17 Ekim 2008 Cuma

Yirmidozuncu Mektub İkinci Desise

"İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler."
H:
A:
...
A: Bütün insana ait olan tüm hayırlar melekler vasıtasıyla geliyor. Bu yüzden insanın aslında enaniyet yapmaya hakkı yok. Meleklerin insana hizmet etmesi, aslında insanın ettiği tüm hizmetlerin melekler vasıtasıyla işlenmesi demektir. İnsan da kendisine hizmet edenin melekler olmasını bilmesiyle, kendinde hiçbir şey olmadığını bilmesi lazım.
H: Melekler insandan daha çok Allah'ı tesbih ettiği halde, enaniyete girmiyorlar. Sen de melekler gibi ol. Bizim dünyevi değer algılamamızda, melekler bizden daha değerli görünüyor. Birçok yerde bulunabiliyor, istediği gibi dolaşıyor, birçok şeye ihtiyacı yok. Ama enaniyet yapan bir melek görebiliyor muyuz?
Zk: Hatta günahsız varlıklar, günahkar insana secde etmişler.
Y: İnsana secde etmek yok aslında.
A: Hayır, var secde etmekten maksat insana hizmet etmeleridir.
Zk: Bizim cüzi irademize bağlanmışlar.
H: Yeni doğmuş bebek, elini kaldırmayı bilmez. Çünkü bu el, istedin mi, kaldırılacak türden zatiyle bir varlık değil. Biz neden böyle hissediyoruz, çünkü bizde sürekli yapmaktan meleke haline gelmiş. Kendi eli olduğunu, yavaş yavaş anlar, elini sıkmak ister, bakar ki, sıkar. Buna alışır.
A: Artık meleğe teslim etmiş oluyorsun.
Sen diyorsun o yapıyor.
H: Secde etmek öyle. Hiçbir şey yapmadığın halde, birileri sana geliyor ve yardım ediyor. Sen ayağa kalkmak istiyorsun, kalkıyorsun. İstediğim zaman birlieri bana hizmet ediyor. Benim isteklerime amade olanlar var. Hatta bir ağacın meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kainatı insana teveccüh ettiren.
Secde bu. Allah bana öyle bir cüzi irade vermiş, tüm melekleri ona amade kılmış.
A: Melekler emir taşırlar. Emri taşıyan aslında melektir. Vahyi taşıyan da melektir. Veya ilhamı taşıyan, sana bir hakikati kalbine getiren de melektir. Sende bir ruh var. Bir çiçek gördüğünde onun güzelliğini görüyorsun. Güzelliği onunla anlıyorsun. O güzellik anlamını sana taşıyor. Biz bazen gafletle güzelliği görmüyoruz. Aslında meleği fark etmiyoruz.
Y:
""Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrib için değil! Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.""
Yani yüzde 5 ihtimalle bir bela gelecek olsa, o zaman bundan korkmak, hayatı azaba dönüştürür.
Mesela derse gitmekten korkuyor, fişlenirim diye. Fakat üstad da diyor, tedbiri elden bırakmayın.
A: Evet, fakat sünnete uymak manasında.
Y: Bir adam, yıkık bir duvarın dibinde otururken, bunun yıkılması ihtimalinden kaçmış. Adam sormuş, sen neden kaderinden kaçıyorsun? O da demiş Allah'ın bir kanunundan başka bir kanununa sığınıyorum.
A: Resulullahın kafasına bir taş atma olayında da o var. Nadiroğulları, suikast düzenliyorlar. Sonra onları cezalandırıyorlar.
Çoklu hukuk sistemiyle onları cezalandırıyorlar.
Şimdi o sistem İngiltere'de de uygulanmaya başlıyor. Bu çok ilginç bir olaydır. Ahmet Aytebur ağbiyi Kabede görmüştüm. Üstad 1951'de adresler vermiş. Bu ülkelerdeki adreslere risale göndertmiş bayağı. Üç yer hariç demiş: Şimdi bunların Risale-i Nuru duymaları hayırlı olmaz. İngiltere, Rusya, Fransa.
MA: İngilizlerin dessaslıklarını düşününce, çoklu hukuk sistemi pek de hayırlı görünmüyor.
A: Yok işlerine geliyor. Prens Charles açıkça söylemiş: Bizim İslam şeriatından alacağımız çok şey var. Çocuklara tecavüz, çok yaygın. Yaşlıları işkence ediyorlar, onları bırakıyorlar.

Hiç yorum yok: