10 Mart 2008 Pazartesi

Yirmialtıncı Lema 1-5. Rica

Yirmialtıncı Lem'a
İhtiyarlar Lem'ası
(Yirmialtı rica ve ziya-yı teselliyi câmi'dir.)
İHTAR: Herbir "rica"nın başında manevî derdimi gayet elîm ve sizi müteessir edecek derecede yazdığımın sebebi: Kur'an-ı Hakîm'den gelen ilâcın fevkalâde tesirini göstermek içindir. İhtiyarlara ait bu Lem'a, üç dört cihetle hüsn-ü ifadeyi muhafaza edememiş.
Birincisi: Sergüzeşt-i hayatıma ait olduğu için, o zamanlara hayalen gidip o halette yazıldığından; ifade, intizamını muhafaza edemedi.
İkincisi: Sabah namazından sonra gayet yorgunluk hissettiğim bir zamanda, hem sür'ate mecburiyet tahtında yazıldığından ifadede müşevveşiyet düşmüş.
Üçüncüsü: Yanımda daim yazacak bulunmadığından, yanımda bulunan kâtibin de Risale-i Nur'a ait dört beş vazifesi olmakla, tashihatına tam vakit bulamadığımızdan intizamsız kaldı.
Dördüncüsü: Te'lifin akabinde ikimiz de yorgun olarak, manayı dikkatle düşünemeyerek, gayet sathî bir tashihle iktifa edildiğinden, tarz-ı ifadede elbette kusurlar bulunacak. Âlîcenab ihtiyarlardan, ifadedeki kusurlarıma nazar-ı müsamaha ile bakmak; ve rahmet-i İlahiye boş olarak döndürmediği mübarek ihtiyarlar, ellerini dergâh-ı İlahiyeye açtıkları vakit bizi de dualarında dâhil etsinler.
(ayet)
Şu Lem'a yirmialtı ricadır.
BİRİNCİ RİCA: Ey sinn-i kemale gelen muhterem ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Ben de sizin gibi ihtiyarım. İhtiyarlık zamanında arasıra bulduğum ricaları ve o ricalardaki teselli nuruna sizi de teşrik etmek arzusuyla, başımdan geçen bazı hâlâtı yazacağım. Gördüğüm ziya ve rastgeldiğim rica kapıları, elbette benim nâkıs ve müşevveş istidadıma göre görülmüş, açılmış. İnşâallah sizlerin safi ve hâlis istidadlarınız, gördüğüm ziyayı parlattıracak; bulduğum ricayı daha ziyade kuvvetleştirecek.
İşte gelecek o ricaların ve ziyaların menbaı, madeni, çeşmesi; imandır.
İKİNCİ RİCA: İhtiyarlığa girdiğim zaman; bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir halet bana geldi. Gördüm ki; ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı. Birden rahmet-i İlahiye öyle bir surette inkişaf etti ki; o rikkatli hüzün ve firakı, kuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi. Evet ey benim gibi ihtiyarlar! Kur'an-ı Hakîm'de yüz yerde "Errahmanurrahîm" sıfatlarıyla kendini bizlere takdim eden ve daima zeminin yüzünde merhamet isteyen zîhayatların imdadına rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharı hadsiz nimet ve hediyeleriyle doldurup rızka muhtaç bizlere yetiştiren ve za'f u acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyade gösteren bir Hâlık-ı Rahîmimizin rahmeti, bu ihtiyarlığımızda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadır. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahman'a intisab etmek ve feraizi kılmakla ona itaat etmektir.
ÜÇÜNCÜ RİCA: Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım; vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî'nin
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber...
dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümidlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O manevî ve çok derin ve devasız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim,
Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber! (Haşiye)
O vakit birden merhamet-i İlahiyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye'simi, nurlu bir ricaya çevirdi.
Evet ey benim gibi ihtiyarlığını hisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz, aldanmakta faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar, sevkiyat var. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalaletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbabların mecmaıdır. Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir. Evet bin üçyüz elli senede, her sene üçyüz elli milyon insanların sultanı ve onların ruhlarının mürebbisi ve akıllarının muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde (ayet) sırrınca, bütün o ümmetinin işlediği hasenatın bir misli, sahife-i hasenatına ilâve edilen ve şu kâinattaki makasıd-ı âliye-i İlahiyenin medarı ve mevcudatın kıymetlerinin teâlisinin sebebi olan o Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyaya geldiği dakikada "ümmetî ümmetî" rivayet-i sahiha ile ve keşf-i sadıkla dediği gibi, mahşerde herkes "nefsî nefsî" dediği zaman, yine
(Haşiye): Yani: Benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği halde; hikmet-i İlahiye, cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekim-i Lokman da çaresini bulamadığı dermansız bir derde düştüm. "ümmetî ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlık ile, yine şefaatıyla ümmetinin imdadına koşan bir zâtın gittiği âleme gidiyoruz. Ve o güneşin etrafında hadsiz asfiya ve evliya yıldızlarıyla ışıklanan öyle bir âleme gidiyoruz.
İşte o zâtın şefaatı altına girip ve nurundan istifade etmenin ve zulümat-ı berzahiyeden kurtulmanın çaresi: Sünnet-i Seniyeye ittibadır.
DÖRDÜNCÜ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-ı bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık, müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi' ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatiatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalân edip düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran bîhaber.
O vakit gurbette idim. Me'yusane bir hüzün ve nedametkârane bir teessüf ve istimdadkârane bir hasret hissettim. Birden Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye'si dahi izale eder ve o karanlıkları dağıtabilirdi.
Evet ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye başlayan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halkeden bir Sâni'-i Zülcelal, mümkün müdür ki; o şehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin. Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiş; elbette nasılki "yapan bilir" öyle de "bilen konuşur". Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebatını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.
İşte o kudsî defterin en mükemmeli; kırk vecihle mu'cize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgari olarak on sevab ve on hasene ve bazan onbin ve bazan Leyle-i Kadir sırrıyla bir harfine otuzbin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'dır. Bu makamda ona rekabet edecek kâinatta hiçbir kitab yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur'an, Semavat ve Arz'ın Hâlık-ı Zülcelalinin rububiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i uluhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti canibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır; bir maden-i rahmetidir. Ona yapış. Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye'se bir rica, içinde vardır.
İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktır.


Md: İhtiyarlık iki türlü. Bir biyolojik ihtiyarlık. diğeri insanın ümitleriyle ilgili. İnsan gençken çok büyük arzular, ümitlere sahip oluoyr: İhtiyarlıkla insan o hırslarından ve ümitlerinden kopuyor.
Y: Aslında bir anlamda yüklerinden kurtulmuş oluyor, değil mi?
Md: Gençlikteki o cismani haşmet ve kudret, ihtiyarlıkta kendine has bir olgunlukla, birçok şeyleri güç yerine sabır, selimiyetle hoş davranmakla, bir çok engeli aşabiliyor. Dolayısıyla her yaşın, Amerikalıların kullandığı bir tabir var, kendine has bir güzelliği var, bereketi var.
İhtiyarlığı anlatırken, gençliği kötülemiyoruz.
Y: Fiziksel anlamda ihtiyarlama ve aynı zamanda gün içinde inanın çaresiz, gücü bitme noktası da ihtiyarılğın bir parçası gibi. Şimdi medeniyet hep gençliği, enerjiyi ön plana çıkarıyor. Sanki ihtiyarlık kötü bir şeymiş gibi. İnsanlar ihtiyarlamaktan korkuyor, yok cildimiz bozuldu, saçımız beyazladı. Sanki genç olmak en güzeliymiş gibi bir tablo çiziliyor. üstad da ihtiyarlığın bir dert olmadığını, bir sürü rahmeti de açtığını dile getirmiş. O yüzden yaşla bir takıntıya gerek yok.
Md:
"BİRİNCİ RİCA: Ey sinn-i kemale gelen muhterem ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Ben de sizin gibi ihtiyarım. İhtiyarlık zamanında arasıra bulduğum ricaları ve o ricalardaki teselli nuruna sizi de teşrik etmek arzusuyla, başımdan geçen bazı hâlâtı yazacağım. Gördüğüm ziya ve rastgeldiğim rica kapıları, elbette benim nâkıs ve müşevveş istidadıma göre görülmüş, açılmış. İnşâallah sizlerin safi ve hâlis istidadlarınız, gördüğüm ziyayı parlattıracak; bulduğum ricayı daha ziyade kuvvetleştirecek.
İşte gelecek o ricaların ve ziyaların menbaı, madeni, çeşmesi; imandır."
Y: Yani iman yoksa, ihtiyarlamak da güzel değil.
Md: Müspet cümleler kuralım. İmanla ihtiyarlık güzelleşiyor. Böylece insan kendini köt zannetmiyor.
Diğer bağlantı yerleriyle söyleyelim, yeniden genç olma arzusunu yaşamaya başlıyor. Yeni bir dünyaya, rahmete tekrar mazhar olmanın kapısının açıldığını, o ümit ve coşkuyla yaşamanın sevincini taşıyor. Öyle ihtiyarlar var, imanla gençlerden çok daha coşkulu, sevinçli, hatta bu coşkunun fiziki hareketlerine akseden insanlar gördüm.
C: İnsan ne kadar ihtiyarlarsa ihtiyarlasın, nefsi genç kalıyor.
Md: Öyle olması lazım, yoksa ahireti cenneti arzulamayız. O zaman Rabbi Rahime arzularımız azalırdı. Biz genellikle Rabbi Rahime bakmaya alışmadığımız için, ihtiyarlığı çok sefil görübeliyirozu. Hakikaten iman olmayan ihtiyarların ihtiyarlığı çok sefih oluyor, çünkü bazı ar damarları da kalkabiliyor. Nefis ölmüyor, ama nefsin olgunlaşarak Allah'ı arzulamasını istiyoruz. Hakikaten yaş olarak ihtiyar olmama rağmen, duygularımla sanki daha 13 yaşındaymış gibi.
H: Cennete olan ümidi kamçılıyor, genç olduğumuzu hissetmek.
Y: Duygular ve istekler değişmiyor insanda. Sürekli yaşama var olma, hiç ölmeme gibi azular.
Z: Şu hadisi nasıl yorumlamalıyız: "En bahtiyar genç odur ki, ihtiyar gibi ahiretini düşünür. En bahtiyar ihtiyar odur ki, genç gibi dünyaya çalışır."
H: Şeytanın en önemli tesirlerinden biri umutsuzluk aşılamasıdır. Yoksa gençler gibi sefih bir hayat yaşamaya çalışsın. Özellikle bayanlara bakıyoruz, pörsümüş ama yine de makyaj yapıyor, insan huzursuz oluyor. Ama ahiret yönüyle sonsuzluk isteiğimiz canlı kalıyor, bu da bizim umudumuzu artırıyor. Üstad hiçbir zaman umudunu kesmemiş.
Mn: Birinci ricada özellikle üstünde durmuş olduğu iman. "menbaı, madeni, çeşmesi; imandır." Yani imanlı insanların ihtiyarlasalar bile, her zaman ondan çok büyük lezzet alabileceklerini söylüyor. Yani Allah, öldükten sonra hesap gününe, yani imanın altı esasıyla alakalı güzelliklerin insana bambaşka bir boyut verdiğini, insanı bu karışıklıktan nura çıkardığını, bedenin eskime duygusunu hissettirmeyecek dereceye getirdiğini anlıyorum. Birinci ricanın en çok üstünde durduğu imana külli bakış, imanın 6 esasının insanı daima diri tutttuğunu anlıyorum.
H: İkinci paragrafta belki şeydir, ama başta mesela birisi üzüntülü bir olay oldu, bu insana teselli vermek için ne yaparsınız? Nasıl bir başlangıç yapılır? Üstad diyor ki, ben de ihtiyarım. İhtiyarlığı insanlar kötü görüyor. Üstad diyor ki, ben sizi anlıyorum.
D: İkinci dünya savaşındaki çocuklar için üstad onlar da ihtiyardır diyor.
H: O farklı bir durum. Akıl olarak o haleti yaşadığını söylüyor.
Şimdi ihityalrara baktığımızda, artık göçmüş gitmiş bir hastalık musibet gibi bakıyoruz. İlk önce ihtiyar insan, daha doğrusu ihtiyarlığından hüzünlendiği içn yazıyor. Teselli için, ben de ihtiyarım diyor. Bu çok iyi bir yöntemdir. Ben ihtiyarım dediğin zaman benim de aynı sıkıntıyı çekme halim var. Ve kendime göre bir rica buldum. Başında diyor, bunu ben nefsime diyorum, kim istiyorsa beraber dinlesin. Tavır olarak, karşındakiyle empati kuruyor her zaman. Senin derdin benim derdim. Ortaklaşa dertleri paylaşıyoruz. Ben kendime göre bunların böyle çarelerini buldum, o zaman dinlemede çok rahat oluyor.
Z: Başlarken, "Yirmialtı rica ve ziya-yı teselliyi câmi'dir". Bu kavramları biraz açmak lazım.
Md: Sana ne düşündürüyor? İhtiyarlar teselliye muhtaçtır. İnsan gençliğe göre bazı konularda tercih hakkı doğuyor fiziki olarak. İkincisi, ricayı ne düşündün?
Z: Ziyayı düşündüm. Rica da belki rica etmek manasında.
H: Rücudan geliyor sanki derde karşı çıkış yolu bulmak. Necat bulmak gibi bir şey.
Md: Baştaki ayet çok enteresan. Zekeriya AS'nin duası.
H: O zaman çocuğu olmuyordu, Rabbim diyor, bedenim çürüdü diyor. Ondan sonra bir çocuk istiyor, Cenab-ı Hak Yahya AS'ı bahşediyor.
Bu Kuranda geçiyor. Ben bazen, mutsuz olduğum zaman bu duayı ediyorum ki çok güzel bir şey. Sen ihtiyarlamışsın, esbap sükut etmiş, Allah'a dua ediyorsu, Yarabbi sen beni hiç geri çevirmedin.
Mn: Yani şefkatli bir yaklaşım değil mi? Şefkatle alakalı, rica. Yani gerçekten dünyadan ayrılmaya fiziki yönden az bir zamanı kalmış insanlara ricada bulunuyor. Yani emir cümlesi değil, şefkat, merhamet, sevgi dolu rica ediyor. Yani onlara çeşitli ricalarda bulunuyor.
H: Yaraya merhem gibi bir şey. Ve ziya diyor.
Y: Ama yaklaştırma anlamında da olabilir. İhtiyarlık onu imanla da birleştirince, Allah'a yaklaştırıyor gibi.
H: Rica ümit demek. Şeytanın vesveselerine karşı ümit. Bu dünyada da sebepler olarak tükendiğimiz şey de ihtiyarlıktır aslında. Şeytan ihtiyarlıkla insanları korkutur.
Y: İhtiyarlarsanız mahvoldunuz. O yüzden emeklilik gibi şeyler satıyorlar. Bu korku üzerinden satıyorlar.
Md:
"İKİNCİ RİCA: İhtiyarlığa girdiğim zaman; bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir halet bana geldi. Gördüm ki; ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış. Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı. Birden rahmet-i İlahiye öyle bir surette inkişaf etti ki; o rikkatli hüzün ve firakı, kuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi. Evet ey benim gibi ihtiyarlar! Kur'an-ı Hakîm'de yüz yerde "Errahmanurrahîm" sıfatlarıyla kendini bizlere takdim eden ve daima zeminin yüzünde merhamet isteyen zîhayatların imdadına rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharı hadsiz nimet ve hediyeleriyle doldurup rızka muhtaç bizlere yetiştiren ve za'f u acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyade gösteren bir Hâlık-ı Rahîmimizin rahmeti, bu ihtiyarlığımızda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadır. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahman'a intisab etmek ve feraizi kılmakla ona itaat etmektir."
Y: Gün, mevsim, o anki zaman, medeniyet hepsini algılıyor.
Bütün yönleriyle sözel soyutlama yapıyor. Heppsinin ortakl yönlerini görüyor.
Mn: "İhtiyarlığa girdiğim zaman; bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım"
Acaba nerede bu oluyor?
H: Bunu yazdığı tarih Barla da olabilir, Kastamonu da olabilir.
Z: Geçmişte yaşadığı bir zamanan bahsediyor.İfadeler biraz müşevveş olmuş, bunun sebebi de geçmişe gitmemden kaynaklanıyor diyor. Dolayısıyla daha önceki bir zamanı anımsıyor.
H: İlk başta bir ihtiyarın ruh halini ortaya koyuyor. Karanlık bir tablo çiziyor. Sonra hemen onun ümidini veriyor. Rahmet-i ilahiye bir kurtuluş getiriyor.
Y: Kendi hayatımızda da olyuor bu hisler.
H: Karanlık içinde karanlık. Berk var, deniz dalgası var, gece karanlık, karanlık içinde karanlık. Bir anda ümit geliyor. Nur-un ala nur.
Y: Dönüştürüyorsun.
C: İhtiyarlıkla ilgili hep bir ruh halinden bahsediyor gibi. Sanki fiziki halinden bahsetmiyor. Sanki ihtiyarlıkla dünyaya bakış arasında bir bağlantı kuruyor gibi. Sanki ihtiyarlıkla insanlar, dünyaya olan bağlarını gözden geçiriyorlar. Çağ nereye gidiyor, ben nereye gidiyorum? İman olmazsa, dünyayayla bağlantısını doğru bir yer oturtmasına imkan yok. Çünkü baştan beri yapılan vurgu hep bir üzüntü üzerine. Girişte de manevi derdimi sizi müteessir edecek yazdığımın sebebi, Kuran-ı Hakimden gleen ilacın fevkalade tesirini ortaya koymak istiyor. Bu bitmiş bir insanda görünmez mi? İnsanların sık sık yaşayabileceği ruh halleridir.
Z: Her şeyin imansız bakıldığında sürekli yokluğa gittiğini görüyor. Bir insan ölümü düşünmeye başladı mı, ihtiyarlamıştır.
C: Her halde, firakı hisseden bir insan için ihtiyardır demek yanlış bir tabir değil.
H: O bir vechi.
Y: İlk ricada imanı vurguluyor, ikinci ricada Rahman ve Rahimi vurguluyor. Sonra bakıyor ki, Rabbim bütün canlılara yardım ediyor, onların tüm ihtiyaçlarını karşılıyor. O zaman korkulacak ne var ki diyor.
Z: İlk kesimde vurguladığı imanda ben şöyle bir şey anlıyorum. Mesela üstad bir şeyi ispatlayacaksa bir delil koyar. Burada imansız biri bu teselliden faydalanamaz diyor. Önce iman lazım diyor. Ölüme doğru giden bir insanın üzüntüsünü untutturacak şey, Erhamürrahiminideki, nasılki her muhtaca çaresini veriyor, ben de şu an acizim, bana da çaremi verecek.
C: Zaten bütün diğer ricalar, imanın bir vechesini anlatıyor.
H: Susamış bir insana suyla ilgili akli bir delil vermeye gerek yok. Suyu verirsin olur biter. Adam bir hal yaşıyor, bunun bir tesellisini bulmak lazım. Yani suyu vermek lazım. Bazı şeyleri delille sunuyor, ama burada yaşanmış bir hal var. Ha ileride yine gelecek, Allah herkese rahmet ediyor. Kainattan da bunu görüyorsun. Ama daha çok insanın duygusuna incinmiş haline verilmiş bir cevap gibi.
Y: Duygu yönü var, ama kuru bir tesellii de değil. Deliller de var, ama duygular ön planda. Çünkü ihtiyarlıkta duygusallık daha çoktur.
Z: Evet, fakat şu yok, her mevsimde çiçekler olmasının ispatı yok mesela.
Md: Daha doğrusu hayatın içinde kullanımını yaşatarak gösteriyor. Bize de kendi hayatımızda imanı yaşama örneği sunmuş oluyor.
H: Ahiretsiz bir insan, ne olursa olsun, ümitsiz bir insandır. Niye, çünkü belli bir yerde ölecek. Umudu olmayan insandır. Bu umutsuzluktan dolayı, şeytan bu iinsanın bineği olur. Üstad ise, umudu göstermek için, hemen çaresini gösteriyor. Ne diyor, Kadir-i Rahim. Hem kudretli, hem rahmetli. Her şeye gücü yeter. Ben böyle yaşlıyım, ama beni genç olarak sonsuza değin yaşatacak gücü var.
Anen rahmetlidir, ama çocuğun hastalığını engelleyemez. Çünkü Kadir değildir. Ama Cenab-ı Hak hem Rahimdir, hem Kadirdir.
Z: Yapıyor da bunu, sen sadece bunu gör.
H: Bir de yaklaşım çok önemli, üstad bana diyor ki, ben bunları yaşadım size yaşadığım hislerimi ve fikirlerimi anlatıyorum. Genç bir adam yazsaydı, bir anlamı olmazdı.
Z: En tesirli anlatım odur. Birisi bir teoriden bahsettiği zaman, bu adam anlatıyor, ama başına gelmemiş.
H: Bazen imamlara bakıyoruz, çok etkili konuşuyor. Ama adam haliyle mümin değilse, o adam inandırıcı gelmiyor. Hem söylüyorsun, hem yapmıyorsun. Adama işlememiş bana nasıl işlesin ki?
D: İmamlara da taş atmış. Edipler edepli olmalı. İslam edebiyle edepli olmalı.
H: Senin anlatabilmen, karşıdakinin seni anlayabilmesiyle ilgilidir. İmam derken, önder, numune gibi dini yaşayan örnek insan gibi.
Mn: Bu sözlerin çıkışları büyük bir çoğunlukla İsrailliyatla alakaladırı. 4 mezhebe karşı şeyi kırmakla alakalı. Biraz önce söylediğin sözle ilgili olarak.
2. ricada ne diyor? "Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahman'a intisab etmek ve feraizi kılmakla ona itaat etmektir." İmanı ışıklandırıyor. 3. ricada da sünnetle ziyayı biraz daha parlatacak.
Z: Ben şöyle bir şey anladım. Ricadan kastettiği ümitsizliğe düşmeme.
H: Rica eşittir ümit. Sözlük anlamı o. Sana rica ediyorum değil.
Mn: Ümit pompalanıyor. Şefkat merhamet. Ya da istikamette tutup...
H: Üstad bizim bildiğimiz kelimeleri bizim bildiğimizin dışında gerçek öz anlamıyla kullanıyor. Mesela belki, bire olasılıklı anlamında geliyor. Ama hakiki anlamı, bilakis demek.
C:
H: Batı medeniyeti bu tip ihtiyarlığını reddeden insanları çare gibi görüyorlar. Neşeli, sürekli davullu zurnalı. İnsanlara bunu çare olarak gösteriyorlar. Ama kadının iç yapısına baktığınız zaman insan üzülüyor. İnsanlara çözüm olarak bunu gösteriyorlar.
C: Fiziki ihtiyarlıkla beraber bu duyguları hissetmek çok daha farklı olacaktır.
H: Bir hadis var, mana olarak: "Cenabı Hak bir topluma oradaki çocuk ve ihtiyarların bulunmasından dolayı musibet vermez."
D: Bir ağbi diyor ki, "Cenab-ı Hakka dua ederken, Allah'ta olmayan sıfatlarla dua etmeli." Ne yok Allah(ta acziyet yok.
Md: "ÜÇÜNCÜ RİCA: Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım; vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor."
Gösteriyor ki, ihtiyarlık bir algılamadır. Dünyadan gittiğinizi algıladığınız vakit, ihtiyar olmuş demeksiniz.

Hiç yorum yok: