28 Mart 2008 Cuma

Yirmibirinci Lema Ihlas Risalesi

Yirmibirinci Lem'a
İhlas hakkında
(Onyedinci Lem'anın Onyedinci Nota'sının yedi mes'elesinden Dördüncü Mes'elesi iken, ihlas münasebetiyle Yirminci Lem'anın İkinci Nokta'sı oldu. Nuraniyetine binaen Yirmibirinci Lem'a olarak Lemaat'a girdi.)
Bu Lem'a lâakal her onbeş günde bir defa okunmalı.
(ayet):
Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır. Madem ihlasta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var.. ve madem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalaletler içerisinde bizler gayet az ve zaîf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuş; elbette herkesten

A: Kendimizi böyle bir vazife ile yüklü görüyor muyuz? Allah bu sorumluluğu üzerimize yüklemiş. Bunların taşıyıcılığını yapmak zorundayız. Halimizle, etvarımızla.
Md. Kendimi eskiden bu havada hissediyordum. Şimdi o havayı yaşıyorum ama o heyecanı kaybettiğimi hissediyorum. Bir müşterim var, oturuyoruz bazen. Bizim şıh Allah razı olsun, herhalde şıhı anlamak zaman sonrası olacak, derdi ki, bu zamanda en büyük tehlike, dünyevilik. İsnsan dünyayla o kadar meşgul olacak olacak, dünyadan başka bir şey konuşamaz hale gelecek. Yutuyor. Belki siz o kadar hissedemezsiniz.
A: Bir rüya görümştüm. İnsanlar televizyonun ve bilgisayarların karşısına geçiyorlar. İBilgisayar böyle helezonik bir şey oluyor, insanları yutuyor. Ben de kendi dünyamda direnmeye çalışıyorum. Şimdi bilgisayarın karşısına bir geçiyorsun, haydi her şeyi unutuyorsun. İnsan vazifesini unutuyor, kul olduğunu unutuyor. Bilmiyorum...
Md: Ben Muhittin Abiyi görünce o atmosferi hissediyorum. Fakat bir de şu var. Tabi bizim onu tam bir sert rijid yapmamız, yani o sorumluluğu hissedip o şekilde dvranmak. Sanki olamıyor.
A: Ben buraya geldiğim zaman farklı bir aleme geldiğimi hissediyorum. Sanki dünyadan çıkıyorum. Hatta salı günü gitmedim derse, içimden bir şeyin eksildiğini hissettim. Rahatsız olmaya başladım. Gıdanı alırsın da eksiklik hissedersin. Buraya gelmesem sanki yaşadığımı bile anlamayacağım hissediyorum kendi dünyamda. Şevk dediğin şeye gelince, bu hizmeti başkalarına anlatmak. Dışarı çıkınca bir isteksizlik var.
Ct: Abi zamana duruma göre hizmetin şekli değişmesi gerekiyor. İlk zamanlarda abiler sadece yazıyorlarmış. Şimdi biz kendi olayımızı nereye koyduğumuzu da gözden geçirmeliyiz.
D: Hizmet bir yere geldiği zaman insanların gururu küçülüyor çünkü insan sayısı azalıyor. O zaman insan eskisi kadar rolüne kendini kaptıramıyor da. Gebze'de bir kardeş var, bir gün dedim, ne yapıyorsun da bu kadar şevklisin diye sordum. Abi elimizde bir hakikat var, bunu anlatmazsak mesuluz dedi. Böyle bakmak lazım.
Md: Biz de şöyle bir gaflet mi var. Hakikaten imansız dünya bir zindan. ilişkiler bir zindan. Lakin şimdi biz bunun Risalei nur ve belirli bbir tefekkürle çok farklı bir şekilde kendimizi kurtarıyoruz bir derece. Acaba imanın o derecelerinin nimetleriyle, dünyanın o karanlıktan aydınlığa geçerek, o rahatlamayla biz dünyeviliğe mi geçiyoruz? O rahatlamayla çıkan enerjiyi dünyevi işlerimizde mi kullanıyoruz? Mesela, tabi ki aile çok güzel bir şey, ama nasıl olsa o nimet deyip, hasr-ı nazarımızı orada geçirmek. Diğer hayatımız da bunun gibi mesela. Hakikaten diğer şeyleri yapmazsak, bunun mutlaka dengeli olması lazım, o hareket aslında insanın kendisine ayrı bir cevvaliyet veriyor. İşadamlarının da anlamadığım bir sırrı vardır. Cahit bu konuyu merak etmiştir, bir genç olarak. Şimdi işadamları çalışmışlar kazanmışlar, yığmışlar yedi sülaleye yetecek malı var. Şimdi bugünlerde Kadir Has mevcu ediliyor. 70 yaşlarında bile hala aynı tempoyla çalışıyor. Neden çalışıyor diyordum. Hayat tarzı değişmeyecek. Neden insan çalışmaya doyamaz? O da şu geliyor bana: Çalışmanın içindeki o şevki hisseden bir insan, onu diğer insanlara taşımak onu göstermek, kendine şiar ediniyor. Şimdi imanın bu nimetlerini hissediyoruz, hakikaten bu nimeti hissedip de başkalarına da bunu sunmayı yaşamak gerekiyor. Kıymetli görüyorsak, onun kıymetini anlatmamız lazım. Bu manada, şahs-ı manevi olmakla beraber, benim asker arkadaşım anlatmıştı. Bir gün öyle bir hücum var, biz burada çoluk çocuğumuzu nasıl koruyacağız? Dedi ki,bunu bir müddettir soruyordu. Ancak cemaat şevkiyle korunabilir. Hakikaten ona bakıyorsun, belki algılamaarı kıt ama cehdi ve gayreti çok olan yerlerde daha büyük bir hareket oluyor. Ben bile, müspet bir şeyle ilgilenmek için bir telefon açmayı, duygusal olarak müspet bir bereketini yaşadım.
A: Hulusi Abinin özelliği olarak, kendisi bunlara ihtiyacını hissetmiş, başkalarının da bu ihtiyaca ulaşmasını sağlamak için, mahalledeki gençleri topluyor, onalara ders yapıyor. Bu hakikatler çok hoşuna gidiyor ve bunu başkalarıyla da paylaşmak istiyor. Elazığlı. Çok seviyorlar ve çok tanınan biri. Herkes onu tanıyor. Bakıyorsun 70 yaşlarında bile o canlılığı taşımış.
Md: Bafralı Pamuk Dede vardı. Muharrem amca mıydı? Ben öğleye kadar rızık için uğraşırım, öğleden sonra risale için çalışırız. Ama orada öğleden sonra hayat zaten duruyor. Ama bu şehir hayatı çok farklı. Bugün Muhtittin Abinin oraya gittim. Gittim. Camide. Daha camiden gelmemiş. O sokakta biraz hissettim.

"elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz "
A: Bu yük bize Cenab-ı Hak tarafından yüklenmiş. Artvin gibi bir yerden buraya geliyorum, burada risalelerle tanışıyorum. Allah'ın ihsanı olarak insana onu veriyor. Gerçekten bu kadar kıymetli bir şeyi veriyorsa, o zaman bir yükümülülüğümüz olmalı.
Mn: Bir ayet var: "siz insanlığın içinden seçilmiş olduğunuz" söylenmmiyor mu?
A: Hayır en çok sen muhtaçmışsın ki, sana verilmiş. Gerçekten biz öyle bir zindan yaşıyorduk ki, Cenab-ı Hak onu bize veriyor.
Vazife: umumi bir iman hizmeti vazifesi. Bütün ehl-i imana ulaşması için bir vesile kılmış.
H: Başta diyor çok ağır bir yük. Orada ihsan-ı ilahiye demesinin bir anlamı var. Hem üzerimize yükleniyor, burada ihsan-ı ilahi tarafı üzerimize yüklenmiş.Bu biraz daha irdelenmesi gerekir. Peygamber Efendimiz öldükten sonra kendi mirasını yüklenecek, o silsileyi devam ettirecek insanlar gönderiliyor. Ulema olsun vs. Bunlar çok şöhretli adamlar da değil. İhsan-ı ilahi tarafından yüklenen kendilerini aciz gören insanlar.
D: Halife Ömer, halife seçildiği zaman istemiyor. Beni seçmeyin, başka layık birin iseçin diyor. İnsanlar ısrar eiyor. O anladım ki başım belada. Bu bir zorlama ama aynı zamanda bir ihsan. Mertebesi yükseliyor.
H: Bu bence bir lütfu. Dünyada bundan daha güzel bir paye olabilir mi? Resulullah'ın mirasını üstlenmek. Üstad ve talebelere bakıyorsun müthiş bir rahmetle karşılaşıyor. Bütün doğa hareketlerini risale-i nura yoruyor. Sanki ihsan başladığı zaman bütün kainatta o ihsanın etrafında dönmeye başlıyor.
A: Nasıl bir bereketse ilginç, üstad öldükten sonra da bir sürü insan onun kitaplarından besleniyor. Ona sahip çıkan herkesi canlandırıyor. Ben kendi dünyamda da söyleyeyim. Üstad ben nur talebelerine kefilim diyor. Kendi hayatıma bakıyorum. Ne kadar çok risalelere yönelmişsem o kadar çok dünyevi hayatımda rahatlıyorum. Orada bile bir ihsanı ilahi var. Sana bir ihsan göndermiş. Layıksın, değilsin önemli değil. Ben layık görmüyorum kendimi, hele o yaşadığım ortamda bulmamam müknü değildi diyorum. Ama Cenabı hak istanbula getiriyor, bir ruhi bunalım yaşatıyor. aratıyor ve birileriyle karşılaştırıyor.
İhsan var ama ihsanın da bedeli var. Ağır görünüyor ama aslında kolay bir bedel.
"ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi' olur"
biz bir hizmet yapıyoruz, kainatın yaratıcısı kendisini mevcudat aracığlığıyla tanıtıyor, sen de buna karşı ayinedarlık yapıyorsun. bir cumhurbaşkanı gelecek birkaç kişiyi seçecek kendisini tanıttırmak için. o insanlar kıymetli insanlardır. kkainatın sultanı bütün her şeyin sultanı hadsiz güzelliklerin yaratıcısı, seni kendi görevi için, kendisine hizmet etmek için görevlendiriyor. ne kadar büyük bir şeeref. bu şerefe mazhar olduktan sonra da bunu korumanın bedeli var.
hizmet-i kudsiye: öyle bir hizmet ki, burada verdiğin bir an, ebedi bir ana dönüşecek. yani bir lira sayısız lira olacak. bir elhamdülilillah orada baki bir mal olacak. ona iliştirdiğin her şey onunla beka bulacak. bunu yaptın yaptın, sonra bir kelimeyle batırdın. öyle bir insan düşnünük i tarlayabir tohum ekiyor. aldığı hasatla da tonlarca ürün geleecek. sonra afedersiniz kezzap öküyor üsten.
sultan kendine bir veliaht secçecek bir sınav yapıyor. herkese bir tohum veriyor. bu tohumu en güzel yetiştiren benim tahtımın varisi olacak diyor. herkes bir şeyler yapıyor. bir gariban adam deniyor hiçbir şey çıkmıyor. ötekiler çok güzel çiçeckler sunuyor. herkes bir şeyler sunuyor. bu gariban da gidiyor. herkes sunarken, kendisine sen ne yaptın diye soruyorlar. sben ektim, ama çıkmadı. sen veliahtım olacaksın diyor. niye? çünkü ben tüm touhmalır kaynatmıştım diyor. ama sen samimiyetle doğruyu söyledin diyor.
biz de aslında ekiyoruz. o ektiğimiz şey belki çok mükemmel olacak. ama onu kaynatmışsak, ağaca ulaşamayacağız. ne kadar kıymetli olursa olsun tohum, yine de sonunda kezzap döndük, hiçbir şey elde edemeyeceğiz. ihlassızlık, ameli yakan bir şey.
H: dürüst bir adam, bir gün birine karşı yalan söylüyor. hatta yalan yere şahitlik ediyor. bu adamın bütün geçmişteki doğur sözleri artık bitmiştir. bir kere yalanlık şahitlik edenin bir daha şahitliği de kabul edilmiyor. islam'da bu var. geçmiş zayi olur dediğin zaman kazandın kazandın bir samimiyetsizlik gösterdiğin zaman bir anda her şeyi yakıyorsun.
at: ama o herhalde hukuka bakan yönü. buradaki ihlastan kasıt, bir de zayi olması. kim zerre kadar iyilik yaparsa elbette karşılığını görür.
burada da insanlarla muhatabiyet yönünde, siz insanlara karşı o fedakarlığı göstermeyi bıraktığınız zaman, artık itham edilirsiniz. mesela üstad bazı yerlerde hediye almayı yasaklamasının sebebi, dinlerini geçimlerine alet ediyorlar ihtamından kurtarmak için. burada da öyle geliyor bana. insanların nazarında belli bir yere gelmiş. geçmişte bir hizmet yapıldı, onun elbette bir karşılığı olur. ama insanlar nazarında o ithamların altında kalmamak için yapılıyor.
a:
"hem şiddetli mes'ul oluruz. (ayet) âyetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi'-i cüz'iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur'aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz."
bak hem kardeşlerimizin hukukuna tecavüz. nur talebeleri bir imajla çıkmışlar. bir bakıyorsun biri tam tersini yapıyor, bütün o cemaatin imajını sarsıyorsun. temsil ettiğin grubun imajını sarsıyorsun. oradan gelecek bütün zararın sebebi oluyorsun. çok ağır kelimeler geliyor.
ct: Ben kendi dünyamda onun şiddetini azltmak için, onu kendi tarihsel bağlamı içinde okuyor gibi yapıyorum :) o sözleri abilere yazıyor, şimdi biz daha az buna muhatabaız gibi.
kendi nefsime okusam ben bunu insan çıldırır.
a: sayı azken ihlas daha önemli.
h: Hatası da çok önemli. o zamanki gruplar bir ayrılık yaşasaydı, çok büyük sıkıntı olurdu. çok ciddi tahribat yapardı. yaptığımız davranışlar, nurcular böyledir diye yansıyor.
a: o zaman o vazifede gerçekten ne kadar esiri vardı. bizim hizmetimizin tesirsizliği de o zamanki ihlasımızdan kaynaklanıyordu. o zamanki insanlar büyük bir kesimin risalei nuru tanımasına vesile oldular.
h: Bizim şu anki hizmetimiz ve imtihanımız onlardan farklı. bizim konumumuzda, ihlasa ters bir hareket yapsak, o imtihana göre değerlendirilir.
ct: o abiler kendi hayatlarını vakfetmişler. biz çok ihlaslı olsak haftada en fazla 3 defa derse gidiyoruz.
a:
"hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz"
canını feda ettirebilecek derecede ihlas gerektiriyor hakikatın büyüklüğü. üstadın ölüme meydan okuması, hakikatin kendi dünyasındaki yüceliğini gösterir. öyle bir hakikat için değil dünyam ahiretim de feda olsun diyor. o hakikatin yüceliğini o kişinin şahsında da görüyoruz biz. ufacık bir sıkıntı bir gün boyunca canımızı sıkıyor. çok basit bir şey. üstadı hem zehirliyorlar, hem sıkıştırıyorlar, hiç hareket etmeyeceksin diyorlar. bir fotoğrafını gördüm. ağladım. hapiste çekilmiş. saçları dağınık, hapiste bir köşede zayıf. ki 80 kusur yaşında dp zamanında. o insan bu kadar eziyetlere bu kadar ızdıraplara... dışarıda buz tutmuş, camlar kırık, çok büyük bir koğuşa koyuyorlar. ve zehirlenmiş. bu eziyetleri çeken bir insan, büyük bir hakikat için kendini feda etmiş.
sahabeler de öyle. yarın ne yiyeceğini düşünmeden bütün sermayesini veriyor. bu nasıl bir şeydir? biz üç kuruş para vermekte on kere düşünüyoruz.
hz. osman anlatılıyor. kuraklık her tarafta açlığa sebep olmuş. 150 deve gönderiyor ve yüküyle beraber geri dönüyor. yahudiler hemen gidiyor, gerçekf iyatının iki misline satın alalım diyor. ben onları sattım diyor. herkese develeriyle birlikte hepsini bağışlıyor.
o insanlar hakikati öyle yüce görmüşler ki. şimdi ben burada ölsem cennete gider miyim diye soruyor. evet diyor. atıyor hurmaları hemen cihada gidiyor ve ölüyor.
" Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm (ayet) demesiyle, nefs-i emmareye itimad edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın. İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun."
İnsanlar gerçekten fedakar olmak istemiyor. hepimiz gönlümüzden sahabeleri takdir ediyoruz. biz de keşke yapabilsek diyoruz. ama şu şeytanlar, etrafımızdakiler, bizi zorluyor. maddi manevi hastalıklarda dikkat edin, genellikle dindar insanlara geliyor. niye? çünkü şeytan zaten diğerleriyle uğraşmıyor ki.
md: ille böyle çapraz almak gerekmez. bir minarenin üstüne çıktıkça, riskiniz artar. veya iş yaptıkça tehlikeniz artar. dolayısıyla böyle değerli bir şeye sahip olmanın getirdiği faydalar olduğu gibi tehlikeler de oluşuyor. insan bunun farkında olursa, allah o farknıdalıkla bereket verir.
a:
"bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz"
samimiyetsizlik ifade edecek tavırdan kaçınmak gerekiyor.
"Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm (ayet) demesiyle, nefs-i emmareye itimad edilmez. Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın. İhlası kazanmak ve muhafaza etmek ve manileri defetmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun"

" BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksad yapmak gerektir."
Ben niçin yapıyorum, Allah'ı razı etmek için, başka kimse için değil.
Y: Bu düsturlar bazen farkına varmadan bizi, topulmun hassasiyetlerini tamamen dışlayarak, çok böyle keskin tavırlar içine girebiliyor insanlar. bu da biraz yumuşatılması gereken bir nokta var.
e: veya doğru diye her doğru her yerde söylenmez.
a: ihlas zaten allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan bir iştir. illa o işi yapmak sorunu değil. belki söylememek daha ihlaslıdır. elinde bir yara varsa. mikrobu oradan atarken çok dikkatli olursun ya. tebliğ yapacaksan dahi, onu yok etmeye çalışmıyorsun, onu kazanmaya çalışıyorsun. nefsimin değil de rabbimin isteği nedir?
h: çoğu insanlar etrafın kınamasından korkarlar. biz namaza ilk başladığımızda gizli kılardık. birisi görürse bizden arkadaşlığı keser diye. ama onlar ne derse desin sen allah'ın dediğini yapacaksın. sebepler dairesined düşünmeye baladığın zaman yanlışa giriyorsun. zaten yusuf abinin dediği biz sebepler dairesine takılmasak, cenab-ı hak bizi öyle tavırlara yöneltmez. sivri konuşmalara yöneltmez. öyle konumalar yapanlar genellikle nefsi arzulara yenilmiş olabiliyorlar.
a: burada temel mesele, acz ve fakrınla yapmak. allahım ben bilmiyorum, sen bana göster tavrıyla yapmak lazım. ne zaman kendine güvenirsen mutlaka tökezliyorsun. ama ne zamanki acziyetini anlayıp, allaha sığınıyorsun, çok bereketli ders oluyor.

Hiç yorum yok: