28 Mart 2008 Cuma

Onüçüncü Lema 13. İşaret 3. Nokta

13. Lema 13. İşaret 3. Nokta
"İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter"
A: Bir tartışma anında dostunuzun bütün iyiliklerini yok sayıyorsunuz. Birçok iyi yönü var, onu düşünmüyor sadece o an ilişki kurduğu yanlış bir nokta varsa, onu dikkate alıyor. Aslında insanlar arasındaki kavgaların özünde de ub var. İnsan insaflı bir şekilde bakmıyor. Halbuki bu insan bu kadar zalim olabilr mi diye düşünmesi lazım.
Ct: Saldırdığı zaman tüm yönlerine saldırıyor.
A: Evet. Veya tavır olarak saldırıyoruz veya soğuyoruz. Özellikle evlililiklerde veya birlikte kalan arkadaşlarda bu çok sorunlara sebep olabiliyor.
"Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü'mine adavet ederler. "
A: İnsafsızlık olduğunu söylüyor.
Af: İnsaf ne demek?
A: İnsaf hakkı teslim etmek anlamına gelir. Hakkın hakkını vermek. Vicdanın hükmetmesi manası verebiliriz. Ama en temelde hakkı teslim etmek anlamına gelir.
C: Yarılamak demek. Paylaşmak hakkı.
A: Evet. Haklı davranmıyor manasında, insafsız diyor. Çok ilginç bir örnek vereyim. Nefis Tezkiyesi diye bir kitap çalışıyordum, Humeyni'nin. İnsan bencil olup olmadığını nasıl anlar? Eğer aynı tavrı gösteren bir dostunuz ve bir düşmanınız, birinin kusurunu görmezlikten geliyor, birinin de kusurunu görmezlikten geliyorsanız, siz bencilsiniz. İnsaf, hak nazarında her şeyi yerli yerine koymaktır. Bencil olmadığımızın ölçüsü nedir?
Burada daha genel bakıyor. Dost mu, düşman mı olduğuna bakarken, daha bütünsel bakacağız. Adamın 100 parçasından 49 parçası kötü, 51 parçası iyi. O adamı iyi göreceğiz. Hadislerde, kardeşinize yardım edin diyor. Zalim de olsa yardım mı edeceğiz diye soruyorlar. Evet onu zulmünden alıkoyarak yardım edin.
Gazali, İbni Sinayı küfürle itham etmiş. Ama Sait Nursi, onun istifade edilebilecek hakikatlerini görüyor ve ami bir mümindir diyor. Çok insaflı davranıyor. Ama bir yandan da şeyhi gibi gördüğü İmam-ı Rabbaniye Hz. Yusuf meselesinde, burada aşk değil, şefkat var diyor imamım diyor. Çok talı bir şekilde ona itiraz ediyor. Bütün bütün silmiyor onu. Biz olsak çok katı bir şekilde itiraz ederdik.
Bir zamanlar, Gazaliyi konuşuyorduk bir derste. Gazali bir örnek veriyor: Allah, siyah gecede, siyah kayanın üstünde, siyah karıncanın ayak sesslerini duyar diyor. Biz de ona amiyane bir yazıyla eleştirdik. Bu çok belli zaten demiştik. Benim dünyamda o zaman, Gazali'nin makamı biraz düştü. Sonra anladım ki, o çok hikmetli ve belagatlı bir ifade. Avam nazarında çok hikmetli bir ifade şekli. Işık olmasa bile görür manasını, güzel bir temsille anlatmış. Sonradan anlayınca, bizim geçmişteki tavrımızın çok toptancı bir tavır olduğunu fark ettik.
Mesela geçenlerde Humeyni'yi çalışıyoruz. Eskiden biz ona "Humeyni mi İslam mı" diye onu tamamen İslam dışında görüyorduk. Halbuki onun da önemli hakikatleri var. Ondan gelebilecek güzel fikirleri engellemiş oluyoruz.
Mn: Ya kötülük gelirse. Mesela bütün bir kitabı, ehli sünnete ters bir düşnceyi açıklamak için yazmışsa.
A: Burada mümine karşı insaflı olmaktan bahsediyor. Müminin öyle bir niyeti olamaz. Velev ki öyle bile olsa, o adamın iyiliklerini örtmeyi gerektirmez. 100 kötülüğü olsa, 1 tane iyiliği bile olsa, adalet-i mahza sırrıyla, o kötülüklerin içinden iyiliği seçeceksin.
Mn: Seçici bir insan ayrıştırıyorsa bu faydalı olabilir. Ama avamdan birinin onların eserini okuyarak, batıla düşme ihtimali çoktur, diye düşünüyorum.
A: Avam için konuşmadık zaten. Ben kendi dünyamdaki etkisini söyledim. Birkaç söz duymuşsun, onunla adamı toptan siliyoruz. Yoksa mesele Humeyni veya başka bir şahıs değil.
Md: Humeyni aşırı bir misal, ama gerçek bir misal. Humeyni'den de konuşulabilir de, tersinden bakacağım ben. Bahsi anlayabilmek için, herkesin eksi tarafı varmış, benim de eksi tarafım var mı acaba. Eğer kendi eksi tarafımızı görebiliyorsak, benim kusurum olduğu gibi, bu kardeşimin de kusuru olabilir. Ama kendi kusurlarımızdan dolayı, kendimizi kötü görmekte bir hata.
Mesela ben sabah namazına kalkacağım dedim. Ama kalkmaadım. Ondan sonra bütün günümüzü zehir etmenin lüzumu yok. O günde bir eksiğimiz var deyip, günümüzün tümünü karartmak da kendimize bir haksızlık.
A: Adam sigarayı bırakmak istiyor. 3 ay içmiyor, sonra bir gün içiyor. Şeytan ona diyor ki, sen bu işi yapamazsın. Halbuki insaflı bir nazar der ki, ben 3 ay düzgün davranmışım. 1 gün ayağım kaymış.
Md: Başkalarına insaflı olabilmemiz için, önce kendimize insaflı olmamız lazım. Böyle bakarsak, hakikaten Humeyni'nin de eksiği gediği vardır, Fethullah Hoca da çok saygın ama onun da eksiği vardır. Ama saatlerce eksiğini konuşarak, hiçbir iyiliğini konuşmamak insafsız bir tavır olur. Merhametsiz bir insan olmak lazım. Hakperest bir tavır değil.
Bunun gibi, ticari ilişkilerimizde de böyle. İnsaflı olmak çok önemli birşey. Bazen öyle oluyor ki, hesaplarken ben hata yapıyorum. Bazen müşteri hata yapıyor. Başkası hata yaptığı zaman müsamaha göstermek lazım. Çok ince bir nokta.
A: Birinci dediğiniz de çok önemli. Bende hata yok mu?
Md: Bazen bu tip şeylerin olmaması, bazen insan kendini öyle bir radikal, yüksek, çok ince bakışlar, insafı, nazar-ı müsamahayı kaldırıyor. Bunlar çok basit görünüyor, ama bu basit şey, dünyanın en harika prensibi. Yani benim bir kusurum var. Zaten dünya demek kusur demektir. Bugün 5 tane 10 tane kusurum olmuş. Kusurlarımdan dolayı tövbe ederim, Rabbim beni affeder. Kendisiyle barışık olmak lazım. Kendisiyle barışık olmayan insanlar, karşılarındakilerine karşı insafsız davranıyor.
Sait Nursi'inn en önemli tavrı budur. Süleyman Çelebiyi bizim İmam Hatipliler gazelci diye küçümserken, Said Nursi onun insanlara Resulullahı sevdiren bir velidir diye bakıyor. Küçük kusurlara takılmıyor.
A: Ubudiyetin özü adalet olduğu için, ve bir yerde adalet-i ubudiyet diyor. Yani ubudiyeti adaletle özdeşleştiriyor. Adalet her şeyi yerli yerine koymak demek. Adam kemalata mazhar. Süleyman Çelebi, insanlara Hz. Muhammed'i sevdirmiş. Ona nazar ediyor.
Y: Toptancı yaklaşımın olmaması, insanın genel eğilimi, ya tümünü toptan kabul etmek ya da toptan reddetmektir. Bu insana rahat gelir. Ya sever, ya da hiç sevmez. Ama onun yanlış veya kusurlu özelliklerini ayıklamak, bir çaba gerektiriyor. Değerlendireceksiniz. Bir kıstasa tutturacaksınız. İnsan bununla uğraşmak istemiyor. Falanca alim adam bir laf söylemiş, hemen onu silme tavrında.
A: Araba kullanıyorsunuz. Bir hata yapıyorsunuz, karşı tarafı tehlikeli bir hale düşürüyorsunuz. Kusura bakma bir hata yaptık, buna da kızılır mı diye bir düşünce içine giriyorsunuz. Ama aynı hatayı bir başkası yaptığında ona öfkeleniyorsunuz. Kendime dikkat ettim, öyle gördüm. İnsanın nefsi, sürekli kendini haklı çıkarmaya karşı tarafı da sürekli suçlu görmeye meylediyor. Biraz kendime dönüp, sanki ben yapmıyor muyum, dediğim zaman hemen insafa geliyoruz.
Md: Muhittin Ağbinin söylediği hususu da, bir yanlışı hiç yok kabul etmek ve yanlışı da görmemek de haksızlık, insafsızlık. Ama yanlışı sevgiyle görmek, insafla görmek gerekliliğini söylüyoruz.
Af: Genellikle üstad deliller getirirken, somut şeylere bakıp, sonra ahiretle ilgili deliller getiriyor. Burada ise önce ahireti örnek verip, sonra bize ders veriyor sanki.
A: Allah'ın adaletiyle ahlaklanalım gibi. Biz ne bekliyoruz? Hesaba çekileceğimiz zaman, bir kusurumuzdan dolayı, bütün hayatımızın ölmesini ister miyiz? İstemiyoruz. Bu yüzden mümkün olduğunca, sevaplarımızın günahlarımızdan fazla olmasını istiyoruz. O zaman sen de öyle muamele et ki, adaletli muamele etmiş olasın. Vicdan adaletli olmak ister. Burada enfusi bir delil getirmiş gibi gördüm ben. Vicdanın zaten bunu istiyor.
Ct: Bir tek hasene ile çok seyyiatı örtüyormuş.
A: Kendi dünyamızda bile öyle, bir arkadaşımız bize bir hata etse, sonra samimi pişmanlık duysa, hemen affetmeye meylediyoruz.
H: Tersi de olabiliyor. Hasedli insanlara çok iyilik yaparsın. Sonra bir kötülük yaptığımızda, her şeyi silip atıyor. Bu toplumsal hayatı çok kesen bir şey.
Geçen, internette gördüm. Risale-i Nura eleştiriler diye bir yazı vardı. Baktım, üstadın tarihçe-i hayatından parçalar almış, altına da eleştirilerini yazmış. Baktığın zaman, güya Risale-i Nuru eleştirecek. Üstadın ufak tefek hatalarını, alimlere karşı saygılı değildi gibi yanlarını gösteriyor. Böylece buna kanan insanları yönlendirmeye çalışıyor. Ama baktığınız zaman, Risale-i Nurun düşünce yapısına ilişmemiş.
Y: Küçük beyinler kişilerle uğraşırmış diye bir söz var ya.
H: Üstad da özellikle diyor ki, benim şahsımı çürütebilirler. Risale-i Nur bir hakikattir. Ben ise kusurlu bir insanım.
İnsanın nefsi yanı, sürekli kusur aramaya yönelik bir meyli var. Bir başkasını kötüleyeceği vakit, şu adamın da ayağının çorabında bir delik var diye başlayıp, adamı yerle bir ediyor. Karşı tarafta anlamıyor, adama karşı bir soğukluk başlıyor.
Bazen bu tip insanlar, büyük resmi göstermemek için böyle ufak tefek şeylere odaklanırlar.
"Demek bu dünyada, o adalet-i İlahiye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır."
A: Üstad bir yerde diyor ki, bir adamda sadece iman hakikatinin bulunması bile pek çok kusurunun görünmemesine vesiledir. Sadece kemiyet açısından değil, keyfiyet açısından da bakmak lazım. İman elmastır. Adamın bir imanı var. O imanın hürmetine davranıyor. Bir kelime-i tevhid, bütün günahlara kefede daha ağır gelir. Keyfiyeten mümin bu, iman etmiş. İman etmiş bir insana, ne kadar günahı bile olsa, yine de insaflı bakıp, o imanının hürmetine, bütün bütün silmemek gerekiyor.
Mümin kardeşine yardım eder. Fenalıkta da, fenalığını defederek yine yardım eder. Yine yardım eder. Kesip atmak var bir, bir de tamir etmek var.
Y: İlişkiyi koparmamak lazım.
A: İnsana en ağır gelen de odur. Silinmek atılmak. Bir kavga etsen, yine bir ilişkin oluyor. Ama bağırıyor çağırıyor, sen onu görmezlikten geliyorsun, adam çok öfkeleniyor. İnsaniyete uymuyor.
Sadece sayısal değil, kalite olarak da üstün gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır diyor. Yani içimizden muhabbet gelmiyor, o zaman sevmek için zorlayacağız.
D: Kötülüğü fazla bile olsa mı?
A: Evet. Kötülüğünü sevmek manasında değil ama.
D: Ahirette komşu olacağız, iyi haletli insanlarla ilişkimiz olacak diye bir şeyler okumuştuk.
A: Adamın kendisi mümin seveceksin. Ama küfrunu ayırtedeceksin.
C: Sadece cemaat çevrelerine mi uygulayacağız?
A: Mümin olan herkese.
Y: Mümin olmayanlara da. Peygamber hayatımız, en azılı müşrikle bile belirli düzeylerde iletişimi var. Onları cansız saymıyor.
A: Buradaki bağlam sevgi bağlamıdır. Burası müminlerle olan ilişkiyi anlatıyor. Ama münazaratta o mesele de var.
" Belki kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. "
Affetmeye meyilli olmamız lazım.
H: Yoksa kötülükleri kabul etmek değil.
"Halbuki insan, fıtratındaki zulüm damarıyla, şeytanın telkiniyle, bir zâtın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adavet eder, günahlara girer. "
Bu çok ilginç. Günahın özelliği. Küfür ne demektir, örtmektir. İyiliklerini örtmüş olduğun için günaha girmiş oluyorsun.
Şimdi bir kardeşine karşı muhabbet hissetmiyorsun. Adama karşı soğudum artık diyorsun. Buna fıtri noktadan yaklaşan bir rehbere bir adam geliyor. Hanımı hakkında, "ben onu sevmiyorum" diyor. Ne yapayım, diyor. O zaman sev onu diyor öbür adam. Çünkü sevgi bir eylemdir, sevginin neticesinde ortaya çıkan duygu ise onun bir ödülüdür. Gerçekten öyledir. İman da bir eylemdir. İnsanın say etmesi sonucunda ortaya çıkan bir şeydir. Bizim yapmamız gereken, hoşumuza gitmese de çalışmaktır.
Y: Biz genelde bizim hoşumuza gitmedi, diyoruz ya, bu bizim nefsimizle ilgili bir şey pek çok zaman.
A: Burada bir eylem göstermemiz gerekiyor.
"Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. "
Küçücük bir şey bile örtebiliyor.
"Öyle de insan garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur; mü'min kardeşine adavet eder, insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur."
Garaz çekememezlik. Çok ilginç bir şey. Bir yerde ben çocuklara bir şey anlatmadığım halde, çocukların dünyasına konuşurken, her gün televizyonda kötülükler anlatılıyor. Bunlar niye böyle yapıyor diye sordum. Halbuki, bir sürü iyilikler var. Çocuk dedi ki, bunlar Allah'ı bize kötü mü tanıttırmaya çalışıyorlar? Çünkü her şeyi yaratan Allah ya, hep kötülük kötülük, sonunda Allah hakkında dahi negatif düşünmeye başlıyor.
Y: Her yerde zulümat var. Toptancı bakınca, Allah da haşa zulmediyor gibi bir sonuca götürebilecek bir izlenim veriyorlar.
A: Allah 7 milyar insan var, 200 milyarlık insanın doyabileceği nimet yaratıyor. Ama ne oluyor, kimisi çöpe atıyor, kimisi harcıyor.

"Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor. Şöyle ki:
Bir hakikat-ı imaniyeye dair yüzer delail-i isbatiyenin hükmünü, nefyine delalet eden bir emare ile kırmak ister. "
Gerçekten kainatın her tarafında bir güzellik, hikmet var görüyorsun. Ama senin şer, zulüm gibi gördüğün olaylarda, bir rahmeti göremiyorsun. O zaman, bütün öbür rahmeti siliyorsun, burada çok zulüm var diye odaklanıyorsun. Şeytan bir şeyi dikkate vererek, Allah'ın bütün yaratışlarını itham ediyor.
Hristiyanların şer/teodize problemini aşamamasının özünde bu var.
Allah mutlak güzel. Fakat burada kötülükler var. Bunları Allah'la nasıl özdeşleştireceğim? Acaba Allah o kadar iyi değil mi, diye onun rahmetini sınırlandırmaya başlıyor. Hristiyanlar şere vücut veriyorlar. Eşyanın özünde şer var gibi görüyorlar. Halbuki eşyanın özünde şer yoktur. Senin nazarında öyledir.
Y: Bütüncanlılarda öldürme içgüdüsü vardır diye bunu meşrulaştırıyorlar.
A: Hatta aslanın bile vazifesi, ölü leşleri yemektir aslında.
Timsah gözyaşları sözü vardır ya. Bir adam bunları incelemiş. Timsah kendi yavrularını ağzına alıyor. Zannediyorsun ki, onları yemiş. Bir müddet takip ediyorsun, onları taşıyor daha müsait bir ortamda onları bırakıyor. Hatta gözlerimle gördüm, kaplumbağayı dahi öyle taşıyor.
Ameliyathaneye vahşi bir insan gelse, pencereden seyretse ne görecek. Bir adamı bağlamışlar, diğerleri de onu makaslarla kesiyorlar. Zulüm gibi görünüyor. Halbuki hakikati tam tersi.

"Halbuki kaide-i mukarreredir ki: "Bir isbat edici, çok nefyedicilere tereccuh ediyor." "
Gerçekten öyledir. Trafik kazasını gören bir görgü tanığı var. 100 milyon insan görmedi. 100 milyon görmedi diye, bir kişinin şehadeti iptal edilir mi? Onlara sorulmaz. Tek görgü tanığının şehadeti delil kabul edilir. O yüzden bir hakikate dayanmayan sözlerin çokluğunun önemi yoktur.
Güzel bir misal var. 100 kapılı saray var. 99 kapısı ileri doğru açılıyor. 1 tanesi geriye doğru açılıyor. Sen o kapıyı ileri itiyorsun, açılmıyor, diyorsun bu saray kapalı. Ama kardeşim, 99 kapısı daha var.
Bazı deliller dünyadan gider. Bazı deliller ise, ahiret nazarıyla bakarsan açarsın. Bazı iman kapıları dışarıdan kapalı görünür, ama içeriden açılmak üzere açıktır.

Hiç yorum yok: