2 Ocak 2009 Cuma

20. Lema İhlas Risalesi 1. Nokta

BİRİNCİ NOKTA:
Mühim ve müdhiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

aş. ehli hakta rekabetin olmaması gerkiyor, çünkü rekabeti gerektirecek bir durum yok.

ab. bir makam yok. biri ulaşırken diğeri bir şeyi kaybetmiyor.

amç. bir de onların hedefi o. felsefesi o. rekabetle mükemmelleşme olur. ama bm'de toplandılar mı, katliamda rekabetsiz ittifak ediyorlar. biz bir islam örgütünü toplayalım desek, toplanamıyoruz.
bana şimdi yasin almıyon mu diyorlar. kendimi kötü hissediyorum. gidemediğim içini zaten yaralıyım. kendimi kadın gibi hissettiriyor.

hş. aslında esas erkeklik o.

ea. erkekler okumadığı için böyle oluyor. :)

hş. üstada soruyorlar. sen diyorlar, neden umumi vaizliği seçmedin? seçseydin onbinlerce kişinin ölmesine dur diyecektin. onların 30 senelik hayatına bedel, risalei nur, yüzbinlerce kişinin uhrevi hayatını kurtardı.

aş. bu da bizim züğürt tesellimiz. üstad bir vazife yaptı, biz ne yapıyoruz?

hş. bizim yapıp yapmamamız değil. işin mecrasını nereye götürüyor, üstad, önemli olan o. şeytanın en istemediği şey, zalim tarafından öldürülmektir bir müslümanın. çünkü şehit sevabıyla gideceğim. şeytan bunu istemez. şeytan zulümleri istiyor, ama benim açımdan istemiyor. olayı üstadın getirdiği nokta farkı. biz mutlaka bir şey görüyoruz, insanlar ölüyor ama ortaya başka şeyler çıkıyor.

aş. züğürüt tesellisi derken, üstadın gösterdiği gayretin bir parçasını biz yapıyor muyuz? o zaman mesele yok. zalimler dünyamızı öldürdüler. biz o zaman ahiretimize daha çok çalışacağız demiyoruz, daha çok dünyaya çalışıyoruz.

hş. ashabı kehf neden önemlidir? onlar gibi olabiliyor muyuz? üstad donanımlarını iyi bir şekilde kullanmış bir örnektir, fakat bakıyoruz ashabı kehf 300 sene uyumuş. bazen uyumak uyanık olmaktan daha etkili olur. ama aıl uyuyorsun?

ab. ben anlamadım. ondan öncesiyle bağlantısını anlamadım.

hş. uyumak dediğin belki, gözönünde bir takım şeyler yapmaktansa, sabırla beklemek zulümleri kınamak, dua etmek daha etkili olur. o zamanda yasin okursan belki önemli olan odur.

amç. tabi çok su götürebilecek bir hamur da, ben fiili cihat noktasında d a bazı şeylerin ihmal edilmemesi kanaatindeyim. işaretül icazda diyor ya .... benim kendi düşüncem. o tür şeyler bizim ruhumuzu teskin ediyor. yapamadıklarımızı munis hale getiriyor. fakat çok uzamasın konu.

"Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?
Elcevab: Bu elîm ve feci' ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.
"

ab. bunu deyince ben hamasla el fetih arasındaki şeyi düşünüyorum. cihat deyince, zulmün daha ilk muhatapları arasında bir ihtilaf var. şuna kadar varmış. el fetihten biri açıklama yapmış ki, iyi olur bunlar girsinler, gazzenin idaresini bize verirler. buradan da bağlantı kurabiliriz.

amç. birbirlerini karalamak adına liderlerinin müstehcenlik savaşı olmuştu.

" BİRİNCİSİ: Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cem'iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (Haşiye) manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.
(Haşiye): İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.
"
aş. teveccühü nas neden azabı kabir? çok ilginç. kabir azabı için iki şey söylüyorlar. bir teveccühü nas, bir de necaset meselesi. niye teveccühü nas, kabir azabı olarak ortaya çıkıyor? kabirde insan tek başına olduğu için bence. insanlar, kendisine bir özellik atfediyor. kabirde ise bütün bunları yitirdiği için, bütün bunları yitirmenin azabını çekiyor. ruhu devam ettiği için, bedene verilen ehememmiyetin anlamsızlığı orada çok bariz göründüğü için, kabir azabı şeklinde görünüyor.

amç. cürüm karşısında topuz yemek denildiği için, ... aslında sadece yokluğu bir azap.

ab. teveccühü nas, bir anlamda aslında allahın hakkı olan bir şey. bütün gözler allaha teveccüh etmeli. kendine gözlerin çevrilmesi, enenin bir tezahürü. nasıl ki, rab sonsuz güzelliğini görecek kendisine aynalar yaratıyor. insanda kendisini enede rab gibi gördüğü için, o aynaların ebedi olmasını istiyor. fakat kabire gelince, onlar ebedi değil, anlıyor. ondaki zati olmayan güzelliklermiş.

aş. bir de,
"Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır.
"
demek insan nasın teveccühünü kazanmakla, en büyük azabı görüyor. şöhret sahibi olanların huzuru kaçıyor. bir kere kendi kişiliğini yaşayamıyor. mesela bir futbolcudur. nazarların kendisine çevrildiği kişileri tatmin etmek zorunda. bulunduğu pozisyonu korumak için köle gibi çalışıyorlar. bir nevi .. adamın kameti yüksekse eğilir. kameti küçükse, ayakları sürekli yukarıda durur. olmadığı yerde gözükmeye çalışmak ızdıraptır. insanların ona teveccüh etmesi, onun için büyük bir ızdıraptır. olmadığı halde gözkmek kadar. şöhretin kendi içinde bir azap vardır.

hş. bundan daha kötüsü de, televizyonda güzel bir kadın bütün nazarlar onda. kendisin çok önemli hissediyor. fakat belli bir yaştan sonra o güzellik ölünce, o kadın azabı kabirde çekmese bile, bu dünyada çok feci şekilde çekiyor. o nazarların kendinden gidişini hatta nefretle bakılışını... normal bir kadın için ihtiyarlamak hiç önemli değil. halbuki o kadın için büyük bir tokat oluyor. elimizde olup da elimizden alınan şeyleri görüyoruz. bu daha büyük bir acı.

ai. bu duyguları hisseden bir kişi, aynı şiddetle olayları fark edip bizden daha samimi bir şekilde sarılamaz mı? olabilir. sanki hep böyle bir ızdırap çekiyorlar diye konuşuyoruz.

ab. adamın ne suçu var, insanlar ona bakıyorsa. diye anladım.

ai. yok o değil.

aş. şan ve şeref arzusuyla teveccühü nas varsa diyor.

ai. bunu özellikle belirtmek lazım.

hş. şan ve şeref arzusu yoksa zaten sorun olmaz.

ai. bütün meşhurların hepsi böyle değildir.

hş. tabi canım, olanlar var.

aş. bir insan onu arzu ediyor ve o arzu ettiğine ulaşıyorsa ... bir adam resule geliyor diyor ki, benim için zenginlik duası et de zengin olayım. sen isteme, diyor. ama adam ısrarla istiyor. çok ısrar edince, tamam diyor. öyle bir zaman geliyor ki, resulullahtan sonra zekat vermek istemiyor.

ai. ben şunun için söylüyorum. bir futbol oynaayan kişi ileride meşhur olacağım diye oynayabilir de. fakat bir başka adam, çok beceriklidir, öyle bir arzusu da yoktur, ama çok meşhur da olabilir.

aş. salame misalinde olduğu gibi, biz talep ettiğimiz için yaparsak, onun tokadını bu dünyada yiyebiliriz.

hş. talep değil de kadere itiraz ederek istemek. resulullahın emrine uymuyor. onun için, zekat verecek pozisyonu bile yitiriyor.

aş. neyse dönelim bu tarafa.

"Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u câh ve şan ü şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları (Haşiye) manevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. "

doktorluk diyelim. hem manevi hem maddi insanların içinde bir makamı alıyor. ben daha çok itibar kazanacağım diye daha fazla uğraşmak gerek yok. sadece maddi değil, manevi itibarı da belirlenmiş.

yani teveccühü nasın islami anlamda mahiyetini tarif etmiş: teveccühü nas istenilmez verilir. olmayacak diye bir şey yok. bir kişinin vazifesi insanlara hitap etmektir. allah ona karizma verebilir. fakat kişinin onu arzu etmesi problemlidir.

amç. bizim kullandğımız rekabet kelimesinin anlamını burada açmak lazım. onların mesleğinin rekabetle ilişkilnedirilmesi önemli. ahmetle ben rekabet içindeyizdir, tatlı bir şekilde o anlamda değil. onun yerini ben alayım. bu var onlarda. yoksa buradaki rekabetin olmaması bizim aramızda bir rekabet olmadığı anlamına gelmiyor.

aş. evet. onların yerleri belirlenmiş, itibarları ücretleri belirlenmiş. ama islami ehli hak tarafında kimin ne kaar sevap alacağı belirlenmemiş.

burada çok ilginç bir nokta var. sevap kavarmanı yatay ilişkide görüyoruz dikey ilişkide değil. ehli iman niye birbiriyle rekabete girer? daha çok sevap kazanayım diye değil mi?

ai. böyle bir şey var mı? ben daha çok sevap alayım diye hareket var mı?

aş. zımni var. benim cemaatim daha büyük olsun.

ea. bu sevap hırsı mıdır?

ai. bu kazanmak.

ea. aidatlar bizim cemaatimize gelsin.

hş. sevabı yatay ilişkişye çevirdiğimiz için, sevabın anlamına da değişiyor.

aş. onu söyleyecek. ihlas odur ki, ehli iman kimden istifade ederse etsin, istifadesine taraftar olmaktır. onu kastediyor orada zaten. espri gibi geldi ama altında yatan mana var.

ea. nüfuz artırma gayreti. bir defa küçük dünyada, nefis büyük alemde milliyetçiliktir diyor üstad. milliyetinin büyük olmasıyla, kişinin nefsi ondan haz alıyor. aynı şey, bir cemaat ilişkisi içinde de geçerli. cemaatinin büyümesiyle kişi ondan zevk alabilir. her makamınn bir imtihanı var. bunun bir imtihan veçhesi var. bunu kazanmak, bir hakka hizmet etmenin verdiği sürurla, benim cemaatim büyüyor hissinin verdiği gurur arasındadır.

ehli ahiret de, makamda sınır olmadığı gibi, nüfuz alanında da sınır yok. fakat ehli dünyada makamlar çok belli. menfaatler birleştiği zaman, hemen beraber hareket edebiliyorlar. fakat ehli dinde nüfuz alanı sınırlı edğil. herc cemaat bütün topulma nüfuz etmek istiyor. böyle bir imkan da var. bazı eşhas da herkes beni dinlesin istiyorlar. bundan kaynaklanan manevi bir rekabet var. bu rekabet nefsani bir rekabet. ihlasın sonucu değil. ihlas, vazifeyi düşünmek. benim vazfem, okumak istifade etmek. eğer kendini anlamtmak makamında görüyorsan anlatmak. anlatan adam için de imtihan var.

aş. bir yazarın, tarikat şeyhinin, programcının hepsi aynı şekilde.

ea. şeyhinki hepsiniden daha geniş. çünkü hepsinden dinleyecek bir adam var.

amç. %90 itibariyle böyle bir analoji yapılabilir, fakat müspet bir tarafı da var. sonucu aynı yere getiriyor. benim kurtulduğum yoldan gitsin o da. o da müspet tarafı. orası da iyi, ama benim sofram daha güzel.

ea. orada hissiyat önemli.

amç. müspet de gitse, reşit ağbinin dediği nokta önemli. önemli olan hahmet hangi sofraya giderse gitsin, onun karınnın doyması.

ab. şöyle düşünmüştüm, ama öyle mantıklı olmuyor: dünyevi şeylerde belli bir makam var. herkes onu istiyor. ama sadece bir kişi kazanacak onu. o sebepten ihtilaflarının daha çok olması lazım. fakat uhrevi işler nurani olduğu için, herbiri şeyh makamında olabilir. her biri allahın esmasına mazhar olup, cennette ayrı cennetler verilebilir.

amç. zaten oraya getirecek birazdan.

aş. öyle olması gerekirken, niye böyle oldu diyecek. ehli hakta bir sakatlık var demek ki. burada ehli dünya rekabet etmiyor demiyor, onların rekabetsiz gözükmelerinin sebeplerini söylüyor. vazfeler belirlenmiş, alacakları ücretler belirlenmiş. o yüzden görünmüyor. burada da diğer taraftan müslümanlra niye problem yaşıyorlar? senin dediğin noktaya göremedikleri için, yatay düşündükleri için, ercümentin anlattığı vartaya düşüyorlar. rekabet olmamsaı gerekirken rekabet olmuş. o da müslümanın kendi yanlışıdır. ehli hak böyle olmaz aslında.

"Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarîkat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur. Maddî ve manevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder."

ab. fakat bir makama çoklar namzet olmuyor ki?

aş. bir muaccel ücret meselesi var. yani peşin ücret. iki, onlar makam-ı içtimai problemleri var.

ea. insan peşin ücret ister.

aş. bu noktada ehli hak tavrı göstermiyorlar.

ea. ama uhrevi işlerde peşin ücret yok.

ab. fakat oradan aldığın lezzet var kalbinde.

ea. nefis için yok.

hş. aidat mesela. ne kadar cemaatin büyükse, o kadar çok para topluyorsun. eskiden doğuda din için uğraşan adamlara, toplum para yardımı yaparmış. bu çok ilginç.

aş. bir cemaatle üc dört yerde kurslarında çalışıyorum. talebe çekmek için, kendi kurslarına neler yapıyorlar?

zk. burası şahıslardan çok cemaatlere bakıyorlar.

aş. evet, ciddi meseller. birbirlerine karşı sert sözler, iftira atmalar vs.

aş. bir muaccel ücrete muhatap olduğumuzdan bu hataya düşüyoruz. iki, teveccühü nası nazara alıyorlar. ehli hak böyle yapmamalı.

zk. buradan şöyle bir şey çıkmıyor mu? peşin bir ücret ortaya çıkmadığı için... tarikatlar arasında hangsi daha makbuldur. bunu ölçme aracımız yok. o yüzden ben daha iyiyim kavgası çıkıyor.

mk. o ücret halkın teveccühü.

aş. problem de orada yatay eksende beklentisi var.
"Maddî ve manevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder."

bu gerçekten cemaatler arasında yaşıdğımız problemlerde bu var hep. iki kişi ya maddi sebeplerle kavga ediyor. öte taraftan etki alanım daha çok olsun diye kavga ediyorlar. birbirini dürtüyorlar ki, ön plana çıksınlar. nefis bunu kullanıyor.

hş. iki insan tecaret yapabilir, din için değil. ticarette anlaşmazlık olabilir. fakat dini hizmetlerden dolayı, anlaşamama konusu. mesela, şeyh. kaç tane şeyh var. bir elin parmakları kadar. ama milyonlarca insan var. eğer sen şeyh olayım diye hedfe alırsan, etrafındaki bir sürü insanı rakip görürsün.

aş. burada kendimize getirmemiz lazım meseleyi. bu bize anlatılıyor. sadece cemaatlere değil. bize düşen bir çözüm getiriyor üstad burada. ne yapmamız lazım? vifak gerekirken nifak niye oluyor? benim vifaka ne kadar katkım var? yoksa, sadece cemaatlerin arasındaki mesele olarak görürsek, biz bu risaleden bir ders almayız. iç dünyaların yansıması var. geniş almede daha bariz gözükür o. biz ekndi iç dünyamıza döneceğiz. nasıl bir eğilim içerisindeyiz? karı koca arasında da olabilir.

hş. fakat şöyleb urada soru soran insanın bakışı. niye böyle oluyor ben sıradan iddiasız bir müslümanım. ehli hak olanlar ihtilaf ediyorlar. ötekisi ehli dünya ittifak ediyor. benim maneviyatımı bozuyor bu. bu da var.

ab. çok ironik bir durum. bizim hocaların nazarında nekadar hoca varsa o kadar islam var. hangi islama göre, yapacaklar diyor.

hş. müslümanların aşağılık kompleksine sokmasına, veya tırsmasına veya isyan etmesine neden oluyor aslında. neden bu diye.

hk. üstad iki tane organizasyonu kıyaslıyor. bir de ikincisi, bizim hareket noktamızı ele alıyor. bunların her ikisinde de hubbu cah vasa, birinci organizasyonlarda bu hizmet durabiliyor. bizdeki makamlar belli olmadığından dolayı, bu hisler doymuyor ve münakaşalar ortaya çıkıyor. merkez de hubbu cah ve makam sevgisi olduğunda bunlar ortaya çıkıyor. biz allah için bir şey yapacaksak, birinci düsturumuzun allah için hizmet etmek olması lazım.

hş. neticeler zaten ortaya çıkmış. filistinin o sıkıntısı var. arap dünyasına bakıyorsun milyonlarca insan. 6 milyon israil. o adamlar tek harekette yakıp yıkıyorlar. biz bir şey yapamıyoruz.

hk. ehli dünyadaki rekabet duruyor bir yerde. adam müdür olmuş. daha fazla bir şey olmaz. ama bizimkisi durmuyor. sınır yok.

hş. evet. onlar ittifak ediyor, biz niye ihtilaf edemiyoruz insanların sıkıntısı bu. bu insanlar birlik olmayıoruz diyorlar. biz hakikat üzerine değil miyiz? sebebi zaten belli. biraz nefse de bakan yanı da var.

hk. ortaya bir hiyerarşi konulacaks,a ne yaparsak yapalım hubbu cah olacaktır. ehli dünyanınkinin durduran etkenler var. biz ne yapacağız, ihlasa itibar edeceğiz. veya bir yapı kuracağız. yapıyı muhafaza etmek için ihlası hakim edecesin.

ea. o bir kurgu değil, tasnif. çok uzadı gerçi fakat, hiyerarşiyi üstad kurmuyor. bu zaten var diyor. bunu tesis etmiyor. hpburadaki problem şu, herkes kendini erkan görüyor ve erkan maaşı almak istiyor. yoksa o bir hiyerarşi deemk çok doğru değil. müdür belli olmuş değil.

aş. çok güzel bir nokta oldu. biz bir yerde ders yapıyoruz. yabancılar var. bir cemaatin ıspartadaki vakıf ağbisi geliyor. dil de bilmiyor. şimdi beni dinleyin diyor. ben türkçe diyeceğim, siz çevireceksiniz diyor. çevirmiyorum kardeşim. bu dersin özelliği o. kendisi geldi, ben ağbiyim diye böyelb ir konum koyuyor. orada herkes konuşmak istiyor, ama edebine uyuyor konuşmuyor.

hk. nurcuların tamamı öyle değil mi? yaklaşım algılamaları böyle. cemaatin gerçekleriyle yüzleşmek lazım. sen bölge sorumlususun, sen semt imamısın. yurtlardan sorumlusun.

hş. bizde bir makam verildi mi bir insana, makamın gereği hizmet etmektir, insanlarsa makamın efeliğini yapıyor. sen hizmet için buradasın, beni dinleyeceksin dedin mi bu olmaz. resulullahın şeyi de: hamidin şeyhi onun hizmetkarıdır.

mk. senin yaptığı da o cinsten gibi geliyor bana. :)

kendi dünyamda yaşadığım bir nokta var. burada teveccühü nas istenilmez verilir diyor. bu ne demektir diye düşünümeye çalıışyorum. benim mantığımda şöyle bir şey var. bir insan bir fikri çok güzel ifade ederse, o daha faydalı olacakmış gibi bir mantık var bende. bir fikri ben çok daha iyi kavrarsam ve bunu da ifade edrsem, bu daha etkili olur, mantığını taşıyoruz bizler. halbuki tesir-i hakiki allah. insanların kalbini ısındıran o. halkın teveccühünü verecek de o. söylediğimiz fikirlerin neticesini görmek veya toplamak hakkımız yok. bu tamamen allahın vazifesi. çiftçilik gibi. çiftçi eker tohumu, teveccühü rahmet gelir mi, onun vazfesi değil. bazen kulakları çınlasın sungur ağbinin ne dediğini ben kavrayamazdım. duygusal bir ritüellikle birleştirirdi. ama insanların allah ona öyle bir tesir vermiş ki, insanların teveccühünü çok daha iyi istifade edebiliyorlar. tatmin oluyor insanlar. ben de aynı kanaatteyim.

insanlarda bunu çözemeyiz, ama kendimizde çözebiliriz. biz neden teveccühü nası istemeyeceğiz? bu allahın elinde. elmas ile uranyım arasındaki fark, bu allahın takdirinde. teveccühü nası istemekte en büyük problemin bu noktadan kaynaklandığını sanıyorum.

bir de şu nokta var: allahın rahmetini kazanmak illla teveccühü nasla olacak değil. hiç kimse, olmaz, ama belki evliyadan daha yüksek makamda olabilirsin. inalrın çokulğuna bağlı değil. ticarette de böyle.

"İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilâcı ihlastır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle ¬yÁV7!ö]«V«2öÅž¬!ö«›¬h²%«!ö²-¬!ö sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve manevî ücretten istiğna etmekle (Haşiye)ö­«Ÿ«A²7!öÅž¬!ö¬Äx­,Åh7!ö]«V«2ö@«8«:ö sırrına mazhar olup.. hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk'ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dâhil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.


amç. geçen bir yerde konu oldu. üstadın kendi şahsına hediye kabul etmemesi meselesi. bir arkadaş dedi ki, hediye benzeri şeyler isteniyor ama kötü bir şey için isteniyor. meselenin olumlu olması yeterli değil. iyi şeyler yapılması o toplanılan hasılatla, istenilmez belki verilir, kaidesini esnetmez, değil mi?

aş. zaten ihlasın özü olması önemli. ben o tavrımı yaparken, tohumu ekiyorum, allah verir vermez. ben desem ki, kardeşim hizmet ediyorum tabi ki vereceksin.

çendan haklıdır, ama istenilmez.

ea. ama burada nefsine istemek gibi bir durum yok mu? ama ali murat ağbinin dediğinde hizmete istemek gibi hissediyorum. farklı bir şey.

aş. ama benim hizmetime istemek anlamında o.

hk. üstad talebelerine istemiş.

amç. ben ahmeti çağırdım, bu hizmetle hiç alakası yok. bu talebelerin iaşesini gör diyebilir miyim?

aş. üstad istemiyor fakat vermek isteyen olursa, bir adama yönlendiriyor.

hş. peygamber efendimiz zamanında da ehli sufa vardı. zekattan geçiniyordu.

aş. burada hediye deyince sadece para da anlamamak lazım. birisi takdir edecek mesela. takdiri başkasına çekmek. veya cemaata veya risale-i nura çekmek.

ea. fakat bu sürekli tekrarlanınca anlamını kaybedebilir. bu benden değil, risale-i nurdan.

amç. tınısı önemli bunun.

aş. ihlaslı olanların da kaybetme riskleri vardır diyor. kalben taleb etmeden diyor. herkes kendi kalbini bilir. biz bu ücreti kimden bekliyoruz?

fırıncı ağbinin kendi ağzından aktardığı bir şey var: zübeyir ağbiyle bir gün bir problem olmuş. fırıncı ağbi demiş ki, ben bu işe müdahele edeceğim demiş. zübeyir ağbi demiş ki, bu söz siyasidir, ben bu işle ... demek lazım.

biz bu meseleleri kendimiz için okumalıyız. kardeşin ihlasını ölçmeye kalkarsan bu problemlidir. kendimiz ne kadar ihlası muhafaza edersek, bu tamamen kalp meselesi.

mk. zaten ihlas, insanın kendi kendisiyle konuşabilmesi. neyi ne yaptığını bilebilirse, insan ondan sonraki hareketlerini fark ediyor.

aş. herkes başkasının ne vazifesi konusunda konuşuyor. onu tenkit ediyor. biraz kendimize dönelim. kainatta veya kardeşinde kusur görüyorsan, senin kusurunun bir tezahürü olabilir. kusur görmek zaten problemlidir. ben kulumun zannı üzereyim diyor. zan neyin üzerine beslenir, allahın yaratığı üzerine. sürekli bir şeyler üzerine güvensizlik yaşıyorsan, allahla ilgili zannın problemlidir. herkes kendi nefsinin kusurlarıyla meşgul olsa, dışarıda kusur görüyorsa, kendi kusurlarıyla meşgul olamaz demektir. ittifakı da birleştirecek nokta bu olacak. o zaman allah orada kalplerinizi birleştirebilir. ne zaman siz kendi nefsinize döner ihlaslı olursanız, allah ihlas bereketi verir.

ai. farklı fikirler olması allahın bir sünnetidir diyordu bir zat. fakat yeter ki, gruplara ayrılma olmasın. çünkü başkalarını suçlamaya başlıyor. ortak bir nokta bulmak için, birbirinizi kusurlarına bakmak yerine, ortak olarak konuşabileceğiniz bir şey üzerine konuşun. mesela ehli din birisiyle allahı konuşun. birbirini etkileyerek iyi yöne kaydırılabilecek şeylere kapı açıyor.

hş. asgari müşterek denilen şey o. niza olacak meseleleri açacağına, müşterek meseleleri açmak. onlardan zaten hakikati bulursun. biz ise, niza olacak konulardan başlıyoruz, o sorunu çözemiyoruz.

aş. şeytan müştereklerde dahi ittifak olmasın istiyor. herkes kendi ksuruyla meşgul olsa, herkes ittifak noktalarıyla meşgul olacak. kardeşinin kusurunu göstermeye çalışıyor şeytan.

"İKİNCİ SEBEB: Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsizdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. (Haşiye-1)
(Haşiye-1): Evet, «G«%«:öÅG«%ö«:ö«`«V«0ö²w«8ö bir düstur-u hakikattır. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şamil olabilir.
Amma ehl-i hidayet ve diyanet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzât tarîk-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur."

amç. burada ihlasın geniş bir anlamda kullanıldığını görüyoruz. ihlas, herhangi bir dünyevi karşılık beklemeksizin yapmak.

hş. bu buradaki veçhesi.

amç. 21. lemada da geçen bağlamdan hareket ederek.

aş. ehli dünya allahın rızasını mı bekliyor?

"Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaîf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar."

ihlas sünetullaha bağlı hareket etmektir.

mk. insanlar sapıklık içinde de olsa, azınlık olanlar, zayıflıklarını gidermek için ittifak içinde oluyorlar.

aş.
"Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir."

Allah'tan istemese de kainattaki cari kurallara samimiyetle uyuyorlar.

zk. ben burada kalpten istemek diye anlıyorum.

hş. nefsinden vazgeçebilmek. kafir için de bu. müslimler için, bir şeyi sırf allah rızası için yapabilmek. ehli dünya için anladığım kendi nefsinden vazgeçebiliyor. kendini güçsüz hissettiği için, vazgeçebiliyor. yine nefsi menfaatine yapıyor, ama ileriyi düşünerek nefsinin bugünkü menfaatinden vazgeçiyor.

zekat mesela en önemli ibadetlerden biridir. zekatta elindeki hazır malı veriyorsun.

aş.
"Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir."

"Amma ehl-i hidayet ve diyanet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için "

burada bu izzetin yanlış bir şey olduğunu söyleyecek.

"ve herbiri bizzât tarîk-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden"

deminkinde muvaffakiyeti allahtan beklememe problemi vardı. burada tam tersi, muvaffakiyeti allah verir tavrının yanlış olduğunu vurgulayacak.

ea. hepsinin ayrı veçhesi var. burada zayıf düşüldüğünde. müslümanlar zayıf oldukları halde birbirleriyle ittifak etmiyorlar. 28 şubattan önceki müslümanların halini ve sonrasını düşünün. 28 şubattan sonra söylem değişti. önceden diğer cemaatler hakkında kötü konuşuluyordu, sonra onlar da hizmet ediyorlar denilmeye başlandı. zayıf düşüldüğünde ittifak icab eder, fakat ittifakta geri kalınıyorsa, bu onların zilletlerinden değil, tam tersine cenabı hakkı doğrudan onun kuvvetine inançlarından geliyor. ama hata ediyrolar.

aş. birincisinde mutezile problemiv ardı. kendisine tesir verme. ikincsiinde cebriye problemi var. bütün kudret allahtan, muhtaç olduğu anda ittifak etme sünnetullahına ittiba etmediklerinden orada tokat yiyorlar. evet allah verir senin karşlılğını ama lallah diyor ki sana ittifak et. o zaman tarlaya ekme bakalım tohumu, hiçbir şey çıkmaz.

hk. ahlakın kemale ermesiyle bazı duygular çıkınca, başka duygular kaybolabiliyor.

aş.
"manen o meslekten gelen izzetleri var. Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister."

ama allah diyor ki, benim yardımım kardeşinin yanındadır. onunla birlik ol. kul hakkı için bana gelmeyein. oradki sünnettullah kuldan özür dilemektir.

hk. aslında allaha müracat etmesi iyi, ama bir sonraki adım yok.

hş. ben güçlüyüm, kardeşiyle ittifakı gerekli görmüyor. izzeti var, ama yanlış düşünüyor. allah kardeşinle birlikte olacaksın diyor. ben dünyanın tüm dalaletiyle tek başıma savaşabilirim diyor. allah izzet vermiş, ama kardeşinle olacaksın da diyor. onu düşünmüyor, çünkü kardeşinde bir kusurv ar mesela, onu hatalı görüyor, bir daha onunla birlikte olmak da istemiyor. ilim insanı yalnızlaştırır. çünkü insan ilim sahibi oldukça, herşeyi biliyorum artık, başka insanların yardımına ihtiyacım yok der, kimseyi dinlemez. kendisine itirazlara kesinlikle kabul etmez. öyel şeyler var. en zor şey sıradan müslüman olmak.

zk. öyle bir hadis var. hiç kimsenin fark etmeyeceği şekilde müslümanlar muteber olur diye.

mk. enterasn bir dönüşüm gelişti. birisi diyordu ki, teveccühü nası istemeyeceksin diyordu. şimdi de diyor ki, akıllı ol, insanlarla ittifak etmeyi öğren.

aş. ne esbaba tesir ver, ne de esbabı reddet.

mk. evet. birbirimiz çok değerliyiz. arkadaşlarımız çok değerli. allahın yaratmasıyla bunları değerli görmemiz çok önemli.

"Za'f hissettiği vakit; insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor,ittifaka ihtiyacını göremiyor ittifaka ihtiyacını göremiyor"

aş. Demek ki, ittifaka ihtiyacı görmemek doğru bir tavır değil.

"Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur."

demek ki problem izzeti imaniyeden geliyor ama sözde. onunla senin nasıl davrandığın öneli. izzeti islamiyeyi biz nefsimizi beslemek için kulalnıyorsak ...

ea. bu ittifak nasıl olacak?

aş. 9 emir var burada. onu okuyalım.

"İşte bu müdhiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin yegâne çaresi, "dokuz emirdir."
1 - Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın."

aş. yani öteki üreterek kendi mesleğini övmesin.

amç. ama bu çok zor bir iş.

aş. müspet hareket kavramını konuşalım.

amç. benim aklımdaki en önemli meselelerden biriydi. ihlaslı olmak hüsnü zan taşımak demektir ama bu sui zanları görmezden gelmek mi demektir?

" 2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...
3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek."

aş. ima etmek de doğru değil. sen demiyorsun ki, kötüdür. ama "hak yalnız benim mesleğimdir" deyince bunu ima ediyorsn.

amç. ayrıca nüfuz meselesi de oratay ıçkıyor.

aö. fakat daha güzeldir demekle yine tartışmalara açmıyor mu?

aş. başka türlü sen niye orada olmazsın ki. bana göre daha güzel.

aö. ben onun fikrine müdahele etmemesinie iliştirmekten sordum.

amç. seninkisi amiyane kullanımda, biz karşı tarafa çirkin demek anlamında dediğimizden öyle anlaşılıyor.

mn. mutlak anlamda daha güzeldir de diyebiliriz, illa kişisel olması şart değil.

" 4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle..."

aş. demek allahın tevfiki onunla geliyor.

amç. allah senin yanında nasıl olur? bu insanı çok motive eder.

aş. allahın sana başarı vermesi, senin kardeşinle olan ittifakındadır.

ea. diğer mevzu da önemli. senin izzetin de orada. düşünseninze cemaatler birbirini karalıyor. bu diyanetin izzetini ciddi şekilde karalıyor.

" 5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...
7 - Nefsini ve enaniyetini
8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini
9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.
(Haşiye): Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. "

Hiç yorum yok: