26 Nisan 2008 Cumartesi

Muhakemat Dorduncu Mukaddeme

" Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder."
A: Burada iki yönlü bir açıklama yapıyor.
" Şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Şöyle ki: Beşerin seciyelerindendir, garib veya kıymetdar bir şeyi asilzade göstermek için, o kıymetdar şeylerin cinsiyle müştehir olan zâta nisbet ve isnad etmektir. "
A: Burada anladığım kadarıyla, kendisince önemli gördüğü bir düşünceyi, kendisinden sudur etse çok kıymet almayacağı için, başkasına atfederek, o düşünceyi yüceltmeye çalışıyor. Onun nazarında yüceltmeye çalışıyor. Mesela bir fıkra uyurmuş, fıkrayı topluma mal edemeceyek, onun yerine Nasreddin Hoca adına anlatıyor.
"Yani sözleri revac bulmak veya tekzib olunmamak veyahut başka ağraz için, zalimane ve istibdadkârane, bir milletin netaic-i efkârını veya mehasin-i etvarını bir şahısta görüp ondan bilirler. "
A: İlginç. Bir milletin düşüncesini, ne yapıyorlar, tek bir kişiye münhasır görüyorlar. Birin yücelterek, o düşünceyi yaymaya çalışıyorlar. Üstat bunu Kurtuluş savaşı için de söylüyor. Herkesin başarısıyken, tek bir kişiye yüklüyorlar. Bunun bir zulüm olduğunu, hem yüklenen kişiye, hem de hakikate zulüm olduğunu söylüyor.
"Halbuki o adamın şanındandır, o hediye-i müstebidaneyi reddede... "
Biri size ait olmayan bir cümleyi size aitmiş gibi gösterse, istersen o söz o kişinin yapması gereken nedir? O sözün kendisine ait olmadığını belirtmesidir. Çünkü hediyeyi müstebidane, ilginç bir tabir kullanıyor, yani size hediye veriyor, fakat sizi o sözün mahkumu kılıyor.
"Zira güzel bir sıfat veya ulvî bir san'atla meşhur olan bir adam, hüsn-ü surînin maverasını görmek şanından olan nazar-ı san'atperveranesine haksız olarak ona isnad olunan emir arz edilip gösterilir ise; "Senin dest-i hattındır" denilir ise; o emir san'atın tenasüb ve müvazenesinden nâşi olan güzelliğini ihlâl ettiği için, reddedip i'raz ve teberri edecektir. "Hâşâ ve kellâ" diyecektir. "
Adam sanatkar, maharetli, burada hat sanatıyla ilgili bir örnek veriyor. Çok güzel bir hat yazıyor. Fakat ilginçtir hattatlara sormuştum, bir hattatla bir yere gittik. Arabistanlı bir arkadaş. O çocukla Ulu camiye gittik. Ulu cami gerçekten hat müzesi gibi, harfi görüyor, harften kimin olduğun söylüyor. Duvardaki yazılara bakıyor, bu falancanın yazısıdır diye hemen tanıyor. İster güzel olsun, ister çirkin olsun, diyelim ki Hattat Affan var, ona atfettiğiniz zaman hemen müdakkik insanlar onu fark edecektir. Eğer o onu iddia ediyorsa yalancıdır o . Eğer birileri yüklüyorsa, hakikat onu reddedecektir. Zaten o tanınıyor. Böyle bir şey olamaz, çünkü onun üslubu bu değildi . Burada bir yere gelecek.
""Senin dest-i hattındır" denilir ise; o emir san'atın tenasüb ve müvazenesinden nâşi olan güzelliğini ihlâl ettiği için, reddedip i'raz ve teberri edecektir. "Hâşâ ve kellâ" diyecektir. Bu seciyeye bina ile meşhur kaideye -"Bir şey sabit olsa, levazımıyla sabit olur."- istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülâtlarına"

Bir şey sabit olursa levazımatıyla sabit olur.
"bir nizam verdirmek için muztardırlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı hârikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyeti mümkün olabilsin. O halde o adam bir u'cube olarak zihinlerinde tecessüm eder. "
Herkes bir şey yüklüyor, o zaman ne oluyor? Bir sınıfta şiir okuyordu öğrenci. sen şunları yarattın, dağları yarattın diye laflar var. Mantığınla düşündüğünde, bir insan bunu yapabilir mi? Yok, ucube affedersin hayal oluyor. Adamı öyle vasıflarla yüklüyorsun, ki, böyle bir şey insan olamaz, acip bir şey çıkıyor ortaya. İnsan üstü bir varlık ortaya çıkıyor ki, bu da hakikati inciten bir şeydir.
"Eğer istersen hayalât-ı Acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl'in timsal-i manevîsine bak, gör.. ne u'cubedir! "
Bu Rüstemi zal, meşhur İran kahramanıdır. Aslanlarla savaşan, filleri deviren çok güçlü bir insan. Sözde ama, abartılarla yüklenmiş. Birkaç iyi bir şey yapmışsa arenalardaki gladyatör gibi bir şeymiş. Ama öyle abartılıyor ki, çok farklı ortaya çıkıyor.
"Zira şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb u garat ederek büyülttü. "
İstibdattan kastettiği abartı.
"Zira şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb u garat ederek büyülttü. "
Bütün İranlıları n övgülerini o üstüne yüklenmiş gibi. Sanki Türkiye’de yapıldığı gibi. Her şey bir şahısa yüklendi. o şahıs tek başına ülkeyi kurtardı. Halbuki böyle bir şey yok.
Md: Aynı şey Fatih için de yapılıyor. Ama peygamber efendimiz "o ne güzel bir kumandan ve ordudur." diyor.
A: Ne güzel adaletli bir şekil.
"Yalan, yalana mukaddeme olduğu için şu hârikulâde şecaat hârikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi'leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil na'ra vurarak "Ben nev'un münhasırun fi'ş-şahs'ım" der. "
A: Kendi şahsıma münhasırım. Nevi şahsına münhasır, yani tek başına bir acayip insanım.
MD: hiç kimseye benzemeyen çok farklı biriyim.
"Gulyabanî gibi hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönüyor. Emsaline dahi meydan açar."
Şimdi asıl şeye geliyoruz.
" Ey hakikati çıplak görmek isteyen zât!.. Bu mukaddemeye dikkat et;"
Burada hakikati anlamaya engel olan on iki tane mukaddeme var. Mecaz, abartı, şöhret gibi. Bizim hakka giden yolda, bizi engelleyen durumları tek tek tahlili ediyor.
" Ey hakikatı çıplak görmek isteyen zât!.. Bu mukaddemeye dikkat et; zira hurafatın kapısı bu yerden açılır. Ve bab-ı tahkik dahi bunun ile seddolur. "
Demek tahkikin kapısı bununla kapanır. Üstad ne diyor? Risalei nur, tahkiki mesleğidir. Kuran bize araştırmayı emrediyor. Bir şeyin hakikatini tam anlamadan girmeyin oraya. Hatta benim sözlerimi bile diyor üstad "altın çıkarsa alın, gümüş çıkarsa bana iade edin. " Onun gibi bir hakikati de tahkik etmemiz gerekiyor. İşte tahkik ederken, buna engel olan şey neymiş. Bu şöhret hastalığıymış.
"Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur."
Biraz zor bir cümle. Kıssadan hisse almak ve terakki meyliyle, müslümanların sonradan gelenlerinin, seleflerin yani önceden gelenlerin üstüne, onların miras bıraktıklarının üzerinde tasarruf... Şimdi izah edecek.
"Hem de kıssadan hisse ve meyl-üt terakkiyle mütekaddimînin esasları üzerine bina ve seleflerin mevrusatında tasarruf ve ziyadeye cesaret bu şûristanda mahvolur. Eğer istersen meşhur Molla Nasreddin Efendi'ye de:"
Nasrettin Hocaya desen ki, bu garip fıkraların hepsi senin midir?
""Bu garib sözler umumen senin midir?" Elbette sana diyecektir: "Şu sözler ciltleri dolduruyor. Epeyce ömür ister. Zira bütün sözlerim nevadirden değildir. Ben hocayım. Onların zekatını da bana verseler razıyım ve kâfidir. "
Yani bu sözlerin çok küçük bir kısmını bile bana verseler ben razıyım. Yetmez benim ömrüm buna.
" Zira zarafetimi tabiîlikten çıkarıp tasannua kalbeder." Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir."
Çok önemli, yapmacıklığa kalbeder, dönüştürür. Demek ki şöhrete insanı tabi olmaktan çıkarıyor, yapmacık tavır takınmasına sebep oluyor.
MD: Kişiliğini abartılmış bir hale sunmayın diyor.
A: Seni çok yüksek zannediyor, mübareklik tavrına girmek zorunda kalıyorsun, ben mesela :)
Md: En önemli husus burada tekrar edeceğim. En büyük insan normal olandır.
"Yahu, bu kökten hurafat ve mevzuat biter ve tenebbüt eder ve doğru şeyin kuvvetini bitirir."
A: Çok önemli, bu kökten hurafeler çıkar, doğru şeyin kuvvetini bitirir. Artık doğru kalmaz. Abartı, doğrunun da doğru olmasını kaldırır.

"Hâtime
İhsan-ı İlahîden fazla ihsan, ihsan değildir."
Bir şeyi Allah nasıl takdir etmişse en güzeli odur. sen ona o ihsanın üstüne bir şey yüklemeye çalışıyorsun, aslında Allah'ın işine karışıyorsun bir nevi. Sözde adamı öveceğim diye aslında onu yeriyorsun, yada hakikati yeriyorsun. Bediüzzaman şöyle büyüktür deyince aslında onun kitabı eserleri ne olduğunu söylüyor. Benim abartmama, o benim üstadım olması hasebiyle onu yüceltmem aslında ona veya hakikate zarar oluşturuyor. O Kitabı övüyor mesela, bir arkadaşa çok hoşuma gitti, filmi anlatıyorum. Tabi abarta abarta. Adam gitti, hiç zevk almadım dedi. Çünkü beklentileri çok yüksek oluyor. Bir bakıyorsun, hayalinde çok yüceltiyorsun, çok sıradan bir insanmış. Muhammed ağbinin dediği gibi sıradan olası yeterlidir, ama biz hayal kırıklığına uğruyoruz.
"Bir dane-i hakikat bir harman hayalâta müreccahtır. "
Çok ilginç. bir hakikat, binler hayale karşılık gelir. Diyelim ki, bin tane amerikan doları vereceğiz, ama hepsi sahte. Onun yerine bir tane gerçek yüz dolar, hangisin tercih edersin.
O: Sen hele bir ikisini getir bakalım :)
A:
"İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır. "
Çok ilginç, lazımdır demiyor"
Md: Yüzüne karşı övmek kötüdür dedi, demin kardeş, halbuki senin dediğin yolda övgüye giden bir yol var.
A: Evet, ihsanı ilahi onu mükemmel yaratmış. Zaten onu ortaya koysan, o güzeldir.
A: Mesela mert kardeşimize Allah bir kabiliyet vermiş, bu mükemmeldir demeye gerek yok. Zaten gözüküyor orada. Onu övmeyeceksin, Allah vermiş ona bu kabiliyeti. Bu parmaklar konuşurken tık tık tık yazıyor. Bu kardeş de ona dua etmiş, Allah da o duasına binaen cevap vermiş. Daha fazlası, abi senin dilinden ne çıkarsa yazıyor diyorsun.
Af: Elinde mevcut olanlar da aşağı iniyor.
A: Kuranın hedefi dörttür diyor üstad. Bir tevhiddir, her şeyi Allah yaratmıştır. İkincisi risalettir, hakikat bize peygamberler vasıtasıyla gelir. Üçüncüsü ahirettir, yani haşirdir. Yani yaptıklarımızın bir neticesi olacaktır hepsini göreceğiz. Dördüncüsü de adalet ve ubudiyet der. Adaleti ubudiyetle özdeşleştirir. Adaletin ölçüsü şudur: İhsan ı ilahi ile her şeyi yerli yerine koymaktır. Bu kabiliyeti sırf bu adama versen ,bu adam onda aciz Allah'ın bir lütfüdür. Önce bunun bir vereceksin. Sonra bu kardeşte bunun tezahür ettiğini söyle.
Mesela, Ahmet kardeş çok iyi pazarlık yapıyorsun. Burada iki durum var: tabi ben iyi pazarlık yaparım. Dediği zaman gurur. Aksine, bende bir şey yok desen, o zaman Allah'ın ihsanını gizliyorsun. Onun yerine elhamdülillah diyeceksin, o zaman vasat. Allahın verdiğini inkar etmeyeceksin.
Md: İhsana ihsansızlık demek takdir etmemek.
A: Evet ben aciz bir kuluyum, ama Allah o kuluna böyle güzellikler de takmış. Topraktaki çiçeğe ne güzel çiçekler takmıyor mu? Allah güzelleştiriyor, bende bir şey yok. Ben çok güzelim dese, ihsanı ilahiden fazla ihsanıdır.
Md: Bence en ince noktalardan biri bu. En adaletli olması. Buradaki ders atmosferimizi, çok abartılı, mübareklik üzerine kurmamamız da bundan kaynaklandığının düşüncesindeyim. ama toplum olarak böyle abartılı şeylere meyilliyiz.
Md: Şeyhi yükseltiriz, cemaati yükseltiriz.
Md: Bu noktadan bize hoş görünüyor.
H: Üstad abisiyle birlikte bir şeyhe gidiyor. Abisi şeyhi yüceltiyor, üstad diyor ben onu kusurlarıyla birlikte seviyorum. Senden daha çok seviyorum hakikatte. Şeyhlerde böyle bir kültür var. İnsanlar onu her şeyden yüceltmek istiyor. İnsan dışı bir yere koymak istiyor. Bu meslekte bir tahkiksizlik mi var? Veya buraya göre bir sakat durum var yani.
A: O mesleğin kötülüğünden kaynaklanmıyor, o kişiye o anlamı yükleyende bir problem vardır. Ben mesela bir mesleği bilmiyorum. Affan'ın mesleği fotoğrafçılık, ben bu işi bilmiyorum. Sen gel bana öğret. Ben ona tabi olacağım. Bu normal bir metottur. Bilmeyen bilene intisap eder, ondan öğrenir sonra çeker gider. Bizde öyle bir duruma gelmiş ki, o kişiye artık yukarı bir yere çıkarmış. bunun sebepleri var. Öneli bir şey.
Peygambere diyorlar ki, sen diyorlar, ne diye bizim gibi sokakta geziyorsun, yemek yiyorsun. Yanında melekler var. Biz kafamızda peygamber veli imajının nasıl koymuşuz? Sürekli dağa çekilen,inzivada biri gibi görüyoruz. Sahabenin bir kısmı, onu ayırt etmek istiyor. Riyazete giriyor falan.
Md: Ben takip edemiyorum. Sen niye insan gibi yaşamıyorsun dediler diyorsun.
A: Ayette diyor müşrikler, bu ne biçimi peygamber? Bizim gibi yaşıyor. Tabi senin gibi yaşacak, çünkü örnek olsun. Sana örnek olacak ya, bu medeniyet içinde nasıl yaşayacağını öğretecek. Yoksa uzakta olursa, o zaman benim ona uymama gerek yok ki, ben hayatımı kendim yaşayacağım, bana örneklik yapmayacak. Peygamber insanların içinden biri gibi olmak zorunda. Gökten mucizeler indiren biri olsaydı, o zaman kardeşim o peygamber biz onun gibi olamayız ki diyecektik. Allah da diyor ki, o sizin gibi, sizden biri. Sizin içinizde bir peygamber gönderdik. Sizin gibi yaşayan, zahmet çeken, biri. Yeri geldiğinde üzerine iftira atılan, bir peygamber gönderdim. Ne demek bu? Biz onu benimseyelim diye. Biz onu hayatın içinden çıkartmaya, onu mistifike etmeye çalışıyoruz. Yani dağda yaşayacak biri. Sahabenin hepsi hayatın içinde değil miydi?
Af: Geçen hafta parantez açıyorum, öyle söylemedin. 40 gün adama oruç tutturdun, kızı ona verdin.:)
A: O bir mecazdı. :)
Biz hakikati abartarak, onu yücelteceğimizi zannediyoruz. Halbuki peygamber dediğin senin duygularını yaşayan, bir insandır. Yoksa, bize örnek olmazdı ki, bir nasıl yapacağız? Hayatın içinde yaşıyoruz. Şu meyveyi yerken nasıl Allah'ın kulu olacağız? Bir insana bir şey dediğinde, elhamdülillah diyeceğiz. Adaletle tahkim edeceğiz. İmam şafi, ilginç bir şey söyler. Allah söylettiriyor. "biri sizi övüyorsa, o insandan korkun der. Bir gün gelip sizi yerebilir. Bir gün gelir sizi olduğundan fazla gösteren biri, adaletli davranmıyor ya, bir gün sizi daha düşük gösterir. O yüzden hakkını verene itimad edin. Ne artıran ne azaltan.
Md: Buradaki, Muhittin abiyi kızdıracağım ama, bu manada, çok güzel bir şey geldi, aslında hürriyet de bu demek. Yani sadece büyük Allah'tır, diğer mahlukların hepsi mahluktur. Eşittir. Eşit olmak kötü değil, Allah böyle yarattığı için eşittir. Sadece Allah büyüktür. Ama bunu kabul etmek çok ciddi ve zor bir olay. Dolayısıyla, hürriyet olunca, risalelerde söylenen bir şey var, eşit olursa insanlar başsız kalırlar, birbirinden etkilenmezler gibi bir kanaat var. İlişki, yüksek alçak olursa, birbirinden etkilenmeleri çok zor. Yan yana olunca, her türlü iletişim akıntının birbirine geçip gitmek çok kolay olur. Aslında Muhittin abi çok kızacak ama kızsın, :), aslında aile hayatında da eşlerin birbirine eşit olması kötü bir şey değil. Biz istiyoruz ki, bir erkek, Allah tayin etmiş. Sen de o görevi hissedebilirsin. Yükümlülükler vermiş. Erkeğe de bu görevi vermiş. Lütfen fantazi yapmayalım :)
Mn: Yaramazlık yaptığı zaman döveceksin, Allah emretmiş. :)
H: Peki peygamber niye dövmemiş?
Mn: Nereden biliyorsun? Okudunuz mu bütün kitapları? Allah yaramazlık yaparsa döveceksin diyor.
A: Demek ki o zaman yaramazlık yapmamış :)
Md:
Mn: Sonra siz kadınların efendisisiniz diyor :)
O: Abi ayete ekleme şimdi :)
Mn: Tamam, kadınların hakimisiniz diyor.
Mn: Allah diyor, erkek ve kadın haklarından o kadar çok bahsetti ki, Allah'tan başkasına ibadet edilmesini isteseydi, kadının erkeğe secde etmesini isterdi zannettim.
H: Yani öyle bir şey olmamış diyor. Kimse kimseye secde etmeyecek.
A. Meleklerin Ademe secde etmesi, Ademin kendisinde olan bir üstünlükten dolayı değildir. Bu Allahın bir görevlendirmesidir. Birine bu görevi verir, diğerine de patronluk görevi verir. Herkes kendi vazifesinden sorumludur. Adamın elinde 1000 dinar var, 1 dinar öyle olur ki, 1000 0 dinardan daha değerlidir. adam 2 dinarı vardır, tamamını sadaka verir. Öbürü ise 1000 dinarın çok küçük bir kısmını verir. Dolayısıyla bu sorumluluk meselesidir.
Mn:
Ama adam diyor ki, kadınlar yemek pişiremez. Kadınların işi yemek pişirmek değil. O kadar çok yaygınlaşmış ki, azdırmışlar kadınları.
H: Yani üstünlük meselesi yemeğe mi geldi :)
A: Mesele üstünlük meselesi değil, herkes sorumluluğunu bilecek. Doğru fıkhen çocuğa bakması sorumlu değil. Vicdanen sorumludur. Allah'a ne hesap verecek? Ben sana bu duyguları verdim, ne hesap verecek. Biz kavvamız ya, bize hesap versin istiyoruz. Onun bize vereceği hesap var, bizim ona vereceğimiz hesap vardır. kavvamız diye canımızın istediğini yapacağız zannediyoruz. Cumhur başkanı da olsan, adi bir nefer de olsan, kendi vazifelerini yaparsa aynı sevabı alır. Bir üstünlük, ne kadına ne hayvana, bir üstünlük taslayamayız. Hepimiz yaratık olarak eşit yaratılmışız. hepimizin farklı sorumlulukları var. Bunlar farklı esmaların ortaya çıkması içindir ,yoksa üstünlük taslamaya hakkımız yoktur.
x: bu üstünlük kadın erkek meselesi midir?
A: Yok her mahluk için geçerlidir.
Her türlü üstünlük yanlıştır.
x: Erkeğin kadına karşı üstünlüğü yoktur, ama yetkilidir.
A: Sorumluluktur işte o.
Md: Yetkili olmak, üstünlük anlamına gelmiyor. Muhittin abinin dediği noktalarda haklılık payı var orada.
A: Sen kadınsın değil mi, bir adam hırsızlık yaptı değil mi, sen o geldiği zaman ona sopa vurabilirsin. Bu yetkili olduğun içindir, yoksa ona üstünlüğünden değildir.
MD: Biz eşitiz demekle, verilen sorumlulukları kullanmamak değil. Tamam yetkiliysen de kardeşim, takan olmadıkça ne olur?

x: Allah kadına karşı erkeğe yetki verdiyse, herke bu yetkisinin yerinin bilecek. Kadın da yerini bilecek, erkek de yerini bilecek. Allah 'a karşı kullukta üstünlük vardır. Erkek görevini yapmazsa, üstün olmaz.
A: Yetkiyi istismar etmeyeceğiz.
Cumhurbaşkanının bir yetkisi vardır, ve bir memurun yetkisinden çok fazladır. Cumhurbaşkanı yetkisinden dolayı, kendisini üstün göremez, kuralları tanımamazlık yapamaz. Bu memur da kim oluyor, diyemez. Yetkiyse, yetkini kullan, emret, kanunları değiştir. Öteki onu yapamaz. Ama yetkisini üstünlük vesilesi kılamaz.
Af: Aslında yetkiler alçaklık vesilesi.
A: Velayetin şeni odur ki, tevazu gösterir. Yoksa olduğundan fazla gözükmek değildir. Bizim kafamızda yetkiyi üstünlük olarak anlıyoruz.
O: Kuvvet olarak algılıyoruz, eziyoruz abi.
Md: Hayatı paylaşmaya mani oluyor. Sıkıntıları paylamaya çekiniyor kadın. Adamın korkusundan adamın zararına olan şeyi söyleyemiyor. Bunun gibi, sonra bedellerini çok fazla ödüyoruz. Bir de kral olsan bile, bir canım ciğerim diyen biri olmadıktan sonra ne olur kardeşim :)
x: Sen işin gırgırındasın, şaka yapıyorsun.
Md: Yok canım, bu da Allahın yarattığı güzel duygular.
At: Peki hiç mi şeyhe yücelik vermekte bir fayda yok? Doğru manasında demiyorum da, kaynaktaki kudsiyet çok delillerden daha fazla tesir ediyor insanlar üstünde. Mesela resulullahın öyle anlatıyorlar ki, sümkürse bile neredeyse sahabeler onu tutacak gibi şeyler var. Bunu delil olarak kullanıp peygamber olarak kullananlar bile var. Söylediği her sözü, vücudundan çıkan her tüyü muhafaza ediyorlar, şekliyle ilgili bir bilim oluşmuş.Söyledikleri de insanları üstünde çok fazla tesir ediyor. Onun gibi şeyhlerin de kudsiyeti insanların gözünde fazla olması iyi değil mi?
A: Kudsiyetin insanların gözünde olması yanlıştır. resulullahın üstünlüğü, onun risaletinden, cenabı hakkın verdiği bir yerden gelir. İnsanlar o kudsiyetten dolayı onu yüceltirler. Biz Kabeyi yüceltmiyoruz, Cenabı Hak öyle emrettiği için yapıyoruz. İhsanı ilahiyle tavsif etmek bu demektir. Şeyhe keramet vermiş, Allah. Adam bir fotoğraf çekiyor çok güzel, ben çekiyorum bir şey yok. Bu keramet işte. Bu vasfı övmem de hiçbir sakınca yok. Ama o bununla övünürse, o onun problemi. Şeyh de kemalatta terakki ede ede, Allah ona bir maka vermiş. Barekallah diyeceğim, ayağına yapışacağım, bir mahsuru yok. Ama olduğundan fazla yükseltmek yok.
Kişinin şahsına yüklemek yanlış.
Sahabaye baktığın zaman üstün insan, ama hayatın içinde insanlar. Onun dünyasında her şey mükemmel.
Çok ilginç mesela, adalar kuran kursuna yardım diye bir şey topluyorlar. Halbuki, öğrencilerden onun için para alıyorlar. O yardımları kendilerine alıyorlar. İnsanlar o makama bir değer yüklemiş onu istismar ediyorlar.
At: Peki Nasrettin Hocaya fazladan söz yüklemenin kime zararı var?
A: Abartı. Onun sözlerinde çok hikmetli sözler var, o hikmet düşüyor. Dünyanın merkezi neresidir, eşeğimin ayağıdır. Aslında çok hikmetli. İnsanın kendisi aslında merkezdir anlamına geliyor herkes için. Ama insanlar gülüp geçiyor.
H: Haz. İsa tanrılaştırılmış. Nasrettin Hoca mezarından çıksa, biz onu tanıyamayız. Anlat da gülelim deriz. Hz. İsa da mezardan çıksa, Hıristiyanlar herhalde onu taşlarlar. Bu insanların tanrılaşmasına doğru gidiyor.
At: Bir üstadın talebesi, insanlara tesir etsin diye, üstad böyle bir şey söyledi desin. Söylediği şey de güzel şey. Ne olacak?
A: Onu umumi dengeye ters bir şeyse, risalenin temelinde bir denge varsa, o zaman bütün risaleye leke düşürmüş olursun. Diyelim ki, o sözde abartıyla o genel uyumu bozuyor. Sana göre bir yerden doğru görünüyor, ama öyle bir ufuk vardır ki, adamın sistemini bozarsın. Her şeyin fazlası zarar.
H: Resulullah demiş, benim söylemediğim bir şeyi, güzel bir şey olsa bile, uyduran, cehennemdeki yerini hazırlasın. Çok lanetliyor. Çünkü onun kendi içinde bir ahengi var. Sen oraya kendi güzelliğini koyabilirsin, ama o ahengi bozabilir.
O yüzden hiçbir zaman, o kudsiyeti lekelememek lazım.
Md: Şimdi kardeşim, bazı damarlarıma bastı da, onun hatırı için bir iki noktaya arz etmek istiyoruz. Sait Nursi'ye eskiden herkes ulaşamıyor. Hükümet engel koymuş, zaten uzak bir yerde. Özellikle ziyarete gelmek istiyorlar. Bazıları ziyarete gelmek istiyor, tren istasyonundan iniyor, hemen talebesini gönderiyor, onu al gel diyor, hemen geliyor konuşuyor. Yine bazıları geliyor, üstad talebesine diyor ki, birisi geldi, hemen onu geri gönder. Üstad uygun değil. Görüşmeden gönderiyor. Ta nereden gelmiş. Görüştüğü kimseler, ders arkadaşı olduğu, bazı hayat arkadaşımız oluyor, bazı da ders arkadaşımız oluyor. Arkadaş olduğu kimseleri kabul ediyor. Mevki isteyen, dua isteyen, karısının dönemsini isteyen :) böyle bir maksat için gelenler, veya çok mübarek bir zattır gidip elini öpeyim diyen insanların hiçbirini kabul etmiyor. Çoğu zaman bunları kavrayamıyoruz. Muhittin abi çok iyi bilir. Hayatı öyle geçmiş biridir. Bir usta, bir mesleğini çırağa aktaracaksa, ilişkisini yakın tutacak. Yoksa çırak ustadan çok uzak kalırsa, o meslek ona sinmez. Ama Ahmet kardeşim de güzel şeyler söylüyor. Evet Sait Nursi'nin söylediği bu yol, bize hoş geldiği için buradayız. Ama tek yol bu yol değil, başka meslekler de var. Onlar da kendine göre tesirli. Adam bir Adıyaman’a gidiyor, içkiyi bırakıyor, üçkağıtçılığı bırakıyor. Belki ana yol, bunlar değildir, bizim caddemiz olabilir, ama bir sürü yollar vardır. Hepsi yoldur.
H: Doğru söylüyor, toplumun kahir çoğunluğu avamdır. Yani şeyhin abartılmasını severler. Peygamber efendimizin saçı çok değerlidir. Bizim de avam tarafı var. Sahabelerin de avam tarafı var. İnsanda da bu duygular var. Bunların da karşılanması lazım, ama çok abartılmaması kaydıyla geçerli olabilir. Ama esas olan tahkiktir.
A: Üstad avama dahi onu söylüyor, abartın demiyor. Benim sözlerimi meşhurum diye almayın diyor. Ama altın çıkmazsa, almayın. biz avamız, nasıl anlarız? Ben size çürük üzümü versem, yutmazsınız diyor. Demek dünya işini öyle biliyor ki, kimse kimseye yutturamıyor.
Md: Hatta aklen kavrayamasa bile, hissen bilirler.
Mt: O zaman risaleleri eleştirel gözle mi okumak doğru olur.
A. Sen ikna oldun diyelim ki, o zaman teslim olacaksın diyor üstad. Ama teslim olmak için, hangisi benim işime daha çok yarar diye düşünürsün. araştırma yaparsın, uygun dersin, uygun dedikten sonra ona tabi olursun. Ama onu kendine rehber seçtikten sonra sürekli onu tenkit etmen ona güvenini engeller. O yüzden risaleye ikna oldun, o zaman artık onun terbiyesine gireceksin. Ama bir terbiyesine gireceksin. Sürekli tenkit, sürekli tenkit, o zaman hiçbir zaman teslim olmuyor.
Öyle adamlar biliyorum, ki, adam dini fıkhı senden benden çok iyi biliyor. Ama adam namaz kılmıyor. Onlar avam işi diyor.
Md: O çok ukalalık da şöyle bir şey var: Gönlünüzü koyabilmek. Gönlünü koyan insanın da hatası kusuru olacak. Ama insanın kalbiyle beraber tümünü bir yöne yönlendirebilirse, o işte kamil dediğimiz, halim selim, kendinden ve başkasından memnun, her ne güzel söz duysa, memnun olan, hep güzel sözler söyleyen bir olgunluk tavrı ortaya çıkıyor. Yoksa kalbi böyle diyor, aklı böyle diyor, o zaman sükunet oturmuyor. Risalei nurun, akıl yönleri var ama aklından geçip, kalbe zikre indirecek şekilde, bir yönü var Risalei nurun.
A: Hatta üstad diyor ki, senin aklı kuvvelerinden sonra, riyazet ve takva kuvvetine göre manalar açılacaktır. Sadece akli melekelerin çalışmasına bağlı değildir, hakikatlerin gelmesi. Bir takım hakikatler su gibidir, ışık gibidir veya hava gibidir. Suyu tutmaya çalışırsan su elinden kaçar gider. Onun akışına kendini bırakacaksın o senin hoşuna gider. Bir takım hakikatler dille anlaşılır, onun tadını akılla anlayamazsın. Sürekli münekkit bir tavır teslimiyet için akıl ön şarttır, ama teslim olduktan sonra başka latifelerin de görünmesi gerekir. Diğer duyguların da hazmetmesiyle birlikte ortaya çıkacak.
Af: Birisi hoca olarak görüyor birini. Ondan bir beklentisi varsa, bir hakikat beklentisi, diyelim ki, o şeyhin özellikle göstermese bile, arayış içine olan insana bir şekilde cevap verebilecek durumda. Orada talebenin niyeti de önemli, ne aradığı da önemli. Bilmiyorum anlatabildim mi? Övmekten yola çıkarak, onun yolundan gidiyor illa ona bir şeyler yağdırmasına gerek yok. Zaten şeyh ona keramet olarak da farkında olmadan yanıt verebiliyor.
H: Ama şeyde istibdat meselesini okurken, şeyhler var diyor mesela, bizim bu insanlara karşı itaat etmemiz gerekmez mi? O zaman üstadın cevabı, eğer şeyh sana istibdatkarane bir tarzda muamele ederse, şeyh kılığında bir çocuktur. O vasıflarını kötüye kullanıyorsa, şeyh kılığında bir çocuktur diyor. Toplumun ona bir hürmeti var, ama şeyhin de onu tevazuuyla kabul etmesi lazım.
Af: Şeyh tarafından değil de ben öğrenci tarafından yaklaşıyorum. Zaten ona samimiyetle bağlanmışsa, ona kazandıracağı bir şeyler var diye düşünüyorum.
A: Evet, ben sana diyelim ki bir çırak gönderdim. Sen ona diyorsun ,çay getir. O sana diyor, ben burada fotoğraf öğreneceğim, dese ne yaparsın? Peki kardeşim, sana eyvallah. Benim tarzım bu. Her şeyden önce sanat demek edeb öğrenmektir. Önce edeb öğretiyorlar, sonra edeblendikçe, daha kolay anlaşıyor. Bir sanatı öğrenmek insanlara hizmet etmek içindir, yoksa o sanatla başkasına istibdat etmek için değildir. O kişiye itimad etmiyorsan, zaten bir şey görmez.
O yüzden eleştirel bakış bunu şey yapıyor.
Md: Tahkik etmekle, eleştirel yaklaşım ayrı şeyler. Siz diyelim ki, para alıyorsunuz, edememe ben sayamam. Saymamanız güven atmosferinden çıkarıyorsunuz demektir. Halbuki bizim toplumumuzda bu ayıplanıyor, bir sürü fitne oluşuyor. Bizim kavramlarımız oturmuyor. Eski adaba göre, bu bisküvilerin kim getirdiği bilinmez. Halbuki keşke bilsek de, Allah razı olsun desek.
Buradaki bereketin artması, önemli olan o. Sadaka nasıl verilir değil ana konu. Karşılıklı ilişki ve güvenin artması. B
A: Senin dediğin tahkik meselesi var ya, bir adam bunu ne hikmete binaen söyledi diye tartarsın, ayrı mesele. Sen ne istiyorsun diye tenkitvari bir tavır takınırsan o hoş değil. Eleştirel akıl, felsefede de hikmeti göremezsin.
Md: ikisi bizim toplumumuzda yanlışmış gibi algılanıyor. Hürriyet konusunda da öyle. Yaratıcının yarattığı olduğu gibi görünmek, ona saygıdır. Abartmak, onun yarattığına itiraz etmek demek olduğunu fark etmiyoruz.

"Cem'iyete dâhil olan, cem'iyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. "
Umumi nizama katılacaksan, kendin nizam koymayacaksın.
Md: Tenkit etmeyeceksin yani.
A:
"Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zâtındadır. "
Kişiyi yücelten kendi davranışlarıdır, babasının asaleti değil.

"Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. "
Bir insan nasıl biridir diye anlamak istersen eserlerine bakacaksın.
"Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. "
Ahmetin sorusuna bu yanıt.
Yani hakikate başka şeyler karıştırma diyor.
x: Helal kazancına haram karıştırdığın zaman hepsi harama giriyor.
A:
"Şimdi bu noktalara istinaden derim ki: Tergib veya terhib için avamperestane tervic ve teşvik ile bazı ehadîs-i mevzuayı İbn-i Abbas gibi zâtlara isnad etmek büyük bir cehalettir. "
İbni Abbas insanlara rağbet ettirecek, ya bunu İbni Abbas söylemiş. Gerçekten öyle çok ilginçtir bizzat yaşadım. Şeyhinin söylediği sözü hadis diye bana yutturmaya çalıştı. Bunu hadis kitabında bul dedim. Garip bir cümle. Vallahi dedim bu hadis değildir. Git dedim bunu hadis kitabından getir, araştırmış, şeyhin sözüymüş. Adama hadis diye söylenmemiş, ama kendisi öyle anlamış. Mantık olarak hadisin manasını rencide eden bir tavır var. Biraz benim tavrım edepsizce oldu ama, gerçekten de öyle. Çocuklar dedi bugün hocam takım tutmak haram mıdır? Çocuklara gereksiz şeyler veriyorlar. Çocukların kafasına gereksiz şeyler yerleştiriyorsun. Ben karışmadım.
Haramdır desen, yanlış olacak, haram değil desen hocasına saygısını azaltacaksın. Ben de boş verin dedim.
"Evet hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir."
Hakikat zengin, gerçekler aydınlık için yeterlidir. Başka ışığa ihtiyaç duymaz.
"Müfessir-i Kur'an olan ehadîs-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz."
Mantığın mizanlarıyla tartılmış olan güvenilir hadisler bize yeter.

1 yorum:

husnu dedi ki...

Yazanın ellerine konuşanların dillerine katılımcıların kalplerine sağlık.