3 Mayıs 2008 Cumartesi

Yirmidokuzuncu Mektub Dokuzuncu Kisim

Telvihat-ı Tis'a
(ayet)
[Şu kısım, turuk-u velayet hakkında olup "Dokuz Telvih"tir.]
A: Bu kısım velayet yolları hakkındadır.
" BİRİNCİ TELVİH: "Tasavvuf", "tarîkat", "velayet", "seyr ü sülûk" namları altında şirin, nuranî, neş'eli, ruhanî bir hakikat-ı kudsiye vardır ki; o hakikat-ı kudsiyeyi ilân eden, ders veren, tavsif eden binler cild kitab ehl-i zevk ve keşfin muhakkikleri yazmışlar, o hakikatı ümmete ve bize söylemişler. (ayet), o muhit denizinden birkaç katre hükmünde birkaç reşhalarını şu zamanın bazı ilcaatına binaen göstereceğiz.
"
A: Tarikat mevzusunda birçok kitap yazılmış. Bu zamanın durumuna uygun bir şekilde tarikatla ilgili söyleyeceklerini anlatacak şimdi.
B: Dokuz tane telvih deniyor burada. Yazdıktan sonra mı bunları söylüyor, yoksa yazmadan önce mi? Çünkü üstad hazretleri kafamda düşündüğüm gibiyse, dokuz sayısının bile bir anlamı olmalı.
A: Kesinlikle, üstad Kuranı okuduktan sonra bir şablon oluşturmuş, vakti geldikçe, onları oturtuyor. Kurandan almış olduğu bir şema var. Onu bu zamanın uygun bir şekilde takdim ediyor. Risalelelirn sayısının 33 olması, hepsinin sözlerden çıkmasının bir anlamı var tabi ki.
" Sual: Tarîkat nedir?
Elcevab: Tarîkatın gaye-i maksadı, marifet ve inkişaf-ı hakaik-i imaniye olarak, Mi'rac-ı Ahmedî'nin (A.S.M.) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, zevkî, halî ve bir derece şuhudî hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeye mazhariyet; "tarîkat", "tasavvuf" namıyla ulvî bir sırr-ı insanî ve bir kemal-i beşerîdir."
A: Tarikatın maksadı neymiş? Marifet ve inkişafı hakaiki imaniye. İman hakikatlerinin ortaya çıkması. Muhammed Asm.'ın insaniyeten terakkisinin bir emaresidir, kendisi o yolu açmış. Sonra tüm insanlık o yolda terakki ediyor. Tarikatlar da onun gölgesindedir, onun gösterdiği düsturlarla, prensiplerle o seyrü suluku takip ediyorlar. "kalp ayağıyla" burası çok önemli. Tarikatta kalp ayağıyla gidiliyor. Bu ne demek? Hakikate giden mesleklerin üç ayağı olduğunu söylüyor: Nefis, akıl ve kalp. Bu mesleklerin hr birininin kullandığı aletler var. Tarikat 24. sözde akli meslekler arasında konuludğu halde, aleti kalptir. Burada bunu biraz açıyor.
"kalb ayağıyla bir seyr ü sülûk-u ruhanî neticesinde, " kalbi kullanarak ruhani bir seyr-ü suluk. Seyr-ü suluk, Cenab-ı Hakka doğru giden bir yakınlşaşma yolu. Bunun çeşitli yöntemleri var. İlimle başlar, riyazetle gidebilir. Cenabı hakkı daha değişik seviyelerde tanımasıyla alakalı bir yol.
"zevkü" tarikat daha çok zevke bakar. Yani elmayı ilmen bilebilirsin, ama elmayı tatmak onun zevkinden gelir. Zevki bir şeydir, yani tarikat ilimden ziyade hallenmeye coşkuya bakar.
"hali" halle ve bir derece şuhudi, yani. Risalei nnur daha çok şuhudi bir meslektir. Hem kalp hem akıl ayağıyla gidilen bir meslektir. Bir derece şuhudi, tamamıyle değil tarikat.
"iman hakikatlerine mazhariyet".
"insanın bir sırrıdır tarikat" yani insanın bir vechesi veya kemalidir.
B: İnsanın sırrı nedir ki?
A: İnsandaki bir latife gibidir. Ruh mesela bir latifedir ve aynı zamanda bir sırdır.
B: İnsanın halifetullah olmasına da bir işaret mi var?
A: Çok bilmiyorum. Kemali beşeriyle birlikte.
B: Tekemmül etmiş insan nedir?
H: İnsanda istidatlar var, potansiyel halinde. Kemali beşer demek, o potansiyelin inkişaf etmiş hali, yani çekirdek halinden ağaç haline geçmiş hali. Resulullah, onda nüve olan şeyler amamıyle açmış.
A: Burada şunu da anlayalım. Tarikat derken sadece bizim bildiğimiz belli tarikatlarei içermiyor, genel olarak bir yöntemi anlatıyor.
Md: Ben gece mektebinden çıktı, tarikatı tarif edebilen hemen hemen bu kadar şamil tarif eden yok. Mektebinde okuduğumuz zaman gördüm. Fakat ben mektepdten çıkalı çok oldu. Bazı şeyler var, çok çok belki de bu kadar ifade edilebiliyor, çünkü çok geniş şamil bir kavram. Düşün bir insan, bir şıha gidiyor, bir yola giriyor, o yolla dünyanın bütün esrarını çözebiliyor, sonra diğer alemlerin sırlarını çözmeye başlıyor. O kadar şeffaflaşabiliyor. Dünyada insanlar sıkıntıdan patlıyorlar, dünyevi meseleleri bile çözemiyorlar. Bu ortamda böyle bir hakikate muhatap olarak, tabi bunları çok misallendirmek, basit bir misal hayatımda geldi. Yeni araba aldığım zaman bir teker değiştirecektim: adanadan bir çırak gelmiş, adam bir çıkarıyor bir takıyor tekeri. Gözünü kapayarak ve ustalıkla yapıyor ki. Zevk alarak, hal olarak onu yaşıyor. Sonra düşündüm, ya mehmet kendini boş görüyorsun ama, köyden gelmiş adam, kendinden öyle geçmiş ki, gözü kapalı, sanki parmaklarını sıkarak değil de parmaklarını dokunadurarak hallediyor sanıyorsunuz. tarikat da böyle bir şey. Hali bir tavır.
A: Sır demesinin insana açılmasının gereken bir hakikat olduğu için o manada bir sır oluyor. tohum için ağaç bir sırdır. ne zaman ağaç haline gelirse o sır ona açılır. İnsanı kamile kadar bir mertebe vardır. Bu çok önemli. Sır demeseinin sebebi, bir ileriki merhaleyi ifade eden bir durum.
Y: Küplerin içine bir madde sürürlerdi, ona da sır denir, ilişkisi var mı bilmiyorum, çağrışım yaptı da söyledim. İçine konuanın tadını bozmaz. Sırrı gidince, küpün bir değeri kalmaz.
A: Benim anladığım şu: o hal yaşandığı zaman ortaya çıkacak bir hakikattir, dolayısıyla bir sırdır. Herkesin yaşamadığı anlamına geliyor.
" Evet şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, "
Kainatta ne tür alemler varsa, fiziki olarak da manevi olarak da insanda o alemler var. Kainattaki tüm aelementler insanda mevcut. Kainat dediğimizde sadece fizik alemleri aklımıza geliyor. Halbuki, onların dışında, kamil insanlar, peygamberler, melekler, alemi berzah vve ervah onlar da kainatın birer parçası. İnsanın bir fiziki yönü var, bir de kalp alemi ruhi alemi var. Rüya allemi var. Berzah alemine bakıyor. Kainattaki tüm alemlere karşılık gelen bir şey insanda var. Zaten kainatla iletişim kurmamızın sebebi de burada yatıyor. Çiçeğe baktığımızda neden hoşşlanıyoruz? Oradaki güzelliği tezahür eden sanatı hisseden bir ruhi yönümüz var.
" Evet şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i maneviyesi hükmündedir."
Manevi bir haritasıdır insanın kalbi. Kendini bilen rabbini bilir esprisi de burada yatıyor. Kendindeki alemleri bilen rabbini bilir. Çünkü rab kendini alemlerde tecelli etttiriyor. Dolayısıyla Allahın bütün esmasını bütün alemlerde görmek çok zordur. ama kalbin bütün o alemlere bakan pencereleri vardır. Kalbini tam anlayan neyi anlayacak o zaman? "Yere göğe sığmadım, mümininin kalbine sığdım" diyor hadisi kudside.Kalbin önemini anlatmak için. Bütün esmanın tecelligahı kalptir. Kalp bir harita gibi, tüm alemlere bakar. Harita tam manasıyla toprak değildir, ama orada ne olduğunu bize bildirir.
Bu kalp etten kalp değil, yanlış anlaşılmasın.
"Evet insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevîsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, "
Anlamaya çalışalım. İnsanın dimağı, kainatta her yerde bir ilim ve sanat var. Kainatı incelemeye aldığımızda hep bir düzen var. Tüm maddelerin bir nizamı var, bu düzenden bir kimya ilmini çıkartıyorsunuz mesela. Dimağda tüm vücudun sistematiğini nasıl biliyorsa, kainattaki tüm ilimler de o kainatın bir aklı gibi. İlimde tüm kitapları hıfzedip, ufacık bir yerde saklayabiliyorsun. O ilişkileri anlayabiliyor. Kainattaki ilimler de beyindeki şeyler gibi. Beyin orayı temsil ediyor. Kainatın içindeki nizamı sistemi beyin temsil ediyor. Beyin derken, akıl. Akıl farklı bir şey.
B: Kainattaki o sistem kainata ait. İnsandaki akıl ise insana ait. Sanki kainatın sistemi insanda demek oluyor?
A: Sen olmasan onun bir anlamı olmayacak. İlimleri ortaya çıkaran insan. İnsanla onlar anlamlanıyor. Tüm kainat hayatı netice verecek şekilde işler. hayat da neye hizmet eder_ Şuura. Şuur da zişuura hizmet eder. İnsan olmasa her şey bir bakıma abesiyette kalacak. O yüzden tüm kainat akılla anlamlanacak.
B: Tüm kainata bir insan baktığında tüm gördüğümüz görüntü, ufacık bir gözdeki veya beyindeki yerde oluyor. Aslolan insan, sanki kainat onun bir parçası olmuş gibi oluyor.
H: Burada manevi bakmak daha çok lazım. Kainatta her şey bir ibadet boyun eğme ve yardımlaşma içinde. Bir insan, semavattaki tüm şeyler Allahı tesbih eder, her şeyi bir tesbih tanesi gibi alıp dimağında Allah'a sunuyor bunu.
A: Doğru.
"insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitablar gösteriyorlar."
hadsiz hakikatleri anlayabilecek mahiyette insanın kalbi. Kainat hadsiz değil, kainatın hakikatleri hadsiz. "çekirdeği olduğunu" kalp kainatın çekirdeğidir, bir bakıma. Resulullah için ise, hem kainatın çekirdeği hem meyvesi diyor başka bir yerde. Tüm kainatı vahidiyetine mazhar ederek, sonra onun içinden bir ferdi kainat nispetinde ... Odak noktası gibi. Küredeki tüm renkler odak noktasında birleşir.
B: Toprağa ektiğimiz çekirdek ile meyvedeki çekirdek aynıdır, ama asliyet itibariyle ufak bir fark var.
"insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu; hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitablar gösteriyorlar."
Kalbin böyle mahiyette olduğunu velayet ehlinin kitapları anlatıyor.
" İşte madem kalb ve dimağ-ı insanî bu merkezdedir; çekirdek haletinde "
Kalp ayağıyla gidiyorlar dedi önce, sonra risalei nurun kalple akılı birleştirdiğini söylüyor. burada bir meslek anlatıyor. Öteki daha çok halidir.
Üstad bu zaman tarikat zamanı değil demiş. Ama ne manada demiş? Etrafta bomba gibi günahlar akıyor, aynı zamanda riyazata girmek çok zordur. Pratik olarak bu tarikat halini yaşama ortamı ortadan kalktı. Zamanın gereği de öyle. Farklı bir meslek ama tarikatın dışında da değil. Tüm tarikatların özü olarak, 12 tarikatın mezcedilmiş halidir diyor. Farklı bir yöntemdir. Kalp ayağıyla değil, akılla kalbi birleştirerek gidiyor ben diyor. Çünkü bu zamanın insanı, şüpheleri. Eskiden küfür çok küçüktü. Eğitimi yapılmıyordu. Şimdi dalaletin hücumuna karşı bir tarz geliştirmek lazım diyor.
Buna yönelik bir metot geliştiriyor. Aklı ikna edcek sonra kalbi inkişaf ettiriyor. Tasdik kalpte oluyor yine.
Tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, izan, iltizam, itikad diye bir yol var. Tasdik akıldan geçecek, fakat asıl kalp onaylayacak. İtikad kalpte oluşuyor. Akla gelinceye kadar tahayyül ve tasavvurda mesuliyet yoktur. akla geldiktensonra irade belli bir sınıra sokuyor. Kal ise, o tercihi kendine mal ediyor.
"bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde dercedilmiştir. Elbette ve her halde o kalbin Fâtırı, "
Fatır, kalbin fıtratını veren. Fatır kelimesi hem yoktan var edilişi hem de devamlılığa bakan. Kainatı yoktan yarattı ve ona bir kıvam verdi. Mesela her şeyin bir kuralı vardır. Çiçeğe belli ölçülerde su ve ışık verirsin. O özellikleri onun fıtratıdır, onun en uygun ortamıdır. Fatırı hakim, o kainatın fatırı hakimi, onu o özde yaratan kalbi tabi, o kalbi işlettirmesini, ve bilkuvve tavırdan, çekirdek bir fıtrat gibidir, onun neticesi ağaçtır, kalp de bir fıtrattır onun neticesi de kamil insandır, resulullah gibi. İnsanın kalbini bir çekirdek yapmış, sonra onu bilkuvveden fiili hale çıkaracak bir yol vermiş. Tarikat vasıtasıyla onu o mahiyetine ulaştıracak.
"Madem irade etmiş, elbette o kalb dahi akıl gibi işleyecek. Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."
Üstad imanın fiili bir şey olduğunu söylüyor. Ayette ... onlar gaybe iman edici olanlar derken, onlar iman etme fiilini sürekli yaparlar diyor. Biri isimdir, biri fiildir. niye isim kullanılmamış da fiil kullanılmış? İman bir fiildir, kalbin amelidir. İşte o kalbin ameli, kalbi işlettiirecek. Tarikatlar de onun yoludur ve kalbi kemale doğru götürürler.

"Ve kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir."
Bir çocuğun matematiği algılayışıyla, üniversite öğrencisinin algılayışı bir midir? Bir çocuk hiç eğitim almasa, ne olur? Beyin eğitimi hiç almasa ne olur? Zombi gibi olur. Yani olaylar karşısında ilgisiz ve bilgisiz olur. Bir zihni eğitiyorsunuz. Yani daha iyi muhakeme edebilecek bir konuma getiriyorsunuz. Bunun gibi, nasıl zihin eğitiiliyor, göremediğini görür hale geliyor. Mesela bir insanı anlayamıyor, eğitildikten sonra anlayabiliyoruz. Bunun gibi kalp de eğitilir diyor. Kalbin eğitimi de tarikatlar vasıtasıyladır diyor.
Y: Hayallerin, duyguların eğitimi?
A: Hepsinin eğitimi var tarikatta.
Md: Çok mükemmel bir sistem. Harika.

" İKİNCİ TELVİH: Bu seyr ü sülûk-u kalbînin"
Çok ilginç bir şey. Neden bir bilim adamı o kadar bilgiye sahip olduğu halde Allahı tanıyamıyor, ona yakınlaşamıyor?
Y: Kitap yüklü merkepler gibi oluyor sadece akılda kalınca.
A: Akıldan kalbe geçmeyince, marifete dönüşmüyor bir bilgi. Rabbi arayan merkez kalptir. Burak kalptir. Bir bilgi kalbe gelmmemişse, o bilgi ilim değildir, sadece malumattır. Şöyle söyleyeyim. Bir zamanlar gazete bilgileri var ya, o gün kıymeti var, sonra hiç kıymeti yok. Amerikanın tavuklarının sayısını bildiniz. Bir anlamı var mı? Hindistanda bir zamanlar logaritma cetvelini öğretiyorllardı. Hiçbir faydası yoktu. Marifet olması için kalbin hakikat devşirmesi gerekiyor. Şu çilek çok güzeldir dedin, içinde şöyle özellikler var. ne oldu? Öldüğünde ne anlamı var? Hiçbir kıymeti yok böyle kalınca.
C: Aklıma bir şey geldi. Logaritma cetvelini İngilizler öğretiyorlar. hiçbir faydası yok, ama ingilizlere bir faydası var. Eğer herkes iman etmiş olsaydı, ben tamamen ortadan kaldırırdım, başka bir kavim yaratırdım diyor Allah.
Y: İman etmiş mi, günah işlemiş diye hatılıryorum.
C: Eyvallah evet.
A: Önemli olan esmanın bilinmesidir. Sizde diyelim doktorluk kabiliyeti var. hasta olmadığı müddetçe, o özellik görünmez. Cenabı Hakkın bir çok esmasının ortaya çıkması için o insanların da ortaya çıkması gerekiyor. Mesela Hz. Eyüp o sıkıntıları yaşamamış olsaydı, o kadar kıymetlii bir insan olur muydu? Diyebilir miyiz, o sıkıntılar kötüdür onun için? Onun kemalatına gıpta ediyor,uz, dolayısıyla o sıkıntılar olmasın demek doğru değildir.
Bir filmde izledim. hz. Ali ile ilgili. Bir adam sürekli biatını bozuyor, sonra yine tazeliyor. Öbürü ise çok sadık bir komutan. O bunu öldürmek istiyor. öteki de diyor, bırak onlar olmasaydı senin sadakatın anlaşılmazdı. Dolayısıyla cenabı hak herkese imkan ayratmış, ta ki kemalliler ortaya çıksın. Beyazı daha iyi görmek için, siyah bir zemine koyarsın onun gibi.
B: Aslıyite itibariyle siyahla beyaz arasında bir far yoktur. Ehadiyet sırrı varsa, Allahın zıt isimleri arasında fark olmamak gerekir.
Md: Kardeşim sen çok perdeleri açmışsın, bize farklı ışıklar lazım.
Af: İkisi de renk olmadığı için. Siyah ve beyaz renk ailesinden değil.
A: neyse devam edelim.
" İKİNCİ TELVİH: Bu seyr ü sülûk-u kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlahî ve tefekkürdür. "
Kalp süluk ediyor, ruh hareket ediyor ilginç bir tabir. Bunların anahtarları ve hareket ettiren neymiş? Zikri ilahi. Fettah diyorsun, o hakikati kalp arzu etmeye başlıyor. Dolayısıyla kainatta onları bulmaya çalışıyorsun. çiçeğin açılışına, sıkıntılı bir kalbin açılışını izliyorsun. Kalp giderek terakki ediyor.
Süluk yol almak anlamına geliyor.
"Bu zikir ve fikrin mehasini, ta'dad ile bitmez. Hadsiz fevaid-i uhreviyeden ve kemalât-ı insaniyeden kat-ı nazar, "
Bunların ahirete bakan faydalarını nazara almasak bile,
"yalnız şu dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye ait cüz'î bir faidesi şudur ki"
"Her insan, hayatın dağdağasından "
Herkesin ortamında bir sürü insan dolaşıyor, ikna etmeye çalışıyorsun onlarla uğraşıyorsun, sürekli problemlerle içiçeyiz.
"ve ağır tekâlifinden bir derece kurtulmak ve teneffüs etmek için; herhalde bir teselli ister, bir zevki arar ve vahşeti izale edecek "
Kendi dünyasındaki vahşeti ortadan kaldıracak
"bir ünsiyeti taharri eder"
Yakınlaşabileceği bir dost arar.
". Medeniyet-i insaniye neticesindeki içtimaat-ı ünsiyetkârane, on insanda bir ikisine muvakkat olarak, belki gafletkârane ve sarhoşçasına bir ünsiyet ve bir ülfet ve bir teselli verir. "
İnsan medeniyetinde, içtimai ünsiyet, onda birine ancak teselli verebilir, o da ancak geçici olur. Tam tatmin etmez.
"Fakat yüzde sekseni ya dağlarda, derelerde münferid yaşıyor, ya derd-i maişet onu hücra köşelere sevkediyor, ya musibetler ve ihtiyarlık gibi âhireti düşündüren vasıtalar cihetiyle insanların cemaatlerinden gelen ünsiyetten mahrumdurlar. O hal onlara ünsiyet verip teselli etmez."
Çoğu insan ünsiyetten mahrumdurlar, toplumdan gelen.

" İşte böylelerin hakikî tesellisi ve ciddî ünsiyeti ve tatlı zevki; "
burada cenabı hakla olan ünsiyetin ne kadar tatlı hoş olduğnu da gösteriyor.
"zikir ve fikir vasıtasıyla kalbi işletmek, o hücra köşelerde, o vahşetli dağ ve sıkıntılı derelerde kalbine müteveccih olup "Allah!" diyerek kalbi ile ünsiyet edip, o ünsiyet ile, etrafında vahşetle ona bakan eşyayı ünsiyetkârane tebessüm vaziyetinde düşünüp"
Kalb ünsiyet edince, kalp bekayı arıyor. Dolayısyla tüm çevresindeki eşyayı, ünsiyetkarane tebessüm etmeye başlıyor. Allahla ünsiyet etmeden önce hepsi yabancı eşylaar oluyordu. hiçbiri eline geçmiyordu. Fakat yaratıcıyla ilişki kurduğunda, her şey ona yardım için koşan bir memur oluyor, bir ikram haline geliyor.
", "Zikrettiğim Hâlıkımın hadsiz ibadı her tarafta bulunduğu gibi, bu vahşetgâhımda da çokturlar. Ben yalnız değilim, tevahhuş manasızdır." diyerek, imanlı bir hayattan ünsiyetli bir zevk alır. Saadet-i hayatiye manasını anlar, Allah'a şükreder."
Her tarafta Allahın kulları çoktur, benim yalnızlığımda da çokturlar. Ben hakikatte yalnız değilim.
Burada anlatılan bizim gördüğümüz tarikatlarda olmayabilir. Tarikatların maksadı budur. Ama her tarikat bu maksada uymayabilir.
Md: Bu zamandaki tarikatlar, zamanın durumuna uyarak, daha muhabbetle, daha hakikatler, daha şey, o eski sistemdeki gibi katı değil. Daha çok muhabbet ocağı gibi devam ediyor, zikri ve fikri de var. ondan dolayı da halkaları devam ediyor. Ben de çok memnun oluyor ve takdir ediyorum. Birçok kimsenin istifade etemsinden ben de çok memnun oluyorum.

Hiç yorum yok: