17 Nisan 2009 Cuma

19. Lema Iktisat Risalesi 2. Nükte

"İKİNCİ NÜKTE: Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, a'sab ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi (kuvve-i zaika ile, merkez-i vücuddaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir) ki; ağıza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa "Yasaktır!" der, dışarı atar. Bazan da bedene menfaatı olmamakla beraber zararlı ve acı ise; hemen dışarı atar, yüzüne tükürür.
İşte madem ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dâhiline sokmasın. İşte bu sırra binaen, şimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para; diğer lokma, en a'lâ baklavadan on kuruş olsa.. bu iki lokma, ağıza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsavidirler; boğazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsavidirler belki bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zaikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar manasız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, "Hâkim benim" der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak, "Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek. İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir. Kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder."

mk. bu konu bana ağır geliyor. hem çok pratik, hem zor gibi geliyor, ama pratiğe nasıl uydurabiliriz? bu sefer basitleşebilir.
hayatımızı şöyle zorlaştırıyor. mesela cep telefonu alacağız. hangisini alacağız? buraya göre karar versek, çok zamanımız gidiyor. günlerimizi alıyor.
burayı okurken şöyle bakalım: sait nursi ne demiş gibi de bakılabilir? bizim hayatımızda burası ne söylüyor, diye bakarsak belki sait nursinin mesajını daha kolay anlarız.
sait nursi de insan ben de insanım. burayı hayatımıza indirdiğimizde algılamamız daha kolay olur. ben sait nursinin eski kitaplarından, sevgili dedemiz, bir akşam açtım ve okudum. burasıyla ilgili öyle bir keskin cümle kullanmış ki, ben şaşırdım. mesela, adam kadıköyde oturuyorsa, baklava yemesi her öğünde de olsa, mubahtır diye düşünüyordum. ama burası mesela şöyle diyor: biriyle nişanlandınız. onun belki istemeye hakkı olmayabilir, ama ona saygı gösterin. imkanınız olursa, onun alışkanlığı olan yiyecek ve giyecekleri temin edin. böyle bir de açmaz var. diğer taraftan da, kardeşim ikisi de yiyecek hangisini yersen ye, diyen var. dolayısıyla ben bu işin içinden kolay çıkamıyorum.

aş. bediüzzaman dönemindeki insanların hayat standardı ve şimdiki insanların hayat standardı. eskiden kahvaltıda iki zeytin olması çok önemliydi. zeytini paylaşarak yerlermiş. ekmek için un almak için, 30-40 km öteden un alıp yiyorlar. şimdi bizde çok boluk var. 4-5 elbisesi olan fakir gibi gözüküyor. çünkü normal insanlarda 10ar çeşit giysi var. adam kahvaltıda peynir zeytin yiyor, ama salam yiyemiyorsa, fakir görünüyor.
bence şurası kilidi açıyor:
"İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir. Kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıd hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder."
bir de, yusuf suresini çalışmıştık biz daha önce. ramazan risalesinde, üstad kalbin mideye hakim olması esprisini anlatıyor. insanı iki saraya benzetiyor. sarayın önünde köpekler var. birinde efendi aşağı inmiş köpekle oynuyor. öbüründe efendi yukarıda vazifesini görüyor. it bekçilik yapıyor. niye dil veya mide kapıcıdır? yusuf aleyhisselamın hikayesi, 11 tane çocuk. onlar insandaki duyguları temsil ediyor. yusuf as. ise kalbi temsil ediyor. yusuf as. bir sürü seyri süluku yaşıyor, en sonunda mısıra aziz oluyor. yani maliye bakanı oluyor. yani mideyi yöneten kalp oluyor. o zaman diğer kardeşler de ona tabi oluyorlar. ne zaman mide kalbin himayesine verilirse, diğer duygular da o vesileyle yatışır. göz de diğerleri de kalbin ve aklın kontrolü altına girerse, insanın harama bakması olsun, diğer meyilleri olsun hepsi kontrol altına alınabilir. mide sanki her şeyin giriş kapısıylmış gibi temsil ediliyor. en öneli mesele, kapıcıyı terbiye etmekle alakalı gibi geliyor.
çocuklara baktığımızda 3 öğün yemek yiyorlar. hoş üstadın alışkanlığında 3 öğün yok. ama olsun. çocuk şimdi aralarda bir şey atıştırınca, doğru dürüst yemek yiyemiyor. onun gerçek işştihasına engel oluyor o zaman, o atıştırmalar. mide artık daha fazla bir şey istemiyor. sen bir şey öğütmeye başladığın zaman, üstüne bir şey daha yiyorsun, daha çok yoruluyorsun. o zaman beyin de çok iyi çalışamıyor. ayrıca sağlık açısından da sakıncalı. midede çürüme ve ekşime oluyor. buradan şunu anlıyorum: insanın alışkanlığı bir şekilde olabilir. toplumun genelinin vasatı. üstad sevad-ı azam diyor. yani en fakirin yiyebileceği yemek tarzında yenebilir. herkes fakir olur, o zaman en fakiri çok az olur.
ama bunun ötesinde insan bedeni beslemek ve ibadete vesile olmak niyeti dışında, sırf damağın tadını tatmin etmek için yiyorsa, orası problemli gibi geliyor. yoksa azlık çokluk meselesi gibi değil gibi geliyor bana.

amç. hayatta çok kullandığımız benzetimler arasında amaç araç kavramlarını kullanırız. burada orucu allahın kullanmasının da esprisi şu olsa gerek: insanın arzuları doğrultusunda mı yaşamını sürdürüyor, yoksa arzularını akıl ve kalbi mi belirliyor? bu anlamda bedenin en önemli girdisi olan, besinin düzenleniş biçimi, diğer istekleri de beraberinde getiren süreç oluyor.

mesela kuvve-i şehavaniye diyince, biz şehvet anlıyoruz, ama bunun çok genel manada istemek manasını taşıdığı işaretül icazdan çıkıyor. bunların hepsi için yemek lazım. kafa çalıştırmak için, şehvet için de, başka faaliyetler için de. o girdinin fonksiyonelliğini ortaya koyarsan, diğer arzuları da rasyonel bir düzelme koyabiliyorsun. iktisat risalesinde ve başka yerlerde vurguyla özellikle mide ve iktisat mentalitesini kurabiliyor.

aş. yemekte de insanın bir kastı olması gerekiyor. bütün büyük zatlar ve hadislerde bunun çok vurgusu var. kasıtlı yeyiniz diyorlar. şunu söyleyeceğim. bir arkadaş bir kitap yazmış, gıybetle ilgili. insan baktığın zaman ayette de tasvir yapıyor: kardeş eti yemek gibi çok canice bir tasvir yapıyor. bu bir ameldir. nasıl bu ameli yapabiliyoruz? kardeşimizin etini diri diri yiyebilmek veya ölü etine bakıp şehvet almak. bu nasıl bir tavırdır? aslı mesele, bizim vücudumuza girenin helal olması gerekiyor ki, çıkan da helal olsun. dışarıya çıkan, pozitif ve negatifi belirleyen tavırlarımız özünde, yediklerimize bakıyor. haram yoldan gelen, haram yoldan çıkıyor. bu yüzden sürekli kasıtlı davranmamızı üstad söylüyor. mideye giren çok önemlidir. mesela besmelesiz giren yemeğe şeytan girer. o yemek, haram işletmeden vücuttan çıkmaz. bu bir hadis. bunun bir esprisi var, bunu anlamamız lazım. rabbin emri doğrultusunda yemek.

zaten iktisat kast etmek demekti. benim karnım acıkmış. vücudumun işlemesi, o gelen yemeğe bağlı. o yemek kasıtlı yenmezse, gözümün görmesini de bozuyor, duygularımın işlemesini de bozuyor. ifrat da doğru değil, tefrit de doğru değil.

kasıtlı yemek. yani...
şehvet açısından bakıyorsun, eğer gerçekten şehvetse, ihtiyaç olduğu için şehvetini tatmin etmiyor ehli dünya. alışkanlık haline gelmiş, yapmadan duramıyor. artık lezzet almıyor. tıpkı uyuşturucu bağımlısı gibi. obezitede de öyle. artık insan yemeden duramıyor.

yy. sıkıntıyı gidermek için.

aş. yerlermiş, sonra çıkartıp tekrar yerlermiş ruslar.

mk. burada daha pratik bir konu işliyor. şimdi ülkercilere saygı duyuyoruz ama, sevgilerimizi de sunuyoruz. bize müsamaha göstermelerini istiyoruz. bizim hacı ülker diyor ki, para kazanmak mı istiyorsunuz, ne yapacaksınız? bir kilo un, ekmek yaparsan 1 lira yapar. 1 lirayla para kazanılmaz. bunu bisküvi yaparsanız, 10 liraya satarsınız. sanayileşmenin temeli buraya dayanıyor zannediyorum.
ikinci bir şey, bak elimde üç tane güzel bisküvi türü var. peki neden böyle çeşit çeşit bisküvi oldu? insan vücuduna vitamin olarak farkları var mı? yok. birisine veriyorsun 1 lira, diğerine veriyorsun 2, öbürüne 3. buna nasıl karar vereceğiz?

hş. reklamların ana temalarından biri, küçük bir lezzet farkı diye girer.

mk. çok ince noktalar var burada gibi geliyor. bu kademeleri unutmayalım. diğer bir noktaya yine atıf yapacağım. buradaki sorunun bir tanesi şu. bu 20 çeşitten hangisine göre tercih edeceğiz? tercihin bir tanesi, paramız neye yeterse onu alacağız. ikincisi, hepimizin parası var. biz neye göre karar vereceğiz? bu bisküvi sorunu değil. araba, giysi, cep telefonu alırken de böyle. bunlar hepsi için böyle. başkasına ahkam kesmek kolay da, ben neye göre tercih edeceğim? bu tercihimizi bir netleştireceğiz, hem de tercihimizi aklımıza, kalbimize ve duygularımıza yedirmemiz lazım. bir şeyi, bismillah diye yemek. bunu bir lisanla söylemek lazım, bir de hakikatiyle anlamak lazım. beni yaratan rabbimin, bana verdiği ikramları, onun adına, bozmadan ben yiyorum demek. bunu yaparsak, zaten fıtratımızı bozacak şekilde, ihtiyacımız olmadığı halde, bunu yemeyiz.
sizin hayat tarzınıza karışamam. arkadaşlar, 5 çeşit yemek yesek mi doğrudur, 1 çeşit mi yesek doğrudur? bir gün birini yeriz, diğerini öbür gün yeriz. fakat bir seferde ne yapmalıyız? yani bunları biz sormuyoruz. bunlar medeniyet olarak bize sunulduğu için, hoşumuza gidiyor, fantazi geliyor.

medeniyet fantazileri diyor, sevgili dedemiz. ben inan ki daha anlayamadım. medeniyet fantazileri nedir? böyle şeyler mi acaba?

aş. kendi hayatımdan örnek vermek istiyorum. iktisata uygun yaşamayı kasıt edindiğimiz bir dönem olmuştu. mümkün olduğunca israf etmeden. aynı malı, özellikle birçok yerde arayarak, çok da böyle sıkmadan. mesela dondurma diyelim, dışarıdan almak yerine, kendimiz evde yapıyorduk. böyle çok kasıtlı bir şekilde yaşadığımız zaman, ben kıyasladığım zaman, bizim tüm masrafımız 2.5 liraysa, diğer taraflardaki masraflar 15 lira falandı. hem gerçekten bereketli olmuştu. hem de bu şuna da medar oldu. çok risale derslerine gitmek ve hayatımızı din eksenli sürdürmeye vesile olmuştu. bunu sürdüremedik hayat tarzını. sadece kendi başına bunu sürdüremiyorsun. birlikte sürdürdüğün insanın bunu tam olarak kabullenmesi gerekiyor. başka yerlerden sorun çıkabiliyor. fakat çok büyük bir berekete mazhar olmuştuk. aynı şeyleri yiyorduk. bir kilo eti 10 kişi iki gün yiyorsun. fakat aynı fiyata, lokantada ancak bir öğünde yiyorsun.

mk. ama izniniz olursa bir şey söyleyeceğim. dondurmanın esası ne? süt ve sahlep. dondurma yapmak 1 saatimizi alıyor. fiyat olarak pahalılık demiyorum, ama hayat tarzımızı biz tercihlerimizi neye göre kullandığımız önemli.

aş. ona geleceğim.

yy. herkes böyle yaparsa ekonomi çöker.

mk. o ayrı bir konu, şunu diyorum, bizim kendi dünyamız çöküyor mu çökmeyecek mi?

aş. bitireyim inş. bu benim hayatıma bir hürriyet getirmiştir. bir bağımlı, kendimi sürekli bir şeyin bağımlısı yapmak esaretinden uzak hissediyordum kendimi. biri beni sömürmek istediği zaman, ben kendi tercihimi rahatlıkla yapabiliyordum. çünkü benim hayatım, çalışma zorunluluğu açısından entegre değildi kapitalist sisteme. bu açıdan çok rahatlığı vardı. fakat biz bunu sürdüremedik. fakat o hayat tarzı yanlıştır da diyemiyorum. şöyle bir hakim anlayış da var. yakın çevremde, bizim kasıtlı yaşayış tarzımıza, destek göreceğimiz yerde, çok da destek göremedik.

bir takım şeyler, fıtrat açısından çok uygun olabilir, olması da gereken belki odur, ama yaşanan hayat ve durum, bazı şeyleri önceleştirebiliyor. belki bizim hayat tarzımız, ona... çünkü insan tek başına yaşayamıyor. tek başına zahit de olamıyor. toplumun genelinin genel mecrası var. kapitalist sistem dedi. o sistem sizi ister istemez içine çekiyor . siz ne kadar dışlanırsanız, o hayat tarzınızı kabul etmiyor. siz de onu kabul etmişseniz, bir şeyleri öncelemeniz gerekiyor: iman uhuvvet gibi. onları ön plana çıkarınca, diğer taraftan tavizler vermek zorunda kalabiliyorsunuz. benim demek istediğim, üstadın cümleleri güzel şeyler. zemin olsa, uygulamak isterim. fakat zamanımız biraz farklı gibi geliyor.

mk. çok güzel bir nokta oldu. çözünürlük getirdi bana. arkadaşlar, şunu karıştırmayalım lütfen. biz burada bir konuyu tartışıyoruz. aklımızda bunu muhakeme etmeye çalışoyuruz. sonra bunu duygularımıza ve hissiyatımıza getireceğiz. sonra otomatik olarak fiilimize geçtiğini göreceğiz. dolayısıyla, biz burada bu konunun, zihinsel müzakeresini etmekle, birbirimizin hayatını çimdiklemeye veya yargılamaya çalışmıyoruz. biz her şeyden önce bir şeyi anlamaya çalışıyoruz. bunu anladıktan sonra, hayatımıza uygulama safhaları farklı farklı olacaktır.

ben aş'den biraz farklı düşünüyorum. o zamanlar biz bunu anlamaya çalıştık. epeyce zaman sonra, bunların hakikatini akıldan duygularımıza indirmeye başladık. şimdi ben toplumda ezilmiyorum, ama o gün başlamasaydım, bugün bu seviyeye gelemezdim. bence en büyük eksiğimiz, bazı şeylerin, hemen kısa zamanda olmasını beklentisinden kaynaklanıyor. ben şahsen, yeni bir program öğreneceğim vakit, önce böyle ablak ablak yürüyorum. bir müddet sonra, tıkıdık tıkıdık zevk haline gelmeye başlıyor. bu konuların da zaman içinde, bizim hayatımıza, çok tatlı bir şekilde serpiştiğini göreceğiz. çünkü bu hakikatlerin sağlaması sağlam. tabi ki, bu medeniyette yetişmemizden, bunu temizlemek ve oturtmak bir süreç alacağını kabul etmemiz lazım.

aş. şu mücadelenin, bir kişisel mücadele olmadığını, bir nevi kapitalizmle mücadele ediyorsun. ben fabrikasyon ürün bile almazdım. sen bunula yetkin misin? bunu da düşünmen gerekiyor. sen tek kişi değilsin. tek kişi olsan, 15 gün çok küçük bir miktar yiyerek. 10 sene boyunca hiç lokantaya da gitmedim. 20 sene cola içmemişim. ama bir kişi değilsin. bazı şeyler tek başına yaşanmaz. ya bir şeyleri feda etmen gerekir. veya tek başına çekilmen gerekir. üstadın örnekliği çok güzeldir. ama ben beceremediğim için söylüyorum.

yy. becermiş olmak hiç önemli değil. herkesin hayat farkı farklı. biz esnafız. öğlen yemeği geldi. yemesen ne olur? bir şey olmaz. ama gelenle gidenle çay içmek zorunda kalıyorsun. kendin yemek yapmaya kalksan, böyle bir şey mümknü değil. dışarıdan bir şeyler alıyorsun .burada her insanın kendi yaşam tarzına şartlarına göre, uyarlaması lazım. kimine göre, villa lüks olmayabilir. ama bizim için lükstür.

iktisatlı olmak ve kasıtlı yaşamak düşüncesi var ya, hepimizde canlı olması gerekiyor ki, diğer türlü alışkanlıklar hakim oluyor.

hş. iktisatlı yaşamak, bu mu?

yy. israf etmemek, şükretmek... hepsi içinde.

amç. risalede diyor ya, bu bir bahçe. reşit ağbi, en üstteki meyveyi koparmak istemiş olabilir. ben en alttaki meyveyi toplamak isterim. bu zamanda olmak kişinin becerisine göre değişir. aş en zorlarından birini, en zor batakılklardan birinde denemiş. bunu barlada denese, muhtemelen başarırdı. biz ramazanla hicret etmek istiyoruz. anadoluda tekeri döndürürüz diyoruz. buradaki fitne fücur ortamlardan pislik diye adlandırılan ortamlardan uzaklaşırız. orada şunu yapmıyorsak sorgulanmalı. ama burada, ne kadarını hangi ortamlarda başarıyorsak, o kadarı kar.

bunlar acizane dünyamın tercihleri. herkese uymayabilir.

aş. ben hissimi anlatayım, az önce yaşadığım. bir an hadis aklıma geldi. siz içinizden geçenlerden hesaba çekileceksiniz, ama öyle bir devir gelecek ki, sizin yaptığınızın onda birini yapanlar, kurtulacak. buraya gelenler, hiç olmazsa, medeniyete karşı şu duruş bile, çok büyük bir gayret. geliyor olmak bile çok büyük hizmet olduğunu düşündüm. bombardıman öyle ki, sokağa çıktığın zaman, zihnin dağılıyor.

mk. doğru söylüyorsunuz fakat bir noktayı ben söylemek istiyorum. bizim derviş yunus vardır eskişehirli. bu adam çok hoş bir adam. dediğini insanlar dillerinden düşürmez olmuşlar. o söylerken, insanların gözünde şöhret olmak için söylememiş. kendi dünyasından damlayan damlalarla söylemiş. o damlaların her biri rahmet olmuş. yunus odun toplamaya gidermiş. herkes, bir şey olsun, iş yok güç yok, odun getirirmiş. fakat herkes odun getirirmiş. fakat derviş yunus farklı odun getirirmiş. getirdiği odunlar, hep doğruymuş. yunusun derdi başkaları ne getiriyor değilmiş. o beğenmediği odunu getirmezmiş, ta ki o dergaha yamuk odun girmesin dermiş. hep kendi dünyasında yaşarmış. benim diyeceğim şu: çok ince bir nokta var. arkadaşlar, şu var, bu var. bir de bizim dünyamız var. yusuf ağbi, geçen gün şu caddede iki genç bıyıklı, bir de yanında var. ağbi bir yürüyüşleri var, bakışları var. onların o dünyasını saatlerce seyrettim. öyle bir güzel dünyada yaşıyorlar ki, diğer dünyalar onun hiç de umurunda değiller. onlar yaşıyorlar. abi, biz şimdi buna bak, şuna bak. kırılrıız, yıkılırız. allahın rahmet melekleri var, cezalandırıcı melekleri var. allahın adaleti var. kendimizle hoşnut olmaya. biz ister istemez, farkında olmadan, bu fikirlerimizi yerleştirirken, sevdirerek, zaman zaman rüşvetler vererek... böylece hissiyatlarımıza yedirerek.
ben kendi aklıma bazı konuları yedirmiş olabilirim. ama ben asker arkadaşım benden daha gayretliydi. fakat sonunda top attı. tüm tercihleri kendi hissiyatına yediremediği için, farklı tercihler kullanmak zorunda kaldı. ama asker arkadaşımın bunu aşacağına inanıyorum. doğruya dönmek daha kısa yoldur. bu noktada, şunu söylemek istiyoruz, ben hergün beş kilometre koşmuşum, bu kardeşim de benim gibi neden koşamıyor diye bunu yargılamayacağım. ona sevgi göstereceğim. ona dua edeceğim.

aş. ben özellikle bir dönem, bir bereketli bir risale çalışması yaptık bir grupla. fakat cemaat bizi dışladı. aslında cemaatin dışlama sebebi, haklıydı. anlamadılar bizi. biz, kendi dünyamızda bir şeyler öğrenmiştik. fakat onların dünyasında olmayan şeyleri onlara söylemeye başlamıştık. onlar buna alışmamışlar, biz onlara söylemeye başladık. garip geldi.

mk. söylemeye başlamadık. satmaya başladık, hatta dayatmaya başladık.

aş. doğrusun. bu benim hayatımda bir takım tecrübe edindiğim için onu söyleyeceğim. bir meselede birine bir şey söyledim, bu adam yoldan çıkmış demişlerdi, aradan iki sene geçti, benim söylediklerimi kendileri söylemeye başladılar. demek ,b azı şeyler, amel bile olsa, yaşamanın zemin ve zamanı var, ve bunu biz belirlemiyoruz. eğer biz gerçekten hazır olsak, onu cenabı hak bize nasip eder. ona taraf olabiliriz, ama takdiri allah belirliyor. mesela küsuf ve husuf namazı geldiği zaman, onu yapmakla mükellefsin. onun gibi, hayatta yaşadıklarımı z da ona nasıl muamele edeceğimizin göstergesidir. bence cemaat suçlu değildi, biz yanlıştık. biz biryere kadar geldik, onlara dayatmaya başladık. onlara doğru bildiklerimizi anlatmaya çalışıyorduk. çünkü ben bir aşamadan geçmişim. bir a çalışma yapmışım. üniversite bilgisini ilkokul talebesine dayatmaya çalışıyorum.

mk. kendimden bir misal vereceğim. çerçeveciliği sonradan öğrendim. öğrendim sanıyordu, tabi başladık. iki çuubuk yanyana gelecek gibi görünüyor, ama o kadar incelikleri var ki, onu kesmenin bir numarası var, çubuğu seçerken başlıyor, koyarken başlıyor. ben yanımdaki arkadaşlara, bağırıyordum açğırıyordum. yıllar geçti, baktım, kader katakülla etti. sonra tekrar başladım çıkraklıktan. iki seneden beri işin nüfuzuna kavramaya başladım. yanıma şimdi bir adam geliyor. bağırmıyorum. ne sorun varsa, gidiyorum, sorunu kendim düzeltiyorum. eskiden bilmediğimi için adama kızıyordum. adam yanlış bile, yapsa ya olur böyle diyorum. adam korktuğu zaman, bir daha öğrenemez. hanımı da ürkütmeyeceksin. ürktüğü zaman daha çok nazlamak zorunda kalırsınız.

rm. iktisat konusuyla alakalı, bir örnek canlandı. takdir ettim aş'nin duruşunu. insanın bu iktisatı uygulaması için, bu kavramları içselleştirmesi lazım. biz günlük hayatımızda vaktimiz yok, o yüzden dışarıdan yiyoruz diyoruz. veya hazır çorba alıyoruz. orada şu yapılabilir: biz çorbayı ülker olarak örgene yaptırıyoruz. bu hem çorbayı üretiyor, hem de hüner markasını üretiyor. şimdi siz kayınvalidesinden daha iyi çorba yapan reklama aldanıp, bizim mutfak çorbasını seçiyorsa, iktisadı hayatında gerçekleştirememiş olur. oysa ki, hüner de aynı lezzeti verir. bu en basiti.

aş. resulullah ilginçitr ısrarla, hz. ömer içkiyi yasakla diyor. ama resulullah içkiyi yasaklamıyor. daha doğrusu allah yasaklamıyor. ne zaman, sorunlar çıkıyor. içkiliyken biri öldürülüyor. ondan sonra içki yasağı indiriliyor. namaz da birden emredilmiyor. kişisel olarak bunu becerebilirsiniz. ama bazı şeyler toplumsal yaşanıyor. onun için de toplumun hazır olması gerekiyor. sizin hazır olmanız yetmiyor. öyle insanlar biliyorum ki, iman etmek istiyor, fakat onu ortam gereğinden açıklayamıyor. resulullah sen git bekle diyor, ne zaman ben ortaya çıkarsam, o zaman ilan et diyor. bunları elimizden geldiğimizce yapmamız gerekiyor. bunu genel olarak bir hayat tarzı olarak sunmak için, herkesin hazır olması gerekiyor.

oğ. saman ateşi gibi olmaması, kömür ateşi gibi olması için, kişinin kademe kademe alışması gerekiyor. hem kendi iç dünyasında, hem bulunduğu toplumda, çok önemli. biz yapmışsak, bunu ilan edeceksek, içinde bulunduğumuz toplumun da buna hazır olması gerekiyor.

aş. biz gerçekten hazır olsak, millete dayatmamız da gerekmezdi.

hk. üstadın hazır etme noktası biraz farklı. biz 40 kuruş niye fazla ödeyelim diyoruz. bencillik üzerine hareket eden kapitalizme karşı, yine sanki bencillik gibi paramızı niye zayi edelim diyoruz. o zaman toplum bunu kabul etmiyor. ben kendi paramı niye istediğim gibiharcamayayıyım. üstad ise, lezzet perestlere karşı çıkışının sebebini, ... itaat etmek istiyorum diyor. yani müslümanların çoğu lezzet alamıyor. çok fakirler. eskiden insanlar daha iyi durumdaydı, buna izin vardı. fakat bu zamanda buna izin yok. üstad elde ettiği parayı, halka geri döndürüyor. sevadı atama ittiba etmek zorundayım diyor. buna rıza yok diyor, şefkat merkezli. öte yandan hikmet merkezli hareket ediyor. hem tefekkür hem şefkat silsilesini kullanmış. 19. lemada bu var. diğer sözlerden bağımsız değil. şükür için der, yönününü hayra çevirmeye çalışır. nefsi ikna etmek için, nefsi lezzetten vazgeçirmekten ziyade, hayırda kullanmak için gayret var. şükür için kullan diyor. muhafaza et, telkinini insanlar alıyor.

rm. bir nevi, etrafından dolanmak gibi.

hk. hayvanlarda cari olan bir kanundur bu. horoz kendi aç durur, tavukların beslenmesine izler. biz yavrumuza lokmamızı yediririz, açken. bu şefkat bizi lezzetten alıkoyuyor. üstad bu şefkati işliyor. kapitalizmle de bu şekilde mücadele edeceğiz.

mk. kendimize şefkat edeceğiz. kendimize yapamadığımız şeyi, başkasına nasıl yapacağız?

hş. ben yapıyorum, bunlar hepsi cahil diyebiliyor insan. bizim zamaınmızda, başörtülü insanlara bakardık. namaz kılan açık insanlar vardık, onlara karşı tepeden bakıyorlardı başörtülüler. bu açık namaz kılanlara dokunuyordu. sen badireler atlattın. onun da badiresi var. bu şefkat meselesi çok önemli.

tüketici kavramı çok önemli. bu kavramı kullanmasak. ben tüketen oluyorum. bir insan olarak, tavuk yediğim zaman daha güzel canlınrken, bu mantık bunu yok ediyor. tefekküre vesile eder, benim karınam giren bir yemek. bir insan olarak diriliyor. bu kavramlara dikkat edelim. biz çok bilinçsiz kullandık. tüketici dediğin zaman, zaten iktisata gerek yok.
üstad ufak örnekler verir, onları genele yayyar. vücudun sağlığı, ağza giren lokmaya bağlıdır. sen ne kadar dikkat edersen, dilin lezzeti değil de, vücudun sıhhatini düşünürsen, daha dinç ve sağlıklı yaşarsın. biz bunu bu kastı böyle gösteriyorsak, ruhumuz için de bir kasıt göstermemiz lazım. ruhumuzun sıhhati de besmele dedik. yani allah için. bu da ruhun sıhhatinden geçer. reşidin takdir edilecek bir şey, fakat bu zamanda çok zor bir şey. bunu bilinçli olarak, şefkatli olarak, allahın ikramı olarak anlamalıyız.

mk. şefkati biraz açabilir miyim. kendimizle barışık olmak demektir. iktisat tabiri ne demektir? bu bisküviyi ben 10 kilo yersem, vücuduma faydalı olmuyor. kendime şefkat edeceksem, gerektirdiği kadar yemem lazım. aynı zamanda, bir şey yiyeceksem, gerekli olan gıdayı yemem lazım. elmayı yerken, kabuğuyla yersem, insanlarla paylaşabilirim. o zaman dört kişinin daha lezzetini almış olurum. tek elmayı tek dille yemek varken, bir elmayı dört dille yemenin lezzetini alacağım. artı cebimin bereketini alacağım. artı midem de yorulmayacak. iktisada riayet edersek, bunu hem dilimiz, hem dişimiz, hem cebimiz, hem kendimizi sadece dünyanın yemek lezzetleriyle değil, başka lezzetleriyle de uğraşır bulacağız. bunun gerçekten kendimiz için şefkat olduğunu bilmemiz önemli.

ben eskiden beri merak ederdim, ustalar el verecekler derlerdi. bu iş nasıl oluyor diye düşünürdü. en sonunda şunu anladım.
ruhumuzu kalbimizi letaifimizi, sırf maddelerle meşguliyetten kurtularak, duygularımızı gelişterecek manevi alemlerle uğraşan bir zemine gidelim. 100% inanıyoruz ki, iktisat kendimizi sevmek demektir. lezzeti fazla yemek, bir lezzeti fazla yapmış oluyoruz, ama bir lezzetten de fazla... bazen tek çeşit yemek yemenin öyle lezzetini yaşıyorum ki, mahrumiyet hissetmiyorum, bilakis, tek çeşit olduğu için, bu yediğim yemeğin tam lezzetini alma fırsatı verdi rabbim.

hk. kendine şefkati de bir şarta bağlıyor üstad. nefsi mutmain olmuşsa, ona şefkat edebilirsin, diyor.

aş. şefkat babında, şunu vurgulamak isterim. anneler, çocuklarının kötü olmaması için, yesin içsin derler. burada şu vurgu da yapılacak, bu çocuğun dünyasının imar olmasını istiyoruz. üstad da diyor ki, sen bu çocuğun ebedi hayatının huzurlu ve mutlu olmasını istemez misin,biraz da ona gayret etsek. şimdi bu yemeğe alıştırısak, alışkanılk edecek, hayatını zorlaştıracak, bunu ihtiyacı olacak kadar yedirelim de, biraz da öteki tarafa vurgusunu yapalım. bu çocuklar, sıfr bu dünyayala tatmin olmayacak. bunalırn esas tatmini, ahiretin varlığını söylemek ve bura için çalışmak gerektiğini vurgulamakla olur. hakiki şefkat bunlarla olur.

hk. hamiyet ve şefkati birbirine bağladınız. şefkatsiz hamiyet olmaz, kapitalizme karşı.

amç. mahatma gandiyi düşünüyordum. sadece tuz protestosuyla imparatorluğun hindistandan çıkarılmasını sağlamıştı. hani geçenlerde, filistin meselesinde protestonun kaç milyar dolara mal olduğunu konuşmuştuk. biraz şuur göstersek, sadece islam aleminin içindeki şuurlu unsurlar bile, birazcık daha meseleye, kasıtla yaklaşabilse ben inanıyorum ki, bir sene bile geçmeden, çok ağır finansal darbeyle başlayan, ama şimdi tüm sosyal dokuyu sarstığını herkesin kabul ettiği, çöküş o denli hızlı oacak. insanların acaba sorularını... islami ekonomi çok popüler şu an.

mk. doğru söylüyorsunuz, fakat şöyle hissediyorum. biz toplumsal olarak, değişik baskılardan geldiğimiz için, genelde mücadeleden yılmış insanlarız. anamızdan dövüldük, babamızdan, devletimizden, mahkemelerden, polisten azarlandık. öğretmen cetvelle dövdü. cemaatlere geldik, ağbiler kaşlarıyla azarladı. bizler, yeni tabirle söyleyeceğim, biraz cesaretlenmeye ihtiyacımız var. cesaretlenirsek, kendimize gayretimiz daha çok artacağı kanaatindeyim. bedir gibi mücadele deyince, benim gözüm yılıveriyor. bu noktayı nazardan şöyle bir şey var. bir koşucu koşmak için, her gün antrenman yapar. fakat sadece bununla olmaz. bal yemesi lazım, uykusuna dikkat etmesi lazım. bizim de öyle.

sevgili dedemiz der ki, ben tekrar gelsem, yine imana çalışırdım. hayatın en önemli meselesidir derdi. halbuki, ben düşünürdüm, iman karın doyurmaz, neden böyle yapıyor. şimdi anlıyorum. imanı hem tefekkür edeceğiz, hem kendi duygularımıza sindireceğiz. o zaman daha sakin, huzurlu, emin, konuşmaya başlarız. bazı mücadelelerde başarılı olmamız için, iman ve sair konular, ve direncimiz arttıkça, da kolaylıklar oluşacak. bir gün insan, hiç bakmaz, insan tıkır tıkır yazıyor. bizlere de allah kolaylık vereceğine inanıyorum.

aş. biz bir dönem birilerine imrendik. sahabe hayatı gibi, çok sade bir hayat yaşıyordu. ev dinin pratikte yaşanıyor olduğu bir ortamdı. bizim için çok ilgi çekici geldi. bir çok insan teorinin pratiğe yansımasını görmekle, çok etkilendi. fakat ne zaman hayatlara müdahele edilmeye başlandı, sen şöyle yapman lazım, arada problemler doğdu. çok güzel bir cemaat darmadaığın oldu. o kişi de bunun yanlışını anladı, biz de anladık. hikmeti ilahi açısından baktığım zaman, hayatlara müdahele edilmeseydi, herkes kendine bakan yönüyle bir şeyler alsaydı, şimdi çok daha iyi bir konumda olurduk, sosyal hayat açısından. cesaretle mücadele ederdik. taklit edilmeye , müdahele edilmeye başladndığında, yürümedi.

mk. taklit eden de yanlış, ettiren de yanlış.

aş. evet.

yy. hazır olmadan yapmak.

aş. bir şeyi arzu edebiliyoruz. kalbimizde bunu canlı tutmak gerekiyor. hatta çok şeyi yapmaya gerek yok. bir tek şeyi yapmak bile yeter. ahir zamanda bir sünneti bile ihya eden, 100 şehit sevabı kazanır diyor hadis. çok kıymetli,. şu derse gelmek bile bir kasıttır. o noktada her fıtratın bunu canlı tutması gerekiyor. bu kardeşimiz güzel yapıyor, allah razı olsun, ama bizim yapabildiğimiz budur diyerek. birbirimize dayatmadan.

nasıl bu canlı tutulan arzular, umumi bir dua haline gelir ki, kabul edilir. bir örnek vereyim. çölde iki ağaç dik. sürekli sulamak zorundasın. iklim değişmez. fakat büyük bir alanda bunu yaparsan, allah mevsimi değiştiriyor. yağmur yağmaya başlıyor. öyle bir an geliyor ki, iklim değişiyor. suudi arabistanda özellikle arafat taraflarında bunu yaptılar. sünnetullahın kabul etmesi için, çok umumi bir dua olması gerekiyor. o noktada içimizdeki ittiba arzusu, herkesin içinden geldiğince, gayretler, öyle bir an gelir ki, bir anda rahmet yağmur gibi yağmaya başlar. resulullahın hayatı 40 kişiyle başladılar. 150 oldular. ne zaman ki, bedir harbi kazanılıyor, hudeybiye anlaşması yapılıyor, akın akın müslümanlık başladı. öyle bir zemin oldu ki, toplu dualar kabul edildi. 10 sene 40 kişi kaldılar. son 5 senede 125 bin kişi oldu birden. illa böyle hedeflemek de doğru değil, ama kastı devam ettirmek gerekiyor. imanımızı sürekli tazelemek gerekiyor. iman canlı kaldıkça, o arzu pekiştikçe, bir gün o dua filizlenecektir.

mk. türk insanı, imana müheyya, dine sıcak insanlar. onlara dayatmazsak, bu insanlardan tepki meydana geliyor.

aş. bir parti mağdur duruma düştü, birden oylar çıktı. sonra rahatlayınca, oylar yine kaydı.

mk. hakikaten müspet bir atmosferdeyiz. biz dayatır ve insanlara yukarıdan bakarsak, inanın ki, kendimizi çölde görürüz. bu çok önemli bir noktadır. saygı duymayı. saygı duyamıyorsak, sevgimiz yok demektir. yaratılmışlık itibarıyla, bir insanın varlığı sevmeye değerdir. insanların eksikleri olabilir, ama bizlerin de eksikleri var. kendimize nasıl şefkat ediyorsak, onların damarlarına dokunmazsak, onlar da onlardan kurtulmak duasında olabiliyor. böyle bir zeminde çok müspet bir atmosfer var, bu zeminde. bütünleşirsek, birbirimizle paylaşabiliriz. yukarıdan bakınca, yukarıdan altın bile atsan, kafasını kırar.

aş. bu konum biraz farklı geliyro. biz kimseye dayatmak değil, dayatılanlara karşı dayanmaya çalışıyoruz.

amç. izolasyonu enaniyet bahsinde konuşmadık mı. ehli dünyaya benzemey çalışmayın. dinde lakayt olanlar, ruhsatla okşanmaz. biz onlara tekebbürle yaklaşmayız, ama onlara da benzemeye çalışmayız. dinde lakayltlıkları da ruhsatlarla okşamayız. zaten o lakaytlıkları çeşitli ruhsatlarla edinmiş bir adam. azimetlerle, onlar yola getirilir. ben insancıllıkla, hümanizmle onlara yaklaşmaya ihtiyaç duymuyorum. onların çehrelerindeki maskeleri çektiğiniz zaman, bir çakal, hınzır manzaralarıyla karşılaşıyoruz.

mk. güzel söylüyorsunuz, ama ayaklarını yere oturtalım. bizim çizgide tereddüdümüz yok. biz kendimiz ezildiğimiz için, başkalarına karşı rahat olamıyoruz. böyle kibirle bakmakla, kendinden emin rahat bakmak. rahat olmayan adam, tribünlere oynamaya başlıyor. tribünlere değil de, kendimize oynarsak, insanları tahrik etmeyiz. biz onlarla ilgili bir cümle kullanmıyoruz, fakat bu ilişkiler çok farklı. aslında şirketlerdeki yönetim ilişkilerinde de sorunlar buradan kaynaklanır. adam fikir söyleyecektir, fikrini öyle bir söylüyor ki, siz hiçbir şey anlamazsınız diye söylersen, ...

amç. tam üstüne bastın :)

hş. çocuklarımız vardır. benim büyük çocuk, annesi sürekli yemek yedirmeye çalışır, çocuk acıkmıyor. çünkü anne karar veriyor, çocuğun ne zaman yiyeceğine. ötekine hiç karışmadık, hiç sorun yaşamadık. adam zaten ihtiyaç hissedrse, sana sorar. sen söylemezsen, seni takip eder. geçende sürekli görüştüğüm bir arkadaş bana dedi ki, sen bu arkadaşa niye tebliğ etmiyorsun? dedim ki, adam istemiyor ki, o konu geldiği zaman konuşmak istemiyor. ama ne zaman ki, acıkır. o zaman beni bulur.

yy. yaşantını zaten tebliğ ediyorsun.

mk. vakti saati vardır her şeyin.

hş. sen dindar olarak bir şeyi bulmuşsan, biırak arkadaşın dinsiz bile olsa, o tarafhissedecek, ondan sonra...

mk. olmaz abi, (!) benim dediğim zaman, müslüman olacak, anlamazsa var ya, onu alnında çivilerim. ben doğru söylüyorum.

hş. evet, adam da öyle. iki sene sonra aynı şeyleri, reşite söylemeye başlıyor. ama adam incinmiş. bir kere.

aş. ben 20 senedir risale kouyorum. şu dediklerimizi hep söylüyoruz. buna kimse itiraz etmiyor. mesele bence bu da değil. biz kendimize bakacağız. ben hayattan bir sürü ders aldım. bu dersi doğru okumak gerekiyor. amçnin dediği nokta, müsamaha meselesi. aslında biz, kendimize nasıl baktığımız da önemli. benim onlara karşı bir zaafım vars,a bu benim bir problemimidri. dışarı baskı yapmak da benim bir problemimdir, kendi içimdeki tatminsizliğin göstergesidir. bu iktisadı nasıl anlayacağım? bunu çok iyi düşünmemiz gerekiyor. paylaşımlarımız da zaten budur. kimse zaten, bunu bilsek de biz dayatıyoruz. dayatmamamız gerektiğini biliyoruz, yine de dayatıyoruz.

burayı anlamak için, bir kere doğruları tespit etmemiz gerekiyor. hakkın ne kadar uzağındayız. ne kadar yanaşabiliriz. aslında amçnin dediği nokta, önemli. medenilerle yanaşamayız. ama onları da red mi edeceğiz. ben kendimi muhafaza etmeye çalışıyorum. kendime karşı şefkatim varsa, onlara karşı da şefkat ederim. sokaktan geçerken ve evimdeki insanlara karşı, kendim için bir şey istiyorsam, onlar için istememem mümkün değil. kendime ne kadar kabul ettiriyorsam, onlar da o kadar kabul ediyor.

amç. aksiyon çok önemli. yıllarca ben protestan öğretilrele başlayan, risalei nurun, yani biraz daha modernist... ben şunu fark ettim, meşveret cemaatinde. adamlarda aksiyon var. risale okumak mı, lazım demiyor, onu yapıyor. cevşen mi. onu okuyor. enaniyet. saatlerce, insanlara söylüyorum, günlük okuma lazım. sonra kendime bakıyorum. zübeyir ağbi, günlük 10 sayfa okuyan, kendi imanını anca kurtarır diyor.
benim hayatımın genel bir bölümünde, anlattıklarımın 10da birini yapmak gafleti var. şunları yapmak diye konuştuğum şeyler, bir saat içinde yapabileceğim şeyler. ben okul saatlerinde herkesi irşat etmeye çalışırdım. ama bir bakardım, kimseyi cumaya bile başlatamıyoruz. niye? sen adama namazı anlatıyorsun. tam sabah namazını, yalapşak kılıyorsun. lisanı halle olmayan bir şey, ne kendi nefsine, ne gayrına etkisi olmuyor. o yüzden mutlaka aksiyon.

aş. çok konuşana değil, yaşayan örneğe ihtiyacımız var. neden resuller gönderilmiş, bunu anlamak lazım.
biz resul göndermediğimiz bir topluma azap etmeyiz diyor ayette. eğer müminlere bir şefkatimiz varsa, yaşamak lazım. ikincisi de, hem kendimiz için yaşamamız lazım, hem de başkasına yaşanabilir olduğunu hayatla göstermemiz gerekiyor.

mk. biz burada konuşma sohbetleri yapıyoruz. benim hayatımda çok önemli bir şey oldu: bir saat tefekkür bir yıl ibadetten hayırlıdır. ticari hayatımda da tefekkürün çok önemli olduğunu, gördüm. biz bu dersimizde, hissiyatımıza bir şeyleri nasıl indirebileceğimizin çalışmalarını konuştuk. bunlar yapılmadığı zaman, çok zorlanıyoruz.

Hiç yorum yok: