17 Eylül 2010 Cuma

15. Şua Fatiha 3. Kelime

"Üçüncü Kelime: اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ dir. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet kâinatta hadsiz rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat'î şehadeti misillü, bu geniş rahmet dahi, perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm'e şehadet eder. Evet rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, Rahman'a Rezzak manası verilir. Rızık ise, o derece zâhir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm'i gösterir ki; zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur. Meselâ: Bütün zîhayatın, hususan âcizlerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve iktidarlarının haricinde gayet hârika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna musahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insanın yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddî, safi, hâlis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdadlarına gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir nevi rızık isteyen umum ağaçlara, münasib rızıklarını onlara pek hârika bir tarzda koşturduğu gibi, bir nevi maddî ve manevî rızık isteyen insanın duygularına; akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor. Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sünbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüzbinler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler mikdarınca diller ile ve ayrı ayrı, küllî ve cüz'î lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak'ı, bir Rahîm-i Kerim'i bütün bütün kör olmayana gösterir."

aş. neticede bizim fark ettiğimiz şey güneşin ışığı değil. bir tarafımızda ağacı, yaprağı, insanı, toprağı fark ediyoruz; ama ışık demiyoruz. halbuki bütün bunları ışıkla görüyoruz. gördüklerimizin hepsi ışığın varlığına şehatdet eder. güneşih ışığı olduğu için, her şeyi çok rahatlıkla görebiliyoruz.

biz ilk başta, ışığı o kadar bariz ki, ışıktan bahsetmeye gerek bile yok manasında bunu söyledim. rahmet de o kadar geniş ve bariz ki, insanlar o şiddet-i zuhurundan... her tarafta var. hangi mahluk zaruri olarak bir şeye ihtiyaç duyuyor da, onun ihtiyacı karşılanmasın. Rahmet Rezzak burcundandır diyor. Rezzak ne demek? Sadece midenin ihtiyacını karşılayan anlamında değildir. Her şeyin ihtiyacını veren anlamında. Kainatta bir şey için başka bir şey gerekiyor da, o verilmemiş olsun. Mümkün müY Yok. Kişinin iradesinin karıştığı şeyleri söylemiyorum. Her şeyin ihtiyacı olan şeyler verilmiş. Işık o kadar yaygın ki, ışık var diye konuşmuyoruz. Işığın varlığını nereden anlıyoruz? Seni görebilmemden. Rahmetin varlığını nereden anlıyoruz? Her şeyin ihtiyacının karşılanmasından.

İnsan bilinçli olduğu halde, vücudunda yapılan faaliyetlerin hiçbirini bilmiyor. Vücudunda yapılan her faaliyet, çok bilinçli bir faaliyet. Vücudunda olanların hiçbirini bilmiyor, ve buradaki faaliyetlerin hiçbiri de bilinçsiz değil, kasıtsız değil. Bu ne demektir? İnsanın içinde işleyen bir Rahmet var. Sürekli onun ihtiyacını görüyor. Ben bu kadar bilinçli olduğum halde, bunun farkında olmadığım halde, o zaman bütün mevcudatta meydana gelen ihtiyaçların karşılaması da kesindir.

Şefkati de anneye nimet olarak vermiş. Sadece sütü ihtiyaçlarımızı olarak vermiyor. O şefkat duyduğunu zannettiğimiz esbabın özelliklerini de O yaratıyor. Sütü de Allah gönderiyor, annenin şefkatini de Allah gönderiyor. Demek ki, her bir yardım her bir Rahmet eseri, doğrudan doğruya kimi gösterir? Rahman-ı Rahimi gösterir. Allah'ın rahmetinin olmadığı yer göster bana, ben diyeyim ki, evet Allah'ın rahmeti yok. Yok. Allah'ın rahmeti her yerde var.

aö. 30. Sözde enenin verilmesi kısmında da Rahim sıfatını hususen yazıyor. Ene verilmiş ki, Rahimiyete bir had konulsun ve anlaşılsın.

aş. mutlak olduğu için biz anlamıyoruz ama o fiiller her yerde var. Şu renkler, kırmızı, yeşil. Bunlar ışığın delilleridir. Işık olduğu için, bunlar gözüküyor. Gördüğüm her renk bana ışığın varlığını gösteriyor. Işık nerede görmüyorum, denmez. Işık her yerde var.

Mutlak eksik nokta bırakmayan her yerde kendini gösteren manasındadır.

Sızmadığı yer kalmamış.

mk. yakında bir film seyrettim. ata demirer'in kemancı filmini. adam dedesinin yanında kalıyor. hiç fark etmiyor. bir gün kasaları karıştırıken, kasalardan babasının olduğunu fark ediyor. ve onu aramaya gidiyor. halbuki babası olan kişi, onu aramaz. onun varlığının farkında değildir. çok ince bir şey.

şunu gösteriyor bu: kendimizi var olanların veya çok olanların kıymetini bilme eğitimine kendimizi alıştırmamız lazım.

aş. allah nimetini o kadar bol veriyor ki, biz o bolluktan farkındalığımızı kaybediyoruz. kuran her bir şeyin üstündeki gaflet perdesini kaldırır, her bir şeyin mucize olduğunu ortaya koyar. kuranın öğretisinde, verilen her şeyin mucize olduğunu, allahın nimeti olduğunu ortaya çıkarmak. felsefe ise, sıradanlaştırarak, tesadüfi bir konuma düşürüyor.

mk. bugünkü medeniyet, bu zenginliği hissetmediği için, rahmetin içinde olduğunu ve onun genişliğini fark etmediği için, müslümanlara diyorlar ya, bir lokma bir hırka. halbuki müslüman hiçbir zaman bir lokma bir hırka içinde değildir. muazzam bir rahet ve zenginlik içindeidr. her yerde sevgiyi ve rahmeti hisseder. fakat onlar bunu hissetmedikleri için, müslümanları bir lokma bir hırka içinde zannediyrolra. bu yüzden tamamen tersine çok çalışırsan çok zengin olursun, baskısı yapıyorlar.

aş. esbabı ön plana çıkartarak, rahmeti perdeliyor. çok ilginçtir. eskiden sinemalarda ekran vardı. perde açılıyor, bembeyaz. ışık gelen yere elini bir uzatıyorsun, orada bir gölge çıkıyor. ne var diyorsun? gölge var. aslında var olan gölge değil, ışık var. gölgeyi o ışıktan dolayı algılıyoruz. gölge, ışığın yokluğudur. yani biz yokluk görüyoruz aslında. asıl var olan nedir? ışıktır. mutlak olduğu için biz zannediyoruz ki, bir şey ok. işte rahmet de öylesine çepeçevre sarmış ki, bir şey yok diyoruz. ancak gölgelendiği zaman farkına varıyoruz. mutlak rahmeti, derecelerden hareketle yakalayalım diye yarattı.

kainat da gül goncası misali. öyle rahmet var ki, içiçe katmanlardan oluşuyor. rahmet yok dediği noktada bile, büyük bir rahmet var. bizim gözümüz esbaba takıldığı için.

mk. esbabtan rahmete geçebilme alışkanlığını kazanabilmemiz gerekiyor.

aş. çok ilginç insan hiçbir zaman ışık geldi demez. renkleri görür, renklere takılır. ışık ona renk kazandırıyor, tarzında konuşmayız. bizim bu kötüdür diye söylemiyorum. zihinler öyle çalışmıyor. doğrudan doğruya kaynağa intikal etmiyor. önce zahiri esbaba bakıyor, sonra eğitim ala ala, hakiki kaynağa gitmeye başlıyor. işte bu gaflet nazarını perdeyi kaldırmamız gerekiyor. sürekli perdenin arkasına nazar edeceğiz. burada bir merhamet tecellisi var. niye anne çocuğa şefkat ediyor? onun kalbine öyle bir şefkat verlimiş, istese de duramaz. ancak insaniyetini öldürmesi lazım ki, alğayan çocuğuna bakmasın. o çocuğun rızkını sadece süt yapmamış, annenin şefkatini de rahmet yapmış .

zk. kıyamette tek rahmet ne olacak? doğrudan allah. anneler çocukları bırakacak. kardeş kardeşten kaçacak. demek ki, esbap yok kıyamette. biz aslında, allah bizi kıyamet için hazırlıyor. o zaman eğer biz esbabın rahmetini görürsek, kıyamette rahmeti görmeyeceğiz.

aş. insan kendisinde zannediyor ya, kıyamette esbab ortadan kalkacağı için, anneler çocuğu bırakacak, kardeş kardeşini bırakcak. herkes nefsim diyecek. orada esbap gibi görünen özelliklerin ona ait olmadığı ortaya çıkacak. allahın rahmetinden başka rahmet olmadığı ortaya çıkacak. eğer biz esbabta allahın rahmetini görmediysek, o rahmetten kıyamette mahrum olacağız.

yy. cehennem azabını gördükten sonra, insan korkuyla ailesini düşünmez mi?

aş. cehennemi gördükten sonra değil, daha toplanma anında. o anda, esbabın bütün bütün ortadan kalktığı andır. insanlar yeniden diriliyorlar. o anda herkes birbirinden uzaklaşacak. esbabın tesiri ortadan kalkınca, herkes rahmeti nerede görüyorsa, orada bulacak.

zk. o zaman biz hayatımızda böyle davranmazsak, kıyamete hazır değiliz demektir.

rz. merhamet ve rahmet her tarafa sızmıştır derken, bazen diyoruz ya, kendimde güç bulamadım affedemiyorum. rahmet ve merhamet, bir güce dayanıyor. sızmıştır derken, kuvvet ve kudret istiyor. sen bir kötülük görmüşsün, o kötülüğü affedeceksin, sileceksin. orada bir kuvvet mutlaka bir tercih noktasında merhameti işletiyor. affedemiyorum ağbi, o güç yok bende. gelmiyorum içimden.

zk. allah sürekli veriyor, ama adam benim gücüm yok. bu ne demek aslında. tabi, adamdan gelmiyor, doğru. zaten hiçbir şey adamdan gelmiyor. ama allah sürekli veriyor. her şeyde rahmet var. her yerde. eğer benim gücüm yok diyen varsa, demek ki, adamın aynası, yani allahın rahmeti gösteren aynası temiz değil.

rz. her şeyi affetmek gerekebilir, ama izzet noktasında bazı şeyleri affetmek mümkün değil.

mk. bir konuda bir insanın kendini yüzde yüz haklı görmesi, haklı olmadığının kanıtıdır. bu allahın yardımcısı gibi kendini görmektir. en büyük cürümdür.

ikincisi, bize göre bir haksızlık görebiliriz, ama ona göre de haklı olduğu durumları düşünürseniz, biraz daha insaflı olmaya başlarız. . tabi rahmet çok büyük olduğu için, onu kendi hayatımıza indiremiyoruz, hemen.

üçüncüsü, evet rahmet var ama,, belki bu musibetten de rabbimin bana rahmet gönderdiğini düşünme alışkanlığımız varsa, onda da bir rahmet görebiliriz. bu rahmeti göremiyorsak, insanları yargılar ve sıkıştırırsak, o zaman rahmetin içine kendimizi koymadığımız anlamına gelir.

zk. diyelim ki, üzümüm var. ama irfan yemiyor. o zaman ona da üzüm vermek istediği içimden geliyor. bu fikir aklıma gelse bile, vermiyorum, vermeyeceğim diyorum. eğer benim nefsimi takip edersem, aynamı kirletirim. hiçbir zaman vermezsem, ne diyeceğim, içimden gelmiyor. ama aslında allah senin kalbini taşlaştırdı. sen alıştın vermemeye.

"Eğer denilse: "Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafîdir, bulandırıyor."
Elcevap: Risâle-i Kader gibi Nur'un risalelerinde bu dehşetli suale tam cevap verilmiş. Onlara havale ile, kısacık bir işareti şudur:
Herbir unsurun, herbir nev'in, herbir mevcudun, küllî ve cüz'î müteaddid vazifeleri ve o herbir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara veya çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir. Zâhirî, cüz'î bir şer, bir çirkinlik olur; bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcud o vazifesinden men'edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücud bulmaz. Bir hayrın ademi şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle; o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek birtek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki; bütün bütün hikmete, maslaha
(Orjinal Sayfa:486)
ta, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, su-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve âkibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat îman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ الرّحْمنِ الرّحِيمِ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ der."

zk. üzümleri vermemem zulümdür. vermezsem, zulmediyorum irfan ağbiye. allah senin o halini sevmez.

amç. allah lafzının celalinden sonra zikredilmesi, ... rızık da bekaya sebeptir. rahman rızka bakıyor, rızık da bekaya bakıyor. şiddet-i zuhur meselesi, her yere sızmışlık. 4. şuada diyor ya, hasbinallahü nimel vekil, bir anlık bir hayat görüntüsünün bile ebediyet aldığını anlatıyor. hayata geldin gittin. kelebek ölüyor mesela. veya çok kısa süreli yaşıyor bir canlı.
burada malik-i yevmid dine bağlayacak. beka, vücudun sürekli yenilenmesinden ibarettir. vücut ayırt edici, hususi bir şekilde onu tercih eden ve ona tercih ettiren. birincisi, ilim, ikincisi irade, üçüncüsü kudret sıfatlarını gerektirir. beka dahi, semere-i rızık mahsulü oldukları için. rızık olması için, gören, duyan ve konuşan. işte rızık veren, ister ki, rızık alan istediği zaman görsün, duysun ve konuşsun onunla. bunlar hayat sıfatını iktiza eder. hayat da hayy-ı kayyuma dayanır. kıyam ya, tüm hayatlar ona dayanıyor.

lezzet dediğimiz şey nedir?

rz. rahmet olayında, şöle bir şey de var. tek kudret insanda, kalbini karartmak. allahın verdiği iradeyi o yönde kullanmazsa, kalbinde o karanlığı görecektir. insanın yaptığı ne olursa olsun, kendi adına bir hayır değildir. ateistin bir tanesi gelmiş, sormuş: "allahtan şeker isteyin" demiş, şeker gelmemiş. "benden isteyin" demiş, şeker dağıtmış. bakın demiş, allah yoktur. bir çocuk ise: "allah vardır, senin gibi bir ahmakın elinden şekeri dağıttı." demiş.

hş. çok zahir bir rahmet var dedi, ama çirkinlikler de var. onları ne yapacağız?

aş. çirkinlik hariçte mevcut mudur? cüzi diyor.

"Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafîdir, bulandırıyor."

mk. direk saf bir lezzet yok bu dünyada.

bazı konular var, iyi hissedersek, çok açıklayıcı olur. kaza, çok bariz gösterir. ama aşk buradaki bulanıklığı çok iyi ifade eder. seviyorsunuz, ama sevdiğinize ulaşamıyorsunuz. hep acı çekiyorsunuz, ki dünyanın en güzel duygusu da aşktır.

is. öyle bir şeyden sonra birçok kişi yaşama zevkini kaybediyor.

bulan da bulamıyor beklediğini, acı çekiyor.

rz. ateş gelip de vatandaşı yaktığını düşünün. av ve avcı hayvan vardır. avcı avını yer. avın durumu nedir? avcı hayvana rızık olmaktır. ömrü bitmiştir. allah onun canını avcı hayvana ikram eder.

aş.

"Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû'-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur."

Ateşe elini soksa ve onu şer olarak görse, burada önemli olan ateşe elini soktuktan sonra verdiği hükümdür önemli olan.

"Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz."

Hodgam, sırf kendi hesabına bakıyor kainata. Akıbeti görmeyen hissiyat: zevkler peşinde koşar. Bu hissiyat, ölçü olamaz.

"Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. "

zk. siyah neyi temsil ediyor?

ışığı yutuyor.

aş.

"Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. "

Merhametsiz kalp her şeyi çirkin görür. Sevgiyi de ateşi de.

"Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder."

Kim? iman gözüyle. Neye? Sevgiye de ateşe de. Aşka da kine de. Hepsine güzel yönüyle bakar. allahın hullelerini ortaya çıkaran birer vesile olarak görür.

şimdi bir örnek vereceğim. ayna misalini. burada somut bir güzellik ortada var. etrafta sonsuz tane ayna var. güneşin ışığı her bir şeyde yansıyor. ışığı da, ısısı da, rengi de. hepsini mevcudata taşıyor. aynalardan her biri, güneşin partııcıklarını yansıtır. aynalarda gözüken her şey, cüzidir. güneş tamdır. cüzi olanların varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. yani ışık kaynağı değildir. ışığı eksiltmez de, artırmaz da. bir aynanın eksik olması, insanın görüntüsünü ne artırır, ne eksiltir. burası çok önemli. sonsuz görüntü var zaten, bir görüntünün gitmesi, oradaki cisimin varlığına bir şey katmaıdğı gibi, eksiltmez de. yansıtma cinsindendir. aynalardakinin bir tanesi, sırtını dönmüş ışığa. kendisi karanlıkta kalmış. diğerlerinin aydınlıkta olmasından dolayı, azap çekiyor. azabı çektiren nimetin varlığıdır. nimet olmasa, karanlık tazip etmez. azap dediğimiz şey, nimetin varlığı. nimetin varlığı, onun için azap olmuşsa, problem kimden kaynaklanır? kişinin kendinden kaynaklanır.

nimet her yerde vardır ve her şeyi kapsar. onun karanlıkta kalması, nimeti eksiltmez. yani güneşin ışığı her yere gider, her yerdedir. o ışığı kapatmak suretiyle, ışık eksiltmez. eksilen kendi ışığımdır. umumi rahmet, onu bulandırmıyor, sen sadece karanlık görüyorsun.

gözümü kapatmsam, ışık kayboldu mu? yok. sadece ben göremiyorum.

mk. doğru mu anlıyorum, şunu mu dediniz:

güneş doğuyor, bir tanesi perdesini açmıyor. bu güneşe zarar vermez. güneşin oraya girememesi, güneşin eksikliğinden olmaz. adam perdesini açmıyor. o mahrum kalmış oluyor. yoksa güneş her yeri aydınlattığı gibi orayı da aydınlatır.

fakat pratik hayatta hüsnünün dediği gibi yaşıyoruz. diyelim ki, aynı güneş, meyveyi çürütüyor. veya bir müddet sonra yakıyor. hayatta bunun gibi, allahın değişik esmalarının tezahür ettiği şeyler de var. flu görünen olaylar da var. zamanı geleni, allah öldürüyor. bu rahmetsizlik gibi görünüyor.

aş. yine perdesini kapatmıştır. ölümü çirkin görüyor.

mk. yahu öyle gördükten sonra, zaten meseleyi konuşmaya gerek yok.

aş. oradaki perde, insanın kendine göredir.

mk. biz o egzersizi yapalım. üzüm, belirli bir olgunluktan sonra çürümezse, bir dahaki sene meyve vermez. rahmeti kendi basamakları içinde görmemiz gerekiyor. biz neyiz insanız. mutlak rahmeti görmüyoruz, neticeleri itibarıyle görüyoruz.

mesela ailelerde kavga edersiniz. korkmamak lazım. en sağlıklı aileler tartışma yaşayıp, sonra çözüm bulanlardır. o kavga rahmet olur. ilk başta kötü gibi görünür. ama sonu neticesi itibariyle rahmete döner. bu da belki de, anzer balını bir çay kaşığı kadar yiyebilirsin. bir tatlı kaşığı yersen, ağrıdan duramazsın. rahmetin fluluğu da rahmettir.

hş. oraya girmemiş üstad burada. rahmet o kadar şiddetli ki, biz aslında kör oluruz bir yerde. şiddet-i zuhurundan bazen o rahmeti fark ettirmek için, o çirkin gördüğümüz olaylarla bizi ikaz eder.

aş. ayette de der. biz küçük azaplar veririz ki, ta ki büyük azaplardan korunasınız diye.

insan nazarını, tek bir noktaya teksif ederse, çürüdüğünü düşünürse, çürük olur. ama omyevenin bozulması, dönüşümü, gelecek bahardaki meyvelerin tavı olması nazarıyla baksa, o çürümenin ne kadar büyük rahmet olduğunu görecek. nazarımızı farklı boyutlara çekmek için, o siyah noktalar yaratılmış. onların veriliş gayesi, elbiselerdeki farklı desenleri fark edelim diye. ama biz kendi iç dünyamızda bir karanlık yapmışsak, o siyah noktayı görüyoruz, desenleri göremiyoruz.

mk. illa kötü lması da gerekmez. mesela, siyah üzüm mü, çekirdeksiz üzüm mü, çavuş üzüm mü daha güzeldir? illa kötü olması, yanması da geremiyor .aslında yiyorsun çekirdeksiz üzümü, bir de siyah üzüme bakayım kardeşim diyorsun. aslında her birisi, birbirini naksetmiyor. birbirinin güzelliğini daha çok hissettiriyor.

zk. yakan ateş neyi gösteriyor? her şeyin bir hikmeti ve gayesi var. öyleyse allahın bir hikmeti var. her şeyi bir amaç için kullanıyor. ateş o da rahmet. neyi gösteriyor? allahın rahmetini.

biz birer aynayız. mesela ben rezzak ismini yansıtıyorum. benim verdiğim rızık, allahın rızkını azaltır mı? hayır. ben sadece taşıyıcı oluyorum.

oğ. insan başkalarını kendi aynasının renginde görür. bazen arkadaş meclislerinde, karşı cinsle müspet olmayan insanlar, şöyle bir tavra giriyorlar: evlenecek kız kalmadı. çünkü kendi dünyasında, öyle bir dünya oluşmuş.

mk. kadınlar da, adam gibi adam kalmamış diyor.

aş. siyah noktayla ilgili ben de bir anımı anlatayım. askerdeyken, yemek dağıtacağız, en sonunda da biz yiyeceğiz. bir arkadaş benden kendi nöbetini devralmamı rica etti. dağıtımdan sonra da beraberce yiyeceğiz. arkadaşlar, ben gelmeden yiyip bitirmişler. ekmek bile bırakmamışlar. ben de çok acıkmışım. bencilliklerine çok kızmıştım. bunda da bir hayır vardır dedim. bir baktım, küçük bir ara oldu. memlleketinden dönen bir arkadaş, benim getirdiğim yiyecekler vardı, sen de bana eşlik eder misin, dedi. o kapkara görünen olay, çok daha güzel bir ikrama ulaşmamı sağladı. o nimetin güzelliğini daha güzel görebilmem için, allah beni o hadisede zora soktu. biz farklı yerden bakıyoruz, rahmet farklı yerden bakıyor.

mk. ayrılık hasreti doğurur. hasretin kendisi yakıcıdır. ama buluşunca, o hasretler olur birer gül.

aş. allah bir kuluna nimet vermek isterse, deveyi kaybettirir, sonra da buldurur. deveyi daha önce nimet olarak görmüyorduk. onu kaybedince, ne olduğunu anladık. sonra geldiği zaman ne kadar büyük bir değeri oluyor.

Hiç yorum yok: