11 Nisan 2008 Cuma

Munazarat sf. 19 - Hurriyet Bahsi

"S- Şimdi hürriyet bahsini sual edeceğiz. Nedir şu hürriyet ki; o kadar tevilat onda birbiriyle çekişiyorlar? Ve hakkında acib garib rü'yalar görülür?
C- Yirmi seneden beri onu, hattâ rü'yalarda takib eden ve o sevda ile her şeyi terkeden birisi size güzel cevab verebilir."
Md: O günkü toplumun içerisinde, eski medrese ve tekkeden gelme bir eğitim tarzı var, bunun üzerine tanzimat sonrası batılılaşma var. O sırada batılalşma yanlıları hürriyet diyorlar, dindarlar despotluk diyorlar. O ortamda Sait Nursi, ben hürriyetçiyim diyor, dinin hürriyetle yenilenip gelişeceğini sanvunan nadir insanlardan. Diğer insanlar baskıcı bir ortamda dinin gelişeceğini düşünüyorlar.
A: Dolayısıyla üstad orada, İttihad ve Terakki batıcı ve hürriyetçi olarak algılanırken bunları söylüyor. Dindarlar, istibdadı savunan yönde dururken, Bediüzzaman dindarların tarafında durması beklenirken, hürriyetçilerin yanında duruyor, ama orada hürriyeti tadil etmek için duruyor, yoksa hürriyeti nefsine uydurmak isteyenlerin tarafı oluyor. Çünkü bir yerde Abdülhamidin baskısına karşı çıkarken, Jn Türkler belli bir zaman geçtikten sonra, ferdin istibdadı olabildiği gibi, zümrenin de istibdadı olabilir diyor. Ki o daha tehlikelidir diyor.
"" S- Şimdi hürriyet bahsini sual edeceğiz. Nedir şu hürriyet ki; o kadar tevilat onda birbiriyle çekişiyorlar? Ve hakkında acib garib rü'yalar görülür?"
A: Böyle midir hürriyet acaba? Senin hürriyetinin bittiği yerde benim hürriyetim başlar. Bunun ölçüsü ne olacak?
" Cevab: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. "
A: Üstad her zaman kavramların içerisini dolduruyor. Hürriyetin içini doğru dolduracaksın. Şeriat sınırları içerisinde olmalı.
"Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır."
A: Hayvanlıktır, şehvetinin peşine gider. Şeytanın istibdadır, çünkü şeytanın baskısı altına giriyor.
" Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının
(1): Acele etme, yani şifre gibi işaratı var.
muhassalıdır. Hürriyetin şe'ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın."
A: Fertler hür olursa, toplum hür olur. Eğer fertler nefsine esir olmuşsa, toplum olarak hürriyet toplumu oluşturamazlar. Aslına bakarsanız, batı toplumu o noktada hür değildir. Zaten batı toplumu kendisine hürriyeti ister, diğerine istemez. Menfaat eksenli bir hürriyet anlayışına sahiptir.
"Hürriyetin şe'ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın."
A: Kendine de zararı dokunmayacak, başkasına da zararı dokunmayacak.
Mn: Panelde bu noktaya hiç değinilmedi.
H: Demokrasi ve hürriyet kavramında bu düşünce yok.
Mn: Onların da ihtiyaç duyduğu bir şey. Adamlar seviniyorlar, içiyorlar. Üzülüyorlar içiyorlar.
H: Üstad Avrupa'da içmeyi açıklıyor. Avrupa'nın kültüründe içme var. Hz. İsa'nın serbest bıraktığı bir olay.
Mn: Nasıl olur?
A: Tabi üstad kendisi söylüyor. Asırlara göre şeriat değişir bahsini anlatırken, Hz. İsa şeriatında içkinin helal olmasından bahsediyor. Ben de itiraz etmiştim de cuma günü bana pat diye gösterdiler :)
Burası önemli: insanın kendine güveni varsa, başkasına karşı da rahat olabilir. Ama kendisine karşı eziklik yaşıyorsa, mesela günahlara batan bir insan başkasına kusurlarını söyleyemiyor. Niye? Çünkü kendi kusurlarını hatırlııyor. Kendisi ezikse, başka tarafta çaaf çıktığı zaman dik duramıyor. O zaman kendi içinde rahat hür olması gerekiyor. Yani kendi iç güvenini sağlaması gerekiyor. Ne aşırılığa, ne öbürüne tenezzül etmiyorum diyor.
Veya hasenatından dolayı kibirlenebilir. Bu sefer başkasına da övgü ve şakşak yapabilir. O yüzden önce kendi dünyamızda hürriyetimizi emrediyor bize Kuran. Ben bunu şöyle özetlemiştim: 1. Allah bana hükmetsin, ben başkasına hükmetmeyeyim, başkasının bana hükmetmesine de razı olmayayım. Başkasının benden hükmedilmeyi istemesine de razı olmayayım. Yani başkası gel bana beni ez dese bile ona razı olmayacağım.
Sokaktaki insan, diyelim ki, güzel ve açık seçik bir kadın, kendi görüntüsünü senin beğenine sunuyor. Sen buna tenezzül etmeyeceksin. Ben sizin geçici olan bedeninize değil, ruhunuza değer veriyorum. Kadının etine bakan insan için, o kadın önemli midir? Onun ruhu var mıymış, kimmiş hiç önemli değil. İşte bu tavra karşı, ben senin kendi ruhuna önem veriyorum diyecek. İşte gerçek hürriyet bu şekilde olur.
Mn: Başkasına hükmettirmek, bu terbiye maksadıyla söylediğin bir söz.
A: O değil. Terbiye maksadıyla söylemedim.
Md: Şu örneğe getirelim. Ticarette bu çok barizdir. Satıcı da alıcı da aynı eşit konumdadır. Her ikisi de birbirine hem muhtaçtır, hem de birbirinden bağımsızdır.
A: Başka bir örnek vereyim. Adam paraya çok sıkışmış. Ne versen satacak. Malının kıymeti 50 Lira. Ama 25 lira bile versen satacak. Sen burada ne yapıyorsun? O adamaa, senin karşındaki mahcubiyetine karşı, onu ezmiyorsun, 50 Lirasını veriyorsun.
Mn: Bu çok istisnai bir konudur. O adamın 25 lirasını bile verse, o adamın o günkü ihtiyacını karşılıyorsa, o adam memnun olur.
A: Adam ezik durumda ve adam malını istemeyerek düşük fiyatta satmak zorunda. Vermek istemiyor, ama başka da çarem yok, keşke imkanım olsa da daha iyi bir şekilde satabilsem diyor. Bu gerçekten hürriyetin çok önemli bir unsurudur.
Md: Satıcı satmaz, alıcı almayabilir. Pazara çıkıyorsun, arabam şu para. bunun sebebini bilemeyiz.
A: Adamın zaafını görüp de onun zaafını kullanmamak bir hürriyettir. Adam sana muhtaç haldeyken, üzerine gitmiyorsun, onu ezmiyorsun.
At: Abi güzel bir haslet olduğunu anladım, ama hürriyetle bağlantısın anlayamadım.
A: Sen onun nefsinin zaafını kullanmayacak derecede hürsün, tenezzül etmiyorsun.
Md: Hürriyet şu demektir: Benim bir şeye ihtiyacım varsa alırım. Zaafı vardır değil. Muhhittin abiye kızdığım için söyleyeceğim, hep Abdürreşit abinin yanında oluyorsun :) Öbürki adam da adamın ihtiyacı olduğu halde düşük fiyat verse o da istibdat olur.
A: Örneğin detayına girersen bir sürü şey çıkarabilirsin. Önemli olan kişinin zaafını kullanmamaktır.
Md: Suistimale girer, hürriyete girmez.
O: Şunu anlıyoruz herhalde değil mi? Hiçbir şartta ve durumda ne olursa olsun, asıl muhatap olduğumuz Cenab-ı Hak başka hiçbir kimseye muhtaç değiliz. Mesela insanlar bazen birbirine yalakalık yapar. Minnet anlamında demek istiyorum. Bu minnete girmemesi lazım.
Md: Hürriyet karış koca arasındaki ilişkidir. Erkek diyor ki, bparayı ben veririm düdüğü ben çalarım. Bu istibdattır. Kadın da diyor ki, ben güller açtırırım, rüzgar estiririm dolayısıyla kral benim. Halbuki hürriyetçi taraf ne? Allah bizi birbirimze muhtaç kılmış, ne sen benden üstünsün, ne de sen benden üstünsün?
Mn: Allah diyor ki, siiz kadınların hakimisiniz.
Md: Evet, biz bunu çok yanlış kullanıyoruz. Biz de öyleydik, ama reçete uymadı :) Kavvamlık, yani yöneticilik, yöneticiler de eşittir. Bir adam yönetici oldu diye, üstün değildir, veya keyfi davranabileceği anlamında değildir. Yine aynı insandır. Yönetici de aynı eşit insandır, o kanunlara göre yönetmek zorundadır. Yönetici de kuralı hatırlatabilir, yönetilen de hatırlatabilir. Bundan dolayı, üst alt ilişkisi yoktur.
Mn: Bir hadis hatırlatayım:
A: Burada Muhammed Abi haklı. Kadın erkeğin zaafını kullanır, erkek de kadının zaafını kullanmaya çalışırsa, hürriyet olmaz.
Md: Benimle çalışan adama ben derdim ki, yanımda çalışan çok kahraman, civanmert, hamiyetli arkadşlarla çalıştım. Hepsiyle iftihar ediyorum ve hepsine teşekkür ediyorum. Derdim ki arkadaşlar fazla takılmayın, ben bugün patronu olurum, yarın siz olursunuz. Bunlar Allah'ın nasibi. Sonra o kardeşler, benden de çok kabiliyetli çıktılar. Dükkan da açtılar. Sonra ne oldu? Öyle günler geçirdik ki, biz tepetaklak attık. Fakat o arkadaşlar, sadece ben oraya geldiğim için, benden alışveriş yaptılar. Ben onların patronuyken, 10 yıl sonra onlar benim patronum hükmüme geçti. Ne o zaman ben üstündüm, ne de şimdi onlar üstün.
A: Ben kendimi üstün görmezsem, o zaman ezmek gibi bir gayretim olmaz. Yani ezdirmek istese de ezmeyeceğim. Karşındaki insan kendisini esir gibi hissediyor. Hür olan insan her zaman hürdür. Hiçbir zaman kendisin başkasından üstün görmez, başkasına tahakküm etme hakkını görmez.
Md: Genç arkadaşlara bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Şimdiki kadınlar çok gelişmiş insanlar oluyor. Biz evliliği algılarken, sanki önden arkadan giden bir takılmışlık gibi görüyoruz. Halbuki evliliği yanyana giden, bazen tek başına giden bir arkadaşlık gibi görmüyoruz. Biz statüko itibarıyle hep önden arkadan diye karşılaştırıyoruz.
Mn: Ben hadisi söyleyeceğim. Madem bu konuda konuşuyoruz. Peygamber Efendimiz buyuyoryarlar ki, eğer birine secde etmeyi emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.
A: Ama bu yine üstünlük anlamına gelmiyor.
Mn: Kardeşim Allah bu şekilde emretmiş. Çok açık bir şekilde, vurabilirsiniz diyor.
A: Vurabilirsiniz, demek canınız istediği gibi vurun demek değil.
Mn: Ama şimdi herkes eşit, kadın erkeğin üstüne çıkarmaya çalışıyor.
Ne nefsine, ne gayrına zararı dokunmaz. Allah böyle emredecek, o haklarını bilecek ki,...
A:
" S- (1) Demek biz eskiden beri hürriyetimize mâlik idik. Hürriyetimiz tev'em olarak bizimle doğmuş. Öyle ise başkalar keyiflensin, bize ne?
(1): Hayme-nişinler tarafından yani göçebe, siyah çadırlı bedevilerin sualidir.
C- Evet zâten o sevda-yı hürriyettir ki, sizi tahammül-sûz meşakkatlere mütehammil kılmış. Ve medeniyetin müşa'şa' bu kadar mehasininden, sizin anka-i meşrebaneniz sizi müstağni etmiştir. Fakat ey göçerler! Sizde olanı yarı hürriyettir. Diğer yarısı da başkasının hürriyetini bozmamaktır. Hem de kut-u lâyemut ve vahşet ile âlûde olan hürriyet, sizin dağ komşularınız olan hayvanlarda da bulunuyor. Vakıa, şu bîçare vahşi hayvanların bir lezzeti ve tesellisi varsa, o da hürriyetleridir. Lâkin güneş gibi parlak, her ruhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki: Saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir."
Bakın bu çok ilginç: "Lâkin güneş gibi parlak, her ruhun maşukası ve cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki: Saadet-saray-ı medeniyette oturmuş ve marifet ve fazilet ve İslâmiyet terbiyesiyle ve hulleleriyle mütezeyyine olan hürriyettir." Her ruh neye aşıktır, hürriyete aşıktır. Dinli veya dinsiz. O yüzdan üstadın ısrarla hürriyeti istemesi budur. Hürriyet iradeyi oratay çıkaracaktır. İrade de imanın en önemli şartıdır.
"cevher-i insaniyetin küfvü o hürriyettir ki" insanın özü hürriyetmiş. O hürriyettir ki, saadet sarayında hürriyet oturmuş. Yani dağ başında yaşamak da yanlış. Buraya geleceksin, medeniyet içerisinde yaşayacaksın.
1. marifet, bileceğiz. O da yetmiyor, 2. fazilet. İnsanlarla fazilet yarışında olacağız. Biz kendimizden fedakarlık edeceğiz, o da edecek. Başkasına kendi hürriyetinden vermek, fedakarlıkta bulunmak. Gerçek hürriyet budur.
" S- Ne diyorsun? Şu sena ettiğin hürriyet hakkında denilmiştir:
(ayet)
C- O bîçare şâir, hürriyeti bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş"
A: Şair, hürriyetin cehennem yolu olduğunu söylüyor. "İnsana karşı hür olmak Allah'a karşı ubudiyeti netice verir. Burada bunu açıklayacak:
"Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid'e ahrardan ziyade hücum ederdi ve derdi: "Hürriyeti ve kanun-u esasîyi otuz sene evvel kabul ettiği için fenadır." İşte yahu, Sultan Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdadını hürriyet zanneden ve kanun-u esasînin müsemmasız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur. Hem de, yirmi senelik İslâmiyet'in bir fedaisi de demiştir"
A: Adamlar, Abdülhamid'e kızıyor, hürriyeti kabul ettiği için. Fakat üstad Abdülhamid'in mecbur kaldığı için istibdada girdiğini söylüyor. "müsemmasız isminden " yani ismi var ama icraati yapılmamış.
"(*) (ayet)
S- Nasıl, hürriyet imanın hassasıdır?
C- Zira rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat'a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye "
İnsana karşı hürriyet Allah'a ubuduyeti netice verir.
"ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi"
İzzet başkasına tezellülü kabul etmiyor.
"; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi "
Bu sefer ikinci adım. Kendisi başkasına tezellül etmiyor, bunun yanında başkasının kendisine ezmesini de razı değil. Eğer sende iman varsa, şefkat gelişecektir. İmanın göstergesei, insanlardan ve esbaptan hür olmaktır. Onun yanında iman sana şefkat verecektir. O şefkatle sen başkasına hükmetmeyeceksin. Eğer hükmediyorsan, o zaman imanın şefkat yönü sende gelişmemiştir. O zaman esbaba karşı zaafın vardır. O yüzden onlar hiçbir şeyden korkmazlar. Bu patavatsız anlamına gelmiyor. Onlar yanlnızca Allah'tan korkarlar. Başkasına zulmütmekte, Allah'ın gazabından korkarlar. İzzet başkasına tenezzül ettirmiyor, şefkat de başkasına tecavüz etmeye izin vermiyor.
H: Babalar veya şeyhler varmış, kendince doğru yolu bulmuş. Bu insanlar, görüyor bu adam kesin uçuruma gidiyor. Belli yani. Ona tahakküm etmemesi mi lazım. Onu yoldan çevirmemesi mi lazım? Babası çocuğunu eve kapatsın mı?
A: Ahkam-ı diniyede onun yeri vardır.
H: İlla çocuk değil. Ben bir insanım. Toplumun bir büyüğü var, biz herhangi bir adamız ama o büyüğü takmıyoruz.
Mn:Abicim zaten şeriat varsa, hürriyet vardır.
A: Kendini eksik gördüğüm anda, başkasına istişare ediyorsun.
H: Padişah istibdatla, toplumun cahil bir kısmını kayıt altına alıyor. Çünkü toplumu serbest bıraktın mı, her yöne gider. Yanlış olan bu mu?
Md: Bu hayatımızın önemli noktası. Baba misalini verelim. Benim küçük iki oğlum var. Hangisinin daha sevimli olduğuna karar veremiyorum. OSoba yaktık, oğlum bu yakar diyoruz. Bizim sevgili Yusufçuğumuz parmağını uzatır. Ondan sonra, anlar babam doğru söylemişti. Ama ben Yusufçuğuma zincir vursam, yanmaması için, bunu hiçbir zaman kabul edemem.
Mn: Biraz önce üstad söyledi onu, şeri ölçüler içinde. O insanların, şeri meselelerde hem kendisine hem başkasına zarar vermemesi için terbiye alması gerekiyor.
Md: Bizim kendi sınırlarımız var. Burada birkaç tane konum var. Devlet yönetimi başka bir şeydir, aile yönetimi ayrı. Veya arkadaşımızdır. Abdürreşit beni ikaz edebilir. Ama ben onu o seviyede görememiş olabilirim. Ama beni zorlan zincirlen alıkoyamaz.
Mn: Ama hürriyetin gereği olarak, Abdürreşit sana der ki, bu hürriyettir.
A. Buişin topluma bakan yönü var, ferde bakan yönü var. Mesela adam içki içti. Adama söylersiniz, belki engel olursunuz. Ama evinde gördünüz onu, yapacağın bir şey yok. Toplumu eğitmek istiyorsan da yine istibdatlan olmaz, yine eğitmekle olur.
Ben bir keresinde sobaya doğru gidiyordum, babam giderdi, sobanın en az sıcak yerine elimi sürtürürdü, anlardım bitti.
Md: Bazı noktalar ince bakın mütalla edebilmemiz için. Diyelim ki, Yusufa 3-4 defa ikaz ettim, gitti sobayı yaktı. Demin bir şey söyledi. Ulan şeerefsiz, ben sana söylemiştim, demek edğil. Orada imanın gerektirdiği şefkatla ona acıyıp, ona güzel bir söz söylemek, hürriyetin manasıdır.
Mn: Bahsedilmek istenen şu değil mi Hakkı haykırmak yani.
H: Hz. Ömer bir evin kenarından geçiyor, baktı cümbüş çalgı sesi geliyor. Bahçeden atlıyor, adamı yakalıyor. Sen ne yapıyorsun? Ben kendi evimin içerisinde kimseye dokunmadan bir şey yapıyorum. Suçlu olan sensin, evimin sınırlarına girdin. Günah ediyorsam, Allah'la benim aramda senin içeri girmen doğru değil.
A: Sen diyor üç hata yaptın: evlere kapıdan girmedin, mümin kardeşinize selam vermedin, mümin kardeşinizin günahını araştırmayın üç kuralı ihlal ettin.
H: Burada çok önemli bir denge var da. Muaviye devrinden gelmiş istibdat. Muaviye tamamıyle kötü bir adam değil.
Mn: Tamamıyla değil, hiç kötü değil.
H: Bir takım kusurları olmuş, tarihten görüyoruz. Burada bir istibdat var, ama bu adamlar istibdadın olması gerektiğini savunuyorlar. Benim tahminim, bu toplumdaki insanları tamamen serbest bıraksak, toplumda bir kesim yanlış yöne gidecek onları kurtarmak için istibdat altına alalım. Toplumu bilinçlendiremedin mi, adamın dediği noktaya geliyoruz.
Md: Demin verdiğim misalde o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tenezzül etmez. Bir bîçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet...
"

Hiç yorum yok: