8 Ocak 2010 Cuma

26. Lema Beşinci Rica

"BEŞİNCİ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığımın mebdeinde, bir inziva arzusuyla, İstanbul'un boğaz tarafındaki Yuşa Tepesi'nde, yalnızlıkla ruhum
bir istirahat aradı. Bir gün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktım. Gâyet hazîn ve rikkatli bir levha-i zeval ve firakı, ihtiyarlığın ihtarıyla gördüm. Şecere-i ömrümün kırkbeşinci senesi olan kırkbeşinci dalındaki yüksek makamından, tâ hayatımın aşağı tabakalarına nazar gezdirdim. Gördüm ki; o aşağıda, herbir dalında, herbir senenin zarfında sevdiklerimden ve alâkadarlarımdan ve tanıştıklarımdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gâyet rikkatli bir mânevî teessürat içinde, Fuzulî-i Bağdadî gibi, müfarakat eden dostları düşünerek enîn edip:
Vaslını yâdeyledikçe ağlarım,
Tâ nefes var ise kuru cismimde feryad eylerim.
diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapısını aradım. Birden, âhirete îman nuru imdada yetişti. Hiç sönmez bir nur, hiç kırılmaz bir rica verdi.
Evet ey benim gibi ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Madem âhiret var ve madem bâkidir ve madem dünyadan daha güzeldir ve madem bizi yaratan zat hem Hakîm, hem Rahîm'dir.. ihtiyarlıktan şekva ve teessüf etmemeliyiz. Bilakis ihtiyarlık, îman ile ibadet içinde sinn-i kemale gelip, vazife-i hayattan terhis ve âlem-i Rahmete istirahat için gitmeye bir alâmet olduğu cihetle ondan memnun olmalıyız. Evet nass-ı Hadîs ile; nev-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmidört bin Enbiyanın icma' ve tevatür ile; kısmen şuhuda ve kısmen hakkalyakîne istinaden, müttefikan âhiretin vücudundan ve insanların oraya sevkedileceğinden ve bu kâinatın Hâlıkının kat'î va'dettiği âhireti getireceğinden haber verdikleri gibi, onların verdikleri haberi keşif ve şuhud ile ilmelyakîn suretinde tasdik eden yüz yirmidört milyon evliyanın o âhiretin vücuduna şEhadetleriyle ve bu kâinatın Sâni-i Hakîminin bütün Esmâsı bu dünyada gösterdikleri cilveleriyle, bir âlem-i bekayı bilbedahe iktiza ettiklerinden; yine âhiretin vücuduna delâletiyle; ve her sene baharda, rûy-i zeminde ayakta duran hadd ü hesaba gelmez ölmüş ağaçların cenazelerini Emr-i كُنْفَيَكُونُ ile ihya edip Ba'sü Ba'delmevt'e mazhar eden ve haşir ve neşrin yüzbinler nümunesi olarak nebatat taifelerinden ve hayvanat milletlerinden üçyüz bin nevileri haşr ü neşreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesabsız ve israfsız bir hikmet-i ebediye ve rızka muhtaç bütün zîruhları kemal-i şefkatle gâyet harika bir tarzda iaşe ettiren ve her baharda az bir zamanda hadd ü hesaba gelmez envâ-ı zînet ve mehâsini gösteren bir Rahmet-i bâkiye ve bir inayet-i daimenin bilbedahe âhiretin vücudunu istilzam ile ve şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat'ın en sevdiği masnuu ve kâinatın mevcudatıyla en ziyade alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, daimî olan aşk-ı beka ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedahe işaret ve delâletiyle bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saadet bulunduğunu o derece kat'î bir surette isbat ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedahe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler. (Hâşiye) Madem Kur'an-ı Hakîm'in bize verdiği en mühim bir ders, "îman-ı bilâhiret"tir ve o îman da bu derece kuvvetlidir ve o îmanda öyle bir rica ve bir teselli var ki; yüz bin ihtiyarlık bir tek şahsa gelse, bu îmandan gelen teselli mukabil gelebilir. Biz ihtiyarlar "Elhamdülillahi alâ kemal-il îman" deyip, ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz."

ik:
aş. üstad 45 yaşına geeldiği zaman tüm ömrünü gözden geçiriyor.
yy. derler ya, diğeer tarafta ne çok sevdiğin var diye.
aş. sevdiğimiz şeylerin iyi belirlenmesi lazım. hepsi gelip gitti. şimdi ruhumuzu zor taşıyan bir bedenle yaşıyoruz.
insan zaman zaman , bediüzzamanda bu çok yoğun, içsel bir tefekkür ve hayatını yeniden gözden geçirmek için bu gerekiyor. resullahın hayatına da baktığımızda, 40 yaşına kadar çok yoğun bir mağara seyahati var. orada içseel bir tefekkür tecrübesi yaşıyor. özellikle eçok önemli kararlar vereceğin zaman, zihnini boşaltmak, alıştığın ortamdan uzaklaşmak yararlı oluyor. üstad da, böyle yapıyor. yuşa tepesine çekiliyor, vanda elek dağına çekiliyor bir süre. ondan sonra yepyeni bir hayat başlıyor. çünkü belli bir zaman sonra insan kanıksıyor.

bir zamanlar haram olan şeyler, belli bir zaman sonra kanıksanıyor. kendi gençliğimde, bize çok acayip gelen şeyler, şimdi çok basit, rahatlıkla yaptığımız şeyler olmuş.

yy. şimdi "kız arkadaş" o kadar normal bir şey haline gelmiş. toplumun genelinde çok rahat bir şekilde, insanların sıkılmadan söyleyebildiği bir şey olmuş.

aş. ailecek bakılması çok ayıp olan şeylere çok rahat bakıp da hiç rahatsız olmuyoruz. insanda utanma duygusu olmuyor. bu bir örnektir. o ülfeti kırmak, hayata yeniden bakmak,

alıştığımız sistem içinde neleri kaybedip kazandığımızı görmek için, inziva gibi bir dönem, hayır olur.

yy. şirketlerin yıl sonu değerlendirmeleri olur. veya üç aylık da olur. halimiz nedir, ahvalimiz nedir. kar mı ediyoruz, zarar mı ediyoruz. insanın da dönem dönem hayatını yapıp ettiklerini, tefekkürden geçirip kendi halini gözden geçirmesi gerekiyor.

aş. ihtiyarlar leması, onun daha çok van'daki tefekküründen sonra. 1922'lerde. 45 yaşları da o zaman. değil mi? siyaseti bırakıyor.

yy. ama o acaba en son gidişi midir van'a?

ik. buradaki yuşa tepesine çıkışı.

hş. 1920.

aş. üstad kosturmadan döndükten sonra istanbulda 2 sene kalıyor. kurtuluş savaşından hemen önce. 1918-1921 arası. o dönemde, darülhikmet azalığı yapıyor.

hş. 1920'de 45'ten gün alıyor üstad.

aş. bu hepimizin ihtiyacı olan bir şey. hayatı anlamlandırma derdindeysek, bu noktada ne yapıyoruz. uhrevi bir yolculuğumuz var, bu ömrümüzü mümkün olduğunca bereketli ve verimli kılmak için, her sene bir değerlendirme gerekiyor.

yy. günün de muhasebesini yapıyoruz. akşam yattığında. tasavvufta bu metodun olması lazım, öyle değil mi? şapkanı önüne koy, düşün derler ya.

rm. o zaman bunun metodolojisi de olmalı. şirketler değerlendirmeleri yaparken, bir yönteme dayanarak yapıyor. kişi bunu nasıl yapacak? kriterleri nasıl olacak?

hş. metodolojisi, sıkıntı. üstad burada bir yere gidiyor. ihtiyaç hasıl oluyor. yoksa bunun belli bir saati yok. her karanlıkta bir nur arama tavrı var üstadın. önce karanlık bir halet geliyor, oradan bir nur arama gayreti doğuyor.

yy. gün içinde de aynı şeyi insan bazen yaşayabiliyor. bazen için bunalıyor. sonra bir dostun geliyor, o huzursuzluk dağılıyor. depresyondaki insan hayatı kuyudaki gibi düşünür. her şey kötü zanneder, onun gibi.

rm. bu beklentinin biraz vicdani bir yönü de var.

yy. dedi ya, şirketler bir hedef koyuyor, ona göre değerlendirme yapıyor. insan da bilinçli veya bilinçsiz bazı hedefler koyuyor kendisine.

rm. o kadar planlı değil yalnız.

hş. her insanda, bu insan olmanın bir gereği. üstad çok duyarlı oludğundan, bunları çok şiddetli hissetmiş. biz onları hissettiğimizde örteriz. üstad ise, onları en derinine kadar sorguluyor, ona göre bir rahmet arıyor. kurandan bir çözüm buldum diyor. onu da çok derinden hissediyor.

yy. çözüm yine kuran. gittim güzel bir müzik dinledim değil. türk filmlerindeki gibi, kafayı çekip moralini düzeltmesi gibi değil. orada üstadın temel bir soruna temel bir çözüm bulması var.

hş. genelde biz kötü bir şey oludğunda, aman bunu hatırlamayalım, diye geçiştirmeye çalışırız.

bende ta çocukluktan beri bir d uygu var. o duygu gelince, hemen üstünü örtmeye çalışıyorum. o çok derin bir şey.

ona mantıki bir şey değil, hatırlamamak için kapatıyorum. ama üstad atmıyor. o duygudan nur elde ediyor.

yy. o enteresan.

ry. ahirete imandan kaynaklanıyor.

hş. ahirete imanı da pekiştiriyor bu.

yy. susuz kalmış bir insanın, su içerkenki, o suyun nimet olarak değerini algılama biçimini düşün. susuz bir insanın su içmesiyle, ikinci kez içen bir insanın içmesi aynı tadı alamıyor.

ik. azalan marjinal fayda.

hş. kur ekmekte çok büyük lezzet var. ama o lezzet açlığın derecesine göre değişiyor.

yy. intihar eden insanların psikolojisine bakıldığı zaman, onlara müdahele tekniklerinden en basiti şu: kişide zaman mekan ilişkisi bozulduğu için, kişi hayattan kopmuş oluyor.
ona neye basıyorsun, neye dokunuyorsun diye soruyorlar. etrafındaki çiçeği böceği tarif et diyorsun.

aö. adam o sırada kendinde değil mi yani?

yy. yoğun bunalım hali.

aş. gerçek olan da odur. biz allahı tabiri caizse, yokluğunda fark ediyoruz.

yy. daha iyi hissediyoruz.

aş. insan cennette allahı bilebilecek olsaydı, dünyaya gönderilmezdi. o kuyuya atılış, uzaklaştırma, aslında yaında olanı fark etmek içindir. balığı dışarı çıkartıyorsun, o zaman suyun ne büyük bir nimet olduğunu anlıyor. uzaklaştırmak, ona zulmetmek değil.
açlık, yediğimizin; veya hastalık sıhhatin sürekli bize verilmiş olduğunu ve sıhhat veren bir şafi olduğunu tanımak için verilir. yoksa zarar vermek için değil. biz ancak böyle tanıyabiliyoruz. üstandın karanlık içinde nur gördüm demesi, fıtri bir haldir. allah bizimle dalga geçiyor değil herhalde. bir şeyleri gösteriyor; onları anlamamız için bunları veriyor. çocuk sobadan kaçınsın diye, onun hafif sıcak bir tarafına elini dokundurtuyor. veya yüksekliğin zararını anlaması için, az yüksek bir yerden çocuğu atlatıyor. böylece bilsin bunun acısını ki kaçınsın diye.
bazen eski fotoğraflarda dolaşırız, özleriz, bazen üzülürüz. bu fıtri bir şey. bunu zaten allahın sana neyi verdiğini, neyi sevdiğini anlamak için bunları şayıyorsun. fani şeylere abağlanıyorum, onlar benim elimden çıkıp gidiyor. o zaman bize diyor ki, sen fani olan bir şeyi sevebilir misin, kalbine bir bak bakalım, hayır olmuyor. o zaman baki olana yönel diyor. ancak baki olanı zikrettiği zaman, o musibet anında bir teselli buluyor. musibeti yaşamasa, baki olana da ulaşamaz. insan hayatını şöle bir kontrol etmesi, ne için yaşıyorsun demesi. sanki bu dünya ebediyen kalacakmış gibi, dalabiliyoruz. çok da önemsemiyoruz hayatı. allah bu sefer ne yapıyor? senede bir iki defa imtihan edilirsiniz diyor. gerçekten şükredecek misiniz diye imtihana tabi tutuyor. sıkıntı anlarınızda sizin medetkarınızı allah mı biliyorsunuz. bu imtihanları yaşamadan, biz kendi kendimizi dünyanın fenasını anlamak için, muhasebe edebiliriz. o zaman imtihan anlarında daha mukavemetli davranırız.

ry. hastalık, dünyanın fani olduğunu hatırlatmakla beraber, baki hayatı da hatırlatıyor. üstad diyor ki, onlar bakidir, hem allahtan bahsediyor rahimdir diyor. bu tür şeyler insanın kendine gelmesini sağlıyor. firavun bir kere hasta olsaydı, ilahlık dava etmezdi diyor alimler.

aş. demin söyledik ya, yıl sonunda şirketler değerlendirme yapar. burada bir cümle var. 9. sözde, namazı anlatıyor. yatsı namazında şöyle bir ibare var: "ibrahim vari... huzuruna çıkmak" orada gerçekten yevmiye defterini kapamak. günlük defteri. bugün ne yaptık ne ettik. burada bugün gidiyoruz, onunla ilgili ne yaptık.
ahiretin varlığını, ebedi bir hayatta ebedi bir saadetin varlığını başka nasıl anlarız? dünyaya aldanmış olsak, bu dünyadan gitmeyi, arzulamazdık. budünyanın fenasıdır ki, bizim ellerimizi çözüyor buradan. yoksa bu dünyada fena olmasaydı, ahirete olan iştiyakımız ortaya çıkmayacaktı. cenabı hakka olan iştiyakımız da, fanilere müracaatımız neticesinde bir medet bulamamız neticesinde, bizim derdimize merhem olan ancak baki olandır diyoruz.

hş. dünya burada da ahiret sonra değil tabi. her ikisinde de insan huzurlu olabilir.

aş. tren benzetmesi gibi. ön tarafta birinci sınıf vagonlar var. çok lüks. ama oradakiler, trenin sonunda uçuruma düşeceğini zannediyor. arkadaki vagondakiler, hayvanlarla beraber. ama onlar biliyor ki, bu tren onları saraya götürüyor. biri ziyafete gittiğini biliyor, yanındaki hiçbir şey ona rahatsızlık vermez. ben ziyafete gidiyorum der. şurada iki dakika bir sıkıntıya katlanacağım, der. sürekli o müjdeyi yaşar. ötekisi ne yapar? her an kuyunun içine girme endişesi, oradaki lezzetleri tatmasına bile izin vermez.
mektup geldikten 2 sene sonra idam olacaksın diyelim. ne fark eder, 2 sene olması. sen yine o korkuyla 2 sene yaşarsın.
öbür taraftan, resulullah sana 1 sene sonra özel buluşma mektubu yollamış. o bir seneyi ne kadar büyük bir mutlulukla yaşarsın. bütün dertlerin gider. diyelim ki, rüyanda resulullah 1 sene sonra bütün sıkıntılarından kurtulacaksın demiş.

ry. inanmadan yaşayan bir insanın hayatı, idama mahkum olmuş adam gibidir.

aş. hz. hasan ve hüseyin, rüyasında resulullahı görüyor. bütün o eziyetleri hiç manevi acı çekmeden yaşıyor. narın da hoş, nurun da hoş.

ry. "bir zaman...

aş. şurası çok ilginç: "o imanda öyle kuvvetli bir teselli var ki...
demek ki, iman, şiddeti nispetinde musibeti izale ediyor. gençlikte zannederdik ki, nefsi terbiye ettik mi, dertler bitecek. saadetli bir hayat yaşayacak zannederdik.
aslında nefsin terbiyesi, musibetlere karşı tahammül kazanmamızı sağlıyor. yoksa musibetlerin azalmasının garantisi değildir.
üstadın hayatına baktığımız zaman, yaşlandığında daha çok musibet yaşıyor.
nefsini terbiye etmezsen, her bir musibet sana daha ağır geliyor. terbiye edersen, tersine, gelen ne olursa olsun, sana yine tatlı gelmeye başlıyor. iki sevgilinin birbirine küsmesi, meşhur mecnunun hikayesi var ya, leyla yemek dağıtıyormuş. herkese bol kepçe vermiş. ona gelmiş, boş kaşığı vurmuş. demişler, senin sevdiğin sana ihanet etti, sana hiçbir şey vermedi. o demiş ki, olur mu, herkese verdiğinden farklı bir şey verdi, demiş.

zk. burada ahirete imana gidiş tarzı da ilginç. peygamberlere ve ahirete imandan bahsediyor. ölünce sen peygamberlere kavuşacaksın diyor.

aş. evet, bütün peygamberler, insanların en kamilleri. hayatı anlamlandıran insanlar, ahiretin varlığı konusunda ittifak etmişler. sonra, diyor ki, "124 bin enbiya... bu kainatın sani-i hakiminin bütün esması bu kainatta göstedikleri cilveleriyle..."
bu kainat çok temiz, güzel, intizamlı, rahmetli. bu kainatta tüm bunları görüyoruz. rahmetin rahmet olabilmesi için, mutlak olması gerekiyor. inayetin inayet olması için, mutlak olması gerekiyor. bütün bu esma-i hüsna, ahireti iktiza ediyor. benim kalbim de yle bir rahmeti istiyor. benim kalbime de bu duyguyu veren, rahmeti tam manasıyla anlayabilecek şekilde, rahmeti veren isteten yaratıcı, bunu kalbime söylettiriyor. allahın rahmeti var ise, mutlaka ebediyet olması lazımdır. yoksa rahmet rahmet olarak kalmaz. bu kainatla esmalarını bu şekilde tanıtan yaratıcı, esmalarını tam zıtlarına dönüştürecek bir şey yapar mı? yapmaz. öyleyse, esma bunu iktiza ediyor. bu çok güzel bir delilleme.

zk. allah esmasını göstermek istesin de, sadece küçük bir zerre göstersin de, gerisini göstermesin, abes.

aş. evet. hem kudreti de yeterli. sonsuz kudreti bunu yapabilir, bunu iktiza eder.

aö. burada özellikle çıkarım yapmadan önce, 124 bin enbiyanın ittifakından bahsetmesi, acaba daha mı kolay anlaşılmasındandır?

aş. kuyunun içindesin, her taraf karanlık. deseler ki, buradan kurtulmak mümkün. hemen o söze koşarsın. hem de 124 bin enbiya diyor. ruhunun ihtiyacı.

aö. diğerindeki gibi bir çıkarım yapmana gerek yok.

aş. evet. ruhun bunu istiyor. 124 bin insan bunu diyor. sonra 124 milyon insan da bunu tasdik ediyor. o karanlıktaki insan için ne büyük bir teselli olur. bir kişi dese, tam inanmayabilirsin. ama 124 milyon insan deyince, çok büyük bir huzurla inanırsın.
bir yola girmişsin. kaybolmuşsun. biri dedi, buradan gitmen lazım. tam emin olmazsın. ama bir sürü insan sana, bu yoldan gitmen lazım deseler, rahatlarsın.

yy. peki ya çok sayıda insan başka yollara gidiyorsa.

aş. ama onlar nereye gittiklerini bilmiyorlar. öbürleriyse, biz gittik doğru yol bu diyorlar. bir soruyu yanlış çözmenin sonsuz yolu vardır. ama hiçbir kıymeti yoktur. doğru ise bir tanedir. onu iki kişi çözse, tamam ona güvenebilirsin. hiç biri zaten onlardan, bu yol doğru yol demiyor. bana göre diyorlar. 124 bin enbiya ise, bana göre değil, allaha göre böyle diyorlar. esmalarıyla bunu da iktiza ettiğini gösterdiklerinde, senin kalbin de buna itminan ediyor. çölde geldin, bir sürü nimetlerle donatıldın. çölün içinde bir vaha gördün. bahçesi çok güzel tasarlanmış. hiç kimse demez ki, bu çözlün ortasında kendiliğinden oldu demez.
ha bir de yersen, huriler de eline yiyecekleri verirse, hayal meyal değil dersin. biz çok rahat rahmeti bu kainatta gözlemliyoruz. bütün ihtiyaçlarımız haddinden çok karşılanıyor. bir göz vermiş, inanılmaz güzellikleri görebiliyoruz. her şeyin sesini ayırd edebilen bir kulağı vermiş. dokunmakla her şeyi tanıyabiliyoruz. bu kadar nimet veren, bu sınırlı dünyada, bu kadar sanatını gösteren yaratıcı, bunları abese kalbetmez. boşu boşuna, büyük bir şirketin, kendiyle alay etmesi gibi olur. çok büyük bir ürün yapmış, dünyaya meydan okuyor. hologramlı telefon yapmış, üç boyutlu. sonra anında alet bozuluyor. kayboluyor bozuluyor. adam için nur meselesidir. böyle bir şeyi hiçe götürecek şekilde yapmaz bu. bu kadar numuneleri sanatları gösterdiği bu dünyada, bunları elbette ki, zıttına inkılab edecek şekilde bir zulme müsaade etmez. bu çok güçlü bir delil. kainatta hikmet ve rahmet varsa, ahiret var.
bütün ümitler kesildi, kapkaranlık bir kuyuya düştük. orada bir ağacı düşün.baharda kupkuru bir hale geliyor. hiçbir ümit yokmuş gibi, bir de üzerine kar geliyor. sonra bir bakıyorsun, baharda yeniden canlanıyor. bizim sıkıntı hallerimiz de bunun gibi değil mi? tam ümidi kesiyoruz, bir bakıyorsun, topraktan nimetler geliyor. allah oradan rahmetini gönderiyor. haşrin numunelerini, bize kainatta milyonlarca gösteriyor. bir tohum veriyor; al bu tohumun içinde beka ver diyor. bir tohumla sonsuzluğu kazanabiliyorsun. allah belki milyon yıl önce bir tohum yarattı, biz hala o tohumu tüketiyoruz. ve bitmiyor. bir elma 100 milyon yıl önce belki vardı. hala onun meyvesini biz yiyoruz. baharda gidiyor kayboldu gibi zannediyoruz, bir sonraki baharda yeniden geliyor. allah da bazen veriyor, bazen alıyor, kendi rahmetini gösteriyor.

ry. ortadoğuda hurma çekirdeği buluyorlar, kazılarda. 5000 senelik tohum. demek ki, allahu teala buna müsaade etmiş.

aş. allah bir tohumu yaratmakla bir kainatı yaratıyor.

zk. ihtiyarlığımıza sevinmeliyiz diyor. her sene baharın yenilenmesi, mevcudu korumak gibi duruyor da, ahiret mevcudu korumak değil. mevcuttan çok daha iyisini vermeye. peygamber örneğini ben anlamlı görüyorum. burada görüşemiyorsun, ama orada görüşeceksin.

ry. her türlü hastalık var. ama ahirete imanla hepsi ortadan kalkıyor. bütün sorunlara çözüm geliyor. bu insanın en büyük ümidi.

aş. gönderdiklerine kavuşuyor gibi. sadaka meselesi. resulullaha diyorlar, ben ölümden korkuyorum. o zaman tasaddük et, diyor. nasıl olacak, diyorlar? çünkü insanın kalbi, malı neredeyse, oraya bağlıdı, diyor. sen dostlarını ahirete göndermişsen, ahirete gitmek istersin. ama malını buraya bağlarsan, yitirme korkusunun yaşarsın sürekli. sevdiklerimiz ebedi saadete gitmişler, gibi düşünürsen, bunu yaşarsın.
ben bunu anneannemde görmüştüm. nasılsın diyordum. ben iyi olsam ne olur, diyordu. oraya bir an önce gideyim istiyorum. allah yaşlılıkta, bir an önce insanı oraya sevkettirmek istiyor. annem de anlatıyor. ölmeden bir gün önce, gidecek zannetmiş. korkma demiş, benim bir günüm var. oradaki torunları gelmiş, hepsini tek tek karşılamış. sanki kavuşmuş da onları karşılıyorlarmış gibi, hepsini görmüş gibi konuşmuş. nefesini öyle vermiş de gitmiş. orada bekleyenlerin varsa, gitmek kolay geliyor.
aslında bu hayata bakış açımızı da etkileyen bir şey. hepsi aslında allahın rahmetini celbeden, bizi çeken şeyler. burada bunu görürsek, o zaman musibet de çok hafif geliyor.
ona kavuşma anı olarak görebiliyoruz.

ry. müminin zindanı, kafirin sarayıdır diye bir hadis vardı.

zk. o hadisle ilgili geçen gün aklıma bir şey geldi. buradaki tecelliler herkesin kabiliyeti nispetindedir. buradaki biz kısıtlanmışız, aşamıyoruz kendimizi. sınırlarımızdan kurtulup, tam ayine olamıyoruz. bir sürü nimet var. hepsini yiyemiyoruz. fakat üstadın bir benzetmesi var. bu dünyada sen fotoğrafçısın. ebedi almede yiyebileceğin nimetlerin fotoğraflarını çekiyorsun. orada tadacaksın. illa bir nimeti bilmek için, onu tatman gerekmiyor. hepsini bir anda yiyemezsin. bir miden var. ama orada, bir bakışta 70 perdeyi birden görebileceksin. çokluktan gelen bir espri var. 70 farklı nimeti bir anda tadabileceksin. bir anda cennette de 70 ayrı nimeti tadabileceksin.

ry. her şeyden özel de, hakka kavuşmak. nimetlerin en ütü, allahı görmektir derler.



mk. o zaman bu akşam derslerinin muhasebesini yapalım.

yy. öncelikle
özet yapalım dersleri

mk. ihtiyarlık yaşla ilgili bir şey değil.
insan yaşlandıkça kendini daha genç hissediyor.

aş. üstadın bir sözü var: ceset yaşlandıkça ruh gençleşir.

aş. bence ihtiyarlar risalesini herkes okumalı da gençler daha çok okumalı.

mk. ihtiyarlığı yaşta değil başta hatırlamak olarak düşünebiliriz. muhasebe etmenin bir alışkanlık haline gelmesi gerektiğini. muhasebe yapmak başlıbaşına bir cesaret gerektiriyor. belki bu akşamki ders buna cesaret etmeyi, zarar bile etsek, buna cesaret etmek. böylece yeni arayışlara girebiliriz. muhasebe etmediğimiz bir konu, ne yapacağımızı bilmeyen kaybolmuş bir kayık gibidir. bu bayağı cesaret ve gençlik isteyen bir konu.

zk. zararlı durumdayken, muhasebe etmek daha karlı bir durum. kar ederken, muhasebe etmeye gerek yok.

mk. karlı zamanda da gerekir. karın ne olduğunu, nereye gittiğini değerlendirmek gerekir.

cn. parayı sayınca, bereketi gidermiş.

mk. sayınca bereketi fazlalaşır, çünkü şükrünü hissedersiniz. ama o ayrı bir versiyonda.

aş. onu keyfiyet olarak değil de, kemiyet olarak görüyoruz. allahın rahmetini sayılabilir bir şey olarak görürsen, gider o doğru. yoksa allahın rahmeti hiç azalmaz.

mk. bazı şeyler duaya vesile olsun. bu konuyu ödev alalım. bir dahaki derste konuşalım.
muhasebeyi bir çok insan yapar aslında. ihssedersiniz. ama bunları dile getirmek işimize gelmiyor, kaçamak yapıyoruz. kaçmanın aslında çok yapratıcı olduğunu, bir şeyle yüzleşebilmek, insana hem direnç getiriyor, hem de ümit getiriyor. bu da gayretin artmasına sebep oluyo. buraya derse gelmek bile, bir gayretin sonucu.

Hiç yorum yok: