8 Mayıs 2009 Cuma

Onsekizinci Söz Birinci Nokta

"Onsekizinci Söz
(Bu Sözün İki Makamı Var. İkinci Makamı Daha Yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.)
BİRİNCİ NOKTA:
(ayet)
Nefs-i emmareme bir sille-i te'dib:
Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbediyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir. Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır. Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun.
Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. (Haşiye)
(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskat etmesini çok beğendim ve "Bin Bârekâllah" dedim.
"

aş. burası yukarıdaki ayetin tefsiri. "yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırlarla övünenleri..."

ayette şöyle bir şey var: "onlara verilenlerden dolayı ferahlık duyarlar" sanki allahın verdiği nimetleri kendileri elde etmişler gibi, onun üzerinde fahirleniyorlar, övünüyorlar.

benim anladığım iki şey var burada: insan kendisine verilen, ama kendisinin olmayan şeylerle fahirlenmesi. ikincisi de, allahın ihsan ettiği şeyleri, kendi yapıyormuş gibi tevehhüm etmesi var. zaten konunun gelişimi de, mazhar olma meselesine kadar bunu izah ediyor.

ayetle birlikte düşünelim konuyu.

" Ey fahre meftun, şöhrete mübtela, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemta sersem nefsim! "

aş. bütün nefislere ait bir özellik bu. başka nazarlar tarafından takdir edilmek, övünmek istiyor. hep başkaları bizi görsün, takdir etsin bu genel nefislerin hareketlerinde hep bu gözüküyor.

ben bir ara yarım saat sokağı seyrettim. hep bazı ünlüleri taklit ediyorlar. yürürken normal yürüyor. sonra birilerinin yanına geldiğinde, yürüyüş değişimeye başlıyor. bu genel bir eğilim. birileri tarafından övülmeye , methe düşkün.

"hodbinlikte bihemta" ne demek bu? yani sürekli kendini seven, kendini övmeye çalışan bir tavır. bu çok önemli bir nokta. cenabı hak bu duyguyu bize, kendisini övmemiz için vermiş. benlik duygusuyla, onun benliğini anlamamız ve onu takdir etmemiz için yaratmış. insanın kendi yaptığıyla övünmesi, ki kendi yaptığı hiçbir şey yoktur. övülmeye layık olan, işi yapandır, teşekkür edilmesi ona doğrudur. hakikatte bütün iyiliklerin kaynağı kimdir? cenabı haktır. dolayısıyla, bu duygunun -övünme, şöhret gibi- cenabı hakka yönelmesi gerekiyor. fakat nefis kendine döndürüyor bunu.

aci. aslında herkesin özerkliği konusunda problem yok. fakat onu kime yönlendirdiği konusunda problem var. yönünü kendine çevirmesi problem.

aş. allah herkesi benzersiz yaratmış ama insan bu farklılıkları kendine çevirmeye çalışıyor. bu noktada insan kendine aşık.

aci. büütn kabiliytelerini rabbine yönelik kullansa problem yok.

aş. evet, affanın vurguladığı çok önemli. sende iyilik yok demiyor.

ellerimle, bütün yüzeyleri ayırt edebiliyorum. saymakla bitmiyor. şu elle, belki gözlerinle ayırt edebildiğin kadar ayırt edebiliyorsun maddeleri. insana bir sürü şeyler takılmış. duygularına, kalbine, vücuduna. bunlar insanda var. hatta herkeste bir sürü farklı özellikler var. bazılarının hafızası çok iyi oluyor. bazılarının görsel hafızası var. kiminde resim yapma kabiliyeti var. herkesin farklı farklı özelliği var. önemli olan bunların varlığı değil, bunların varlığının menşeini, sebebini kime vereceğimiz. bunlar fark edilmesin değil. tarikattan fark bu, risalei nur mesleğinin. onlar, tevazu adı altında, bunları terk etmeyi söylüyor.

"Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve "

aş. incir çekirdeği, çok küçücük bir şey.

"yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise"

aş. insanlar üzümden istifade ediyor, meyvelerini yiyor. onun yetiştircisi, merci olarak kendini görebiliyor. incir dese, bu kadar ağaç benden çıktı, bir de bir sürü insanın doymasını, lezzet almasını sağladım, dese, ben yaptım dese, ne kadar ahmakane bir tavır olur. aslında insanın nefsi de, incir çekirdeğinden daha büyük değil.

"; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. "

aş. nasıl incirin meyvelerini, incir çekirdeğine veremeyiz.

oğ. hayır şer meselesinde cenabı hak bir şeyi emreder, o şey helal veya haram olur. insanın nefsinde de, insan bunu direk bunun sahibi ben değilim, ama bu özelliği cenabı hak bana vermiş, diyebilir mi?

aş. gelecek o. şurada şöyle bir yanlış anlama olabiliyor. kısa geçeceğim. mutezileyle ilgili bir tartışma bu. allah eşyaya güzel der güzel olur. onu belirleyen şaridir. bir başka hüküm daha var: eşya zatında güzeldir. hatta fıkıhta bir kural var: bir su, sen onun çirkin olmadığını görmediğin müddetçe temiz kabul edilir.

her şey kemalde yaratılmıştır. eşya zatında kendine ait güzelliğe sahip değildir.

eğer bütün kemalat incir çekirdeğine vermek makul olsa, o zaman sen de senden çıkana sahip çıkabilrsin. biz elimizde olan hangi özelliği kendimiz yaptık?

dokunmayı, görme özelliğini, saçlarımızla hava atıyoruz ya bazen, bunu nerede bulduk? hangi şeyi kendimiz geliştirdik? zarar vermeyelim yeter. bedenimiz, duygularımız dahi, allah onlara uygun nimetler yaratmış. ne bizden kaynaklanıyor ki? hangi benim dediğim şeyi biz emek harcayarak elde ettik? göz, kulak, duygular, hepsi doğduğumuzda verilmişti?

basit bir şey, ama insan bunu çok düşünmüyor. kendi hayatımıza bakalım, ben sana bunu bunu yaptım diyoruz ama. ama sen kimsin? diyelim, otobüste birine yer verdin. övünmene gerek yok ki, en çok seviniyorsun. sana vicdanından bir emir geldi, emri dinledin, bu yüzden de rahat buldun. niye övünüyorsun?

bir fakir var. bizim derslere gelen çocuğun babasını su satarken gördüm. diyelim bir fakiri gördün yardım ettin. ona yardım etmenin sende oluşturduğu lezzet, zaten hak olarak sana yeter. övünmeye hakkın yok ki artık. ücretini zaten almışsın. yardım edebiliyor olmak bile, allahın sana ikramıdır.

namaz kıldım. dolayısıyla cennete layıkım. yahu namaz kılmak bile, aslında sana bir ikramdır. senin rabbine onun için teşekkür etmen lazım. ama insan ne kadar ilginç ki, kendisine verilen şeyleri, kendine sahipleniyor.

senin dediğin mesele de buraya geliyor. sen muhtaçsın.

insanın mahiyeti çekirdek gibi de değil. aslında çiçeğin vermeme gibi bir seçeneği yok. kendisine takılan nimetleri doğrudan doğruya sunuyor. çiçeğin tercih hakkı yok, kötülüğe doğru bir meyli yok. melekler gibi.

aci. başını kaçırdım. çiçekte nefis olmadığı için, o hep güzelliği vermekle memur. insanla bunu kıyaslamak?

aş. aslına bakarsan, problem şurada. insanın göreceli olan şey, çiçeğin güzel ya da çirkin olması değil, benim ona yüklediğim anlamdır. aynı tabloya bakarak ben oradan hayır da şer de devşirebilirim. göreceli olan benim bakışımdır. yoksa eşya kötü olduğundan ben öyle görüyor değilim.

benim şöyle bir özelliğim var. bir şeyi iyiye de kötüye de çevirebilme özelliğim var. namaz gibi bir fiili kötü bir konuma getirebilirim, övünmekle. öte yandan günahı, istiğfarla güzel bir konuma getirebilirim. insan eşyanın mahiyetini değiştirmiyor. kendi bakışıyla, eşyaya bakışını değiştirebiliyor. insanan cüzi ihtiyarisiyle hep kendisine verilenlere, hem de alemdeki şeylere farklı anlamlar verebiliyor. bu noktada izafiyet vardır.

nefis adına bakarsan, menfileştiriyorsun. allah adına bakarsan, güzelleştiriyorsun. yoksa eşyanın gerçekte, vücudu haricisinde, nefsül emirde, eşya çirkin falan değil. nefsül emirde, o hayırdır güzeldir. ama cüzi ihtiyari ancak bunda yetkilidir ki, eşya konusunda hüküm verebiliyor. yoksa eşyanın mahiyetini değiştirmiyor.

aci. şöyle bir şey aklıma geldi. o zaman nefsin özelliklerini kullanarak, nefsi de hayra dönüştürüp, onun özelliklerini müspet kullanılabilir hale getirebilir.

aş. evet. nefis kademe kademe. emmare de var, kamile de var. nefis kötü değil. nefsin kötü kullanılışı kötüdür.

hk. risalei nurun en büyük farkı da bu olduğu söylenebilir. diğer tarikat mesleğinde, nefis susturulmaya çalışılır. risale ise, nefsi hayırda kullanmaya çalışıyor.

"Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. "

aş. aslında her şey çok kıymetli. toz bile çok kıymetli. toz olmasaydı, toprak olmazdı.

ben dalganın hikmetini düşünüyordum. tek bir dalga görünce insan anlam veremiyor. ama senelerce o taşa vuruyor. her vuruşta, taşlar ufalanıyor. o kumlardan insanlar bina yapıyor. demek insanların bina yapması için malzeme, ileriyi görerek allah tarafından hazırlanıyor. toz da öyle. tek bir parçanın çok anlamı olmayabilir. ama bir kayanın tozlaşması ve karışıp toprak olması, oradan da bir sürü nimetlerin yaratılması, çok kıymetli.

olaya lokal bakınca anlamsız gelebiliyor. ama global külli baktığında her şeyin çok kıymetli olduğunu anlayabiliyoruz.

aş. mesela gerçekten şu gözün, çok kıymetli ama, mucizevi yönleri gizlenebiliyor. o kemal gizleniyor. insan kendi fahriyle, eşyanın mahiyetini değiştirebiliyor. felsefe eşyaya adiyat, sıradanlık perdesi örtüyor. o kadar ülfet etmişiz ki, bu ağaçtan bu meyve çıkacak diyoruz. halbuki o oduna bak, meyveye bak. afedersin, fışkı yiyor, muhteşem meyveler çıkıyor.

oğ. tam bir zıddiyet var. birisi itici insan için. diğeri son derece çekici. netice olarak. çok güzel kokuyor, çok tatlı, latif, ziynetli.

aş. baktığın zaman ama, bilimler her şeyi sıradan görüyor.

aci. nefsin güzeli dönüştürmek dedik ya. kötü koku da aslında onun tezahürü gibi. kötü koku, aslında çok latif bir şeye dönüştürülüyor. demek kainatta da o dönüştürme yapılıyor.

aş. insanlar için tabi. leş şsize çok kötüdür ama, bir akbaba, sinek için tam bir ziyafet sofrası. leş olmasın demek, bir sürü mahlukatın rızkı olmaması demektir. onların cesetlerini, kendi vücutlarına defnederler. biz de öyle. elmayı kendi vücudumuza defnediyoruz. ve orada düşünen bir insan olarak tekrar çıkıyor. ama biz bu eşyanın mucizevi yönünü, sıradanlık perdesi ile örtebiliyoruz, tenkis ederek.

"Gururunla tahrib ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun"

aş. dolayısıyla insanın sahiplenebileceği şey aslında bunlar. ben yaptım demekle, o mucizenin kıymetini düşürüyorsun. sen aciz bir kulsun, nasıl yaparsın böyle mucizevi bir şeyi. ne kadar nimet bize açılmış. sonsuz alemin her tarafına bakabiliyoruz.

bilgisayara bir hareketi yaptırmak için bir sürü uğraşıyorlar. sende hiçbir şey yapılmadan, sınırsız özellikler var.

aci. bir şey yapınca, bir bedel istiyoruz. oysa, bize yapılan bu şeyler için, bizden istenen bedel sadece şükretmek.

rm. leşe güzel koku verilse, biz hasta olurduk. bizim için iğrenç geliyor, akbabalar için ziyafet.

aş. seni uzaklaştırıyor, onları yaklaştırıyor.

hk. şu teknolojiyi çok iyi çözmemiz gerekiyor. bu yapılan yenilikleri neye atfedeceğiz?

aş. allahın nimetinden başka bir şey değil.

hk. bir prof bunu duysa, tepkisi ne olur?

aş. bir fikir için ben ne yapıyorum? bekliyorum, güzel bir fikir geliyor ve söylüyorum. sen ne yaptın ki?

hk. yani bilim adamları ilhama mazhar mıdır?

aş. evet.

hk. o zaman değerlidir.

aş. arının bal yapmada ne kadar tesiri varsa, edisonun lambayı bulmasında da o kadar tesiri vardır. o ışığın kendi dünyasına gelmesini istemiş, allah da ona sunmuş.

" ve temellükle gasbediyorsun. "

aş. aslında gaspetmekle de helak ediyorsun. burada bir ev sahibi var, desem ki, bu benim ya. ev sahibi bir daha bana verir mi? sen bunu bana vermek zorundaydın desem, bir daha kapıdan içeri almaz. aynı şeyi düşünün: allah bu kadar nimeti vermiş. ben yaptım desen, tahrip ettin işte. bir daha o güzelliğin verilmesine engel oldun.

allaha vermemekle nimeti, zaten nimet bittikten sonra, yok oluyor. asıl olan nimetin devamlılığıdır. bu ise, aczine bağlıdır. yani allaha ihtiyacını arzetmene bağlıdır. eğer allah yoksa, hiçbir şey kalmıyor ki, hiçbir şey yok. bütün arazi senin olsa ne olacak? bir süre sonra onun altına girip ezileceksin.

hk. hep doğaya örnek veriyor. burada temel şey, insanın fiiline yönelik. benim bir korkum var. ahir zamanda kıyameti neler çağıracak diye bakınca, insanların ekserisinin küfre düşmesidir.

aş. dünyanın ziyneti olan asar-ı beşeriyeti şirk alud görüp, dünyayı o şirkten kurtarmak için, o şirkleri temizler.

insan o kadar egoya sahip ki, allahın nimetelrinin üzerine bile, etiket koyuyor.

hk. evet, buna engel olmak için, buna daha fazla örnekler sunmamız lazım. ortada şirke karşı cevap var. bu cevapları açalım. belli ki, ileride teknoloji öyle bir noktaya gelecek ki, her şeyi biz yapıyoruz diyecek noktaya gelecek.

aş. teknoloji geliştikçe, fıtrat bozuluyor. fıtrat bozuldukça da, insanın başı dertten çıkmıyor.

oğ. ama teknoloji geliştikçe, insan acziyetini daha iyi anlıyor.

hk. üstad radyo ile, bir hava zerresinde, allahın tüm sıfatlarını görüyor. gören göz için sorun yok. ama avam bunu düşünmüyor. makine yapıyor diyor, ona atfediyor bütün güzellikleri. nurcu kardeşlerimiz kaç tanesi, bilgisayarın, cenabı hakkın hangi isimlerine mazhar olduğunu çalışmış? ben hiç okumadım daha. teknoloji şu an put haline dönmüş.

aş. sen ehadiyet dedin bir örnek vereyim. televizyonda bir kanal var, bütün kanalları gösteriyor. bu potansiyel olarak, şunu gösteriyor. dünyanın her tarafına bir kamera yerleştirseniz, o kameradaki bütün görüntüleri odanızda görebilirsiniz demektir. potansiyel olarak bu yapılabilir. alemde ne kadar tecelli eden esma varsa, kendi alemine taşıyabiliyorsun. demek allah bize ehadiyeti çok daha bariz görelim, diye bu aleti yaratmış olabilir. sesler için de aynı şey. dünyanın her tarafındaki sesleri duyabiliyorsun. demek allahın bütün görüntüleri görebilir, duyabilir olduğunu bunlarla anlayabilirsin.

metale bu özelliği, ahvaya her şeyi duyma özelliğini veren, yaratıcı, kendisi bu özelliklere sahip olmaz mı?

bilim adamlarına soralım: bu metale bu özelliği sen mi verdin?

yapılan çabalara itiraz etmiyoruz. o ayrı mesele. fakat esbabın tesiri olduğu noktasında ne söyleyebilirler ki. eşyanın kendisi yaptı dese, deli saçması derler.

"Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. "

aş. niye? kamil, edebiyete mazhar olan şeyi, sıradanlaştırdın. allah size yakışıklılık vermiş. desen ki, bu benimdir, sonsuz olacak bir nimeti bitiriyorsun. her nimetin bir süresi var. ha 3 gün, ha 30 sene. fenaya götürdün o nimeti. helak da ettin. halbuki, şükretsen, o nimeti bekaya götürebilirsin.

insan kendisi açısından baksa, dinsiz bir adamın çıldırması lazım. yokluğun varlığını düşünün bakalım, nasıl bir ürperti duyuyor. düşünebilir misin, çocuğun var, yok olacak. nasıl bir ürperti duyarsın.

düşünen insanlar, ya intihar ediyor, ya depresyona giriyor. insanların çoğunluğu düşünmüyor, kendilerini uyuşturuyor.

senin hakkın, şikayet değil, şükürdür. nimetin kadrini bilelim ki, eksiltmeyelim. her şey mükemmel. ben cüzi ihtiyarımla, noksanlaştırıyorum. ondan dolayı özür dilemem lazım.

aci. burada noksanlaştırmanın farkında olmak çok önemli. ya farkında değilse.

aş. aslında fark ettikçe, o nimet veriliyor. görmediğin gösteriliyor.

aci. ben bunu bilmiyordum deyince, her bir anda, bir eksik fark ediyorsun.

aş. sen eksikliğini görmekle, bir nimet takdir ediliyor, araştırmanın sonucunda bir ilham veriliyor. o kadar çok kemali görüyoruz. insan kendi eksikliğini gördüğü sürece, kemalde olanın kemalini fark etmeye başlar.

hk. sanki üstad burada, bir yapıt var. ben dediği şeyi parçalıyor. insanı analiz ediyor. bunlar yaratıcının malıdır. senin aklın da kalbin de. peki ben neyim diyorsun. sen sadece cüzi ihtiyariden oluşuyorsun. o ise, sadece hayır veya evet diyor. evet derse, geleni kabul ediyor. hayır derse, reddediyor.

aş. yani bir katkısı yok. sen bir resim görsen, o sanatın tüm inceliklerini bilmediğin için, sınırlı sayıda özelliğini bilirsin. eğer bu resim bunlardan ibarettir desen, ondaki pek çok özelliği gizlemiş olursun. mahiyetin gereği, sonsuzluktan gelen nimetlerin mahiyetini sınırlar. ne kadar sınırladığını kabul edersen, perde o kadar açılır. eğer kabul etmezsen, o kadar sınırlarsın.

oğ. o zaman, resulun günde 70 defa istiğfar etmesi, bu insaniyetin mahiyetinin gereğidir. insan hep eksiltir. neye muhatap olsa, sınırladığı için, hep tövbe etmek zorunda.

aş. evet. o hadiste şöyle diyor: bazen bana nurani perdeler iner. bundan dolayı, 70 kez istiğfar ederim. yoksa, zulmani perdeler gelmiyor kendine.

at. kuranın emri. istiğfar et diyor, resule.

o tevazundan değil, insan olmasının gereği.

aş. zaten tevazu, olduğundan aşağı görmek değildir, gerçeğini fark etmek demektir.

rm. şunu nasıl izah edersiniz. bir heykeltraşın sözü: "ortaya bir mermer bloku konsa, insanlar mermer görür, ben içindeki heykeli görürüm."

hk. sana estetik duygsuu verilmiş, onu temellük etme. bir telefon ortadaysa, o iğrenç bir şey değil. muazzam bir akıl sarfiyatı gerekiyor, ama o akıl da senin değil. senin yapabildiğin, evet veya hayırdan başka bir şey değil.

aci. küçük bir hatıramı anlatayım. çocukken, okula gitmiyorum daha. dedem, zemberek diye oklu bir silah yapacaktı. bir ağaçtan odun alacağız, yapacak. ben zannediyorum güzel bir ağaçtan yapacak. çitleri yokluyor dedem. güneşte kalmış, sertleşmiş eski püskü bir şey buldu. moralim bozuldu. sonra eve gidince, onu anlattı. güneş altında pişmiş, kaya gibi olmuş. halbuki, ben o aklımla, taze bir ağaç kesilecek sanıyorum.

aş. evet. risale mesleği acz mesleğidir. aşk mesleğinden farkıdır. ben hep eksiltiyorum diyor acz. aşk, bende bir şey var diyor. benim sana olan fakrimi artır der acz. sana olan fakrimi artırmakla, beni zenginleştir. zenginliğimiz, fakrımızın farkına varmak. fakirliğimle övünüyorum.

aciz bir dilenci sizi nasıl cezbediyor değil mi. cenabı hakkın yardım elleri de sizin acziyetinizle gelir.

"Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir. "

aş. yani kendini sevmek değil, sana o güzelliği takan hudayı sevmektir. ki o güzellikler fena bulmasın.

"Evet sen benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. "

aş. nefsine havale eden, tabiata havale ediyor. nefsini temizleyen, tabiatı da temizliyor.

"İkiniz, hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. "

aş. hayırda edilgeniz, şerde etkeniz.

vk. nefis gerçekten çirkinliği görüyorsa. çirkinliğin sebebi, içinizdeyse.

aş. yok öyle bir şey. çirkin olduğunu zannetmektir.

at. içindeki adavete adavet etmeyi kastediyor.

aş. tamam o zaman. kalbin seviyor mu, o çirkinliği? yok. o zaman onu kendine veremezsin.

vk. sürekli ileriye gitmek, halden memnun olmamanın sonucu değil midir?

aş. yok değil.

vk. halden memnunsanız niye ileri adım atarsınız?

aş. insan lezzetin devamını ister. bir şey duruyorsa, o şey kemalde değildir. aslında eşyada da bunun tadına baktığımızda, bunun fena bulan bir şey olduğunu bilsek, bunu sevemeyiz. ama biz bir ebediyet tevehhüm eder nefis, ona binaen sever.

bizde olan mükemmeli kaybetmemeye çalışıyoruz. daha iyi daha iyi değil yoksa. yani zaten kemal var, bende olan kemali fark etme, sürecini yaşıyorum. niye bunu yaşıyorum? ben sınırladığım anda, kemali bitiriyorum. insanın tatmin olması mümkün değil. fıtraten mümkün değil. bir memnuniyetsizlikten kaynaklanarak da, istiyor değilim. belki bir daha yaşamak istiyorum, ya da başka bir lezzet yaşamak istiyorum. fıtrat devamlılık istiyor. bu devamlılıktan dolayı, ben sürekli bir şeyler almak istiyorum. yoksa beğenmemekten dolayı değil. mümin her halükarda şükreder. kötülükten dolayı dahi.

müminler elimizdekini kaybetmemek için, ibadete devam eder. bu yüzden sürekli şevk içinde olacaktır. çünkü sonsuz bir nimeti fark etmiş, onu kaybetmek istemiyor.

bu bir psikolojidir. bir şeye ulaşmak istersiniz, çaba gösterirsiniz, ama bıkarsınız. ama sizin olan bir şey için, canını bile feda edebilirsiniz. bu anlayış müspet bir anlayış.

sigortacılar bu anlayışı çok iyi kullanır.

ben öğretmenlikte de bunu uyguladım. herkese beş verdim en baştan. sonra insanlar onu kaybetmemek için uğraşıyor. ben daha çok yemekle, nimeti çoğaltacak değilim. nimeti fark etmekle, nimeti çoğaltıyorum.

şu elime hadsiz özellikler verilmiş. ben bunu kaybetmemeye çalışacağım.

hasta yattığınız zaman, normalden farklı özel ilgi görüyorsunuz. ona da ihtiyacınız olduğunu fark ediyorsunuz. hastalık negatif olduğu halde, kazandığınız çok daha farklı şeyler var. size olan şefkatin farklı veçhelerini de tanımış oldunuz. her gün vücudumuzu, bir sürü mikroplardan temizliyor allah.

aş. potansiyelden fiiliyata geçmek. elinizde bir kart var. bu kartın pek çok özelliği var. fakat hepsine bir tarih sınırı koyulmuş. sen o kartı sadece bilet almada kullanıyorsun. ama o kartı inceledikçe, onun içinde binlerce özelliğin olduğunu fark ediyorsun. ne kadar fark edersen, o kartın o kadar özelliği sana ait olmuş oluyor. insanın çabası, nedir? o karttaki özellikleri keşfetmek olmalı. kartın özelliği daimi. insanda bir sürü potansiyeller var. ama fark ettikçe, onun oluyor. biz ahseni takvimde yaratılmışız, ama ne kadar fark edersek, o kadar bizim oluyor.

"Yani fâil ve masdar değilsiniz, belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var: O da hayr-ı mutlaktan gelen hayrı, güzel bir surette kabul etmemenizden şerre sebeb olmanızdır.

aş. güzelliğin görünmesine engel oldunuz. şer yaratılmış değil. güzelin görünmemesi halidir, şer. aynanın üzerindeki kir, güzelliğin görünmesine engel olur. yoksa o şeyin üzerinde çirkinlik yoktur. sizin bakış açınız onu çirkin gösterdi. yoksa o çirkinlik yok.

ataullah iskender ibninin güzel bir sözü var. insanın kalbi, ayna gibidir. şehvet buharı, onu örter. şehvet, nefis anlamında. ne kadar onu dizginlersen, ayna o kadar net gösterir.

"Hem siz birer perde yaratılmışsınız. Tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız."

aş. aynadaki şeyden dolayı güzel görünmüyor diyesiniz. çirkinlik gördüğünüz zaman,...


" Halbuki bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıd bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalbettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz. Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hem deme ki: "Ben mazharım. Güzele mazhar ise, güzelleşir." Zira, temessül etmediğinden mazhar değil, memer olursun."

aş. sana gelen güzellik, aynanın kendisi olmuyor. temessül o manaya geliyor. aynada sürekli cemal gözükmüyor.

sende süreklilik kazanmıyor. allahın kudretinin parçası sende daimi olmuyor. öyle olmuyor. senin üzerinden akıyor sadece. borudan su akması gibi.

oğ. benim üzerimde gözüküyor denilemez mi?

at. terzi örneğini düşünelim. ben çirkinim demek, küfranı nimet oluyor. ben güzelim demek, seni güzelleştiren zata hakaret oluyor.

hk. meziyetim var demek, problem oluyor. meziyet olduğundan değil, tam tersi sende meziyetsizlik olduğu için sende gözüküyor.

" Hem deme ki: "Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var." Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. (Haşiye)
(Haşiye): Hakikaten ben de bu münazarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskat etmesini çok beğendim ve "Bin Bârekâllah" dedim."

hk. burada bir itminan var. üstad kesin olarak, tatmin olmuş.

Hiç yorum yok: