24 Nisan 2009 Cuma

19. Lema Iktisat Risalesi 3. Nükte

" ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Sâbık ikinci nüktede, kuvve-i zaika kapıcıdır dedik. Evet ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için israfata ve bir dereceden on derece fiata çıkmamak gerektir. Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zaikası -Altıncı Söz'deki müvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası- rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlahiyenin enva'ını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkınde hükmü var, makamı var.
İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek ve enva'-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takib edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir. Bu hakikata işaret eden bir hâdise ve bir keramet-i Gavsiye:
Bir zaman Hazret-i Gavs-ı A'zam Şeyh Geylanî'nin (K.S.) terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine; bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan za'fiyetiyle vâlidesinin şefkatini celbetmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: "Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yersin!" Hazret-i Gavs tavuğa demiş: "Kum biiznillah!" O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp, tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemed ve mevsuk çok zâtlardan Hazret-i Gavs gibi keramat-ı hârikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak manevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin." İşte Hazret-i Gavs'ın bu emrinin manası şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir..."

"ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Sâbık ikinci nüktede, kuvve-i zaika kapıcıdır dedik. "

yy. kapıcı şimdi kim? şimdi daha çok kapıcı var. kimlik kontrolü falan.

aş. kapıcı girip girmemeye izin veriyor. tatlı bir şey geliyor, hoşunag idiyor alıyor. çirkin bir şey gelince tükürüyor. fıtratı bozulmamış bir dil, zararlıyı zararsızdan ayırt edebilecek mahiyette. zehirli mi, pis mi... seçici geçirgen yani. terbiye edilse tam manasıyla, öyle ki, bir şeyi önceden yemiş olsanız bile o an istemeyebiliyorsunuz. hatta çocuklar için deney yapmışlar, ihtiyaçları olan, yemek ve sebzelere doğru gitmişler. bir bakmışlar, hakikaten o besinler vücutlarında eksikmiş.

yalancı ihtiyaçlar oluşturulmazsa, bunlar tiryakilik gibidir. mesela, normalde sigara bir ihtiyaç olamaz. kendi dünyamda biliyorum, bir defa nefes aldım, hiç hoşuma gitti. vücudum çok rahatsız oldu. fakat vücut onu alışınca, ihtiyaç gibi hissediyor. zaruri olmaya başlıyor. dolayısıyla, yalancı iştah olmamak kaydıyle, dil neyin içeriye girip girmeyeceğine karar veren bir mercidir. çok da başka bir şey değil, çok önde değil, beden için. fakat bu bedenin uzantısı olarak böyledir. ne var ki, kalp ve ruhun uzantısı olarak da çalışır.

"Evet ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. "

aş. bu insanlar için kapıcı hükmünde.

"Onun telezzüzü hatırı için israfata ve bir dereceden on derece fiata çıkmamak gerektir. "

aş. zaten beden ne yerse, ihtiyacını karşılar. gerçekten kendi düyamıza bakalım, beden açısından söylüyoruz. bir sürü güzel şeyler yedik, şimdi hiçbirini hatırlamıyoruz bile. belki bedenimiz için daha faydalı şeyler olabilirdi. şükretmemek şartıyla söylüyorum, şimdi hiçbir şey kalmadı. belki zararları kalmıştır, ama faydaları yok. bir şey ne oldu? geçmişimize bakalım, sanki yedim meselesi gibi. adam her seferinde bir şey çektiğinde, sanki yedim deyip, vereceği parayı diğer cebine koymuş. ve onunla bir cami yapacak kadar para biriktirmiş. "sanki yedim" camisi. fatih'te.

"Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın "

aş. ehli şükür, ehli hakikat demek. çünkü insanın asıl vazifesi şükürdür. namaz ve ibadet, şükür demektir zaten. demek ehli hakikat olan kişiler, şükreden kişilerdir. doğru olan nedir? bu kadar nimet var. bir sürü şeyler bize gönderilmiş. niye verilmiş bunlar? teşekkür etmek için. başka bir şey değil.

"ve ehl-i kalbin"

aş. burası çok önemli. kalp fani olanla tatmin olmuyor. batın olanla memnun olur. eşyadaki batını görmemek, hakikatsizliktir. mesela ne güzel çiçek dedin. çiçek soldu gitti. hiçbir şey kalmadı. kalp onda bekayı görmek istiyor. ne güzel yapılmış deyince, güzelliği yapan biri var. kalp ondan tatmin oluyor. ehli hakikat, kalbiyle hükmeden demektir. kalp de bekadan başkasına razı olmaz. şükür kalbin fiilidir. o yüzden risalei nur talebeleri, en az ehli tarik kadar ehli kalptir. kalbi işlettirmek zorundadır.

mk. yani kapıcılık kötümüdür?

aş. meslek olarak değil. allah vazife vermiş onu yapıyor.

kapıcı şükür vesilesi olursa, çok güzeldir.

mk. kötü değil yani kapıcılık. her şey kapıcılıkla mı başlıyor?

aş. evet.

mk. çok önemli bir meslek yani.

" kuvve-i zaikası -Altıncı Söz'deki müvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zaikası- rahmet-i İlahiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir."

aş. allah mutfakta bir sürü nimetler, kainat mutfağında bir sürü nimetler pişirmiş. onlara nazır. bazıları damak tadıyla çok gelişmiş oluyor. bunda şu var hemen diyor. aslında her sanatın bir uzmanı, anlayanı var. onun gibi insan da sanatkar olan allahın nimetlerini tartabilecek, görebilecek bir mahiyette donatılmış. çok güzel bir konum. o yapıyor sen tadıyorsun. hem o sanattan lezzet alıyorsun, hem nimetten, hem onun ne kadar güzel bir yaratıcı olduğunu anlıyorsun.

oğ. nazır kelimesini kullanıyor ya, hakikaten kendim de, o güzel yemekleri yemesem bile seyretmek bile zevk veriyor.

aş. yemesen bile, böyle bir nimete mazhar olmanın zevki var.

bugün durağın arkasında çok güzel hercai menekşeleri dikmişler. camın arkasından güneş vuruyor, öyle güzel ki, orada oturup da kalkmadan seyretmek istedim. seyretmenin ayrı bir lezzeti var. o anda ışıktan dolayı, öyle özel bir güzellik anı göndermiş. camın dışından öyle güzel görünmüyor. sanki bana özel o anda bir sunum yapıldı gibi. yani biz nazırız. nezaret ediyoruz.

müfettişin görevi nedir? teftiş eder. nasıl? insan böyle bir vazifesinin olduğunun bilincinde olması gerekiyor. burada pişen nimetleri teftiş etmeye gönderildik.

oğ. bu bana biraz ağır geldi. yani, teftiş eden kişi, çalışanları gözetleyen manası var. şimdi bizim bir kul olarak, yaratıcının yaratmış olduğu her şeyi, bu uygun mu yaratılmış, sanki denetliyormuşuz gibi, bir şey canlandı. bu bana biraz abes geldi.

hş. müfettişin anlamını farklı anlıyoruz. müfettiş buradaki anlamıyla, oradaki lezzetlerin, fark edip, haber veren demek.

rz. müfettişlik bir üstünlük oluyor.

aş. seni biri vazfelendirdi, kendisi neler koydu bilioyor. sana git gör onlara bak diyor. sen gidip görmezsen, ne diyeceksin ona? hepsini tek tek fark etmesi gerekiyor ki, döndüğünde utanmasın.

hş. bir de burada maddi bedenin sıhhati önemli. dilin birinci görevi olarak. elma yerken farklı bir lezzet alıyoruz, baklava yerken farklı lezzet alıyoruz. onu görüp, her biri için özel şükretmek manasında.

rz. ama bir de bayat nimetler oluyor. onların da ayırt edilmesi gerekiyor. sırf nimet açısından değil de, insanın sıhhati açısından da lazım.

hş. ilk önce zararlı şeyleri teftiş ediyor, ayrıca yararlı şeylerin de farklı lezzetlerini fark ediyor.


"Ve o kuvve-i zaikada taamlar adedince mizancıklarla"

aş. çok ilginç. insan bazen hayyretler içine düşüyor. sadece dilimiz değil. geçen dokunma hissimize baktım. bütün cisimleri, suyu havayı, metali, insanları, insanların tenlerini, ısıyı sıcaklığı, bütün bunları ayırt ediyor, parmaklarım. bir parmağa o kadar çok maharet verilmiş ki, sadece dokunma açısından. çiçekleri düşünün, hercai, tüylü, gül teni, pürüzlü, yumuşak yaprakları, elastiği hepsini dokunmayla nasıl ayırt ediyor.

şu ele binler özellik verilmiş.

aci. nasıl oluyor sınırlı bir şeyde sınırsız bir özellik bulunuyor?

aş. her şeyde böyle bir özellik var. ve sınır yok. şu dokunmayla kaç farklı nimet bana veriliyor. bitmez ya. şeftalinin tüylü, elmanın tüysüz halini, armudun hafif soğuk ve eğik halini hepsini hissedebiliyorsunuz.

ama halil ağbimiz, bir çam kozalağını aldı, görmediği halde bir tarif etti, hayran kaldım. şaşırdım kaldım. meğerse adam görüyormuş :) demek sadece yemek için verilmemiş bunlar. allah bir şey söylemek istiyor. allahın nihayetsiz isimleri olduğunu bize tanıttırmak için bu verilmiş. o kadar çok göze nimet verilmiş ki, saymakla bitmez. bir odanın içerisinde, hatta. yarım saat durmadan odanın içindeki farklılıkları ayırt edeyim dedim, bitmedi.

yy. amma boş vaktiniz varmış sizin? :)

aş. siz ona boş vakit diyorsunuz, üstad bahçedeki çiçeklerin özelliklerini tek tek saymış. öyle ki, bunların kasıtla yaratıldığını belirtmek istemiş. bir kardeş takılmış nurculara, böcek çiçek edebiyatı yapıyorsunuz diye. bir gün bir gelinciği seyrettik. define gibi. içini açtık. üstünde kapak, altı bölüm var. süslenmiş. kapağı kaldırdık, içinde de süsler var. yarım ay şeklinde. içinde altı tane odacık var. içinde sıra sıra dizilmiş tohumlar var. çocuk dedi ki, gerçekten umhteşem. allahın her şeyi, özenerek yarattığını, kasıtla yarattığını ve bizim de o kastı görmemizi istediğini görüyoruz. bize bu kadar donanım vermesinin sebebi o. kendi sonsuz sıfatlarını bize bildirmek istiyor. insan da o duygularının gereği olan, tanımayı yapacak, ve onunla şükrü manevi yapacak. ibadet bu demek zaten.

bizim nazarımızda, kemal ve sanatlarını görmek istiyor. biz adeta, allahın kendisine cemalini gösteren bir ayna oluyoruz ki, güzeller güzelinin karşısındayız. ona ayinedarlık ediyoruz. bundan daha büyük bir letafet, olabilir mi?


" nimet-i İlahiyenin enva'ını tartmak ve tanımak;"

aş. yani ölçeceksin. tatmak, ne olduğunu, ne kadar kıymetli olduğunu fark etmek.

" bir şükr-ü manevî suretinde"

aş. demek manevi şükür bu şekilde yapılıyor.

" cesede, mideye haber vermektir. İşte bu surette kuvve-i zaika, yalnız maddî cesede bakmıyor. "

aş. insan düşünecek, bu dil niye bu kadar donanımlı yaratılmış. sadece bu ceset için değil. insanda verilen başka ihtiyaçlar var, onları anlamak için. kalp sonsuz nimet, beka istiyor. onu ancak ne doyuracak. sonsuz nimetleri fark edecek, ancak öyle kalp tatmin oluyor.
sayısız olmasıyla, kalp anlıyor.

"Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkınde hükmü var, makamı var."

aş. neyin tat alma duygusunun. kalbe, ruha baktığı için, mideye üstünlüğü var. kalp onun gösterdiği marifetin kendisine işaret ettiği yaratıcıyı tanımaktan lezzet alıyor.

" İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükraniyeyi yerine getirmek"

aş. yani israf etmemek demek, şükretmek demek. zaten insan şükretmek vazifesiyle yerine getirirse, israf edemez.

" ve enva'-ı niam-ı İlahiyeyi hissedip tanımak "

aş. allahın çeşitli nimetlerini hissedip tanımak

"kaydı ile ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, "

aş. demek zillete vesile oluyorsa, meşruiyet problemi oluyor, çünkü allahtan başkasına vasıta olarak bakıyorsun. ona minnet duyuyorsun, allah yerine. orada problem var.

"lezzetini takib edebilir. Ve o kuvve-i zaikayı taşıyan lisanı, "

aş. dilden dışarı taşıyor, tad alma duygusu.

"şükürde istimal etmek"

aş. bir de dili, şükretmede kullanacaksın. hem alıcı, hem karşılık verici.

" için leziz taamları tercih edebilir. Bu hakikata işaret eden bir hâdise ve bir keramet-i Gavsiye:"

aş. gerçekten gavsı azamın hikayesi ilginç. burada riyazet var. ilginç, bunu düşünmemiz lazım. bir gün boyunca, gerçekten acıkarak yesek, acıkalım. arada hiçbir şey atıştırmayacaksın. çünkü o zaman, mide çalışıyor, o zaman isteksiz bir şekilde sofraya oturuyorsun.

sabah kalktınız. yemek yediniz. sonra acıkmadan yemesek mesela. öğleyin yemek yemek o zaman çok lezzetli geliyor. biraz vücuda riyazet yaptırmak lazım. illa dağın başına çekilmeye gerek yok. günlük riyazet de yapılabilir. o riyazet, nimetein fark edilmesi için yapılıyor. eksiklikle verilmiş olanı fark etmek için yapılır, tarikatta da. suyun lezzeti, ramazan günelrinde bazen, öyle terlemişiz, onun tadını hala unutamıyorum. böyle nimetler nunutulmuyor. bekaya gidiyor.

aci. orada farkındalık var mıydı bilemiyorum. bu bir çıkış kapısı olabilir mi? bilmese de oradan bir kapı açılıp, bir hakikate yol açılabilir mi?

aş. tabi tabi, hayvanların iştahla ağzını gevşirmesi, onların bir şükür olduğunu. çocukların da öyle. fıtri bir şükürdür o. insan olarak görevimiz, oradaki nimeti fark etmek ve onu verene şükretmek. o yüzden acıkmadan yememek lazım.

aci. nimetin lezzetinin artması dışında, şükrü artması için, acıkmadan yememeliyiz.

aş. sürekli allaha muhtaç bir halde yaşamak için, nimeti, doymadan bırakmak lazım. sanki sürekli senin nimetelrine aç olmak istiyorum talebi oluyor. uynaık olmak isteğinin bir göstergesi yani.

hş. geçen dersten sonra, şöyle bir şey akla gelebilir: ya biz baklava yemeyecek miyiz? üstadın orada kastı, sanki iyi bir şey almayacak mıyız, manasında aklımdan geçmişti. bunun peşine gellmesi, aslında onu tamamlıyor. çünkü olabilir. bir insan baklava da yiyebilir, lüks arabaya da binebilir. ama tek şart bu. haddini bil. vereni tanı. bu çok önemli. bir de zillete düşme. aslına baktığında, bu dünyada o kadar çok lezzet var ki, bunlar müminler içindir. kim allahın güzel nimetlerini haram kılabilir ki. genelde insanlarda bir şey yok. tarihe de bakarsan, insanda bir şeyi kendine yasaklama eğilimi vardır. yoksa tersi yok çok fazla.

aş. bir sürü nimetten çok azı yasaklanmış allah tarafından, domuz içki gibi.

hş. sapıtmış dinler genelde helal olan şeyleri, haram etme yoluna gitmişlerdir. hatta yahudiler, için biz domuzu onlara yasak etmedik, onlar kendilere yasak ettiler, diyor. biz burada bütün nimetlere, meşru olarak temiz olarak sahip olabiliriz. ki süleyman as. bunun en güzel örneğidir. cinlere bile hükmetmiş. çok şükürlü bir yaşamı var. allaha olan şükrü kesebilecek kendisini uzak tutuyor.

aş. özellikle manevi dilencilik meselesi çok önemli. insan geçinemediği şikayeti, bunlar manevi dilencilik gibi. halini şekva tarzında insanlara arz etmek, bu hale düşmemek lazım.

oğ. hüsnü ağbinin dediklerinin çoğuna katılıyorum. bir müslüman en güzel eşyayı kullanmalı, ihtiyacı doğrultusunda. ama lüks kelimesi bana daha çok şeyi andırıyor, sanki sefih bir yaşamın ifadesi gibi. imani bir hayatla bağdaşmayan bir esprisi var.

hş. ama ben onu ihtiyacım olduğu için alacağım. insanlar için lüks gözüktüğü için değil. mesela bir araba, çok güçlüdür, sağlamdır. lüks gözükebilir, ama benim ihtiyacımdır. mesela, bazı dindarlara kızarlar, ciple geziyor diye. belki bir adam hava atmak için yapıyor, ama bilemezsin.

ir. insanların gelirleri arttıkça, lüks mallara olan talep artar. ona iki türlü bakılabilir, o kadın hem haklı hem haksızdır.

mk. hüsnü bana güzel şeyler hatırlattı. hüsnünün söyledikleri her zaman güzel. çok ince bir nokta var. sait nursi, sevgili dedemiz, çok ince söylemiş, ama her şeyi söylemiş gibi geliyor bana. dil kuvei zaikadır, önemli birr görevi var. hatta kapıcılık görevi çok önemli diye başlamıştık. fakat diyor, eğer kapı derse ki, ben sadece baklava yersem şükredebilirim diyorsa, o zaman kapitalistleşir diyor. ben sadece baklavaylan, etlen memnun olurum. yani, bunların hepsi, birer tadımlılık ifade eden şeylerdir. dersek ki, sadece baklavaylan tadabiliriz. o zaman tatmaktan öte, başka duygularımızın esiri oluyoruz. dilencilik demek, bağımlı oluruz. biz lezzeti, tadan, ve bununla bazı yerlere giden efendi olmaktan çıkıp, o lezzetin bağımlısı oluruz.

hiçbir şey olmasa bile, şu baklavayı, tatmak için yediğinizde aldığınız lezzet çok farklı. ama artık onu yedikçe, dilinizdeki tat bile gitmeye başlıyor. sonra midenize arıza veriyor. bu da gösteriyor ki, dil gerçekten kepçe olmak için değil, bir tadımlık, bir tebessüm, bir karşılama, onunla yeni yeni tatlara varmak. her tattan, tadım tadım, gerçek tatlara ulaşmak için, bir tat vesilesi yapmak. dolayısıyla kapıcılık çok güzel bir şey.

diğer tersinden söyleyeceğim. en basit, köylü tabiriyle diyelim, bir insan peynir soğan ekmek yerse, ben bununla şükredemem, neden ben peynir soğan yiyorum da başkası bal baklava yiyor derse, o lezzetin tadını tadamaz. tad tatmak için, baklava da yetmez, soğan ekmek de yetmez. her ikisini de tadacak bir tat lazım, kasıt da niyet de lazım. mercedese binse de insa de, onu tadamıyorsa, bir şey fark etmez. önemli olan hangi konumda olursa olsun.

herkes evlendiği hanım, dünyanın en güzeli, en latifi, ahiretin bile en birinci hanımı olarak telakki eder. bu tatma var ya, çok önemlidir. eğer böyle tadamıyorsak, her şey adileşir. sıradanlaşır. daha doğrusu, her şey tadını kaçırır. tat, dünyaya açılan bir şanstır. bunun için boğaz köprüsünden de bakabilirsiniz.

biz bazı şeyleri kompleks ediyoruz gibi hissediyorum. gerçekten gençlerin en büyük sorularından biridir. tüm gençlerin, hatta tüm insanların en önemli sorularından bir tanesi, dünyada adalet var mıdır, sorusudur. yahu birisi, cipe biniyor. birisi villaya biniyor, kimisi bisiklete biniyor. kimisi baklava yiyor, kimisi çocuğunu doyuramıyor. burada adalet nerede arkadaşlar?

hş. inan bunlar, bir çocuğun oyuncağından farksız.

mk. oraya geleceğiz. zaman zaman kendimi ikna edecek sebepler aradım. adam gidiyor gece gündüz çalışıyor. boğazın ordan. hele bizim orası var ya, en güzel manzaralar. dereler, şırıl şırıl, bir tarafta yamaç, bir de rüzgar esintisi. böyle her şeyin gidiyor. şimdi diyeceğim ki, bunun neresi adalet. bakıyorum, zaman zaman oturuyoruz. adam gece gündüz çalışıyor, evine gelmiyor, uçaktan uçağa gidiyor. bizim bir tanıdık vardı, kadın eşiyle görüşebilmek için, havaalanına gidiyordu. biz insanları, dünyayı bazı yargılar koyarak yargıladığımızda zorlanıyoruz. ben haftada üç defa karşı tarafa geçiyorum. belki o adam benim kadar deniz manzarası seyreden yok. hele benim cıbıldak da geliyor yazın. baktım nereye gidiyorsun 100 kilometre. bunlara, cumhurbaşkanılığı köşkü var. karadenizden su geliyor. bizim cıbıldaklarla gidiyorum. ben atlıyorum denize, oynuyorum. vallah cumhurbaşkanı benim kadar zevk almıyor.

neticei kelam, allahın adaletinin var olduğuna, yaşım ilerledikçe, yavaş yavaş kani olmaya başladım. herkese allah öyle bir adaletle vermiş ki, hepimiz için, o tadımlılığı tadabilecek her şey var. kendimizi sınırlamamız için hiçbir neden yok. öyle olabilir ki, eğer bir soğan ekmekten aldığımız lezzetle, başkasının baklavadan aldığı lezzeti geçebiliriz. böyle olunca, niye baklava yemiyoruz diye konuşmaya gerek kalmaz. zaten tat alıyoruzdur, hayat tatlıdır, biz tadımızda yaşıyoruzdur. böyle olunca, tersinden düşünmemeye başlıyorsun. cipte mi şükredilir, balıkta mı, hiç fark etmez. allah gerçekten adaletli.

son bir şey, giyim kuşam son derece asortik son zamanda. ben zaman zaman sosyetik semtlere gidiyorum. sonra dedim ki, yavaş yavaş ezilmeye başlıyorum, başkalarına baktıkça. bizim seyrantepeye gidiyorum. her tarafta aynı şey. köylü kadınlar bir terlik giymiş, üstüne bir tane çorap giymiş. üstüne bir patik. üstüne bir yeşil yelek. onun üstüne eşarp vs. demek ki, insanda estetik duygusu herkeste var. ötekisi çok yüksek masrafla gelmiş. buradaki de kendi imkanlarıyla ona gelmiş. önemli olan, güzel tadan, güzel lezzetler alır. güzel lezzetler alan, hayatından mutlu olur.

is. adaletle ilgili nasrettin hoca fıkrası var. çocuklar ceviz toplamışlar. nasıl paylaşacaklarını soruyorlar. nasrettin hoca da soruyor, eşit mi dağıtayım, allahın adaletiyle mi dağıtayım? allahın adaletiyle dağıt diyorlar. birine bir veriyor, diğerine hiç vermiyor, bir diğerine 20 adet veriyor. allahın adaleti, herkese farklı vermek şeklindeir.

aş. herkese ihtiyacına göre veriyor. bir hikaye anlatılır. bir çocuk, zengin babanın çocuğu, bir gün babası malın kıymetini anlasın diye, köye getiriyor. bir fakir evde kalıyorlar. bir çocukla kalıyorlar. baba soruyor anladın mı? evet anladım diyor çocuk. neyi diye baba soruyor. ne kadar fakir olduğumuzu anladım diyor çocuk. b

bizim küçük bir bahçemiz var, küçük bir havuzumuz var. onların küçük bir evi var, ama kocaman dereleri var. bizim küçük bir köpeğimiz var, onların sürülerce hayvanları var. bizim az bir gökyüzümüz var, onlar her tarafta gökyüzünü gösteriyor. orada bakış açısı meselesi. bakış açısıyla değişebiliyor. aslında insana, her şey verilmiş. hadsiz nimetleri fark edebilme özelliği verilince, insana verilmeyen bir şey yok. ibadet, ileride verilecek olan nimetler için değil. verilmiş olan nimetler içindir. insan verilmiş olan nimetleri bile saymaya kalksa, bunu bitiremez. bizim diyebileceğim, elimizde kalan hiçbir şey yok. sadece tadımlık olduğu için. nimet vereni tanımak asıl olduğu için. sana hadsiz nimetleri veren, istemeyi veren, istediklerini de verecektir. insana her şey verilmiş. allahın hazinelerinde olanı fark ediyorsun. hiç kimse, elindekini tutamıyor ki.

bir şeye daha dikkati çekeceğim. nazar önemli ama, eğer allahı seviyorsanız bana uyun diyor resulullah. tamam ben bakıyorum, bu polyannacılık değil herhalde. allah sünnetullah da yaratmış. hem vücudumu yormayayım, hem de lezzet alayım olmaz. orada da çalışmak gerekiyor. riyazet gibi mesela. bunlar nimetin artmasına vesile olur. şükür nimeti artırır. sadece nazarımı değiştirmekle olmuyor, onun gerektirdiği hali de yapmak gerekiyor. hangi konumda olursak olalım, şükre vesile olacak bir şeyler bulabilir insan. zaten verilen nimetleri saymaya kalksak, bitiremeyiz. etrafta melekler var, bu bile büyük bir nimet.

hş. kendi önünde olana bakmayıp başkasında ne var diye bakma, problem. sürekli başkasına bakarsan, adaletsiz de görüyorsun. hiçbir zaman tatmin olmuyorsun.

aş. başkasında olanın başkasının kendisinden kyanklandığını zannetmemiz problem. nimeti veren lallah. vermesi de bir kasıt, vermemesi de bir kasıtla oluyor. onu tanımak esas nimet. onu tanımadıktan sonra hiçbir şey nimet değil.

aci. sonunda anlatılan, gavsı azamın hikayesinde, biz yiyoruz, şükrediyoruz da, kaldırmaya kalksak, tavuğu kalkmayacak.

hş. eskiden bu örnek bana uçuk gelirdi. ama bir tavuğu şükrederek yersen, o tavuğu ruhen diriltiyorsun. ölmüş bir insanın anmak da onu hatırlarda diriltmek gibi bir şeydir. dirilmek sırf bedenen mi var olmaktır. onu yediğin zaman, ona bir ruh veriyorsun.

aci. kalkıp yürüdüğünü görmesek de olur, zaten vazifemizi yapmışız, demek istiyorsun.

hş. gavsı azam hazretleri, zaten tavuğun kalktığını görüyor da, onu kadına göstermek için canlanıyor tavuk.

niye tüketmek denmesine karşıyım? dirilttiğin bir şeyi, tüketmiş diyorsun. bu çok değersizdir artık. o yüzden çok rahat onu atabiliyorsun.

Hiç yorum yok: