14 Mart 2008 Cuma

Yirmialtıncı Lema: Dördüncü Rica

DÖRDÜNCÜ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-ı bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık, müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi' ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatiatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp nalân edip düştüm yola tenha garib,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran bîhaber.
O vakit gurbette idim. Me'yusane bir hüzün ve nedametkârane bir teessüf ve istimdadkârane bir hasret hissettim. Birden Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye'si dahi izale eder ve o karanlıkları dağıtabilirdi.
Evet ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye başlayan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halkeden bir Sâni'-i Zülcelal, mümkün müdür ki; o şehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin. Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiş; elbette nasılki "yapan bilir" öyle de "bilen konuşur". Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebatını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.
İşte o kudsî defterin en mükemmeli; kırk vecihle mu'cize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgari olarak on sevab ve on hasene ve bazan onbin ve bazan Leyle-i Kadir sırrıyla bir harfine otuzbin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'dır. Bu makamda ona rekabet edecek kâinatta hiçbir kitab yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur'an, Semavat ve Arz'ın Hâlık-ı Zülcelalinin rububiyet-i mutlakası
--- sh:»(L:226) ¯ ----------------------------------------------------------------------------------------------
noktasından ve azamet-i uluhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti canibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır; bir maden-i rahmetidir. Ona yapış. Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye'se bir rica, içinde vardır.
İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktır.
Md: Son cümle:
"İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktır." Eskiden benim en çok iman dikkatimi çekerdi, fakat bir süredir en önemli yerin teslim olmak olduğunu düşünüyorum.
Yaptırım burada teslim olmakk.
Mn: Şöyle diyebilir miyiz: Kuranın anahtarı imandır, İslamdır. Teslim, İslam kelimesine karşılık.
A: İslam dersen teslimin vurgusu gider.
Md: Yok güzel oldu.
A: İman, tevhidi. Tevhid, teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktida eder. Saadeti dareynin olması bunları iktiza eder. İman en başta. Bütün mevcudatın doğrudan doğruya Allah'a itaat ettiğini gösteriyor. Tevhid bu manaya gelir. Sonra, teslim. Madem her şey onun elinde, o zaman sen de kendi fiilini ona teslim et. Emri de nedir? Hem Kurandan gelen emirleridir, hem de büyük kitabı olan Kainattan gelen emirlerine teslim ol demektir. Teslim yetmiyor. Sonra tevekkül edeceksin. Yani onun koyduğu kurallara bizzat riayete edeceksin. Sonra saadet-i dareyn olur.
Md: Şimdi çırak gelir biz esnaflara. Birisi ustaya öğretmeye gelir. Daha ilk günden itibaren. Birisi de der ki ya, bir ustanın yanına geldim, böyle elini sallayışından bakışından tutuşundan bir şeyler seyreder. Onun yaptıklarını görmekten, çok memnun olur. Ve devamlı soru sormaya başlar. Ne yapalım, neden böyle yaptın der.
A: Hatta ilginçti. Çocuklar namaz kılmaya başlıyor ya, bazen kafanı kaşırsın onlar da kafasını kaşır. :)
Mn: Öyle çırak nerede kardeşim :)
Md: Gerçekten ustayı büyütmek için değil, kendi mesleğine saygısı, kendi kabiliyetlerini geliştirmenin ciddiyetidir. Eskiden kendimi çok yeterli görüyordum, şimdilerde çok yetersiz olduğumu hissediyorum. Ama teslimi nasıl artıracağız? Benim şıhım olsaydı, bu konuların üzerinde dururdu. Kendimden şöyle hissederim. Bir radyo dinlemek aynı haberi 10 defa dinlemek, şıh çok gıcık olurdu. Şimdi çok iyi anlıyorum. Çünkü insanın konsantrasyonunu bozuyor. Çünkü radyo dinlediğin sürece tespihat yapamıyorsun, Kuran okuyamıyorsun. Cin çarpması gibi bir şey geliyor.
A: Internet de. Bu sıralar biraz internete bakar oldum. Türkiyede bir dönüşümler oluyor, biraz gözlemlemek için bakıyordum. Baktım benim her ssabah virdlerim var. Virdlerim gitmiş. Geceleyin 15-20 dakika derken 1 saati buluyor. Geç yatıyorsun. Zor kalkıyorsun sabah. Virdler gidiyor.
Md: Risale-i Nur, malayani şeylerle meşgul olmayın der. Medeniyet fantazileri mesela. Benim yaptığım iş itibarıyle, resim. Assan ne olur asmasan ne olur. İnsan artık tatminsiz oldukları için artık fantazilerle meşgul oluyor. Elinde bir ton da olsa, her hafta bir tane almak istiyor. Bilemiyorum ama ciddi olarak, teslim olmak, teslim olalım demekle olmuyor. Teslim olmamızı engelleyen bazı alışkanlıklar var. Mesela bazı genç arkadşlarımız var, çok futbolu seviyor. Bazen dersi bile geciktirebiliyor. Şimdi ben anlıyorum, benim de böyle dalgalarım var. Kimseyi eleştirecek halim yok. Şu şahs-ı manevi var ya, bir cemaat oluşturması, onun bereketi çok farklı. Samimiyet ve ihtiran denilen şey oluşuyor ya, onun sayesinde Risale-i Nurun benim dünyamda çok farklı açıldığını görüyorum. Buradaki gerçekten bir bereket.
Af: Başından beri teslimiyet diye söylüyoruz ya, ne teslim olmamıza engel oluyor, dedin. Onu biraz geçiştirdin diye geldi bana. Gerçekten teslimiyetimizi engelleyen ne? Şimdi gençlik olunca, insan kolay uyanamıyor gafletten. Gaflet haliyle bayağı mesafe katetmişiz. O yüzden teslimiyetimiz de zorlaşıyor. Üstadda bu kadar kendine laf etse bile, belki bu sıkıntıları yaşamasa da teslimiyeti yaşadığını düşünüyoruz.
Md: Bu konuda itiraz ediyorum. Gerçi etmek istemezdim. Benim dizime bir sıkıntı geldi, şimdi o bile beni çok etkiliyor uyandırıyor.
Af: Ben de bunu demek istiyorum. Böyle bir gaflet halinden uyandırıcı bir hal yaşamayan birisinin gafletten uyanması zorlaşıyor.
Md: Yok, onu da müspet söyleyelim. Her yaşın bereketi ayrı. Cenabı Hak gençlikte de bir heyecan vermiş. Bir bayarağı dalgalandırmak, gibi.
Af: Her yaşın bir bereketi vardır, ama burada İhtiyarlar Risalesinin kounsu içinde, başına bir şey gelecek ki, bu uykudan uyansın. Burada bir musibetle bir şey anlatıyor.
Md: Ama fiziken biyolojik yaşlılığın söylediği söz, bambaşka bir şey.
Mn: Bir de şöyle söylemiyor mu: "Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi' ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatiatlar gördüm. " Yani çocluk çocuk varsa, biraz mazeretin var mı :)
A: Yok daha güç oluyor.
O: Üstad gibi bir zat gençliğini zayi ettim diyorsa, biz öldük bittik demek değil mi?
A: O da bir nefis taşıyor, kendince doğrudur. Yapabileceği çok şey vardır, ama kendine göre az yapmıştır.
Md: Bunlar eksiklik değil, o duygular olmasaydı kamil olamazdı. Eskiden "soru sorun ne diyorsanız lan" gibi bir tarz takınıyorken, sonra "bakın bakalım benim kitaplara, eksiklik varsa bir düzeltelim" tavrı alıyor.
H: Her insanın yaşayabileceği bir tecrübe. Kendin bizzat yaşadığın zaman, vücudunun sıhhati bozuluyor, dünyanın sona ereceğini anlıyorsun, o zaman anlıyorsun ki, ben gençliğimi daha iyi harcayabilirmişim. Keşke şunları şöyle yapsaydım diyebiliyorsun. bunu her insan der. Demesi de lazım. İhtiyarlığa ayak bastığı zaman demesi lazım.
A: Bir adamın 100 Lirası vardır, 10 Lirayı sarfetmiştir, onun için çok büyüktür. Öte taraftan, çok fazla parası olan bir adam vardır. Onun yapabileceği çok büyük işler vardır. Onu yapamadığı için üzülübeliri. Hayırlar Allah'a mahsustur. Ancak insanın nefsi hayırlardan eksiltmiştir. Üstad kendi payına düşeni düşmüştür. Hatiat, eksiklikler noksanlıklar. Yoksa Allah'ın kendine verdiği hayırlar yönüne bakımyor. Kendi nefsine ait gaflet anlarına bakarak söylüyor. Yoksa bizim gibi değil. Birine 1 Lira vermiş, diğerine 1000 Lira vermiş.
Cümlede diyor ki: "ihtiyarığa ayak bastığımdan gafleti idame eden bedenim bozulmaya başlamıştı". Çok ilginç, bedenim zarar görmesi, ahireti daha fazla düşünmeyi sağlıyor. Öldükten sonra kabir alemi var, kabirden sonra 50000 senelik bir yolculuk var. Sonra kıyamet var. Ben çok bariz hissedebiliyorum, eskiden hiç aklıma gelmezdi kabir hayatı.
Af: Gurbetteyim diye bir tabir kullanıyor. Sonra Kuranın yetiştiğini söyleyince, ilaç olarak sunduğu şeyde, bir misafirhaneden bahsediyor. Yani insan kendine uzun ömür biçmişken, kendini misafir gibi görmüyor. Ama ihtiyarlıkla birlikte, artık gidici gibi hissettiği için, ahireti daha fazla düşünmeye yönlendiriyor. Gerçekten kendini gurbette olayı, çok hissediliyor. Senin yerinin burası değil. Devamında şehir derken...
A: O senin gurbet tabirin çok güzel bir kavram. Genellikle tasavvufta gurbet kavramı çok önemli. İnsanın Allah'tan uzaklaşması anlamında kullaanırlar ve ona geri dönmenin özlemiyle yaşarlar. Gurbet hali güzeldir, insanın duygu iştiyakını artırır.İ nsanın ahirete şevkini artırır.
Y: Memleketinden bu yana gurbete gelen insanlar, ağır eşya almak istemez.
A: Ama burada yapma gerekeni en iyi şekilde yapıp da oraya daha fazla götürmeye çalışıyor.
Y: Hastalıkla bağlantısı, gafleti kırıyor ya, bizim için dışarıdan bakıldığı hzaman kötü gibi görünse de burada anahtar gibi. Beden bozulduğu zaman gaflet de bozuluyor. Bu hal, zannediyorum o kadar öğretici ki, dinlediği sohbetlerden aldığı nasihatlardan daha fazla etkili. Çünkü insanın bedeniyle ilişkisi, tamamen bana ait. Biz hep başkasının başına gelirmiş gibi algılarız. Ama birebir bedeninde hissettiği zaman, bir şeylerin yolunda olmadığını daha yakın öğrenmiş oluyor.
A: Dünyanın kalıcı olmadığını çok bariz hissediyor.
Md: Çoluk çocuk mal da insanda iktidar duygusu, ve tul-i emele sokan bir şey.
A: Bir de onlarla iştigalden dolayı, gafleti kalınlaştıran bir tarafı da var. Onların idamesini karşılamam lazım diye öyle bir dalıyor ki, buradan geçici oludğunu göremiyor.
Y: Bir de kendi bedeninin uzantısı olarak görüyor. Onları kontrol etme çabası da girince, gaflet kalınlaşıyor. Ama bunun artısı nedir? Malına çocuğuuna bir şey olduğu zaman, da insanı gafletten kurtaıryor.
A: Kendi sorumluluk alanı genişliyor, yani benliği genişliyor. Ben deyince çocuğunu da kastediyor. Gafletin uyanması için de, yararlı olabiliyor.
Size dünyanızdan üç şey sevdirildi diyor ya, "namaz" diyor ya. Namazı bile dünyanızdan diye tarif ediyor. Sizin dünyanızdan.
O: İnsan evreler olarak incelendiğinde, yaşlılıkta eserler bırakmış olmak ister. Yani haz duyabilecek, ya da ömürnü mümin bir şekilde yaşamış bir insanın illa ihtiyarlık sabahına uyandığında eyvah gaflet içindeymişim gibi düşünmesi mi gerekir, yoksa haz duyması normal midir? Çünü üstad hazretleri yaptıklarından dolayı çok haz duyabilecek bir insan.
A: Kendine sahiplenmiyor.
Keşke diyorsunuz risaleleri önceden tanısaydım diyorsunuz ya, biz nefsimizin alanına bakınca bayağı bir vahlarımız var. bir sürü yanlışlarım var, bunları biliyorum.
Y: O yanlışların var demenin bu dünyana verdiği enerji, inşallah şimdi tamamlama gayreti içinde olalım.
A: Evet, geçmişteki hataları görünce şimdi daha fazla gayret edersin. İstiğfarın anlamı şudur: Eğer tövbeden sonra günah işleme meylin artmışsa, af dilememişsin demektir. İstiğfar olmazsa, yeis olur. Bu istiğfarın tam olmadığını gösterir. İstiğfar olmazsa, daha kötü hale gidecektir.
O: Benim sorumun altında bu bakış açısı bizi yeise götürür mü?
A: Tam tersine götürmez.
Y: Şimdiye kadar kimseye kötü bir şey yapmadım, iyi müslümanız demek. Allah korusun, amaele güvenmek.
O: Bir büyük günahı işlememek bile cennete vesile olabilecek bir şey değil midir?x
A: Güvenmeyeceksin, ama yeise de düşmeyeceksin. En kilit nokta, gurbet kavramı. Gurbette olan bir insan. Ben 6 ay Ürdünde kaldım. Eve bir şey alırken, sadece bırakabileceğimiz şeyleri aldık. Taşınıp giden ikinci el eşyalar aldık. O zaman çok verimli geçiyor.
Af: Yaptığın şeyden memnun oluyorsan, ben diyorum ki, Rabbim de aynı nazarla bakıyordur.
Md: Burada hep yaşadığımız genelde, burada Said Nursi çocuk aile ve malın insanın dünyaya bağlayarak galfete sokma yönünden inceliyor. Ama dünya hurisi bir eşiniz var. Hurileri bile aratmayacak birisi. :) Onu seyrediyorsunuz.
A: Bu zamanda aile hayatı bir nevi cennetidir diyor.
Md: Böyle bir arkadaşınız var ki, sizi her gördüğünde ve siz onu gördüğünüzde, Rabbinizi hatırlatan bir arkadaşınız varsa, şükretmeyi, ve rabbinize bağ kurmak yönünde bir ilişkidir. Mal varlığında, çocuklarımızda da böyle olabilir. Toplum genellikle eski sisteme göre düşündüğü için, benim çocuğum diyorsun, aslında o Rahmetin bir mucizesi. Çok şükredilmesi gereken bir konu.
Bu bağlamımı var diye gaflete götürebilecek ilişkileri olmadığı yönünde algılamamak lazım. Bağlam itibarıyle bu yönünü inceliyoruz. Şimdi Muhittin abi gülecek ama, hakikaten kalkarken yarı büklüm ihssediyorum.
Af: Allah iki türlü sınav yapıyor: bir verirken sınav yapıyor, bir de alırken sınav yapıyor.
Md: Aslında ikisi de nimet.
Af: Sınav kelimesini çok iyi açmak lazım. Sınav deyince, insan müspet bir tavır içinde olmuyor insan. İkisi de nimet. Alarak veya vererek nimetlendiriyor.
A: Okuldaki sınavın bir cezalandırma anlamında değil, tam tersine kabiliyetin gelişmesi için yapılıdğını anlamak lazım. Yaşlılık insanın ahirete hazırlamak için bir araçtır. Gençler üzülmeyin yani :) Deseler ki, şu zamanı gençliğinle değiştirir misin, ben değiştirmem abi.
A: "Nakdi ömrüm oldu heba."
Bu kamil insanların anladığı bir fikir. İnsan ilim öğrendikçe, farkındalık arttığı zaman, alan genişliyor. Deryanın büyüklüğünü görüyrsun, ben istidatlarımı geliştirseydim, şimdi nerede olurdum diyorsun.
Y: Bu mütevazilikten kaynaklanmıyor.
A: Mevlanaya Şems geliyor. Mevlanayı gördüğü zaman, sen "Mevlana mısın" diyor. Anlamak için, Sana bir sualim var. "Beyazıd-ı İstami mi daha büyüktür, yoksa Hz. Muhammed mi? " Mevlana, "öyle söz mü olur diyor" Diyor ki, "Rabbim benim içimde diyor biri. Diğeri ise, Sen öyle bir deryasın ki, seni tanımak mümkün değil." Mevlana da diyor ki, birinin küçücük bir kabı var, suyla dolunca zannediyor ki, su ondan ibaret.
Yaşlılık biraz da böyle bir şey. Ufkun genişliyor, o zaman eksiklerini çok daha iyi görüyorsun.

Hiç yorum yok: