13 Haziran 2009 Cumartesi

13. Lema Beşinci İşaret

"BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlub olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor? (ayet) sırrıyla şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.
İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur'an-ı Hakîm'de Peygamberlere en mühim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor. (ayet) kelime-i kudsiyesini her sure başında tekrar ile ve her mübarek işlerde zikrine emretmesiyle, kâinatı ihata eden rahmet-i vasiasını melce ve tahassüngâh gösteriyor ve (ayet) emriyle "Eûzü billahi mineşşeytanirracîm" kelimesini siper yapıyor."
amç. bir tanesinde büyük günahları işlemenin imandan çıkarmadığını söylüyor.
mk. en zor yerden başladın.
amç. bir yerde diyordu, büyük günahları sıkıntısızca işleyen adamda o imanın olmadığına işaret eder. burada ise sanki zahiren onu yanlışlamış oldu. bir nüans var, onu dökelim diye böyle söylüyorum. o ikisi arasındaki fark ne olabilir?
bir de kuvve-i şeheviye ve gadabiye, şeytanın desiselerini taşıyabilen iki duygu olduğunu söylüyor. onları şurada netleştirelim. o duygular nedir? ne işe yarar?
mk. daha sonra okuyalım orayı.
şimdi hiçbirimiz iddialı değiliz, ama neler hissettiğini, neler çağrıştırdığını, konuya katılmak açısından, herkes katılırsa, bereketin daha iyi olacağını düşünüyoruz. herkesin güzel ihssettiği noktalar vardır.
ik. cenabı hak bütün kitaplarda cennet ve cehennemi bize gösteriyor. bütün bunlar varken, ve cehennemle alakalı pek çok ikazlar varken, nasıl oluyor da, iman sahipleri, şeytanın çirkin hilelerine kanıyor ve mağlup oluyor. bu çok garip görünen bir konu. üstadı çok düşündürmüş bu konu. acaba iman varken, cenabı hakkın o kadar şiddetli tehditlerine önem vermemek nasıl oluyor, diye soruyor. iman hala gitmiyor mu? kalıyor mu? bilemiyorum onu.
mk. sen hiç şeytana uyduğun yok mu? sen hissetmiyor musun?
ik. evet, hissediyorum bazen alçaldığımı hissediyorum. nereye gidiyorum diye soruyorum. kebairden uzak kalmaya çalışıyoruz. resul efendimizin günde 70 defa tövbe ettiğini biliyoruz,biz de ona uymaya çalışıyoruz. tabi daha önce hacca da gittik. o bizim için bir milat gibi oldu. hacca gittik gördük ki, şeytan taşlamaya gittik. şeytanı kuvvetli bir şekilde taştık. sonra geri geldim. anladım, fark ettim ki, şeytan hala dimdik ayakta. geçen hafta mevzusu çıktı.
mk. zaten şeytan bu demek değil mi, hep diridir ve bulaşacaktır. biz de taşlama fırsatını bulacağız bu sayede. çok güzel duyguları dile getirdiniz. bazen şöyle oluyor. birisinin oğlu mahkemeye çıkmış. kimse şahitlik yapamıyormuş. adamın babası şıhmış. demişler ki, bu hep doğruyu söyler. sülale demiş ki, söylemeyeceksin. adam demiş ben yalan söyleyemem. sülale bunu afaroz etmiş.
şeytanı değişik taraflardan hep tecrübe ediyoruz.
aş. beraber bulunduğumuz takdir ettiğimiz, imanı da var, bir adam, sonra bir tavır görüyoruz, bu adam bunu nasıl yapabilir. burada bu tarzda, kardeşlerimize suizana sebep olabilecek noktalarda insaflı davranmamızı söyleyen noktalar var. bu nasıl yapılır tarzında şeyler konuştuk ya, gerçekten bunun çözümü nedir? belki senelerce birlikte olmuşsunuz. sonra bir tavır takınıyor. bundan hiç böyle bir şey beklemezdim deyip, düşman görecek şekilde bakmaya başlıyorsun. böyle bir durumda nasıl insaflı davranabiliriz? onun insafa layık olduğunu, görmemiz gerektiğini düşünüyorum.
bir hadis var. ebu vakkasın kardeşi galiba. içki içiyor günah işliyor. resule geliyorlar, döveyim mi, bunu diyorlar. resulun söylediği çok güzel bir şey var. senin kardeşini, birkaç adam yakalasa dövseler, sen döveven adamlara mı yardım edersin, kardeşine mi yardım edersin? tabi ki kardeşime yardım ederim diyor. ona heva ve nefsi hücum etmiş. bir de sen mi tokat atacaksın, diyor.
oğ. devamında bir şey söylüyor mu?
aş. yardım et diyor.
bir gün cihada gidecekler. ağbisi, bunu direğe bağlıyor. hanımına da diyor ki, bunu açmayacaksın ben dönene kadar. kardeşi diyor ki, vallahi ben cihada gideceğim. geri gelince, beni bağlarsın yine. ebu vakkas, savaşta şaşırıyor. en önde kardeşi var. sonra dönünce, ağbisi, sen artık serbestsin diyor. kardeşi diyor, madem ben serbestim, artık bırakıyorum. öbür türlü, sopayla bıraktı denilmemek için, bırakmamıştım. demek insanı bir bütün içinde değerlendirmek gerekiyor. bu şekilde bakarsak, şöyle düşünelim. bu kardeşimle ben cennette beraber olacak mıyım? anlaşacağız bir şekilde. hırsımız olmayacak, kibirimiz olmayacak. şimdiden ne yapalım? anlaşalım.
mk. işte anlaşabilmemiz için, iki nokta var. bu kişilik açısından bu konu, çok önemli. çünkü insanın kişilikleri, gelgitler yaşıyor. bu gelgitler insanı devamlı tereddüte sokuyor. işte arkadaşlar, risale-i nur aynı zamanda hadis külliyatı sunuyor. hadisin temel fikriyatını özlerini bize sunuyor. dolayısıyla kuranla beraber hadisin teorik olarak bize sunuluş şekli.
yusuf ağbinin bana hatırlattığı konu ise şu: insanın hayatında iki yön var: bir iyilikler, bir kötülükler yapıyor.
insan bunların arasında gidip geliyor. insanın sadece yaşadığı psikoloji, kendisini sadece hayır yapan bir psikolojiye girdiği zaman da dengesi bozuluyor. diğer taraftan da, kendisini şerli tarafta hissettiği zaman da, vur patlasın çal oynasın, psikolojisi yaşıyor.
insan psikolojisi bunları dengeleyemediği zaman, mutsuzluk başlıyor. bu iki kutbu hayatımızda her zaman yaşadığımız çok önemli bir nokta. ama bu noktayı, tekrar okuyunca tartışalım.
rz. halid bin velid, islamın en büyük komutanlarından biri. uhud savaşında, bizzat müslümanları vartaya düşüren adam. sonradan onun onun onuru kırılmasın diye, ona o zafer verildi diyor üstad. öyleyse, ferdiyetçiliği ön planda tutmak lazım.
mk. ama o farklı bir yer gibi.
rz. herkesin bir yapısı var, artısı ve eksisi var. öyle ki imtihan olsun. nasıl şeytan o adama işleyecek? ferdiyet olarak, insanların bazı zaafları mutlaka var , şeytanın o adamı o yönlerden işlemesi gerekiyor ki, o adam da uyumasın, sürekli olarak allaha sığınsın ve terakki edebilsin.
ve inanıyorum ki, tavır olarak bana şöyle geliyor, insanların ferdiyetçiliğini koruyarak tövbe etmesi, kendisini aşağılayarak tövbe etmesinden daha önemli bir şey gibi geliyor.
mk. konunun en önemli noktalarından biri, ikinci dediğiniz nokta.
"BEŞİNCİ İŞARET: Cenab-ı Hak, Kütüb-ü Semaviyede beşere karşı şu Cennet gibi azîm mükâfat ve Cehennem gibi dehşetli mücazatı göstermekle beraber çok irşad, ikaz, ihtar, tehdid ve teşvik ettiği halde; ehl-i iman, bu kadar esbab-ı hidayet ve istikamet varken hizb-üş şeytanın mükâfatsız çirkin zaîf desiselerine karşı mağlub olmaları, bir zaman beni çok düşündürüyordu. "
aş. burada hizbüş şeytan diyor. üstad yeri geldikçe, dinsizlere karşı, ahmak gibi ağır tabirler kullanıyor. fakat burada müminlerin şeytana mağlubiyet sebebini konuşuyor. veya insi şeytanlara mağlup düşmeleri. bu demek değildir: bir taraftan adam kebairi, çok rahatlıkla, rahatsız olmadan işliyor. bu ayrı bir konu. burada ayrı bir konu var. imanın bir sürü nimeti var, şeytanın kuvveti yok dediği halde, mümin insanlar nasıl oluyor da, bu şeytana aldanıyorlar?
yy. bu kadar ikaz uyarı olduğu halde, insan nasıl bundan etkilenebiliyor?
amç. şeytan zayıf görünse de, kuvve/i şeheviye ve gadabiye, çok güçlü duygular. fıtrattaki üç duygudan ikisi bu. en önemli amiller bunlar. birisi istek, menfaatleri çekmek. diğeri de kendini koruma duygusuyla birlikte, öfke ve gazap duyguları. şeytanın vesveseleriyle birlikte bunlar da olunca, mazur görmeye gerekçeo oluyor.
yy. evet, bu iki duygunun imtihanı da insanın tekemmülünü sağlıyor.
amç. üçüncü duygu da, kuvve-i akliye. bu tüm duygulardaki ifrat ve tefriti ayırıp, vasata yönlendiren duygu.
freud psikolojisinde de benzer bir şey var. fakat tabi onlardaki mana daha farklı.
mk. burada ilginç bir şey söylüyor. acaba iman varken, cenabı hakkın şiddetli ikazatına önem vermemek nasıl oluyor.
"Acaba iman varken, Cenab-ı Hakk'ın o kadar şiddetli tehdidatına ehemmiyet vermemek nasıl oluyor? Nasıl iman gitmiyor? (ayet) sırrıyla şeytanın gayet zaîf desiselerine kapılıp Allah'a isyan ediyor. Hattâ benim arkadaşlarımdan bazıları, yüz hakikat dersini kalben tasdik ile beraber benden işittiği ve bana karşı da fazla hüsn-ü zannı ve irtibatı varken, kalbsiz ve bozuk bir adamın ehemmiyetsiz ve riyakârane iltifatına kapıldı, onun lehinde benim aleyhimde bir vaziyete geldi. Fesübhanallah dedim, insanda bu derece sukut olabilir mi? Ne kadar hakikatsız bir insan idi, diye o bîçareyi gıybet ettim, günaha girdim. "
mk. hepimizin hayatında bu tip şeyler vardır. benim çok sevdiğim bir asker arkadaşım vardı. çok yıllar geçirdik. bazen öyle duygular yaşıyorum ki, nasıl olabilir diyorum. bazen de diyorum ki, ya benim de bir sürü kusurlarım var, olabilir. çoğu insan da, beni tahrik ediyor, onlar da iyi bir şeyler görüyor ve söylüyorlar. ama iyi bir şey görmek yetmiyor. aile içinde de bu oluyor. iki insan, birbirlerine dayanamıyorlar. halbuki ikisi de bal gibi insanlar. ama bir nokta çıkıyor, nasıl olabilir, o kadar söylediğim halde, buun yapmıyor. öbürü de onu diyor. halbuki hepimizin bir kör noktası var. başkalarının bize nasıl insaf etmesini bekliyorsak, biz de öyle yapmalıyız.
en önemli nokta, insan kendisini nasıl sevecek. yaratıcının cennet gibi bir dünyasında yaşayacaksın, ama onun memlektinde, onun yarattığı kişi olarak, ona isyan edeceksin.
yy. evdeki çocuk nasıl sana ediyor.
amç. şu aklıma geldi. cenabı hakkın affedebildiği bir şeyi, bizim yargılama, cezasını kesme yetkisine sahipmişiz gibi, birisini tezyif etme hakkına sahip değiliz. bize düşen, en kötü ihtimal, dua etmek olmalı. müsamaha gösteremiyorsak bile. onun o hatasından kurtulmasına dua etmek. ama bizim kendimizi korumak açısından bakınca, bunun sınırı nasıl çizilecek.
eğer ihtilat edersen, adam sana zarar verecek. bunun çizgisini nasıl çizelim?
mk. başkasına değil de, kendimize çizersek, çok kolay olur. başkalarına çizgi çizen insanlar, kendi dünyalarında o dengeyi kuramadıkları için, devamlı ürkek, gergin kızgın ve korkak olurlar. insanlar kızgın olmak için korkak olmazlar. kendilerinde net olamadıkları, hakim olamadıkları için, korkak olurlar.
mk. bir düzeltme yapabilir miyim? sürekli, aynı tavır varsa, yoksa kızdığı için değil.
amç. ben de onu demek istedim.
mk. insanlar önce kendilerine saygı duyarlar. bundan daha önemli bir şey olamaz. bunu duyarsa, başka insanlara kendi aynasındaki gibi bakabilir. dolayısıyla, başka birisinde, bir şyey gördüğü zaman yapılabilecek 3 tavır vardır: ya kızacaksın, ya hakir göreceksin ya da bir zamanlar biz de yapmıştık, inşallah bu da iyileşmeye vesile olur. tavır olacak, ama bu bizde şekillenen aynaya göre oluşur.
ya biz o kadar mübarek insanız ki, bize şeytan giremez, dediğimiz zaman, yşeytan girmiş demektir. en büyük insan, normal insan olmak demektir. bazen şeytan gelir, bazen rahman gelir. ama şeytan geldiğinde, çoğu zaman iyi insan, rahmanı hatırlar, ona kendini atar. şeytanlar da bir görev görür. bizi böylece rahmanın kucağına kaçmamıza ve onunla daha sıcak ve sevecen bir hal yaşamamıza.
çocukların en mutlu anları nedir? korkmuştur, sonra koşa koşa, anasının kucağına girer. belki şeytanın bize desiseleri, rahmanın kucağına tüm hırslarımızı kaygılarımızı bırakarak, bütün coşkunluuğuyla onun kucağına bırakmamıza sebep olursa, bu sefer ben devamlı hata mı yapacağım korkusunda kurtuluruz.
veyahut da zaman zaman gafletle, bazen elimizi kaptırdığımız şeyler olabilir. ama bakarız ki, bunlar hoş değildir. tekarr deriz ki, bizim kapımız burası değil. aslında gerçek kapı rahmanın kapısıdır diye hissettiğimiz an ile, o günahlar bize rahmet kapısın açtığı için, o günahlar biez yeniden hayat verir. ama biz ben nasıl bunu yaptım diye söylenirsek, o problem olur.
ki burada sait nursi, çok ibar söylemiş. aslında insan dünyasında bunu yaşadığı gibi, mezhep dünyalarında da bu çok tartışılmış. büyük günah yapan insanlar nasıl imanını koruyabilir.
yy. iki duygu aynı anda nasıl oluyor?
amç. bunları yaparsan cehenneme gidersin dediği halde yaratıcın, sen bunu gözünün içine baka baka, nasıl yapıyorsun?
benim sorum tabi şöyleydi: bu kendimizle mütalaada, çok istifade ettik, barışçıl bir yol çizdiniz. biz günahlara girdiysek, allaha koşmamıza vesiledir. ama dostumuz, arkadaşımız, eşimiz böyle şeyler yaptığında ve bu bize artık zarar veriyorsa,, bakış nasıl olacak?
aş. aslında oluyorsa meselesi var ya, burada bizim sınırlarımıza bakmamız lazım. sınırları tabi belirleyen allahtır, ama şunu demek istiyorum. beni imtihana sokan kim? allah. rabbim bana, nasıl akşam namazı vakti gelince namaz kılınır, acıktığın zaman yemek yenilir. bunların hepsi ibadettir. menfi ve müspet ubudiyet var. acıktığın zaman yemek yemek, müspet ibadettir. öte yandan, başına musibet geliyor. burada ne yapacağım? insan nefsine aldanabiliyormuş. ben tahammül edemiyorum, diye sürekli iltica haline geçmesi gerekiyor. asıl olan da budur. bizim imtihanımız da orada. olayda, üçüncü şahıs aslında problemlidir. o sadece senin ubudiyetini belirler. kararını verirsin, olmaz veya olur dersin, ama şu ubudiyeti kopartmamak lazım.
her şey rahman ve rahimin izni ve iradesiyle geliyor. orada allaha iltica etmek. hem müspette hem menfide. menfide allahın hıfzına yöneleceğiz. bunu yusuf ağbiyle çok konuştuk. kendimiz olayı tespit edip, başkalarının kusurunu aramayın deniyor. sen gittin casusluk yaptın, problemi tespit ettin. o zaman problemi çöz diyor. ama sen acizsin, çözemezsin. onun kalbine giremezsin. eğer sorun varsa, bunun çözümü için dahi bana geleceksin diyor. sana ne yapman gerektiğini vicdanında bildirir.
mk. aslında üçüncü şahısları da görsek, şeytanın görünümlerini görüyoruz. aynı şekilde, kendimize bulaştırmamak için uğraşmalıyız, hatta şükretmemiz lazım, biz böyle bir şey yaşşamadığımız için. arkadaşımız için de dua etmeliyiz.
amç. somutlaştıralım. zina kebairdir. zinayı allah muhafaza eşinizde gördünüz. burada böyle bakabilir misiniz? allah ona böyle bir şeyi yaşatmış mı diyeceksin.
aş. orada öyle bir şey demiyor ki.
yy. biz böyle hirstiyanlar gibi, bir şamar yedik, çevir yanağını değiliz ki.
aş. yanlış anladın. seferden döndüğünüzde, geceleri eve gitmeyin, gündüz gidin diyor. niye? hanımınızı uygunsuz manada bulmayın.
mk. o manada değil tabi ki. çok zorlama söyledin.
sabahleyin bizim orada sekreter bir kız var, hakikaten endamı da güzel. sabahleyin gittim, çiçek var, burayı sana emanet ediyorum. uykulu uykulu yapıyordu, ben o halini görmek istemedim. nezaket kurallarında değil.
aş. orada anlatmak istediğim bir incelik var. sünnetullaha riayet edin. ama bir şey gördünüz, boşarsınız, bitti. orada senin görevin belli.
yy. hanımı bile olsa, günah işlemiştir, görevini yaparsın. boşanırsın.
mk. vuramazsın ona, o zaman katil olursun.
aş. allah senden daha kıskançtır, kulunun günah işlemesini istemez. sen onu öldürmekle mükellef değilsin.
bir sahabe zina yapıyor. bu adam diyor, ben zina yaptım, beni temizle resulullah. recmet yani diyor. bir iki, üç geliyor. her seferinde resulullah kovuyor. ama bir mecliste, açıkça söyleyince, o zaman mecbur kalıyor. tamam recmedin diyor. insanlar diyor ki, vay kötü adam, nasıl böyle yapar. resulullah, diyor ki, onun imanı buradaki 40 kişinin imanına bedeldir. öyle bir istiğfar etti ki... insanı yaptığıyla, tek başına değerlendiremezsin. kuvvei şeheviye ve gadabiyenin bir oyununa gelir, bir yanlış yapar. bu yanlışından dolayı, kamil taraflarını da batırmayın. bu bir bakış açısıdır. öyle güzellikler yaartır allah ama içinde bazı insanı rahatsız edici şeyler vardır. insan gider o pisliklere takılır. ay ne kadar pis der. böyle bir yaratıcı bu pisliği yaratmışsa, bir hikmeti vardı diye düşünmelisin. niye bu kardeşimin bu hatası var deyip, bütün güzel yönlerini batıırıyorum.
o günahı hoşgörmek manasında değil bu.
yy. tavırsızlık değil bu. bir tavır göstereceğiz.
oğ. her günahta küfre giden bir yol vardır denilir. nasıl yaşarsınız, ona inanmaya başlarsınız. günahlar içinde bir yaşantı, imanın zayıflığına bir işaret. hatta iman değişkendir. zaman zaman tahkiki derecesine çıkması, zaman zaman zayıflaması.
aş. iki mesele var orada.
