22 Ağustos 2008 Cuma

Mektubat: Birinci Mektup Birinci Sual

"Dört Sualin Muhtasar Cevabıdır
Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ülema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevab: Hayattadır, fakat meratib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ülema hayatında şübhe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir."
AMÇ: Sıradan insanlar, bir anda birden çok yerde bulunamazlar.
"İkinci Tabaka-i Hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm'ın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. "
AMÇ: Halk arasında denir ya, Hızır gibi yetişti. Çünkü Hızır Aleyhisselam o surette geliyor. Bununla ilgili evliyauullahın çok anekdotu vardır.
"Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed değillerdir."
AMÇ: Yani bizim ihtiyaçlarımıza onlar sürekli ihtiyaç duymazlar.
"Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir."
AMÇ: Biz yemeyip içmeyip 40 güne kadar, hatta belki ancak 10 güne kadar dayanabiilirz.
"Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder."
AMÇ: Evliyaullahın Hızır ve İlyas Aleyihmesselam ile ilgili anlattıkları ve yaşadıkları kıssalar, hem birkaç yerde bulunabilmesine hem de diğer kayıtlara yönelik konuları teyit eder.
"Hattâ makamat-ı velayette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telakki olunur."
AMÇ: Yani bizim Hızır gibi yetiştin dediğimiz aslında Hızır Aleyhisselamın talebeleri olan evliya da olabilir.
AT: Burada Hz. Hızır'ın hayat tabakasını keşfeden sadece evliya mı?
H: Çok hadis vardır. Bununla ilgili hadisler bulunabilir. Tevatür derecesinde, yani veli ben gördüm diyor. Hiç yalana girmemiş bir kişi bunu söylüyor. Hızır AS'nin olması, bizim dinimizce bir şeyi yok, tarihin bir kesitinde yaşamış, sonra Cenab-ı Hak onu öldürmemiş, hala da yaşıyor. Bunu niye anlattım? Biz zannediyoruz ki, elinin uzandığı yere uzanan, veya sınırlı bir mahlukuymuşuz gibi görünüyor. Ondan başka bir hayat yokmuş gibi düşündürüyor. Burası insanın ufkunu genişletiyor. Hızır AS insanın sınırlarının ne kadar genişleyebileceğini, gösterebiliyor. Hatta Hz. Muhammed'in bütün sınırları aşarak Kab-ı Kavseyne gitmesi, de bunu gösteriyor.
Bunlar akidelerimize bir zarar vermez, ancak dindarlaştıkça daha iyi anlayabiliriz. Materyalist olsan da bazı şeylere inanabilirler. Fakat yine de tam inanamaz.
Yf: Akıl göze inmiş, ben böyle bir şeyg örmedim diyor.
H: Bu da şuna işaret ediyor. Bunlarla velayet mertebesine ulaşmış insanlar görüşebiliyor. Demek ki, bazı insanlar teknolojide bir yere kadar gidebilmek için, bu dine inanmak bu dine bağlı olmak, dindarlaşmak ve inanmak gerekiyor. Ki teknoloji daha ileri gidebilsin. Bir insanın bir çok yerde bulunması, bu teknolojik açıdan mükemmel bir şey.
Her şeyin bir izahı vardır Kuranda. Bu adam manevi olarak çok yükselmiş de o yüzden öyle yapmış edğil. Süleyman As. ilmin sınırını gösterir. Oraya ilim olarak gelebiliriz demektir. Veya İsa As. ölüleri diriltmiş, biz de bunu yapabiliriz. Fakat bazı ilimler vardır, itikat olmadan olmuyor. Yani Allah'a inanmak gerekir. Bazı ilimleri Allah sadece müminlere vermiş diye üstad, mucizat-ı Kuran bahsinde söylüyor.
"Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm'ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar."
AMÇ: 2. sinden farklı yönü, yine insaniyetin sınırlarından tecerrüt ediyor. Lakin farkı, semavatta bulunması. Hz. Hızır gibi dünyada farklı yerlerde bulunmak değil. Ve yine insanların ihtiyaçlarından soyutlanmış.
"Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki:"
Bu tabaka-i hayatın sırrını bildik mi, bu hadisin anlamını da daha iyi anlarız.
"Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür;"
içindeki hurafelerden ve batıl inanç biçimlerinden sıyrılıp,...
Hristiyanlığın örgütsel veya tüzel bir kişiliği var.
Eski kitaplarda varmış. Tam aklıma gelmedi ismi. "Kara Davut". Orada mehdi gelecek, 34 metre olacak, deccali yaklalyacak, onu doğrayacak diye anlatıyor. İİnsanlar onu gerçekten fiziksel bir olgu olarak inanıyordu. Çünkü insan zahirperest. Böyle şeylere inanmak konusunda daha meyyal. Buradan anlıyoruz ki, bu tür mevzularş, şahsı manevilerin bir çatışması.
Bir derste demişlerdi ki, Mehdinin kılıcını beklemeye gerek yok ki, Kuran elmas bir kılıçtır. O kılıç neyi kesiyor? Kafalardaki dinsizlik fikrini kesiyor. Yine böyle, Mehdi AS. gelecek, herkes onun fiziksel görünüşüyle etkilenecek değil. Hristiyanlık tasaffi edecek. İslam'a katılacak. O şekilde dinsizlik şahsı manevisi yenilecek.
"öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek."
H: Tabi insanoğlu kaliviyet deyince, iki kişinin dövüşüp birisinin yenmesini ister. Burada Cenab-ı Hak insanın bu ihtiyacını da tatmin edecek bir şeyi var. Filmde iki komutan kılıç kılıca çarpışır. Komutan yeninece, zaten ordu da kazanmış gibi oluyor. Burası da öyle. Bu dünya sinemasının son sahnesinde, Hz. İsa AS. küfrü temsil eden deccalı, bir şekilde yenecek mağlup edecek, bunu insanlar da görecek gibi bir şey var.
AMÇ: Kuranın yöntemi, temsil yöntemini kullanmış. Çünkü avam için, temsil anlamayı kolaylaştıran bir unsur olduğundan, belki dediğiniz gibi, Peygamberimiz ve Rabbimiz de bu tür şeyleri anlatırken, anlayabileceğimiz şeyleri kullanıyor ki, hakikatı daha kolay anlayabilelim.
"Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. "
Biz fiziksel olarak ölü olmakla, manevi olarak diri olmayı, bu tabaka-i hayatlarla anlayabiliyoruz. mesela miraç meselsinde de aynı izah yapılıyor. Miraç meselesi, Allah'a iman etmemiş kişilere anlatılmaz. Çünkü adamın bir yaratıcının varlığıyla ilgili öyle şüpheleri var ki, o yaratıcıyla görüşen bir peygambei anlaması çok güç. İman sahibi birisi için, bilhassa, tevatür dediğimiz, peygamberlerin ve Allah dostu kişilerin anlattıklarını hiç şüphe etmeksizin inananlar için bunlar kolay anlaşılabilir şeylerdir.
"Nass-ı Kur'anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, "
Burada aslında şühedanın tanımı da çok özet bir şekilde verilmiş. Bizde şehit enflasyonu var. Şehpit olabilmenin tek bir yolu var. Hatta klasik bir savaşta ölebilmek bile şehitlik mertebesi kazandırmıyor. Savaş vardır da, ganimet paylaşımı için savaştır. Bir nur talebesi, hizmete gidiyor. Trafik kazası geçirdi. O şehittir. Çünkü o adam hizmet için yola çıkmış. Gönlünde o var. O manada genişleyebilir. Fakat özel manasında öyle her yerde kullanılabilecek bir kavram değil.
"Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. "
Onlar kendilerinin yaşadıklarını zannederlermiş. Fakat onlarla aynı ortamda olmadıklarını Allah onlara hissettirmezmiş. Çok özel bir ikramla, Allah onlara öldüklerini hissettirmeme, ama yaşam koşullarına da ihtiyaç bırakmayan bir hayat ihsan ediyor.
"fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. "
Burada alem-i berzahın kedersiz yönünü de üstad anlatıyor. Kabirde bazı azaplar, ve sıkıntılar olabiliyor. Bazı günahlar kabirde çok şiddetli azaplandırlııyor. O yüzden sadece cehennem azabını düşünerek değil, kabirde de yaşayabileceklerimizi düşünmekte fayda var.
At: Mahkeme olmadan da adamı nezarete alabiliyorlar.
H. şuna benziyor. Dünyada bir sürü tohumlar ekiyorsun. Kabirde o tohumların mahsulunü yaşıyorsun. Mahsul çok kötüyse, o sana azap veriyor.
Yf: Ölmeden de adam azap çekiyor.
AMÇ: Vicdanı rahatsız ediyor.
Yf: Adam sıkıntılı, ızdırap içinde.
O: Dünyada da suç işleyen bir adam, kaçıyorsa, yaklanma ızdırabı sonra, dava sürerken alacağı cezayı bildiği için, onun manevi azabı
AMÇ: İdam mahkumunun süresi ne kadar uzunsa, o kadar azap çekiyor. Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyiymiş. Zaten uygulama da öyleymiş galiba.
O: Berzah, geçit anlamı taşır. Yani oraya insan girer, bir darlık hisseder. Ama orayı geçtikten sonra çok güzel rahat bir yere çıkabilirsiniz.
H: Bir anlamı da, iki şey arasındaki perde, sınır anlamında.
"Onlar kedilerini..."
AMÇ: Üçüncüye benziyor ama farkı şu, dünyada ama Berzahta. Dünyayla berzah arasında gidip gelme hakkı olanlara şehit deniyor ve geçtiklerinde de elem olmuyor.
"Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. "
AMÇ: En büyük ikramlardan biri de o. Ölmümdeki ayrılık acısını hissetmemek. Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı diyor şair. Ayrılığın ölümden daha büyük bir acı olduğunu söylüyor.
O: Biz öleceğimizi biliyoruz ya o bana bir acı veriyor. O zaman şehitte ölüm tasavvuru yok.
H: Hayatını Allah için verdiği için, Cenab-ı Hak o elemi bir daha çektirmiyor.
AMÇ: O tasavvurat alınmış oluyor. Cenab-ı Hak onun hayatında ölüm düşüncesini artık barındırmıyor.
Y: Sinirleri alınmış adam gibi.
"Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez."
AMÇ: O yüzden şehadet mertebesine yetişmek için, müslüman toplumlar her zaman büyük bir şevkle yanmış tutuşmuylar. O yüzden 5 oğlunun şehit olmasını gören bir ana, 6.yı da cepheye gönderebilmiş.
Y: Şimdi şöyle algılanmasın, tüh ya keşke şimdi savaş olsa da gitsek. Şehit şahit olan insan. Allah rızası için bir çaba içinde bulunan insan da normal bir ölümle de ölse, şahitlik etmiş oluyor. İlla bir kurşuhn yarasıyla ölmek şart değil.
AMÇ: Doğru, onu duyup da Çeçenistana gidenler olmuş.
YK: Ama bir fark da olması lazım.
Y: Tersine ilimhle hizmet etmek daha zor.
Zaten ben oralara gidenlerin bazılarını biliyorum, bir kısmı çok sorunlu. O onlar için bir kurtuluş olarak görünüyor.
O: Hadiste diyor ya, alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından daha değerli diyor. Sahabe döneminde, savaştan dönüyorlar. Resulullah diyor ki, küçük cihattan döndük, şimdi büyüğüne giriyoruz. Nefis mücadelesi zordur, sefahatle mücadele etmek, cephedeki savaştan çok daha zor ki, Allah resulu öyle bir şey söylemiş.
"Nasılki iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. "
AMÇ: Hatta bazen gözlemleriz, çok mutlu rüyalarda, adama baksan, yüz mimiklerinde çok büyük bir hoşnutluk işaretlerini gözlemlersiniz. Gülümser, mutluluk izleri olur. İşte o rüyasının ne kadar lezzetli olduğunu gösteren bir şey.
"Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.
İşte Âlem-i Berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri, öyle farklıdır."
AMÇ: Biz rüyada olduğumuzu biliyoruz. Normal ölürsek. Fakat şehitler rüyada olduğunu bilmiyorlar.
Y: Uykuyla uyanıklık arasında bir hal vardır ya, yakaza gibi.
"Hadsiz vakıatla ve rivayatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat'îdir. "
AMÇ: Bu yine Allah dostlarının bize bildirdikleri, sabit olduğunu bildiğimiz bir şey.
"Hattâ Seyyid-üş şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hattâ -ben kendim- Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı.""
AMÇ: Ondan yüzyıllar sonra bir savaşta ondan imdat isteyen adamlar fark etmişler ki, Hz. Hamzanın onlara yardım ettiğini gözlemlemişler.
"Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü'ya-yı sadıkada, taht-el Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat Rus'un istilasından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. "
AMÇ: Eski Roma döneminde Hristiyanlık döneminde çok organize şehir ler yapmışlar. Demek bu talebeye de böyle bir hal verilmiş.
"İşte bu cüz'î rü'ya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir."
O: Burada bir ipucu var. Hz. Hamza için diyor ki, kenisine sığınan adamlara yardım etmesi.
H: Yetiş Hızır diyoruz,
O: Darda kaldığımızda aklımıza gelirse.
Y: Allah daraltır da bunaltmaz demişler ya. Daraldığın anda o yardımı hisseden çok insanlar var.
AMÇ: Hz. Gavs için kayıpların bulunması konusunda ben kendim bile çok yaşadım. Gavsı Azama dua ederek çok defa kayıplarımı bulmuşumdur. Bu hep söylenir de, biz yine de tam uygulamzdık. Ben kendim de maşühede ettim.
"Beşinci Tabaka-i Hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, "
AMÇ: Dünyadan berzaha geçmek. Ve oradan ahiret hayatına geçmek.
"ıtlak-ı ruhtur, "
Yani beden hapsinden çıkmasıdır.
"vazifeden terhistir. "
AMÇ: Şu cümle bile, bir psikolog sadece bunu kullansa, birçok derdin arkasında ölümler yüzleşememek, hayatın en önemli gerçeğiyle yüzleşememenin getirdiği sıkıntıları aşamamak var. Şunu işleyecek olsalar, çok daha iyi iş yapacaklardır. Bir işten bile çıktığımızda oh bed diyoruz. Neden bir işi bitirmiş olmaktan dolayı. Bu dünya hayatının vazifesiden terhis olmanın huzuruyla ayrılmak, büyük bir rahatlık olsa gerek.
"İ'dam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve "
yani görünmeleri. Üstad hazretleri de manevi alemlerde, Hz. Ali'den ders aldığını, hatta buna benzer çok vakıa da vardır. Rüyada veya yakaza aleminde de olabilir. Veya Allah dostu kişilerin, alemi misalde olabildikleri gibi. O evliyalar gelip görünüyorlar. Ders veriyolar, veya çeşitli şekillerde zuhur edebiliyorlar.
"sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delail, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. "
Bir yakınımız öldüğünde ilk zamanlar, çok sık rüyamıza girer. Ben anneannemi çok geç görmüştüm. Herkes beni ayıplardı. O nedir? Ehl-i kuburun hayatta olduğuna bir delalet. Onlar başka bir alemde hayatlarına devam ediyorlar.
"Zâten beka-i ruha dair "Yirmidokuzuncu Söz" bu tabaka-i hayatı delail-i kat'iyye ile isbat etmiştir."
H: Bu hayat tabakası, biraz yaşamımıza aktarmamız lazım. Sebep sonuç ilişkilerinde çok boğuluyoruz. Bunu ben, biraz da, o yüzden insanlar ne kadar bu tür şeylere inanıyorsa da, gerçek hayatta bunu şey yampmıyorlar. İnançlar var, ama neticede bizim dünyamızda bizden hariç, eskiye ait bir sürü ruhlar olduğu gibi, Cenabı Hakkın yaratmış olduğu diğer melekler, ciler var. Biz bunlarla beraberiz. Bizim bir ölüye dua etmemiz, boş değil. Ölen bir insanın arkasından dua etmek. Onların ruhları yaşıyor. Bizim dualarımızdan memnun oluyorlar. Peygamber Efendimize salavat getirmemiz lazım. Bu bizim aramızdaki manevi bağları da güçlendirir.
Bilimsel bir deney yapmışlar. Bir adamın bilişsel olarak ölçülerek izole bir odaya konulmuş. Uzaktaki bir adam onu anıyor. Anma anında, öbür adamın bilişsel dalgalarında değişiklik olmuş. Dua, insanları iyi bir şekilde anmak, gıybetin kötülüğü, bunlar önemli şeyler.
Y: Biz hayatı düz algılıyoruz ya. Belki ehli kubur da bize dua ediyordur.
H: Şöyle söyleyeyim, esas meyve şu anki hayatta vardır. Kabirdeki insanlara bizden bir şey beklerler. Bizim onlara ettiğimiz Allah razı olsun şöyle bir dostumuz vardı, demek bile, onun kabirinde bir nur demektir. Ve ayrıca, hayatımızda, gördüğümüz insanların, şu görüntülerin de, Hzır veya İlyas gibi bir yardımcı olabileceğini de düşünelim. Bu bizey yardım edenin, hakikatte Allah olduğunu, kulların vesile olduğunu da hatırlatır bize. O zaman Allah'tan başka kimseden yardım beklemeyiz. Bizim hakiki yardımcımız dostumuz Allah'tır. Her ne kötü duruma düşersek, Allah bize yardım gönderebilir.
Çok mekanik bir heyatımız yok.
O: Şehadet alemindeki insan. Hayat tabakalarının hepsiyle alakalı. Mekanik bir hayatımız yok derken bunu söylüyorsunuz. Çok farklı hayat alemleriyle ilişki içindeyiz. Belki o pozisyona gelebillsek, o tabakayla da görüştürecek. İnsan sadece şu yaşadığı alemle kayıtlı değil. Tüm alem tabakalarıyla, içiçe bir ilişki yaşıyor.
H: Bunlar Hz. İsanın bu dünyada yaşattığı insanlar. Bizim potansiyelimizde böyle şeyler var. Biz kendimizi bu kadar geniş olabiliriz. Dünya hayatına çok böyle ilgilendiğimiz zaman, dünya hayatından başka bir hayat yokmuş gibi oluyor. Fakat dünya hayatıyla değil de, başka alemlerle ilgi göstersek, biz de bu hayatları görebiliriz, yaşayabiliriz. Bu kadar mekanik değil olay. Biz buradan öğreniyoruz. Bu zamanda, aşırı şekilde maddiyatçılık olduğu için, insanlar eskiden bunlar biraz daha olabilir gibiydi. Şimdi sıfır insanların hayatında.
Y: Her gelenii Hızır bil, ...
AMÇ: Dünyevileşme deren, ...
H: Dünyevileşme ahir zaman fitnesinin sebebi. Kehf suresiyle ilgili bir kıssa var. Onu 10 kez okuyan dünyevileşme fitmesinden kurtulur gibi. Hepsi de bu zamanla alakalı. Mağaradaki insanlar 300 sene yaşamışlar. Ruhani olarak sürekli diriler. Sonra Hızır ve İlyas As. kıssası var. Sanki insanların ufkunun genişletmek amacıyla binsanlara mesaj veriyor o süure.

Kastamonu lahikası s. 104:
"İkinci Mes'ele: Otuzbirinci âyetin işaretinin beyanında, (ayet) bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:"
AMÇ: İlk başta çok büyük çelişkiylmiş gibi görünüyor. Ahiretteki hayatın o kadar güzel, geniş olması bilgsine haiz iken, şu kısacık hayatı severek tercih eder mi? Hepimizin cevabı, yok canım. Fakat kendi nefsimize bile baksak, göreceğiz de, biz yine gayrından örenk verelim. Sarhoşa sorsan, bu güzel bir şey mi, yok ya. Bataklığa batmışlar, çamuru misk-i amber zannediyorlar. Bir adam yalpalıyor. Adamı kendine getirmek için, yumruk mu vurursun. Onu tutup desteklemek lazım. Herkes yanlışının farkında. Ama öyle bir alışkanlık haline gelmiş ki, adam bile bile kafasını taşa vurur mu? İşte ahir zamanda vuruyor.
"hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. "
Adam bir de gidip, elmasları bozdurup, çürük camları almayı bir hayat gayesi edinmiş. Düzenli yapıyor. bunu.
Y: Hayatı algılarken, insana bir kariyer planlaması gösteriyor. 15-65 hayatın var. Gideceğin okullar işler vesaire var. O kadar çok vurgu var ki, oralara yetişemeyen kafadan zaten kaybetmiş hayatı.
O: Problemli sayılıyor.
Y: Bu kadar çok insanların beynine yerleştirilmiş ki, bunu kırmak çok zor. Dolayısyıla hayat elmas mıdır, cam mıdır, hayat buradan ibaret gibi görünüyor.
AMÇ: Din de seremonileri yerine getir ve onları da mümkün olduğunca erteleyerek yerine getir.
"Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:
Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair a'za vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye"
AMÇ: Öyle bir cihaz var ki, hem zevk var, hem aşk, hem hırs var. Kainatın yaratılış sebebine gidebilecek büyük güç o cihazın içinde.
Ona en geniş manasıyla nefis demek mümkün, nefsi emmare değil ama. Belki üstadın şey dediği de olabilir: akıl, kalp ruh ve sırrı insani diyor. Sırrı insani dediği, onun çerçevesi çok belirgin değil.
"çok esbab ile yaralanmış, "
Amerikan kapitalizmi özellikle, öyle yaygın biçimde hücum ediyor ki. Yahudilerin insan ve goyim anolojisi vardır ya. Gerçek insan yahudulirdir. Goyimler, tam insan değil. Öyle bir ürün çıkarılıyor ki, adam bunu alırsa tam bir insan oluyor. Ama onu almazsan, öl daha iyi.
O: Öyle bir yönlendiriyorlar ki, onu yapamadın mı, bunalıma giriyorsun.
AMÇ: Teknolojide özellikle. Ben çok sıradan bir kullanıcı olarak, iphone çıkmış. Turkcell aradı geçen gün, 7-8 ayda para ödediğim halde, iphone'la ilgili bana bilgi veriyorlar. Bana ne lazım iphone'dan. Ben zaten internete ofisteki bilgisayardan zor giriyorum. Öyle bir anlatıyor ki, ama sanki ben onu aldığımda, sanki kendime bir çip yüklenmiş, donanımım 2 misline çıkacakmış gibi. Bu bir tane örnek. Ben nefsimde yaşadım. Yüzlercesi var.
Veya gençliğin günahla tanıştırılması, özendirilmesi konusunda. Adam orta okula geliyor. Senin kız arkadaşın yok mu? Allah Allah, senin bir doktora gitmende fayda var. Çocuk kaçınılmaz bir şekilde o hale girmek zorunda hissediyor. O kadar çok şey var ki, o latif unsuru yaralayan.
"sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor."
O ulvi latifeler de sükut etmeye balamış. Allah hayali niye vermiş? Diğer hayatlar nedir? Ben onlarda, Hz. Hızır AS'le bulşabilir miyim? Onları hayal et. Biz neyi hayal ediyoruz? Şu otelde mi daha iyi tatil olur, öbüründe mi? Biz sufli şeylerle oyalanıyoruz. O zaman ne oluyor? Cep telefonuyla çivi çakmaya başlamışız da farkında değiliz. Çekiç kullanmak lazım.
Bunun gibi, vazife-i hayatı devamlı unutturmaya çalışıyorbu olaylar.
"Hem nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; "
Aslında durum bu. Şu naada hayatın ortasında cümbüş var zaten. Reinaya gitmeye gerek yok. O ortamın içinde yok mu, mesture hanımlar? Yani o ortama kendini uydurmuş. Hani başk atabirle, başörtülü tesettürsüzler gibi. Veya ciddiyet içerisinde olması gereken insanlar.. Bugün genel müdürle sohbet ediyoruz, adam 3 lafın ikisi küfür. Hiç yakışıklı bir tarz mı? Bir sürü adam var, sana bağlı. Biz sana bağlıyız. Senin doğru hareketlerin bizim ekmeğimizi etkileyecek.
H: Burada şey var: Mesture hanım, hayayı temsil ediyor. Şey de insanın beynini temsil ediyor. Fakat biz bunları dünyanın oyun eğlencesine bağlamışız. Gerçek yaratılış nedeni bu değil. Hani vardır ya, bir kadını cümbüş var diye çağırırlar. İlk başta yok. Sonra Allah'ım günah yazma diyor. Sonra Allah'ım siter yaz, ister yazma idyor. Dünya hayatıyla o kadar ilgilenmiş ki, kudsi duygularımız, artık çok özel şeyler bile çok sıradanlaşmış.
"öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. "
Şimdi biz bu yanlışlara nerede düşüyoruz? Zaruret mentalitesini yanlış kurduğumuz için. Fıkhen, zaruret şu: Ancak hayat-i tehlikeye zaruret tanınmıştır. Yani ne yapalım, başka türlü araba alınmıyor bu devirde. Adam şunu düşünmüyor: Sana kabirde gelecek, Allah sana ayetleriyle anlatmadı mı? Anlattı. Hacat-ı gayri zaruriyei, hacatı zaruri haline nasıl geçiriyor? Görenek yoluyla. Ahmet almış ben de alırım. Adam konfor için, gerekirse onurunu satar, bu zamanda. Ancak zaruri durumda izin var. Diyelim ki, ölüyorsun açlıktan, domuz yiyebilirsin. Ama ne kadar, ölmeyecek kadar.
"Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. "
Şimdi faiz, hem büyük günah, hem öyle büyük uyarılar var ki...
H: Ayet var: "Allah ve Resulune savaş açmış."
AMÇ: Şimdi buna bak. Niye böyle bir cüret gösteriyorsun? Niye? Araba alacaksın.
O: Sırf dünyevi işlerle uğraşırken, bizim bariz haram bildiğimiz işlere girmesek bile, Rabbimizi unutturacak kadar çalışmak da caiz değil.
AMÇ: Çok doğru bir tespit.
H: Bir köşe yazısındaydı galiba. Adam baktım diyor kendi dünyama, aslında anlamsız. Şu anda Cenabı Hak öldürse bizi, ahirete götürse, çok önemli saydığımız, şeylere baksan, aslında ne kadar anlamsız bir şeymiş. Ben bunu şurada yaşadım.
"Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.
Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla "
Demek hıfzı hayat cihazı neden bozulmuş? Bir, israfat var. O kadar gereksiz harcama söz konusu olduğunda, neyi nasıl muhafaza edeceğini bilemiyorsun. Önce vücuda gereksiz şeyleri dolduruyorsun. Sonra sağlıığn bozuldu, tekrar düzeltmek için, harcama yapıyorsun.
O: Bereket kültürü. Bizim geçmişimizde, çok olan bir şey. dinden gelen bir yaptırımı var. Bir de kültürden de lan bir şey. Yalnız öyle misaller geliyor ki, aklıma, burayı okuyunca hayretler içinde kalıyorum. Cemaat içinden insanlar, şöyle idyor: Bize de çok gelmeye başladılar. Paramız yok. Hakikaten bereket anlayışının bizim zihinlerimizden kalktığını gösteriyor.
Y: Misafirlik kültürü de bozulmuş. Ev hanımı strese giriyor, misafir gelecek diye.
O: Eşya olacak evde. Gelen insanda da kanaat yok.
Y: Ramazanda her zaman tencerenin dibinde yemek kalır.
Hakikaten çok ciddi anlamda her şey bozuldu.
H: Çok adam geliyor ne demek? İnsanlar gelsin gitsin de, biz istifade edelim. Burası canlansın. Çok da gelip gidiyorlar. E kardeşim, o zaman ne işin var orada. Bereket şeyi kalmamış. Sebep sonuç ilişkileriyle bitiyor. Zekat verirsem, eksilir diye düşünüyor. Cenabı Hak diyor ki, eksilmez.
Y: Ticaretle uğraşanlar bunu çok iyi bilir. Adam bir yerde iarsa almış. İmarı var. İmarı bir düşürüyorlar, adamın bir anda çok büyük bir zaarrı oluyor.
H: Oradan bir vermiyorsun, Allah öbür taraftan 80 alıyor.
"ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.
Sadece risalei Nur dairesinde olmak yetmiyor. Üstat müsftüye bile diyor ki, Risalei Nur okuyun, imanınızı kurtarın. Bu dairenin içine, başka meslek ve meşrepte olsa bile, istifade etmek durumunda.

Hiç yorum yok: