3 Nisan 2009 Cuma

29. Mektup 6. Kısım 5. Desise

" Beşinci Desise-i Şeytaniye: Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. Ey kardeşlerim!
Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki: Şu asırda ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vâdilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir. Ene'nin istimalinde haklı dahi olsa; mademki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. Bununla beraber etrafına toplandığımız hizmet-i Kur'aniye, ene'yi kabul etmiyor. "Nahnü" istiyor. "Ben demeyiniz, biz deyiniz" diyor. Elbette kanaatınız gelmiş ki, bu fakir kardeşiniz ene ile meydana çıkmamış. Sizi enesine hâdim yapmıyor. Belki, enesiz bir hâdim-i Kur'anî olarak kendini size göstermiş. Ve kendini beğenmemeyi ve enesine tarafdar olmamayı meslek ittihaz etmiş. Bununla beraber, kat'î deliller ile sizlere isbat etmiştir ki: Meydan-ı istifadeye vaz'edilen eserler, mîrî malıdır; yani Kur'an-ı Hakîm'in tereşşuhatıdır. Hiç kimse, enesiyle onlara temellük edemez! Haydi farz-ı muhal olarak ben enemle o eserlere sahib çıkıyorum, benim bir kardeşimin dediği gibi: Madem bu Kur'anî hakikat kapısı açıldı, benim noksaniyetime ve ehemmiyetsizliğime bakılmayarak, ehl-i ilim ve kemal arkamda bulunmaktan çekinmemeli ve istiğna etmemelidirler. Selef-i sâlihînin ve muhakkikîn-i ülemanın âsârları, çendan her derde kâfi ve vâfi bir hazine-i azîmedir; fakat bazı zaman olur ki, bir anahtar bir hazineden ziyade ehemmiyetli olur. Çünki hazine kapalıdır; fakat bir anahtar, çok hazineleri açabilir. Zannederim ki, o enaniyet-i ilmiyeyi fazla taşıyan zâtlar da anladılar ki: Neşrolunan Sözler, hakaik-i Kur'aniyenin birer anahtarı ve o hakaiki inkâr etmeye çalışanların başlarına inen birer elmas kılınçtır. O ehl-i fazl u kemal ve kuvvetli enaniyet-i ilmiyeyi taşıyan zâtlar bilsinler ki; bana değil, Kur'an-ı Hakîm'e talebe ve şakird oluyorlar. Ben de onların bir ders arkadaşıyım. Haydi farz-ı muhal olarak ben üstadlık dava etsem, madem şimdi ehl-i imanın tabakatını, avamdan havassa kadar, maruz kaldıkları evham ve şübehattan kurtarmak çaresini bulduk; o ülema ya daha kolay bir çaresini bulsunlar veyahut bu çareyi iltizam edip ders versinler, tarafdar olsunlar. Ülema-üs sû' hakkında bir tehdid-i azîm var. Bu zamanda ehl-i ilim ziyade dikkat etmeli. Haydi farzetseniz ki, düşmanlarımızın zannı gibi ben, benlik hesabına böyle bir hizmette bulunuyorum. Acaba dünyevî ve millî bir maksad için, çok zâtlar enaniyeti terkedip, firavun-meşreb bir adamın kemal-i sadakatla etrafına toplanıp, şiddetli bir tesanüdle iş gördükleri halde; acaba bu kardeşiniz, hakikat-ı Kur'aniye ve hakaik-i imaniye etrafında, kendi enaniyetini setretmekle beraber, o dünyevî komitenin onbaşıları gibi, terk-i enaniyetle hakaik-i Kur'aniye etrafında bir tesanüdü sizden istemeye hakkı yok mudur? Sizin en büyük âlimleriniz de, ona "Lebbeyk" dememesinde haksız değil midirler?
Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasılki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü, kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de: Bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde herbiriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.
Bir şey daha kaldı, en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında, bir enaniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enaniyetlidir. Çabuk enaniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enaniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu halde; nefsi ise, enaniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adavet besler gibi, Sözler'in kıymetlerinin tenzilini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
"Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur'anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.."

aş genel olarak ihlas risalseindeki genel düsturları da ihtiva eden bir parça burası. 29. mektup biraz hususi, genelde risale talaeblerini muhatap alıyor.

enaniyet sana takılan bir özelliği sahiplenmek demektir. onunla bir imtiyaz sahibi olduğunu düşünmendir. iki veçhesi var, sana verilen ilim, güzellik veya başka bir özelliği sahiplenmektir. fakat ikinci bir şekli de, ben layık olduğum için bana bu verildi, diyebilir. burada biraz kendisin iimtiyazlı görebilir. niye başkasına verilmedi de, bana verildi, çünük ben gayret ettim, diğerlerinden daha üstünüm. kendisine verilen nimeti menfi tarzda istimal etmektir.

nasıl milliyet problem değil, fakat onu insanlar arasında menfi tarzda istimal ettiğinde problem oluyor. ene de insanlığın bir gereği, fakat o enaniyet yanlış surette istimal edildiği zaman, ben daha önemliyim tarzında başkalarına karşı mesafe koyma tarzına girersen, orada problem var. bu her özellik için olabilir. her şeyin menfi istimali mümkündür... hatta takvanın dahi menfi istimali mümkündür.

hatta ben çok namaz kılıyorum diye başkalarına tepeden bakmak mümkün. imam azamın talebeleri, gece kalkıyorlar namaza. talebe diyor ki, " şu gafillere bak yatıyorlar. " imamı azam da diyor ki, "keşke sen de onlar gibi yatsaydın da gıybet yapmasaydın." başkalarını küçük gördüğün anda enaniyete giriyor.

burada daha hususi, nur talebelerine bakan bir anlayış var, ama genel bir prensip çıkarabiliriz. enaniyetin bu asırda bir mümin için kullanılması nasıl olmalıdır sorusuna dair güzel prensipler çıkarabiliriz.

"Ehl-i dalaletin tarafgirleri"

aş. burada problem tarafgirlik. insanlar ehli dalalet olabilir, ama bizim düşmanımız olmayabilir. ne zamanki hakka karşı muaraza eder, kendi inancının tarafgirane savunmaya çalışır, o zaman probblem oluşur. topluma baktığımızda, bir takım insanlar iyi insanlar, bunlar düşman mıdır? değil. ne zaman ki, hakkı ortadan kaldırmak için bir muaraza varsa, o zaman düşman olur. mücadele derken, fiziksel anlamda demiyorum, fikri olarak, hak ve özgürlük noktasında.

bazı insanlar, ben ilgilenmiyorum der. agnostik kalmış. bir diğeri ideoloji olarak, onu ispatlamaya çalışıyor. ona fikirle muaraza etmek istiyor. fikirle gelene fikirle cevap vermek gerekir.

", enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. "

karşı taraf ne yapıyor? ", enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar." müslümanlar arasına girip, içeriye fitne vermek istiyor. bunu ancak tarfgir olan yapar. burada muarız olanları kastediyor.

en zayıf damarımız olan enaniyeti kullanıyorlar. insanların en zayıf tarafı, enaniyet. "ne güzel konuştun. çok güzel ifade ettin"

amç. enaniyet asrı diyor ya, üstad. oradan baksak.

aş. ona geleceğiz. biraz girizgah olsun diye başladık.

"Hakikaten insanda en tehlikeli damar, "

ne yönden en tehlikeli damar?

amç. üstad iki büyük tağutla mücadele ettim. bir tanesi tabiat, diğeri enaniyet. insandaki enaniyet bunun mikro alemde insanın iç dünyasında, kendi varlığını allahtan müstakil kılmak, kendi bağını koparmak ve allahlık vasıflarını kendi nefsine yüklemek.

aş. zaten böyle olması, iki tağut birbiriyle çok alakalı. ben nefsimi kendime malik görürsem, tabiatı da malik görebilirim kendisine.

amç. burada tamamlayıcı bir unsur olması yönünden, reşit ağbi bakış açısından bahsetti, takva bile bazen olumsuz yorulabilir. bu manada üstadın en çok kafa yorduğum şeylerden bir tanesi olan: niyet, nazar, mana-yı ismi, mana-yı harfi. manayı ismi ve harfi meselesi, allaha mı, esbaba mı ait meselesi. bakarken, allahtan mı, yoksa esbabtan mı yorumlayışı. iman ve küfür, dediğimiz zaman, bu basit net çizgide şekilleniyor. sen varlık ilişkisini allahtan koparıp müstakil mi kuruyorsun, yoksa her bakışıyla allaha bağıntıllayabiliyor musun?

ben güçlüyüm mü diyorsun, allah bana güç ihsan etti mi diyorsun. fakat sadece söylem bazında kalmaması için, niyet meselesini koyuyor ki, senin niyetini unutma ki, sözler değil, kalbin anlatıyor. sözlerin kulaktan kalbe işlemesi için ihlas lazım. sen çok beliğane şeyler söyleyebilirsin, ama kalbine girmeyebilir.

okull yıllarında insanlara çok anlatırdım iman ilmini. fakat bir türlü insanları etkilemezdi. demek enaniyete haiz laflarmış ki, adamların kulağına bile ulaşmamış.

medeniyetin koparttığı şey bu. insanı allahtan uzaklaştırmak.

ehli dünya, gaflet ve dünyaperestlik yoluyla, enaniyeti şişirip, gaflet vadilerinde koşuyor. her şey, bize hayat ne güzel, eğlencene bak, bir daha mı geleceğin dünyaya, bas bas paraları leylaya diyor. bir başka cihetiyle, gafleti öneriyor. çek marihuanayı, eğlencene bak. veya maleyaniyat vadilerine çekiyor: bak şu milli maça. 2 saat onu izlemişsin, 4 saat de onu tartışıyorlar.

4 dakika hikmet meselesi konuşalım desen, ya başım ağrıyor diyor. gaflet allahtan gaflet olsun diye bunları yapıyor. adam baksa, bahara, ya cenabı allah kupkuru dallardan şu çiçekleri haşrediyor. yeniden bir dizayn oluşuyor, kıştan bahara geçişte. hiç sıkıntı olmaksızın, her şeyin hayatlandığını allahın kudretiyle hatırlasa, o zaman namaza gidelim diyecek.

aş. niyet ve nazar, mahiyeti eşyayı taharri eder. haramı helale ...

bakıyor ki, adamda bir kemalat var, o kemalatı sahiplenmek suretiyle, onu yoldan çıkarmaya çalışıyor. dieğr taraftan adamın günahı var, allah kötülükleri iyiliklere seyyie eder manasındaki ayetin imasıyla, istiğfar günahı haseneye tebdile etmiş oluyor. günahtan tam tevbe eden, hiç işlememiş gibidir neticesinde, sevap bile kazanmış olabiliyor. bu sevabı yok etmek için, niyet ve nazar, yeise atarak, o istiğfarı da kapatmak için, gafletle örtüyor. yeisle, sen adam olmazsın diyor şeytan. sanki kurtulacak olan, kendisiymişçesine onu yeise atar, yine kendisine mal ederek, enaniyeti menfi manada istimal ederek, onu hayırlı bir iş yapmaktan alıkoyuyor.

"enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. "

en zayıf damar odur. bir küçük iltifat hemen kendimizi bırakıyoruz.

"Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler. "

uyanık olun, aldanabilirsiniz. insanı biraz daha, koruyor gibi. kötülük yaptım diye kötüyüm zannetme. enaniyete uydun, aldandın. aldanabilirsin, çünkü sende zayıf bir damar var. bazen zayıf damara mağlup düşebiliyoruz.

"Ey kardeşlerim!
Dikkat ediniz; sizi enaniyette vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki: Şu asırda "

özellikle ortaçağdan protestan ahlakına geçişte, kişileri ferdileştirmeye çalıştılar. bireysellik ön plana çıktı. kişisel gelişimlerle enaniyet pompalandı.

yy. onlar da çöküyor.

amç. son debelenmeleri bu. bize farklı gaflet perdesiyle, çöküşün ardındaki hikmeti göstermemeye çalışıyorlar. tarihin en ciddi kaosunun izalesi için bile, gaflet istimal edilmeye çalışılıyor.

yy. sivil toplum diyorlar ya. cemiyet diyemiyorlar.

aş. bireysellikten sadece kişisellik anlamamak lazım. sivil toplum da bireyselci anlayışın devamı olabilir. protestanlıkta ilk yaptıkları şey, kutsal metinleri yorumlama özelliği. bu ulema bir takımın elindeyken, protestanlıkla, herkese bu yetki verildi. bu bir bakıma güzelken, bir bakıma enaniyet pompalayan, ehil olmayan insanlara da fırsat verdi. protestanlıkla birlikte, eğilimler çoğaldı.

dikkat etmemiz gerekiyor, vahyin yerini akıl almaya başladı. ben akılla bunu anlayabilirim. bilim oradan kopmaya başladı. felsefe, hakikat hakkında biz de yorum yapabiliriz. pozitif bilim gelişmeye başladı. bu tamamen kendini vahiyden bağımsız görmeye başladı. hristiyanlığın otoritelerinin dini kendi amaçlarına vesile etmesinden dolayı, dinden kendilerini tamamen sıyırdılar. o zaman, kendine bireysellik vermezsen, tabiata da sahiplik veremeyeceğin için, her bir sebebin kendi yetisine sahip olduğunu söylemeye başladılar. atomculukla birlikte bireysellik de pompalandı. bilim kendini kutsal bir otorite olarak çıksa da kişilere müthiş bir enaniyet verdi. adeta vahyin alternatifi olarak sunuldu. burada asıl problem, insanın ilahi otoriteye dayanıp hakikati anlama çabası yerine, kendisi bir doğru üretme çabası içine girmiştir. bu bitmediği müddetçe, problem bitmiş değildir. burada esas problem, hudanın yerini benliğin almasıdır.

risalenin başlangıcında tevazu var. aleme biiznillah, bakabilmek. vahye tabi olmak. kendine itibar eder, hodbin der. öte tarfta ne var? hudabin, hakperest.

amç. islamda mealcilikle son zamanda gözüken... buradaki mesele nedir? protestanlığın çıkışı da, bizdeki mealciliğin çıkışı da, yahudileşmenin temayülüyle oluyor. tevratı yeniden incile sokarak, ne yaptılar? siz iki şeyi düşünün dediler: akılla, uluhi bağınızı koparmak yönüne gidin. herkesin aklı bunu yapmaya yeterlidir. halbuki buna kendi dinlerinde sadece rabbiler yetkilidir. ikincisi de, aile bağından kopararak, dünyayla başlayıp dünyayla biten bir şey çalıştılar.

aş. insanlar, din insanın faydasına olan şeyi emrediyor, diyor. her şey bizim için. ben de bunu anlayabilirim. bu şekilde, vahiyden koparıyor. ben de anlarım diyor. ikinci olarak da ahiretten koparıyor. sen niye sait nursiyi takip ediyorsun diyor? sen de anlayabilirsin.

bir zamanlar yaşar nuri gibi insannların rağbet yapmasının özünde, ilmi enaniyet vermesi var.

amç. düşman oldukları şey, ehlil dalaletin, üstad diyor, meyve risalesi. çünkü biliyorlar ki, onların canına ot tıkıyor. çünkü adamların bütün varsayımlarını yıkıyor. esas imanı veren, haşir çünkü. bir adamın allahla bağını kurabilmesi için, ölüm var diyebilmesi lazım. meselelerin tümümünn muvakkat oluşuna kani olması lazım.

"ey nefsi emmare, katiyen bil ki, senin hususi ama pek geniş bir dünyan vardır ki, neyle bağlı, amal, ümit, temellükat ve ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. " peki bu temel, " en büyük temel taşı ve direği, senin vücudun ve hayatındır." hayat olmazsa, bunların hiçbiri olmaz. "halbuki o direk kurtludur. o temel taşı da çürüktür. hulasa esastan fasid ve zayıftır. daima harap olmaya hazırdır." bir insanın hücrelerinin bir arada uygun koşulda durma ihtimali, milyonda birmiş. cenabı hak o hücreleri bir arada tutarak mucize gösteriyor. "bugün sen iki kabrin arasındasın. "

aş.

"ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vâdilerinde koşuyor."

biraz insafla televizyonlara piyasalara bir bakın. her şey ben diyor. marka şehirler... her şey ben diyor. illa kişi manasında söylemiyorum. hepsi bir şey empoze ediyor. vahyin dışında başka bir şey ön plana çıkarıyor.

" Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir."

hakka hizmet etmenin tek yolu eneyi terk etmek. her şeyin allahtan olduğunu göstermek, bir ikram.

şu portakalın bile ismine bir marka koyuyorlar. o derece allahla olan ilişkisini bilmeden de olsa, koparıyorlar. falanca elması iyor. rahmet elması diye gelmiyor dünyanıza.

maalesef. illa bunu negatif olarak algılamamıza gerek yok. her şeyde bir benlik koyarak, yaratıcıyla olan ilişkiyi kesmeye başlamış. o zaman bizim eneyi kesmemiz gerekiyor. allahtan başka kimlik ifade eden ifadelerden kaçınmamız gerekiyor. "benim arabam, benim fikrim..." kavramlardan kopararak hizmet edilebilir.

amç. kefere arapçada örtmek anlamına geliyor. burada birden kopartmaya çalışmıyorlar. bir sis perdesi örtü, soruların mahiyetini değiştirip, mesela bir müslamn için hayatın anlamı ne desen? ilim ve ubudiyetle allahı tanımak demesi lazım. ama 5 yaşında çocuğa ne olacaksın sen desen, doktor olacağım, diyor. hayatın gayesini mümin olmaktan çıkaran bir süreç başlıyor.

ileriki yaşlarda, felsefe yapmak isteyen gençlik haline geliyor. hayatın gayesi ne? mutluluk. başka ne olabilir. peki sen hiç kalıcı mutluluk yaşadın mı? yok.

yy. onun da yolu var. okul bitsin, askerlik bitsin...

amç. hep bir erteleme. bir de huzur var. ne istiyorsun?

hş. yanlış bir şey değil. ebedi saadeti bulmak ve ... bunu risalede diyor.

amç. evet ebedi ama.

enaniyet bu kadar deruni bir mesele. bir tanesinde gafleti izale etmek şartı için, tefekkür ki, sahabe mesleğinin şartlarından biri. ikincisi, sürekli ölümü hatırlamak. üçüncüsü, allahı zikretmek. çünkü kalpler ancak öyle huzur bulabilir. dördüncüsü, namaz. dinin direği. içinde rukü ve scde ile ubudiyetin anlamlandırıldığı ve oruç gibi ibadetlerle, nefis denmesini kırmak. bu dört aşamayal enaniyeti her gün izale etmek mümkün olur.

aş. üstad enaniyetin muhalefeti olarak, ihlası söylüyor. nefsini değil, allahı öncelemek olduğu için, tevhidin bir başka formu olarak, ihlası söylüyor. ihlasta da en önemli hususlardan biri, bizim üç evradımız var dediği, sünnet-i seniye ve bir de tefani meselesi var.

bir insan risaleyi dahi anlatacaksa, burada biri onu taltif ediyor, onu sahiplenmek bile enaniyet olabilir. önemli olan hakkın çıkmasıdır. hak herkesin ortak malıdır. kimse sahiplenmesin bunu diyor üstad. herkesin malıdır. hakikatı dahi ene perdesi içinde sunarsak, hizmete de mani bir özellik gibi geliyor bana.

kendi dünyamda nefsim sürekli sahiplenmek istiyor. ama vicdanım da diyor ki, önemli olan hakkın ortaya çıkmasıdır. bu şükür vesilesidir, ama benim sözüm gibi başkasına empoze etmemem gerekiyor. bu bizim malımız değildir, kuranın malıdır tarzında güzel bir şekilde ifade etsek, güzel oluyor.

mk. aş benim mazimi bilir, ben bu konularda, okula pek gitmedim, yeni yeni mektebe yazıldım, şimdi takip ediyorum. ali derviş bu konuda bir şeyler derdi hep. ... şimdi siz diyorsunuz ki, eneaniyeti terkedecek. enaniyet ne ki, terk edelim? ne olduğunu iblsek, o kolay olacak.

ihlas konusunu ben yıllardır derdim, ihlaslı olacağız, ama nedir ki, öyle olacağız?

ali baba, sık sık, zıttından düşünmeyi yapar, zaman içinde şunu algıladım. ihlas demek ne demek diye soruyorum: tesiri hakikinin allahtan olduğunu bilmek, ihlas diye algıladım. yani insan kendisini tesirli bilirse, enaniyetli olmaya başlar. öyleyse, insan kendisini tesirli nasıl bilmeyecek.

geçen haftaki ders çok ağırdı. ama her zorluğun allah bir kolaylığını verir. ben çok bilmem, ama şöyle açıldı bana. burada bir kumaş var, bunu ölçüyoruz. diyoruz ki, yüz santim. şimdi, o metreyi ölçtük diye, kumaşın kalitesini metre mi belirliyor. yok. kumaşın kokusu, dokusu hepsi var. metre onu ölçtü diye, bezin tüm özelliklerini metre mi veryior? yok. kumaşın özellikleri nereden gelmişse, oradan geliyor. biz ama metreyle, kumaşı ölçmek durumunda kalıyoruz. yoksa, o bezin kıymetini ...

metre çıkıp derse ki, valla ben olmasam dünya olmaz, bunun bütün özellikleri benden kaynaklanıyor, dese. gülmez miyiz? ama metresiz de hayat olmaz. bir şeyi ölçeceğiz.

dolayısıyla insanoğlunun kişiliksiz yani enaniyetsiz bir hayat yaşaması çok zor. bir tarzı olacak, kişiliği olacak. bunun oturması çok önemli. sayın beyefendi her ne kadar dediyse de, çocuk doktor olmak istiyor, bunun suç neresinde. bunda suç yok. yapacağımız şeyi söylemek suç mu?

aynı metre gibi, insan, benim algıladığım kadarıyla... eğer metre olmazsa, kaç metre olduğunu bilemeyiz. ama metre her şeydir gibi, dersek, o zaman kişilik nedir? kişilik bunları algılayabilme özelliği. kişiliğimiz oturacak, ama metre ölçtüğümüzde, kumaşın tüm özelliklerinin ortaya çıkmasına yarayacak, bunun menbaının ortaya çıkması için lazım. kişiliğimiz, enaniyet dediğimiz alet bu demek. ene olmazsa, bunları anlayamayız. sorumluluk alamaz insanoğlu. biz bunları anlıyoruz diye, her şeyi bunun ölçmekten kaynaklandığının, kendisinde ittihaz etmek de yanlış olur.

bir arkadaş güzel risale okuyorsa, allah onun ağzından güzel risale gönderiyor. güzel yemek yapıyorsa, onun elinden güzel yemek gönderiyor.

sait nursi ne diyor? benim elimden gönderilmiş risalei nur, ama benim malım değil. yani allahın gönderdiği bir nurdur.

kişiliğimizi reddetmemize bir gerek yok. fakat hazinei ilahiyeden gönderilen şeylerin de onun mülkiyeti olduğunu algılamak. ama eğer kişiliğimiz çok gelişmiş olursa...

doktorum benim gözümü muayene etti, allah razı olsun, fakat bu durumda, benim gözümü yaratan, sayın doktor mu? hayır, gözü yaratan, gördüren allah. sayın doktorum sadece ilmiyle, mesleğiyle, kudretin yarattığı gözü daha iyi görmeyi gördü. şunlar yapılması gerek dedi. doktorluk gözün hakikatini daha çok görmeyi, ve yaratıcıya daha çok hayran olmayı, onun bilgisinin yaşanan bir süreç olarak...

aş. aslında ali muratın dediği de oydu. onu kastediyor. zahiri olarak, doktor ol, dünyevi bir maksatla, iyi para kazınrsın manasında. yoksa, doktor ol, allahın mucizelerini gör, anlamında değil.

amç. fenler veya meslekler, bize acziyetimizi daha çok anlatır. gözün mesela, şu anda nereye gideceğini bile tahmin edemiyorsun. karar veremiyorsunuz. hayat gerçekten mucize. ticaret de öyle. sosyal hayat da öyle.

o yüzden, dünyanızı kazanmak için de ahiretinizi kazanmak için de, güzel bir meslek edinni. çünkü allahı tanımamız için o meslekler gerekir. yoksa hayali bir alemden rabbimizi tanımak daha zor olur.

enaniyetin çok ince bir zar gibi olduğunu, hem ölçecek, hem de malik bilmeyecek kendini, iman sahibi olmak demek, haddini bilmek demektir. yani allahın ne kadar kudreti olduğunu, insan enesiyle anlarsa, o zaman kişiliği olur. bu kişilik ne kadar gelişirse, perde şeffaflaşır. ötesi kuru gürültü.

bir gözün arızasını anlamak için bir saat muayene ediyorsun. o gözü nasıl yaratırsın, yaşatırsın? imkanı yok. o yüzden enaniyetli olmaya kurbağalar bile güler.

amç. ene kendi yapabildiklerini görüp, allahın sıfatlarını tanımak için bir mihengi noktası. yoksa burada, eneyi öldürmek gibi bir çerçeve çizmek istemiyoruz. bizde mahiyetini anlayıp, cenabı hakka ulaştıracak bir vesile olarak konumlandırmak doğru olanı.

"dört şey için, dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lazımdır.

1. dünyanın ömrü kısa olup. süratle zevale gider...

nasıl dünyayla bağımızı keseceğiz? herkes derviş olsa, çorbayı kim kaynatacak.

ayrılmanın üzüntüsü, kavuşmanın lezzetini ortadan kaldırıyor. neye kavuşursan kavuş. eğer dünyanın ömrü kısaysa ve elbet bir gün elinden çıkacaksa, o çıkacak kaygısı bile lezzetleri acılaştırıyor.

"2. dünyanın ..."

hatta meşru lezzetleri bile tanımlarken, bir üzüm yedirir, 10 tokat yedirir. gayri meşru lezzetler ise, zehirli bala benzer.

"3. kabir dünyanın lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez."

toprağa girdiğimizde bir şey diyebiliyor muyuz?

"4. düşmanlarla haşarat-ı muzıra arasında bir saat durmak..."

üstad dünyevileşme bahsinin geçtiği her yerde, namazı nakış gibi çakıyor. çünkü başka türlü mümkün değil. namazın hakikati algılanamazsa, dünyadan kalben kopmak mümkün değil.

"geceye benzeyen gençliğim zamanında..."

gençliği geceye benzetiyor. hatta istanbulu da böyle benzetiyor. istanbulun şaşalı günleri, gözün görmeyen beyazı gibidir.

"medenilerin ...(aydınlanma)"

mk. şimdiki tabiri çağdaşlık.

amç.

"onların misali güya rüyasında uyanıp..."

rüyasında rüya anlatıyor. daha uyanmamış ama.

yarı uykuda bulunan insanları nasıl ikaz edebilir? bu zamanda insanlar bataklığa düşmüş, çıkmak istiyorlar. gaflet tabirinden, çamurları da misk zannediyorlar. bu insanları dünyevileştirmekle nasıl uyandırabilirsin?

aş. nur gösterirse, etrafındaki bataklığı fark eder.

mk. %5 dinsizliği savunur. yoksa insanlara bak, gaflet ağırlıktadır.

amç.

"ey uykudayken kendilerini ayık zanneden...

aş. burada önemli olan tavır.

amç. özenti. hadiste çok açık, onlara benzemeyin diye.

"çünkü aramızdaki dere pek derindir..."

sosyete hizmeti yapıyorum ben diyorlar.

"ya siz de onlara iltihak edersiniz."

bu çabanız varsa, en kötüsünden ehli dünya olursunuz. o yüzden bizim kesben, terk etmeye çok ihtiyacımız var.

oğ. bu son söylediği siyasi arenada çok tecelli ediyor. iktidara talip olunduğunda, uzlaşma yoluna girildikçe, iltihak edersiniz diyor ya, bu sefer siz de onların oyuncaklarıyla oynamaya başlıyorsunuz. her şeyin yeşilini yapmaya başlıyorsunuz.

aş.

"Ene'nin istimalinde haklı dahi olsa; mademki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır. "

benim nasıl algıladığımdan ziyade, nasıl algılandığım da çok önemlidir. sen nefisperest olmayabilirsin, ama karşıdaki insan böyle yapıyorsa, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır.

oğ. örneklendirebilir miyiz?

mk. bir konuda doğru görüyorsunuz siz. haklısınız. fakat hüsnü o konuda o doğruyu görmüyor. çünkü herkesin her doğruyu, herkesin gördüğü derecede doğru görme şartı yok. sen de doğru göreceksin deyip de baskı yapsam ne faydası olur? görse zaten sana iltihak edecek.

sait nursi, çok enteresan bir şey der: iki kişi kavga ediyorsa, kime yardım etmek lazım? haksıza, çünkü haklı olan insaflı olur; yoksa bela artar.

aş. o genel değil, hususi bir manada.

mk. kavga, artık cinayete gelmiş. orada.

madem ben haklıyım, ne yapacağız? ben kendimden eminim ve rahatım, inşallah bu arkadaşım da bu fırsata kavuşur. yoksa haklıyım diye haklılık terörü estirmeye hakkımız yok. o yüzden enaniyetimizden haklı bile olsak vazgeçsek, hayırlıdır.

aş. diyelim ki, ehli dünya var. ben bir şey ifade etmek istiyorum öne çıkmak istiyorum. karşıdaki insan, hab bu adam, senin ön plana çıkmanı nazara alıyor. güzel konuştuğunu da görüyor. diyelim ki, sen o meseleyi de iyi biliyorsun. fakat karşı taraf, seni o fikrin sahibi gibi görüyor. orada sanki, kendine mal etmeyip, biz böyle düşünüyoruz diyerekten, oradaki hakikatin kaynağını ben söylüyorum diye değil de, bize dönüştürerek, arkadaşlarımız da böyle düşünüyoru diyerekten, güzel hakikatleri, herkese teşmil ederek, adeta orada hakkın kaynağını kişilere değil de, cemaate.

oğ. metinde enaniyeti kendi aramızda da kullanmamız gerekir diyor. haklı bile olsanız, bu hizmetin içinde enaniyeti terk edin.

aş. fakat yanlış yerlere de girebilir. adam istismar ediyor, sen buna karşı çıkman gerekebilir. dikkatli olmak gerekiyor. nefisperest olmaktan kaçarken, başımızı bükelim, başımıza vursunlar anlamı da çıkmamalı.

mk. vurduralım demiyoruz ama dik durmakla diklenmek ayrı şeyler. biz ikisini birbirinden ayıramıyoruz. biz vurmayabiliriz, ama kendi fikrimizden emin olacağız.

diğer noktaya gelince, beşiktaşlıları biliyorum. gidiyorlar, çarşıda bir kafayı çekiyorlar, sonra maça gidiyorlar. adam ezilmişlikten çıkıyor, abi biz yırtarız. tek başına yapamıyor da, o grubun içinde, öyle bir gaza geliyor ki. bizim için de aynı şeyler. kişilik olarak aynı şeyi hissetmiyor, ama cemaat altında öyle bir hoşgörüsüzlük yapıyor ki, çok enaniyetli. şahsın adına da yapsan, aynı şeyi yapacaksın.

hanımlar için de lütfen dikkat edin arkadaşlar. bir arkadaş söyledi, 100% haklı ble olsanız, siz haklısınız diyeceksiniz. bu hayat tecrübesi.

amç. enaniyetimizi kırmak anlamında mı söylüyorsun?

yy. tutarsızlık olur. kadına hayır demeyeceksin, diyorlar, sonra bildiğini okuyacaksın diyorlar.

mk. insan bir sürü şey söyler ya korkmayın. ya hafız dedi bir arkadaş, bu zamana kadar astık kestik hiçbir işe yaramıyor, en sonunda hanım ne diyorsa onu yaptık.

yy. yaşlandıkça hanımların gücü artar, çocuklarla birlikte.

aş. enemize bir pay vermemek, haksıza yardım edin esprisi. fitne katilden daha beterdir. evin içinde fitnenin ortaya çıkmaması için, bu tarzda bir davranış çok da hikmetli olabilir.

yy. hatta yalan bile cevaz verenler var.

aş. üstad yalana hiç cevaz yok diyor, savaşta dahi. çünkü istismarı çok fazla olan bir şey.

o hadis, fakat bu zaman hükmü taşıyamaz diyor. istismara çok açık olduğundan , bu zamanda bu hüküm geçerli olamaz diyor.

oğ. ben haklı dahi olsa, eneyi kullanmamaktan şunu anlıyorum: hizmetin içinde, siz selahiyet sahibisiniz. başkaları da talipse, orada şunu düşünmemek lazım: bunu ben yapmalıyım, ben daha iyiyim. haklı bile olsanız. geri durabilmek gibi anlıyorum.

aş. çok veçhesi vardır.

hş. haklı bir şey söyleyebilirsiniz, ama bunu kendinize mal ettiğinizde, haktan koparıyorsunuz. haksız oluyor. sen haklı bir şey olsa bile, kendinden sudur ettiğini söylemekle, haksız oluyorsun. o zaman karşı taraftaki de öyle yapıyor. tamamen haktan kopmuş bir zemin oluşuyor.

aş. bir söz doğru olabilir, ama haklı olmayabilir. çiçek güzeldir, cümlesi gibi.

Hiç yorum yok: