23 Nisan 2010 Cuma

13. Lema Beşinci İşaret

İstiğfar Konusu:

oğ. geçen hafta, amel imandan bir cüz değildir noktasında kalmıştık. ameldeki eksiklik, imanda zayıflığa işaret etmez, diyor risale-i nurda. ama istiğfar ön şartı var. insan işlediği günahtan, yaptığı kusurdan veya yapmadıklarından -bir farzı terketmek gibi- istiğfar olmak şartıyla, bir nevi temizleniyor.

amç. referans olarak nerede?

aö. 13. lemada 5. işaret.

benden 100 kusur fazla işleyen birisi, başka birinden iltifat aldı. sonra şu işaretlerden anladım ki, ondaki o zayıflıklar, imanın zayıflığından bile kaynaklanmıyor.
mutezilenin büyük günahları işleyen iman küfür ortasındandır iddiasına karşı, ehli sünnet çizgisini anlatıyor.
ama orada namaza zikretmiyor.

oğ.

"BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, îkaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i îman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş-şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlûb olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. "

İnsan büyük günahlar işlediği halde, nasıl oluyor da iman kalpten çıkmıyor?

"Acaba îman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl îman gitmiyor? اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا sırriyle Şeytanın gâyet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hatta benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. Sonra sabık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, "

13. Lemanın başındaki işaretleri kastediyor.

"karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azim tergîbat ve teşvikatı "

Allahın günahları bağışlamasına dair teşvikleri

"tam yerinde olduğunu, hem ehl-i îmanın desâis-i şeytaniyeye kapılmaları, îmansızlıktan ve îmanın zaifliğinden olmadığını, "

burası önemli.

aş. yani müslümanlar zaman zaman şeytanın desiselerine kapılıyor, harama giriyor. insanın hayatı her zaman temiz olmuyor. bu halde bulunmaları, imansızlıktan değildir?

amç. başka bir yerde, "bir allah var deyip, çekincesiz sıkıntısız günah-ı kebairi işleyen adamın, o imandan hissesi olmadığını"

aö. istiğfar etmedikçe, şartını koyuyor.

amç. burada tutumla ilgili. bugünahmetle konuşurken şöyle dedim: risale-i nur, hassaten bu topluma gönderilmesi çok isabetli. çünkü biz ifrat ve tefrit toplumuyuz. ya sileriz, ya komple yazarız. risale ise vasatı çok çeşitli yerlerden gösterir. günah-ı kebaire var adamda, iman zayıf değil. eee, o zaman ben de takılayım arkadaş. o zaman ehli dünyanın söylediği doğru mu: "benim kalbim temiz kardeşim."

mn. o zaman rahat bir şekilde günah mı işleyelim? sorusu akla geliyor.

aş. iman fiilsiz olmaz. ama kalbi amelle, bedeni ameli karıştırmamak gerekiyor. bedeni amel, gösterge olamaz. bir adamı günah ederken gördüğün halde, adamın imansızlığına delil sayamazsın. adamı namaz kılarken görsen, imanına delil sayabilirsin. negatifte hüküm veremezsin.

amel imandan cüz değildir, ama istiğfar imandan bir cüzdür. bir adam günahı işleyip de, istiğfar etmiyorsa, zaten imanın göstergesi yok demektir.

burada önemli olan: bir insanın iman etmesi, her ameliyle ibadet etmesi demektir. iman öyle bir nurdur ki, yaptığı her amel ibadete dönüşür. görürken, rabbim ne güzel çiçek yaratmış der. yemek yerken, bismillah der. her hali ubudiyettir. iman öyle bir haldir ki, her ana girer. hadislerde söylenen: "o mümiminler ki, günahta ısrar etmezler. bu ne demek diye sorarlar. 70 kere dahi günah işlesen, sonra istiğfar etsen, yine de günahta ısrar etmiş olmazsın. hz. ali'ye gidiyorlar. ya ali, biz hem günah işliyoruz, hemd de namaz kılıyoruz, ne yapalım? istiğfar edin diyor. ne zamana kadar? ne zaman, istiğfar edersen o zaman kadar"

allah, kimin kim olduğunu bilir. hiç kimse, müminse, bile bile, seve seve, iyi bir şey yapıyorum diye yapmaz. bizim burada istiğfara vurgu yapmamız çok önemli. istiğfar devam ettikçe, iman ışık veriyor demektir. bu günaha teşvik değildir.

allahı seven bir insan, allahın sevmediği bir şeyi yapmamaya çalışır.

aö. dengeyle ilgili, 9. mektubda, imansız islamiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi, islamsız iman da olmaz diyor.

bunu ise, büyük günahları serbest işleyip, üzerine istiğfar etmemek demek diye açıklıyor.

aş. kim "la ilahe illallah" derse, cennete girecek, diyor resulullah. ya resulullah, zina etse de mi, evet diyor. ya cinayet işlese de mi, evet diyor. eğer istiğfar ederse.

amç. ben geldim, sürekli günahlar işliyorum. arada bir de istiğfar ediyorum. buna ne diyeceğiz?

oğ. tövbe istiğfar varsa, iman zayıflığı yoktur.

amç. ne diyeceğiz buna peki? buna bir teşhis koyalım.

aş. imanın birçok mertebesi vardır. iman zaafı derken, imansızlık manasında iman anlamamak lazım. zayıf iman olabilir. kalbimizdeki iman o günahı engellemeyecek kadar güçlü olmayabilir. imanın hadsiz mertebesi var. biz bu amelden kurtulamıyorsak, daha çok imanımızı çoğaltmak için risale okuyacağız.

çok kamil bir insan da olabilir. sahabe. sen sürekli günah halinden bahsediyorsun, o ayrı bir şey. sahabe geliyor, zina yapıyor. ya resulullah beni temizle, diyor. resulullah, git diyor. tekrar tekrar söylüyor. sonunda, başkalarının yanında da bunu söylüyor. şimdi artık ceza uygulamak zorunda kalıyor. adam recmediliyor. recmedilince, yazık oldu diyorlar. zayıf imanlı diyorlar ona. hayır diyor, onun imanı buradaki 40 kişiden daha çoktu diyor. biz tek bir olaya bakıp, kişinin imanı hakkında yorum yapamayız, demektir.

amç. buradaki bakış açısı, dışarıdaki birine bakaraken, zayıf imanlı deme. ama kendine bakarken diyebilirsin. dışarıdakine bakarken, onun imanı seninkinden güçlüdür. güya sen amel ve takva olarak ondan üstün olsan bile. ama sen kendin aynaya bakarken, benim imanım fazladır deme. aksine de ki, sen "teeccüde" kalkmadığın için, güçlü değil. sen yolda yürürken, açıklara değil, kapalılara da bakmaman lazım.

mn. ben şöyle anlıyorum. risalelelerin yazıldığı dönemde, şekil müslümancılığı had safhaya çıkmış. şekilde gösterge aranıyor. onun halbuki doğru olmadığını, farklı göstergeler olduğunu, bediüzzaman ilan ediyor. yazıldığı ortamla alakalı, sosyolojik bir tahlil yapıyor. herkesin sakallı olduğu bir dönemde, o sarığı hiç çıkarmıyor. ama bir sürü sakallı insan var.

oğ. dediğiniz çok bariz. bugün de geçerli. bir kişinin negatif bir amelinden dolayı, etiketleme, mühürleme, çok yaygın. eleştirme çok yaygın. onunla ilgili de bir hadis okuyayım.

buharide geçiyor: sizden öncekilerin içinde 99 kişiyi öldüren bir adam vardı. yeryüzünün en bilgili adamına gitti. tövbe etse kabul edilir mi diye sordu. hayır, denince, onu da öldürdü. yine başka bir alimi sordu. evet kabul edilir, dedi. insanlar şu bölgede iman ediyorlar. oraya git, dedi. ülkene geri dönme.

yani bir yerde katil olarak tanınmışsın, oradaki etiketlenmeden uzaklaş diyor.

aş. evet. hayra teşvik edenlerle birlikte olmak, senin isteğini artıracaktır.

iki, sen hayrı istesen de, insanlar seni öyle etiketlediğinden, senin cesaretini kıracaklardır.

ayrıca burada hicret de var. o da bir ibadet ameli.

oğ.

o adam, yolda öldü. melekler kararsız kaldılar, bu adamı nereye götüreceklerine. bir hakim melek geldi. iki ülke arasını ölçün, hangisine daha yakınsa, oraya aittir dedi. ölçtüler vegittiği ülkeye daha yakın olduğunu gördüler.

amç. insanları kolaycılığa iten en önemli şeylerden biri de tarikatçılıktır. adam ömür boyu, kötülük yapmış. sonra kediye ayakkabısından süt veriyor, hop cennete. adam bu voleyi arıyor.

tersi de anlatılıyor. bu da güya, adamı tedbire teşvik etsin.

mahşerde niyetininbelgeleri olmaksızın, "benim niyetim çok hoştu" ile iş olmuyor.

buradaki en güzel taraf, istiğfar ile birlikte, o ölçüm var ya. biz ölçüleceğiz.

aş. orada önemli olan, insanın niyetini belli etmesidir.

mesafe ölçmeye kalkışma yani.

oğ. tövbe istiğfarın ana konusu ümittir.

aş. bu aynı zamanda allah sevgisini bize kazandıran bir şey olduğu için çok önemli. bir adam tam cehennem kapısındayken, pişmanlık diliyor. meleklere allah der, bir iyiliğini bulun, cennete atayım diyor. bakıyorlar, bulamıyorlar. tam cehenneme giderken adam, arkasını dönüyor. "ya rabbi, biz seni böyle bilmezdik." " ya nasıl bilirdin?" "bizseni her durumda rahmet eder bilirdik" "ben kulumun zannı üzereyim" diyor ve onu cennetine alıyor.

biz iman ölçücü değiliz.

hz. ali'nin sözü çok dehşetli. ne zaman kadar? o ameli bırakana kadar. istiğfarı bırakma diyor. yani, imanın göstergesi olan istiğfarı bırakma.

hz. ömer'in de bir hadisesi var. ben üç tane hata yaptım diyor. bir başka sefer, bir adam onu zorluyor. bu adam burada fitne yapıyor diyor. o da diyor ki: "ya ömer, müminin hatasını aramayacağız diyordun, yniye böyle yaptın" "ya yine başımı zora soktun" diyor. hz. ömer gibi cevval bir adam, bile o sözün karşısında duruyor.

yk. normal yollardan elde edilmeyen delil sayılmaz.

rz. tövbe ederken, vasıflandırma yapıyoruz. bu amel, benim rabbime göre kötü. orada adaleti tecelli ettiriyoruz.

aş. hz. ali'den bir şey: bir adam günah olmayan bir şeyi, günah olarak biliyor. o kişinin onu yapması, günahtır. çünkü günah, allaha karşı isyan tavrını içermektir. ona göre dahi olsa. o yüzden, kuranda, "inandığınız allaha ibadet ediniz" diyor.

hz. musanın kısası var ya. "allahım ben senin çoraplarını yıkayayım diyor. bu adam şirk koşuyor diyorlar. ona namazı öğretiyor. adam bir süre sonra bunu unutuyor. sonra hz. musa nehrin üzerinden yürürken, onun yanına geliyor. ben unuttum, diyor. bakıyor ki, o da nehirin üzerinde yürüyor, bildiğin gibi yap, diyor.

rz. allah insanlara bir de zaaf veriyor. adam ömrü boyunca o zaafı çekiyor. kimisinin, içkiye karşı kimisinin kadına karşı oluyor.

aş. ama mümin asla yalan söylemez.

yalan,imanla küfürün arasındaki sınırdır.

amç. üstad, hiçbir koşulda diyor. savaş ve evlilik koşulunda bile, artık caiz olmadığını söylüyor.

mn. imam gazalinin gevşetmeleri var, üstad bunlara hoşgörü tanımıyor.

aş. şu dönemde, istismara kapı açtığı için, hiç hoşgörü vermiyor.

yk. tabi, ama susma izni veriyor. her doğruyu söylemek doğru değil.

ys. üstadın öyle deyişi bizi bağlar mı?

amç. tabi yüzde yüz.

rz. tövbede ısrar etmek lazım.

aş. gazali, asıl günahın günahı günahtan çıkarmak olduğunu, yani tövbe etmemek olduğunu söylüyor.

şu an kebairi işlemeyen %10 bile yok. zina, kumar, içki, anne babaya isyan da kebair.

oğ.

bir hadis daha okuyacağım.

"bir kul günah işler ve allahım günahımı bağışla der. allah da şöyle der: kulum günah işledi, ama bundan kendini sorumlu tutan fakat kendisini affeden bir rabbi olduğunu bildi.

kul dönüp tekrar günah işler ve allahım beni bağışla der. allah da: kulum günah işledi, ama bundan kendini sorumlu tutan fakat kendisini affeden bir rabbi olduğunu bildi.

tekrar olur. yine aynısını der."

rz. günah işleyen adam neden tövbeden vazgeçer. çünkü günahının görülmesinden utanır. cehenneme gideceğini kabul etmek istemez. bu yüzden, günah değilmiş gibi inanmak ister. tövbe etmek çok kolay bir şey değil. bu çerçevedeki bir insanın o hislerini aşması zor bir iş.

amç. amenar resulu duası çok ilginç. bilerek ve bilmeyerek işlediğim tüm günahlardan, istiğfar ediyorum. ayağına kapandım, sen benim mevlamsın. rahmet gösterecek ve sorumlu tutacak rabbim sensin. ben sana geldim. sen beni kurtar ve kafirlerin cezasından beni uzak tut.

günü böyle bitirmek aslında...

günde 70 değil, 700 günah da işlemiş olabiliriz. bunların bir kısmını fark etmiş olabiliriz. akşam tüm defteri kapatıyorsun. bilerek ve bilmeyerek işlediğim tüm günahlardan sana sığınıyorum.

rz. o bilmiyorum içine, normal kabul ettiklerimiz de girer mi?

amç. bütün hepsini kapsıyor.

bilmediğimiz çok genel bir tabir.

oğ. tabi hep ümide dair konuştuk.

günah çok basit bir şey de değil.

aş.

en büyük günahlar: ekberül kebair. kesinlikle yasaklanan günahlar yedidir.
1. insan öldürmek.
2. zina.
3. şarap
4. anne babayla sılayı rahmi kesmek
5. kumar
6. yalancı şahitlik
7. dine zarar verecek bidalara taraftar olmaktır

bidaları işlemek değil, kalben taraftar olmak. bu iyidir diye onları savunmak. resulullah yanlış yapmış, bu daha doğrudur diye bir tavırla onu reddetmek.

amç. zevk için safari yapıyorlar ya, o da katle giriyor.

ys. girer mi acaba?

oğ. hep ümide dair konuştuk. bu önemli, ama zihinleri farklı bir yere de kaydırmasın. günah bu kadar önemsiz bir şey mi, manasına taşımasın.

2. lemada da bir yer var.

"öyle de; bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neuzübillah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. "

en küçük günah bile, ısrar ile tekrarlanması durumunda, istiğfar edilmezse, kalpteki nokta büyür ve siyahlandırır.

Ama sonra şart koyuyor: "lakin acele istiğfar ile temizlenmezse"

aş. temizlemiyorsan kalıyor, inattır gururdur, kibirdir, insan bunlarla özür dilemez. sonunda giderek kalp karalaşır.

cuma namazlarında: günahından tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir, diyoruz.

yk. günahtan tövbe ettiğinizde, işlediğiniz günahlar sizin için gübre gibidir. imanınızı kuvvetlendiren bir özellik kazanıyor. aşılanmış gibi oluyor. mikrobu tanıyor. savunma mekanizmalarını güçlendiriyor. farkındalığı artıyor. küfrün kötülüğünü fark ediyor.

aş. zaten istiğfarın göstergesi şudur: kişi günah işledikten sonra, istiğfar edip etmediğini nasıl anlarsın? o günahtan sonra, ümitsizliğe düşerse, istiğfar etmemiş demektir.

istiğfar ümit getirir insana. içinde ümit yoksa, istiğfar yoktur. imanın özünde ümit vardır. ümit nedir? allahın her günahı affedeceğini bilmesidir insanın. allah bunu nasıl affeder demek, o zaman allaha güvenmiyor, bana ilişmeyin demektir bu. biz düzelmeyiz, biz kötü adamlarız, demek. halinden bir nevi memnun gibi. ben böyle devam edeyim. münafıkane bir haldir bu.

günahın ifşa edilmesi doğru değildir. şahit tutarsınız olmaz. insan vicdanen de nasıl olsa herkes biliyor diyerekten, şeytan oradan vesvese getirir. mümin günahını ifşa etmez. münafık ifşa eder ki, yayılsın normalleşsin. mümin, allah bir gün onu affeder diye, ifşa etmez.

oğ. ayet de şöyle geçiyor:

"asla doğrusu onların kazandığı günahlar, birike birike kalplerini karartmıştır. "

istiğfarı şuna benzetim: internete girdiğimizde, bilgisayarımıza bir sürü virüs giriyor. ama güçlü bir antivirüs yazılımı varsa, hemen yok ettiği için, hiçbir şekilde zararv ermiyor. isterse milyonlarca virüs gelsin.

amç. o antivirüsü nasıl oluşturacağız? önce şerri defedeceğin, ondan sonra menfaatler gelecek.

oğ. hep birbirini doğuran şeyler. imanla ibadet arasında çok besleyici bir ilişki var.

imanı güçlendiren ancak ibadettir. ibadetle güçlendikçe, günahlardan uzaklaşıyorsun.

aş. yani namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. amelin insanı günah işlemekten engel olduğuna bir vesile olduğunu söylüyor.

evde yalnızsınız, internette istediğiniz yere girebilirsiniz. ama yanınızda bir mümin kardeş var. beraber yasak bir şeye girebilir misiniz? hayır. o sizin bir yanlış yapmanıza engel olur. namaz da öyledir.

oğ. namaz kıldıkça, yaratıcının varlığını daha çok hissedersin.

"..."

aş. zerre kadar kibri olan, cennete giremez diyor hadiste. diyorlar ki: ya resulullah insanın güzel bir ayakkabısı olsa sevinir, bunu yapmayacak mıyız? hayır diyor, biri sana hatanı söylediği zaman, hatanı ikrar etmiyorsan, bu kibirdir. veya birini hakir görüyorsan, kibirdir.

ys. en ufak kibir bulunan cennete giremeyecek, ama 100 adamı öldüren kibir olmuyor.

amç. kibirde rablik iddiası var.

oğ. firavunlaşıyor.

amç. şu tahkir etmeye giriyor mu? ben bir gruba, direk tahkir etmesem de, benim gibi adam gibi övünse de, tahkir olmuyor mu?

oğ. "nefsini itham eden, kusurunu görür. kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. istiğfar eden, istiaze eder. istiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur."

tövbe etmemek, o günahtan daha büyük bir günah oluyor.

"kusurunu itiraf etse, affa müstehak olur."

aö. şükür amelin kendi cinsinden yapılıyor. farz olan namazları nimet bildikçe, sünnet kılıyorsun. o namazın şükrü oluyor. farz orucu seven, nafile oruç tutuyor. bir şeyin istiğfarı da kendi cinsinden oluyor, gibi geliyor.

kibirle ilgili de böyle bir usulde düşünebiliriz.

"iman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız."

birbirini sevmenin bu kadar önemi nedir?

mn. bununla alakalı bir hadis:

"insanlar içerisinde öyleleleri vardır ki, ne bir peygamberdir, ne de şehittir. ama peygamberler ve şehitler, allahın katında onların makamını görürler, hayret ederler. "ne yaptı da bu hale geldi" diye sorarlar. bunlar dünyalık hiçbir menfaat olmaksızın, allah rızası için birbirini seven müminlerin kazandığı makamdır."

"onların yüzünde nur vardır. onlar ne korkarlar, ne üzülürler. her şeyi, hikmet nazarıyla okumayı bilirler. "

aö. müminlerin birbirini sevmemesi, imanın azametini tam olarak anlayamaması, ve kişisel problemleri imanın daha üstüne koyma durumu. iman geri planda kalıyor. uhuvvet risalesinde, uhud dağıyla çakıl taşlarını kıyaslıyor. aradaki bir takım, mizaç uyuşmazlıklarını, veya karşıdakinin kusurlarını... o kusurları ön plana çıkarmak bile kibir ve tahkir tavrı. müminleri sevmemek hali, enaniyet tavrını ortaya koyuyor.

aş. müminleri sevmemek, yanlış anlaşılmasın, imani bir tavrı sevmemek. yoksa küfri bir tavrını sevmek diye bir şey yok.

amç. o kişide olumsuz gördüğünde, şefkatkarane bakmak.

aş. çok ilginç bir şey:

"bana kul hakkıyla gelmeyin" diyor.

halbuki çok hadisler var ki, onun onda hakkı var, o ondan hakkını ister. sonra allah ona, bir cennetten köşk gösterir. bunlar kardeşini affedersen senindir der. affettim der o adam.

bu hadis, bize metodoloji gösteriyor. kime karşı kusur işlediyseniz, ondan özür dileyeceksiniz. gıybet yaptıysanız, yine kendi cinsinden davranacaksınız. allahım beni affet desen, olmaz. affedilmesini istiyorsan, git ona, senin gıybetini yaptım, de.

allahın sünneti var. ona uygun bir şekilde. karnın acıktı. gidip çalışacaksın. o esbaptan istemek değildir, allahtan istemektir.

affedilmenin de bir sünnetullahı var. kardeşiyle küser, ben bu işlerle uğraşmayacağım, cevşen okuyacağım. olmaz böyle.

mn. bir de şu var: geçen gün devamlı risale okuyan bir arkadaş. hocaefendi hakkında, o cia ajanı. hiç gereği yok. bir adam, nasıl olur da böyle der dedim.

oğ. tövbe ve istiğfar, sadece günahları temizlemiyor. aynı zamanda, günaha girmeye karşı koruyucu özelliği de var.

bir ayet:

"ey haddi aşarak nefsine zulmetmiş kullarım. allahın rahmetinden ümit kesmeyin, allah tüm günahları bağışlar, çünkü o çok bağışlayıcıdır. "

8 Nisan 2010 Perşembe

Muhakemat

amç. 1911de bakıyor adam. ne var? sınırlar geri çekilmiş, iyice küçülmüş. her cephede yenilmiş. herkesin gökten bir kurtarıcı beklediği, veya yerin dibine girsek de yaşamın zülünden kurtulsak dediği bir anda, emareler görüyorum diyen bir adam, ya deli olacak, ya da...

...
"Eğer sual edersen: Senin bu telâşın ve ulûm-u mütearife hükmüne geçen şeylere burhan getirmeye ne lüzum vardır? Zira telâhuk-u efkâr ve tecârübün keşfiyatıyla meydan-ı bedahete gelen mesaile burhan getirmek, malûmu ilâm demektir.

Cevaben derim: Maatteessüf, benimle şu zamanın kıt’asında iştirak eden cümlesi, eğer çendan sureten on üçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurun-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız üçüncü asrın nihayetinden on üçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmûzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır."

amç. herkesin şaştığı bir profil çizdi üstad. herkes biliyor geri kalmışlığı.

adam gökten zembille mesih inecek diye bekliyor.

"Cevaben derim: Maatteessüf, benimle şu zamanın kıt’asında iştirak eden cümlesi, eğer çendan sureten on üçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurun-u vustânın yadigârlarıdırlar."

amç. fikir cihetiyle, ancak ortaçağdansınız. görünüşte 20. yüzyıla ait görünseniz de.

aş. üstad 300'e kadar galiben, 500'e kadar ..., ondan sonra mağluben diyor.

"Güya muasırlarımız üçüncü asrın nihayetinden on üçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmûzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır."

hş. açıkça mürteci diyor.

amç. ortaçağdaki dogmatik, vahşi fikirlere sahipsiniz.

aş. o dönemdeki osmanlının hali de ortaçağ haline benziyor.

hş. ortaçağda islam en parlak dönemlerinde. burada referans olarak avrupa ortaçağını alıyor olmalı.

amç. elbette. garplılaşma algısından dolayı, batının zaman algısına bakıyorlar. ahiretle dünyayı ardışık zannedersin diyor ya. aslında müslümanın zaman algısı çizgisel değildir. mesela asrı saadet geride görünse de hakikatte en ileri seviyedir.

şimdi hutbe-i şamiye, bu geri kalmışlığın hem tespiti, hem de kuranı hakimden mülhem tedavisi için başlı başına yeterli olabilecek bir eser. tabi başka tamamlayıcı eserler de var.

tabi daha yoğun baktıran hutbe-i şamiye.

özellikle birinci hastalığın, yani ümitsizlik hastalığının tedavisini anlatan kısım, neredeyse lüppün de lüppü olmuş. birincisi, birbirine bir ağ kurarcasına bağlı. o birincisinin çözülmesiyle, diğerlerinin çözümü hem kolaylaşan, hem de o olmadan diğerlerinin çözümünün pek anlamlı olmayacağı şekilde bina etmiş.

burada da yine girizgah ama belagatı çok ustalıklı kullandığı için, o kısımları pas geçemiyor insan.

nasıl hitap eder insanlara.

"Ey bu Câmi-i Emevî'de bu dersi dinleyen Arab kardeşlerim! Ben haddimin fevkinde bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım. Çünki size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içinizde yüze yakın ulema bulunan cemaata karşı benim misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki; o sabî çocuk sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akşam da babasına gelip, okuduğu dersini babasına arzeder. Tâ doğru ders almış mı? Almamış mı? Babasının irşadını veya tasvibini bekler. Evet bizler size nisbeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz. Sizler bizim ve İslâm milletlerinin üstadlarısınız. İşte ben de aldığım dersimin bir kısmını sizler gibi üstadlarımıza şöyle beyan ediyorum:"

aş. burada tabi maziyi de gözönünde bulundurarak, arapların islama yaptığı katkıyı nazara alarak onlara bir hürmet babında söylüyor. bakın bakalım ben doğru mu anlamışım der gibi mütevazi bir tavırla söylüyor.

"Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: Ecnebiler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber bizi maddî cihette kurûn-u vustâda durduran ve tevkif eden altı tane hastalıktır. O hastalıklar da bunlardır:"

amç. biz niye geri kaldık sorusunu yanıtlıyor. bunu okurken, şimdiye bakıp, ne kadar aşmışız diye bakabiliriz.

aş. bu ifadeden şunu anlamayacağız tabi, maddeten terakkiye teşvik ediyor. çünkü yeni said döneminde maddi terakkiye çok önem veriyordu, bundan dolayı bir takım hatalara düştüğünü söylüyor.

amç. versiyon değişikliğiyle, bin yıl öncesindekiler de gelseler bin yıl sonrakiler de gelseler aynı şeyi söyleyeceğim diyor. eski said o zaman tam anlatamadı. bir de o günkü konjönktür maddiyat üzerine kuruluydu. tabi o günlerde de aynı şeyi söylüyor. yarın ölecekmiş gibi yaşayan adamın hiç ölmeyecekmiş gibi çalışabileceğini söylüyor. manevi yoklukla, maddi terakkinin hiçbir yere varmayacağını söylüyor. ama o zamanlar ben biraz karmaşık, o zamanki oradaki zeki talebelerime biraz daha özlü tarif etmek zorunda kaldım diyor.

aö. insaniyetin terakkisi anlamında değil mi.

amç. tabi öyle olacak. yeisin çözümü. bu maddi geri kalmışlığa da çözüm. biz mesela iş yerinde motivasyon diyoruz. bunu kırsan, iş yapabilir mi o adam. değer üretebilir mi. yapamaz. ümitsizlik, maddi ve manevi çok ciddi küsufa durgunluğa yol açan bir etmen. bunun çözümünde demiyor ki, haydi coşkulu şeyler düzenleyin, konforunuzu artırın demiyor. bu nereden geçer. çok ciddi hedef koymaktan geçer, demeyecek.

bakalım ne diyecek?

" Birincisi: Ye'sin, ümidsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.

İkincisi: Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi."

mk. ümitsizlik deyince bilmiyorum kim ne anlıyor. bu ciddi bir konu geliyor. ümitsizlik ne düşündürüyor?

hş. ahiretsizlik anlıyorum ben.

is. ne yapsan değişmez anlıyorum ben. çaresizlik. sonu ölüme çıkan her şey ümitsizliğe götürüyor.

mk. ümitsizliğin versiyonları var bence. mesela şöyle hissediyor. kendini yetersiz görüyor. başkaları araba kullanabilir, ama ben kullanamam. bu duyguyu taşıyan adama araba öğretmek çok zor. normalde nasıl düşünmesi lazım? bu öğreniyorsa, ben de insanım, benim de öğrenebilmem lazım.

mesela hanımıyla kavga ediyor adam. bu hanım laf dinlemez diyor. halbuki kendi hayatında da vardır, uzlaşamadığı birçok insanlar belirli bir zaman sonra uzlaşmıştır. bu sefer ilişkilerde ümitsizliğe düştüğünüz zamanda hiçbir ilerleme olmadığı gibi, gerileme de oluyor.

mesela takıyoruz biz kafaya, risale anlaşılmazdır diye. bu bir kanaat. neden anlaşılmaz. anlayanlar nasıl anlamış, diye soramıyoruz. veya tümünü anlamam mı gerekiyor? yani ümitsizliği hayatımızın içerisinde basit görmeyelim.

eskiden birisi çıkmıştı, "yahu kardeşim gazoz kapağını yapmadan tank yapamazsın." yani bugün gazoz kapağını yapıyorsak, bundan dolayı kendimizi kötülemek yerine, ümit içinde olmak gerekiyor diyordu.

amç. biz bu yeisi öldürmüştük, birileri geldi yine diriltti.

oğ. ümitsizlik, yaratıcıyla ilişkimizi kesiyor. sosyal ayatta, o yapacağımız işin duasını da kesiyoruz. bir yerde allaha güvenmemek. allahtan ümidinizi kesmek gibi.

aş. toplumun en büyük hastalığı, özellikle bu asırda, günahlar çok fazla ileri gittiği için, insanların nefisleri vicdanlarına galip geldiği için, insanlar günaha karşı kendilerini engelleyemiyor. en büyük yeis orada doğuyor. şeytanın en büyük silahı da odur. "benim gibi adam adam olur mu" diye vehimler veriyor. aslında en büyük ümitsizlik orada. öyle bir hale geldik ki, bir zamanlar medeniyet kuran toplum, şimdi çok sefih ve sefil bir haldeyiz. osmanlı, o zaman gayri meşru şeylerde de zirve yapmış. artık herkesin içine işlemiş, biz kesinlikle adam olmayız. buradan ne çıkar ki, diye vazgeçmişler.

amç. bir de oryantalistler, bunların sanki bizim genetiğimizde var olduğunu söylüyorlar. iktisat teorisinde var ya, toplumların becerileri var. biz diyor, çip üretiriz. sen iyi patates üretiyorsun. iki kamyon patates getireceğin, bir tane çip alacaksın. veya müslümansın kardeşim, millet aya çıkıyor. bunları öyle bir içselleştiriyor ki. bir de dışarı çıkınca nefes alınacak bir tablo değil. ümitsizliği anlatıyor. sıtkın çözümünü anlatırken, yine ilk cümlesinde "allahın ipine sarılın" diyerek, ümidin farklı bir veçhesini gösteriyor.

mk. basit şeyler söyleyelim. ümitsizlik sadece kötü niyetle değil, iyi niyetle yapıyorlar.diyelim ki, patates üretecek. bunn için, bazı gereken şeyler var. babasından görmüş. iki sene çok güzel olmuş, üçüncü sene olmamış. ne yapacağını bilmiyor. araştırması gerekiyor. adam yine aynı şeyi devam ettiriyor. ne diyor o zaman. ben yapamıyorum, amerikalı yapıyor oluyor. insanlarımız çalışkan olmadıkları için değil. bu konuyla ilgilili bilgiyi tekamül ettirmesi gerekiyor. adam uzaya gitti diyoruz. bizim için bir cümle. ama oraya gitmek için, adamlar kaç yıl uzadılar. biz o uzamayı görmezlikten geliyoruz. o uzamayla ilgili çalışmalardan yeise düşüyoruz.

hş. adamlar şunu yapıyor demek, yeisin tohumudur. bu allahın harikalarıdır. sen de onun bir kulusun. eğer allahın koyduğu kurallara uyarsan, her şey olur. bunlar marifet değil. marifet, allahın ipine sımsıkı sarılmak.

uzaya gitmek bir marifet mi?

mk. uzaya gitmek açısından değil, oraya gtimek için, allahın koyduğu kurallara uymak, bu bir marifet.

hş. biz uzaya gitmenin altında eziliyoruz. bunun altında ezilmemize gerek yok.

o allahın bir ihsanıdır. bana da verir ona da verir.

amç. tedenniden üstad, ciğerim fereyan ediyor diyor. bu aşağılık kompleksi değil. atak yapma hırsı. beni şecaate getiren diyor ya. bu ezilme büzülme değil. başka yerde geçecek. onların yüzyılda aldığı mesafeyi biz on yılda alırız. demiyor ki, "amerikadan 200 yıl gerideyiz."

şimdi 2020 ingiltere, rusya, üç numara türkiye diye konuşuluyor. bir zamanlar zencisiniz diyenler, şimdi bize hayretle bakıyor.

aş. bence bu da şecaat değil. bildiğin işi doğru yapmak, sünnetullaha tabi olmak manasında. ne yapıyorsan yap.

yoksa arı balı yapıyor değil mi. ben bal olamam. arı nasıl bal yaptı diye hayran hayran bakarım. onu ona allah yaptırıyor. allahın bir sürü hayvanı vardır, dünyanın imaratı için çalıştırıyor. batılının eline de uçağı, aleti verir. allah yaptırıyor. ama benim şurada yanmam gerekiyor: ben sünnetullaha uymadığım taktirde, hiçbir işi tam yapamam.

amç. dünyevi geri kalmışlığın çaresi de kurandır diyor. mucizeler senin teknolojik ilerlemene ışık tutuyor diyor.

hş. biz görevimizi yapacağız, ama kalkınma verir allah veya vermez.

biz maddi maddi diyoruz. dünyanın derdini unutuyoruz. benim derdim cip değil. benim derdim, saadeti ebediye yollarını aramak. önemli olan o jip değil. gerekirse, cipe binerim. hiç önemli değil. onları da allah bize hizmetkar etmiş.

aci. o ihsanlar neticesinde allaha karşı muhabbeti artacak, inançlı bir kişi için. cip sadece bir örnek. ben o cipe sadece binip geziyorsam, onların nimetliğinin farkındaysam, o cennetteki mutluluğu da artıracak bir şey.

hş. bu allahın fazlındandır diyebiliyorsan, cip de olur, uzaya gitmek de olur.

ama bizim meselemiz, cip yapmak değil. gerçek dine sarılalım, insanların aklına gelmeyen şeyleri buluruz.

aci. ama dua etmezsen bulamazsın.

hş. "ben bunu yapamam" dediğin zaman, bunun faili benim demek istiyorsun. her işin esas sebebi allahtır. ben bunu yapamam deyince, birilerine etkenlik veriyorsun.

amç.

"Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da bir tıp fakültesi hükmünde hayat-ı içtimaiyemizde, eczahane-i Kur'aniye'den ders aldığım "Altı kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin esasları onları biliyorum."

amç. ümit allaha karşı güvenin bir sonucudur. eğer ümitsizlik varsa, allaha karşı güvensizlik var. bu çok ciddi bir mesele. ben yapacağım, ama yaptıracak olan kim allah. ben yapsam bile, allah yapmayacak diye düşünmek, bu da güvensizlik veya yardım etmeyeceğine inanmak. bu ümitsizlik.


" BİRİNCİ KELİME: "El-emel". Yani Rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâm'ın saadet-idünyeviyesi, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm'ın terakkisi onların intibahiyle olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarak (Haşiye) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat'iyemle derim:"

amç. böyle dediği halde, manevi demedi bakın. dünyevi saadetinin emarelerini görüyorum.

mk. ben şöyle desem doğru mudur: bu alamanları allah yaratmıştır. bunlar da şu konularda gelişmişler. bunları allah yarattığına göre bunların bilgilerini de allah vermiştir. ben de allah kuluyum, bana da verir. bu doğru mu?

amerikayı da allah mı yarattı? öyle.

aş. o dönem üstad niye bunu söylemiş. islamdaki geriliğin, maddi gerilikten kaynaklandığı gösterildiği için, üstad öyle bakıyor. yeni saidde daha farklı.

alman ne istiyorsa, ona veriyor. türk ne istiyorsa da ona veriyor. orada ne istediğimiz önemli.

"İşte, İslâmiyetin hakaikı hem manen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.

Birinci cihet olan manen terakki ise: Biliniz! Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikata en doğru şahittir. İşte tarih bize gösteriyor. Hattâ Rus'u mağlub eden Japon başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:"

amç. ilk başta manen terakkiyi söylüyor.

mk. bir kimse, almanlara rahmetin geldiğine, fakat rahmetin kendisine gelmediğine inanırsa, maneviyatı bunun nasıl olur?

amç. ne maddeten terakki inkar edilir, ne de manen terakki. bu ikisini birbirinden ayırıp, birini tercih etmek, müminin tespiti olamaz. lakin şu tespiti olmak zorundadır: manen terakki, hayati ve öncelikli olandır. bu olmadan, maddeten terakkiden ne bahsedebiliriz, ne de bir şey elde edilebilir.

üstad birinci cihet olan manen terakki diyor.

aş. ahireti isteyene, hem dünyayı hem ahireti birlikte veririm diyor ayette. sadece ahireti değil. batı dünyası, dünyayı tercih etti. fakat dünya savaşlarında, bunun ne hale getirdiğini dünyayı gördük. dinsiz medeniyetin, ne büyük bir cinayete sevkettiğini gördük. atom bombasını istersen, onu da veriyor. ama onu nasıl kullanacaksın sen. allahı tanımak için mi kullanıyorsun? yoksa başkasına üstünlük taslamak için mi kullanıyorsun? o zaman bakış açımızı belirlemek lazım. ben eşyaya niye sahip olacağım? zalim bir adamın eşyaya sahip olması kötüdür. ama mümin için iyidir. önemli olan, benim hangi niyetle onu talep ettiğim. ben içimde bir eziklik hissediyorsam, ondan din de çıkmaz. çünkü başlangıçta zihniyetini bozmuşsun. onunla dünyevi alanda yarışmayı, dinin temeli olarak görüyorsun.

mk. bende şöyle bir kompleks vardı eskiden. bir adam zengin olacağım dediği için, zengin olur zannediyordum. zamanla şunu gördüm. bir adam bir şeyi çıkartır. bir talep görür. öteki müşteri gelir, şunu da yapar mısın der. onu da yapar. bir başkası gelir, şunu da yapar mısın der.

bir şeyin hakkını verirseniz, bir rağbet görüyor. sonra allah talep getiriyor. yönlendiriyor. dışarıdan bakınca ben eskiden şöyle görüyordum: bunlar dünyayı kapsamak için bunları yapıyorlar. şimdi farklı görüyorum. bir şeyde bir kıvamı yakalamışsanız, bir başkası da bunu da getirir misin diyor. bunu görünce, kendi elinde değil bazı şeyler.

hş. işte eziklik duymazsan neticede her şeyi yapabilirsin.

hz. ömer zamanındaki islama bakın. bir de bu zamandaki afganistana bakın. o zamanın abd'si iran gibi gözüküyor. islam orduları oraya bir aracı gönderiyor. kisranın kafası neye çalışıyor. onun geldiği yerleri öyle bir süsleyeyim ki, bizim altımızda ezilsin, diyor. adam alıyor, mızrağını. tık tık, ipekleri kese kese ilerliyor. burada ne demek istiyor. ben senin bu ihtişamına ezilmiyorum. ufacık bir orduyla, senin dünya saltanatını yıkabilecek kapasitedeyim diyor. ben onların karşısında ezilmeyeceğim. esas vazifem nedir? allaha kulluk. bunları kaçırıyoruz.

diyor ki, allah, ben sizi yemek yedirmeye göndermedim. insanlara bakıyorsun, tüm vakitlerini rızıkla geçiriyor. beni doyurmak kimin vazifesi. allahın vazifesi.

mk. hüsnü ağbi doğru söylüyorsun, ama benim köyümde de aynı sıkıntı vardı. adam akşam yatarken rahat uyuyamazdı. çiy olacak mı, yağmur yağacak mı. balıkçı çıkarken, balık gelecek mi? bu hayatın içinde var zaten.

bizim müslümanlar savaş kazandıkları zaman bunu güç kabul etmiyorlar. saat yaptık, müslümanlar alet yapmışlardır dediğimizde, böbürlenenden geçilmiyor. avrupalı başka bir şey yaptığı zaman, biz böyle bakıyoruz.

aş. neticede maddi kulvarda yarışıyor demektir.

zk. maddi terakkiyle manevi terakkiyi ayırmak doğru gelmiyor bana.

amç. ayırmıyor üstad zaten. ilmi de tarif ederken, dinsiz ilim olamayacağı gibi, ilimsiz din de olamaz. islamın özgünlüğü ve muhkemliği burada yatıyor. biri bir yerde biter, öbürü başlar, zihniyetini yıkan bir din bu. dünya biter sonra ahiret başlar. bu tahrif edilmiş, yahudiyetin tüm kazuratını atıp, sen dünyada işlerken, ahireti kazanırsın.

aş. muhammed ağbinin dediği güzel bir noktadır. ben kendim yaptığı zaman, övünüyor, onlar yapınca eziliyorsam.

mümin nimeti allahtan bilir. gideni de allahtan bilir. kim vermiş derdi.

aö. himmetin millete hasredilmesi. o dönemlerde hakim anlayış bu olması. avam-ı müminin kendi medeniyetinin geri kalışını görünce, islamiyette bir hakikatsizlik mi var diye şüpheye düşebiliyor. orada topluma bir faydası olsun diye, maddi terakki vurgusu yapıyor.

ir. dünyayı isteyen ilme sarılsın, ahireti isteyen ilme sarılsın. her ikisini de isteyen ilme sarılsın, diyor peygamber efendimiz.