kalbi alıcı gibi tarif ediyor. ampulu iman gibi düşün. nefis onun üzerine tütsü kurmuş, karartıyor. ve o ışık, az gözüküyor. ama bazen onu siliyor, ışık çok gözüküyor. imanın derecesi, nefse karşı mücadeledeki duruma işarettir.
oğ. ama zayıflıyor.
aş. zayıflaması neden kaynaklanıyor? bir konuyu bir kere anlamışsan, bir daha unutsan da, onu hatırlaman çok kolaydır.
oğ. o özelliğin kaybolmamasına ait bir özellik. imanın gitmemesi yani. ama imanın zayıflaması var.
aş. ama illa yüzde yüz bir ilişki kuramazsın. deminki sahabe örneği gibi, birebir ilişki yoktur. o onu etkilemez manasındadır. günahın, imanı belirlemeyeceği manasında söylüyor. ama zayıflayabilir, artabilir. o ayrı bir mesele. ille de böyle olmak zorunda değil.
hş. çabuk tövbe ile temizlenmezse, günahta küfre yol vardır. çok takva insanlar, günahı kabullenemiyor. çok günah yapanlar da, tövbeyi bırakıyor. burada gafur isminin tecellisi ortaya çıkmıyor. birisi istiğfar edecek ki, gafur ismi ortaya çıkacak. bizim imanımızın derecesi, tövbe ettiğimiz miktarda ortaya çıkar. yoksa günah işlememiz söz konusu değil. hata günahsız bir topluluk olursanız, sizi götürürüz, günah işleyen bir topluluk getiririz diyor. ama biz hemen günahltardan sonra pişman olup tövbe edersek, bu makbul bir davranış olur.
aş. mutezile, neden hataya düşmüştür. mutezile, eşyanın zatında güzel veya çirkin olduğunu söylediği için, hataya düşmüştür. iman amelden bir cüzmüdür? eğer imanın direk amelin bir yansıması olduğunu söylersen, mutezile tavrı olur. eşya zatında güzeldir veya çirkindir fikrinin esprisi var ya, bunu aldın bunda tesir vardır demek. bu bdoğru değil. tesir allahtandır. günahın, senin kaderinde takdir edilmiş bir hadisedir aynı zamanda. orada senin göstereceğin tavır önemli. eğer pişman olursan, tövben, günahı silip süpürüyor. dolasıylısyal, o amel, senin imanını belirlemiyor. yoksa imanını zayıflatacak olsa, o zaman istiğfar olamaz. istiğfar varsa, ozaman yüzde yüz bir ilişki olamaz. problem dışarıda değil, içeridedir.
mk. konunun cevabı gelecek. bazı şeyler ufak şeyler de. bizim derviş ali olsaydı, burada bir kelime takardı. tahmin ederim, o iki kelimeyi bulursak, konu çözülecek.
"Sonra sâbık işaretlerdeki hakikat inkişaf etti, karanlıklı çok noktaları aydınlattı. O nur ile lillahilhamd, hem Kur'an-ı Hakîm'in azîm tergibat ve teşvikatı tam yerinde olduğunu, hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığını, hem günah-ı kebairi işleyen küfre girmediğini, hem Mu'tezile mezhebi ve bir kısım Hariciye mezhebi "Günah-ı kebairi irtikâb eden kâfir olur veya iman ve küfür ortasında kalır." diye hükümlerinde hata ettiklerini, hem benim o bîçare arkadaşım da yüz ders-i hakikatı bir herifin iltifatına feda etmesi, düşündüğüm gibi çok sukut ve dehşetli alçaklık olmadığını anladım. Cenab-ı Hakk'a şükrettim, o vartadan kurtuldum. Çünki sâbıkan dediğimiz gibi, şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler."
mk. şu cümleyi izah edin, bana yeter: "şeytan cüz'î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. " emri ademi.
"insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler", burada dinlemek ne demek?
" İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahîm" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. "
mk. bazen o gafur kucağına gitmek için, neredeyse buradaki gibi...
yy. neredeyse yap der gibi.
mk. "dinler" ne demek? alıcı sürekli açık demek. emri ademi ne oluyor?
hş. şeytanın fiilen yaptığı bir şey yok. insana sadece vesvese veriyor. olmayan bir işle, insanı kandırıyor. mesela, bir fırsat var , çalmaya, aman diyor, bir daha bunu göremezsin. çal götür. insanı öyle kandırıyor. aslında ortada bir şey yok. ikinci nokta da, tövbe etme noktasında. insana diyor ki, ya yaptın bir kere, bırak tövbe edip ne yapacaksın. onu telkin ediyor.
rz. neye şükrediyor? o arkadaşının vartaya düşmemesine şükrediyor. biz de aynı hisleri yaşayabilmemiz lazım.
mk. adem ve havva kıssası. allah onları cennetine koymuş. her türlü nimet var. koyun keçi, çiçekler. bir de davul zurna koymuş. sonra şeyütan gelmiş ne demiş? allah demiş ki, bu kadar nimet, hava var, fakat şu meyveden yemeyeceksiniz. şeytan ne demiş?
rz. adem ve havva, cennetten çıkacaklarını biliyorlarmış. şeytan bunu yerseniz, cennete kalırsınız demiş.
mk. ben o kadarını bilmiyorum. şeytan ne yapıyorsunuz demiş. ne yapalım, hayatımıza şükrediyoruz. eee, neler yapıyorsunuz? koyun, keçi her gün bir yere gidiyoruz, sudan içiyoruz. boğazı seyrediyoruz. yarın ne ya pıyorsunuz? yine aynı şeyi yapıyoruz. ya böyle hayat çekilmez ki. ya ne yapacağız? ben öyle bir şey biliyorum, onu yerseniz hayatın tadı o zaman gerçekleşiyor. şurada bir ağaç var, o meyveyi yerseniz. ya nereden biilyorsun? ben biliyorum. olur mu demiş, her şey burada ne güzel ya. abicim, onda bir enerji var. eee, ne enerjisi. siz demiş, sabahleyin gidiyorsunuz topluyorsunuz, geliyorsunuz, ya çekilir mi bu hayat. o ağaçtan bir defa meyveyi yeyin, hiç yorulmazsınız, hep aynı enerjiyle devam edersiniz. ilk akşam uyuyamamışlar. acaba o meyveyi nerede buluruz. ertesi akşam, yine başlamış vesvese, haydi gittik bulduk, bu sefer meyveyi nasıl indireceğiz. abi dünyada meyve kalmamış, sırf onunla ilgilenmeye başlamışlar. acaba demiş, bunu kimseye söylemeyelim, biz kendi başımıza yiyelim. ertesi gün, acaba, biz o ağacın yerini şeytana mı sorsak, yoksa gizli mi gitsek. artık dünya kalmamış, sadece o meyveyi düşünüyorlar.
her gün cennetin tadını yaşıyorlar. ama insanı meraklandırıyor. her şey onun içinde. insan onu düşününce, diğer tüm nimetleri unutuyor. gerçeğe daynmayan bir duygudan yararlanarak, şeytan insana hata yaptırıyor. yoksa, allah var, nimetler var, hiçbirini inkar ettirmiyor. ama öyle bir şey yapıyor ki, tüm bunları unutuyor, tek bir meyvenin peşine takılıyor. dolayısıyla, böyle bir iksir var. onun için, bismillahirrahmanirrahim deyip, hayata besmele ile bakmaya ve o nur ile, bir anne kucağı, bir sevgili kucağını, bir rahmanı rahim kucağını arzulamayı, o kucağın bereketini, sıcaklığını, onun ikramını şeyfkatini, affetmesini, onun böylece ürkütüp korkutup kucağına getirttiğini.
gerçekten çok güzel duygular var. bunları kendi dünyamıza messetmemiz gerektiğini.
aö. burada anlatımdan, insanın nefsinin mahiyeti, amelin imandan bir cüz olmaması. kebairi işlemenin imansızlık olmadığını gösteriyor. ama bazı hadisler var ki, ahir zamanda, öyle durumlar var ki, imanın çıkması, ahir zamanda imanın elinde ateş tutmak olması. bunları nasıl yorumlamak gerekir?
aş. daha çok allaha sığınmak gerekir.
aö. zahiren birbiriyle uyuşmamak gibi.
mk. uyuşuyor. insan yaz gelir, sıcaktan bunalır. kış gelir, insanda zindelik gelir, yaz gibi yaşamaya başlar. allah da ahir zamanda, insana kendine has, bereket veriyor.
aş. bizim her zaman allaha sığınmamız gerektiğini vurguluyor o hadisler. günaha açık bir mekanizma var. ışığı kapatmaya çalışıyor. her zaman allaha sığınmak ve ondan medet ummak gerektiğini söylüyor. iman çıkar derken, günah anında, iman boynundan çıkar, sonra müminse yine geri döner. o bir teşbihtir, o anda iman çıkmış gibi gözükür. ama istiğfar yine onu gösterir.
ahirette de, münafık ve müminin imanı arasında çok ilginç bir benzetme var. münafığın imanında, parlayan bir şey gibi. onu çektiğiniz anda, kapkaranlık kalır. kalbi kirli, dışarıdan gelen bir ışık, onda gözüküyor.
mümininki, öyle değil. kendi içinden. kendisi aydınlatıryor.
rz. küfürde, inkar etmek var.
aş. tabi şunu iyi düşünmek lazım. şeytan küçük bir noktaya takıp, hayatımızın onun üzerinde döndürüp, sanki alem ondan ibaretmiş gibi gösterip, bizi helaka sürükülyor. niye bu var? diye ona takıyorsun.
mk. bazen öyle oluyor, kırmızı gömlek görüyorsun. onu almadığın zaman, kendini keriz zannediyorsun. halbuki, giyince, 5 dakika sonra bir şey kalmıyor.
veya bir müddet sonra, yeşil oluyor moda. bir zamanlar, yörük işi derlerdi.
aş. zengin bir adamın karısı, bir kolyeyi tutturmuş. illa bana o kolyeyi alacaksın. onunla kafasını yemiş yemiş. bir bakıyor ki, rakibinde daha güzel bir kolye var. çok seviniyor, o kolyeyi aldığında. o olmasa, benim hayatım söner diyor. bakıyor ki, rakibinde daha güzeli var. bir anda o kolye, hiçliğe gidiyor.
mk. bazen bir kalem oluyor. illa kadınların eşyaları değil.
cc. günahların işlenmesinde bazen fiziksel özellikler rol oynuyor. adam kleptoman. veya alkol bağımlısı. veya benzeri hastalıklar. bu hastalıkların hikmetini neye bağlıyorsunuz?
yy. tedavi olması lazım. çocuk büyüyene kadar, uyuyan uyanana kadar, deli akıllanana kadar, sorumlu değildir.
cc. yani onlara günahları sorulmayacak mı?
aş. yok ihtiyarıyla girmiş.
içki meselesinde içkiden dolayı sorumludur. ama ondan sonrası ne olması gerekiyor? hastalık haline gelmişse, onun tedavi edilmesi gerekiyor.
yy. içki zaten sonuçtur. içki içenin alkolik olmaz. bazıları alkolik olur. başka sorunları vardır. ona sığınıyordur.
hş. ama tövbe ediyor, ben bunu bir daha yapmayacağım diyor. bu çok önemli. tövbe bozmak iyi bir şey değil. ama yine de bir pişmanlık var işin içinde. sahabe örneği. direğe bağlıyorlar, ama yine de gidip içiyor. bu bir zaaftır, ama kötü olduğunu bilerek yapıyor. kendi hayatında negatif bir yansıması olmuştur, ama çok aşırı imansızlık neticesi bir şey değil.
yy. kadıköyde akşamları sarhoşlardan insanlar rahatsız.
hş. belki bu dünyada karşılığını görüyordur, ama uhrevi olarak pişmansa, allahtan özür diliyorsa, çok da imanına zararı olmaz.
aş. onun tedavi görmesi gerekir. adamı alırsın, belki bağlarsın. bir yolu vardır. deliye hürriyet verilmez. iradesi giden bir insana, da hürriyet verilmez.
öyle insanlar var ki, kebaire giriyor, hiç rahatsız da olmuyor. orada rahatsız olması da güzel bir şeydir.
mk. bu konu ağır bir konu. başka bir zamana almalı.

Hiç yorum yok: