8 Nisan 2011 Cuma

33. Söz 1. ve 2. Pencere

Birinci Pencere
Bilmüşahede görüyoruz ki: Bütün eşya, hususan zîhayat olanların pekçok muhtelif hacatı ve pekçok mütenevvi metalibi vardır. O matlabları, o hacetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden münasib ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki o hadsiz maksudların en küçüğüne o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz. Sen kendine bak: Zahirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte bütün onlar, birer birer, vücud-u Vâcib'e şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcib-ül Vücud'u, bir Vâhid-i Ehad'i, hem gayet Kerim, Rahîm, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.
Şimdi ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmaneyi, basîraneyi, rahîmaneyi ne ile izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz camid esbabla mı izah edebilirsin?...

aş. Bilmüşahede neyi görüyoruz? Bu eşhedü ile aynı anlama geliyor. İmanda nasıl şehadet getirme var; üstad da bunu tefsir etmişz. Bilmüşahede görüyoruz ki, yani şahit olarak görüyoruz. Burada bir tabir kullanmış: Vahid-i Ehad'i, gayet Kerim, Rahim, Mürebbi, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir. Demek aklın da görmesi, şahit olmak anlamına gelir. İlla gözle görmek gerekmez. Akıl çiçeğin güzelliğini düşünmekle, ona şahit olmuş oluyor.

Şahit olmak, insandaki alıcılarla, onu görmektir. Kulakla, gözle, akılla vs. Ben buray geldim, daha önce olmayan bir şeyin burada olduğuna şahit oldum. Buradaki düzene şahidim. Daha önce yoktu, şimdi var. Bu düzene şahitim. Hz. Ali diyor ya, "Görmediğim Zata ibadet etmem." Burada görüyoruz, şahit oluyoruz, Allah'ın fiillerine. Daha önce olmayan neler var: Düzen, tasarım, hikmet... Dolayısıyla, ben düzenin varlığına şahit oldum. İman tasdiktir esprisi buraya bakıyor. Eşhedü'ye bakıyor. O yüzden üstad ısrarla, "bilmüşahede görüyoruz ki" tabirini sıkça kullanıyor. Kuran'da söylenen "Eşhedü enla ilahe illallah"daki eşhedü kısmını burada tefsir ediyor.

İnsanın zorlayarak tasavvurla ulaşacağı bir hakikatten bahsetmiyor. Bizzat görerek, aklıyla ve duygularıyla göreceği bir hakikatten bahsediyor.

İnsanın ihtiyaçları neler? Saydığımızda sonsuza gidiyor. Mesela sağlık. Vücudumdaki sayısız azanın sürekli vazifesini tam yapması gerekiyor. Benim onları fark etmiyor veya bilmiyor olmam, onlara ihtiyacım olmadığını göstermez. Umulmadık yerden geliyor. Elim yetişmediği halde yerine geliyor. Sevgiye, umhabbete, bazen hüzüne, bu hüzne karşı bir ümit tesellisine ihtiyacım var. Bütün bunlar karşılanıyor. İNsana verilmiş bir ihtiyaç var da, onun karşılığı dünyada yok, diyebilir miyiz, yok.

Neticeye bakıyorsun çiçek, nedenine bakıyorsun toprak. Aralarında bir uçurum var. Demek ki, bir hir Hakim var, Sani var, Müdebbir var. Girene bakıyorsun, çıkana bakıyorsun. Çıkanda, girde olmayan özellikler var: zerafet, güzellik, düzen, hikmet, kudret. Bunların nedenlerde olmaması neye işaret eder? Sani'ye işaret eder. Bu manada şahit oluyoruz. İman tastdiktir. Gaybe iman da budur. Gayb görmediğin bir şey değildir aslında. Gayb'den geldiğini diyoruz ya, bilmediğin bir yerden geliyor. Yoksa ben sanatı görüyorum. sanat varsa, Sanatkar vardır.

Gaybe iman ederiz derken, "bu tasavvurdur" değil. Bu iman, kalpte oluşan bir şeydir, insan bunu kabul edecek, değil. Müşahededir, alıcılarını açarsan, insan bunu görecektir.

Pencere kavramı çok ilginç. Ne demek pencere? Dışarıda görüntü var, pencereyi açtığın zaman, sana geliyor ışık. Mevcut olan bir şeyin şahidi oluyorsun. Allah'ın Şafi olduğu, mesela bize malum değil. Meçhul bizim için. ne zaman hasta olurum, bir pencere açılır bize. Allah bize bir pencere açıyor, görmemiz için vesile gönderiyor. Daima şifa bulduğumu anlıyorum. O zaman şifanın ondan olduğunu anlıyorum.

Bu özellikleri başkasına verebilir miyiz? Eşyanın mahiyetini esbaba veremeyeceğimiz çok bariz. O zaman diyoruz ki, bu Vacib-ül vücudun bana açtığı bir penceredir. Örneğin, çiçekse, cemaline, keremine mazhar oluyorum.

Birisi diyebilir ki, "sen çiçeğe güzel dediğin için güzel". Aslında çiçek benim sevebileceğim şekilde yapılmış. Meyveyi yaratmış, benim seveceğim şekilde. Basirane yapılmış. Benim duygularımı bilerek yaratmış.

Atomlar arasındaki çekme, itme kuvvetinin varlığından çiçeğin güzeliği çıkmaz. Ki atomların itme, çekme kuvveti, Allah'ın kudretinin aynasıdır.

Biz her an sağlık buluyoruz. Fiziksel olarak da böyle. Vücudumuzda her gün sürekli yeni mikroplar oluşuyor, bozuk hücreler oluşuyor. Bunlar temizleniyor. Sağlık veya düzen bize niye normal geliyor? Çünkü esmaların tümü yansıyor. Bir esmayı çıkartırsanız, hastalık veya düzensizlik oluşur.

Bütün mevcudatın varlığı, Rahmetin, Keremin, Nazımın varlığına işarettir.

maa: biz hasta olduğumuzda, Şafi isminin vücudumuzda görünmesi nasıl oluyor?

aş: Benim alıştığım tarzdan farklı bir tarz olduğu zaman, izafi bir şifasızlık oratmı yaratıılıyor. Düzensiz bir halv vermekle, düzenin varlığını anlamamı sağlıyor.

Deven var. Allah önce deveni kaybetiriyor, sonra bulduruyor. Böylece deveyi senini nazarında uzaklaştırıyor bir miktar.

Hastalık anında şifayı daha az görüyorum. Bunda az veya perdeli gösterirken, öbüründe daha fazla göstermek sutretiyle, hayatı anlıyorum.

Senin dünyana hakikatler verilmiş. Sen hakikatleri kendinden tanıyorsun. Sende onların karşılığı var. Sen hiç bir kelimeyi işitmemiş bir kişiye, o kelimeyi kullanamazsın. O kişinin o kelimeyi biliyor olması gerekiyor. Yani fıtratımızda olan bir şeyi Allah bir pencereyle açığa çıkartıyor. Sen kendinde olan bir şeyin farkına varıyorsun.


İkinci Pencere
Eşya, vücud ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddid, mütehayyir, şekilsiz bir surette iken, birdenbire gayet muntazam, hakîmane öyle bir teşahhus-u vechî veriliyor ki; meselâ herbir insanın yüzünde, bütün ebna-yı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet-i fârika, o küçük yüzde bulunduğu ve zahir ve bâtın duygularıyla kemal-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gayet parlak bir sikke-i ehadiyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni'-i Hakîm'in vücuduna şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, bütün yüzlerin heyet-i mecmuasıyla izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlıkına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?...

aş. İnsanı birbirinden ayıran şey nedir görüntüde?

Teşahhusat nedir? Belirleyici özellikler.

Sabi bir adam bana geldi, "şu kaşığı bana tarif edin" dedi. Bütün kainattan bağımsız olarak bu kaşığı tarif edemezsiniz, dedi. Kainatta olan her bir şeye göre kaşığın tarifi değişebilir. Dolayısıyla kaşığın sonsuzla olan irtibatı var. Kaşık kendi başına anlamı olan bir şey değil.

Dolayısıyla bir insanı farklı bir insan olarak görmemiz bile, mucizevi bir şey olarak görünüyor, bana.

"nihayetsiz imkanat yolları" tabirini anlamamız gerekiyor ki, Mert'e Mert diyoruz. Bu nihayetsiz hadsiz yollardan bir yüz verilmiş.

x: Varlık alemi içinde onun var olması ihtimal dahilinde değil. Çünkü nihayetsiz ihtimal olduğu için, o kişi olamaz.

aş. Yani Mert kastedilmiştir. Mert'in var olma ihtimali, belirli bir ihtimal değil, imkansızdır.

Sen her şeyi her şeyden tefrik edebiliyorsun. Kainatta sonsuz tane farklı fark edilebilir şey olsun.

Sonsuz tane seçenek var. Fakat tefrik edilemeyecek karışıklıkta olabilirdi. Ama teşhis edilebilecek bir şey çıkıyor.

x: Su, 2 hidrojen ve 1 oksijenden oluşuyor. Halbuki, sonsuz ihtimal olabilirdi, 3 hidrojen+ 1 oksijen olabilirdi. 4 hidrojen olabilirdi. Sonsuz ihtimal olabilirdi.

aş. 2 hidrojet ve 1 oksijenin şeklinde ve yapısında da sonsuz ihtimal var.

Kulak, hadsiz şeyin sesini ayırt edebilecek mahiyettedir. Bu bir teşahhusattır. Ses denen olayı, her bir mevcudatı sesle tanıyabiliyorsun. Bu kasıtlı bir tercihin göstergesidir.

Hiç yorum yok: