17 Eylül 2010 Cuma

15. Şua Fatiha 3. Kelime

"Üçüncü Kelime: اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat'î şehadeti misillü, bu geniş rahmet dahi, perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm'e şehadet eder. Evet rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, Rahman'a Rezzak manası verilir. Rızık ise, o derece zâhir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm'i gösterir ki; zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur. Meselâ: Bütün zîhayatın, hususan âcizlerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve iktidarlarının haricinde gayet hârika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna musahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insanın yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddî, safi, hâlis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdadlarına gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir nevi rızık isteyen umum ağaçlara, münasib rızıklarını onlara pek hârika bir tarzda koşturduğu gibi, bir nevi maddî ve manevî rızık isteyen insanın duygularına; akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor. Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sünbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüzbinler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler mikdarınca diller ile ve ayrı ayrı, küllî ve cüz'î lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak'ı, bir Rahîm-i Kerim'i bütün bütün kör olmayana gösterir."

aş. neticede bizim fark ettiğimiz şey güneşin ışığı değil. bir tarafımızda ağacı, yaprağı, insanı, toprağı fark ediyoruz; ama ışık demiyoruz. halbuki bütün bunları ışıkla görüyoruz. gördüklerimizin hepsi ışığın varlığına şehatdet eder. güneşih ışığı olduğu için, her şeyi çok rahatlıkla görebiliyoruz.

biz ilk başta, ışığı o kadar bariz ki, ışıktan bahsetmeye gerek bile yok manasında bunu söyledim. rahmet de o kadar geniş ve bariz ki, insanlar o şiddet-i zuhurundan... her tarafta var. hangi mahluk zaruri olarak bir şeye ihtiyaç duyuyor da, onun ihtiyacı karşılanmasın. Rahmet Rezzak burcundandır diyor. Rezzak ne demek? Sadece midenin ihtiyacını karşılayan anlamında değildir. Her şeyin ihtiyacını veren anlamında. Kainatta bir şey için başka bir şey gerekiyor da, o verilmemiş olsun. Mümkün müY Yok. Kişinin iradesinin karıştığı şeyleri söylemiyorum. Her şeyin ihtiyacı olan şeyler verilmiş. Işık o kadar yaygın ki, ışık var diye konuşmuyoruz. Işığın varlığını nereden anlıyoruz? Seni görebilmemden. Rahmetin varlığını nereden anlıyoruz? Her şeyin ihtiyacının karşılanmasından.

İnsan bilinçli olduğu halde, vücudunda yapılan faaliyetlerin hiçbirini bilmiyor. Vücudunda yapılan her faaliyet, çok bilinçli bir faaliyet. Vücudunda olanların hiçbirini bilmiyor, ve buradaki faaliyetlerin hiçbiri de bilinçsiz değil, kasıtsız değil. Bu ne demektir? İnsanın içinde işleyen bir Rahmet var. Sürekli onun ihtiyacını görüyor. Ben bu kadar bilinçli olduğum halde, bunun farkında olmadığım halde, o zaman bütün mevcudatta meydana gelen ihtiyaçların karşılaması da kesindir.

Şefkati de anneye nimet olarak vermiş. Sadece sütü ihtiyaçlarımızı olarak vermiyor. O şefkat duyduğunu zannettiğimiz esbabın özelliklerini de O yaratıyor. Sütü de Allah gönderiyor, annenin şefkatini de Allah gönderiyor. Demek ki, her bir yardım her bir Rahmet eseri, doğrudan doğruya kimi gösterir? Rahman-ı Rahimi gösterir. Allah'ın rahmetinin olmadığı yer göster bana, ben diyeyim ki, evet Allah'ın rahmeti yok. Yok. Allah'ın rahmeti her yerde var.

aö. 30. Sözde enenin verilmesi kısmında da Rahim sıfatını hususen yazıyor. Ene verilmiş ki, Rahimiyete bir had konulsun ve anlaşılsın.

aş. mutlak olduğu için biz anlamıyoruz ama o fiiller her yerde var. Şu renkler, kırmızı, yeşil. Bunlar ışığın delilleridir. Işık olduğu için, bunlar gözüküyor. Gördüğüm her renk bana ışığın varlığını gösteriyor. Işık nerede görmüyorum, denmez. Işık her yerde var.

Mutlak eksik nokta bırakmayan her yerde kendini gösteren manasındadır.

Sızmadığı yer kalmamış.

mk. yakında bir film seyrettim. ata demirer'in kemancı filmini. adam dedesinin yanında kalıyor. hiç fark etmiyor. bir gün kasaları karıştırıken, kasalardan babasının olduğunu fark ediyor. ve onu aramaya gidiyor. halbuki babası olan kişi, onu aramaz. onun varlığının farkında değildir. çok ince bir şey.

şunu gösteriyor bu: kendimizi var olanların veya çok olanların kıymetini bilme eğitimine kendimizi alıştırmamız lazım.

aş. allah nimetini o kadar bol veriyor ki, biz o bolluktan farkındalığımızı kaybediyoruz. kuran her bir şeyin üstündeki gaflet perdesini kaldırır, her bir şeyin mucize olduğunu ortaya koyar. kuranın öğretisinde, verilen her şeyin mucize olduğunu, allahın nimeti olduğunu ortaya çıkarmak. felsefe ise, sıradanlaştırarak, tesadüfi bir konuma düşürüyor.

mk. bugünkü medeniyet, bu zenginliği hissetmediği için, rahmetin içinde olduğunu ve onun genişliğini fark etmediği için, müslümanlara diyorlar ya, bir lokma bir hırka. halbuki müslüman hiçbir zaman bir lokma bir hırka içinde değildir. muazzam bir rahet ve zenginlik içindeidr. her yerde sevgiyi ve rahmeti hisseder. fakat onlar bunu hissetmedikleri için, müslümanları bir lokma bir hırka içinde zannediyrolra. bu yüzden tamamen tersine çok çalışırsan çok zengin olursun, baskısı yapıyorlar.

aş. esbabı ön plana çıkartarak, rahmeti perdeliyor. çok ilginçtir. eskiden sinemalarda ekran vardı. perde açılıyor, bembeyaz. ışık gelen yere elini bir uzatıyorsun, orada bir gölge çıkıyor. ne var diyorsun? gölge var. aslında var olan gölge değil, ışık var. gölgeyi o ışıktan dolayı algılıyoruz. gölge, ışığın yokluğudur. yani biz yokluk görüyoruz aslında. asıl var olan nedir? ışıktır. mutlak olduğu için biz zannediyoruz ki, bir şey ok. işte rahmet de öylesine çepeçevre sarmış ki, bir şey yok diyoruz. ancak gölgelendiği zaman farkına varıyoruz. mutlak rahmeti, derecelerden hareketle yakalayalım diye yarattı.

kainat da gül goncası misali. öyle rahmet var ki, içiçe katmanlardan oluşuyor. rahmet yok dediği noktada bile, büyük bir rahmet var. bizim gözümüz esbaba takıldığı için.

mk. esbabtan rahmete geçebilme alışkanlığını kazanabilmemiz gerekiyor.

aş. çok ilginç insan hiçbir zaman ışık geldi demez. renkleri görür, renklere takılır. ışık ona renk kazandırıyor, tarzında konuşmayız. bizim bu kötüdür diye söylemiyorum. zihinler öyle çalışmıyor. doğrudan doğruya kaynağa intikal etmiyor. önce zahiri esbaba bakıyor, sonra eğitim ala ala, hakiki kaynağa gitmeye başlıyor. işte bu gaflet nazarını perdeyi kaldırmamız gerekiyor. sürekli perdenin arkasına nazar edeceğiz. burada bir merhamet tecellisi var. niye anne çocuğa şefkat ediyor? onun kalbine öyle bir şefkat verlimiş, istese de duramaz. ancak insaniyetini öldürmesi lazım ki, alğayan çocuğuna bakmasın. o çocuğun rızkını sadece süt yapmamış, annenin şefkatini de rahmet yapmış .

zk. kıyamette tek rahmet ne olacak? doğrudan allah. anneler çocukları bırakacak. kardeş kardeşten kaçacak. demek ki, esbap yok kıyamette. biz aslında, allah bizi kıyamet için hazırlıyor. o zaman eğer biz esbabın rahmetini görürsek, kıyamette rahmeti görmeyeceğiz.

aş. insan kendisinde zannediyor ya, kıyamette esbab ortadan kalkacağı için, anneler çocuğu bırakacak, kardeş kardeşini bırakcak. herkes nefsim diyecek. orada esbap gibi görünen özelliklerin ona ait olmadığı ortaya çıkacak. allahın rahmetinden başka rahmet olmadığı ortaya çıkacak. eğer biz esbabta allahın rahmetini görmediysek, o rahmetten kıyamette mahrum olacağız.

yy. cehennem azabını gördükten sonra, insan korkuyla ailesini düşünmez mi?

aş. cehennemi gördükten sonra değil, daha toplanma anında. o anda, esbabın bütün bütün ortadan kalktığı andır. insanlar yeniden diriliyorlar. o anda herkes birbirinden uzaklaşacak. esbabın tesiri ortadan kalkınca, herkes rahmeti nerede görüyorsa, orada bulacak.

zk. o zaman biz hayatımızda böyle davranmazsak, kıyamete hazır değiliz demektir.

rz. merhamet ve rahmet her tarafa sızmıştır derken, bazen diyoruz ya, kendimde güç bulamadım affedemiyorum. rahmet ve merhamet, bir güce dayanıyor. sızmıştır derken, kuvvet ve kudret istiyor. sen bir kötülük görmüşsün, o kötülüğü affedeceksin, sileceksin. orada bir kuvvet mutlaka bir tercih noktasında merhameti işletiyor. affedemiyorum ağbi, o güç yok bende. gelmiyorum içimden.

zk. allah sürekli veriyor, ama adam benim gücüm yok. bu ne demek aslında. tabi, adamdan gelmiyor, doğru. zaten hiçbir şey adamdan gelmiyor. ama allah sürekli veriyor. her şeyde rahmet var. her yerde. eğer benim gücüm yok diyen varsa, demek ki, adamın aynası, yani allahın rahmeti gösteren aynası temiz değil.

rz. her şeyi affetmek gerekebilir, ama izzet noktasında bazı şeyleri affetmek mümkün değil.

mk. bir konuda bir insanın kendini yüzde yüz haklı görmesi, haklı olmadığının kanıtıdır. bu allahın yardımcısı gibi kendini görmektir. en büyük cürümdür.

ikincisi, bize göre bir haksızlık görebiliriz, ama ona göre de haklı olduğu durumları düşünürseniz, biraz daha insaflı olmaya başlarız. . tabi rahmet çok büyük olduğu için, onu kendi hayatımıza indiremiyoruz, hemen.

üçüncüsü, evet rahmet var ama,, belki bu musibetten de rabbimin bana rahmet gönderdiğini düşünme alışkanlığımız varsa, onda da bir rahmet görebiliriz. bu rahmeti göremiyorsak, insanları yargılar ve sıkıştırırsak, o zaman rahmetin içine kendimizi koymadığımız anlamına gelir.

zk. diyelim ki, üzümüm var. ama irfan yemiyor. o zaman ona da üzüm vermek istediği içimden geliyor. bu fikir aklıma gelse bile, vermiyorum, vermeyeceğim diyorum. eğer benim nefsimi takip edersem, aynamı kirletirim. hiçbir zaman vermezsem, ne diyeceğim, içimden gelmiyor. ama aslında allah senin kalbini taşlaştırdı. sen alıştın vermemeye.

"Eğer denilse: "Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafîdir, bulandırıyor."
Elcevap: Risâle-i Kader gibi Nur'un risalelerinde bu dehşetli suale tam cevap verilmiş. Onlara havale ile, kısacık bir işareti şudur:
Herbir unsurun, herbir nev'in, herbir mevcudun, küllî ve cüz'î müteaddid vazifeleri ve o herbir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara veya çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir. Zâhirî, cüz'î bir şer, bir çirkinlik olur; bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcud o vazifesinden men'edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücud bulmaz. Bir hayrın ademi şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle; o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek birtek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki; bütün bütün hikmete, maslaha
(Orjinal Sayfa:486)
ta, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, su-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve âkibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat îman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ الرّحْمنِ الرّحِيمِ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ der."

zk. üzümleri vermemem zulümdür. vermezsem, zulmediyorum irfan ağbiye. allah senin o halini sevmez.

amç. allah lafzının celalinden sonra zikredilmesi, ... rızık da bekaya sebeptir. rahman rızka bakıyor, rızık da bekaya bakıyor. şiddet-i zuhur meselesi, her yere sızmışlık. 4. şuada diyor ya, hasbinallahü nimel vekil, bir anlık bir hayat görüntüsünün bile ebediyet aldığını anlatıyor. hayata geldin gittin. kelebek ölüyor mesela. veya çok kısa süreli yaşıyor bir canlı.
burada malik-i yevmid dine bağlayacak. beka, vücudun sürekli yenilenmesinden ibarettir. vücut ayırt edici, hususi bir şekilde onu tercih eden ve ona tercih ettiren. birincisi, ilim, ikincisi irade, üçüncüsü kudret sıfatlarını gerektirir. beka dahi, semere-i rızık mahsulü oldukları için. rızık olması için, gören, duyan ve konuşan. işte rızık veren, ister ki, rızık alan istediği zaman görsün, duysun ve konuşsun onunla. bunlar hayat sıfatını iktiza eder. hayat da hayy-ı kayyuma dayanır. kıyam ya, tüm hayatlar ona dayanıyor.

lezzet dediğimiz şey nedir?

rz. rahmet olayında, şöle bir şey de var. tek kudret insanda, kalbini karartmak. allahın verdiği iradeyi o yönde kullanmazsa, kalbinde o karanlığı görecektir. insanın yaptığı ne olursa olsun, kendi adına bir hayır değildir. ateistin bir tanesi gelmiş, sormuş: "allahtan şeker isteyin" demiş, şeker gelmemiş. "benden isteyin" demiş, şeker dağıtmış. bakın demiş, allah yoktur. bir çocuk ise: "allah vardır, senin gibi bir ahmakın elinden şekeri dağıttı." demiş.

hş. çok zahir bir rahmet var dedi, ama çirkinlikler de var. onları ne yapacağız?

aş. çirkinlik hariçte mevcut mudur? cüzi diyor.

"Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafîdir, bulandırıyor."

mk. direk saf bir lezzet yok bu dünyada.

bazı konular var, iyi hissedersek, çok açıklayıcı olur. kaza, çok bariz gösterir. ama aşk buradaki bulanıklığı çok iyi ifade eder. seviyorsunuz, ama sevdiğinize ulaşamıyorsunuz. hep acı çekiyorsunuz, ki dünyanın en güzel duygusu da aşktır.

is. öyle bir şeyden sonra birçok kişi yaşama zevkini kaybediyor.

bulan da bulamıyor beklediğini, acı çekiyor.

rz. ateş gelip de vatandaşı yaktığını düşünün. av ve avcı hayvan vardır. avcı avını yer. avın durumu nedir? avcı hayvana rızık olmaktır. ömrü bitmiştir. allah onun canını avcı hayvana ikram eder.

aş.

"Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû'-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur."

Ateşe elini soksa ve onu şer olarak görse, burada önemli olan ateşe elini soktuktan sonra verdiği hükümdür önemli olan.

"Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz."

Hodgam, sırf kendi hesabına bakıyor kainata. Akıbeti görmeyen hissiyat: zevkler peşinde koşar. Bu hissiyat, ölçü olamaz.

"Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. "

zk. siyah neyi temsil ediyor?

ışığı yutuyor.

aş.

"Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. "

Merhametsiz kalp her şeyi çirkin görür. Sevgiyi de ateşi de.

"Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder."

Kim? iman gözüyle. Neye? Sevgiye de ateşe de. Aşka da kine de. Hepsine güzel yönüyle bakar. allahın hullelerini ortaya çıkaran birer vesile olarak görür.

şimdi bir örnek vereceğim. ayna misalini. burada somut bir güzellik ortada var. etrafta sonsuz tane ayna var. güneşin ışığı her bir şeyde yansıyor. ışığı da, ısısı da, rengi de. hepsini mevcudata taşıyor. aynalardan her biri, güneşin partııcıklarını yansıtır. aynalarda gözüken her şey, cüzidir. güneş tamdır. cüzi olanların varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. yani ışık kaynağı değildir. ışığı eksiltmez de, artırmaz da. bir aynanın eksik olması, insanın görüntüsünü ne artırır, ne eksiltir. burası çok önemli. sonsuz görüntü var zaten, bir görüntünün gitmesi, oradaki cisimin varlığına bir şey katmaıdğı gibi, eksiltmez de. yansıtma cinsindendir. aynalardakinin bir tanesi, sırtını dönmüş ışığa. kendisi karanlıkta kalmış. diğerlerinin aydınlıkta olmasından dolayı, azap çekiyor. azabı çektiren nimetin varlığıdır. nimet olmasa, karanlık tazip etmez. azap dediğimiz şey, nimetin varlığı. nimetin varlığı, onun için azap olmuşsa, problem kimden kaynaklanır? kişinin kendinden kaynaklanır.

nimet her yerde vardır ve her şeyi kapsar. onun karanlıkta kalması, nimeti eksiltmez. yani güneşin ışığı her yere gider, her yerdedir. o ışığı kapatmak suretiyle, ışık eksiltmez. eksilen kendi ışığımdır. umumi rahmet, onu bulandırmıyor, sen sadece karanlık görüyorsun.

gözümü kapatmsam, ışık kayboldu mu? yok. sadece ben göremiyorum.

mk. doğru mu anlıyorum, şunu mu dediniz:

güneş doğuyor, bir tanesi perdesini açmıyor. bu güneşe zarar vermez. güneşin oraya girememesi, güneşin eksikliğinden olmaz. adam perdesini açmıyor. o mahrum kalmış oluyor. yoksa güneş her yeri aydınlattığı gibi orayı da aydınlatır.

fakat pratik hayatta hüsnünün dediği gibi yaşıyoruz. diyelim ki, aynı güneş, meyveyi çürütüyor. veya bir müddet sonra yakıyor. hayatta bunun gibi, allahın değişik esmalarının tezahür ettiği şeyler de var. flu görünen olaylar da var. zamanı geleni, allah öldürüyor. bu rahmetsizlik gibi görünüyor.

aş. yine perdesini kapatmıştır. ölümü çirkin görüyor.

mk. yahu öyle gördükten sonra, zaten meseleyi konuşmaya gerek yok.

aş. oradaki perde, insanın kendine göredir.

mk. biz o egzersizi yapalım. üzüm, belirli bir olgunluktan sonra çürümezse, bir dahaki sene meyve vermez. rahmeti kendi basamakları içinde görmemiz gerekiyor. biz neyiz insanız. mutlak rahmeti görmüyoruz, neticeleri itibarıyle görüyoruz.

mesela ailelerde kavga edersiniz. korkmamak lazım. en sağlıklı aileler tartışma yaşayıp, sonra çözüm bulanlardır. o kavga rahmet olur. ilk başta kötü gibi görünür. ama sonu neticesi itibariyle rahmete döner. bu da belki de, anzer balını bir çay kaşığı kadar yiyebilirsin. bir tatlı kaşığı yersen, ağrıdan duramazsın. rahmetin fluluğu da rahmettir.

hş. oraya girmemiş üstad burada. rahmet o kadar şiddetli ki, biz aslında kör oluruz bir yerde. şiddet-i zuhurundan bazen o rahmeti fark ettirmek için, o çirkin gördüğümüz olaylarla bizi ikaz eder.

aş. ayette de der. biz küçük azaplar veririz ki, ta ki büyük azaplardan korunasınız diye.

insan nazarını, tek bir noktaya teksif ederse, çürüdüğünü düşünürse, çürük olur. ama omyevenin bozulması, dönüşümü, gelecek bahardaki meyvelerin tavı olması nazarıyla baksa, o çürümenin ne kadar büyük rahmet olduğunu görecek. nazarımızı farklı boyutlara çekmek için, o siyah noktalar yaratılmış. onların veriliş gayesi, elbiselerdeki farklı desenleri fark edelim diye. ama biz kendi iç dünyamızda bir karanlık yapmışsak, o siyah noktayı görüyoruz, desenleri göremiyoruz.

mk. illa kötü lması da gerekmez. mesela, siyah üzüm mü, çekirdeksiz üzüm mü, çavuş üzüm mü daha güzeldir? illa kötü olması, yanması da geremiyor .aslında yiyorsun çekirdeksiz üzümü, bir de siyah üzüme bakayım kardeşim diyorsun. aslında her birisi, birbirini naksetmiyor. birbirinin güzelliğini daha çok hissettiriyor.

zk. yakan ateş neyi gösteriyor? her şeyin bir hikmeti ve gayesi var. öyleyse allahın bir hikmeti var. her şeyi bir amaç için kullanıyor. ateş o da rahmet. neyi gösteriyor? allahın rahmetini.

biz birer aynayız. mesela ben rezzak ismini yansıtıyorum. benim verdiğim rızık, allahın rızkını azaltır mı? hayır. ben sadece taşıyıcı oluyorum.

oğ. insan başkalarını kendi aynasının renginde görür. bazen arkadaş meclislerinde, karşı cinsle müspet olmayan insanlar, şöyle bir tavra giriyorlar: evlenecek kız kalmadı. çünkü kendi dünyasında, öyle bir dünya oluşmuş.

mk. kadınlar da, adam gibi adam kalmamış diyor.

aş. siyah noktayla ilgili ben de bir anımı anlatayım. askerdeyken, yemek dağıtacağız, en sonunda da biz yiyeceğiz. bir arkadaş benden kendi nöbetini devralmamı rica etti. dağıtımdan sonra da beraberce yiyeceğiz. arkadaşlar, ben gelmeden yiyip bitirmişler. ekmek bile bırakmamışlar. ben de çok acıkmışım. bencilliklerine çok kızmıştım. bunda da bir hayır vardır dedim. bir baktım, küçük bir ara oldu. memlleketinden dönen bir arkadaş, benim getirdiğim yiyecekler vardı, sen de bana eşlik eder misin, dedi. o kapkara görünen olay, çok daha güzel bir ikrama ulaşmamı sağladı. o nimetin güzelliğini daha güzel görebilmem için, allah beni o hadisede zora soktu. biz farklı yerden bakıyoruz, rahmet farklı yerden bakıyor.

mk. ayrılık hasreti doğurur. hasretin kendisi yakıcıdır. ama buluşunca, o hasretler olur birer gül.

aş. allah bir kuluna nimet vermek isterse, deveyi kaybettirir, sonra da buldurur. deveyi daha önce nimet olarak görmüyorduk. onu kaybedince, ne olduğunu anladık. sonra geldiği zaman ne kadar büyük bir değeri oluyor.

10 Eylül 2010 Cuma

15. Şua Fatiha 1. ve 2. Kelime

"FATİHA-İ ŞERİFE'NİN BİR MUHTASAR HÜLÂSASI
[Üçüncü Medrese-i Yusufiye'de muvakkat pek az bir zamanda tecridden temasa naklimde verilen yalnız birtek dersin İkinci Kısmı]
Hapiste Nur şakirdlerine kısacık bir ders nümunesidir. O da şudur:"

aş: hapiste yazmış. kış mevsiminde. koca koğuşta yalnız başına, pencereler açık, bir de zehirlemişler, ölsün diye bekliyorlar. o zaman yazmış bunu.

afyon hapishanesi.

"Fatiha-i Şerife denizinden bir katre ve güneşindeki elvan-ı seb'a yani ziyasındaki yedi renginden birtek lem'a beyan etmeyi, namazdaki Fatiha kalbe emretti. Gerçi Yirmidokuzuncu Mektub'un bir kısmında, hususan "Na'büdü" "Nun"undaki seyahat-ı hayaliye ve Rumuz-u Semaniye'de ve İşarat-ül İ'caz Tefsiri'nde ve sair Nur eczalarında bu kudsî hazinenin çok tatlı ve güzel nüktelerini yazmışız. Fakat o pek şirin hülâsa-i Kur'aniyeden yalnız îmanın rükünlerine ve hüccetlerine işaratını, gayet kısa bir muhtasar hülâsasını birinci kısımdaki tarz-ı ifade gibi, kendim namazdaki tefekkürümü yazmasına bir cihette mecbur oldum. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ kelimesini Nur'un iki-üç risalelerine havale edip اَلْحَمْدُ لِلّهِ den başlıyorum."

aş. kısaca diyor ki, başka yerlerde bismillah ve fatiha hakkında tefsirler yaptım. burada elhamdülillahla ilgili açıklama yapacağım.

aö. üstadın nazarında kuranın kıymetini göstermek açısından, fatiha denizinden bir katre. üstad bunu çok yerde söylüyor. bunun binlerce veçhesinden bir tane diyor. bazı insanlar, bunu mübalağa zannediyor. aslında o bakışla, kuranın kıymetini de tenzil ediyorlar. hablbuki, bu ifade kuranın hakikatini ifade etmek için söylenmiş bir söz. kuranada da diyor ki, denizler mürekkep olsa, onu bitiremezlerdi. bunu izah da ediyor üstad. bu tevazudan söylenmiş bir kelime olmadığı açık. üstadın nazarında kuranın kıymetinin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. biz zannedilmesin ki, kuranın tümünü açıklıyoruz, sadece bir tane damlasını anlatabiliyoruz. aksini söyleyelnerse, kuranın kıymetini düşürüyorlar.

"بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ { اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ ...الخ.
Birinci Kelime: اَلْحَمْدُ لِلّهِ dır. Bundaki hüccet-i îmaniyeye gayet kısa bir işaret:"

aş. hamd ne demek? bir manası şükür, bir manası da övgü. allahı kendi sanatıyla övmek, takdir etmek, onun büyüklüğün, üstünlüğünü sena etmek, anmak. hak ettiği layık olduğu makamı ona ifade etmek. birçok manası var.

" Evet kâinatta medar-ı hamd ve şükür olan kasdî in'amlar ve nimetler, "
aş. her bir nimet, allahı on nimetlerden dolayı takdir etmeyi ve memnuniyeti ifade etmeyi gerektiriyor.
"hususan kan ve fışkı içinden safi, temiz, gıdalı sütü âciz yavrulara göndermek "
aş. sadece bir insana değil. sütün öyle bir özelliği var ki, ilk doğduğu anda, kıvamı çok düşük. emdikçe kıvamı artıyor. her emmede sütün cinsi farklı. bir hafta önce emdiğin süt, bir haftaki sonraki sütün kıvamı aynı değil. doyuma gelince, bayağı yoğun geliyor ve çocuk bırakıyor artık. sadece insana da değil, bütün memeli hayvanlara bu ikram gönderiliyor. kan ve pislik arasından bembeyaz tertemiz bir süt geliyor. bütün aciz yavrulara. insanların yavrularına, hayvanların yavrularına. hatta bitkilerin ve böceklerin yavurlarına de kendilerine has sütler, besinler geliyor. hepsine nimet gönderiliyor.

"ve ihtiyarî ihsanlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar "

aş. merhametli, yani tam ihtiyaç anında gönderilen ikramlar.

"ve ziyafetler zemin yüzünü, belki kâinatı doldurmuş. "

aş. her tarafı doldurmuş ikramlar, hamdi gerektiriyor.

"Onların fiyatı dahi"

aş. bütün bu nimetlerin karşılığında bir fiyat istiyor rabbimiz.

"; başta Bismillah, âhirde Elhamdülillah, ortada nimette in'amı hissetmek "

aş. tefekkür neymiş, nimette nimet vereni görmek. ortaya serilmiş bir sofra var. o sofradan güzellikten, hazırlayanı fark etmek. benim için güzelce dizayn etmiş, hazırlamış, süslemiş, onu fark etmek.

şükrün aslı budur: nimette nimet vereni fark etmek. nimet içinde inamı vfark etmek. zaten inamı fark ettiğin anda vereni fark edersin. sokakta incir buluyorsun, "aa beleş" diyorsun. karşılıksız demek bu. ne beleşi buluyorsun. nereden geldi bu incir? tam senin dilinin tadına gidecek şekilde.

"ve Rabbini onun ile tanımaktır. Sen kendi nefsine, midene, duygularına bak! Ne kadar şeylere, nimetlere muhtaçtırlar. "

aş. ayaklarım, yürümek istiyor. gözlerim görmek istiyor. kalbim sevmek istiyor. dil konuşmak istiyor. benimki hiç susmuyor da. bir sürü şey istiyoruz. saymakla bitmez. her gün ekmek yesen, dil bıkıyor.

"Ve ne derece hamd ve şükür fiyatıyla rızıkları, lezzetleri isterler, gör; "

aş. demek rızık ve lezzetin fiyatı neymiş? hamd ve şükür.

"her zîhayatı kendine kıyas eyle. İşte bu umumî in'amlar mukabilinde hal ve kal dilleriyle "

aş. sadece sözünle değil, hem duygularınla, hem yüzünle, tüm duygularınla. insanın hayvandan farkı ne? lisanıyla da ifade etmesi.

"edilen hadsiz hamdler, pek kat'î bir surette bir Mabud-u Mahmud, bir Mün'im-i Rahîm'in mevcudiyetini ve umumî rububiyetini güneş gibi gösterir."

aş. bütün bu memnunyietler ve lezzet alışlar, insanların sevgisine mazhar, bir mabuda, hamd edlien bir mabudun varlığını gösterir. niye bu kadar insanları besliyor. burada bir sofra davet versek, o kişi niye bunları yapar? sevindirmek ve kendini sevdirmek için yapar. elhamdülillah dediğim zaman, tüm mevcudatın memnuniyetini ve onların hepsini memnun eden mabudumuzu düşüneceğiz. hepsi adına memnuniyetimizi ifade edeceğiz. tüm mevcudat doyuyor ve senin memnuniyetle anıyorlar. ben de buna katılıyorum. ben de teşekkür ediyorum ve katılıyorum.

rd. o verdiğiniz örneğin iki yönü yok mu? bir de allahın kullarının memnuniyetinden memnun olması. siz memnun olduğunuz için ben de memnun oluyorum.

aş. evet. üstad diyor: memnuniyeti mukaddese diyor.

"İkinci Kelime: رَبِّ الْعَالَمِينَ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:"

aş. buradaki ifade tarzı çok farklı. her kimden her kime, tüm memnun edişlerin sahibi allahtır. orada tevhidi bir vurguyla nalatıyor. bir elhamdülillahın çok değişik tefsirleri oluyor. burada cenabı hakkın kendini tanıtan yönleriyle izah yapıyor.

aö. orada biraz daha dilbilgisi kaideleriyle anlatıyordu.

" Evet biz gözümüzle görüyoruz ki: Bu kâinatta binler değil, belki milyonlar âlemler, küçük kâinatlar, ekseri birbiri içinde, herbirinin idaresi ve tedbirinin şeraiti ayrı ayrı olduğu halde, öyle bir mükemmel terbiye, tedbir, idare ediliyor ki; "

aş. çok ilginç bakıyorsun, bir tohum var. tohumun ağaç olması için, güneş lazım, hava lazım, toprak lazım, ayrıca vakit lazım. her şey lazım. o tohumu beslediği gibi, o tohumla toprağın ilişkisi olduğu gibi. bakın o tohumdan ihtiyacı olan hayvanlar böcekler insanlar var. onun büyümesinden meyve yiyen canlılar var. dolayısıyla tohumun terbiyesi, aynı zamanda insanların, kuşların, böceklerin de terbiyesi demek. aynı zamanda yaprakların terbiyesi, de demek. yaprakların büyümesi, çürümesi, oradan madde dönüşümü, toprağın beslenmesi. hepsi birbiriyle alakalı. öyle bir rububiyet ki, bir şeyin rubiyeti, her şeyin rububiyetiyle alakalaı. dolayısıyla kainatta sonsuz içiçe alemler var. her bir kabarcıkta güneş gözüküyor. bunun her birinde güneşin tüm sıfatlarının görünmesi gibi, allahın sıfatları da tüm zerratta görünüyor.

mesela, bir atomun varılğı için, atomun yanındaki atomlarla ilişkisi lazım, seslerle ilişkisi lazım, görüntülerle ilişkisi lazım, kütle çekim kuvvetinden dolayı, tüm zerrelerle irtibatlı. bir atom tüm kainatla alakalalı. bu ne demektir? atomlar adedince farklı maceralar var. her bir macera, tüm zerratın içinde bir macera. her bir hücre için de aynı şey geçerli, her biri bir alem. her bir alem, tüm kainatla ilişki kuran bir macera. öyle bir rububiyet var ki, sadece bir kişi terbiye edilmiyor. bir kişiyi, tüm kainatla birlikte ve tüm kainatı da o kişiyle birlikte terbiye etmek. tüm bu ilişkiler içinde terbiye etmeyi, mutlak olandan başkası yapamaz. ve her an bir yeni bir alem. insanın vücudundaki tüm hücreler, her bir anda yeniden yaratılıyor bu yeniden yaratılma öyle önemli bir şey ki, biz sabitlik dediğimiz şey, tamamen görece bir şeydir. kainatta dugun olan bir şey olsaydı, o şey ezeli olurdu. bir an bile durabilseydi, o şey ezeli olurdu. bu ne demektir, o şeyin kendi kudretiyle ayakta durması demektir. kainatta böyle tek bir parçacık bile yok. senin vücudunda öyle hareketler oluyor ki, hücreler, kan, sinirler, dalgalar, hücrenin içindeki her türlü cihaza, erler, golgiler hepsi hareket ediyor. bitmedi, hücrenin içindeki atomlar, atomların içindeki elektronlar, her bir atom altı parçacık ve onların içindeki, zerreler hepsi hareket ediyor. bir saniye bile kütle çekim kuvvetini durduracağız. elektron her an ışık hızına yakın dönüyor.

"bütün kâinat bir sahife gibi her an nazarında "

aş. bütün kainat her an nazarında. ya bu terbiyeyi, tek tek her bir zerreye vermek lazım, ya da bütün kainatı bilen bir varlık olacak.

eğer yaratıcı yoksa, kendi içindeki ilişkilerden çözmek zorundasın. her biri sonsuz kudrete sahip olmalı. bu aklın hiçbir yanına uyan tarafı yok. iki tane şeyin, sonsuz kudreti olması, kendi içinde çelişkili. o zaman bir sonsuz kudret hepsini yapıyor demek, en mantıklı argümandır. bir model ortaya koyuyor. hangi model, kainatı daha güzel ifade edeiyorsa, o doğrudur. hawking, son zamanlarda, öyle bir zırvalamış. tevhidi ezeliyeti, bir anda mahlukata vermiş. bir maddeye, kendi içinde özellik varsa, hidrojenin çekme itme özelliği, hawking'in duyduğu, "allaha gerek yok". evet doğru. bir tek şeyin bile bir özelliği varsa, ona gerek yok. adam önceden bir allah var diyordu. şimdi onu da reddediyor. niye söylüyor, her bir şeyin, özelliğini kendinden zannediyor.

üstad sebep ve sonuç birlikte ayratıldığı gibi, tabiatı da yaratılıyor diyor.

zk. adam kendi kendine yaşayamaz. kendi kendine şifa ver.

aş. sistem kendini tamamlıyor.

rd. peki o özelliği kim vermiş?

aş. beni ilgilendirmez, diyor. atomun da patlarken dağılma özelliği varsa. gerçekten gerek yok allaha. ama bu mümkün değil. sonsuz kainat var diyor. bir tane de başarılı kainat oldu diyor.

sonsuz tesadüften bir tanesi böyle davranmış.

aö. üstad nihayet derecede her şey birbiri içine girdiği halde, nihayet derecede birbirinden ayrıştırma. her birisinin iaşesi ayrı, elbisesi ayrı. çok açık delil olarak onu zikrediyor.

aş. hawking söylediği için, ona inanıyorlar. firavun demiş ki, "ben sizin rabbinizim", herkes ona itibar ediyor. sırada n bir insan deyince, kimse kaale almıyor.

bilimin saygınlığı da azalıyor. eskisi gibi olmazsa olmaz, şart olarak görünmüyor. biz metafiziğe gitmeden bu kainatı izah ederiz, argümanı bitti. sabit dayandıracakları atom bir cisim bulamadılar. ortalıkta çeken bir şey yok. demek ki, gördüğün kudret, ilim hiçbir şeye ait değil. süregiden bir sıfa görüyorsun. bu özelliği dayandıracağın bir şey olması lazım.

üstad diyor ki, gelecekte söz hakim olacak. en beliğ sözü söyleyen hakim olacak. kuranda en beliğ söz olduğu için, onun karşısında hiçbir kelam duramayacak. kuran la ilahe illallah diyor, sen bunun karşısına ne koyacaksın? bu kainatta ilah yoktur diyor. hiçbir madde göremezsin ki, böyle bir kudreti olsun.

"ve bütün âlemler birer satır gibi kalem-i kudret ve kaderiyle yazılır, tazelenir, değişir. Bir nihayetsiz rububiyet içinde nihayetsiz bir ilim ve hikmet ve ihatalı hadsiz bir rahmet ve dikkat ile bu milyonlar âlemleri ve seyyal kâinatları idare eden bir Rabb-ül Âlemîn'in vücub-u vücuduna ve vahdetine küllî ve cüz'î şehadetler, zerreler ve zerrelerden terekküb eden mevcudlar adedince hadsiz, nihayetsiz şehadetler her an ve zaman geliyorlar. "

aş. bütün mevcudatlar, allahın kudretinin, ilminin şahitleridir. o gördüklerimiz kendi kudretlerinin şahiti değil, çünkü kendilerinin gitmeleriyle, o kudreti barındırmayacak vasıfta olmalarıyla gösteriyor ki, bunlar bize ait değil. kendileri gitmeleriyle, bize ait değil diyorlar. hepsi gökteki güneşe işaret ediyor. ama kendilerinde görünen bir parıltı, ilim var. nereden geldi bunlar? hepsi güneşten geldi. her biri intizamıyla, rabbül alemin var. bütün alemleri terbiye eden, idare eden bir rab var. biz sadece onun şahitleriyiz. onun varlığını, hikmetini, inayetini, kudretini ilan eden birer şahitleriz. o kadar. çünkü hiç kimse bu kudreti, rahmeti bize isnad etemez., çünkü kendimizi bir an mevcut kılamıyoruz ki, kudretimiz var diyelim. o zaman rahmet de onun, biz de onunuz.

aö. o mevcudat, var oluşuyla, rabibnin hem varlığına, hem adaletine, hikmetine şahit olduğu bir bakışo lunca, resulün hayatı içinde, hayvanlar ve canlılar, hatta savaş ahlinde bile, cansızlar onlarla olan münasebetindeki hassasiyet daha iyi anlalşılıyor.öbür türlü gereksiz duyarlılık gibi görünüyor. çiçeğe, onun bir rabinin şahidi olarak baktığında, o çiçeğe ben nasıl olur da bunu ilan eden bir mahlukun vücudunu kaldırmak gibi bir tavırda bulunabilirim. öbür türlü, bunu anlayamıyoruz. halimizle buna uymayarak, onları sanki aşırı bir hal varmış gibi algılıyoruz.

"Zerrat tarlasından tâ manzume-i şemsiyeye, tâ Samanyolu denilen Kehkeşan dairesine ve bir hüceyre-i bedenden tâ zemin mahzenine, tâ kâinat heyet-i mecmuasına kadar aynı kanun, aynı rububiyet, aynı hikmet ile beraber idare ve terbiye eden bir rububiyeti tasdik ve hissetmeyen, bilmeyen, görmeyen bir insan, elbette hadsiz bir azaba kendini müstehak eder ve merhamete liyakatını selbeder."

aş. çok güzel bir misal. televizyonda futbolcu geliyor. ayağını şöle bir vuruyor, top oraya gidiyor. oradaki görüntünün ayağı, topa vurduğu için mi top oraya gitti; yoksa her an bir kare resim üretildi, o yüzdenmi top oraya gitti. çok bariz, televizyondaki o görüntü, topa vurmuyor. kare kare çizildiği için öyle görünüyor. şimdi televizyondaki kişiye bir bilinç versen, hatta his versen, top ayağa değdiği anda, ben vurdum dese, ne olur? bizimki de öyle. biz bir şeye değince, ben yaptım zannediyoruz. konuşmamıza bakalım, dilden hava çıkıyor. ses telleri titreşiyor. o sırada kelimeler çıkıyor. ben hiçbir şey yapmadım. sadece o titreşme anında o ses yaratıldığı için, zannediyorum ki, o teller o sesi çıkarıyor. lamba ışığı yaratıyor. ne alakası var? o düğmeye bastığım anda, ışık yaratılıyor zannediyorum. düğmeyle ışık arasında hiçbir ilişki olmadığını biliyorum. ses de tellerden çıkmıyor. ilacı ağzıma aldığımda, vücuduma temas ettiği anda şifa geliyor, şifayı ilaçtan zannediyorum. suyu içtiğim anda, susuzluğu gittiği için, susuzluğu giderenin su olduğunu zannediyorum. bunların hepsi birer alamet. onlar bana esmayı bildirir. allah susuzluğu gideren olduğunu nasıl anlatıyor bana? allah bir şeye alamet, işaret koymak için, diğer nimetten farkını anlayalım diye böyle yapıyor. elmayı dokunduğun anda, elma tadını veriyor. suyu aldığın anda, susuzluğu gidermeyi gösteiryor. yoksa suyun içinde bir kudret var da o bu nimeti sağlamıyor. rububiyeti bir an bile eşyaya verirsen, o zaman rabbe gerek kalmaz.

suda bir tat var da, olmuyor. suyu, tadını, özelliklerini hepsini aynı anda allah yaratıyor.

bir şeyi yapan, her şeyi yapandır. bir tek şeyi yapamayan da hiçbir şeyi yapamaz. la ilahe illlallah bu demektir. allahtan gayrı ilah yoktur.

biz bu zokayı yutuyoruz. allah var, alem de var. o alem sabit zannediyoruz. bu durgunluk, izafi bir şeydir. duran bir şey yok.

bir kitabı yazmak için, önce bir matbaa icat ediyorsun. matbaa da her kitaba göre kendini ayarlayacak, o mu daha kolay? yoksa her kitabı elle yazması mı daha kolay?

eğer cisimler kendi kudretleri olsaydı, allaha itaat etmezlerdi. kendi istedikleri gibi davranırlardı. mucizeler de bu cisimlerin allaha itaat ettiğini gösterir.

3 Eylül 2010 Cuma

Ramazan Risalesi 29. Mektup 2. Kısım 5. ve 6. Nükte

20100903 Ramazan Risalesi 29. Mektup 2. Kısım file:///?notlar|20100903%20Ramazan%20Risalesi%2029.%20Mektup%202.%20Kısım|0|0

Ramazan Risalesi 29. Mektup 2. Kısım 5. Nükte

"Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tama' ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za'fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaa bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise..."

"Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez."

aş. kusur eksik anlamında, suç anlamında değil.

"Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tama' ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır."

aş. öyle bir bağlanıyor ki, dünyaya hiç kopmayacakmış gibi. insan sevdiği şeyi istiyor.

"Şedid bir hırs ve tama' ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır."

aş. çok dikkat etmemiz gereken bir tabir. ahlaksızlık ne demek? kadın düşkünlüğü, içki düşkünlüğü değil. ahlaksızlık, netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmemektir. fiillerimizde ahiret endişesi yoksa, o iş ahlaksızca bir iştir.

hulka yani yaratılışa uygun bir iş değildir.

insanın yaratılışı ahirete bakar. yumurta, bir tavuk olmaya bakar. tohum ağaca meyveye bakar. bunun dışında bir faaliyetle ukllanılırsa, hulkuna yani ahlakına uygun davranmıyor demektir. insan ebed için yaratılmıştır. bütün arzuları istekleri ebede gider diyor. bütün arzuları ebede giden insan, hiç sınırlı bir şey istemiyor.

yy. devamını okumadık ama burası müslümanlardan çok diğerlerine mi hitap ediyor?

şu anlamda söyledim: burada girişte...

aş. nefis ahiret eksenli değil dünya eksenli düşünür. bu vesileyle müslümanlara hitap ediyor. ahlaksızlık demek yaratılışına uygun davranmamak demek. fıtratına uygun olanı, ona vermediğin zaman, ahlaksız olmuş olur.

halkı ve halıkı unutmak.

"İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za'fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor."

yy. oruç müslümanlar tutar. o zaman müslümanlara hitap eder.

aş. türkiyede içki içen, namaz kılmayan insanlar oruç tutar. oruç tutarken, o çirkin davranışlara onları engelliyor. oruç insana aczini bildiriyor.

yy. tutan için tamam, ama buradaki hitap sanki tutmayanlara hitap ediyor gibi geldi bana. çok ağır oluşundan dolayı.

"Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. "

aş. her an ne kadar zayıf olduğunu oruçla anlıyor. gaflete girmesine engel oluyor.

mk. burada insanı şablonlandırmaya ihtiyacımız var. insanın okları var. bunlardan bir tanesi nefis. bir tanesi de doğru yol dediğimiz kalp yolu. nefis kötülüğü ister. peki bütün sorun şurada: kötülük ne demektir?

onu oturtabilirsek dünyamızda, ondan sonrası daha rahat olur.

çözümleyemediğim konuları ben karıştırıyorum. insanın iki yoluna ulaşmamızı sağlayacak bir merdiven çıkarmamız gerekiyor.

hş. burada başlangıçta nefis dediği için, öteki tarafa varmadan, nefsi frenlemenin hedefinde üstad.

aş. başta onu söyledi: ...

hş. nefsin terbiye edilebilir özelliği var.

mk. ben müzik dinliyorum. yahu bir ses var, niye benim sesim böyle değil diyorum. o kişi, her gün yıllarca eğitim alıyor. o eğitimi ala ala altın gibi tatlı bir ses oluyor. demek ki, şöyle bir vartaya yatıyoruz gibi geliyor bana: biz yaratılıştan iyiyiz. terbiye olmadan yaşayabiliriz. hayır, terbiye olarak, iyi olabiliriz.

aci. yani hep oruç mu tutacağız? terbiye olmak için?

mk. bir eğitim alıyorsunuz. ama o eğitim okuldan çıkınca bitmiyor, o eğitimi hayatın içinde kademe kademe ilerletiyorsunuz. kendi katmanlarınızda, o eğitim aslında devam ediyor. ama hiç eğitim almamışsanız, bir şeyleri tutturamıyorsunuz. ramazandaki 1 aylık eğitim, 1 sene boyunca ilerlemenize yardımcı oluyor.

hş. evet meleke kazanmanızı sağlıyor.

mk. şu boğazı durdurmak çok ciddi bir şey. bütün medyanın %30'u belki yeme içmeyle ilgili. ramazan orucu bu manada çok ciddi bir terbiye gerektiriyor.

sahura kalkmak bir terbiye işi. iftara çorbayla başlamak bir terbiye işi.

aş. hedefimiz nefsi terbiye etmek olmalı. bu manada manevi oruç tutacağız. her halde, nefsimizi terbiye edeceğiz.

aci. bir çarşıya gittiğinde, açık saçık insanları gördüğünde bile, ben oruçluyum diyorsun. normalde belki bakıp geçebiliyoruz; ama ramazanda dikkat ediyoruz.

aş. allah öyle bir yardım gönderiyor ki, anında hatırlıyorsun. harama karşı korunmada hassaslaşıyorsun. bir müzisyenin ince bir notayı fark etmesi gibi.

mk. nefsani davranmak demek, terbiyesizlik yapmak demek.

"Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. "

aş. gerçekten daha iyi anlıyoruz. insan duygu olarak hassaslaştıkça, daha şefkatli davranmaya başlıyor.

dışarı çıktığımız zaman gözümüzü alıkoyuyoruz, o zaman anlıyoruz ki, cenabı hakka her zaman sığınmaya ne kadar muhtaç olduğumuzu her zaman hissediyoruz. bu da bir şükrü manevi.

fasık kalbi bozulduğu için, günahtan rahatsız olmuyor. başkasını da rahatsız etmekten rahatsız olmuyor.

bazı motorsikletler hem kendine zarar veriyor, hem de başkalarına zarar veriyor.

terbiye olunmamışlıktan dolayı, eğer rahatsızlık duymuyorsak, o noktada kalbimiz bozuk demektir. o incelikleri göremiyoruz.

aci. bunlar basamak basamak bence. kendi dünyamda bana soruyorlar, ramazanda nasılsın? ben diyorum: hissetmiyorum diyorum. ancak akşam vakti biraz oruçta olduğum zaman hissediyorum. bunu bilmeyen insanlar için kolay değil.

hş. ama her an tetiktesin.

aci. muhakkak öyle, ama insanın beklentisi var. ulvi duygular içinde onu yaşıyorum.

6. nükte

"Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur'an-ı Hakîm'in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'an-ı Hakîm'in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur'an-ı Hakîm, mâdem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş; o Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (A.S.M.)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur'anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِى اُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor. Ramazan, Kur'an ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu' ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir."

aş. ramazan insanı öyle bir hale getiriyor ki, kurandaki mesajı anlayabilecek bir konuma getiriyor. kalbi doğrudan doğruya allahtan gelecek mesajı alacak konuma geliyor. muhammed asm. tam o haydeyken, vahiy geliyor ona.

ramazan o kıvam halidir. her ayda mümkün oluyor.

aö. vahiy ramazan dışında da iniyor. nüzul ve inzal arasında bir farktan bahsediliyor.

aş. inzal, insanlara abakar. cenabı hak zaman dışında olduğu için, zamana bağlayamazsın. ramazan hali üzere bir halde indiriyor, sonra insanın zamanda yaşamasından dolayı, kendi durumuna uygun olarak, orada mesajı gönderiyor.

hş. insan bir kez kurana muhatap olsa, o kapıdan artık bütün kuran girebilir. ramazanın 30 gün boyunca, insan nefsani arzulardan arınıyor, meleki bir hal alıyor, o yüzden kuranın mesajını taşımaya uygun bir hal alıyor.

"nefsin hacat-ı süfliyesinden..."

aş. nefsin fenaya giden ihtiyaçlarından, malayani haletten, yani hiçbir neticesi olmayan hallerden, bunlardan sıyrılıyor. amaçsız konuşmaktan sıyrılıyor. ve yemek ve içmeyi terk ediyor, melekiyet vazifesine benziyor. vahyi kim taşır? melekler taşır. demek insan da melek gibi terbiye gördüğü zaman, vahyi taşımaya müstehak oluyor.

allah için an yoktur. sanki allah ne için onu indirmişse, o senin için yeni oluyor. o biraz da ihtiyaca bağlı. vahye olan ihtiyacın sende tecelli etmesine bağlı. sen susadığın zaman, su senin için, an-ı nüzul oluyor.

aci. senin ihtiyacına cevap verdiği anda, senin için o ayet o anda inmiş oluyor.

"resulullahtan dinliyor gibi dinlemek"

aş. mektup, biri yazar, sen okursun. aynada ...

herkes o dönemde içkinin yasak olmasını istiyor. yanlış mana veriyor. hz. ömer diyor ki, ne zaman inecek bu ayet? tam insanlar ihtiyaç hissettiği anda iniyor ve yasaklanmış oluyor.

allah kuran okuyanlarla beraberdir. onda öyle bir an var ki, sanki allahla konuşuyormuşsun gibi kuran okuyorsun. sesi güzel olanlar, takvayla okumak, allah korkusuyla okumak anlamına geliyor. mesela, hz. bilal şın sesini çıkaramıyor. hz. muhammed diyor ki, bilalin sini onların şininden daha hayırlıdır.

mk. burada samimiyeti şablonlandırıyor üstad. çok güzel bir eğitim tarzı veriyor. buradasınız. buradan çıkıyorsunuz, hz. cebraille beraber bir tabloya koyuyor sizi. bu hissetmemizi kuvvetlendiriyoru. zübeyir ağbinin nefis terbiyesi kitabında hep o anda olmak terbiyesi verilir.

adamın bir sevgilisi vardır, seni seviyorum, diyemez. biz duygularımızı kullanmaya alışmamışız. burada duyguların da ilerisinde, görüntü olarak da hayal olarak da kendimizi nasıl terbiye edebileceğimizi gösteriyor bize.

"ve kendisi tercümanlık edip..."

aş. kuranın hikmeti nüzulu nedir? hem kendisi dinleyecek, allahla konuşacak bir nevi. sonra da başkalarının da allahla konuşmalarını hatırlatacak.

aci. bazı zamanlarda, denk geliyor, dedemin veya dayımın kuran okuması sahnesine gidiyorum.

yy. fotoğrafik bellek, onu o anda çekiyorsun.

orada farkına varmadan öğrenmede gerçekleşiyor.

aş. birçok insan dine dönerken, o çocukluğunda yaptığı gözlemi hissediyor.

yy. çocuğun çocukluğunun geçtiği köy, dünyanın en güzel köyüdür. çiçekler en güzel köydür. cennet onun için.

ben de hatırlıyorum, çocukluğumda bizim bir komşu vardı. sürekli kuran okurdu balkonda. o sesi unutmam.

""

aş. lisan-ı haliyle kuran okuyor. okuyanının huşusu olduğu gibi, dinleyenin de huşusu çok önemli.

mk. itiraz etmeden huşuyla dinlerseniz, ona hayran olursanız , o size geçer. okuyanın nasıl okuduğu önemli değil. sanat da böyle geçer.

"şöyle bir vaziyetteki bir ..."

aş. manevi nefret, o hali yaşamayanın... cenabı hak insana bir görev vermiş ya, sen o vazifeyi görmezlikten gelirsen, "sen beni itham mı ediyorsun" şeklinde olur ya.

yy. biz oruç tutmayanlara karşı kötü bir muamele edeceğiz anlamında değil. burada islam toplumundan bahsediyor. beyaz koyunların içindeki siyah koyunlar gibi. ahengi bozacaktır.

aş. manen hissediyorlar onu kalplerinde.

oğ. ilişkilerimde onlara karşı bir azalma hissediyorum.

aş. kendi içlerinde onu yaşıyorlar. pazarda gidiyorum, orada tesettürlü insanlar var. bizim çocuk muz almış yiyor. adam geldi, çocuğa diyor: "sen de mi oruç tutmuyorsun, ben de tutmuyorum, aferin". demek ki, vicdanında büyük bir tazip var. sen yapmasan bile, o içinde büyük bir ızdırap görüyor.

yy. bile bile bundan rahatsız olan. hiç umrunda olmayan insanlar da vardır. bir çoğu aslında oruç tutması gerektiğini ama tutamadığını hissediyor insanlar.

aş. batılı insanlar hürmet ediyor, senin oruç tuttuğunu öğrenince. ama burada inadına yapınca, o ızdırabın göstergesinden başka bir şey değil.
yy. doygun insanlarda bunu görüyorsun, ama gaflet vari hiçbir şeyi takmayan insanlar var.

aş. takmıyor değil, öyle görünüyor. bir yerde herkesin gözünün önde, semt pazarının önünde, masayı kurmuş çay içiyor.

aö. benzetme yaptığı "mescitteki cemaatin manevi nefreti" diyor ya, o mescit alem-i islam demek.

aş. burası islam toplumu. bizim köyde, ben dinsizim diyen biri var. adam kuranı kabul etmiyor, ama oruç tutuyor. demek ki, bir bağ var. tutmamak öyle bir şey ki.

yy. sizin oralı biri var, kızıl komünist kemal ağbi. geçen gelmiş, ramazandayız ben kendimi bildim bileli oruç tutarım diyor. ramazan bitsin bizde her şey var.

aci. diğerlerini yapamıyorlar, bari bunu yapalım diyorlar.

yy. oruç çok derin bağlarla bağlıyor insanı. izmir'de bir yere gitmiştik, oruç tutan yok. ama bayrama bir hazırlık var, sedalar süsler. çok büyük bir heves var. bu da güzel.

aci. ramazanı hissetmese bile, hepsi bayramı hissediyor.

yy. personeline bayram hediyesi alıyor. mutlaka bir şekilde ramazanın bereketi etkiliyor.

aş. solcusu bile, bundan etkileniyor. islam toplumunda buna muhalefet etmek, inadına yapmak olur.

aö. mümin birisi dünyadan göçtüğündü ona üzülmesi, kafir birisi göçtüğünde ona sevinmesine paralel. islam alemi de, cansız mevcudatın haline bir iştirak.

aş. allah bu kadar nimet vermiş, bu kadar nimet veren bir yaratıcının senede bir ay oruç tutacaksın, bunu kabul etmemek, bu kadar nankörlük olmaz, demek. manevi bir tahkiri hak ediyorsun demektir.

rd. her geçen gün bir kale düşüyor. adam bir ay tutardı. sonra 15 gün tutmaya başlıyor. sonra 3 güne iniyor. böyle gidiyor.

aş. önemli olan orada dinle ilgili bir bağın kalması. su üstüne yazı yazmak diye bir kitap var. müridine çiçek veriyor. çiçek solmaya başlıyor. solmaya başlayınca üzülüyor. çiçeğin kökünde çıkartıyor. orada bir sürü çürümüş kökleri gösteriyor. fakat orada yeşil bir kök kalmış, sen ona çalış diyor. onu diriltirsen, ötekiler kalmaz, diyor. önemli olan orada bir hayat damarının kalmasıdır.

yy. cumhuriyet bayramı geliyor, hiç toplumu derinden etkileyen bir şey var mı? yok. o kadar resmi tatil olmasına rağmen. üniversitede bile inkılap tarihi öğretirler, ama etkilemiyor. ama bayram günü desen, ramazan içinde desen, herkes bilir.

rd. kopuşların sebebi, bulundukları çevrede yalnız kalmak.

aş. eskiden dindarlara karşı bir tepki vardı. adam gelirdi, sen dün yakalanan militanın nesisin derdi. insan tedirgin davranıyor. ama şimdi o inat kırıldıktan sonra... ismail ambarlı ağbi anlatmıştı: bu hapse düşmüş, hücre hapsine. elini öyle bağlamışlar ki, kangren olacak. üstad geliyor rüyasında açıyor elini. çıkartıyorlar bunu, biriyle ellerini arkadan bağlamışlar. jandarmalar getiriyor. demişler ki: "biz namaz kılmak istiyoruz", jandarmalar böyle kılın demiş. o sırada açık bir kadın geçiyormuş. buna itici gelmiş o kadın. namaza durmuşlar. o kadın bağırmaya başlamış: "allah sizi kahretsin, bu adamlara yaptıklarınız nedir" demek insanların içinde bir takım dine karşı iştiyak var ama o istibdattan çıkamıyor. bugün cuma, yollar tıklım tıklım camiler dolmuş. vakit namazlarında 1 saf olan yerler 3 saf 4 saf dolmuş. istibdat kopunca, damarlar birden hayatlanmaya başlıyor.