19 Şubat 2010 Cuma

Ondördüncü Söz

"
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

آلرَ كِتَابٌاُحْكِمَتْآيَاتُهُثُمَّفُصِّلَتْمِنْلَدُنْحَكِيمٍخَبِيرٍ


[Kur'an-ı Hakîm'in ve Kur'anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyâdı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar hükmünde o hakikatların bir kısım nazîrelerine işâret edeceğiz ve hâtimesinde bir ders-i ibret ve bir sırr-ı inâyet Beyân edilecek. O hakikatlardan Haşir ve Kıyametin nazîreleri, Onuncu Söz'de, bilhassa Dokuzuncu Hakikatında zikredildiği için tekrara lüzum yoktur. Yalnız sâir hakikatlardan nümune olarak "Beş Mes'ele" zikrederiz.]"

"Birincisi: Meselâ: خَلَقَ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ

"Altı günde gökleri ve yerleri yarattık" demek olan; hem belki bin ve elli bin sene gibi uzun zamandan ibâret olan eyyâm-ı Kur'aniyye ile insan dünyası ve hayvan âlemi altı günde yaşıyacağına işaret eden hakikat-ı ulviyyesine kanaat getirmek için, birer gün hükmünde olan herbir asırda, herbir senede, herbir günde Fâtır-ı Zülcelâl'in halkettiği seyyal âlemleri, seyyar kâinatları, geçici dünyaları; nazar-ı şuhûdâ gösteriyoruz. Evet güyâ insanlar gibi dünyalar dahi, birer misafirdir. Her mevsimde Zât-ı Zülcelâl'in emriyle âlem dolar, boşanır."

em. normalde altı günde gökleri ve yerleri yarattık derken, kendi standartlarımıza göre değil. halbuki bunların hepsinin kendine ait günleri vardır. farklı gezegenlerin veya galaksilerin günü farklıdır. bunu kainatınilk yaratıldığı zamanı düşündüğümüzde, kainatın vasfını düşünmemiz lazım. yani kainatın kendi çevresinde dönüşünden bahsediyor bize.

zk. dokuzuncu sözde, namazın parçalarını anlatırken, 6 evreden bahsediyor. hem kainat, hem dünya, hem de insan açısından. zaman dilimleriniin hepsinin altı evresi var.

aş. 6 evreyle, fıtratın kademeleri ortaya çıkıyor. insanda, bebeklik, gençlik, olgunluk var. bunun gibi.

ir. 6 gün, tevratta da benzer bir şekilde bahsediliyor. yedinci günde, istirahata çekildi diyor.

aş. onların rab anlayışı mutlak kudrette değil.

hş. o istirahati ben tercüme hatası olarak görüyorum. dünya her haliyle kurulmuş. her şeyi yapılmış. sadece geliyorsun, dünyada bir anda geçip gidiyorlar.

zk. yorum hatası. onlarda cumartesi günü izin günü ya, aynı şeyi rablerine de uyarlıyorlar.

hş. ismi hakim ile alim arasındaki fark gibi. alim ismiyle cenabı hak bir takım şeyleri biliyor. ama bunlar gün yüzüne çıkmıyor hemen.

aş. burada bir yanlışımız var. yaratıcı açısından zamanı düşünemeyiz. yaratıcı açısından zaman yoktur. zaman bizim açımızdan vardır. bir şeyin fıtratını anlayabilmemiz için, bu altı evreyi görmemiz gerekiyor.

yy. rabbin süreye ihtiyacı yok.

hş. ihtiyacı yok. bu bir şekilde, alim ismiyle kadir isminin arasındaki karıştırmadan dolayıdır diye düşünüyorum.

aş. karıştırmadan ziyade, cenabı hakkı zaman ve mekanla sınırlandırılmış düşünme yanılgısından kaynaklanıyor. cenabı hakkı tanımanın da aslında altı basamağı var: fiil, esma, sıfat, şuun, ..., zat.

yy. altının sembolik anlamı var değil mi?

aş. cenabı hak katında bir hükmü vardır elbette. bunlar birer şifredir. bizim cenabı hakka doğru giderken, işaret taşlarıdır seyri sülukta. sıfat-ı seba vardır. 40 var. çokluktan kinaye olmakla birlikte... renklere baktığınızda temelde 3 renk vardır. kainat tamamen bir temsildir. cenabı hakkın tanınması için birer ayettir. cenabı hakkın sıfatlarını kainat vesilesiyle tanıyoruz. bu rakamların burada önemi var. cenabı hak zatı itibarıyle birken bismillahta 3 isim geçer. buradan yedi sıfat tebarüz eder. zati isimler. fiili isimlerse, sonsuzdur. renkelrin skalası sonsuzdur. bu rakamlar da, seyri sülukumuzda anlamlıdır. yoksa niye özellikle 6, 5 değil de. en hikmetlisi bu olsa gerek.

"İkincisi: Meselâ: وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِى اِمَامٍ مُبِينٍ لاَ يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّموَاتِ وَلاَ فِى اْلاَرْضِ وَلآَ اَصْغَرُ مِنْ ذلِكَ وَلآَ اَكْبَرُ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ

gibi âyetlerin ifade ettikleri ki: "Bütün eşya, bütün ahvâliyle vücuda gelmeden ve geldikten sonra ve gittikten sonra yazılıdır ve yazılır ve yazılıyor." demek olan hakikat-ı âliyesine kanaat getirmek için Nakkaş-ı Zülcelâl, rûy-i zeminin sahifesinde, her mevsimde, bâhusus baharda değiştirdiği nihayetsiz muntâzam mahlûkatın fihriste-i vücudlarını, tarihçe-i hayatlarını, desâtir-i hareketlerini; çekirdeklerinde, tohumlarında, köklerinde mânevî bir Sûrette derc ve muhafaza ettiğini ve zevalden sonra semerelerinde aynen kalem-i kaderiyle, mânevî bir tarzda basit tohumcuklarında yazdığını, hattâ her geçici baharda, yaş-kuru ne varsa, mahdud zerrecikler ve kemikler hükmünde olan tohumlarda, ölmüş odunlarda, kemâl-i intizâm ile muhafaza ettiğini nazar-ı şuhuda gösteriyoruz. Güya her bir bahar, birtek çiçek gibi, gâyet muntâzam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil'in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor. Hakikat böyle iken, beşerin en acîb bir dalâleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz'un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san'at-ı Rabbâniyye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyyeyi, bu nakş-ı san'atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telâkki etmesidir. اَيْنَالثَّرَامِنَالثُّرَيَّا Hakikat nerede... Ehl-i gafletin telâkkileri nerede..."

aş. cd'nin içerisinde bir film yazılıdır. bilgisayara koyduğunuzda, oradakiler okunur ve ekrana da yazılır. yazılıdır, yazılıyor ve yazılır. geçmişte yazılmış.

yy. bize yeni gelen şey, aslında olmuş bitmiş bir şey.

biz bir şeyin yaratılışını görüyoruz. filiz haline gelişini, ağaç haline dönüşünü görüyoruz. biz onun her halini yeni bir şeymiş gibi görüyoruz. ama aslında onun her hali önceden yazılmış.

aş. levhi mahfuzda her şey mevcut. bizim açımızdan yeni.

aci. ikisi de gerçek. hepsinin bir gerçekliği var.

aş. zaman bir perde sadece. geçmişe bakıyoruz. çocukluktan şu ana kadar geçmiş bir hadise. sanki çocukluğumuzu rüyamızda gördük. geçti. bir filmi seyrediyormuşsun gibi. nasıl olacak dediğin zaman. allah gözünün önünden sanki bir perdeyi kaldırıyor, elli sene sonraki bir hali gösteriyor. bu mümkün.

yy. zaman algısı da insana göre değişiyor. bizim için keyifli anlar, çok hızlı geçiyor. hastalık anları ise yavaş geçiyor.

aş. kişiye göre demek alem gösteriliyor. herkes kendi alemini kendi zaman diliminde görüyor.

kiminin zamanı bir senede 1000 senelik olur. bazısı 100 sene yaşar, bir senelik bile ömür yaşayamaz.

zaman hakikatleri ortaya çıkaran vesiledir.

yy. karanlık odada ışığı nereye tutarsan, orası aydınlanır. zaman da bir fener gibi.

aş. yani düğmeye bassan hepsini bir anda göreceğiz.

aş. bir çiçek bir bahar kadar değerli olabilir. bir papatyanın içine bakınca, içiçe geçen helezonlar sanki sonsuza kadar inceliyoruş gibi. onları büyütsen, br sürü ağaç göreceğiz sanki. kudret açısından br çiçekle, dünyanın tüm çiçeklerinin arasında çok fark yok.

üstad şöyle diyor: geçmişteki insanlara baksan, önünde de yeni insanların geleceğini anlayabilirsin. zaman denen kavram, yani sıralı yaratmak denen kavram, bir kudretin noksaniyetinden kaynaklanmıyor. bana farklı simaları göstermek için, zaman ipine diziyor.

em. bazı insanlarda bir yanılgı var: allah küçük işlerle uğraşmaz diyorlar. allah hem bütün yeryüzünü yaratıyor. ama hem de ayette dediği gibi, zerre miktar gözünden bir şey kaçmaz. her şeyle ilgileniyor, küçük veya büyük.

biz patron olsak, küçüklerle ilgilenemediğimizden ilgilenmiyoruz. halbuki hakiki büyüklük, en büyükten en küçüğe kadar her şeyle ilgilenebilmektedir.

aş. cenabı hakkın azameti yani celali, sadece büyüklük açısından değildir. celal, boş alan bırakmamak anlamındadır. bir çiçek gördün ne kadar güzel, cemal gözüktü. ama dünyanın her yerine o çiçeği dikebilecek bir kudret var. hatta çiçeğin her bir parçasını nizamlı ve güzel yaratmış. kudretin büyüklüğü sadece bir şeyi çok büyük yapmak değil, o her bir şeyin içine sonsuz küçük sanatlar yaratmakta. asıl kudret, orada ortaya çıkıyor.

aö. o zaman celal, allahın şiddetli bir şekilde her yerde esmasını tecelli ettirmesi.

aş. 14. sözün sonunda depremle ilgili bir bahis var. bu hadiseleri, gayesizhikmetsiz zannetmekle, maktulün hakkını zayi eder. deprem geldi, es kaza gittin. bu ne demektir, boşuna gittin. tesadüf eseri yorumlarsan, es kaza gittin demektir. bu büyük bir zulümdür masumlara karşı.

"Hakikat böyle iken, beşerin en acîb bir dalâleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz'un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san'at-ı Rabbâniyye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyyeyi, bu nakş-ı san'atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telâkki etmesidir."

aş. tabiata bir kuvvet vermek. trafik kuralları var. bunlar fail değildir. teorik kurallardır. bir etkisi yoktur. bir insan trafik ışığında duruyorsa, bu ışığın bir etkisi değildir. orada bir kuralın varlığına işaret eder. yoksa kuvvet göstermez.

tabiat dedikleri şey, maddedeki etki olarak adlandırılıyor. madde ortadan kalktığı anda tabiat diye bir şey ortada kalmaz. maddeye ise kuvvet istinad etmek mümkün değildir, sürekli değişen bir şeye, sabit bir şey verilemez. kendisi sabit değil ki, sabit bir şeyi ona veriyorsun. sanat, hikmet, güzellik sabittir. halbuki çiçeğin zerreleri sabit değildir ki, o sabitlikleri ona veresin.

kainatta değişmeyen bir şey gösterin.

arazı ortadan kaldırdığın zaman, bir şey kalmaz. yani unsurları ortadan kaldırırsan, ortada artı bir şey yoktur.

programı br mevcut gibi algılıyoruz. sanki o mevcut kendini oluşturuyormuş gibi algılanıyor. ağaç diye bir tabiat var, o kendini teşekkül ettiriyor gibi. ayrı bir araz yoktur. maddey ortadan kaldırdığında, bir şey kalmaz.

zerrelerin kendi mevcudiyeti yoktur. atomun altına in. sürekli hareket ve boşluk vardır. zerreye ip sarkıt dipsiz bir kuyudur. boşluklardan oluşan bir şey. sabit bir şey yok ki, nizam, kemal gibi şeyleri ona atfedesin.

bilim adamlarının arayışı buydu: sabit bir şey arayışı. en sonunda geldikleri şey: her an hareket var.

postmodernizm öyle doğdu. bulsalarda bu diyeceklerdi. bunu diyemiyorlar. halbuki, tabiat deyince, kendini maddenin içine nüfuz etmiş bir şey var.

dna kendini replike eder diyorlar. resim kendini inşa edemez. bir an bile devam eden sabit bir şey yok. kainatın dışında onu aramak zorundasın.

resulullah yağmura hayranla göğsünü açıyor. "bu yağmurun allahla sözleşmesi yenidir" diyor.

levhi mahfuz neden bize bildirilmiş? biz bilmiyoruz geleceği, ama bunu bilen biri var, bundan emin olmamız için. her şeyin arkasında bir kaderin olduğuna iman etmemiz için. yağmuru gönderen, ne yapacağını bilmiyor değil. yoksa ben kime itimat edeceğim.

azrail as.'ye ruhumu teslim etmek ne güzel bir şey olduğunu anladım diyor. tanıdığınız bir kişiye emanetinizi teslim ediyorsunuz. başıboş değil.

müminin ünsiyeti var, ülfeti yok. her an yenilik görüyor.
kafirin ülfeti var, ünsiyeti yok. arkadaş değil. başına ne getireceği belli değil.

aö. yağmur gibi yeknesak olmayan şeylerde bile, güneş her akşam rabbine ibadet eder, diyor. yağmur biraz zamansız geliyor. ama en yeknesak olayda bile, onun da kul olduğunu kuran ifade ediyor.

aş. insan topraktan korkuyor. toprağa ne değmiş ki, içinde hakikat barındıran, karşılığını almamış olsun. toprak içinde zerre kadar hakikat barındıran bir tohum, toprağa değdiği anda, toprak rahmet kapısıdır.

---
mk.

---

Hiç yorum yok: