29 Mayıs 2009 Cuma

13. Lema 3. İşaret

" ÜÇÜNCÜ İŞARET: Sual: Kur'an-ı Hakîm'de ehl-i dalalete karşı azîm şekvaları ve kesretli tahşidatı ve çok şiddetli tehdidatı, aklın zahirine göre adaletli ve münasebetli belâgatına ve üslûbundaki itidaline ve istikametine münasib düşmüyor. Âdeta âciz bir adama karşı, orduları tahşid ediyor. Ve onun cüz'î bir hareketi için, binler cinayet etmiş gibi tehdid ediyor. Ve müflis ve mülkte hiç hissesi olmadığı halde mütecaviz bir şerik gibi mevki verip ondan şekva ediyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?"

aş. kuranda hiç tesiri olmayan bir kafire karşı çok şiddetli tehditler savruluyor. sanki karşısında çok büyük bir düşman varmış gibi. bir nevi ona çok büyük makam veriliyormuş gibi. buna ne gerek var tarzında soru soruyor.

" ELCEVAB: Onun sırr ve hikmeti şudur ki: Şeytanlar ve şeytanlara uyanlar, dalalete sülûk ettikleri için, küçük bir hareketle çok tahribat yapabilirler. Ve çok mahlukatın hukukuna, az bir fiil ile çok hasaret veriyorlar. Nasılki bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terketmekle, o gemi ile alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve ibtaline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşanı, o âsiden, o gemi ile alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikayetler edip dehşetli tehdid ediyor ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o hareketin müdhiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşanın zâtına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar. Öyle de: Sultan-ı Ezel ve Ebed dahi, Küre-i Arz gemisinde ehl-i hidayetle beraber bulunan ehl-i dalalet olan hizb-üş şeytanın zahiren cüz'î hatiatlarıyla ve isyanlarıyla pek çok mahlukatın hukukuna tecavüz ettikleri ve mevcudatın vezaif-i âliyelerinin neticelerinin ibtal etmesine sebebiyet verdikleri için, onlardan azîm şikayet ve dehşetli tehdidat ve tahribatlarına karşı mühim tahşidat etmek, ayn-ı belâgat içinde mahz-ı hikmettir ve gayet münasib ve muvafıktır. Ve mutabık-ı mukteza-yı haldir ki; belâgatın tarifidir ve esasıdır ve israf-ı kelâm olan mübalağadan münezzehtir. Malûmdur ki; böyle az bir hareketle çok tahribat yapan dehşetli düşmanlara karşı gayet metin bir kal'aya iltica etmeyen, çok perişan olur.
İşte ey ehl-i iman! O çelik ve semavî kal'a: Kur'andır. İçine gir, kurtul."

aş. gerçekten fiil küçük gibi gözüküyor da, bir örnek geldi aklıma. hastanedesiniz. yüzlerce hasta var. her birisi bir cereyana bağlanmış. cereyan kesildiği anda ölebilecek hastalar olsun. onların başında duran adama diyorsunuz ki, sakın cereyan sönmesin, söndüğü anda şuraya bas. yaptığı fiil çok basit. fakat yanlış yaparsa, yüzlerce insanın ölümüne sebep oluyor. o yüzden çok dehşetli bir şekilde ikaz ediyorsun: "sakın unutmayasın, düğmeyi ihmal etme". bu yerinde olur.

vücudumuz da aynı şekilde. bütün azalar ,, sistemli bir şekilde görevlerini yapıyor. sen bir damarı kesmekle, bütün o milyonlarca mahlukatın görevlerini bir anda alıkoymuş oluyorsun. bir yanda milyonlarca küçük hücreler ve sistemler var. harika bir şey. hepsi ubudiyet ediyor. kendi yaratıcılarını anıyorlar. sen oradan bir tane damarı kesmekle, hayatını koparmış, hepsinin vazffiesiin yok etmiş oluyorsun.

aynı şekilde tüm kainat allahın güzel isimlerine şehadet ediyorlar. imansızlık da o can damarını kesmek gibi, aleme baktığında bütün mevcudatı manen öldürmüş oluyorsun. küçük bir tavır, ama neticesi çok dehşetli. o yüzden çok şiddetli ikazda ve tehditatta bulunuyor. basit gelir, bir ağacı kesmek. küçücük bir fiil. ama aslında o ağacın binlerce yaprağı var. her bir dal, yaprak zikrediyor. her bir mevsimde ayrı şekillerde zikrediyor. senelerce ondaki melekler zikrediyorlar. aynı zamanda, kuşu hayvanı hepsi o ağaç vesilesiyle zikir yapıyorlar. sen o ağacı kesmekle, milyarlarca görev yapan mahlukatın görevini azlediyorsun.

rz. bir de enfusi daireden baksak, aklıma şöyle bir şey geldi. bir anne, yavrusuna bakarken, o bize allahtan bilmekle, bizi allaha tanıttırır. biz şükretmezsek, o duyguyu öldürüyoruz. allah namına işledikçe, nurlandırıyoruz, aksi taktirde kütükleştiriyoruz. her mahluka karşı bir cihazımız varken, onları o şekilde kesmekle, onlara karşı olan cihazatımızı da katletmiş oluyoruz. o yüzden sadece kainatı manen öldürmüş olmuyoruz, kendi içimizdeki latifeleri de öldürmüş oluyoruz.

aş. zaten insan kendi alemini katletmiş oluyor.

hş. soruyu, sorarken acaba üstad bu bağlamda mı cevap verecek. çünkü kuran insanlara indirilmiş. insanlar kuranı anlıyorlar. şimdi insanın bu dünyadaki ufak tefek hareketleri sonsuz bir hayatı belli ediyor. ufak bir zaman zarfında yaptığımız eylemler, sonsuz bir hayatı etkiliyor. kuran da bu insanlara sürekli ikaz ede ede, sen bunu yaparsan sonsuz bir hayatı kaybedeceksin, bunun değeri çok büyüktür diye ikaz ediyor diyecek diye düşümüştüm. ama üstad diğer mahluklar açısından da olayı anlattı. tohum olarak da düşünsen,

aş. o tohumun içinde, ağaç olabilecek kapasite. var. çünkü o ağaç, binler tohum verebilir. o ağaç vasıtasıyla, meydana gelebilecek. o tohumu toprağa atmadığın anda, gelebilecek olan bütün o nimetleri öldürmüş oluyorsun. o tohumun bekası, toprağa atmakla ortaya çıkar. aksi taktirde istidadı ortaya çıkmayacaktır. içindeki beka meyvesi ortaya çıkmayacaktır. yedin attın. küfür de böyle, o mevcudatla beka arısını kesen bir mahiyeti var küfrün. dünyevi fani geçici bir hayata mahkum ediyor. ebede açılan istidatlarını köreltmiş oluyor. sankı böyle yapma demekle, çok belagatlı bir ifade oluyo, çünkü kaybedeceği çok büyük bir hayat.

hş. kendi açımdan bakıyorum. kurana muhatap olan benim. kuranda bu tip şeylerin sürekli tekrarlanması, benim açımdan, çok hikmetli ve şefkatli. beni sürekli uyarıyor. çünkü ben yaşasak, 60-70-80 sene yaşayacağız. ama bu ömürde, sonsuz bir hayatın karşılığını alıyorum. burada beni sürekli ikaz etmesi kadar belagatlı, hikmetli bir şey olamaz. bütün insanlar açısından da böyle bir şey. başka nedir ki, bizim beklediğimiz?

aş. elimizde çok değerli bir şey olsa, elmas gibi, onu plastik gibi bir yerde satsak. sonradan anlasak. biri de biliyor, elimde elmas olduğunu. adama çok kızarız, neden bana söylemedin diye.

hş. sonsuz değerinde bir an. şu anda o anı, tohum gibi işlesek atsak, ahirette müthiş bir ağaç olacak. o yüzden her anımızı değerlendirmemiz için sürekli ikaz ediyor. hatta örnekler veriyor. musa as. vs. hep bizim için. bak bunları yapmayanlar böyle oldu. bunları yapanlar ise böyle oldu. sürekli bizden örnekler de veriyor. bu anlamda da bizi çok ikaz ediyor.

aş. küçük gibi görüyoruz, ama çok büyük neticelere sebep olabiliyor.

dünya açısından da baksak, diyelim ki, bir cana kıydın. sen o canı var etmek için, elinden gelen bir şey yok. küçük bir hadise gibi geliyor, ama o can bütün aleme bedel bir can. basit bir fiil.

eğer allah olmasa, bu yaptığım fiilin mahiyeti hiç de küçük değil. bir şeyi yok ettim. bir sonsuzluğu bitirmek manasında.

ama o benim yanlışımı dahi, kim telafi edecek? ben telafi edemem. küçük fiil gibi gözüküyor. peki bu içerisinde sonsuz varlığı yok etme potansiyeli taşıyan amelimin telafisi nerede?

yapılan küçük bir fiil bile çok büyük bir tesire sebep olabiliyor. fizikçiler, kelebek etkisi diyorlar. küçük bir kelebeğin kanat çırpması, bir hafta sonra, japonyada bir fırtınaya sebep olabiliyor.

bir elektrik akımının bir santimini kestin.

yk. uzayda da çok küçük bir sapma bile, üssel olarak büyüyor.

aş. 10 üzeri -43'lük bir saniyelik bir hata tüm kainatın yok olmasına sebep olabilecek bir şeymiş, kainatın başlangıcında.

yk. sen hiçbir insanı var etmede hiçbir şeyin yok.

aş. inansız bir insan olsam, küçük bir fiilin bile ne kadar dehşetli bir olaya sebep olabildiğini düşünüyor insan. o yüzden hiçbir şey yapmamamız gerekirdi eğer öyle olsa. o yüzden, cenabı hak sana istiğfar etme hakkı veriyor. sanki canı tekrar telafi ediyormuş gibi.

zk. kafir küfür içindeyken, menfi bir hareket yaparken aslında kainatta hiçbir tesiri yok. sadece kendi aleminde onu yoğaltıyor.

mk. burası nazik bir konu. arkadaşlar ne anlıyor. hem bir püf noktayı ifade ediyor. hem de buna karşı tedbirli olmanın önemli olduğunu, söylüyor. hayatımızın her an içinde olan bir konu.

buraya geliyorsunuz. vakit veriyorsunuz. kimse kimseyi zorlayarak gelmediği için, bir emek sarfediyor, buraya gelen arkadaşlar. ama gelmişken de fikirlerimizi söyleyebilelim. katılalım. burada insan olduğumuzu herkesin hissetmesini istiyorum. bir de gelmişken, hepimiz bir yerinden tutalım. gelişimizin bereketi artsın. hepiniz sevdiklerini bırakarak, buraya geldiğinize göre, herkes bizim için değerlidir. burada paylaşım için geldiklerinden, vakitlerini ayırdıkları için, benim için saygı değer insanlardır. üçüncü bir husus, arkadaşlar, böyle bir atmosferi istedikleri ve istifade ettikleri için, geldiklerini hissediyoruz. bu da bize bir hukuk arzediyor. mesela en benim değerli, paylaştığım arkadaşlıklarımdan, bilhassa mertliklerinden örnek aldığım iki örnek var: birisi ahmet, birisi de yusuf.

sadet bu, bu dersi yapacaksak, bu işi muhabbetle yapacağız. artı herkes kendini bu değerde hissedecek ki, katılabilecek, fikrinin beyan edebilecek. buraya kadar gelen arkadaşların bazı kanaatleri de olur. kimisi 1 cümle söyleer, diğeri 10 cümle söyler. bizim için hepimiz değerliyiz.

bu hafta senin çok ciddi derslerinden sonra, ben bugün makara yapacağım. geçen hafta hakkı çok ilginç bir şey söyledi. beni dua halkanıza yazıyor musunuz, dedi. ben birden, bu dua istemesinden çok hoşnut oldum, ama bu arada da ben hakikaten dua halkası, diye biz kimiz ki, dua etmemiz mi lazım, diye kendi içimde bir boşluk hissettim. zaman zaman derste konuşuyoruz, ama gerçekten bir dua halkamız var mı? bu sohbette bulunmakla, ayrı bir değer oluşturuyor muyuz? bu değerler birer çarpan oluşturabilir mi? yoksa buraya gelip gidecek miyiz?

sonradan da, biz de şunu söyledik: biz neyiz, cemiyet miyiz, teşkilat mıyız, yoksa bu cemaatimizi, dua halkasını neyle oluşturacağız? zaten fiziki olarak oluşturuyoruz. allah için, kuran nurunu kendi dünyamıza aktarmak için gayret ediyoruz.

ben türkiyede biraz şeyle karıştırıldığını düşünüyorum: genellikle, cemaatle, cemiyetçilik karıştırıldığını fark ettim. cemaat için, bir şeyi paylaşmak, aynı amaç için bir halkada bulunmak, yeterli. bir kişiden fazlası yeterli. bunun için özel kurumlar kurmak, statüler oluşturmak, gerekmez.

risalelerde geçen en önemli konulardan biri de, insanların manevi dayanışma ile, birbirlerine dua ederek, ahir zamanda günahların çok olduğu bir dönemde, bir bonus hesabı gibi, seavpalrının birrbirlerine çarparak, manevi bir çarpan oluşturmak. biz zaten böyle bir havayı yaşıyoruz, bu dualarımızla da, hem kendi dünyamızda kaleye sığınalım. gerçekten bir çatışma var manevi alemde. buna karşı cemaat olmaya ve birbirimizin duasına ihtiyacımız var. bu noktadan katılımın ne önemi var?

katılımın diyelim, bahar mevsiminde bahçeye çıktık. çok çeşitli çiçekler vardır. kimisi gül getirir, kimisi papatya getirir. herkes, kendi dünyasında bahar mevsiminden yakaladığı bir şeyi getirip sunarsa, hepimiz istifade etmiş oluruz. gül, karafnil getirdi diye keyfiyet olarak bir şey fark etmez. hepimizin paylaşmasına izin verir bu. bu yüzden, dua halkasının çok önemli olduğunu. başka cemaatlerden de allah razı olsun. onların da çok kalabalık ve ihlaslı olduklarına inanıyorum. ibz de böyle bir halka oluşturuyoruz. bu noktadan arkadaşların kanaat bildirmesi çok önemli.

iki noktayı da arzetmek istiyorum. geçen hafta abdürreşitle bir meseleyi konuştuk.

sait nursi diyor ki, risaleleri gazete gibi okumayın. gazete gibi okumadak ne demek? can sıkıntısını gidermek için, hızlı hızlı, bakarak okumak. ben şöyle düşündüm: bir ankaradan okursun, bir rusyadan bakarsın. birbiriyle bağlantılı olmayan, derinliğine inmeyen üstünkörü bir yaklaşımla okumaktır yani. risalei nur ise, bir konuyu, enine boyuna, baktığı perspektif açısından basamakları koyarak, sonunda kapıya kadar, dikkatli okuyunuz, ve fikir teattisi yapınız derler. benim bir tecrübem var. risalei nuru okuyoruz, anlayamıyoruz diyorlar. aslında insanların şunu kastettiklerini anladım bu sözle: fikirler var, ana konular var. bir de bunların açıklamalır ve sonuca götürmeleri var. yani bir olayı, giriş, gelişme ve sonuç bölümleri var.

burayı okuduğumuzda da soruyu açık soruyor. kademe kademe ilerilyor. bir düşünce silsilesini takip ederek riaslei nuru okuyun diyor. bu noktada der ki, müsademe-i efkar yapmak, yani bir fikir silsilesini geliştirerek ve takip ederek okuyun diyor. o fikir silsilesine çoğumuz alışmadığımız için, böyle bir eğitimden geçmediğimiz için, risalenin ilk cümlesiyle, son cümlesinin arasındaki bağlantıyı kuramadığımız zaman, konular bize ağır ve irtibatsız gelmiyor.

bağlantılandıramadığımız için de, risalei nur ağır ve anlaşılmaz geliyor.

bunu bir günde anlamamız olmayabilir. aynı konuyu, takip ettikçe, kavramlar oturmaya başlıyor. o zaman ister istemez, riaslei nurun getirdiği perspektifle, tüm kainatı anlamak çok kolay olmaya başlıyor. ama bunlar oturmadan, bunları değerlendirmek çok zor oluyor. burada yaptığımız iş, birbirimizin desteğini almak vvar. aynı zamanda konuyu takip edip, baştans sona bütünleştirmeye ihtiyacımız var.

zk. bir de insanlara konular yabancı geliyor. imandan bahsedince, okuyunca, neden bahsediyor diyor. eski medrese eğitiminden farklı. iman deyince, insanın hayatına uygulamasyıla anlatıyor.

rz. aslında bir de şöyle bir şey var: aklın zahirine göre... ne kadar insan var. 6 milyar. o kadar da kainat var. burada ilk başta diyor ki, "aklın zahirine göre". bizim bir aklımız var ve ona göre hareket etmeyi seviyoruz. ama kainat tekse, bunu en iyi kim anlatır? en iyi yaşayan peygamberimizdir, en iyi nanlatan da kuarnı kerimdir. o yüzden, kendi aklını bırak bir noktada, veya zahiri nazarı bırak, kuranı kerime gel. çünkü sen kendi aklını öncellemişsin.

niye hukuk diye özellikle vurguluyor? tüm alemin senden istediği nedir? tüm alem, ham edtmiştir, resulullah da onların tümünün yerine, şükürlerini görüp, allaha sunmuştur. semavi neticeleri hasıl olmuştur.

aş. ben mesela bir yanlış yaptım, bu yanlışı nasıl düzelteceğim. herkes kendi kafasına göre, bir düzeltme çabasına girse, alem kaosa girer. herkese göre her şey doğru olabilir. hangi akla göre hareket edeceğiz. ben bir canlıyı öldürdüm. bunu nasıl telafi edeceğim. insan kendi aklıyla bozduğunu düzeltmeye gücü yok. ozonu deldik. nasıl düzelteceksin.

insan ilahsız bir aleme baktığı zaman, yaptığı cinayetlerin haddi hesabı yok. ne yaptığını da bilmiyor çünkü. sistemin işleyişini bilmiyorsun. ancak bütün sistemi bilen birine itimad etmekten başka bir çaren yok. gerçekten ben düzelteyim, derse, ne yapacaksın.

yy. fabrikaya giriyorsun. bir sürü vanalar var. insan korkuyor dokunmaya. dokunsam, bozarız diye düşünüyor.

aş. ancak orayı çok iyi bilen birine, söyleyeceksin.

yy. elektrikler gitti, herkes kafasına göre, düzeltmeye çalışsa, ne olacak. adam yazmış, "allah bize akıl verdi, din değil."

mk. doğru söylüyorsunuz ama, kaldığım noktadan bir misal vereceğim. herkesin bir fotoğraf makinesi var. herkes zahirde fotoğraf çekiyor. ben merak ediyorum. herkes her yerde fotoğraf çekiyor. affan ağbi de iki daire tutmuş fotoğraf çekiyor. bir sürü karartmış oraları. demirler koymuş. idam demirleri gibi. ne işe yarar diyorum. bir de mektebini okumuş. ulan herkes çekiyor, fotoğraf makinesiyle. bu ne yapıyor? bir gün gittim baktım, bir şeyler yapıyor. biraz baktım. sesler çıkıyor. deklanşöre basıyormuş. sonra bir oraya geçiyor, bir buraya geliyor. ışığı kaldırıyor, bir altına geçiyor. neredeyse, işkence çektirecek çektiği şeylere. herkesin yaptığı şeyi bu ne yapıyor? diyor "ali aşağı kaldır, yukarı kaldır" sonra bakıyor bakıyor. bakması da yetmiyor. işin içinden çıkamıyor mu. düşünmeye başlıyor. çay içiyor. sonra tekrar şıkırt. tekrar bir şey oluyor.

risale okurken de gazete okur gibi anlayacağımızı zannediyorsak, biraz yanılırız gibi geliyor bana.

bu kardeşim diyor, herkes kuran çözecek, diyor. ama kimi kafasını kırıyor, kimisi atom bombası atıyor. peki sait nursi ne yapıyor?

risale çok değerli. ve de çok basit aslında. ama dikkat ve takip gerektiriyor. eğer bunları verirsek, verimliliği artar. hem korkacak bir şey yok, hem de ciddiyet gerektiğini de hissetmemiz gerekiyor.

son bir numara daha söyleyeceğim. biz çerçeveci eleman alırken şuna dikkat ederiz: abi ne yapacağım ben? hemen keseriz, adam izler. adam da yapar. biz de olmuş deriz. akşamleyin, adam eve giderken, kendisini usta gibi hisseder. bu duyguyu yaşamazsa, o enerjiyi üstüste koyup takip edemez. ama ertesi gün kesmenin başka bir yolu vardır. her malzemenin yolu farklıdır. her geçen gün yeni bir şey öğrenir adam. biz de burada öğrenme zenginliğini takip edersek, ilerleriz. eğer edemezsek, konu takibi yerine isim takibine başlarız. sonra uzun vadedeki ilişklerde problemler çıkmaya başlar.

burası risaledeki birkaç kavramın oturmasını gerektiriyor. ehli dalalet ne demektir? kuran demiş ki, bunlara asla hayat tanımayın. ama ehli dalaletten ne anlıyoruz? bu oturmadığı müddetçe anlayamayız.

konunu anafikrini şöyle söyleyeyim: ehli dalalet demek, kurana yaratıcısız bakan, her şeyi ipsiz sapsız gören, her şeyi kendi menfaatin göre gören, nered duracağı belli olmayanbomba demek ehli dalalet. bugün çok iyi görürsün. yarın öyle bir kötü olur ki, bütün kainatı yok edecek noktaya gelir.

yani hiçbir şeyi tanımayan. sınırları olmayan. iman ne demek? ehli dalaletin zıttı. bütün kainatın bir sahibi var, bunun da bir öğreticisi var. her şeyin bir sınırı ve yeri yurdu var. işte sınır tanımayan bir anarşist gibidir ehli dalalet. o yüzden, onlara aman dikkat edin, kendinizi koruyun diyor. halbuki, kendini bile yok edecek canlı bombadan neden korunalım, diyoruz. ama hayır, o kendine zarar vermekle kalmıyor, bütün akinata zarar verebilir.

bir ressam aradaşım var, çok sıcak. cehennem sıcağı gibi, nasıl çalışılır ya, dedi. başladı şimdi. ben dedim, arkadaş, sus, zehirini kendine at, bana akıtma. ben sıcağı düşünmüyorum. beni bekleyen arkadaşlarım var. onları göreceğim. ben bunları düşünüyorum. o adam ne görüyor. o dakikada, şevki manevimi başlarken ki bütün enerjimi kırıyor.

halbuki adam diyor ki, kuran gibi mübarek bir kitap yasaklayıcı olur mu. hep tatlı dilli olması lazım, cehennem buraya yakışır mı? evet yakışır arkadaş. hayatın her zaman, artı ve eksi kutupları vardır. kuran burada bize örnektir.

hacı olmak için iki şart var: birisi, kabeyi tavaf etmek. diğeri de şeytan taşlamak. hayatın iki yönü var. başka şeyler de var. ama taş atmak da ibadet. avrupa kitaplarında, buna diyorlar ki, sınırlarınızı korumak. başkasına zararlı yerleri bilmek. kuran zararlı ve faydalı sınırları en iyi bilen kitaplardan bir tanesi.

oğ. burayı okurken, kuranın tahşidatı, kafirler için, biz müminiz elhamdülillah, buna benzer bizim için de taşıyor mu? mümin insan, allahın varlığını ve birliğini tasdik ediyoruz da, bütün mahlukatın da allahın işini yapması, yaptıkları vazifeleri göremiyorsak, acaba kuranı kerim bizi de tehdit ediyor mu?

aş. muhammed ağbinin verdiği güzel bir örnek. nasıl ben dışarıdan gelen, şeytana karşı, benim dünyamı karartma diyorsam. benim içimde de bir nefis var. o da dünyayı karartmaya çalışıyor. yaratıcıya karşı sırt çevirmek suretiyle, hayatımı karartabilir. tüm duygularımı örtbas edebilir. dolayısıyla o tehdit içimdeki nefsime de muhatap alıyor.

başına bir olay geldi, hep benim başıma kötü şeyler gelir diye şikayet ediyorsun. aslında orada güzelliği de görebilirsin. ki aslında hayır vardır orada. ama nefis hep kötü ve siyahlıklara bakıyor.

tabi ki, bana da hitap ediyor. hem enfusi manada, nefsime karşı o manaları okuyacağım. öte yandan, kafirlerin vasıflarının bu şekilde bilip, bunu da anlayacağım.

yy. müslümanlara ikaz var, kafirlere karşı tahkir var.

aş. müminlere karşı bir cesaret de veriyor. doğru olan da budur gibi, ehli dalalet gibi olmamak gerektiğini ben anlıyorum. böylece onları tehdit etmesinin haklılığını da görerek, o azabı düşünerek, bir teselli bulabiliyorum.

aci. geçenlerde kuranın anlam olarak, her tür okumaya denk geldiğini okumuştum. dolayısıyla mümine de hitap edebilir.

oğ. buradaki ifadeyi şeyle ilişkilendirdim: üstad hazretlerinin hapishanede, çamaşırı asarken, talebesinin sinekleri kovduğunu görünce, diyor ki, sinekleri rahatsız etme, git çamaşırını başka yerde as. o da şaşırıyor. biz insanız, o bana hizmet etmeyecek mi, burası benim öncelikli hakkım. ama üstad hazretleri, o sineğin, vazifesini yapma, esmayı tecelli olma vazfesini gördüğü için, ona farklı bir gözle bakıyor. biz de mümin olarak her şeye böyle bir gözle bakmayı öğrenmeliyiz.

onun için ben yoldan geçen bir karıncayı, keyfimce, böyle atmamalıyım. bile bile, hiçbir mahlukata zarar vermemeliyim. yoksa, onun neticeleriyle düşünecek talimi oturtamazsam, o tehditlere ben de maruz kalırım.

aş. muhammed ağbi, çok önemli bir örnek verdi: aslın önemli olan, bize bakan veçhesi çok önemli bir misal. ben dünyama bu hakikati nasıl indirmem lazım. diyorsun ki, sen benim alemimi karartma. sus. buraya getirmemiz lazım meseleyi. ben ne yaparsam yapayım, fark etmez. ister kendi bakışım, ister başkalarınınki. ben alemimi karartmamakla mükellefim. sen bir şeyi ezersen, için rahatsız olur. nefsine diyeceksin ki, yapma. dışarıdaki adam şikayet edince, de ona sus diyeceksin.

rabbin sana bir sürü ikramlarda bulunmuş. bunları görmüyorsun, şekva ediyorsun.

o zaman, kuranın tehditatını da anlayabiliriz. çünkü kendi sıkıntılarımıza bakalım, altında hep bu bakış açısı var. o zaman allah diyor ki, bakma yoksa azap çekersin.

o anlayış devam ettikçe, alemi kararacaktır. cenabı hakkı gören bakış açısıyla beslenirsek, rızkını sen mi veriyorsun diye bakarsın. onun alemini dahi karartmak istemezsin. sen kendi aleminin kararmasını istemezsen, başkasınınkinin de kararmasını istemezsin. o zaman kuran der ki, ne kendi alemini karart, ne de başkasınınkini.

bu tabi ki, bize hitap ediyor. kafirler zaten bu kitabı okumuyor. o küfri alemin ne gibi kötülükler olduğunu anlatmak için bize hitap ediyor.

mk. burada karıştırdığımz noktalardan bir tanesi şöyle bir şey: mutlaka kafirler cehenneme.

iki tane pratik olgu var burada: birisi, işimizi gücümüzü bırakıp, kafirlere karşı mücadele edip, bütün kainatı, dehşet içerisinde bırakacak bir halet gelebiliyor. halbuki, kuranın tabirlerine de bakarsak, sınır koyuyor. kafirler yaptıkları hareket itibariyle, tehlikellidir, bu fikirler ateş olacak. bunlar başka şekilde giderilemez.

ama biz kalkıp da, tamamen, allahın bu işini, dünyada kendimiz yapmaya kalkarsak, o zaman kendi işlerimizden alıkonmuş oluruz. yani sınırımızı bilmek. ama sınır ötesi harekatlara, her şeyi bizim çözmememiz gerektiğini, çoğu hatta o kadar ileri gidiyor ki, bunlar ruh hastalığına giriyor. bu sefer kişi, canlı bomba olmaya başlıyor. hatta bırak kafirleri, müslümanları da yakıyor o bomba.

aş. o nokta çok önemli. güncelliği de çok. her tarafımız kafir dolu, günah dolu. eee ne oldu, içimi kararttın benim. ama benim sığınacak bir kalem var. rabbim. her tarafı kafir yaptın, benim içimi de kafir yapmaya kalkışıyorsun. diyeceğiz ki, her tarafta günahlar olsa da, rabbimiz bizi korur.

yy. şahıslardan çok fikirler.

mk. bunun bir ileri merhalesi daha var. hayatta yaşadığımız, bende gençlikten beri belirli sorunları olan bir hayatım var. bir haksızlığa maruz kaldı bir kişi, ben onu allaha havale ettim diyor. allah ne demek. her şeyi yerli yerine koyar. ama ona kifayet etmiyor, kalkıyor, ben temizlerim o adamı diyor. aslında kötülüğü temizlemiyoruz, allaha olan güvenimizi bırakmıyoruz, onu temizliyoruz. onun ne zaman yapacağı belli olmaz, kendimizi onun yerine koyuyoruz. buradaki eksiklikleri , bir de bunları din adına, kimse, bunları kötülük olsun diye yapmıyor.

hapishaneye gittim. acayip soruyorsun, ne yaptın diyorsun? adam öldürdüm. namus için. öteki diyor, şeref için, izzet için. yani hiçbiri haksızlık adına adam öldürmüyor. herkes haklılık adına adam öldürüyor. bunlar basit görünüyor ama, bunu daha inceltelim.

mesela sevgili eşiniz, yıllarca hayatı beraber paylaşmışsınız. her şeyi paylaşmışsınız, yokluğu, varlığı. bir tane hatasını gördünüz. bu bana bunu nasıl yapar deyip... halbuki ne yapmamız lazım. çok basit. bir hata yaptı bir arkadaşımız. ne isteriz biz. müsamaha nazarıyla bakılmasını. saygıyla o sürecin geçmesi için fırsat verilmesini. kendimiz için ne istiyorsak, başkasına da onu vermeliyiz.

yy. köyün birinde bir adam, fitne çıkartan bi r adamı öldürüyor. 35 sene yatıyor. sonra köyüne geliyor. soruyorlar, nasıl buldun köyü? valla ben bir tane vardı öldürdüm, köyün yarısı o adam gibi olmuş.

mk. şu da çok önemli: evet sınırlarımız olacak. artılarımız ve eksilerimiz olacak. ama sınır ötesi harekat manasında değil.

yy. şahıslardan çok küfür fikrine karşı uyanık olmamız.

mk. bir de bu çok ekstra bir örnek.

hş. çok tahşidat yapıyor deniyor ya. bedir savaşında, 3000 melek var derler. karşı tarafta 300 adam. neden bu kadar büyük ordu gelmiş, diye sorardık. aslında peygamber savaştan önce dua ediyor: yarabbi, bu ordun kaybederse, sana ibadet edecek kimse kalmayacak. insanlığın gözbebeği yani. allah onları korumak için, 3000 meleği gönderiyor.

aş. hiç kulluk değil de, alemimiz kapkaranlık bir perdeye döneceğiz.

hş. herhalde ağaçlar, çiçekler kulluk ediyor da, insan kalmayacak. bir baksa, bütün alem insana müteveccih olmuş. senden ne istiyor? bunun şükrünü vereceksin. sen bunu kestin. ben allah tanımam dediğin zaman, her şeyi sıfıra indirdin.

yy. anlam çıkmıyor.

hş. o insanın o kainatı bitti. tamamen kararıyor. kuran her şeyiyle, bunu kafaya hatırlatıyor.

rz. peygamberimiz her gün 70 defa tövbe edermiş.

mk. sevgili sait nursi dedemiz, çok ilginç bir adam. diyor ki, bu islam memleketinde tam kafir olmazlar. bu çok enteresan bir tespittir. bununla ilgili pazar günü, enteresan bir röportaj dinledim. şarkıcıyla konuşuyorlar. doktor. biz galatasaray lisesinde eğitim aldık. marksisttik. çocuğum hastalandı. onu götürdüm, çok acılar içindeyim. sonra hiç fark etmeden, kendimi dua ederken buldum. ulan ben marksisttim dedim. o andan itibaren marksistlik kalktı.

fakat sait nursi, pirinçteki taşı ayırır gibi, hakikatleri de ayırır. ehli imandan , küfrü işmam eden tabirler duyarsınız. yani menfi fikirler taşıyan insanlarla da karşılaşırsınız. onun için, gerçekten dikkat edersek, çok... ben hayatımı sait nursi dedeme şükran içinde geçiriyorum. ne kadar kötü şartta olsam bile, onu dinlemekten, çok büyük mutluluk hissediyorum.

Hiç yorum yok: