5 Haziran 2009 Cuma

13. Lema Dorduncu Isaret

"DÖRDÜNCÜ İŞARET: Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashab-ı keşf ittifak etmişler. Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zahirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir. Hem bilmüşahede sabittir ki: Bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder. Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. Hem vücud, her halde mevcud bir illet ister. Muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir. Ademî birşey, madum birşeye illet olur.
İşte bu iki kaideye binaendir ki: Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva'-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.
İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta "Yezdan" namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri "Ehriman" namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz'-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.
İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."

aş. bu konu özellikle altıncı maddede daha derinlemesine incelenecek. buradan anladıklarımızı tartışalım. bu çok temel bir argüman, sadece risalede değil, eski itikad kitaplarında da açık söyleniyor. adem şerri mutlaktır. adem de olmadığı için, şerr hakikatte yoktur. vücud da mutlak hayırdır. dolayısıyla mevcud olan her şey hayırdır.

birinci sözde söylüyorda. bismillah her hayrın başıdır. ve bütün mevcudat bismillah diyerek başlar. öyleyse, tüm mevcudat hayırdır. öyleyse, vücudla hayır özdeş şeylerdir. hakikatte şerr yoktur, vehmi bir şeydir.

aö. besmele çekmemenin gerektiği yerler de var ama. mesela tuvalette.
hş. besmeleyi mevcudat lisanı haliyle söylüyor zaten.
aş. besmeleyi söylememenini sebebi, ademi bir tavır olmasından dolayı.
amç. bismillah demesen de allah adına bir şey söylüyorsun.
peki içki içerken ne diyeceğiz?
aş. içki içme allaha isyan tavrı olduğu için, o ayrı olur.
amç. ahmetten şöyle bir feyiz aldm.
aş. bu argümanı sürekli zihnimizde tutmalıyız, yoksa problemler zuhur eder.
amç. ahmetten şöyle bir açlım geldi zihnime. vücut gibi görünse de, tahribat nevinden olanlara vehmi bir nazarla bakmak lazm. yani içki içmek, vücut gibi görünebilir, bir fiil var içinde. fakat kendisi şerr olarak adlandırıldığı içi, ademi bir sınıfa girer.
aş. neden ademi sınıfa girer, onu konuşmamız lazım. bardağın içindeki şeyin mahiyetini değiştiren nedir? onun haram kılınmasıdır. maddenin kendi başına bir tavrı yok. orada senin yasağa karşı olan tavrındır ademi olan. allaha isyan ederek, allahın ismini anamazsın. orada fiilin kendisi problem değil, niyetin probemli.
oğ. isyan tahribat nevinden, çünkü ubudiyetini tahrib ediyorsun. senin değdiğin değil, benim dediğim geçerli.
hş. çünkü ahirete yönelik hiçbir yönü yok. bitiyor orada o fiil.
aş. bu denklemi sürekli zihnimizde tutmamız lazım. şerr ademi olmlaktan kaynaklanır. hayır da mevcudiyetten kaynaklanır. bir şey mevcudsa mutlaka hayırdır.
amç. yokluk faraziyesi, zihni yorabilir, fakat hüsnü ağbinin formülü daha güzel oturuyor. ebediyete intikal etmeyecek şeylere, ademi diyelim. münhasıran ademi zihinde zorlamaya çalışırsak, daha zor.
aş. insanlar tek elli olsaydılar, tek elli olmak şimdiki gibi şerr olmayacaktı, çünkü alternatifi yoktu zaten. tek elli olmak, iki elli olmaya göre şerdir. vücudi olan bir şeye dayanmıyor şerliği, iki elli olmanın yokluğundan kaynaklanıyor. vehmi bir şey yani. hiç insan olmasaydı, taş olsaydı, taş olmak, eksiklik olarak anlaşılmayacaktı. insana göre kıyaslayınca, yokluk yönü görünüyor. iki elin olmayışına şer diyorum.
amç. şöyle bir yere çıkabilir miyiz? kıyaslanabilirliği olan şeylerin aslında vehmi olduğu, işin özüne bakıldğında. schopenhauerin aşkla ilgili bir açıklaması var. neden bir faniye aşk duyamazsınız? çünkü bir süre sonra kıyaslanabilir daha iyi bir şey olduğunu bulursunuz. onun gözünden daha güzelini görürsünüz. kıyaslandığında, benzerlerinin çıktığı şeye uzun süre bağlanamazsınız.
iki kola göre bir kol şer. kıyaslanabilirliği içinde bandıran ve bunun sonucunda şer gib gözüken şeye, vehmi diyebiliriz.
ik. kıyas iyi değildir derler. ilk kıyası şeytan yaptığı için.
aş. o farklı bir şey. insanın kendisine üstünlük atfetmesi için, kıyas yapmak kötüdür.
yy. akıl ancak kıyas yoluyla düşünebilir. kıyas olmazsa, allahı da bilemeyiz.
amç. o yüzden kadının şeytanla ilişkilendirilmesi bundan.
rz. ...
aş. şerr nazari bir şeydir. mevcut değildir.
aö. bir önceki cümlede, ehli tahkiki anladım da, ...
aş. ehli tahkik ilimle uğraşanlara bakıyor. ... arif kısmı tecrübe ehlidir. elmayı görürsünüz, keşfedersiniz varlığını. öte yandan tadarsınız. zevk edersiniz. onun gibi.
"Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. "
aş. hem ona dayanır hem ona döner.
oğ. ekseriyeti mutlaka ne demek? o zaman azınlık var mı demek?
aş. yok. azınlık var demek değil. üstad kesin cümleler kullanmak sakıncasından böyle kullanmış. neden böyle olur? çünkü bunu ölçemezsin. soyut kavramlar bunlar. bu aksi vardır manasına gelmez. öyle anlasan daha iyi olur yani.
amç. bütün evreni kastetmez, ama onu anlasan daha iyi olur.
aş. yüzde yüz değil, her zaman allahın gaybilik yönünü oraya koyuyor.
senin dediğinin aksini düşünemeyeceğini şimdi söyleyecek.
mevcut olan şeyin güzelliğinden bahsedebilirsiniz. mevcut olmayanın kemali yoktur. izafi değildir güzellik.
"Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. "
burada biraz izah etti. görünüşte baksan, yağmur yağdı ıslattı. menfi görünüyor, değil.
"Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir. "
aş. tamamı diyor burada. demek askinin olmadığını söyledi. ekseriyet demesi, anlayış farkllığı olabileceği için, hassas bir kelime kullanmış.
aö. sureten menfi olmasıyla ilgili aklma bir örnek geldi. haramlardan kaçmak. bir şey yapmıyorsunuz, ama içinde kemalat ve mehasin var. ama menfi bir ibadet. niyeten vücudi bir şey yapıyorsunuz. herhalde onu vücudi gibi algılıyor.
aş. zaten orada vücudi kavramı niyetten kaynaklanıyor. sevap ve günah fiilin kendisinden doğamza. ulema çok tartışmışlar. amel imandan bir cüz müdür değil midir? namaz kıldın. sevap mı yaptın yapmadın mı? bilemezsin. niyetine bağlı. fiilin kendisi hayır olmaz. namaz kılanları övdüğü yer de var, yerdiği yer de var ayetlerde. fiilin kendisi sevabın ve günahın kaynağı değildir. niyetin kendisidir o. kesb dediğin şey bununla ilgili. senin hiç ilişkin yok, amerikada bir adam bir diğerini vurdu. sen onu hoşuna gitti. bitti. onu yapmış oldun.
onun zulmüne iştirak eder, diyor ayette. kafirlere karşı en ufak bir meyil göstermeyiniz. ateş size de dokunur.
haksız yere bir cana kıyan, bütün canlara kıymış gibidir.
ben açıkça söyleyeyim, şimdi bugün çok iyi anladım. üstad sürekli bunu vurgular. çok ilginç. çok ciddi problem var, nurcu camiada dahi kesb ve fiil karıştırılıyor.
ne diyor burada: "bir cüzi ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet verilir." yani kesb fiil cinsinden değildir.
oğ. icadsız bir kesb, yani kesbin icad taşımayan bir boyutu var. peki kesbin icad taşıyan bir tarafı da olabilir mi?
kesb fiili de kapsamaz mı?
aş. hayır kesinlikle. kesb fiiln üzerindeki niyetin ifadesidir.
oğ. kesb midir, ... midir, der.
aş. kendisi çabalamak derken, onaylamak. ihtiyacı kesb olarak nitelendiriyor. yoksa ilmi ben alıyorum değil:
amç. insan için fiil yok. oluşturucu etki meydana getiren şey fiildir. bizimkisi niyet etmektir, allah onaylarsa fiil haline dönüşür.
aş. mesela ey ahmak dedik. birisi geldi, üzerine alındı. kesb budur işte. bir şeyi kendine benimsemek, tutum edinmek anlamında.
hş. hiçbir sebep sonucu yapamaz. sebep ve sonuç ardışıktır. kesble fiil de öyle. sen niyet ediyorsun, yaratılıyor. ama benim niyetim yarattı diye bir şey yok.
amç. allah isterse ve hikmeti iktiza ederse, o fiil olur.
"Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir"
aş. musibet, bizim algımızdadır.
mk. hastalık buradaki tabire göre ademdir, sağlığın yok olmasıdır.
oğ. hastalığı musibet olarak görürsek, hayır olur. hastalığa verdiğimiz tepki onu hayır veya şer yapıyor. sabır içinde karşılarsak, o bizim için şer olmaz. menfi ibadet olur.
aş. "Evet ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemalât, vücuda istinad eder ve ona raci' olur. Sureten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalalet ve şerr ve musibetler ve masiyetler ve belalar gibi bütün çirkinliklerin esası,mayesi; ademdir, nefiydir."
ölüme yokluk olarak baktığında, şerdir. ama ölümün kendisi şer değildir. hakikatte cenabı hakka dönmektir. dolayısıyla sıkıntılı bir hayattan daha refahlı bir hayata geçiştir. bu veçhesiyle, ölüm hayırdır müspettir. her ne kadar hayatın alınması manasında menfi gibi gözükse de, hakikatte hayırdır ve vücudidir. ama ölümü yokluk olarak algılarsak, bu algılayış şerdir.
oğ. kendi dünyanıza nasıl taşıdığınız önemli.
hş. hastalık da vücudi olduğunda hayırdır o zaman.
oğ. buradaki musibetin bildiğimiz manayı taşımadığını düşünüyorum.
aş. asıl musibet, musibeti musibet görmektir var ya. öyle anlamak lazım.
hş. insanların genelde kullandığı şey musibet, kötü bir şey oluyor. ama cenabı hakkın açısından, musibet diye bir şey yok. biz öyle görüyoruz. adam ölüyor, gitmiş, onu musibet olarak görüyoruz, öyle de oluyor o zaman. ama ölümün daha iyi bir yere gitmek olarak görürsen, musibet olmaz.
aş. onlardaki fenalık ademden geliyor. yani yokluğunu düşündüğümüz şeyden kaynaklanıyor. yani hayatın yokluğu manasında, hastalığı algılarsak, o noktada ademidir.
"Onlardaki fenalık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan suret-i zahirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir."
nasıl anlayacağız bunu? içki meselesinde olduğu gibi. zevkli gibi gözükse de, vücudu yıktığı için şer.
mk. çok ince bir nokta var burada. merdivenler basamak basamak çkılır. bir basamağa basmadan üsttekine çıkarsak, zorlanırız. biz bu dünyada yaşıyoruz.
hastalıkta, sıhhati kaybetmek, bir musibet. bunu yaşyoruz. ama bu hale geldikten sonra, nasıl değerlendirebiliriz, bu ikinci basamak.
" Hem bilmüşahede sabittir ki: Bina gibi bir şeyin vücudu, bütün eczasının mevcudiyetiyle takarrur eder."
aş. sünnetullah böyle. bütün unsurlar bir araya geldiğinde, o zaman elektrik mevcut oluyor. lambayı takacaksın, teli döşeyeceksin, sigortaya gidecek. hepsini kurman lazım. o zaman düğmeye basarsan, garanti olmasa da ışık gelir. ama ışığın gitmesi için ne lazım? bir teli küçük bir yerden kessen yeter. küçük bir sebeb ışığın gitmesine engel olur. ama ışığın var olması için tüm sebeplerin tam olması gerekiyor.
" Halbuki onun harabiyeti ve ademi ve in'idamı, bir rüknün ademiyle hasıl olur. "
insanın vücudu da öyle. bir damar gidince hayat gidiyor.
"Hem vücud, her halde mevcud bir illet ister. Muhakkak bir sebebe istinad eder. Adem ise, ademî şeylere istinad edebilir. Ademî birşey, madum birşeye illet olur."
vücut var olmak için, mevcud olan bir şeye dayanması gerekiyor. yoksa kendiliğinden vücut olmaz.
yok olması için illa yok olan bir şeye dayanması gerekmez. tek elli olsaydık hepimiz, şer sayılmayacaktı. ama iki elin yokluğu üzerinden şerri bina ediyorum. k
" İşte bu iki kaideye binaendir ki: Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva'-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, "
aş. halka zerre müdaheleleri yoksa, o zaman icadda zerre miktar şer yok demektir.
"mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. "
aş. allahın mülkü olarak bildiğimiz ne var? sen onun mülkü olduğun gibi, senin efal ve ihtiyarın da onun mülküdür. dolayısıyla fizik alem girdiği giib, bütün duygular, fiiller de onun mülkü içine giriyor. bu manada, bu mülkün içinnde, şeytanın müdahelesi yoktur. maddi manevi tüm varlıklardan oluşan mülkün içinde, icad cihetiyle şerr yoktur.
"Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, "
o şerleri bir iktidarla yapmıyorlar.
diyelim ki, bir zulüm yaptık. bu zulmün telafisi mümkün müdür? allah dahil olmasa. bir canı telafi edebilir miyiz? nasıl geri getirceğiz? fizik alemde öldürülen bir sineğin telafisi mümkün müdür?
eğer telafisi hakikatte mümkünse, yapılan şey, fiil cinsinden değil, kesb cinsinden olur. istiğfarla onu telafi edebiliyoruz. zaten bir fiil yaratılacak, ama o şer senin tavrından kaynaklanıyor, fiilden değil. eğer cenabı hak dahil olmasa, nasıl telafi edeceksin?
"Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. "
amç. bu çok önemli bir anahtar aslında, terk ve atalet. şeytan nasıl bizim işlerimizde başarlı olur. çünkü arkasında vehim denilen şeyin de ipuçlarını taşıyor. vehim mesela, bir hayır işleyeceksin, işlemesek de olur mu, gibi bir vehim içinde olmak, veya eyleme geçmene tereddütlü tarz içinde olman, seni hayır eylemini yapmana engel oluyor. vesveseli iş görmek deniyor ya, ne orada bırakır, ne burada bırakır. hiçbir şekilde adım attırmaz. akıllı düşünürken, deli dağları aşar. yani aklın aşrı ileri derecesinde de geri derecesinde de bozukluk var. patolojik problemlerde de vesvese çok hakimdir. adam garip şeyler üretir.
aş. adam ihtiyaç içinde, bir sürü kurgu yapar. ama o hala orada kıvranır. ihtiyacı olan adama yardım ettirmemek.
amç. laf salatası.
sen hayrı kendi üzerine alabilirsin. senin içine gelen bir dürtü var, ilham geliyor, yap diyor. ama şeytan diyor, kimin çocuğudur bilmemne. o içinden gelen şeye karşı tavır koymak, vicdanın sesine kulak tıkamak, fiilsizliktir.
amç. tam onun hayır olduğunu düşündüğün anda harekete geçmek.
mk. burada konu çok basit, sade bir misal var.
vücudu kimse meydana getirmez. ama ademde insanlar etkindir. nasıl etkindir? mesela bir ağacı, bir insan yapamaz, yaratamaz. ama suyunu vermeyerek, veya havasını alarak, kurutur. yani burada insanın çok basit sade şunu söylemek istiyor. menfilikte çok etkin bir yönü olabildiğini söylüyor. bunu neden üzerinde şunu söylemek istiyorum. buradaki cümleler çok ağırmış gibi gelebilir. anlattığı konu bu kadar. bu cümle bu kadar basit, ama çok geniş.
mesela çocuğumuz var. çocuğunuza sevginizi ifade etmeyerek, sevgisizlik ateşinde çocuğumuzu yakabiliriz. saçını bizim için süpürge yapan eşimize, sabahtan akşama bizim için elinden geleni yapan, gelsem de onun saçını görsem, benim ömrüm için yeten diyen birisine, yemeği tuzsuz yaptın diyerek, o yemeği zehir edebilirsiniz.
çoğu ailede kavga yapmamak yeterli değil. menfilik çok yaygın bir olay. sevmeyeceksen, evlenme kardeşim. ama sevgisiz olma. risalei nur anlaşılmaz demeyelim.
aş. suyu dökmemek, kurutur hayatı. bir de hayatımıza da getirmemiz lazım. suyu dökmemek kurutur demek, herkesin ittifak ettiği nokta. ama bir muhabbet etmen gerektiği yerde, muhabbet etmeyerek, huzuru bozmak da, menfidir.
mk. saygıyla karşılıyorum, bütün arkadaşlarımı. bilemiyoruz, göremmişiz, okuyamamışız, okuduklarımızı hazmedememişiz. ikisini yanyana getirmemişiz. onun için buraya geliyoruz.
aş. bu mesele de eğer problem çözmek konumunda olacaksak, problelmin kaynağı, ne kadar feminist deseler de, bizden kaynaklanır. karşı taraf menfi olabilir, o kendi problemidir. ama bizim menfiliğimiz, kendimizden kaynaklanır. vücuda katkımız olmadığı için, ademe katkımız olabilir. eğer negatif bir şey üretiliyorsa, bizden kaynaklanır. bizim açımızdan. başkası yaparsa, o onun meselesidir. allah böyle yaratmış, sen burada müspet tavır göstermelisin. sertlik yapılması gereken yerde, yapmazsan da menfi olur.
bizim kız, bir yerde sınavı var. hem çok önemli diyor, hem de yapması gerekeni yapmıyor, yap deyince de bana itiraz ediyor. ben de karışmıyorum dedim kızdım. o zaman kuzu gibi geldi, çalışmaya başladı.
amç. gırgır olsun diye demiyorum. taifeyi nisada sertlik, erkek taifesinde de yumuşaklık, muharrik oluyor. babam bana sertçe dediğinde, inadına yapardım. ama yumuşak dediği zaman, onu daha çok içselleştirip, onun istediği biçimde yapmaya motivasyonum olurdu. kızda da tam tersi oluyor. sanılıyor ki, hep yumuşak, değil. sert tavrı onlar için görmeleri, aradabir lazım. bu pataklama değil, tabi. ama ....
mk. reklamda diyor ki, arabaya: "gel gel gel, küt... gelme!" ikisi de aynı görevi görüyor, gel ve gelme.
arkadaşlar tavrımızın net olması, önemlidir. bizim türk tabiriyle sertlik diyoruz. belki de öyle ekildiğimiz için böyle diyoruz. ben bu konuda böyle davranırsanız, size yardımcı olamayacağım aynı manaya geliyor.
amç. ayette hafifçe dövün demesinin hikmeti var.
mk. hikmetsiz demiyoruz. bakın, onun dediği yerlerin sınırları var.
oğ. illa yapılacak demiyor. olabilirliğini gösteriyor.
hş. çocuk ve kadın, bir sertlik hissedecek. sizin dediğiniz kararlılık işte o.
mk. kararlılığın kademeleri vardır. tek safhadan algılayıp, sertlik olarak algılıyoruz. en son safhası sertliktir.
oğ. muhammed ağbi, risallelerdeki meseleleri ikili ilişkilere taşımayı çok iyi beceriyor. terk ve atalet meselesini, buradan sosyal hayatımıza taşıyacak diye bekledim. ama ben algılayamadım meseleyi. konu çok dağıldı.
mk. böyle taleplerin olması çok memnuniyet verici, ama talebin artması lazım.
oğ. ama konuyla uyumlu olması lazım. şimdi dağıldık.
hş. ağacı sulamama meselesi, tembelliktir, vazifesini yapmamaktır. ademi oluyor.
amç. harekete geçmeme, aksiyon almama diye geniş tanım içine oturtsak. aksiyon illa, fiil anlamına gelmeyebilir. zihniyetimizde de aksiyon söz kosunusudur. olaylara bakışımızı değiştirmek. tahribat nevinden oluyorsa niyetimiz. onun için de aksiyon almak. böyle bir tanım içinde bakabilir miyiz? büzülüp, mevcuttan kaçınma meselesinin, vesvese türü bir tavır olduğunu söylesek.
aş. sadece fiille değil, düşünvce ve niyet olarak da reddetmek. ademi olan. kişi, düşüncede, dünyaya adem getirecek tavrı reddetmesi gerekiyor.
negatifliği dünyama getiren bir tavra karşı, dur bir dakika, bana menfiden bahsetme. ben herşeyde güzel görmek istiyorum. rabbime şükran duymak istiyorum. ona tavır olarak hazır olmak.
amç. çokça kullandığımız, yuvarlanıp gidiyoruz, zehir ifadeleri bir defa dünyadan çıkarmak lazım. ne uzuluyoruz, ne kısalıyoruz, ne demek? küçülmek de bir aksiyondur. bu ekonomik koşullarda ben kısalayım demek de bir aksiyondur. şeytanla mücadelenin esası. sünneti seniyyenin en önemli umdelerinden bir tanesi, iki günü birbirine denk olmamak meselesi. bizden olmayan, şeytanla mücadele edemeyen adam anlamına geliyor. yaşadığımızı hissettiğimiz her dakikada bu aksiyon meselesini mutlak surette zihnimizde canlı tutmalıyız.
ir. iki günü eşit olmaması bir tarafa biz eksiye doğru gidiyoruz.
"Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.
İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta "Yezdan" namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri "Ehriman" namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz'-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır."
aş. bunu anlamak lazım. niye mecusilerde böyle bir anlayış oluşmuş? haricilerde ve mutezilede de buna benzer bir tavır olmuş.
demek halkda şer görüyorlar.
amç. yezdan yezidi. bunların merkezi, ırakta. ama iran çıkışlı. ama iranda mecusi pek yok.
aş. şeytana sulta vermedik diyor. hiçbir tesiri yok halk üzerinde. tamir cihazınız. bir şeyleri bozduk. bir insanın kalbini kırdık. bunların telafisi ne? istiğfar. demek ki, istiğfar ilginç.
aslında pratikte yaptığımız zulmü telafi etmemiz mümkün değil. fakat istiğfarla telafi ediyoruz. çünkü fiil zaten kaderde olacaktı. ama o sebebiyet noktasnda sen zulmü işlemişsen, onu izale etmenin de yolu var. nedir? istiğfar.
zk. kul hakkının telafisi?
aş. onun da telafisi de kula gidip özür dilemektir.
ir. kul öldüyse.
aş. o zaman allaha dua edeceğiz.
burada olmuyorsa orada da kul seni affedebilir. ama bunun esprisi, kuldan özür dilemektir.
kusur işlediysen, sen git kardeşim, o adama özür dile.
biri sana darılıyor, ben cevşen okuyacağım, demek bu kaçıştır, riyakarlıktır. senin vazifen şu anda, kardeşinle aranı düzeltmekse, onu yapmalısın. cevşeni kaçış olarak kullanırsan, bu yanlış olur.
hş. bir adama zarar verdin. bunun telafisini yine fiille değil, özürle yapıyorsun. kötü niyetim yoktu diyorsun, zararı yok, bu onu karşılıyor. demek fiilde kesbin yok. müdahelen yok.
ikincisi şeytanlar, görünmeyen bu maddeleri hareket ettiren şeyler değil. ama şeytanların bu dünyada yaptırdıkları müthiş faaliyetler var. fiille yapmıyorlar. vesveseyle yapıyorlar. bir şeyi bir yerden bir yere getiremezler. ama kesble yaptırıyorlar. senin yaptığın fiilin faili sen değilsin, öyleyse. bu iki şey, bunu ispatlyor.
" İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."
aş. insan çok günahlar işliyor. bazısının geri dönüşü yok. vicdanı sürekli peşinden dolaşıyor. insan yaptığı zulümlerin telafisine bir merci aryor. içini ezen, şu sıkıntıda kurtulsun. gerçekten bir merci yok. allahtan başka merci yok. haydi insandan özür diliyorsun, ama mahlukatta yaptığın fiiller, insanın kalbi, buna dayanamıyor.
kalp vicdanı bir merci arıyor. mutlaka beni bu sıkıntad çıkaracak bir mercinin olması gerekiyor. bu yönden bile gaffiur olan ilah olmazsa, alem yaşanmaz olur.
yy. o zaman herkes idam edilmeyi ister. çünkü dayanamaz.
" İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve "Eûzü billah" demekle Cenab-ı Hakk'a ilticadır. Ve kal'anız Sünnet-i Seniyedir."
aş. yanlış bir şey yaptığımızda sığınacağımız kale, euzu billah. doğrunun yolu da sünneti seniyedir.
amç. en doğru tutumlar orada çünkü.
şeytan deyince, aklma gelen, yakın zamanda konuştuğumuz şeylerden biri: büyü deniliyor. bunda da aslında vesvese verici bir unsur dinamiği mi söz konusu?
aş. resulullah da büyüye maruz kalmış.
amç. dinamiği vesveseyle bozan, şerre döndüren, holistik unsur mu meydana getirilmiş oluyor?
aş. farklı biçimde ele almak lazım. resulun o noktada zihinsel problemin içine girmesini düşünmek bana makul gelmiyor.
büyüyü yapan da insanlardır, cin yapmıyor. cini sen kullanıyorsun.

Hiç yorum yok: