30 Ocak 2009 Cuma

17. Lema Beşinci Nota

aş. avrupa fünunu saidin ruhunda yaralar açmıştı, ona itiraz şeklinde bazı sözler söylemişti, fakat eski saidin nefsi avrupanın lehinde sorular soruyor, ona yanıtlar veriyor. burada doğu ve batı anlayışını, yani islam medeniyetiyle, insan aklının ürünü olan felsefe ve bilim medeniyetini kıyaslıyor. burada esas önemli olan, vahiyden kaynaklanmayan medeniyetle, vahiy kaynaklı medeniyetin karşılaştırmasını yapıyor. batıya temayül gösteren müslümanlara ikaz babında bir şeyler söylüyor. burada batıyı ikiye ayırıyor. dikkat ettiğim kaarıyla, brada bile müspet avrupayı daima dine dayandırıyor, isevilik dini hakikisinden geliyor diyor.

"Ey ikinci bozuk Avrupa! Senin çürük ve esassız esaslarının bir kısmı şunlardır ki: "En büyük melekten en küçük semeğe kadar her bir zîhayat kendi nefsine mâliktir ve kendi zâtı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar."

aş. herkes kendisine maliktir düşüncesi. bu batını daha doğrusu seküler aklın bir çıkarımıdır. bu dünyaya bakan bir akıl, kendi menfaatini önceleyecektir. batı bunun mümessili olmuştur.

kainattaki ilişkileri de o şekilde görüyor.

"Onun bir hakk-ı hayatı var. Gaye-i himmeti ve hedef-i maksadı, yaşamak ve bekasını temin etmektir." diyorsun. Ve Hâlık-ı Kerim'in kerem düsturlarından ve erkân-ı kâinatta kemal-i itaatla imtisal edilen düstur-u teavünle, nebatat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanların yardımına koşmasından tezahür eden o umumî kanunun rahîmane, kerimane cilvelerini cidal zannedip, "Hayat bir cidaldir" diye ahmakane hükmetmişsin. "

a bu çok ilginç. kainatta her bir şey her bir şeyin yardımına koşuyor. zahirde mücadele gibi görünen şeyler bile umumuumi dengenin korunması içindir. insan elinin bulaşmadığı her yerde denge var. genel sistemi korumaya yönelik. herkes birbirine yardım ediyor. hatta bir zamanlar timsah gözyaşları denilen olayın bile içyüzü ortaya çıktı. gerçekten timsah kendi yavrularını ağzında taşıyor. zannediyorlar ki, onları yiyor. halbuki onları biryerden tbir yere taşıyor. hatta sadece kendi yavrularını da değil, kaplumbağa yavrularını da taşıyor bir yerde görmüştüm. denize bırakıyor onları. bunlar birer misal. kainatta bunların örnekleri çok fazla. inek niye bize üt versin, arı niye bu kadar bal yapsın? sırf kendisi için mi yapıyor? kainatta kasıtlı bir teavün var. her taarfta bir denge. fizik kanunları tam tersini söylerken, entropi, yani çürümeye doğru gidecekken, hertarafta bir onarma düzen oluşuyor. normalde bir metal kırıldğı zamanda, yavaş yavaş kopar gider. ama canlı hücrelerde, bir yırtıkta tamir ediliyor.

herkes kendi hayatını sürdürmek için mücadele ediyor diyorlar.

"Acaba o düstur-u teavünün cilvesinden olan zerrat-ı taamiyenin, kemal-i şevk ile beden hüceyrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl cidaldir? "

aş. vücuda alıyorsun gıdayı, o nereye gitmesi gerekiyorsa gidiyor. hücre bile, nasıl şevkle gitmeleri gereken yere gidiyorlar, kendilerini feda ediyorlar.

"Nasıl bir çarpışmaktır? "

aş. sen kainata cidal nazarıyla bakıyorsun, kainat seni yalanlıyor. insan elinin bulaşmadığı her yerde, bir yardımlaşma var, cidal yok. hatta feda etme var kendini. senin bakış açın subjektif, objektif değildir. kainatta böyle bir şey yok.

yk. melekleri de bu kapsama almışlar, nasıl olmuş?

aş. melekleri elek olarak değil, tabiat olarakg örüyor. mitooljie, hep kavga ediyor ya onların tanrıları.

yk. tanrıların kavga ettiği dünyada, onların da birbirlerini yemeleri çok normal oluyor.

"Belki o imdad ve o koşmak, Kerim bir Rabb'in emriyle bir teavündür. Hem çürük bir esasın: "Herşey kendi nefsine mâliktir" diyorsun. "

aş. biz kendi sahip olduklarımızı başkalarının üzerinde bir baskı aracı olarak kullanıyorsak, biz de batı mentalitesideyiz. duygu sömürüsü yapıyorsak, biz de aynı zihniyete sahibiz demekti.batı bu demektir, bencillik. allahın verdiği nimetleri kendine mal etmek ve bunu başkaları üstünde tahakküm için kullanmaktır. şeytan da aynısını yapmıştı, ateş ve toprak. kim demiş ateşin topraktan daha üstün olduğunu ki benim dediğim hiçbir şey yarın bende kalmıyor ki. benim arabam, evim... hiçbiri kalmayacak? ne kemal, ne cemal.

söylediklerinin bir gerçeliği de yok.

"Hiçbir şey kendi nefsine mâlik olmadığına kat'î bir delil şudur ki: Esbabın içinde en eşrefi ve ihtiyar noktasında en geniş iradelisi, insandır. Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zahir ef'al-i ihtiyariyesinden yüz cüz'ünden onun dest-i ihtiyarına verilen ve daire-i iktidarına giren yalnız meşkuk tek bir cüz'dür. "

aş. ne yapıyorsun? ok güzel fikirler ürettin diyelim. ne yaptın gerçekte? bekledin geldi. elinin nasıl hareket ettiğinin farkında bile değilsin. allah bir duana cevap veriyor. mükemmel bir şekilde cevap veriyor. aklımı seveyim, ne demekse yani. ne yapıyor ki akıl? düşündüm diyorsun, ne yapıyorsun gerçekte sorun kendinize. düşünüyorum dediğimiz bekliyoruz, allah tak bir şey gönderiyor. bekledin başka bir şey yapmadın ki. ne kadar sen tesirlisin yani. şu gözün görmesi için biz ne yapıyoruz? şu kulağın işitmesi için ne yapıyoruz? bir telefon yapmak için, kaç asır geçti. şu kulak için ne yaptık ki.

içimizde dönen şeyleri bile yönetemiyoruz. bir adam ters bakıyor, niye ters bakıyor diye kafana takıyorsun. dışına atamıyorsun.

mk. abi çok mükemmeliz de, bizde numara yok.

rm. öyle bir hesap yapılsaydı, bu hayat bize epey pahalıya mal olurdu.

"Böyle en zahir fiilin yüz cüz'ünden bir cüz'üne mâlik olmayan, nasıl kendine mâliktir denilir? Böyle en eşref ve ihtiyarı en geniş, bu derece hakikî tasarruftan ve temellükten eli bağlanmış bulunsa; "Sair hayvanat ve cemadat kendi kendine mâliktir" diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cemadattan daha ziyade camid ve şuursuz olduğunu isbat eder."

aş. küçücük ip parçası, binlerce kütüphaneyi barındırıyor, sonra diyor ki, bunu o yaptı. senin aklın bile onu yapamıyor bir dna kendi bilinciyle bunları yapabilir mi?

"Seni bu hataya atıp bu vartaya düşüren, bir gözlü dehandır. "

aş. sırf dünyaya bakan anlamında, bir gözlü.

"Yani hârika, menhus zekândır. O kör dehan ile, herşeyin Hâlıkı olan Rabbini unuttun, mevhum bir tabiata isnad ettin, âsârını esbaba verdin, "

aş. bütün Rabbin eserlerine tabiat dedin, bitti. arı bana bal vermeye mecbur mu? niye bunlar oluyor? tabiat işte oluyor.

hep negatif, hiç pozitif olmuyor...

"o Hâlıkın malını bâtıl mabud olan tagutlara taksim ettin. Şu noktada ve o dehan nazarında her zîhayat, herbir insan, tek başıyla hadsiz a'daya karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz hacatın tahsiline çabalamak lâzım geliyor."

aş. bir mevcut tüm mevcutlara muhtaç. sistemin devam etmesi için, her şeyin yerli yerinde olması gerekiyor. eğer mücadele varsa, her şeye karşı mücadele vereceğiz demektir. böyle bir hayat nasıl galgılanabilir. ben sürekli mücadele veriyorum, ama her zaman mücadeleyi kaybediyorsun. çünkü ölüm var, gençlik bitiyor, her sevdiğin şey bir gün kayboluyor. sürekli mücadele. ne kadar güçlü olursan ol, en yakınındaki adam ihanet edebilir. hiçbir zaman emniyette olamazsın ki. bu zihniyetle her şey sana düşman.

mk. işadamının çocuğuunu yakın akrabalarının kaçırdığı ortaya çıkmış.

x. bir de tabiat denen olaya, tesadüfi bir nazarla bakınca, her şey düşmanımız oluyor. çünkü güneş tesadüfen oradaysa, bize zararlı, çünkü derecesi değişebilir, konumu değişebilir. tüm mevcudat bize düşman oluyor.

aş. evet. her şeye karşı kendini sürekli koruma ihtiyacı içinde hissedeceksin.

rm. fakat şu ana kadar güneşte sapma olmamış, ozon miktarında azalma olmamış. tesadüf olunc gidebilir mantığı var, ama bunlar olmadığı için, bunlar iyi tesadüfler.

aş. gelecek için düşündüğünde, yarın olacağı garanti mi?

rm. değil, ama onlar onu açıklayamıyor zaten. x. hayat bir cidal mantığıyla bakarsak böyle olur. o zaman bize hayvanatın yardım etmemesi lazım. onların da bir hayatı var, bunu muhafaza etmeleri lazım. sadece canlılarda değil, cansızlarda da geçerli.

aş. eskiden keneler bir şey yapmazdı, şimdi onlar datehlikeli hale geldi.

zk. tolstoyun bir hikayesi var.
aş. babası çocuğun düşman görüyor. korkuyor. odanın arkasına sandalyeler koyuyor. ivan ilyiç'in ölümü.

kendisi bir adamı öldürüre zengin olmuş. kendisi de karısı veya çocuğu tarafından öldüürlecek diye bu korkuyu yaşıyor.

hş. yalnız imansız insanların hepsi böyle değil tabi. insanların %90'ı bunları düşünmüyor, detayları düşünmüyor. detayları, filozoflar bilim adamları düşünüyor. sistem böyledir deyip geçiyor. mantık, cenabı haktan zinciri kırmak.

aş. israil psikolojisini düşünün. her an etrafında kendisini öldürecek insanlar olduğunu düşünüyor. biri psikolojik olarak onu tahlil ediyor. israilin şu anki haleti ruhiyesi gerçekten acınacak durumda. etrafında düşmanlarla sarılı. o insanın psikolojisi nasıl olabilir ki?

zk. 5 milyon, tüm dünyayı oynatmaya çalışıyorsun. hepsini doğru oynatmak zorundasın.

" Ve zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyar, zâil lem'a gibi bir şuur, çabuk söner şu'le gibi bir hayat,"

aş. ömrün geçmesi açısından her şey sanki dünmüş gibi. rüya nedir? bir kaç saniye diyorlar. ama yıllarca olay görürsün sanki. hayat da öyle.

"çabuk geçer dakika gibi bir ömür ile, o hadsiz a'daya ve hacata karşı dayanmaya mecbur oluyor. Halbuki o bîçare zîhayatın sermayesi, binler matlublarından birisine kâfi gelmiyor. Musibete giriftar olduğu zaman; sağır, kör esbabdan başka derdine derman beklemiyor, (ayet) sırrına mazhar oluyor."

aş. "kafirlerin duası boşa gider" keşke diyorlar ya, o işte.

"Senin karanlıklı dehan, nev-i beşerin gündüzünü geceye kalbetmiş. Yalnız o sıkıntılı, zulümlü ve zulmetli geceye ısındırmak için; yalancı, muvakkat lâmbalarla tenvir ettin."

aş. eğlenceler oyunlar, meşguliyetler. onlarla insanları kandırıyorsun.

" O lâmbalar sürur ile beşerin yüzüne tebessüm etmiyorlar."

mk. geçen haftaki derste medeniyet fantaziyeleri vardı. ben bir türlü kavrayamadım.
aş. yani insan saadeti, huzuru, ebediyeti istiyor. bunları kaynak olarak nede görüyor. bu dünyadaki bir takım eşya üzerinde görüyor. elbette ki, bu eşyalar ona işaret eder. ama bu dünyada ona sahiplenmeye çalıştığımızda, problem orada doğuyor. herkes huzuru istiyor ,ama bunu elde edersem huzuru bulurum diyor, o zaman sorunlu. onu unutup da bunda huzur aramaya kalkarsan, bu fani senin gibi ölecek. bu sana mutluluk veremez.

bir hikaye var. serapta o köpek tasviri vardır. sürekli ağzının suyu akar, koşar koşar. sucuğu boynuna takıyorlar. oraya doğru gidiyor. ha ulaştım diyorsun, ulaştığın anda elinden kaçıyor.

hayatımız böyle, tam elde etmeden gidiyor her şey. şunun lezzeti devamlı mı kalıyor? biraz fazla yiyoruz, karnımız şişiyor. dünyada kalıcı bir lezzet değil bunlar. tadımlık. ahirette sürekli o lezzetler tattırılacak.

yk. gözün ihtiyacının kulaktan karşılamak gibi. kalbin ihtiyacını, maddi şeylerle karşılamaya çalışıyorsun, o da insanı tatmin etmiyor.

mk. valla bu asırda bir numaralar var, ama ne numara biemiyorum. zaman zaman sakin kalınca düşünüyorum, arabalara çok zaafım vardır. böyle bakıyorum. bakıyorsun, uymuşak model sert model. çizgiler değişiyor, sanki araba yepyeni, cennet arabası gibi geliyor bana. bakıyorum o model eskiden vardı zaten, onu insanlar tangır tungur kabul ediyordu. 20 sene önceki modeli farklı bir şekilde yine sunuyorlar. sanki o model çok yeni bir şeymiş gibi. bir ara ayakkabılarda çıktı. ayakkabıyı böyle kayık gibi uzattılar. normalde kimse giymez dersin. bir ara bot giyiniyorlar. istanbulda kışın bile kış olmuyor. ne zaman giyineceksin? ama zevkle giyiyorlar. böyle numaradan numaraya. her birine koşturuyorsun arkadan.şimdi bu da yetmiyor. çingene perdesi moda oldu. moda olunca hiçbir renk zarar etimyor.

aş. o lambalar, soğuk, böyle metalik bir histerik tavır. eğlence yerleri gibi. bir yandan eğleniyormuş gibi iç dünyasında huzursuz. müstehzi bir halle. öyle tasvirler aklıma geldi. tarkovski denilen yönetmen onu çok iyi yansıtıyor. bir zamanlar meşhur bir kadının sonradan tiyatro sahnesine çıkıp oradaki ışıklardan rahatsız olması gibi. alkışlara muhtaç olmuş, onların olmadığını görüyor. kırışıklıklar görünüyor. evde yalnız.

bu yaşanmış hadise. en meşhur tiyatrocular, düşkünler evinde kimse yanına uğramadan ölüyor. sokaklarda yaşayan bir sürü var.

iman ne kadar büyük bir nimet. şurada oturup muhabbet ediyorsun. şuraya geldiğim zaman, bütün sıkıntılarım alıp gdiyor.

mk. bu lambaların zıttı nedir? nur. dedemiz, sait nursi, maşallah, peygamber efendimizi nur-u muhammedi diye tasvir eder. o da önemli. bütün duyguları nurlandıran, akılları, dünyayı nurlandıran. o teşbihte çok anlamlı.

aş. bütün dünya senin aleyhinde, ama sen kralın çocuğusun, deseler, bütün dünya onun emrinde olduğundan,hiç korkuya kapılmazsın. onun bilincinde olman bile sana yetiyor. o nur-u muhammedi öyle bir lezzet veriyor ki, bütün kaintatın allahın dizginleri elinde olması seni çok mutlu ediyor. öbür türlü, ışıklar yüzüne gülse de yakıyor içini. küçük bir söz söylüyor bir adam, gece gündüz uyuyamıyorsun.

rm. lambalar da çok müthiş bir imge. projektördeki görüntüyü karşıya veren, lambadır. risaleler yazıldığında 50-60 sene öncesi. o zaman insanlar, bunu fenerin karşılığı için kullanıyordu. ama sinemada, projektörde de aynı şey vardır. sanal alemleri sizin gözünüzde canlandırıyor. o ortamların ambiyansı hep farklıdır. disko, bar vs. size o lambaların vasıtasıyla sanal bir alem oluşturmaya çalışıyorlar. yapay bir şey.

yk. kadıköyde öyle bir yer var. duvar gibi bir kapı var. mahzen gibi bir yer herhalde.

aş. özellikle öyle yapıyorlar.

yk. burası nedir diye sordum. abi, orası özel bir yer diye öyle yapıyorlar diyor.

aş. iki ışık koyuyorlar, sanki sen çok farklı bir yerlere gidiyorsun gibi hissettiriyorlar. ışıkları kapat, orada durmak bile istemezsin.

ışıklar yanınca, sizi başka bir aleme taşıyor. uyuştuurcu gibi bir şey. o da akli melekeleri öldürür, gördüğün şeyler çok daha parlak gözükür. yürürken uçuyormuş hissi veriyor. her şeyi abartılı görüsun.

mk. sait nursinin esir kampında ayağa kalkmaması anlayamadığım şeylerden biri. esirsin yani nasıl kalkmazsın diye düşünüyorum. hakkaten o ortamda adam bunu idam edin diyor, yine kılı kıpırdamıyor.

yk. alim olarak biliniyor ya, orada.

aş. deniz gezmiş gibi insanlarda var, insanları kendi arkasında görünce, amerikalılara karşı nasıl ayağa kalkıyorlar.

hş. onlar korkak değil de, kullanılmaya müsait cesur insanlardır.

aş. ben bu kadar insanı temsil eden bir kişiyim, o zaman acayip bir manevi güç hissediyor. adam ölüme bile giderken, eli havada gidiyor.

bir adam idama mahkum olunca, korkudan dolayı şoka giriyor. her şeyden lini ayağını çekiyor. bir anda arkasındaki adam azledilince, hiçbir ümit kalmamış. adam iki gün zeytin bile yiyememiş.

mk. rodosu almakta osmanlı çok zorlanır. rodos şovayelerini motive etmek için, meryem ana heykelinin üstünden kan döküyorlar. bakın diyorlar, ağlıyor, gözünden kan geliyor. osmanlıyı çok uğraştırıyorlar.

mk. burdaki. iki noktayı ayıralım. deniz gezmiş gibi olsa, bunlar lambalara girer. benim söylediğim dede, hakikaten ölüm var ama, inadane birisinde garazane tavır taşıyor. birisinde, uzur-u ilahiyle ölüme gidecekse bile, menfiye değil, müsppete dayanan. ikisinin atmosferinde farklılık var. bu da fark ediliyor. ben onu ticarette de sormak istiyorum. hayat cidaldir diyorlar ya, bu cidalin hayatımız içindeik manası nereye geliyor, mesela ticarette?

yk. mücadelenin içinde karşı taarfı manipüle etme vardır. her türlü yola başvuruyorsun.

hş. kendi menfaati için, diğerini umursamamak.

rm. yaptığın işi daha iyi yapmak da mücadeledir.

mk. kardeşim, hayatta mücadele etmezseniz ilerleyemezsin. ölü gibi duran var mı hayatta? o zaman cidalin ne farkı var kardeşim. dünyadaki ..

" Belki beşerin ağlanacak acı hallerindeki eblehane gülmesine, o ışıklar müstehziyane gülüp eğleniyor. Herbir zîhayat senin şakirdlerin nazarında zalimlerin hücumuna maruz, miskin birer musibetzededirler. Dünya bir matemhane-i umumiyedir. Dünyadaki sadâlar ölümlerden, elemlerden gelen vaveylâlardır. Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi, kendine rab telakki eden bir firavun-u zelildir. "

aş. kendisini bir şeye veriyor. menfaati onun hayatındaki hareketlerini kontrol ediyor gibi. diyeceksin k, menfaat olmayacak mı?

"Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir. Hem cebbardır fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur. O şakirdin gaye-i himmeti, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-ı nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır."

aş. bazı gençler vardır, arabanın altına atarım diye böyle hareket yapar, sevgilisen. maksadı esas, sevgilisini etkilemek. senin için her şeyi yaparım diyerek, kendi menfaati için yapıyor.

" Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Her şeyi nefsine feda ediyor."

aş. gerçek manada tabiatperest olan biri, başkasını evemez. sevmiyorlar zaten. ben bunu bir öğrencimde çok şaşırmıştım. sen dedin anneni babanı sevmiyorsun demiştim ona, neden ona bağlanıyorsun dedim. menfaatim için dedi. 15-16 yaşlarındaydı. açıkça bunu söyledi. kendi içinde tutarlı olunca bunu söylemesi lazım.

mk. ben bakıyorum ki, bazı konularda dindar bir insan kendini çok seviyor. nasıl oluyor?

aş. abi hiçbirimiz batıdan etkilenmedik diyemeyiz k.i ne kadar o taraftaysan o kadar bencil oluyorsun.

adamın namaz kılmasından ziyade, burası çok önemli bir meseledir. bencillik meselesi. bir insan ne kadar bencilse,... kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez. bu ne demek, dünyada da mutlu olamaz. cennet dünyada da bu şekilde yaşanır.

mk. doğru söylüyorsun, ama kimse kibir yapacağım diye, kibir yapmıyor.

x. benim oyum senin oyunla eşit olur mu diyor. açıkça, ben diğer insanlarla aynı mıyım diyor.

mk. bu çok doğru. kendisiyle eşit görmeyen adam, yaratılma noktasında yaratıcının yarattığını kabul etmiyor demektir. çünkü bir yaratıcıdan yaratıldığını kabul eden adam, herkesin eşit olduğunu. kendini eşit görebilmek.

aş. adam bunu rahatlıkla savunabiliyor. benim köydeki mehmetle oyum eşit mi olacak?

mk. bizler içinde söyleyebiliriz. allah nasip etmiştir. risale-i nuru tetkik etmiş olalım, allah bize bazı şeyleri göstermiş olabilir. ama bugün yusuf kardeşimin benden daha iyi görmeyeceğinin bir garantisi var mı? daha önceki birikimizmiz hüküm kurmak için bir destek olmaz. gerçekten bütün bunların hepsini görürsek, eşitlik eşit görmek, mahlukiyetten mabudiyetten eşit görmek.

aş. mabudiyetten uzak olmak noktasında, mahluk olma noktasında eşitiz.

mk. bir insan, zaten kendini beğeniyorsa, başka bir kimseyi takdir edemez.

aş. bir keresinde bir fuardayız. iki yazar birbirine öyle bir iltifat ediyorlar ki, hayret ettim. dur ya dedim, ben rahatsız oldum onların o iltifatlarından.

mk. birbirlerini seven iki kişi varmış. bunlar evlenmişler. kadın hamile kalmış. doğum vakti gelmiş, bir türlü doğum olmuyormuş. neden olmuyor? meğer çocuğun biri diyormuş ki, siz önden geçin, öbürü diyormuş ki, siz önden geçin.

"Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Herşeyi nefsine feda ediyor. Amma Kur'anın hâlis ve tam şakirdi ise, bir abddir. Fakat a'zam-ı mahlukata karşı da ubudiyete tenezzül etmez ve Cennet gibi en büyük ve a'zam bir menfaati gaye-i ubudiyet yapmaz bir abd-i azizdir. Hem halim selimdir. Fakat Fâtır-ı Zülcelalinden başkasına, izni ve emri olmadan tezellüle tenezzül etmez bir halim-i âlîhimmettir. Hem fakirdir fakat onun Mâlik-i Kerim'i ona ileride iddihar ettiği mükâfat ile bir fakir-i müstağnidir. Hem zaîftir fakat kudreti nihayetsiz olan Seyyidinin kuvvetine istinad eden bir zaîf-i kavîdir ki, Kur'an hakikî bir şakirdine cennet-i ebediyeyi dahi gaye-i maksad yaptırmadığı halde; bu zâil fâni dünyayı ona gaye-i maksad hiç yapar mı? İşte iki şakirdin himmetlerinin ne derece birbirinden farklı olduğunu anla!
Hem felsefe-i sakîmenin şakirdleriyle Kur'an-ı Hakîm'in tilmizlerinin hamiyetkârlık ve fedakârlıklarını bununla müvazene edebilirsiniz. Şöyle ki:
Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dava açar. Kur'anın şakirdi ise, semavat ve arzdaki umum sâlih ibadı kendine kardeş telakki ederek, gayet samimî bir surette onlara dua eder ve saadetleriyle mes'ud oluyor ve ruhunda şedid bir alâkayı onlara karşı hisseder. Hem en büyük şey olan Arş ve Şems'i, müsahhar birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahluk telakki eder.
Hem iki şakirdin ulviyet ve inbisat-ı ruhlarını bundan kıyas et ki: Kur'an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. "Evradlarınızı bununla okuyunuz." der. İşte Kur'anın tilmizlerinden Şah-ı Geylanî, Rufaî, Şazelî (R.A.) gibi şakirdleri, virdlerini okudukları vakit dinle, bak! Ellerinde silsile-i zerratı, katarat adedlerini, mahlukatın aded-i enfasını tutmuşlar, onunla evradlarını okuyorlar. "

mk. ben şöyle algılıyorum. her bir zerreyi tesbih gibi çekiyor, her bir noktadan allaha gidiyor.

"Cenab-ı Hakk'ı zikir ve tesbih ediyorlar. İşte Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cizane terbiyesine bak ki: Nasıl edna bir kederle ve küçük bir gam ile başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlub olan bu küçük insan, terbiye-i Kur'an ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letaifi inbisat eder ki: Koca dünya mevcudatını, virdine tesbih olmakta kısa görüyor. Ve Cennet'i zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenab-ı Hakk'ın edna bir mahlukunun üstünde büyük tutmuyor. "

aş. bütün zerratı tespih ettiği gibi, yine de ben üstün bir insanım demiyor. küçük bir mevcuttan bile kendini üstün görmüyor.

öyle taşlar vardır ki, onların kalpleri taştan da katıdır. o taşlar zikrediyorlar. bazı kalpler, allaha ubudiyette muti olmayınca, ubudiyette sukut etmiş, taştan da aşağı düşmüş oluyorsun.

ben taştan üstünüm şu anki halimle diyemezsin. bilemezsin. sırattan geçince, o zaman neticelenmiş olur.

x. görülmekte olan bir dava var yani.

hş. her şey allahın mahluku olduğundan, otomatikman bir şeyi küçümsediğinde, enaniyet yapmış olursun.

"Nihayet izzet içinde, nihayet tevazuu cem'ediyor. Felsefe şakirdlerinin buna nisbeten ne derece pest ve aşağı olduğunu kıyas edebilirsin.
İşte felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yek-çeşm olan dehasının yanlış gördüğü hakikatları; iki cihana bakan, gayb-aşina parlak iki gözü ile iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işaret eden hüda-yı Kur'anî der ki: "Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki, herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerim'dir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor. Tâ senin için muhafaza etsin, zayi' olmasın. İleride mühim bir fiat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. Onun namıyla çalış ve hesabıyla amel et. Odur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızk olarak gönderiyor ve senin tâkatın yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gayesi, neticesi; o Mâlik'in esmasına ve şuunatına bir mazhariyettir. Sana bir musibet geldiği vakit, de:
(ayet)
Yani: Ben mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer onun izin ve rızasıyla geldin ise, merhaba, safa geldin! Çünki elbette bir vakit ona döneceğiz ve onun huzuruna gideceğiz ve ona müştakız. Madem herhalde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzad edecektir. Haydi ey musibet! O terhis ve o âzad etmek, senin elinle olsun, razıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe suretinde sana emir ve irade etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızası olmazsa; benim tâkatım yettikçe, emin olmayana Mâlikimin emanetini teslim etmem!" der."

"İşte binden bir nümune olarak, deha-yı felsefînin ve hüda-yı Kur'anînin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet iki tarafın hakikat-ı hali sâbıkan beyan edilen tarz ile gidiyor. Fakat hidayet ve dalalette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikatı tamamıyla hissedemez. Çünki gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuzbin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebilerin tagutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete gidenlere ve onları körükörüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!
Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra"

aş. özendiğimiz avrupa insanlar diir diri yanarken, seyredip izlediler. bizim özendiğimiz avrupanın gerçek yüzü bu.

"Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra"

aş. adam bu kadar zulmü hamas öldürdü diyor. utanmadan da batılılar onu dinliyor. medya kasıtlı olarak söylemiyor, hamas kendi bombalıyor diye öğreniyorlar. saddam için de bunu yapmışlardı. saddam namaz kılıyor, sonra da ırakı ombalıyor gibi gösteriyorlar.

mh. 1500 sene önce, resulullahın ölümünden sonra, halifelik ebu bekir hazretlerine geçtiğinde, islam ordusu bir sefer halindeydi. o orduya komutanlık, hz. ebubekire verildi. hz. beubekir, seferi başlatmadan önce, onlara dedi ki, şu on şeyi asla unutmayın dedi: çocukları öldürmeyeceksiniz. hatta körlere dokunmayacaksınız, yaşlı acuzelere savaşamayanalra, kiliseye sığınanlara orada ibadetle meşgul olanlara dokunmayacaksınız. 1400 sene önce. bu böyle büyük bir konu. korkutmayacaksınız diyor. savaşmayan insanları korkutmayacaksınız diyor. ganimet malları ihtiyacınız kadar alacaksınız diyor.

aş. dünya topulmları bilmiyor.

x. bize iş düşüyor.

aş. önce bizim batı kompleksini aşmamız lam.

"Âyâ, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i'dam ediyorsunuz."

aş. sen daha güçlü bir şekilde durabilecekken, duramıyorsun.

"Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!.."

aş. esas olan sefahati terketmekle olacak. milliyetten kasıt burada islam.

Hiç yorum yok: