15 Nisan 2011 Cuma

33. Söz 2. ve 3. Pencere

İkinci Pencere
Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki; meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i fârika, o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve bâtın duygularıyla kemal-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni'-i Hakîm'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?...

aş. Biz teşahhusatı birbirinden farklılık olarak algılıyouz; alakası yok. Teşahhussat demek, her bir şeye kimlik vermek demek. Bu her bir şeyi, her bir şeyden tefrik edecek ilim gerektirir. Hadsiz insan var ve hadsiz insanın hadsiz sesi var. Her bir sesi bir diğerinden ayırt edebiliyorsun. Aynı şekilde tüm mahlukat için de böyle. Tüm hepsinin sesini birbirinden ayırt edebiilyorsun. Bir teşahhusat vermiş, anlaşılır kılmış. Bu anlaşılır kılmak, tüm mevcudatı birden görmek ve birbirinden ayırt edebilmeyi gerektirir.

Hiç sesin olmadığı bir alemden geliyoruz ve her bir mevcudata ayrı ayrı ses veriliyor. Tüm bu sesler, bir sesi verene işaret ediyor. Samediyete geliyoruz şimdi. Bu seslerin her biri kendi seslerini kendi mi yaptı, yoksa bir başkası mı yaptı? Benim görüntüm, sesim bana verilmiş; hiçbir tercih yapmadım. Dolayısıyla, bir ihtimal gerçekleşmiş, sonsuz imkan ihtimali içinde. Bu ihtimali peki kim gerçekleştirdi?

Ehadiyet ne demektir? Bir şeyde her şeyi yaratmak, demektir. Bir şeyde her şeyi yaratmayı, Allah bize nasıl gösteriyor? O şeyin her şeyden ayrı olarak var olması, her şeyi bilen olduğunu ve her şeyden bağımsız olarak onu yaratması yönüyle, Ehadiyeti gösteriyor.

Herkeste olan bende de var, fakat ben herkesten farklıyım. Bana bütün mevcudatın ötesinde bir teşahhusat vermiş olması, Ehadiyetin kanıtıdır. Bende her şeyi yapmış demektir; çünkü her şeyden beni tefrik ediyor ve her şeyle beni irtibatlandırıyor.

Vahdaniyet. Vahidiyet. Ehadiyet. Vahdaniyet, Allah'ın her şeyi yaratması ve tüm isimleriyle onlarda tecelli etmesi. Vahidiyet, her şeyi bir şeyin yardımına göndermesidir; yani bir şeyin olabilmesi için her şeyin olmasının gerekliliğidir. Ehadiyet, bir şeyde her şeyi var etmesidir.

Küll, külli arasında üçlü bir ilişki var. Küll olarak önce tarif eder kainatı. Yani parçalardan oluşmuş bir bütündür, der. Sonra, tecezzi kabul etmez bir külldür, der, yani parçalarını bütünden ayıramazsın. Sonra da külli der, yani her bir şeyde bütünü gösterir, demek.

Vahdet, bütünde veya çoklukta birlik demek. Vahitlik, teklik demek.

Küll külli meselesini her mesele uygulayabilirsiniz. Adalet-i mahzaya uygulayabilirsiniz, Risale'deki tüm meselelere uygulayabilirsiniz.

Cüz, cüzileştikçe; küll de küllileşir, diyor. Tevhid bu. Allah'tan bir parça gibi, benim ilmim, dediğinde şirk vardır. Benim şefkatim, kainattaki şefakatten bir parçadır, dediğinde, şirk vardır. bütünden bir parça, bana aittir, demek. Cüz, cüzileşmedikçe; küll de küllileşmez. Yani semavi alana çıkmak için, cüzü cüzileştireceksin. Bendeki ilim, sadece tecellidir, yani görüntüdür, dediğin anda, küllileştiriyorsun. Hirçbir şey ilme sahip olmamaz, her şey ilmi gösterir. O zaman her şey ilmi gösterirse, her şey küllileşir.

Ben 4 şey öğrendim, der Üstad: niyet, nazar, ..., mantıktaki külli-cüzi meselesi.

Aristo mantığı burada çöküyor. Onlar hep yatay eksende düşünürler. Tümevarım, tümdengelim.

Üçüncü Pencere
Zeminin yüzünde dörtyüzbin muhtelif taifeden (Haşiye) ibaret olan
(Haşiye): Hattâ o taifelerden bir kısım var ki; bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem'den kıyamete kadar vücuda gelen bütün insan efradından ziyadedir.
---sh:»(S:656) ¯ ----------------------------------------------------------------------------------------------
bütün hayvanat ve nebatat enva'ının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, suretleri, silâhları, libasları, talimatları, terhisatları kemal-i mizan ve intizamla hiçbir şey unutulmayarak, hiçbirini şaşırmayarak bir surette tedbir ve terbiye etmek öyle bir sikkedir ki; -hiçbir şübhe kabul etmez- güneş gibi parlak bir sikke-i Vâhid-i Ehad'dir. Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın. Çünki şu birbiri içinde girift olan enva'ları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Halbuki: فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِنْ فُطُورٍ sırrı ile, hiçbir karışık alâmeti yoktur. Demek ki hiçbir parmak karışamıyor.

aş. Niye Vahid-i Ehad dedi? Herkese teşahhusat verdi. Bunun yanında, sana hadsiz ihtiyacını da verdi. Yani birliğin yanında çokluk da verdi. O yüzden Vahid-i Ehad diyor. Önce seni Ehadiyetiyle bir fert kıldı. Sonra sana tüm kainatı yardımcı kıldı. İşte Vahid-i Ehad'ın sikkesi oldun. Tüm mevcudatın ihtiyacı var; fakat hepsi birbirinden ayrı. Onda da bir teşahhusat var.

Hiç yorum yok: