15 Mayıs 2009 Cuma

Mesnevi-i Nuriye - Zerre

aş. zerredeki ilemler hep birbiriyle bağlantılı. arkadakileri bilmek gerekebilir, ama her biri müstakil aynı zamanda.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümidvar olur. Âhiret için lâzım olan a'mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır. Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor. Ancak sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder. Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: "Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da, esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faideleri vardır" diye müteselli oluyor. Meselâ: İlim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.
Hülâsa: Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir."

aş. nefis dünyaperest. şeytan agnostik. heva da ...

amç. sofestaiyi şöyle açalım mı? sofistler var, sokrattan önce. bunların modern şekli, nihilistler. yani her şeyin yokluktan ibaret olduğuna dayanan, materyalist altyapısında. maddeyi bölsen bölsen, hiçe gidersin. hiçi sonsuzla çarpsan, yine hiç olur. dünya gerçekliğinin var olmadığına dair bir halisünasyon ekolü.

buradaki bektaşi ne? hani namaza yaklaşmayından ünlenmiştir ya bektaşi, burası da öyle. eee gerisini oku, hafız değilim. heva de öyle. işine geldiğini alıyor. bunun sonu ne olur? onu karıştırma şimdi. şimdiki zevkimize bakalım. bir arka plana baktırmayan şey, heva. heva o anlıktır, lezzetine bakar, sonra ne olur, buna değer mi diye sorular sordurmaz.

aş. bir önceki de şöyle anlatıyor: sofestaiyi anlatıyor:

"Veya sofestaî gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Taâruzan, tesakutan kabilinden: "Hiç birisi de hak değildir" diye hükmeder."

aş. tam postmodern. herkese göre bir doğru vardır, hiçbir şey sabit değildir demek suretiyle, hakikati yok suretine getirmeye çalışır. yani allahı inkar etmek için, mevcudatı inkar etmek. mevcutu kabul etse allahı kabul etmek zorunda kalacak. o yüzden, hakikati inkar etmek adına, hiçbir şey kesin olmaza, dyerek, mutlak hakikati reddetmeye çalışıyor.

amç. çünkü baktılar ki, modernizm, siyahıyla, nurun beyazına galebe çalamadı. yıllarca allah inancının karşısına siyahla dikilmeye çaılıştı. baktılar ki, olmuyor. bu sefer griliklerin arkasına saklanmaya çalışıyorlar. olabilir, olmayabilir gibi işi çamura bulamaya getiriyorlar.

aş.

"İ'lem Eyyühel-Aziz! Gafil nefis, âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor. "

kendi anlayışımız böyle değil mi? ölümden sonra ahiret var. bu zan neticesinde, ahireti bitişik olarak görmek suretiyle, nefsin eline iki silah geçiyormuş. bunu anlamak lazım. bana ilginç geldi.

"Bu itibarla nefsin elinde iki silâh vardır. Dünyanın zeval ve fenasının eleminden kurtulmak için âhireti düşünmekle ümidvar olur. "

aş. şu anlayışta negatif bir şey yok gibi görünüyor. dünya fani, fakat ahiret var demeyecek miyiz, yani. dünyanın fena ve zevalinin eleminden kurtulmak için, ahireti düşünmekle ümidvar olur, diyor. böyle düşünmeyecek miyiz? dünyanın gelip geçiciliğini görünce, ahiretle teselli bulalım. nefsin elindeki silahlardan biri buymuş.

"Âhiret için lâzım olan a'mal külfetine gelince, gaflet veya tegafül ile ondan da kendisini kurtarır. "

bunu anlıyoruz.

bu anlayışın hangi algıdan kaynaklandğını vurgulamak istiyor. cenneti dünyanın önünde görürsen, böyle algılaman kaçınılmaz olur. dünya bitince, ahiret hayaytı başlayacak anlayışı, nefsin eline iki silah veriyor. birinci silah, dünyada çektiği azabı, üstad hutbei şamiyenin başında, der ki, bu zamanın gaflet veren, cazibedar oyuncaklarından dolayı,ve levhiyatından dolayı, ne kafir cehennemin azabını tam hissediyor, ne de mümin cennetin lezzetini tam tadabiliyor. o ilginçtir. cennetin de cehennemin de, mahiyetini bu halle örtüyoruz. şu tavır buna sebep oluyor.

nefsin eline nasıl bir silah geliyor? önünde azap gördü, ne diyor? ahiret var kardeşim. yani inşallah ahirette huzur bulacağız. o anda o anın problemini çözmüyor. iksinde de aynı şey. çünkü çizgisel zaman anlayışı, ertelemeye çok müsait bir anlayıştır. bir de insanın algılamasında çok ilginç bir şey. bunu cabiri bir yerde, eşari de falan söylemiş, zaman algılaması çizgisel değil, dairesel bir zaman algılaması var.

zaman olgusu, şöyle düşünülüyor. bir mekan var, içinde eşyalar var diye düşünüyoruz. doğuştan dahili bir zaman var, biz de onun içinde hareket ediyoruz gibi algılıyoruz. aslında zaman da mekan da aynı şeyin farklı yüzleridir. zaman denilen kavram, değişik olayların ard arda gelmesinden oluşan bir şeydir. yoksa olayın dışında boş bir zaman veya mekanın dışında da mekan yoktur. insan dünyanın sanki sabitmiş gibi algılıyor.

burası sabit olunca, burası değişken olmayınca, kendime, burada daimi bir hayat algılaması tevehhüm-ü ebediyet oluşmaya başlıyor. yani çizgisel zaman, belli zamana kadar bir şey yapacağız, sonra başka bir şey olacak diye kabul edince, insanın anı yaşamasını erteleyen bir şey var. çünkü benim önümde garanti gibi, sanki bir sürü zaman var. o zamanları da yaşayacağım diye bu zamanlaarı, o zaman için terk etmiş oluyoruz. nefsin eline bir silah vermiş oluyor.

birincisinde ahiret için gerekli ameli erteliyor. ikincisinde, elemi de erteliyor.

"Ölmüş olanların hayatta olmadıklarını düşünmüyor."

aş. ölmüş olanlar şu şekilde değil mi:

" Ancak sefere gidenler gibi, görünmüyorlarsa da hayattadırlar, diye zanneder. "

yani berzah aleminde sefere gitttiler, diye düşünüyoruz.

mk. nasıl zannedeceğiz?

amç. bizim hayat boyutunda değiller. başka bir boyuttalar.

aş. burada önemli olan, şu anda yaşadığım hayatın daimi olmadığını vurgulayacak şekilde, onları algılamıyorum.

"Ve ölüme o kadar ehemmiyet vermiyor. "

aş. yani ölümün ciddiyetini anlamıyor. şu hayatın fani olduğunu bildirmesi lazım, ölümün. asıl hayatın bundan sonraki hayat olduğunu, onun için çalışmak gerektiğini. bunu derken, bitecek, ondan sonra başlayacak değil. bu hayatı ahirete mal etmek, yönüyle hatırlamıyoruz o zaman. burası sabit bir mekan, sonra o tarafa gideceğim, gibi. ölüm şu hayatın, zevalli, geçici mahiyetini görmezsem, şu anımı değerlendirmiyorum. biraz tul-i emelle uzatıyorum.

"Bazı dünyevî işlerini ebedîleştirmek için şöyle bir desisesi de vardır ki: "Matlublarımın dünyada semereleri olmasa da, esasları âhiret ile muttasıl ve âhirette faideleri vardır" diye müteselli oluyor."

aş. burada kitap okuyoruz ahiret için, bir sürü faydası vardır. öyle olması gerekmiyor mu?

mk. ne demek dünyevi iş?

aş. şimdi söyleyecek.

" Meselâ: İlim gibi, "Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır" diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur."

aş. bunu çok bariz şurada görüyorum: ileride faydası olacak diye bir sürü kitaplar okuyoruz. ama uygulamaya gelince, karıştırıyoruz. çocuğu izlemek yerine, oradan öğrenmek yerine, habire bilgi yükleniyoruz, ama bir tane öğrendin uygula.

uygulayacağımız bir şeyi yapmak maksadında. bir sahabe, bir ayeti ezberliyor. sonra yine soruyor. sonra yine soruyor. hz. ömer kızıyor, bir onu uygula sindir, ondan sonra gel öğren.

hş. o zaman kuranı mı okumayacağız? şu anda faydası yok fakat ahiret için okuyorlar.

is. faydasız ilimden allahım sana sığınırım, diye bir dua var ya. pratikte dünya meselelerine çözüm üretmek içindir.

aş. kuran okuduğun zaman, ubudiyet yapıyorsun aslında. ama ilim, sonra bana faydalı olur diye.

dünyevi işlerini ebedileştirmek için diyor. maksadı ona karşı zaafı var. onu ön plana çıkartıyor.

mk. niyet okuyorsun.

x. kuran okunuyorsa, oradaki ayetleri öğrenmeye çalışmak da bence önemli.

mk. şimdi hüsnü kardeşime kıyamam, ama iki kelam etmek istiyorum. bu kuran misali, çok zor bir misal. ama verilmişken, tersinden, sizin engin müsamahanıza dayanarak bunu söylüyorum. benim sevgili anneciğim, bir yerde tahakküm kurmak ister. kuramadığı zaman, kızar ve hiddet eder. bu sefer, homurdana homurdana kuran okur. ben de öyle bir gıcık oluyorum ki, kuran okumasına. şiddetini kuranla bana ve çevresine çarptığını hissediyorum. ve kuran okudukça teskin olacağı yerde, gittikçe hiddeti artarak devam ediyor. çünkü kendi tartışılmaz, eşit olmanın üstünde yüksek statüsünün verdiği hakla, kuranın üstüne çıkarak, etrafına ateş atarmış gibi, ben öyle hissediyorum.

kuran konusu çok zor. buradaki konunun ana endeksini, diyor ki, eğer en ince nokta: dünya ve ahiret ilişkisinin yanlış bir denklem içinde kullanılmasının sorun olduğu. tabi ki, ahiret dünyadan sonra geliyor. bama bunu yanlış kullanarak, dünyada ahiret gerçeğini ne kadar iyi anlarsak ... buradaki ana konu, doğru şeylerle uğraşıyor olabiliriz, önemli olan uğraştığımız ilişkinin, yaptığınız işlemin doğru olmasıdır. yaptığınız işlemin doğru olmasından daha önemli, yaptığınız işlemin ne olduğudur. eğer böleceğiniz yerde çarparsanız, ne yapsanız yanlış çıkar. eğer yaptığımız işler, fiili olarak, diyelim ki, babamın ölümünü hatırlıyoruz. babam şunu derdi diyoruz. bunu derken, ben de rahmetli olacağımı hissedip, o anda titreyip ve secdeye gidecek fiili duruma geçmiyorsam, o konuşmalar bir kahve konuşmaları derecesinde kalıyor, diyor. dolayısıyla işlem çok önemli.

buradaki sait nursinin, önemli bir şeyi söylememiz gerekir: gerçekten sait nursi, bazen derdim, duygusal bir iman serüveni yazan bir insan. belki doğrudur, ama bu yeterli değil. adam gibi adam, dünyada yaşayan ve aheiretin gereklerini gören bir adam.

aş. bir hadis var ya, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, her an ölcekmiş gibi hairete çalışmak. bu bunun dersini veriyor. her anını kullanmanın dersini veriyor. şu anın var elinde sadece, başka bir şey yok. çünkü çizgisel algılama olduğu zaman, ister istemez, bu anı iptal ettirebiliyor. dolayısıyla anın kıymetini anlamamıza engel oluyor. bize verilen bu anı ahiretle irtibatlandırmakla mükellefiz. her şey esmaı ilahiyetnin tecellisidir. dolayısıyla her şey ona dönmeyi gerektirir. bizim vazifemiz, her şeyi ona döndürmek.

su içiyorum. yarın susuzluğumu gidersin diye su içiyorsam, kahve konuşmasınadn başka bir şey değil. ama beni susatan biri var, her zaman suya muhtacım, her zaman susuzluğumu gideren bir rabbim var diye saki olana suyu verene yöneldiğim zaman, o anım, yokluktan çıkmış olacak.

daha ilginç bir şey söyleyeceğim: resulullah, ibadet deyince şöyle algılayabilir. geceleyin teheccüde kalkmak güzel bir ibadettir. ama afedersiniz, tuvaletten girip çıkarken de ibadet olabilir.

padişaha sormuşlar. susuz kalsan, yarım bardak su için, saltanatın yarasını verir misin? evet demiş. peki su içeride kaldı, çıkartamıyorsun. bütün saltanaatını verirsin. işte saltanaataın, bir bardak su kadardır. ezayı benden kaldıran ve menfaatliyi bende bırakan rabbime hamd olsun, diye o fiilini dahi allahla irtibatlandırıyor. o anım da ubudiyet oldu.

aci. bu anlaşılır bir şey, fakat bunu dünyeviye dönüştürerek bunu açıklayabilir misin? bu anlaşılan kısımda, dünyevi olarak yaptığımız hareketelre bir örnek lazım.

amç. bir çerçeve koysak. eğer ahirete ait baki bir eser bırakmadıysan, fani dünyada bıraktığın şeylere ehemmiyet verme. şöyle baksak daha basite indirger miyiz? iman edip, salih işler yapanlar orayı kazanıyor değil mi? ahiretle ilgili iş nedir diye baktığımızda. ahirete götürecek temel şeyleri sıralasak, belki burada tali şeyler hükmüne geçebilecek noktalar daha çok gözümüze görünür. o zaman ilimin içerisinde de defolu yanları sayabiliriz. bizi ahirete neler götürür? zihinsel bazda değil de, pratik bazda. bizi doğrudan ahirete götürebilecek şeylerin dışında kalabiliyorsa, o zaman anlarız ki, ne kadar ulvi görünse de bizim açımızdan nefsin silahlarına giriyor deriz.

hş. en basitinden, boşver, bu dünyaya bir daha gelecek miyiz, diyor. bu dünyaya bir daha gelmeyeceğiz. o zaman ne yapmamız gerekiyorsa, bu dünyada yapacağız. ikincisi, mesela, bu dünyada olmasa, ahirette huzur buluruz. ben demiştim ki, bu dnüyada huzur bulamazsan, ahirette nasıl bulacaksın? bu dünyada içinde merhamet huzur yoksa, ahirette o huzuru sana kim getirecek. ne varsa, burada bitiyor. tohumu burada atarsın, orada çıkar.

amç. soruları da cevapları da aynı yerde yazılmış bir kitapla muhatabız. ahirete gitmeden önce, sorgulanacağımız şeyler belli. çocuk yetiştirme için ciltlerce kitap okuyup da, sonra 18 yaşında uyuştuurcu müptelası bir çocuk yetiştirmek gibi bir analoji gelişti aklımda.

çıkacak sorulara bakmak lazım.

zk. affan ağbinin sorusuna binaen şunu diyecektim. dünya hayatı dünyada yaşanır, ahiret hayatı ahirette yaşanır anlayışını kırmak istiyor burası.

aş. yaptığın iş ya dünyevi olacak, ya uhrevi olacak. başka alternatifi yok.

mk. gerçek dünyayı yaşamak, ahireti şu anda burada hissetmekle olur. yoksa, sonu belli olmayan, bugünü belli olmayan... orta yerdesin, ip her an kopabilir, türü bir hayat yaşamış oluruz.

pragmatizm diyoruz. gerçek din, pratik hayatın tam özüne getiriyor sait nursi. zaten hayat da pratiktir.

bir de tavzih etmek istiyorum. mutlaka kitaplar okuyacağız. aslında gözlem yapabilmek için de kitap okumaya ihtiyaç vardır. ama önemli noktalardan bir tanesi şu var: belirli kitapları okursunuz, araştırırsınız. belirli noktadan sonra, bir kıvam oluşur, netleşirsiniz. yoksa hemen her şey netleşecek diye bir şey yok.

aş. burada en önemli mesele benim anladığım kadarıyla: zihinlerde, şöyle bir algılama her zaman var. ölüme kadar geçen bir hayat. sonra başlayan bir hayat. fakat ısrarla, anın üzerine vurgu yaparak. üstad bunu çok yerde söylüyor. sabır kuvvetini dağıtma derken de öyle. bir gelecek var, bir geçmiş var. ikisi de şu an yok. sen ana bak, onu yaşa. kadere doğru bağlanmak, takdire uygun davranmak, diye bakınca şöyle bakıyorum:

resulullah hiçbir zaman devleti hedeflemedi. kendisine allahın verdiği kabiliyetlerde, şartlarda, burada ubudiyetimi nasıl yaşarım esprisiyle yaşadı. zaman zaman bu devletle olur, başka yerde, açılkla olur. ama her anını allaha verme gayretiyle olduğunu anlıyorum. ama bizim dünyamızda, şöyle bir müessesem olsun, aslında dünyevi şeylere endekslemekle bunu anlıyorum. bir şeye endeksliyoruz. bu şartlarda elimde olan şuve allahı zikredeceğim. oraya doğru gidiyorum. her anımı allaha vermek. fakat şöyle olunca, aracın amaç haline dönüşmesi, şu olmazsa, bunu yapamam gibi, şart ve ben de bunları yapmak zorundayım, hedefe kilitlenerek, anı, o hedef uğruna harcamak, en büyük tehlike burada. dünyayı ahirete feda etmek manasına gelir. peygamber olmuştur ki, hiç tabi olan olmamıştır.

ama ben deesm ki, benim 1000 müridim olsaı lazım. bu anlayış buna tam ters. benim dünyada bir etkim olsun. ama yanına bir ahiret kılıfı uydurmaya çalışıyorum. senin amacın ahiretse, sen yolda gidersein, allah sana bir yol çizer.

mesela kurumlaşmak, kurumu ön plana çıkarıp da, hizmet için ferdi hakları çiğnemek, bu anlayıştan doğuyor gibi geliyor bana.

amç. şöyle diyebilir miyiz: bir meçhuliyeti, başka bir meçhuliyete endekslemek hatası aslında.

çok pratikte şöyle oluyor: bir evleneyim, tuttturacağım namaz ritmini.

veya, bir şeriat gelsin abi, onun hayatındaki her şey dört dörtlük olacak. olmamasının sebebi, sistem problemleri. bu çok yaygın.

hayatın aslında tek bir gerçekliği olan ölümden kopmak, hayatın gerçekliğini koparıyor. her şeyin ortasına değişmeyecek bir gerçekliği oturtmak lazım.

aş. o ölüm ne demek? şu anda yaptın, yapmadın bitti. yok oldu.

rz. burada ben hayyı kayyumu hissediyorum. buradaki iki silah, sanki, hayyı görmeden kayyuma takılmaktan gelir. niye ben bu anımdaki acıyı yaşamaktan kaçıyorum, veya şu anki sevinci, gelecekte arıyorum.

ticaretten bir örnek vereyim. selden kütük kaçırmaya benzer bu işler der. ne kadar çok satarsın, o senin karına. zamanı, sele benzetirsek, allahın yolladıklarını kütük olarak görmek lazım. eğer ben kütüğü yakalıyorsam, o an hayattar oluyor. o zaman ben hayattayım yani. sen seli sürekli zannediyorsun, ama sürekli değil. o aynı kütük bir daha gelmeyecek.

rm. kütüklerin arkası geliyor diye beklemek sette.... o da ahiret var nasıl olsa demek.

rz. kayyumiyetin esas sırrı, hayyda geçiyor. eğer o anda hayyı yakalamazsak, kayyumiyet bizim için ölmüş oluyor. ama bunun esas açması gereken nokta, ahiret olayı var. ahireti nasıl hissetmek lazım. kütüğü yakaladığın anda, zaten, ahireti yaşıyorsun. yoksa ahireti ayrı bir niyetle yaşamana gerek yok. o anda allahı biliyorsan, ahireti zaten yaşıyorsun.

aş. avcı misali. devekuşu, kafayı toprağın altına sokuyor. ya tehlikeden kurtulacaksın, ya da ... sanki avcı yokmuş gibi davranyıyor. veya avcıyı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor. bu çok ince bir nokta. avcı her halükarda orada. bizim anımızdan başka bir şeyimiz yok.

rz. anı yaşa diyorlar.

aş. anı allahla irtibatlandırıyorsan yaşarsın, yoksa yaşamazsın.

amç. sloganı şu hale getirsek, daha güzel olmaz mı? anı yaşat desek. dikkatimi şu çekti: üç tane fluluktan bahsetti: nefis, şeytan ve heva. üçünde de fluluk veriyor. hepsi postmodern. bütün bu fluluğu ortadan kaldıracak tek şey var, karanlık zannettiğim şey, yani ölüm. en karanlık zannettiğimiz şey, aslında hayatın en aydınlık yeri. ölüm aydınlığını dünyanın içine her tefekkürümüzde sokmazsak, eylem bazında hayatımıza geçiremediğimizi görürüz.

aş. ölümü çok zikrediniz. eşyanın fenasında bekayı görmek gerekiyor. bağlandığımız eşya yoksa bizi ve hissiyatımızı götürüyor. aslında helak oluyoruz. ne yapacağız? orada onun fenasını görün. lezzetleri acılaştıran ölümü anın. aslında dünyevi yönüyle lezzetleri acılaştırıyor.

üstad diyor ki, hayat ile, mevcudat hayatlarayla hayyı kayyuma baktığı gibi, ölümleriyle, onun bakiliğini gösterir. ikinci önemli nokta da bu. eşyanın fenaya gidiyor olması, baki bir yaratıcının varlığını bize anlatır. yani eşyalara bağlanmamamız gerektiğini bize gösterir. ölümü anmak bu manada anlamak gerekiyor.

amç. ilk başta enenin tarifiyle başladık ya, mikyas olması bu zaten. diğer enelerin ölümüyle, ölümsüz olanı anlıyoruz.

aci. ölüm meselesi, çokf azla sunuldu gibi algıladım burada. ölüm geldiğinde, baki olana kavuşacağız diye bir şey yok. kim şu an ölmek ister? herkes hayır der.

aş. burada ölümden bahsedilen, eşyanın fenasıdır, her an ölüme gitmesidir. mesela bu lezzet, burada çayın lezzeti gidiyor. tutamazsınız bunu. yoksa ölümü istemeyiz.

ölüm demek, şu lezzetin gidiyor olduğunu bilmek demektir. madem ben bunu istemiyorum, ne yapacağım? bakileştirmek. güzelliğini. güzelliğinin devam etmesini sitre misin, dersen bir kıza. ne yapacaksın o zaman, bunun gitmesini istemezsin, ama gidiyor. o zaman bu gitmemesi için, baki olanla irtibat kurdur ki, baki kalsın.

amç. somut olarak ölümü de, gülerek merdane karşılar diyor, üstad. hz. yusuf, en sevinçli anında, ölümün gerçek hakikati bakiye kavuşmaksa, en sevdiklerimizin yanına gitmek için, terhis tezkeresiyse, ölümü istememek diye bir şey olamaz.

mk. bakın konu dağıldığı zaman bereket gelmez. risalei nurun her şeyini bu akşam konuşabiliriz, ama her konunun bir tavı var.

biz ahireti inkar etmiyoruz. ahiretin varlığını da kabul ediyoruz. benim anladığım kadarıyla, dedemiz diyor ki, bunu demekle kalırsanız, bu size fayda vermez. eğer ahireti konuşup da, inkar etmiyoruz diye, kendinize bir vasıf gibi kabul ederseniz, ahiret inancınızı tamamlamış olmazsınız. eğer ancak ölecekmiş gibi bir tavra giriyorsanız, o zaman doğru formda algılıyorsunuz demektir.

hk. burada ölümü düşünmekten çok, ahiretin mevcuduyitei ön planda.

iki tane dindar eş, açlık çektiği sırada, bir dua et diyor eşine. etmiş,b ir altın doğmuş. sonra düşünmüşler, sarayımızda bir tuğlanın eksik olması iyi olmaz. dua et geri gitsin, demiş.

bizim amellerimizdir, tuğlalarımız. mevcut olan bir şey yok. şu an yaptığın amelle, inşaat oluyor. ahiretin inşası, şimdi yaptığın amellerledir. elbette cennet olacak, ama bu senin için geçerli değil. henüz mevcut değil, senin için. bir amel yapmamışsan, senin için ahiret yoktur.

mk. çok iddialı konuşmalar, dünyamızı zora sokuyor. kıpırdanamıyoruz. insanlar adım adım yürümeyi öğrenir. uyguladıkça, yürümeleri artar. büyük konuşarak, büyük davranamazlar. insan olduğumuzu, bu dünyada yaşadığımızı, ortaya koyabilmeliyiz.

en büyük, ben şunu hissediyorum. " ya biz böyle yaşamıyoruz" demek çok kolay. ya kardeşim, biz yaşayabiliriz. fakat her şeyi yüzde yüz katamayız. her gün bir adım katarak, bereketi artar. bu yapılabilir.

aş. murata bir şey söylemek istiyorum. aslında burayla çok alakalı. ben ölümden korkumyorum, demek çok iddialı bir cümledir. anlarımızı ne kadar onun hesabına verirsek, ölümü o kadar arzularız, bu bir neticedir. eğer anlarımızı ölümden kurtarırsak, o zaman bakileştirirsek, ebedileştirirsek, ektiğin tohumu görürsün.

ne kadar huzurlusun şu anda? ne kadar tatmin olmuşsun. allahtan gelen musibetlere razısın. görelim mevlam neyler tarzında bakabiliyor musun? niye hep beni bulur? niye hep benim başıma gelecek, diye düşünmek, o anlarımızı ölümle irtibatlandarımadığımızın göstergesidir. yoğunlaşacağımız nokta, şu anda, şunla muhatabiyetimden ne kadar ahiret hesabına, ahiretin çekirdeği yapabiliyorum.

hk. zor mu kolay mı? o senin niyetine bağlıdır. niyetini değiştirisen çok kolay olur.

aş. allahın bir rahmeti var ki, geçmişlerimizi bile hayra kalbedebilirz. ama gayret edeceğiz.esas olan bilgi değil, onun pratikte yaşanıyor olması. allah ehr şey allahtan demek kolay bir şey, ama başına bir şey gelince, kızıyorsan, olmaz. pratik hayatımızda ne yaptığımız yaşadığımız önemlidir.

amç. geçen akademisyen arkadaşlarla sohbet ederken, hep şu nokta oluyor. işin felsefesini seviyoruz. istiyorsun, yapamıyorsun. işin çeperinde dolaşıp durmak cazip geliyor. biraz da entel dokusunu güzel örersen, çayla beraber uzun saatler geçirilebiliyor. ama şunu dersen: mevcut murat ne? şu. olması gereken adam ne? bu. peki bu adamla madde madde bakıldığında, bu fark nasıl giderilir? çok büyük hedef değil. namazında mı eksiğin var, nasıl hassasiyet gösterebilirsin? hakikaten pratiğe dönüştürülmüş, aksiyonlara dönüştürmek lazım.

aş. benim en belirgin şeyim: sevgi her şeyi hallediyor da, insan elde etmediği bir şeye ulaşmakta üşengeçlik yapabilir. ama elindekini kaybetmek istemez. bizim elimizde olanı bilmemiz gerekiyor. bize her şey verilmiş, ahseni takvim kıvamında her şey verilmiş. onu kaybetmemek niyetiyle bakarsak, o zaman amel yapmak, zevk olur.

ben kendimce, ölümden çok korkardım, çocukken. babamın ölümünden sonra biraz yatıştı o korku. sonra ben bunu yenmek için, mezarlıklara girdim, saatlerce oturdum. otopsi laboratuvarına gittim. zannediyordum ki, kendimce yendim ben bunu. bir gün bir yerde silah sesleri duydum. o anda kalbimdeki hissiyatı bir tarttım. ben ölümden çok korkuyorum diye anladım.

mk. yok, hıfzı hayat fıtri bir şey.

aş. ama ben günlerce onun tesirinden kurtulamadım. anladım ki, bu iş böyle gelsin, değil. bu bir hazım meselesidir. nasip meselesidir.

mk. insan ölümü isteyemez. dünyayı ahiretin tarlası olarak görüyorsan, nasıl ölümü isteyebilirsin.

aş. zübeyir ağbinin bir esprisi var: cennete girsem bile, buraya gelip hizmet etmek isterim.

amç. bence bu olgu, imanın seviyesiyle ilintili. hz. yusuf derecesi de var burada. veya ehli dünyanın yaşadığı ürperti var. bunun arasında imanlı bir insanda, hakiki ölüm korkusunun olmaması gerektiğini düşünüyorum. istek olmaz da, ama korkuyla yaklaşacağına inanmıyorum.

rz. ölüm korkusu, konumuzun dışında kalıyor. herkesle aynı neticeye de ulaşamayız. kimisi ölümden korkmaz, kimisi başka şekilde amel yapar.

bir de, şu aklıma geldi: sait nursi, niye sait nursi olmuştur diye düşündüm. üzüntülerden, sıkıntlardan kaçmadığını, ve sabırla onlara sabrederek, cevabını talep ediyor. geçmişe ve geleceğe atmıyor. allahtan acının cevabını isteyerekten, hayyın huzuruna çıkıyor. böylece hayattar kalıyor.

onlara ölü demeyiniz, onlar diridirler sözüne mazhar olacak kişiler de zaten, o özelliğe mazhar kişilerdir.

"Mülk ve melekût arasındaki hicab ne kadar incedir, aralarındaki mesafe ne kadar büyüktür. Dünya ile âhiret arasındaki yol ne kadar kısa ve ne kadar uzundur. İlim ile cehil arasındaki hicab ne kadar latif ve ne kadar kalındır. İman ile küfür arasındaki berzah ne kadar şeffaf ve ne kadar kesiftir. İbadetle masiyet arasındaki mesafe ne kadar kısadır. Halbuki araları Cennet ile Nâr'ın araları kadardır. Hayat ne kadar kısa, emel ne kadar uzundur. Evet hal ile mazi arasında öyle ince bir perde vardır ki, ruhun mazi cihetine geçmesine mani değildir. Cesede nisbeten bitmez bir mesafedir.
Kezalik mülk ile melekût, dünya ile âhiret arasında ehl-i kalb için şeffaf, ehl-i heva için kesif ince bir perde vardır. Kezalik gece ile gündüz arasında latif bir perde var ki, gözün kapanmasıyla gece olup, açılmasıyla gündüz olduğu gibi; nefsin âlem-i maneviyata gözü kapanırsa ebedî bir gece içinde kalır; gözü maneviyata açılırsa neharı inkişaf eder.
Kezalik Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.
Kezalik iman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür ve illâ âlemi zulümat içerisinde görecektir.
Kezalik ef'al-i beşer için iki cihet vardır. Eğer niyet ile Allah'ın hesabına olursa, tecelliyata ma'kes, şeffaf, parlak olur. Eğer Allah hesabına olmasa, zulmetli bir manzarayı göstermiş olur."

Hiç yorum yok: