir şekilde düzelmesi lazım. birinin buna bunu söylemesi lazım. nitekim, allah beni mükafatlandırdı. 70 liraya yapacaktı toplam, 30 liraya başka yerde yaptırdım. problem de çözüldü. sonra adamın yanında çalışan adam, benden özür diledi. sen haklıydın, ama adam da yeni müslüman oldu, dedi. ortada bir zulüm var, bunun düzeltilmesi lazım. acı da olsa, gerçeği söyleyin, hadisi geldi aklıma. insaflı olsaydım orada, ben insafsız olduğumu kabul ediyorum, ama bir şekilde bu problemin çözülmesi lazım: orada umumi bir musibet var. diyor ki, adamlar böyle belirlemişler.

zk. peygamber efendimiz çarşıya çıkıyor. elini daldırıyor. ıslak olduğunu görünce, aldatan bizden değildir, diyor.

aş. burada ben kendi öfkeme takılıyorum. niye öfkelendim diye soruyorum.

yy. bu adama ben inanmıştım, müslüman diye inanmıştım. inancıma zarar verdi.

amç. güven o çok ağır bir şey. her şey tamir ediliyor.

aş. benim güvenmem hataydı. niye güvendim ki? hüsnü zan edersin, ademi itimad edersin. hüsnü zan edersin, adam dolandıracak diye bir şey yok. ama bu adam kesinlikle bana bir şey yapmaz, dersen olmaz.

rm. tamam adamın malzemesinin kalitesini sorgulayabilirsiniz. ama adamın sözüne de inanmak durumundasınız.

hş. ticarette dindar diye bakmayacağız. kendi vazifemizi yapacağız. malın ve işçiliğin fiyatını öğreneceğiz. öğrenemiyorsak, kazığı yiyeceğiz.

yy. öyle, güven olmaz o tip işlerde.

amç. orada yaptığı pazarlık, güvenin tesisi için. her iki taraf da gidip gelişlerde birbirine güven kurarlar.

aş. öfke anım dışında bakınca insafa geliyorum, yaptığım yanlıştı. demek ki, gerçek adavet kalbimde yok. ama öfke anında da hakim olmamız lazım. nefsimizi o anlarda terbiye etmek. ama genel bakınca o adama karşı hiçbir husumetim yok. müminin kalbinde gerçek manada öfke olamaz. o anda insafsız bir tavıra girdim.

mk. ben gidiyorum bir yere ticaret yapıyorum. rakiplerim, var ya, beni oradan çıkarmak için, normal fiyatının altında fiyat söylüyor. beni güvenilmez göstermek için.

yy. ticarette mal yoksa, fiyat yoktur. müşteri geliyor, bu kaç para: 100 lira. diğer tarafta 80 lira, ama elinde mal yokmuş.

mk. onun için hiçbir şey direk kazıkçı diyemezsin.

aş. çoğu insan da bu adam bunu yapar mı? beni orada görseniz, abdürreşit bunu yapmaması lazımdı. ama onun haleti ruhiyesini bilmiyoruz. orada da anlayışla karşılamak lazım.

geçmişte birsürü dargınlıklar yaşadık, bu arkadaşla cennette birlikte olacak mıyım? öyleyse, bir öfke anı gelmiştir. damarına dokunmuştur.

karşımdaki insana öfkelendiğim, kırıldığım olabilir. affedebilmek lazım. niye yaptığını bilmiyorsun.

amç. son tahlilde, somut manada, o anda, o an çok önemli, sonradan baktığında ben zulüm yaptım diyebilmek de bir erdem. ama o dakikada, ben kendim için istiyorum bunu.

hş. adavet ve kin, anlık bir şey değil. süreç. anlık öfkeyle bir insanı kırmak, adavet ve kine girmez. anlık öfkelenirsin, o kırılmayı yavaş yavaş kine dönüştürürsün. 3 günden sonra, kırgınlığı devam ettirmeyin diyor hadis. ondan sonra, adavet oluşur.

aş. o nefis terbiyesi için bir süreçtir.

yy. kontrolsüz durumlarda insan alışkanlıklarına döner. bilinçaltıyla hareket eder. yani insan kendini bir eğitim sürecine sokuyor ya, müslüman böyle davranmalı. bunları okuyoruz, ama bunların kalbimize inmesi zaman alıyor. insanın bir de tepki süresi var. o anki tepkinin dışında, sonraki süreçte ne yaptığı, adalet mi besliyor. o önemli. adam bir anda, yanlış bir davranış gördünüz, adama hemen dalmak değil.

oğ. öfkelenmekten bahsettik de, olaya şöyle yaklaşıyorum: öfkelenince, abdest alın. demek öfkelenmemek gayri insani bir davranış. veya çok uzun bir terbiye sürecinden sonra. öfkelendiğimizanda, o mekanı değiştirmek. belki o anda da öncelikle yapılması gereken, ilgiyi çevirmek.

amç. o fıtri değil.

oğ. öfkelenmeyeceğim demek, fıtratına uygun değil.

yy. öfke anında, aslında karar vermemek önemli olan.

rm. önemli olan tepkini nasıl gösterdiğin. öfkelenen bir insan bunu kontrol edebilir de, edemeyebilir de.

oğ. buranın ana konusu muhabbet. muhabbet talimi yapmak lazım.

aş. dua ve zikir, istiğfar yaptıktan sonra ani tepkiler izale olacak.

birincisi meyelanı hayrı artırır. istiğfar ve tövbe de, meyelanı öfkeyi keser.

amç. dua ve ubudiyet var ya, dua da aslında acziyetini anlamak olduğu için, sürekli bunu artırarak devam ettiren bir adamın, enaniyetle ilgili problemleri azalır. ben acizim, sen bana doğru yolu gösterirsin.

aş. kader de diyor ki, iyilikleri allahtan kötülükleri nefisten bilmek. bir de kaderde her şey hayırdır. şer senin zannındadır. sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen diyor ya. kader boyutu var. orada her şeyi allah yaratıyor. allah her şeyi güzel yaratıyor. sana muzır gelen kısım, seninle onun arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor. bu yüzden, kaderin bu olayını bir bütünsel olarak reddetme, ona karşı adavet, kadere karşı bir menfi tepki olur.