25 Eylül 2008 Perşembe

Yirmidozuncu Mektub 8. Nükte

"Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:"
A: İnsanın kişisel hayatına baktığı cihetler.
"İnsana en mühim bir ilâç nev'inden maddî ve manevî bir perhizdir ve tıbben bir hımyedir ki: "
Canının istediği gibi hareket etmek. Bütün risalenin esprisi, nefsin keyfince hareketten uzaklatırmak. Nefis itaat etmezse, keyfine göre hareket eder. Nefis terbiyesi nedir? Göz benimdir, istediğim gibi kullanırım. Allahın rızası dairesinde yapmıyorsa, keyfine göre hareket ediyor demektir.
Sünne koymuş. Yeme demiyor, tat diyor. Fakat nasıl? Aç olmadan yeme, tok olmadan da kalk.
"İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler. "
Helalin sınırları bellidir. Fakat bir de risaledik anlayışla bu daireyi çizerken, mesela daireyi rızkı helal, ben kendi elimle kazandım derse, ontolojik olarak haram statüsüne giriyor. İtikadın özüne baktığımız zaman öyle oluyor, örfi olarak değil. Ben kazandım demek, haram yoldan olmasın, şeriatın sınırları açısından değil, edeb açısından doğru değildir. Çünkü üstad bunu açıkça söylemiş. İktidar ile değil, iftikar iledir. Meşru ve helal rızık kazanmak. Bu anlayışla baktığımızda, helal ve haram bellidir, ama helali dahi haram tarzda yemek doğru değildir. Onu da helal tarzda yapmak lazım.
"Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir. "
Demek keyfe göre hareket, özellikle mide noktasında, nefsin kalbe ve ruha itaat etmesini önlüyor. Dolayısıyla nefis kendi başına hareket etmeye başlıyor. Aklın ve kalbin itirazlarını dinlememey başlıyor. İstese de itaat edemez hale geliyor, çünkü tiryaki olmuş, adetini bırakamıyor. Burada ilginç bir çözüm verecek. EHerkes diyor ki, elimde değil, yapıyorum diyor. Bunun terbiyesi de var.
Af: Birisi sol eliyle yediğinde, helal lokmayı harama dönüştürme diyorlar. Bu bildiğimiz haramların dışında.
A: Evet. Normalde bu çay helal. Sen bunu sol elle yemekle, sünnete muhalefet ediyorsun. Genel bir söylem vardır. Helali haram yapma. Örfi manada baktığın zaman, bu rızık helal yolla geldiğinden helaldir. Fakat senin tavrın, canımın istediği gibi yerim demek, onu bozuyor. Her şeyin bir edebi var.
Mn: Yani bu haramlık, edebi anlamda.
Md: Gerçekte de öbyle. Hayvanı kesiyorsunuz. Besmelesiz kesilen hayvan mundardır.
A: Doğru. Üstad diyor ki, o ayeti tefsir ederken, sadece kurbana mahsus değildir. Her bir şeyde bunu söylemen lazım. Meyvelerde, balıkta ne yersen ye, her şeyin üstünde bismillah. Üzerinde Allahın ismi anılmamış olan hiçbir şeyi yemeyin.
Md: Lakin, üstad hazreti orada yumuşak bir geçiş yapıyor. Allah namına vermeyenden, siz bismillah diyerek alın diyor. Burada da, halk bunu bir itham koymak için değil. Kendimizi gayrete getirmek için söyleyeceğiz.
Yf: Fiili olarak söylememiş olsa bile, kalbinden geçirmiş olabilir.
H: Tavır daha önemli. Bazen unutuyoruz da. O nimetin Cenabı Hakkın ikramı olduğunu bilmek. Yoksa benimdir tavrıyla yesen, bismillah da desen bir anlam ifade etmiyor.
Md: Allah namına alıp vermek, insanı gerçekten terbiye ediyor. Namaz konusunda da ben bunu gözlemliyorum. Birazdan kılarım.
A: Bu ne anlama geliyor biliyor musuunz? Güven. Bir adam sünnete tam olarak tabi olsun, öyle insana herkes güvenebiliyor. Diyorlar ki, bu adam, namazı her zaman vaktinde kılar. Yemeği hep sağ eliyle yer. Dolayısıyla Allah'ı kandırmıyor. Bizi de kandırmaz. Hallere de girmişse, sünnetler, o zaman insanlar itimat ediyor.
Af: Halde görmek daha kuvvetli zaten.
A: Bu adam kesinlikle yalan söylemez diyorlar. Bizim köyde, önce hocanın arkasından gider, sonra onu kahveye sokarlar ve onunla dalga geçeler. Birisi benim hakkımda bir şey söylemişti. Ben ona yanıt vermeden, bir başkası, boşuna söyleme, o öyle şey yapmaz dedi.
A: "Serkeşane dizginini eline alır. Daha insan ona binemez, o insana biner. "
Kızacaksın, kız. Kızmaması gerekiyor, ama kızıyor. Fakat Hz. Ali nasıl terbiye etmiş kendisini. Tükürüyor yüzüne. O kılıcı kınına sokuyor. Biz de çocuğu terbiye edeceksek, öfkeli anımızda yapmamalıyız. Bir arkadaşımıza kızdığımızda, onu sakinleştiğimizde söyleyeceğiz.
Peki bunu nasıl yapacağız?
"Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. "
İleride diyecek ki, helali terk etmek yoluyla emir dinlemeyi öğrenir. Hele çocuklar tutuyor orucu. Çocuklar çok iyi terbiye oluyor. Benim kızım, çok sabırsız. Oruç tuttu. Hemen sabretmeyi öğrendi. Nefis serkeşane hareket ediyor ya, onlara emir dinlemeyi öğretmek için, riyazetle öğretiyor. Canın yemek yemek isteyecke duracaksın. Diğer yanlış kusurlarından da kurtulman için bir vesile oluyor.
"Bîçare zaîf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. "
Gerçekten hissiyat aklı ve kalbi dinlemek istemiyor. O hissiyatı dizginlemenin yolu, helali terk etmek suretiyle, emir dinlemeyi öğretmek, bunu öğrenen insan, hissiyatı da terkeder. Demek ki, ben asabiyim, elimde değil, tedavisi nedir? Oruç tutmak. O zaman irademize hakim olmaya da alışacağız. Mesela, gazete okumak, televizyon izlemek, bir süre kapatıyorsun. Helali de terkediyorsun.
Yf: Çocuklar tatlıyı çok seviyorsa, bir iki gün yedirmiyorsun. Hem nimetin kıymetini anlıyor. Hem de iradesi güçleniyor.
Yf2: Nafile oruçlar da bu açıdan çok önemli değil mi?
A: Şevvalde 6 gün oruç tutmak bir sene oruç tutmak gibidir.
Mn: Ramazanda her gün 10 gün sayılıyor. Şevvalde de 6 gün ekleniyor. 360 gün ediyor.
H: Ben şöyle düşünüyorum: Bayanlar 6-7 gün tutamıyor ya ramazanda. Erkekler de o zaman tutsun, ona bir teşvik olsun.
R: Bence onu düşünen erkek, onun da sevabını alır.
A: "Ve emir vasıtasıyla helâli terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder. "
Şeriatla akıl kelimesini zikretmesi ilginç. Şeriatın bütün emirleri, akıl tarafından doğrulanır.
AMÇ: Nefsaniyet ile akıl çelişir. Nefis harama yönlendirir seni. Şeytandan gelen şeyler, aklı iptal eder. Dolayısıyla aklın emrettiği şeyler de nefsin gayrına olanlar.
A: Tabi gerçek akıl o. Hissiyat aklı dinlemiyor. Nefsin tamamen aletleri onlar. Akıl onları terbiye ediyor. Akıl onlara sınır koymazsa, nefsani hisler, dilediği gibi hareket ediyor. O yüzden şeriat, sürekli makul olanı söylüyor.
"Hayat-ı maneviyeyi bozmamağa çalışır.
Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. "
Demek ki, akıl ne yapıyormuş? Açlıkla sabır talimi yapıyorsun. Ondan sonra, biri sana öfkelenendiği zaman, sabretmeyi tercih ediyorsun. Oruç tutmak sabra vesiledir. O yüzden sabreden muvaffak olmuştur şeklinde çok hadisler var. Sabır Allah'ın emrini beklmektir. Bir olayla karşı karşıyasın, ne yapacaksın?
Yf: Trafiktesin. Adam sana bas bas bağırıyor. Ne yapacaksın? Sustukça dah çokbağırıyor.
A: Zalim zulmeder, kader adalet eder ya. Zahirde adam sana hayır diyor, fakat arkada kader/i ilahi var. Adam zulmediyor, ama kaderi de görmek lazım. Çocuk kızdırdı seni, o anda hiddet ettin vurdun. Nefsine uydun. Fakat öfken geçtikten sonra vuruyorsun, o zaman çocuk anlıyor.
AMÇ: O zaman da çocuk garipser. Ne oluyoruz ya, kızarken vurmuyor. Gülerken vuruyor :)
A: Çocuk şunu anlıyor: Ben bunu hak ettim.
AMÇ: Oruçluyken deriz ya, "ya oruçluyum zaten, oruçluyken adamın kafasını bozma" Daha çok basırsız davranıyoruz.
Yf: Oruçlu olduğunuzu söyleyin, diye hadis var.
Af: Oruçluyum demek, uyanığım demektir.
A: Geçenki rüyamı anlatayım. Mümin bir hata işlediğinde farkına varır. Sabreder, kusurunu insanlara söylemez. Düzeltmek için Allah'a yalvarır. Kalbinde nifak olan, insanlara ilan eder. Bu aslında nefsin o günahtan kurtulmak istemeyişinin bir sebebidir. İnsanlara söyleyerek meşrulaştırır. Alıştığı lezzeti terketmek istemeyen imanıyla fark eder, ama lezzetten kurtulmak istemediği için, onun devam etmesi için, teyit bekler. Başka çaremiz yok, ne yapalım.
Yf: Bir de başkası yapıyor mu acaba diye bakar.
A: Bu bir ayetin tefsiri. İlan ederek, sabretmez.
Müspet ya da menfi olan her olayda, Allah'la irtibatı kaybetmemektir, sabır. Derviş murad etmez, eğer Allah irade ederse de reddetmez.
A: "Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmidört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur."
Af: Senin bu yorumundan sonra, biz böyle yaıyoruz biz böyle yapıyoruz diyemeyeceğim.
Ok: Hz. Ali'nin o öfkesine hakim olma davranışı var ya. Orada tükretmek yerine aman dileseydi ne yapardı?
A: Onu bilemiyoruz. Fakat orada tükürmeseydi, Allah rızası için öldürecekti. Tükürünce, nefis bulaşabilir korkusuyla kılıcını geriye çekiyor. Bir kez zalim olmaktansa, bin kez mazlum olmayı tercih ederiz.
Md: Nasıl müthiş bir şey?
A: Hz. Ali, Muvaiye'ye göz yumabilirdi. Fakat onu valilikten hemen aldı. Onların yerine, halk tarafından garip bilinen sadık insanları tayin etti. Hatta bazılarının ayağına giyecekleri çorabı yok.
Zulme zerre kadar girmemek için, en adil insanları seçmiş ki. Zaten onu adaleti yıktı.
Md: Bizim toplumumuzda, dini anlayış hep böyle namaz kılmak, koşuşturmak anlayışı var. Risale buna yeni bir anlayış katıyor. Bir de menfi ibadet vardır. sabretmek de böyledir.
A: Hatta menfi ibadet ihlaslı olduğundan daha makbuldür diyor.
Md: Bir de Risalenin en önemli bir özelliği, Üstad zamanın adamı olduğundan, bu zamanda çok vakit olmadığını biliyor. Bir trafiğe giriyorsun, bir televizyon gazete, tüm vakit tükeniyor. İşte burada, bu tip davranışları ortaya çıkartarak, adetlerimizi ibadet hükmüne getirerek, aslında sabır bir duygu, ama bütün hastalıkların hepsi sabırsızlıktan, başkalarına karşı tazyikten, kaynaklanan olaylar. Dolayısıyla, oruçla da aslında direkt bir şey yapmıyorsun. Hatta belki daha fazla yemek yiyorsun. Ama sadece bir şey var: Birisini dinlemek. Hz. Ali ben zalim olmak yerine, mazlum olmayı tercih ederim diyor. Biz bunu kabul edemeyiz. Bu nasıl bir şey?
A: Aslında mazlum olabilsek. Hz. İmam-ı Şafiinin başından geçen olayda anlatılıyor. Hocası diyor ki, git diyor şu testiyi doldur. Suyun başına gidiyor. Atlı bir adam geliyor, onu itiyor, testi de kırılıyor. İmam Şafii de bir şey diyemiyor. Geri dönüyor. Hocası, git adama kız diyor. Gidiyor, edebi var ya, yine bir şey söyleyemiyor. Hocası diyor ki, eyvah. At adamın kafasına bir vurmuş, adam paramparça. Halbuki sen kızsaydın , diyeti olacaktı diyor.
Yf: Adamın biri odun söküyor ormandan. Bektaşi biri. Sünni köyünden biri de adamın odunlarını kendi köyüne getiriyor. Çok zor bir iş odun sökmek. Bektaşi takip ederek buluyor onları götüreni. Vermeyiz diyor onlar. Dua ediyor, çocuklarının suyunu bu odunlarla ısıt diyor. Adamın 4 çocuğu da ölüyor.
Yf2: O beddua etmiş orada.
A: "Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta'til-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki; eskiden beri çok ehl-i velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeğe kendilerini alıştırmışlar. Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki; sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki; Ramazan-ı Şerifte mü'minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar."
Nefis puslu havaları çok sever, böylece günahlarını gizler. Sürekli gaflet alanı oluşturuyor, ondan sonra istediğini yapıyor. Üstad diyor ki, ceset ruhhun rağmına imbat eder. Yani cesete rağbet edersek, ruh zayıflar. Veya ruha rağbet edersen, ceset küçülür.

Hiç yorum yok: