12 Haziran 2010 Cumartesi

22. Lema 3. İşaret

amç. 22. Lema 17. Lemanın bir parçasıyken, ehemmiyetinden dolayı, ayrı bir Lema olarak geçmiş.

meal: allahı tevekkül edene allah kafidir. allah emrini mutlaka gerçekleştirir. allah her şeye bir ölçü tayin etmiştir.

"ÜÇÜNCÜ İŞARET: Mağlatalı dîvânecesine bir sual.

Bir kısım ehl-i hüküm diyorlar ki: Madem sen bu memlekette duruyorsun; şu memleketin cumhurî kanunlarına inkıyad etmek lâzım gelirken sen neden inziva perdesi altında kendini o kanunlardan kurtarıyorsun? Ezcümle; şimdiki hükûmetin kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, müsavat esasına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfîdir. Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun? Halk beni dinlesin diye hodfuruşane bir vaziyet takınıyorsun?"

amç. BM'de bir oylama gerçekleşti. İran'a yaptırım gibi. şimdi en aptal en basit bir adam bile, şunu ister istemez söylemek durumunda kaldı. "yahu bunlara zulmedilsin diyenlerin hepsinin nükleer silahı var."

üstad da burada, kanun perdesi nasıl uygulanır, onu izah ediyor.

kendi nefsimize bakan bir yönü de var bu işin.

zk. "otoriteye itaat" etme meselesine de bir işaret var mı?

amç. ona değil belki, ama kendi nefsimize bakar.

"Elcevap: Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler. Siz kendinize tatbik etmediğiniz bir düsturu başkasına tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturunuzu, kanununuzu kırıyorsunuz ve karşı geliyorsunuz. Çünki bu müsavat-ı mutlaka kanununun bana tatbikini istiyorsunuz. Ben de derim: Ne vakit bir nefer, bir müşîrin makam-ı içtimaîsine çıkarsa ve milletin o müşîre karşı gösterdikleri hürmet ve teveccühe iştirak ederse.. "

aş. tam yerinden vuruyor.

amç. adamı kımıldatacak yer bırakmıyor. öyle bir muhakeme ortaya koyuyor.

aş. tabi askeriyede müthiş bir hiyerarşi var.

amç. kanunsuzluğu kanun namına uygulayanlara karşı bu tür savunmalarla hukukunu koruyor.

"ve onun gibi, o teveccüh ve hürmete mazhar olursa veyahût o müşîr, o nefer gibi âdîleşirse ve o neferin sönük vaziyetini alırsa.. ve o müşîrin vazife haricinde hiçbir ehemmiyeti kalmazsa.. "

aş. sen orada müşirsen emredebilirsin, ama dışarıda insanların köle gibi dolaşmalarına müdahele etmeye ne hakkın var. paşalar, emekli olduktan sonra bile insanlara emir vermek istiyorlar.

bizim eski evde, apartman toplantısında, saygı duruşuna kaldırıyor milleti.

"hem eğer, en zeki ve bir ordunun muzafferiyetine sebebiyet veren bir erkân-ı harb reisi, en aptal bir neferle teveccüh-ü ammede ve hürmet ve muhabbette müsavata girerse; o vakit sizin bu müsavat kanununuz hükmünce bana şöyle diyebilirsiniz: "Kendine hoca deme! Hürmeti kabul etme! Faziletini inkâr et! Hizmetçine hizmet et! Dilencilere arkadaş ol!""

aş. hürmet istenilmez bir şey. fakat birileri ona hürmet ediyorsa, manevi bir makam vermişse, karşılık beklemeden, karşıdaki insanın ezmesi olmadan, buna engel olamazsın. mesela doktorlar belli bir statü elde etmişlerse, ne yapacaksın. sana ne kardeşim. bu fıtri bir şey.

"Eğer deseniz: Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife başında olduğu vakte mahsustur ve vazifedarlara hastır. Sen vazifesiz bir adamsın; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin!""

amç. hoca diyelim tamam da, sen cami hocası mısın?

aş. general işinde hürmet alıyor. sokakta hürmet vermeyelim diyor.

"Elcevap: Eğer insan yalnız bir cesedden ibaret olsa.. "

amç. ceset tabiri çok manidar. maddeden ibaret olsa tabiri kullanılabilirdi. ama ceset ölümü hatırlatıcı bir tabir. sadece maddesinin düşünen bir adam aslında bir nevi ölü gibidir. yürüyen mezarlar.

ey mezar-ı müteharrik bedbahtlar. çekilin, nesl-i cedit geliyor.

"ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa.. ve kabir kapısı kapansa.. ve ölüm öldürülse.. o vakit vazife yalnız askerlik ve idare memurlarına mahsus kalırsa; sözünüzde dahi bir mânâ olurdu. Fakat madem insan yalnız cesedden ibaret değil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. "

amç. beyini ameliyat et, karnını doyur.

"Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir. "

amç. "madem ölüm öldürülmüyor" öyle kırılmaz bir paradigma ki, tek başına küfrün belini kırar. adam ne kadar zırvalarsa zırvalasın, tek bir şey istiyorum senden, şu cümlemi çürüt lütfen: "bak kabul edeceğim. bir tek cümlemin izahını istiyorum: şu ölümü öldür, kabir kapısını lütfen kapat. yoksa o endişeden senin yoluna gelme cesaretini bulmayacağım. bir müminin en mühim meselesi, ahireti kazanma meselesi.

her yerde kullanıyor bu hakikati.

"Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. "

aş. asıl vazifeyi ben yapıyorum, diyor. gerçekten de öyle. cesedi ne yaparsan yap, sonunda yine de ölecek. cesede istediğin makamı as. yine ceset. sen onu ölümden kurtarmıyorsun. hiçbir yaptığın hizmet, ölümden sonraki hayatına bakmıyor. ölümden sonraki hayatını hayatlandırmıyor. cesedini diriltmiyor. dolayısıyla ölüye hürmet etmenin bir manası yoktur. esas hürmete layık olan, ahirete hizmet edendir.

insan kendini meşrulaştırıyor. ibadetten istinkafına bile meşrulaştırma yapıyor: ben şunları yapıyorum, ibadete fırsat bulamıyorum. kardeşim, sen cesetsin. senin yaptıklarını anlamlı kılan, ibadettir. diyor ya, "çalışmak da ibadettir." hayır, allah adına olmazsa, çalışmak ibadet değildir. para kazanıyorsun. ceset doyuruyorsun. kendi bahanelerimize bakalım. allah diyor ki, ben sizden rızık istemiyormu. sizi ben doyuracağım. siz beni doyurmayacaksınız.

allaha olan vazifemizi unutuyoruz, allahın vazifesini üstleniyoruz. çoluk çocuğumuzun rızkını kazanmakla mükellefiz. doğru, ama ebedi rızkını kazanmakla mükellefsin.

"Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkâriyle ve her gün اَلْمَوْتُحَقٌّ dâvâsını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur. "

aş. "el mevtü hakkun" diyen bir insan nasıl hala, en önemli vazifenin dünyaya bakan vazife olduğunu söyleyebilir. el mevtü hak. ne olacak yani? din anlatmayı, vazifesizlik olarak nitelendiriyorlar ya, siz milletin başına belasınız. milletin ayağına bağ oluyorsunuz, tembel tembel yatıyorsunuz. bediüzzamana onu söylüyorlar. o da el mevtü hak diyor. yaptığının abes ve anlamsız olduğunu bilmiyor musun, açıkça. ahiret olmasa, senin yaptığının hiçbir anlamı yok.

ceset doyuruyorsun, başka bir şey yok. cesede hizmet etmenin ne anlamı var. asıl ruha hizmet etmek gerek.

"Madem mânevî hâcât-ı zaruriyeye istinad eden mânevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası; ve berzah zulümatında kalbin cep feneri; ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmandır ve îmanın ders ve takviyesidir. "

aş. ebed yolunda seyahat için pasaport varakası neymiş, iman. aslında iman, ebed yolundaki insanın beed yolundaki seyahatini bitiriyor. o çok önemli. dünyadanibaret değil. ahirete doğru giden yolculuğumuzda, buradaki vesika alınmazsa, bitiyor yolculuk. yolda kalıyoruz adeta. insanın ebediyete uzanan duyguları kesilmiş oluyor.

gerçekten hakikatte bu böyle. insanın canı yemek istiyor. sonsuza kadar tad almak istiyorsun. sen iman olmazsa, tık kesmiş oldun onu. güzelliğinin sınırsız olmasını istiyor. iman olmayınca, tık kestin onu. adeta vize alamadın gibi.

insan dostlarıyla beraber olmak istiyor. ebediyete doğru yolculuğa devam etmek istiyor. ama iman olmayınca, ebediyen ayrılıyorsun. gazete ilanlarına bakın, sonsuza dek bizden ayrılan. ebediyetten ayrılan. kalbimizde yaşıyor diyorsun, ama ebediyen ayrıldı diyor.

burada mümin o imanla, ebedi seyahatine devam etme vizesi alıyor. herkesin duyguları o yolculuğu istiyor. sen bunu söylemekle, o ebedi yolculuğunu sınırlamış oluyorsun.

berzahta ne yaşayacağımızı biliyor muyuz. kabirde yaşayacağız abi, uzun süre orada kalacağız. buradan götüreceğiz erzakımızı. şimdi dağda kalacağız, bir sürü eşya alıyoruz. biz kabirde kalacağız. belki binlerce sene. bütün erzaklarımızı buradan getireceğiz.

bazen bazı amelleri küçümsüyorduk. tesbihat yapmak gibi, cemaatle kılmak gibi. şimdi o kadar kıymetli geliyor ki.

yy. yaşlılar ilginçtir, oturduğu yerde camı açıyor, ezanı dinliyor. ezan okundu mu diye. okunur okunmaz, namazını kılıyor.

biz olsak acelesi yok.

aş. kendimize bunu soralım. ben kendi açımdan bazen ürküyorum. bir kabir var. uzun süre yaşayacağız. berzahta daha da uzun bir süre. insanın orada bilgilendirilmesi var. rüya da bir nevi bilgilendirme var. orada manevi bir boyutu göreceğiz. burada maddeten muhatap olduklarımızın, orada karşılıklarını göreceğiz. ızdırap içinde kalabiliriz, rahatlık içinde yaşayabiliriz. anlatılanlar bir temsil, ama orada birşeylerin yaşayanacağı belli. dehşetli şeylere karşı neyle karşılık vereceğiz. buradan götürdüklerimizle. imanla, sadakayla, ihsanla, iyiliklerle, onlar yanımızda duracak.

kabirde, bir dişi dağ kadar olan melek gelecek. onun üzerine doğru hücum edecek. orada ameli ona karşı duracak. sana geçit yok. başka taraftan bir melek daha gelecek. ona karşı da yaptığı iyilikler karşısında duracak.

bunlar karınmız açcıktığı zaman, meyveler geliyor, sana geçit yok diyor ya. onun gibi, yaptığımız ameller de, manevi ızdıraplarımıza, açlıklarımıza cevap verecek.

amç.

"Elbette o vazifeyi gören ehl-i mârifet herhalde küfrân-ı nîmet suretinde kendine edilen nîmet-i İlâhiyyeyi ve fazilet-i îmaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alariyle, sefahetleriyle bulaştırmıyacaktır!.. İşte beğenmediğiniz ve müsavatsızlık zannettiğiniz inziva bunun içindir."

allahın ona o vazifesi sebebiyle verdiği makamata, inkar yoluyla karşılık vermeyerek sukut etmeyecektir.

aş. o işlerini bırakıp da, kendini boş bırakmayacak.

amç. hoca demesinler diye sizinle fasıklarla eşitlik amacı taşımıyorum, diyor.

ne yapayım, sizinle mi muhatap olayım diyor.

aş. o yüksek hakikatleri, bidalarla küfranı nimet gibi bozmak istemiyorum. allah bir nimet vermiş. sizinle beraber olsam, uhrevi bir şeyi, dünyevi bir amaca alet etmek şeklinde onları alçaltmış olacağım.

"İşte bu hakikatla beraber, beni işkence ile taciz eden sizin gibi enaniyette ve bu kanun-u müsavatı kırmakta firavunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karşı demiyorum. Çünki mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. "

aş. mütekebbire tekebbür sadakadır, diyor imamı şafii.

bir insan kibirleniyorsa, onun kibirini kıracak bir tavır takınmak doğrudur.

biri gelip makamıyla övünüyorsa, toprağı göstereceksin. hz. ömerin çok ilginç bir misali var. uhud harbinde, kaybettiler savaşı gibi görünüyor. müslümanlara, bir siz bir biz diyorlar. hayır diyor, hz. ömer sizinkiler cehennemi boyladı, bizimkiler cennete girdi. yine biz galibiz. böylece onların kibrine karşı tekebbür ediyor.

üstad, "beş para ehemmiyet vermiyorum sizin makamlarınıza" diyor.

is. padişahın biri, alim bir zata ziyarete geliyor. bekliyor ki, kapıda karşılasın. padişah buna bozuluyor. neyze dinliyor. dinledikçe muhabbeti artıyor. gideceği vakit, alim ayağa kalkıp onu uğurluyor. padişah, soruyor, niye başta karşılamadın şimdi böyle yapıyorsun. o da diyor ki, başta kibirli geldin, o yüzden öyle yaptım.

mk. kişisel davranışlarda hala padişah devrinde yaşıyoruz gibi geliyor.

yy. timur, hamamda yıkanıyormuş, kendisini çok büyük görüyor. şu savaşı ben kazandım diyor. ben ne kadar değerli bir adamım diyor, kimse bana fiyat biçemez. bir alim var, çağıralım diyorlar. nasrettin hoca, 5000 edersin diyor. ulan ne diyorsun, bu altın kemer, 5000 eder. ben de ona fiyat verdim, diyor.

zek. senin hz. ömer hakında bahsettiğin hikayeyi takip etmek için, niye allahtan başkasından korkuyoruz. ama korkuyoruz yine de. ağzımızla, korkuyoruz diyoruz. ama eylemlerimizde korkuyoruz.

aş. imanımız zayıf. güçlendirmek için bunları okuyoruz.

zek. sadece okumak değil. okumak kötü bir şey olabilir. okuduklarımızı yaşamazsak, kıyamet gününde, sorumluyuz.

o zaman, hem okuma, hem eylem. yoksa, biz biliyoruz okuyoruz. allahtan çok korkmamız lazım.

amç. geçim kaygımız var, onların hepsi birer korku. allahı tevekkül eden için, her şey, o adama kafidir.

zek. işimizi kaybetsek, allah başka bir işi nasip eder. hem ahirette kazanırız, hem bu dünyada kazanacağız.

amç. kaybedeceğini varsaymak, kaybetmektir. hiçbir şekilde kaybetmez müslüman.

yy. her zamanda o bilinç seviyesinde olamıyoruz. endişelerimiz korkularımız da oluyor.

zek. mücadele etmemek, allah hiçbir şey vermeyecek.

is. adler'in bir sözü var: "inandığı değerler uğruna ölmek, onlarla barışık yaşamaktan daha kolaydır."

cihat olsa, ölürüz. ama yaşaması daha zor.

yy. adama cihat olsa giderim diyor. ama namaza gitmiyor.

aş. bosnaya gidecek arkadaşlar vardı, kimi namaz kılmıyor.

yy. basite almamak lazım. alay etmek için değil. en iyi insan, normal insandır. normal olabilmek, normal bir ev hayatı yaşamak, baba olmak, koca olmak, arkadaş, tüccar olmak, bunlar kolay iş değil. yoksa git bir yerde, ya ölürüm ya öldürürüm.

ys. bu kadar insan yapıyorsa, basittir.

yy. onu sünnet çizgisinde yapabilmek kolay değildir.

bir arkadaşın sözü vardı. arkadaş havalimanına gidecek onu al gel, diyor. bu mu sana kolay geliyor, risale okumak mı? abi, risale okumak daha zor geliyor.

amç. o kayıdı, yusuf ağbi zaten koyuyor. öbürünü küçümsemek için değil.

aş. ahir zamanda bir sünneti ihya etmek, 100 şehit sevabı var. yani bir sünneti devamlı yaşamak anlamında.

arkadaş, demişti, demek bir sünneti ihya etmek, 100 şehit olmaktan daha zor.

yy. insanın rızkı için gidip, çarşıda pazarda dolaşması yerine, ibadet ediyor. onu bırak, git rızkın için çalış, o daha hayırlıdır, diyor. bir hadiste.

zek. bir hadisede, insanlar çalışmıyor, allah bize rızık verecek diyorlar. hz. ömer demiş ki, şimdi çalışma vakti. git al onu, demiş.

ys. ahir zaman, binlerce yıldır geçerli.

aş. yok ahir zaman değil, fesadı ümmet zamanında.

amç. bugünün konusu nedir, diye sordu ya. soru şu: sen inzivaya çekiliyorsun, hocalık vasfını kabul ediyorsun, bu da bizim eşitlik vasfımıza aykırı. dolayısıyla sen kanunlara aykırı davranıyorsun.

izahında da, kanunu önce kendinize uygulayın, sonra başaksına tatbik edin diye başlıyor.

sonra makamat meselesinin sadece dünyevi makam olmayacağız, çünkü hayatın cesetten ibaret olmadığını en önemli meselesinin ölüm ve öbür dünya meselesi olduğunu, dolayısıyla oraya hizmet edecek şeylerin, sizin dünyevi anlamda cesedi beslemek için öngördüğünüz vazifelerden çok daha önemli olduğunu, bu yüzden sizin seviyenizie inmeyeceğim. mütekebbirlere karşı tevazu gösterilmez, tezellül zannedilir.

hş. cesedin eli kulağı yemesi ne anlama geliyor?

amç. onlar maneviyata ilişkin azalar. sen onları cesedi beslemek için yersen, sadece dünyayı kazanmak için onları harcarsan, o zaman problem var demektir. insan çalışmaya gider. ama ruhuyla, allahla birliktedir. namaz kılarken, allahı dünşünür. iş yaparken bile, hiç allahtan bğlantısı kopmaz.

hş. tamam da, sen bu manevi mertebeyle, neleri elde ettin, dese.

amç. devamında var.

"Halbuki İngiliz'in en yüksek meclis-i ilmiyesinin, Meşihat-ı İslâmiye'den sorduğu altı sualin cevapını, altıyüz kelime ile Meşihat-ı İslâmiye'den istedikleri zaman, bura maarifinin hürmetsizliğine uğrayan bir ehl-i marifet, o altı suale altı kelime ile mazhar-ı takdir olmuş bir cevap..."

burada üstad bunları açıyor.

"Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalân edip düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran bîhaber."