24 Aralık 2010 Cuma

Altıncı Şua İkinci Sual

"İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde

اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ

deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm'dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey va'd-i İlahîye iktiran etmiş ise... Meselâ: عَسَى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak va'dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِى وَعَدْتَهُ deniliyor; bütün ümmet o va'di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?

(Orjinal Sayfa:93)

Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.

Birinci Cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki:

Üçyüzelli milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan yalnız iki zâtın; yani Hasan (R.A.) ve Hüseyin'in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarîkatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları, عُلَمَاءُاُمَّتِىكَاَنْبِيَاءِبَنِىاِسْرَائِيلَ hadîsinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı Azam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı azamını tarîk-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler."

aş. Muhammed asm. daha yüksek olduğu halde, neden onu İbrahim as. ile kıyaslayarak duada talepte bulunuyor? İlk bakışta sanki bir tenzilat oluyor gibi, belagat kaidesine ters düşüyor gibi. Buraaki veçhe, nübüvvet makamann velevliya makamnan her zaman yüksek olması.
Burada vurgu Muhammed ve İbrahim asm.'ın makamları kıyaslanmıyor, onlardan gelen nesillerin kemaliyle alakalı bir mesele.
Ayrıca, Hz. İbrahim'in nesli belirlenmiş, gelmiş. Diğerinin nimeti daha ortaya çıkmamış. Bilinen nimetlerden en güzeli istenir. Hiçbir peygambere nasip olmamış. Baba peygamber, oğul peygamber. İshak'tan, 600'e yakın peygamber gelmiş.
Burada şu vurgu da var: Hz. Muhammed'in nesli, her ne kadar peygamber olmasalar bile, onların kemalatları peygamberler nisbetinde olacaktır. Sürekli yapılan o duanın ne kadar makbul olduğunu ve gerçekleştiğini gösterir.
Allah her şeye bir kaide koyuyor. Sanki bize şunu gösteriyor. İmamlıkta rehber olacak insanlar, Muhammed asm'nin soyundan gelecek. Oradan gelen nesle dikkat edin diye bize ders veriyor.
Salih Özcan ağbi, kendisi bir seyyid. Üstad da ona bizzat kendisi de söylemiş, kendisinin hem Hasan'ın hem Hüseyin'in neslinden geldiğini. Ancak ben ispat edemiyorum diyor.

"İkinci Cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise; meşahir-i insaniyenin en nûrâni, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icmâ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-ı uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem'den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet Kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Firavun ve Nemrud gibi bütün muarızlar gadab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi.. kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi bütün kudsî kahramanları dahi, hârika ve mu'cizane ve gaybî bir surette mu'cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zâhir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder.
Fatiha'da صِرَاطَ الّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضّالِّينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatiha'nın âhirinde daha zâhirdir."
aş. neden namazın sonunda salavat diyoruzun çok güzel bir hikmeti bu. ben de o kafiledenim, demenin bir yolu bu.
Hepimiz bir yolculukta bir yere gidiyoruz. Ama insanların ekserisi, nereye gittiklerini bilmiyor. Hayat yolculuğunda nereye gidiyoruz? Fakat bir kısım insanlar var ki, nereye gittiklerini emin bir şekilde biliyorlar. Ayrıca bu insanlar sıradan insanlar değil. Her biri insanlığın en zirve ahlakında. Yalan söylemeyen, en bilgili, en yardımsever. Fazilet noktasında en zirve insanlar hep o kafilenin içinde. İşte salavat getirmenin anlamı budur: Ben de onlardanım.
yy. bir miting oluyor bağırıyorsun, sana zevk ve emniyet veriyor.
aş. uh

Hiç yorum yok: