20 Şubat 2009 Cuma

23. Söz Ikinci Nokta

aş. allah iman edenlerin dostudur, onları zulümattan nura çıkarır. insanın çiiçi karanlık olunca, alemi de karanlık görüyor. öncelikle kendi içimizi anlamlandırmamız gerekiyor. o zaman kainatın da anlamını bulabiliriz. aama kendimi tanımam içinn de kainata bakarım.

burada çok müthiş bir temsil anlatacak.

" İkinci Nokta: İman nasılki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. Öyle de, kâinatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli, zulümattan kurtarıyor. Şu sırrı, bir vakıada (ayet) âyet-i kerimesinin bir sırrına dair gördüğüm bir temsil ile beyan ederiz. Şöyle ki:
Bir vakıa-i hayaliyede gördüm ki: İki yüksek dağ var birbirine mukabil. Üstünde dehşetli bir köprü kurulmuş. Köprünün altında pek derin bir dere. Ben o köprünün üstünde bulunuyorum. Dünyayı da, her tarafı karanlık, kesif bir zulümat istila etmişti. Ben sağ tarafıma baktım; nihayetsiz bir zulümat içinde bir mezar-ı ekber gördüm, yani tahayyül ettim. Sol tarafıma baktım; müdhiş zulümat dalgaları içinde azîm fırtınalar, dağdağalar, dâhiyeler hazırlandığını görüyor gibi oldum. Köprünün altına baktım; gayet derin bir uçurum görüyorum zannettim. Bu müdhiş zulümata karşı sönük bir cep fenerim vardı. Onu istimal ettim, yarım yamalak ışığıyla baktım. Pek müdhiş bir vaziyet bana göründü. "

aş. hiçbir şey görmeseniz daha iyi.

"Hattâ önümdeki köprünün başında ve etrafında öyle müdhiş ejderhalar, arslanlar, canavarlar göründü ki; keşke bu cep fenerim olmasa idi, bu dehşetleri görmese idim, dedim. O feneri hangi tarafa çevirdim ise, öyle dehşetler aldım. "Eyvah! Şu fener, başıma beladır" dedim. Ondan kızdım; o cep fenerini yere çarptım, kırdım. Güya onun kırılması, dünyayı ışıklandıran büyük elektrik lâmbasının düğmesine dokundum gibi birden o zulümat boşandı. Her taraf o lâmbanın nuru ile doldu. "

aş. birincisi imansız bir nazarla kainatın algılanışını ortaya koyuyor. dinsiz olmak zorunda değil. allaha ulaşmamış bir insanın kainata baktğda iç dünyanın sembolik ifadesi. her cümle bir şeylere işaret ediyor.

"Herşeyin hakikatını gösterdi. Baktım ki: O gördüğüm köprü, gayet muntazam yerde, ova içinde bir caddedir. Ve sağ tarafımda gördüğüm mezar-ı ekber; baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların taht-ı riyasetinde ibadet ve hizmet ve sohbet ve zikir meclisleri olduğunu farkettim. Ve sol tarafımda, fırtınalı, dağdağalı zannettiğim uçurumlar, şahikalar ise; süslü, sevimli cazibedar olan dağların arkalarında azîm bir ziyafetgâh, güzel bir seyrangâh, yüksek bir nüzhetgâh bulunduğunu hayal meyal gördüm. Ve o müdhiş canavarlar, ejderhalar zannettiğim mahluklar ise, munis deve, öküz, koyun, keçi gibi hayvanat-ı ehliye olduğunu gördüm. "Elhamdülillahi alâ nur-il iman" diyerek (ayet) âyet-i kerimesini okudum, o vakıadan ayıldım."

"İşte o iki dağ; mebde-i hayat, âhir-i hayat.. yani âlem-i arz ve âlem-i berzahtır. "

aş. iki dağ doğumla, hayatın sonu arasındaki geçittir.

"O köprü ise, hayat yoludur."

aş. kimi için hayat yolu, belirsiz tehlikeli. kendi geşimize baksak, iman yoksa, çocukluktan bugüne kadar gidenlerin gelmeyeceğine inanıyorsak, her bir anımız adeta bir cenaze. her gün bir cenaze kalkıyor. hatıralarımız, sevdiklerimiz, dostluklarımı hepsi ne olmuş, yok olup gitmiş. gençliğimiz, sıhhatimiz. nefes almakta zorlanıyoruz artık. her şey gidiyor. linde olan her şeyi kaybediyorsun. insan ilişkileri açısından bakınca, çoğu akrabaların geriye gitmiş. bir insanlık mezarlığı var. geçmişim bir mezarlık surtide gözüküyor. geleceğe bakayım. gelecekte şahikalar fırtınalar var. gelecekte neler bekliyor bizi? çocuklardan ayrılmak var, kendi gençliğinden , annebabanda arılmak, sıhhatinden hayatından ayrılmak var. bütün bunlar beni bekliyor. ne kadar güçlü olursan ol, eninde sonunda bunlar beni yakalayacak. o zaman beni fırtınalar bekliyor. çok yakın bağlanıyorum,bir anda benden sökülüp alınıyor. hem bağlanıyor,um, her şeyi seviyorum. yaşlıların en büyük ızdırapı, sofralardaki güzelezzetlerin hiçbirini tadamıyor. gidiyor işte her şey. özellikle ehli dünya, şehvet hakim olduğundan, onu kaybetmenin ızdırabı çok büyük bir dert.

" O sağ taraf ise, geçmiş zamandır. Sol taraf ise, istikbaldir. O cep feneri ise, hodbin ve bildiğine itimad eden ve vahy-i semavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir. O canavarlar zannolunan şeyler ise âlemin hâdisatı ve acib mahlukatıdır."

aş. demek cep fenerim, hodbin kendini beğenen, kendinden başkasını düşünmeyen ve bildiğine itimat n, olaylar hakkında bu böyledir diye yorum yapan ve vahyi semaviyi dinlemeyen. yani kendisinin bu dünyanın dışından biri tarafından gönderildiğini tanımayanan. her insanın enaniyetinde bu vardır. mümkün olduğunca canınının istediğini anlatmak ister.

yk. bazı insanlar iyor ya, alllaha gerek yokb tüm insanlığı medeniyete kavuşturuurz.

aş. "O canavarlar zannolunan şeyler ise âlemin hâdisatı ve acib mahlukatıdır." musibete allahsız bakınca, senin içn anavar. ama rahmet sahibi senin her şeyini düşünen, bir yaratıcıdan gelmiş olarak görürsen, musibetler, her şey güzeldir ya, bunlar da munistir.
mesela hastalık, ..
acı çekmek en büyük problemdir. fakat şöyle düşünelim. açılk da bir ızdıraptır, ama lezzetleri tatan yolu, aç kalmaktır. cennetin lezzetlerini anlamak için de bu dünyadaki ızdıraplar da ortaya çıkaran araçlardır. insan hasta oluyor, o hastalıktan sonra öyle bir iyileşiyor, o sıhhatin gerçek güzelliği o zaman belli oluyor. ki ahirettik nimetlere göre bu dünya çok dardır. o nimetlerin fark edilmesi, musibetlerle oluyor. o zaman canavar senin için birden koyuna dönüyor.

"İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan adam; "

aş. hangi felsefeci, insanları tatmin edecek, vahiy dışında bir şey getirmiştir? insanlara ne kazandırmıştır? nerede vahiy varsa huzur var, onun dıa yok. batıda dahi, biraz insanlar teselli buluyorsa, ahiretin varlığıyla buluyor. adam bir yerde cüzdanını kaybediyor, su istiyor, bütün kapılar yüzüne çarpıyor. yaşanmış b şey.

mk. verse de yine gıcık olabilir. ben bunu yaptım, o da bana bunu yaptı. yine ruh hastası olabiliyor.

"o vakıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd malûmat ile"

aş. çiçek çok güzeldir bu bir hüküm. bu sana ne kazandırır, ruhuna? güneş şöyle büyük bir kütledir. içinde 1 milyon dünyayı labilecek, içinde binlerce patlama olan bir kütle-i nariye. bu bilgi senin dünyana ne verir? bir gün patlarsa, helak edebilir. bu bilginin bana bir kemalatı yok. çiçek güzel, cümlesi aynı zamanda çiçek solar cümlesini içerir. ama iççek güzel yapılmış dediğin anda, bir sana o çiçeği kasten göndermiş demektir.

bu dünyada lezzetleri kafir de olsan terk etmek lazım. çünkü her bir lezzetin arkasında bir elem var. bağlanıyorsun. milyarder olan parasını kaybedince yaşayamıyor intihar ediyor. onu kaybetmenin ızdırapı ne kadar büyük.

sevgiliye bağlanıyorsun, her şeyini ona veriyorsun, sonra o gidiyor, hyatım bitti diyorsun. yoksa ebedi bir sevgili, bağlandığım her şey izdırap verecek. kafirin ruhu, pamuğun içinden dikenini çıkarılması gibidir. müminin ruhu, tereyağından kıl çeker gibi. hiç bağlanmamış. ötekisi bağlanmış.

15 yaşındaki bir çocuk bile, ben hiç kimseyi sevmiyorum diyor. ruhla ilgili hiçbir şeyi kabul etmiyor. çünkü bir şeyi seviyorum demek, ebediyen onu kaybedeceğdemek. annemle olan ilişkim, menfaat iilşşkisidir diyor. bunu diyebiliyor. bağlansa, ... avrupada insanlar çocuklara bile bağlanamıyor.

mk. abi, nice müslümanlar var, onlar dasevemiyor.

aş. bu bariz örnek olsun diye, yoksa bizde yok demiyorum.

mk. adam inanmış oluyor ama perdesini mi kaldıramamış oluyor.

amç. o feneri ısrarla kullanmak istiyordu. onun tam aydınlatmadığını gördüğü halde, hala onu deniyor.

aş. batı toplumunu çok iyi algılamak lazım. dünyevileşmek. en büyük zevkleri: diyelim ki, cinsellik. karısıyla tatmin olmuyor, başka insanlar arıyor. o da yetmiyor, eşcinselliği veya küçük çocukları arıyor. tatminsizlik var. o ızdırapı dindirmek için dünyevieylerle onu dindirmeye çalışıyor. gidici olannda ebedi elemsiz lezzet bulunamaz. elemsiz lezzet imandadır. çiçek güzel yapılmış bir hediyedir dediğin zaman ne oluyor? biri sana gönderd. sürekli göndeecek. k onu hep bekleriz. fakat çiçek güzeldir cümlesi, bana hiçbir şey söylemiyor. anlamsız bir şey olarak içime geliyor. bir gün patlarsa ne olack?

depremden sonra gözlemlemiştim. kadın karşıya geçecek, aayğın uzatıyor geri çekiyor. öyle bir korku hakim olmuş ki. adam demir kafes yaptırmış, gece uyuyamıyor, sabahleyin ancak biraz uyuyor.

hş. ömer seyfettinin bir hikayesi vardı diyet diye. hırsızlıkla suçlanmış, biri bunun suçunu ödüyor. sonra sürekli başına kakıyor. adam dayanamor elini kesiyor, al diyor diyetini. kafir de öyle aslınıda. bir şeye sahip oluyo, ama o her zaman gidecekmiş gibi. o yüzden sevgiyi atıyor. gaddar oluyor. irtibatı kesmeyeçalışıyor.

aş. muhtaç olmamak için. halbuki ben muhtacım demek kadar doğal ne var. firavunlaşıyor . allahın rahmeti oluk gibi akıyor, biz bigane kalır, kendimize güvenirsek, aynı acıyı bizler de yaşarız. bizi yaşadıklarımız imana sevketmek içindir.

mümineri karanlıktan aydınlığa çıkartır. mümin olursan. ama mümin olmazsan, o karanlıktayken iman etmezsen, her zaman karanlıkta kalacaksın.

hş. insanın fıtratında bir nur var. insanlar o sevginin tazyikine dayanamadığından, karanlığa gidiyor. müthiş bir tazyik var. çünkü cenabı hak verdiği şeye karşı senden bir bedel istiyor.

aş. yusuf ağbimiz güzel bir sofra verdi bize. çok güzel yedik. ama yusuf ağbiyi hiç hatırlamadık. yusuf ağabi bir daha o sofrayı sermeyecektir. bu cenabı hakkın sünnetullahı. eğer şükrederseniz artırırım nimetimi. eğer şükretmezseniz, eksiltirim. takdir görünce, nimeti çoğaltacaktır. bu kendi içinizdeki hislere bakın. çocuğunuz size teşekkür etse, daha çok vermek istiyorsunuz. cenabı hak kendi şenini bana böyle gösteriyor.

rm. biz çok benzememekle birlikte, sevgi hasleti, varlığın kendisine ait bir saplantı şeklinde. arabayı, eşyayı, kızı çok seversin falan. fakat batıdaki o algı, yetmemesi onun sebebi ne?

aş. yetmemesinin sebebi şu: kendi kalbi baki olan bir lezzeti istiyor. susayan bir insanı su dışında hiçbir şey tatmin etmez. işte kalp, orada baki lezzeti görmeyince...

rm. ama bu sevgi değildir.

aş. ehli dünyanınlezzetlere iptilası, gerçek sevgi değildir. bağımlılık haline gelmiştir. lezzetten ziyade, alışkanlığını bastırmak için yapıyorlar.

hş. her taraf o lambanın nuruyla doldu. aslında lambada bir nur var.

akılda da öyledir: yansıtıyorsun. fakat nurun bir kaynağı var.

aş. enaniyet o düğme gibi.. kendi ışığın değil. kendi ışığını söndürdüğün zaman.

hş. ışık kendinden olmaz, bir yerden gelir. bir şeyi yarım yamalak görünce, hayal başka şeylere benzetiyor. nur var ama, ufacık olmuş.

amç. sizin dediğiniz mesele, ene bahsinde, ene allaha mikyas edip onu anlamak anlamında. kendi küçüklüğünle kıyasen anlamak için.

"İşte enaniyetine itimad eden, zulümat-ı gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan adam; o vakıada evvelki halime benzer ki: O cep feneri hükmünde nâkıs ve dalalet-âlûd malûmat ile zaman-ı maziyi, bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem herbirisi, bir Hakîm-i Rahîm'in birer memur-u müsahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir.
(ayet) hükmüne mazhar eder. Eğer hidayet-i İlahiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, Kitabullah'ı dinlese, o vakıada ikinci halime benzeyecek."

aş. benim elimde olan bir şey değil. hidayetle o ışığı bulacağım. iman kalbe girse. benim tavrım, el fenerini atmak olacak. bununla ben kainatı aydınlatamam. o zaman hidayet kalbime geliyor.

ben bulacağım dememesi gerekiyor. Kitabullahtan kasıt ikidir: kainat kitabı ve gerekse kuran.

"O vakit birden kâinat bir gündüz rengini alır, nur-u İlahî ile dolar. Âlem (ayet) âyetini okur. O vakit zaman-ı mazi, bir mezar-ı ekber değil, belki herbir asrı bir nebinin veya evliyanın taht-ı riyasetinde vazife-i ubudiyeti îfa eden ervah-ı sâfiye cemaatlarının vazife-i hayatlarını bitirmekle "Allahü Ekber" diyerek makamat-ı âliyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür."

aş. her bir devir veya asır, bir nebinin veya evliyanın verasetindedir diyor. her bir nebide bir isim ön plandadır. o asır o ismin en kemalde olduğu devirdir. hz. isa hayy ismi, hz. musa kadir isminin zirvede olduğu dönemler. muhammed asm. bu makamlara girerken, her makamda bir perde açılıyor. bütün esmalarda zirveye çıkıyor. çünkü onun nuru, bir yandan geçmişte kökleri, dalları gelecekte olan bir ağaç gibidir. mazi bize medrese hükmünde geçiyor. her asırda bir peygamber bir ders veriyor.

" Sol tarafına bakar ki; dağlar-misal bazı inkılabat-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında Cennet'in bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmaniyeyi o nur-u iman ile uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, taun gibi hâdiseleri, birer müsahhar memur bilir. "

aş. her olayın arkasında bekaya açılan bir kapı görür. mesela bir çiçeğin arkasında kendisinin sonsuza açılan duyguları görür. allah varlığının en üzel delili kendi içindeki sonsuzluk hissidir. bir beyaz elbise alsan, küçük bir siyah nokta olsa, almazsın. insan her zaman en güzelini almak ister.

bu dünyada sonsuzluğu görebildin mi? yok. görmediğimiz bir şeyi nasıl isteyebiliyoruz? eşyayla olan ilişkim, sonsuza olan isteğimi ortaya çıkarıyor. bu beni tatmin etmiyorsa, benim kalbime bu isteği veren, biri var ki, kendisini aratmak için burada bu numuneleri gösteriyor diye anlıyorum. çünkü kalbim bu sönen şeylere razı değil. vermek istemeseydi, istemek vermezdi.

kalbimde lezzetin devamlılığının isteme hissi var. iman öyle bir duyguyla baktırıyor ki, bütün bu duygularını tatmin edecek bir rahman vardrdiyor. istikbal senin için o zaman bir buluşma olur. bir tren var, süper lüks, adamlar idama götürülüyor. arka tarafta çok kötü bir ahırda insanlar var, bunlar da hz. isayı görmeye gidiyor. hangisi daha mutludur?

"Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisatı; sureten haşin, manen çok latif hikmetlere medar görüyor. Hattâ mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddemesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle. Hakikatı temsile tatbik et..."

Hiç yorum yok: