23 Ocak 2009 Cuma

17. Lema Beşinci Nota

17. Lema
BEŞİNCİ NOTA: Şu notada Avrupa fünunu ve medeniyeti, Eski Said'in fikrinde bir derece yerleştiği için, Yeni Said harekât-ı fikriyede seyrettiği zaman, Avrupa'nın fünun ve medeniyeti, o seyahat-ı kalbiyede emraz-ı kalbiyeye inkılab ederek ziyade müşkilâta medar olduğundan, bilmecburiye Yeni Said zihnini silkeleyip, müzahref felsefeyi ve sefih medeniyeti atmak isterken, kendi ruhunda Avrupa'nın lehinde şehadet eden hissiyat-ı nefsaniyeyi susturmak için, Avrupa'nın şahs-ı manevîsi ile bir cihette gayet kısa, bir cihette uzun, gelecek muhavereye mecbur olmuştur.
Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:
Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi' san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa'ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa'ya hitab ediyorum. Şöyle ki:
O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa'nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:
Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.
Ey küfr ü küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibet-zede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zahirî bir surette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes'ud denilebilir mi? Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz'î bir emirden me'yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazib ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş'et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes'ud denilebilir mi? İşte sen bîçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab çektiriyorsun.

amç. insan mutluluğu zaten böyle cennetvari imkanlarla tanımlıyor, bazıları için. her şeyim olsun. mutluluk bu değil mi diye sorsak, oradaki azabın görüntüsünün ne olduğunu anlatmak iyi olmaz mı? neden böyle bir azap hissediyor. baktığında adamın villası var, helikopterle işyerine iniyor. o adamın cehennem azabı nasıl olacak?

hş.
"Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes'ud denilebilir mi?"

aö. mutlulukla ilgili yapılmış bazı pratik deneyler vardı. şu zamanın insanının mutluluk algısı, eskisinden çok farklı. aslında insanlar varlık noktasında çok daha ileri durumdayken, öncelikle mutlu olmadıkları tespit ediliyor. daha sonra başka bir deneyde, insanlara çok basit sorular soruluyor. neticesinde, bu insanlara doğru yanıtlarına göre bazı ödüller veriliyor. bakıyorlar ki, insanlar mutlu olmuyor. sebebi araştırıldığında, adam basit br şekilde para aldıkları halde, mutlu değil. ancak başka insanlardan daha yüksek para kazandığını öğrendikleri zaman mutluluk duymaya başlıyor. şu zamanda insanların mutluluk algısı, bilmeninmanevi hazzı veya maddi kazancın hazzı da değil. başkasından fazla kazandım hissinin hazzını yaşıyor. dolayısıyla başarısızlar olmadan başarılılar mutluluk hissini tam olarak hissedemiyorlar.

hş. o şeytani bir şey aslında.

aş. hakiki mutluluk da değil.

i. herkes kolay bir sınava yüksek not alsa kimse sevinmez. ama zor bir sınavda bir kişi iyi not alsa herkes çok sevinir.

yf. maddi nimetler içinde olup da mutlu olduğunu iddia eden bir kesim de var.

aş. bunu şeye benzetiyorum. adamın biri çok büyük bir arabayla gezmeye gidiyor. millet bir gezmeye gittiğinde kazıklanınca daha değerliymiş gibi geliyor insana. falanca yerde sydneyde olunca çok güzel görüüyor. sonra nasıldı diye sorunca, a çok muhteşemdi diyorlar. ben oradaki insanları takip ettim, çok sıkılıyorlar, sadece öyle bakıyorlar. bir resmi, on defa çekiyorlar.

bir de şunu görmek lazım. bağdat caddesinde çok lüks evlere girdim. evin içinde biraz aile de çocuk bahanesiyle kendi hayatlarını ortaya döküyorlardı. benim gözlemlediğim o ki, o zengin ailelerin içinde gerçekten mutlu olan,... çocuk bile, intihara teşebbüs etmiş, bir diğeri zombileşmiş. çocuklar hiçbir şeyden zevk almıyor. aileler dağınık. karı koca birbiriyle konuşmuyor bile. arabasına binince, başkasına hava attığı zaman çok mutlu gibi hissediyor.

öyle insanlar da gördüm ki, evinde 5 dakika oturamıyor. sıkılıyor.

hş. bunlar cüzi şeyler. zengin olunca da mutlu olunabiliyor. dikkatli bakın, bir çelik çomak oynayıp zevk alan çocukla, helikopterle oynayan çocuk arasındaki fark gibidir.

mk. fark var mıdır ki?

hş. ben çelik çomakla daha çok zevk alıyordum. fark o kadardır. o adam da helikopterle bile gezse, olayın farkında bile değil. bakın zengin çocuklarına, o çocuğun çelik çomağını kıskanır. onun mutluluğunu kıskanır aslında.

aş. bir insanın imansız olarak şuurlu bir şekilde dünyadan zevk alması imkansız. bilinçli olduğu zaman, sürekli uyuşturuyorlar kendilerini. sürekli o adam kendisini meşgul ediyor.

oğ. mutluluk, haz, huzuru karıştırıyoruz. insan geçici hazlar alabilir. hakiki manada bu dinginliğe, huzura sebep verir mi, buna bakmak lazım. imansızsa, bunu yaşayamaz. çünkü yalnız başına bir ortamda, hayattan zevk alamadığını söylüyorlar. ben de şahit oldum buna. bir de mutlu gördüğümüz insanlarda iptal-i his meselesi var. çıkmaza giriyorlar, bilinçli olarak hayatlarını düşündüklerinde.

aş. köyde balık tutmuşuz. deniz manzaralı bir yerde oturup yemişiz. tüm masraf 5 lira. aynı şekilde, dünyanın en lüks lokantalarından birine gittik. 100 dolar bir tabak yemek. tüm yemeğe 500 dolar veriyorsun. benim 5 liralık yemeğimdeki manzara da güzel, arkadaşlık da çok hoş. öbür tarafta, insanlar sürekli içiyorlar.

mk. ben sana itiraz edeceğim. senin balık yediğin yerde adam kafa çekiyor.

aş. olabilir. ben 500 dolar nereye gitti onu konuşacağım. hiç fark etmez. dolayısıyla mutluluğun kaynağı madde değildir. kimin daha mutlu olduğunu bilemezsin.

mk. fakat manayı marifiyle düşünelim. maddesizlik mutluluk mu verir?

mn. onda da madde var. manzarası, balığı her şeyi var.

hş. sırf zühre mesleğiyle gitmek diye bir yol var, fakat bu zor bir yol. yani nefsi tatmin ederek giden. bu yol çok meşakkatli, ve tam da gidemiyorsun. ayak yollarında takılıyorsun. çoğu dalaletle gitmişler.

oğ. avrupa medeniyetinin iddiası, ben insanlara güzellik getiriyorum. böyle bir iddiası var.

aş. orada medeniyet 500 dolar. bence fark etmiyor, negatifte de fark etmiyor, pozitifte de fark etmiyor.

dolayısıyla maddenin kendisi önemli değil.

mk. burası çok tartışılabilen bir bölüm. sınırlarını koymak zor. dolayısyıla bugünkü konuşacaklarımızı nihayetlendirmemiz de zor. ikinci nokta, sait nursi, kıyaslarında iki kişiyi kıyaslar. iki yolcu der. iki kişiyi son model arabaya bindireceğiz. ta ki aralarındaki farkı görebilelim.

bir diğer nokta ise, bu avrupa isveçteki o karlı dağın altında yürüyen isevçliyi düşünmeye çalışıyorum. ben isveçe hiç gitmedim. bunların tahayyülü dünyamıza uzaklaşıtrıyor. aslında kendi dünyamızad da iki insan vardır. bizim kendi davranışlarımız da hiçbir zaman ak veya kara değildir. biz de bu iki dünyayı kendimizde yaşıyoruz.

bakıyorum, mesela sabah kalkıyorum, namaza kalkmakta neden zorlanırız? halbuki sabahleyin, o kadar temiz bir hava oluyor, güzel bir koku oluyor, bu kokuyu hiçbir dükkanda bulamazsınız. satılamayacak kadar enfes. yavaş yavaş gelen sarı renk, her şeyi ısıtıyor. böyle geliyor. kim yapıyor? bu arada kuşlar senfoniye başlıyor. abi, cik cik, hoşgeldin lan. kuşlar kouşmaya başlıyor. bütün bunlar benim için yapılıyor. ben bunu hissetsem, sabahları kaçırmam. uykunu aldığın halde fazla yatmışsın, bunun içki içip uyuyakalmaktan ne farkı var. biz o şuuru hissetmiyoruz. imanın verdiği o şuuru. kalkmak bir ölüm. kalktıktan sonra da o enfes ikramlar için, dünyayı bir gezi mekanı gibi hissediyorsunuz. bunu kendi dünyamızda yaşadığımzada çok farklı oluyoruz. dünyadan daha mükemmel bir uçak yok ki. bunu hissetme oranı var. bunu hissetmeyince...

insanlar tatminsiz olunca, daha çok hırsla davranıyor. yeni bir araba alınca, yeni bir hanım alınca yeni bir dünya gibi düşünür.

biz az şeylerle yetiniyoruz. fakat gerçekten imanın hissettirdiği lezzeti hissedersek, bunun bile çok garibane basit olduğunu hissederiz. yeni bir gömlek alsak, o ikramdan dolayı insanın duyguları coşuyor. o imanındanaynaklananan coşkuyu hissetmek için çok güzel bir fırsat. o ikramı, onunla görüyorsun. ikramın sosyal statüsü olur, cins-i latifi olur. belki biz yapamıyoruz. ulamıyoruz. ama bugün olmaz da yarın olabilir.

aş. çok önemli bir nokta var burada. araba vs. vesiledir. bunlar amaç haline geldiği zaman, fazla olan madde mutluluğu değiştiren bir şey değildir. elemsiz lezzet imandadır diyor üstad. dünya lezzetleri için, kafirin bile lezzetleri terk etmesi gerekir. çünkü lezzetin gitmesi daha büyük bir elem getirir. iman olmayınca, bunların gitmesi, çok büyük ızdırap kaynağı oluyor. biz o nimetleri kendisinden dolayı değil, verenden dolayı lezzet alıyoruz. bu toplumda ikram edilecek şey farklıdır, başka yerde farklıdır.

amç. daha önce, iman bir tutumdur demiştik. burada da benim anladığım, meyus olmak, ümidin kesilmesi, ehemmiyetsiz bir işten vazgeçmek. aslında ümitsizlik bir adamı mutsuz eder. mutlu olamıyorsan da umutlu olmasını bil. adammutlu olamayabilir, ama umutluysa, ümit allahtan gelen bir nur ya, buradaki adamı azap içinde bırakan, ümitsiz olması, veya o haleti her an yaşayabilecek olması. ya kaybedersem. ya eskisi kadar lezzet almazsam.

mk. daha önemlsii, şu anda verdiğini hissettiğin an ümitvar oluyorsun. şıhı azam, bu konuları öyl hisederek anlatırdı ki, imanın ne kadar büyük bir lezzet olduğunu, hisserdein. o sohbetlerin benim dünyama kattığı şeyin dünya kadar değeri var. aslında abdürreşitin de uğraştığı konu da , bnu hissettiğimiz zaman, aslında komplelerimiz, fesatlarımız, kıskançlıklarımız, onları otomatikman kayboluyor. ben bunun lezzetini hissediyorum. bunu bir ton yesem ne olacak, bir tanecik yesem ne olacak.

aş. ümit var ya, artık koklattı bana. artık yeşeriyor o.

mk. bunun zıttından bir soru soracağım. içinden çıkamadım. ehli dünyayı ben çok severim, yıllarca da imrenmişimdir, bazen kıskanmışımdır. neticede köyü çocuğuyuz, bunların olması da normal deşimdi şunu söylüyorum. levent taraflarındayım, adamlar yiyor içiyor, sonunda yaptıkları iş, kafayı çekmek. ağbi, yiyoruz kafayı çekiyoruz akşam. sonra nane molla oluyoruz, sabah kalkamıyoruz. neden insanlar iki içer? ben bunu çözemedim.

aş. orada bir mutluluk tadıyor ya, onun gitmesini unutmak istemiyor. onu susturmak için, duyguları iptal ediyorlar. başka türlü insanın dayanması mümkün değil.

bizim zengin bir akraba var. çocuğunu kameraya alıyor. çok mutlu bir an. o an şunu dedi: bir daha bunları görebilecek miyiz? bir anda o mutluluk anında içine bir şey düştü. o anda vicdanı ona dedi ki, bunlar gidecek. sen bu sorunun cevabını bulmadığın sürece, nasıl mutlu olacaksın?

çocuğunu kaybetmiş bir kadın var. o çocuğu alınsa da, o çocuğun lezzetini veren allah var onu biliyor. bir kafir bunu bu şekilde göremez. sürekli bir yeis içinde. sürekli kaybetmenin içinde korkusunu yaşıyor. bunlar sonunda gidecek. mümin böyle söylemez.

insandaki sonsuz iktidar hırsı neden kaynaklanır? aslında bu korkunun bir göstergesidir.

mk. benim çok değerli bir arkadaşım vardı, bir gün kavga ettik. sonra karakolluk olduk, beni mahkemey verdi. kafamızı gözümüzü yardık. ağbi, mahkemeden kağıt geldi. suç sabit. kurtulma şansım yok. kefalet de ödeyemem. gece uyuyamıyorum. her gün kapıdan bekleyen mi var bakıyorum. azap. o bir ay, kaç yıl oluyor. iman ile imansızlığın hali, bunun gibi duygusal yaşamla ilgili katmerleri var.

"Ey beşerin nefs-i emmaresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında bîçare âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar, bazan da yaralıyorlar. "

aş. kulubecik insaniyet olarak düşünsen, elde ettiğin her şey tek tek senden alınıyor. en önemli şey hayatın. tek tek hayatın eksiliyor.

"Öyle bir tarzda ki, acınacak haline sema ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan umumî bir matem, o yolu kaplıyor."

aş. bir kafirin halet-i ruhiyesini tarif etmiş.

" İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor."

aş. sadece kendi elemi değil, tüm mahlukatın elemlerini hissediyor.

" Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin."

aş. muhammed ağbinin sorusunun yanıtı burada. içkinin yaptığı en önemli şey de bu: ne akıl çalışıyor, ne kalb çalışıyor. ya zalim olacaksın, ya da kendi aklını ve kalbini iptal edeceksin.

"Ey sefahet ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! "

aş. yukarıdaki tasvir ettiği halet.

"Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a'lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. "

aş. çok mutlu andan, en sıkıntılı ana sokar.

"Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a'lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören "

aş. içki de öyle, veya onun gibi insanın hissini kapatan her türlü alışkanlık.

"cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. "

aş. buraya da bunu alalım, şu da şöyle olsun. a bu ne güzel, oraya da gidelim. küçük dünyamızı tatmin etmeye çalışıyoruz. insan o duygularını allahın sanatı olarak görse, bir mahsuru olmayacak, ama sırf insan kendini meşgul etmek için, bunlarla uğraşıyor. evde yalnız oturunca, vicdan sürekli onu ikaz ediyor, ölüm var, bu hayatın bir sonu var.

"Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer."

aş. insana sunuluş amacı açısından bakalım. teknoloji ne yapmaya çalışıyor? bu dünyada yalancı cennet oluşturmaya çalışıyor. sürekli yeni şeyler niye öğretiyor? bundan beş sene önce öğrettiği şeyleri yeniliyor. sürekli bizi oyalayarak, gerçek geliş gayemizi unutturmaya çalışıyor.

"İkinci yol ki: Kur'an-ı Hakîm, hidayetiyle beşere hediye etmiştir. Şöyledir: Görüyoruz ki o yolun her menzilinde, her mekânında, her şehrinde bir Sultan-ı Âdil'in müstakim askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar. Arasıra o Sultan'ın emriyle o askerlerin bir kısmını terhis ediyorlar. Silâhlarını, atlarını ve mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara izin tezkeresini veriyorlar. O terhis olunan neferler, çendan ünsiyet ettikleri at ve silâhların teslim alınmasından zahiren mahzun oluyorlar. Fakat hakikat noktasında terhisle müferrah olup, Sultan'ın ziyaretine ve padişahın payitahtına dönmesi ve padişahı ziyaret etmesi cihetinde gayet memnun oluyorlar. "

aş. işte bütün mesele burada. onun yanına gidiyoruz. bu anlayışla elimizdeki cesedi de memnuniyetle teslim ediyoruz. yaratıcımızın yanına gidiyoruz, anlayışıyla huzura ulaşıyoruz. bir tarafta bakıyorsun, filistin. çocuklar ölmüş. ama o insanın bir tesellisi var. bunlar ileride cenabı hakkın huzurunda müthiş mükafatlar alacaklar. öte taraftan, silahın üzerine yazı yazdırıyorlar, şuna isabet etsin diye çocuklar dilekte bulunuyor. çocuğun ruhu nasıl karartılmış. ve çocuklara seyrettiriyorlar. bakın şimdi bomba atacak ağbileriniz, seyredin bakalım. ve ondan zevk alacak hale gelmiş. bu iki çocuğun ruh halini düşünün. birinin en azından tsellisi var, senin ağbin cennete gitti diyorsun. öbürünün ruhu öldürülmüş. o çocuk dünyaya nasıl bakacak? mutlu olabilir mi? içi ne kadar kararmıştır. her an ölüm korkusu, oradan birbomba gelir de beni öldürür endişesi. bu açıdan bakınca, teselli oluyorsun. ya onlar ne olacak? bir çocuğu acımadan katleden ruhun ne kadar karanlık olduğunu insan bir düşünse. ne kadar büyük bir ızdırap. küçük bir sineği öldürmeye bile insan rahatsız oluyor.

"Bazan terhis memurları acemî bir nefere rastgeliyorlar. Nefer onları tanımıyor. "Silâhını teslim et!" diyorlar. Nefer diyor: "Ben padişahın askeriyim, onun hizmetindeyim; sonra onun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer onun izin ve rızasıyla gelmiş iseniz, göz ve baş üstüne geldiniz, emrini gösteriniz; yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle döğüşeceğim. Kendi nefsim için değil, çünki nefsim benim değil, benim sultanımındır. Belki bendeki nefsim ve silâhım, mâlikimin emanetidir. Emaneti muhafaza ve Sultanımın haysiyetini himaye ve izzetini vikaye için size baş eğmeyeceğim!"

aş. ölüme veya musibete karşı dayanmanın mücadele etmenin manası işte bu. musibet karşısında eğilmemenini esprisi: emaneti muhafaza, sultanın haysiyetini tespih edecek, her şey alem güzeldir, bunu vikaye etmek için, zaten cihadın anlamı da odur. din yalnız allahın oluncaya kadar, kafirlerle mücadele edin. yani küfrün anlayışıyla mücadele edin. o bakış açısıyla mücadele edeceksin. alemde allahın bütün güzel esması gözüksün diye o anlayışı yok etmeye çalışıyorsun. her şeyin allahın bütün esmasının hüsna olduğunu göstermektir. ötekisi negatif göstermeye çalışıyor.

"İşte o ikinci yoldaki medar-ı sürur ve saadet olan binler ahvalden bu hal bir nümunedir. Sair ahvali sen kıyas et. Bütün o ikinci yolun seferinde, tevellüdat namında sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve sevkiyat-ı askeriye vardır ve vefiyat namında sürur ve muzıka ile terhisat-ı askeriye görünüyorlar. İşte Kur'an-ı Hakîm beşere bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun ve ne de gelecek şeyden havf eder."

amç. mızıka ve sururla ölüme gitmeyi düşündüğün zaman birbiriyle uyuşmayacak bir tabloyu gösteriyor. fakat aslında tutumunu o seviyeye çıkardığın zaman, son derece yerinde bir belagat olduğunu anlıyorsun.

aş. bir insan dese ki, çocuğun öldü, adam şöyle dedi diyelim: allah rahmet etti, rahmetiyle bana ihsan etti dese, yükümü hafifletti dese, bu adam deli midir deriz. bu adam çocuuğun ölümüne seviniyor deriz. halbuki, çocuklara karşı meşru muhabbet nedir, onların ölümlerinde sabretmek belki şükretmektir, diyor üstad. niye? çünkü sen hapishanedesin, sen çocuğun gelecek endişesini taşıyorsun. padişah sarayına alacağım dese, sen nasıl memnun olursun.

aö. resulullahın oğlu öldüğü zaman, resulullah ağlayınca, sen de mi ağlıyorsun diye sormuşlar. beşeriyeten ağlıyor, kalp hüzünlenir.

amç. abdürreşit ağbi, akıl boyutunda bir değerlendirme yapıyor. akıl boyutuna da o hüznü taşırsan, eyvah dersen, o zaman sorun var.

aş. sizin çocuğunuz, bir akrabanızın yanında duruyor. akrabanız onu çok seviyor, ama size geri gönderecek. size gönderirken biliyor ki, iyi bir yere gidiyor, ama bir yandan da hüzünleniyor, ayrılıyoruz diye. oradaki hüzün ona benzer.

Hiç yorum yok: