1 Mart 2008 Cumartesi

25. Söz Üçüncü Şavk İkinci Cilve Üçüncü derece

Üçüncü derece: Binler mesailinden yalnız nümune olarak üç-dört mes'eleyi göstereceğiz. Evet Kur'anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir. Meselâ: Medeniyetin bütün cem'iyat-ı hayriyeleri ile, bütün cebbarane şedid inzibat ve nizamatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur'an-ı Hakîm'in iki mes'elesine karşı muaraza edemeyip mağlub düşmüşlerdir. Meselâ: (ayet) Kur'anın bu galebe-i i'cazkâranesini bir mukaddeme ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
"İşarat-ül İ'caz"da isbat edildiği gibi bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni, bir kelime olduğu gibi bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi, bir kelimedir.
Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
İkinci kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O müvazenenin esası ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir. İkinci kelime, avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe malûm olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet, bütün cem'iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedavi edememiştir. Kur'an, birinci kelimeyi esasından "vücub-u zekat" ile kal'eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını "hurmet-i riba" ile kal'edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. "Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder. Şakirdlerine "Girmeyiniz" emreder.

N: Birinci karşılaştırma Risale-i Nurdaki müvazenelerdi. İkinci derecede bildiğimiz beş mertebede karşılaştırma vardı. Üçüncü derecede:
" Üçüncü derece: Binler mesailinden yalnız nümune olarak üç-dört mes'eleyi göstereceğiz. Evet Kur'anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir. Meselâ: Medeniyetin bütün cem'iyat-ı hayriyeleri ile, bütün cebbarane şedid inzibat ve nizamatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur'an-ı Hakîm'in iki mes'elesine karşı muaraza edemeyip mağlub düşmüşlerdir. Meselâ: (ayet) Kur'anın bu galebe-i i'cazkâranesini bir mukaddeme ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:
"İşarat-ül İ'caz"da isbat edildiği gibi bütün ihtilalat-ı beşeriyenin madeni, bir kelime olduğu gibi bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi, bir kelimedir.
Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne."
İkinci kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Evet hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, müvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O müvazenenin esası ise: Havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi birinci kelime, havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevketmiştir. İkinci kelime, avamı kine, hasede, mübarezeye sevkedip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği gibi; şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi herkesçe malûm olan Avrupa hâdisat-ı azîmesi meydana geldi. İşte medeniyet, bütün cem'iyat-ı hayriye ile ve ahlâkî mektebleriyle ve şedid inzibat ve nizamatıyla, beşerin o iki tabakasını musalaha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müdhiş yarasını tedavi edememiştir. Kur'an, birinci kelimeyi esasından "vücub-u zekat" ile kal'eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını "hurmet-i riba" ile kal'edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur'aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. "Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder. Şakirdlerine "Girmeyiniz" emreder."
A: Bazı yerlerde riba bazı yelerde banka diye geçmiş sondaki ifade. Farklı tashihlerde farklı şekillerde geçmiş. Mesela üstad bir kelimeyi çiziyor, onun yerine bu olacak demiş. Baskıları yapanlar farklı olduğundan, hangi tashih edilmiş kitabı temel alıyorlarsa, onu yazıyor. Önemli değil, aynı anlama geliyor.
N: Asıl mesele Kuranın kanunları ezelden gelmiş ebediyete gidecektir. Medeniyet hep değişme şeklinde meydana geliyor. Bugünkü fikir öncekilere dayanıyor, ama her gelen bir öncekini tekzip ediyor, yani kaldırıyor.
A: İnsan hiçbir zaman bütünü göremediği için tam emin olamıyor. Hepsinde bir hakikat noktası var, ama Kuran gibi şumullü bakamadığı için budur diyemiyor. Bilimde de öyledir. Diyorlar ki, böyle olması lazım. Kimse atomu görmediği için net bir şey söyleyemiyor.
N: Onları anlyabiliriz, hukuku anlayabiliriz, beşeri düsturları anlayabiliriz.
A: Bir zamanlar ana sütü yetersiz olarak ilan etmişlerdi, fakat şimdi 2 sene hiçbir şey yedirmeden emzirebilirsiniz diyorlar.
N: Neden böyle? Çünkü beşerin ihtiyaçları değişiyor, buna göre yeni kanunlar çıkıyor. Beşer beşer olduğu için, sürekli değişir, kendisine göre yeni icatlar bulur. Ama Kuranın kanunları beşerin bu tarz ihtiyaçlarına mı hitap eiyor, yoksa daha temel meselelere mi bakıyor? Temel noktalara bakıyor. Gençlik,yaşlılık değişmiyor. İnsanın ruhi yapısı, nefis değişmiyor. Kuran bu değişmeyen yönlerine hitap ediyor insanın. Bu yüzden Kuran yeniden yeniden yaşanıyor ve taze kalıyor.
Mesela bütün cemiyet-i hayriyeler, bugünkü dernekler vakıflar, bütün bunlar niçin var? Toplumda ahlakı tesis etmek için. Ama yine de ahlakı tesis edebiliyor, dirlik düzen oluşturuyorlar mı? Avrupa'ya baktığımızda, bu sorunun cevabı maalesef hayır.
A: İngiliz piskoposu Kuranın bazı hükümleri uygulanabilir diye vurguladı. Mesel adam öldürmeyi, hırsızlığı ortadan kaldıramıyorlar. Nizam çok yaygın ama fırsat bulunca herkes saldırıyor. Nizama uymak altında kendi menfaatini korumak için herkes bunu uyguluyor. Ama mesela Avustralyada akşam vakitleri trene binemiyorsunuz.
O kadar kanunlar var. İslam çok basit mesela hırsızlık için elini keseceksiniz diyor. Mesela insan elini bir şeye uzatırken, bu el gidecek diyor. Adama silahı doğrulttu. Ona silahı doğrulttuğunuzda kendine doğrulttuğunu biliyorsun. Hapisi göze alabilir, ama ölümü göze alamaz. Ürdün'de yaklaşık 20 senedir hırsızlık ve öldürme hadisesi neredeyse yok. İnsanlar zannediyor ki, herkesin eli kesilecek, fakat tek tük insandan başka olmuyor. Kuran insanı yaratan Zat tarafından gönderildiği için, insan için en etkili yöntemin ne olduğunu biliyor.
N: Ahlak kelimesinin altını çizelim. Batı bir ahlak yerleştirmeye çalışıyor, ama olmuyor. Neden? Çünkü insanın yaratılışına uygun değil. Ahlak, hulk kökeninden geliyor. Yani yaratılış özelliklerine uygun olmak. Batıdaysa, ahlak niye vardır? Toplumu düzenli hale getirmek için. Buradaysa, farklı. Allah'ın rızasını kazanmak için ahlaklı oluyorsun. Öbür taraftaysa menfaat ilişkisi için ahlak var. Menfaati bitti mi, ahlak da bitiyor.
A: Batı kendi içinde bu kadar hassas olmasına rağmen, dışarıya karşı nasıl böyle zalim olabiliyor? Çünkü menfaati yok dışarıda. Madem demokrasi o kadar iyi bir sistem, niye btün Arap ülkelerinin başına birer diktatör getirmişsin. İstersen bunu yapabilirsin.
N: İki örnek veriyor: Bir tanesi, "ben tok olayım, başkası açlıktan ölse banane", diğeri de "sen çalış ben yiyeyim." Bütün ihtilallerin sebebi bu. En büyüğü Fransız ihtilali, sonra dünya savaşları ve hala devam eden savaşlar. Hepsi bundan kaynaklanıyor.
H: Ahlak-ı seyyie.
A: Lafla demiyor, ama senin emeğinin üzerinden rant yapmaya çalışıyor.
M: Burada nemelazımcılık var mı?
A: Evet, ilki böyle.
N: Toplumsal hayatta zenginler ve fakirler var. Bunlar arasında muvazene olursa, beşer rahat yaşar. O muvazenenin esası ise, hava tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir.
Bunu ille zengin fakir diye demeyelim. Havas sadece zengin anlamına gelmiyor.
A: Aynı kelimeleri kadın erkek için de kullanıyor. Bir tarafta şefkat olmayınca, diğerinde isyan olunca sorun çıkıyor.
N: Avrupa bir sürü sendikalar kuruyor, yine de çözüm olmuyor. Herkes aşağıdan yukarıya doğru saydırıyor.
Adam sendika başkanı oluyor, altında mesela jaguar var.
H: Sendikalar havaslaşmanın bir aracı oluyor. Ben geçen sendikaya gittim, ne yaptığınızı sordum. Adamlar beni tersledi.
N: Üstün altı daha iyi kontrol etmesi için kurulmuş sendikalar.
M: Yani İslam toplumunda sendika olmayacak mı? Neyle sağlayacaksın?
N:: Benim siyasi projem yok. Bilmiyorum. Biz Kuranın ne getirdiğiyle Batı medeniyetini karşılaştırıyoruz.
H: Dünyanın zenginlerine bakalım. Dünya varlıklarının yarısı 150 aileye ait. Bu adamın malının 1/40'ını zekat verseler fakir kalmaz.
A: Adamlar para üzerinden para kazanıyor. Nereden geliyor, bu paralar? Fakirlerin sırtından.
H: Bir de spekülasyon var. Napolyon ile İngiltere savaş yapıyor. O zamanın en zengin adamı, İngiltere'ye spekülasyon yapıyor, İngilizler yenildi diye. Borsalar düşüyüor, bütün hisseleri topluyor.
D: Zekat zor geliyor insana. 100 Lira bulsak hepimiz veririz. Ama milyon bulsak, düşünürüz. Zor iş.
A: Avrupa denen kavramın altında, say ve sermaye çatışması yatıyor diyor üstad. Batının tüm problemlerinin kaynağının, çalşıma ve sermaye arasındaki dengesizlikten kaynaklandığını söylüyor.

N:
" İkinci Esas: Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur'anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münafî telakki eder. Evet eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüd bilakis olmalı. Halbuki, hattâ bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz'iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev'in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yalnız yarısında kabil-i telakkuh olan ve elli senede ye'se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkîh bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pek çok fahişehaneleri kabul etmeye mecburdur."
A: Üstad hiç eziklik göstermiyor. Bizim modern müslümanlar gibi. Çok net konuşuyor.
N: Medeniyet tenasül için uğraşmıyor, kaza-yı şehvet için uğraşıyor, ama yine de taaddüdü istemiyor.
H: Bir kdın hamile kalsa, bir sene bir daha hamile kalmaz. Bazı zamanlar öyle ihtiyaç oluyor ki, toplum tamamen bitme noktasına geliyor. Bu durumda çok üremesi lazım. Bir kadınla olmaz, çok kadın olması lazım ki, doğum çok olsun.
N: Kuranla bugünkü medeniyeti karşılaştırıyor. Medeniyet ne yapıyor, pek çok fahişehane açmak zorunda kalıyor. Kadınlar kendini satıyor. Bir taraftan taaddüd-ü ezvacı kabul etmezken, öbür yandan buna izin vermek bir çelişki. Hatta bunun tartışmasını bile yaptırmıyorlar. Dindar insanlarda da öyle. Allah bir taneyi tavsiye etmiştir, dört tane için öyle bir şart koymuştur ki, sanki yapmayın demek istemiştir.
Diğerleri şart değil, tavsiyedir. Adaletli davranamazsanız evlenmeyin demiyor.
A: Hadis diyor ki, sevgide adaletli olamazsınız, ama maddi işlerde adaletli olabilirsiniz.
Batı medeniyeti kendi refah durumuna göre bunu düşünüyor. Biz Water diye bir film seyretmiştik. Hindistanda bu çok büyük bir problem. 50 milyon kadın kocası öldüğü için, bekar velerinde kalıyorlar. Kadın 4. değil, 5. bile olmak ister. Genelev kadını olarak kullanılıyorlar ve çok zengin bir kadın bile olsa, o evlerde eziyet görüyorlar. O toplum İslam'ın dediklerini kabul etseler, böyle zillet içinde yaşamaktansa, bir adamın dördüncü hanımı olmaya razıyım diyecektir. Dünyaya sadece 500 milyon Avrupalının gözüyle bakıyoruz. Ama her yer öyle dğeil. Mesela Çeçenistan'da erkeklerin sayısı, kadınların sayısının 1/4'ü. Orada kadınlar kocalarına yeni bir hanım buluyorlar. Evet güzel olan, tek eşliliktir. Ama tüm dünyaya baktığınızda bunun yolunun olması lazım.
N: Taaddüdü savunduğunuz zaman, sanki şehveti düşünüyorsunuz gibi görünüyor. Fakat aslında medeniyet o amaçla bir sürü iş yaparken, İslam bunu yapıyormuş gibi gösteriyorlar.
A: Kendileri hayatı boyunca onlarca kadın kullanmış, sonra geliyor seni veya Resulullahı şehvet düşkünü olarak itham ediyor.
M: Gerçekten evlenirken, biz niçin evleniyoruz? Veya dindarlar, ikinci kadını arzularken, hangi arzularla arzuladıklarını sormalılar. Mesela ben bugün evlenirken, şunu söyleyebilirim ki, bu medeniyetten çok etkilendiğimi fark ediyorum. Birçok noktalarımızı bu medeniyetin ölçüleri içerisinde düşünüyoruz. Neslin devam etmesi için, neslimizle çok iyi ilgilenebilmemiz lazım. Fakat biz erkekler esas görevimiz bu olduğu halde, kadınlara bırakıyoruz tüm çocukları. Belki toplum şeriattan uzaklaşması açısından tepki gösteriyor, ama biz de ilişkilerimizde, insanları suçlayamayız ama, hep böyle kaza-yı şehvet üzerine ilişkilerin kurulduğunu. Bunun da dinden kaynaklanmadığını, gayri dini bir medeniyetten dolayı, dindarların böyle düşündüğünü görüyorum.
N: Ben iki şeyi karşılaştırdığımda, bariz bir fark ortaya çıkıyor. Müslüman bir erkeğin birden fazla hanımı var olmasıyla, ehli dünya bir erkeğin birden çok kadını olmasından çok farklı olduğunu görüyorum.
M: Çok çok. Ehli dünyada tamamıyla ar damarı çatlamış tamamen çamura bulaşmış insanlar var. Bu insanlar tamamen kaza-yı şehvet için dört kadınla evlense, şu anki hallerinden daha iyi hale gelirler. Ehli dünya kadınlar bunu biliyorlar, ama ses çıkarmıyorlar.
Kadınlarda şiddetli problemler var.
" Üçüncü Esas: Muhakemesiz medeniyet, Kur'an kadına sülüs verdiği için âyeti tenkid eder. Halbuki hayat-ı içtimaiyede ekser ahkâm, ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu surette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin
eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını tezevvüc ettiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine müsavi gelir. İşte adalet-i Kur'aniye böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir. (Haşiye-1)"
A: Çok hikmetli. Kadın bir alıyor, erkek iki alıyor. Erkek aldıklarından birini, evlendiği kadına vererek, aslında eşitlik sağlanmış oluyor.
N: Kadın hakkı savunucularına göre, ezilmeseler bile, bir gün ezilebileceklerini düşündüklerinden, bütün kadınları sanki tek bir kadın gibi tasavvur eder. Üstad buna cevap veriyor gibi. Üstad kadın savunucularına karşı yanıt veriyor.
A: Onların dünyasında evlilik ve paylaşma diye bir kavram olmadığından böyle düşünüyorlar. Bir de onlar mücadeleyi öngörüyor, İslam ise paylaşmayı öngörüyor. İslam'da aile hayatını öngören bir anlayış var.
M: Allah'ın kanunlarına karşı kendi kanunlarını icat etme işi var. Üstadın burada anlatmak istediği, bir fert gibi düşünen kadını, onlar için bir kanun.
A: Her toplumda kız, babanın koruyuculuğu altındadır. Nerede olsa, kendini himaye ettirir. Bir şekilde evlenmese bile, babanın himayesi altında.
N: Kadın illa ki, birisini bulur ve evlenir.
H: Evlenmese bile, babasının erkekleri tarafından himaye edilir. Ama erkek için biri tarafından himaye edilmek çok zordur. Burada hürmet ve itaat çok önemli. Feminist kadınlar, hürmet ve itaati kendilerine yediremiyorlar. Kendi maddi bağımsızlıklarını kazanmaya çalışıyorlar. Kendileri için, milyonlarca kadını da mağdur duruma düşürüyorlar. Kadınlar özgür olsun diyorlar. Ama bu doğuda veya geleneksel ailelerde olmaz. İki üç tane haya perdesini yırtmış kadının yaptığını diğer kadınlar yapmaz ki. Kadınların öyle bir derdi de yok. Ama bunun derdi var.
A: Eğitim almış feminist kadınlarda çok ilginç bir sorun var. Boşanmaların büyük kısmı, kadın tarafından çıkıyor.
Af: Bir parantez açmak lazım. Erkekler de pür-i pak, çok adaletli davranmıyorlar.
N: Biz şu anda erkeklere hitap ediyoruz :) Burada sorun biziz.
Af: Erkekler tam böyle üzerine yükümlülük alıp, adaletli davranabiliyor değil. Bir kendimize itirafta bulunacak olsak, bunu söyleyelim. Hadi bunu geçtik. Dışarı çıktığımızda, eş olabilecek erkek sıfatı kimlerin var? Ne oldukları belli değil.
H: Şimdi biz kadınlara has bir şey söylemiyoruz.
Bir yerde ifrat varsa, tefrit çıkacak.
Af: Ortalıkta erkek olmayınca, kadınlık da olmaz.
N: Önce erkekler vardı :)
Md: Miras hukukunu düzenlerken, bütün sorumlulukları erkeğe vermiş İslam. O yüzden mirasın da çoğunluğunu erkeğe vermiş. Ayrıca sistem itibariyle de itaat edilecek taraf olarak erkeği getirmiş. Ancak biz erkekler sorun yaşıyoruz. Bir itaat edecek kadın bulamıyoruz. Ama bu bir yandan bizim de hoşumuza gidiyor. Çünkü sorumlulukların birçoğundan kurtuluyoruz. Ama sonra pişman olan da erkek oluyor.
Af: Bir kadının itirafı şöyleydi: Önceden biz kadınlar birbirimizi kıskanıyorduk, şimdi erkekler de girdi işin içine. Erkekler o kadar bozulduğu birbirine meyilleri çok olduğu için, bir de onlarla uğraşıyoruz. Toplumun halini görelim. Biz bir avuç insan bir şeyleri konuşuyoruz, ama dışarıda olay çok uçmuş kaçmış vaziyette. Adam birini bulsam, hemen evleneceğim diyen kadınlar var.
M: Ben bir şey sormak istiyorum. Bu hukukun, bir hukukçu olarak, Türkiyeye gelen bu medeni kanunun tarihçesini araştırdınız mı? Pagan diniyle bir alakası var mı?
N: Bilmiyorum.
M: Neye göre kurulmuş? Medeni kanun çok farklı. Diğerlerinde karşılaştırma yapılabilir, ama medeni kanunda çok farklı, direkt uluhiyetti inkar tarafı var.
N: Bu kanun nerede üretilmiş? Avrupa'da. 1500-2000 yılları arasındaki Avrupa. Ne olmuş? Rönesans, sanayi devrimi, işçi sınıfı ortaya çıkmış, burjuva ortaya çıkmış, kadınlar eşitlik uğruna mücadeleye başlamış, daha önce insan sayılmayan kadınlar eşitlik uğruna insan sayılmaya başlamış ve işçi olmuş. Ama erkeğin yapabildiği her şeyi yapamıyor. Ondan sonra kadınlarla ilgili özel haklar çıkmaya başlamış. Biz de erkekler gibi yaparız demeye başlamışlar. Kadınlar, erkeklerle aynı yerde çalışmanın sıkıntıları yaşadıkları için, onlara özel ayrıcalıklar çıkmış. Kadın haklarının çıkmasının altındaki en büyük etken, kadınların orada ezilmiş olması. Kadınlar ezildiği için, kadın hakları ortaya çıkmış. Orada ortaya çıkan felsefeyi bu topraklarda uyarlamaya çalışmak, saçmak olmuş. Burada kadının ezilmesi, yok sayılması gibi şeyler olmamış. Olabilir gelenekler ezmiş olabilir, ama Avrupadaki gibi olmamış. Avrupada yüzyıllarca kadınlar insan sayılmamış. Eşitsen, aynı erkekler gibi çalışacaksın. Eşitlik uğruna her şeye katlandı.
H: Çoğu sorunlar müslüman bir kadının sorunu değil. Bu topluma monte edilip, bu toplumun sorunu gibi gösterildi.
N: Hala kadın hakları eyince, Avrupalılar bu tarafa yöneliyor. Kadına yönelik, şiddet Avrupada daha fazla. Burada yoktu, sonradan çıktı. ama orada hala daha çok. Bunca kadın hareketine rağmen, kadın haklarıyla ilgili gözle görünür bir gelişme yok. Medeni kanun böyle bir ortamdan ortaya çıktı. Geldi burada, bu vücuda bol geldi.
H: Kanun dediğin zaman bir dine dayanması lazım, neticede ahlaki bir sistem. ama şu anki medeni kanun, insanın fıtratına karşı bir meydan okuma var. İnsanın fıtratına meydan okuyor.
M: Ben de onun için sordum. Mesela pagan diniyle, o zamanlar hristiyanlığı bozmak için, ateistlerin faaliyetlerinden mi kaynaklanıyor?
A: Batı medeniyetinin temel şeyi, insanın kendi içinden evrensel hakikatleri bulma çabası ve dolayısıyla vahye karşı kendini haklı çıkarma çabası veya iddiasıdır. Erich von da Batının iflası derken bunu kastere, ama bir yandan da demokrasi gibi kavramlarla batının kurtulduğunu söylüyor. Fakat gerçekte hümanizm gibi fikirler, tamamen dine karşı meydan okuma gayretidir.
H: Yahudiliğin en büyük bozulması, Babil dininden alınmış şeylerdir: Talmud, tamamen pagan esaslıdır. Allah'a karşı bir meydan okuma var.
A: Şeytan nasıl itaat et dediği zaman, kendisi bir alternatif üretti ve bu alternatifin üstün olduğunu iddia etti. Felsefe de böyle bir çaba içine giriyor.
H: İnsanlığın yaratılışından beri böyle bir mücadele var.
N: Burada konunun başına dönüp, Kuranın şebabeti nasıldır, diye yeniden sormak lazım. Gerek faizin haram kılınması, gerek taaddüd-ü ezvac meselesi, gerek kadına verilen üçte bir pay, bunlar bugünkü müslümanlarca ne kadar fikren savunulabildiği, tartışılabilmesi lazım. Amelen zaten birçoğunu göremiyoruz. Zekat belki çat pat giriyor. Fakat miras konusunu kimse uygulamıyor. Kimse bunu sana medeni kanundan dolayı zorlamıyor. Yapabilen var mı, çok az.
A: Bu üç tanesi bir misaldi. Bunlar da en çok tartışmalı ve İslamın en zayıf göründüğü gibi konularda İslamın aslında çok güçlü olduğunu gösteriyor üstad. Siz bunları zayıf görseniz bile.
H: Medeniyetin başıboşluğunun sebebinin bunlara mağlup olmasından kaynaklandığını söylüyor. Ailelerin bozulmasının önüne geçecek bir şey yok. Baba, sırf oğulna yazıyor. Müthiş bir zulüm var. Toplum bu yarayı çezecek bir şey getiremiyor. Şebabet bundan geliyor.
A: Prens Charles diyor ki, bizim İslamdan alacak çok şeyimiz var, diye açıkça söylüyor.
M: Peygamber efendimiz diğer ülke emirlerine mektup yazıyor. Bu risaleleri mesela lordlar kamerasına veya diğer dünyayı idare eden makamlara böyle bir tebliği yapılamaz mı?
H: O ütopya gibi bir şey.
M: Niye ütopya olsun ki?
H: Lordlar kamerasıyla başlayacağına, en yakınındaki insandan başlamalısın.
N: Önce camiden başlamak lazım.
Biz hakkıyla İslamı yaşarsak, Avrupalılar fevc fevç buna gelirlerdi.
H: Gerçek anlamda, şekilsel değil, İslamın özünü kavrayacak şekilde uygulasa, adam dine düşman olsa bile, adama hayran oluyor. Birkaç öyle insan olsa, toplumda öyle olma arzusu gelişir. En azından kendi aralarımızdaki ilişkilerimizde bunu uygulamamız lazım. Ticaret yaparken bile, farklı insanl oluyoruz.
Af: Önce kendimize saygımız olması lazım.
H: Zekat önemli, faiz çok önemli.
Af: Uğraşanların çoğunlukta olduğunu düşünüyorum ben.
A: Hangi medeniyetin tarafında olduğumuza karar vermemiz lazım.
Af: Hz. Yusuf'un kıssasını anlatırken, söylediğim gibi, gömleğimiz önden mi yırtılıyor yoksa arkadan mı yırtılıyor onu çıkarmamız lazım. Tekrar haşir olduğumuzda gömleğimiz çıkacak ortaya.
A: Yani faize bulaşıyor muyuz, yoksa kendimiz mi istiyoruz?

Hiç yorum yok: