24 Aralık 2010 Cuma

Altıncı Şua İkinci Sual

"İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ

deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm'dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey va'd-i İlahîye iktiran etmiş ise... Meselâ: عَسَى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak va'dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَهُ deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?

(Orjinal Sayfa:93)

Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.

Birinci Cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki:

Üçyüzelli milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan yalnız iki zâtın; yani Hasan (R.A.) ve Hüseyin'in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları, عُلَمَاءُاُمَّتِىكَاَنْبِيَاءِبَنِىاِسْرَائِيلَ hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı Azam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı azamını tarîk-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler."

aş. Muhammed asm. daha yüksek olduğu halde, neden onu İbrahim as. ile kıyaslayarak duada talepte bulunuyor? İlk bakışta sanki bir tenzilat oluyor gibi, belagat kaidesine ters düşüyor gibi. Buraaki veçhe, nübüvvet makamann velevliya makamnan her zaman yüksek olması.
Burada vurgu Muhammed ve İbrahim asm.'ın makamları kıyaslanmıyor, onlardan gelen nesillerin kemaliyle alakalı bir mesele.
Ayrıca, Hz. İbrahim'in nesli belirlenmiş, gelmiş. Diğerinin nimeti daha ortaya çıkmamış. Bilinen nimetlerden en güzeli istenir. Hiçbir peygambere nasip olmamış. Baba peygamber, oğul peygamber. İshak'tan, 600'e yakın peygamber gelmiş.
Burada şu vurgu da var: Hz. Muhammed'in nesli, her ne kadar peygamber olmasalar bile, onların kemalatları peygamberler nisbetinde olacaktır. Sürekli yapılan o duanın ne kadar makbul olduğunu ve gerçekleştiğini gösterir.
Allah her şeye bir kaide koyuyor. Sanki bize şunu gösteriyor. İmamlıkta rehber olacak insanlar, Muhammed asm'nin soyundan gelecek. Oradan gelen nesle dikkat edin diye bize ders veriyor.
Salih Özcan ağbi, kendisi bir seyyid. Üstad da ona bizzat kendisi de söylemiş, kendisinin hem Hasan'ın hem Hüseyin'in neslinden geldiğini. Ancak ben ispat edemiyorum diyor.

"İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nûrâni, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icmâ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem'den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet Kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar gadab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi.. kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, hârika ve mu'cizane ve gaybî bir surette mu'cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zâhir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder.
Fatiha'da صِرَاطَ الّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضّالِّينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatiha'nın âhirinde daha zâhirdir."
aş. neden namazın sonunda salavat diyoruzun çok güzel bir hikmeti bu. ben de o kafiledenim, demenin bir yolu bu.
Hepimiz bir yolculukta bir yere gidiyoruz. Ama insanların ekserisi, nereye gittiklerini bilmiyor. Hayat yolculuğunda nereye gidiyoruz? Fakat bir kısım insanlar var ki, nereye gittiklerini emin bir şekilde biliyorlar. Ayrıca bu insanlar sıradan insanlar değil. Her biri insanlığın en zirve ahlakında. Yalan söylemeyen, en bilgili, en yardımsever. Fazilet noktasında en zirve insanlar hep o kafilenin içinde. İşte salavat getirmenin anlamı budur: Ben de onlardanım.
yy. bir miting oluyor bağırıyorsun, sana zevk ve emniyet veriyor.
aş. uh

10 Aralık 2010 Cuma

Altıncı Şua

"Hem nasılki o gecede Cenab-ı Hak tarafından اَلسَّلاَمُعَلَيْكَيَااَيُّهَاالنَّبِىُّ demesi, istikbalde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa اَلسَّلاَمُعَلَيْكَيَااَيُّهَاالنَّبِىُّ demelerini âmirane iş'ar eder. Ve o selâm-ı İlahî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, o selâma mukabil اَلسَّلاَمُعَلَيْنَاوَعَلَىعِبَادِاللّهِالصَّالِحِينَ demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin sâlihleri, selâm-ı İlahîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumî bir şiarı olan mü'minler ortasındaki اَلسَّلاَمُعَلَيْكَوَعَلَيْكَالسَّلاَمُ umum ümmet demesini raciyane, daiyane Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlahî ile o gece اَشْهَدُاَنْلاَاِلهَاِلاَّاللّهُوَاَشْهَدُاَنَّمُحَمَّدًارَسُولُاللّهِ demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin manaları parlar, genişlenir.

Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir:

Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müdhiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı ve vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyum'un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zât-ı Hayy-ı Kayyum'a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.

Sonra اَلسَّلاَمُعَلَيْكَيَااَيُّهَاالنَّبِىُّ dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın riyaseti altında, zihayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.

İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ

deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm'dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey va'd-i İlahîye iktiran etmiş ise... Meselâ: عَسَى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak va'dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَهُ deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?"

hş. Burada bizim niçin ibadet yaptığımızı özetliyor. İnsan, kainattaki bütün mahlukat adına, veya tüm İslam cemaati adına, tahiyyatı sunuyor.
Cenab-ı Hak da ona bir karşılık veriyor.
"ve rahmetullahi ve berakatuh" diyor. Rahmet ve berekat. Bereket, bekaya bakıyor. İnsan beka istiyor. Cenab-ı Hak, "ben sana ahireti de veriyorum" diyor. Resulullah, o bekayı salih insanlara müjdeliyor.

aö. "Selamı ilahiyi temsil eden İslamiyete mazhar olur" ne anlama geliyor orada?

hş. Bütün insanlar ve mahlukat kendi içimizden en güzel olanı çıkardık. Bizdeki tüm güzelliklerin özü Resulullah olur. Tüm güzelliklerin onda öz haline gelmesi ve onun da Cenab-ı Hakka gitmesi veya Ona selam vermesiyle, ben de aslında o selama dahil oluyorum. Her namazda da selamlaşıyoruz, Cenab-ı Hakla. Selam deyince, huzur, mutluluk. Kulluğa başladığımız anda, huzurun ve mutluluğun kapısından içeri giriyoruz.

oğ. Resulullah kainattaki tüm mahlukatın manalarını anlaması ve bunları Rabbe sunmasıyla, "sen kurtuluşa erdin" manası taşıyor. Cenab-ı Hakkın da ona ve salih kullara selam göndermesiyle, bu manayı anlayan insanların da kurtuluşa erebilecekllerini ima ediyor.

yy.

3 Aralık 2010 Cuma

Altıncı Şua

Şimdiye kadar Fatiha'nın tefsirini yaptık, şimdi de namaz tamamlansın diye teşehhüdü okuyoruz.

"Altıncı Şua şualar 6. şua


Yalnız iki nüktedir.

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

[Namazdaki teşehhüdde bulunan

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ

ilâ âhirenin iki noktasına gelen iki suale iki cevaptır. Teşehhüdün sair hakikatlarının beyanı başka vakte talik edilerek bu "Altıncı Şua"da yüzer nüktesinden yalnız iki nüktesi muhtasar bir surette beyan edilecek.]

Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mi'rac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resûlünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?

Elcevap: Her mü'minin namazı, onun bir nevi Mi'racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz'iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir.

Meselâ: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk'a karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُلِلّهِ demiş. Yani: "Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni'lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve îmanımla sana takdim ediyorum."

Evet nasılki Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle, bütün zîhayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekallah dediren ve "mübarek" denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor. Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurani ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder."

aş. Burası Miracta Cenabı Hakla Resulu arasındaki konuşma. Cenabı Hakka, Muhammed Asm'nin miraç suresinde geçirdiği her şeyi takdim ediyor.Şu cümle, tümünü özetliyor, tüm mirac-ı nebeviyeyi. Mirac insanın külli ubudiyetini temsil ediyor. Bu cümle de tüm miracı temsil ediyor.

"Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mi'rac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resûlünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?"

"Elcevap: Her mü'minin namazı, onun bir nevi Mi'racı hükmündedir. "

aş: İnsan gün boyunca şu dört hakikati ne kadar yaşamışsa onları namazda Cenabı Hakka takdim ediyor.

"Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mi'rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)da söylenen sözlerdir."

aş. Şazeliler halka kuruyorlar. Bunlar devir devir büyüyor. Ortada şeyhin belirlediği biri var. Şeyh de halkanın bir tarafında tutuyor. Ortadaki adam zikri başlatıyor. Halkadaki insanların konumlarını değiştiriyor. Her biri bir mevcudatın bir tespihatını temsil ediyor. Ortadaki bir zikri yönetiyor. Sonra bunları alıp, şeyhin önüne gidiyor ve zikri ona takdim ediyor. Burada kainatın insanın, Cenab-ı Hakla ilişkisini temsil etmişler. İnsan ortada, etraftaki halkalar tüm mevcudat. Onların zikrini dinliyor anlıyor ve bunları Allaha takdim ediyor. Mirac dediğimiz şey de insanın Allah'ın esmasını ne kadar anlamışsa kainatta onu namazda takdim ediyor. Resulullah, bunun külli ubudiyetini Miracda yapmış. Gün boyunca ayetlerle karşılaşıyoruz, onlardan esmayı okuyoruz ve namaz sırasında bütün bunları Rabbe takdim ediyoruz.

Burası, o takdim ediş sırasında insanın ne söylediğini, insanın nasıl bir ubudiyete mazhar olduğunu özetleyen bir yer.

"Onları zikretmekle, o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz'iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir."

aş. Bir şeyin cüziyetten külliyete çıkması ne demektir? Bir kedinin yavrusunu sevmesi, Rahmaniyetin cüzi bir numunesidir. Bunu kediye verebilirsin, kedi yavrusunu seviyor. Merhametin bir tecellisi.

Bir insan aynalarla dolu bir odaya girdiğinde, kendisi bir kişiyken, aynalar vasıtasıyla sayısız tecelliye mazhar olur. Kendisi cüzi iken, külli mahiyete gelir. Yani her bir aynada o insan gözükür.

Külliyet ile küll arasındaki fark şudur. Küll ile cüz aynı cinstendir. Küllün oluşması için cüzlerin olması gereklidir. Cüzi ise küllinin parçası değildir. Sonsuz tane bile olsa, külliden bir parça değildir. Ama her şey onu gösterir.

Bir kedi yavrusuna merhamet ediyor. Bu merhameti, cüz küll ilişkisinde düşündüğümüzde; merhameti Allah'ın merhametinden bir parça olarak görersek, bu şirk ifade eden bir durum olur.

hş. Ben cüziyi itibari olarak anlıyorum.

aş. Kişi bir fertken, sonsuz görüntü olmasıyla külliyet kesbetmesi ne demektir? Bir özelliğinin her yerde gözükmesi demektir. Ama o yansımalar hiçbir zaman, onun bir parçası değildir.

O yüzden biz panteistlerden farklıyız. Onlar bütün akılların birleşmesinden oluşan bir akla inanırken, bizim anladığımız tevhidde, mevcudat cüzi konumundadır. Cenabı Hakkın esması külli konumdadır. Yani parçası değildir.

Eğer biz anneyle yavru arasındaki ilişkiyi, bir cüzi görüntü olarak görmezsek, o zaman her bir rahmeti sebeplere dağıtabiliriz, bu ise şirk olur.

Ben mesela, kendim namaz kılıyorum; fakat tüm mevcudat, tüm zerrelerim, müminler hepsi Allah'ı tespih ediyor. Sen bir insanken, bir fert olarak ibadet ederken, miracı tahattur etmekle, tüm mevcudatın ubudiyetine dönüşüyor. Ben, zerrelerim, tüm müminler ve tüm kainatla bilikte ubudiyet ediyorum.

"Meselâ: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk'a karşı selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُلِلّهِ demiş. Yani: "Bütün zîhayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sâni'lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve îmanımla sana takdim ediyorum."

aş. Eğer merhamet cüziyette kalırsa, yok olur. Fakat tüm zayıflara merhamet edenin merhameti şu anda orada yansıyor dedin mi, tıpkı güneşin ışığı bir kabarcıkta görünmesi gibi, tüm kabarcıklarda tecelli eden güneşin yansımasıdır dediğin anda, tüm denizin üstünde tecelli eden güneşle irtibat kurmuş oluyorsun. Yani her zaman her yerde tecelli eden bir hakikatin bir ucu oluyor.

Tahiyyatla, her yerde herkesin yaptığı ubudiyete dahil oluyoruz. Ubudiyetin olmadığı bir nokta bile yok, bunu demek suretiyle külli bir hakikatin içine girmiş oluyoruz.

"Evet nasılki Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle, bütün zîhayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülâsası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekallah dediren ve "mübarek" denilen ve hayatın ve zîhayatın hülâsası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor."

aş. Hayatı ifade eden ne varsa, hepsini o verdi manasında bir tespihat var.

Mesela bir araba çalışmasıyla, beni yapanın güzel iş yaptığını gösterir. Güzel bir aletin çalışıyor olması, efendisini öven bir hal olur.

Birinci katta, ne kadar hayattar olan ne varsa, ki hayattar olmayan hiçbir şey yoktur, tüm mevcudatın ubudiyetini sana sunarım, diyor.

Bu yetmiyor, sonra el mübarekatuh, diyor. Bir çizgi sonsuz noktadan oluşur, bir düzlem sonsuz çizgiden oluşur. Bir ağaç var, üzerinde sayısız meyve var. Bunların hepsi sana tespih eder. İki, her bir meyvenin içinde bir tohum var, ve onun içinde bir ağaç kadar potansiyel var. Dolayısıyla, ağacı bir tohumun içine koydu, her bir tohum da kainatın ifade ettiği manayı ifade ediyor dedi. Her bir hayat sahibi sayısız hayat sahibi kadar tespih ediyor. Yani bir boyut artıyor. Yatay eksendeki her bir noktayı sonsuz noktalardan oluşan bir doğruya çevirdi.

Mekansal sonsuzluk vardı, zamansal sonsuzluğu da ekleyerek, tespihatın keyfiyetini artırdı.

Ben sana sadece bütün mevcudat ibadet ediyor demiyorum, her bir zerre tüm kainat miktarınca tespihat yapıyor, diyor. Böylece ubudiyeti küllileştirmiş oluyor.

aö. Merkezde Mabud ismi var. Cüzi ubudiyetler bunun tecellisiyken, hepsinin küllileşmesi oluyor.

aş. Peki es-salavatın farklılığı nedir?

"Ve mübarekâtın hülâsası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de zîhayatın hülâsası olan bütün zîruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. "

Ağaç, ağacın tohumları, o tohumların içinde sonsuz ağaç var. Ama ruh dediğim zaman hem zamanı hem mekani içine alabilen, hepsini aynı anda ihata edebilen bir mahluka dönüşüyor. İnsanı düşünün. Her bir dna, bir nesli barındırabilir. Ama ruh, tüm zihayatı ve ziruhu içine alabilecek bir mahiyet kesbediyor.

Ağacın tüm meyveleri tespih ediyor. Tohumlar da diyor ki, bu tesphiat sonsuzdur. Bir de ziruh var. Onun tüm ubudiyetlerini sunabilecek mahiyette. Yani tohumundan ağacına kadar tüm silsileyi içinde barındırabilecek mahiyette. Ağaç dediğimiz zaman bir şahsı manevidir. Tüm ağaçları içine alabilecek bir mahiyet kazanıyor.

Cansızlara baktığımızda çeşit çeşit var. Tohumlu bir canlı, bunu tüm zamana katıyor.

hş. Ziruh farklı varlıkları bir araya topluyor. Mesela bir hayvan et yemekle, başka bir hayvanı da içinde barındırıyor. Herhangi bir ziruha bak, tüm kainatı temsil ediyor.

aş. Ruh, başlangıçtan sona kadar olan tüm insanları bir araya bağlıyor,hem de o potansiyeli de insana bağlıyor. Yani bebekten ölüme kadar tüm anı birbirine bağlıyor, hem de dna'daki potansiyeli de ona bağlıyor.

"Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurani ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder."

aş. Ziruhlar zaman ve mekanı birleştirdiler. Zişuurlar da tüm ziruhların yapmış olduğu tüm ubudiyetleri birleştirip Allaha takdim ediyor. Ziruhların yaptığı ibadetleri fark etti.

aö. Zişuur yerine burada melaike-i mukarrebin demesinin maksadı?

aş. Bir örnek vereyim: Benim ruhum, bedenimdeki tüm zerratın ubudiyetini takdim ediyor. Sen bu cemaatin lideri oldun, bir şahsı manevi olarak anılıyorsun. Ayette diyor ya, o gün imamlarıyla çağrılır. Çünkü o imam tüm hepsini bir parçası gibi görüyor. Cebrail As. da tüm meleklerin toplamı gibi. Bir babanın ailenin bütününü temsil etmesi gibi.

En sonda, Muhammed ASM. tüm peygamberlerin, velilerin, mevcudatın tüm zamanlardaki her halinde potansiyel olarak veya o andaki ubudiyetlerini temsil ediyor. Mirac da bunun gerçekleşmesi. Mirac'da ona tüm zamanlar gösteriliyor. Tüm peygamberlerin makamında terakki ediyor. Cebrail As. mertebesinde mülk ve melekutu terakki ediyor.