16 Mayıs 2008 Cuma

Munazarat Sayfa 9

Münazarat
Md: Sait Nursi hürriyetçi olmuş. Jön Türklerin hürriyeti desteklemeleriyle birlikte, istibdadı isteyen din adamlarına karşı durmuş. Bu çok önemli bir nokta. Jön Türklerin günahlarını sevmemiş, fakat onlarla ittifak etmiş bu konuda. Kulvar olarak hep farklı bir yerde durmuş.
Bir başka farklı yönü şu: Bulunduğu devrede Jön Türkler günahkar deyip, toplumun aleyhine olacak bir girişime girmemiş. Jön Türklerle birlikte hürriyet bayrağını taşımış.
Bence Sait Nursi’nin çok partili devrede, ... Mesela Halk Partisi zaten şey, ona karşı fikir beyan etmekte çekinmediği gibi, Demokrat partiye karşı da fikir beyan etmiş. Gerçekte hürriyetçi olarak, gayri memnunculuk tarzında tercihleri olmamış. Mutlaka o günkü şartlar içinde tercihe değer olacak noktaları bulmuş ve oradan hareket götürmüş. İnsanların ifrat veya tefrit dediğimiz... Sait Nursi’nin burada önemli bir tavrı mesela Sait Nursi nasıl söyleyeyim, Türkiye’de devrimler yapılırken, devrim yapmaya kalkışmamış. Sait Nursi’nin farkı burada. devrimi içsel olarak o günkü şartların müsaade ettiği nispet içerisinde yapmış. Yani anarşist olmammış. Anarşist denilince genellikle bizde şu anlaşılıyor: Eline silah alan anlamında anlaşılıyor. Ben öyle anlamıyorum. Anarşist hiç memnun olmayan, her şeyden şikayet eden, mutsuz huzursuz, olanlarla mutluluk yolu bulamayan insan bence anarşisttir.
Mt: Karamsarlık gibi?
Md: Karamsarlık veya ümitsizlik.
Veyahut da çok yüksek hayallerde bulunmak. Olmayacak şeyler istemek. Sait Nursi diyor ki, dine zarar gelmesin ne olursa olsun. Soruyorlar. Bu soru ne demektir, yıllarca anlayamadım. Dine zarar gelmesi ne demektir?
Dine zarar gelmesin ne olursa olsun. Gerçekte, çok hoş bir soruymuş gibi görünüyor.
At: Her şeyi feda edip onu muhafaza etmeye çalışıyor.
H: Üstad diyor ya, esas zarar inancımıza gelen zararlardır. Onu içsel olarak yaşayabiliyorsun. İçsel olarak inancımıza bir zarar gelmesin ama maddiyatımıza bir zarar gelebilir kabul görülmüş. Ama toplumsal olarak bu farklı algılanmış.
Md: Bakalım Sait Nursi ne diyor? Lütfen gençler kanaatleriniz benim için çok önemli. Cesaretle söylemeniz, ama bu demek değil ki, söylediğiniz hep doğru olacak. Katılımcılık kastediyoruz burada.
Katılımcılık ayrı bir şey, uzman ve otoriter olmak ayrı bir şey.
Dine zarar olmasın ne olursa olsun. Cevap: "İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez."
"S- Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
C- İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.
Evet şu amud-u nuranî (*), dinin himayetini,
(*): Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.
şehametinin başına, murakabenin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir.
Elhasıl: Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir? Acaba Mamhuran hırsızlarını tövbekâr ve sofi eden şu sır değil midir? Evet ruhları ağlamak istedi, biri bahane oldu ağladılar.
Evet, evet.. neam, neam.. sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.
Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?
Elhasıl: İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beyt-ül ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar."
Şimdi burada, normalde siyasi bir konu konuşuluyor gibi görünüyor. Konuşulduğu devir itibariyle Sultan Abdülhamid şiddetli istibdat ile, hem hilafeti temsil ederek. O saltanatı İttihat ve Terakki yıkmak istiyor. İnsanlar şunu soruyor: Kardeşim, istibdadın her türlüsüne karşıyız, biz hürriyet istiyoruz. diğer insanlar da diyor ki, dine zarar gelmesin gerekirse, bu baskıyla da olsa sağlansın. O günkü tablo o. Buna karşı Sait Nursi diyor ki, İslamiyet güneş gibidir. Diğer paragrafta da bunu çok enteresan bir şekilde anlattı.
Burada padişahların padişahı olan, enteresan bir tablo çizmiş.
" Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak " Kainata Kuranı bir müzik olarak vermiş.
"kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, " Yani padişah yıkılsa bile ulema onu dinliyor.
Sonra o seda, ulemanın kalplerinde yankılanıyor:
"aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî " Burada da Şıh Ali, Allah razı olsun, bu konunun çok üzerinde dururdu. Yani kainatı Allahın bir ayeti olarak görmek, risalei nurun en ince noktalarından biri olarak görürdü.
"ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?" Şimdi o günkü siyasi iktidarın dini temsiliyetiyle, çöküp gitmesinden dolayı insanlar ümitsizliğe kapılıp istibdada sarılma tavrını gösteriyorlardı. Fakat Sait Nursi buna karşı farklı bir tavır olarak, sultanın istibdadına değil, kainattaki Kuranın sedasına ve kainattaki delilleri de bir seda olarak ifade ediyor. Zaten Sait Nursi onu izah eder. Sence Cenabı Hak bir sürü kuşları, ses çıkartanları neden yarattı? Hiç bir işe yaramaz görünüyor. Onlar kainatın maksatı hakikisi olan zikri ilahiyle kainatı musikilendirmek için yaratıldı. Onlar başıboş değil. Hatta daha da ileri gidiyor. Bütün her bir mahluk, onu tesbih etmek için yaratıllmış. İnsanda o tesbihin akordunu sağlamak için.
İşte Sait Nursi’nin farklı tavrı, hep siyasi iktidarlarla olmuş. Bizim arkadaşlarımızın içinde, Hüsnün başı çektiği grup, derler ki, kardeşim siyasetten dini bir beklenti ve hizmet için beklenti içine girmek mantıksızlıktır. Dini hizmet ayrıdır, siyasi hizmet ayrıdır.
H: Biz laik miyiz abi?
Md: Öyle bir şey tarihsel ve geleneksel olarak saltanat ve hilafet aynı anlaşıldığı için, Osmanlının son zamanlarında onun kalkmasını insanlar İslamiyet’in bitmesi olarak algılamışlar.
H: O çok önemli. Dinin bitmesi korkusu, Osmanlının kuruluşundan beri, dinin bekası devletin bekasıyla olur anlayışı hakim. Devlet olmazsa, din olmaz gibi bir inanç. Osmanlıda bu çok hakim. Üstadın demek istediği, dinin bekası ufak tefek memurların haddi değil, Cenabı Hak bu dinin yükselmesi için kainatta trilyonlarca vazifedar memurları var. Özellikle Kuran kainatın her yerini çınlatıyor. Dinin kurulmasını bir çobana bırakırsanız, o çoban da hırsız olursa, ne yapacaksın? Kendin koruyacaksın dinini. Şefkatin içinde aydınlanan Kuranını aydınlattığı nurla hareket edeceksin.
Md: Ben tahmin ediyorum, din o kadar değerli bir şey ki, bu çok emanet edilmeye değil. Hürriyet bundan dolayı Sait Nursi için çok önemli. Çünkü insanlar hürriyetle birlikte sorumluluk duyarlar. Biz de hürriyetin değerini tam anlamıyoruz. Hürriyet sorumluluk almak demektir. Herkesin kendi tartısını kendi tartması demektir. Dışarıdan bir yerden muz alıyordum. Baktım çok iyi. Kaldır bakayım, şu terazinin kilosunu. Yok kaldırmam diyor. Neden kaldırmıyorsun? En basit meyvede böyle olduğu gibi, bu kadar hayati bir konu olan din konusunda bunu bir yere havale etmek,... Dine zarar gelmesin ne olursa olsun, bu tarz, nemelazımcı başkasının üstüne yük atma tarzının dini bir hamiyet değil, ondan kaçmanın bir tarzı olduğunu algılıyorum.
H: Hürriyet sorumluluktur dediniz ya, çok çarpıcı geldi bana. Bazı insanlar hürriyet deyince, nefsi başıboşluk algılıyor. Buradaki sorumluluk kavramı çok iyi oturuyor. Hürriyet kendine düşen vazifeyi, başkasına bırakmayıp bizzat kendin yapmak. Bizim toplumdaki, yaygın kanı, ben özgürüm istediğimi yaparım. Öyle değil. Sorumlusun. Toplumdan sorumlusun, kendinden sorumlusun. Öyle düşününce hürriyetin gerçek vazifesi ortaya çıkıyor. sen ne kendindeki ne toplumdaki hiçbir şeyi tahrip edemezsin çünkü sorumlusun.
Md: Sait Nursi’nin en önemli özelliklerinden bir tanesini ben şöyle görüyorum, Sait Nursi her zaman ayakları yere basan fikirler üretmiş. Ne nemelazımcılık deyip hiçbir şeye karışmama tavrı göstermiş. Diyelim ki, hürriyet taraftarı olarak, burada hürriyet taraftarı olarak, dindarlar şimdi bile Ulu Abdülhamid Han diye överken, bakın Sait Nursi o günkü devri çok farlı anlatıyor. Bunun yanında Sait Nursi’nin Osmanlıya saygısızlık etmediğini de belirtmek isterim.
"Hem de mağlub bîçare bir reise " böyle birine dini emanet etmek, aslında bir nevi kerizlik olur.
H: Tabi Abdülhamit döneminde bir karış toprak bile gitmemiştir Osmanlı döneminde. Burada söylenmek istenen Abdülhamid kötü değil. İnsanın zihnindeki, birine verelim, o götürsün tavrı. İnsanlar salih olursa belki bir derece doğru olur, fakat insanlar kötü olursa bu iş çok kötü.
Md: Sultan Abdülhamid iyi niyetliydi, ama tercihleri yanlıştı. Mesela istibdadı bir çözüm olarak almış. Mesela doğuya eğitim götüreceğine, oraya paralı askerlik sistemi getirmiş. Fakat bakın o günkü siyasete Sait Nursi’nin bakış tarzı.
"Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere " Bakın hem devlet memurlarının bir kısmına yağcı diyor veya askerlerin bir kısmının mantıksız olduğunu söylüyor. "itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz."
Tekrarlayayım: yani insanların kalplerindeki şefkati imaniyenin. Efkarı amme, buna bugün kamuoyu. Mesela kamuoyu, şöyle bir şey. En dinsiz de olsa, Türkiye’de bugün dine karşı konuşmama tarzı hakimdir kamuoyunda. Dini karıştırmayalım, derken din mukaddes ve saygıdeğer bir şeydir. Herkesin kalbindeki şefkati imaniye. İnsanların içinde din hissinden ve fıtri yaratılış istinad noktası olan dolayısıyla, dine ihtiyaç her halükarda lazım olan, o dini hissiyatı insanlarda var. Bunu örtüp bir kişiden beklemek yerine bu insanların hissiyatını geliştirmek lazım diyor.
H: Burada önemli olan, Cenabı Hakkın insanlara gönderdiği o ışıkların birleşip bir arada bir kolon oluşturması. Yani tek tek kiriş kolonlar yerine, bir tane büyük birleşilmiş bir kolon oluşturup, o direkle onu muhafaza etmek.
Md: Burada Sait Nursi amudu nurani diyor, sağduyu olabilir. İslamiyetin hakikatleri, insanlardaki cibilli taraftarlık gibi kavramlar.
" Evet şu amud-u nuranî (*), dinin himayetini,
(*): Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.
şehametinin başına, murakabenin gözüne, [bunlar hürriyeti gösteriyor] hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir." Niye padişahınki değil de dini hakkınkı şiddetlidir. Kardeşim öbür tarafta nefis giriyor. Hüsnü zengin olsa, öbür adam diyor ki, sakal bıraktı, onun için zengin oldu. Orada insanlar dışarıdan baktıkları zaman, dini hak seyfi kılıç derken, dinin kendi hakikati parlak bir hakikat ve nur. Birçok kimse, şeriatın bir çok hükümlerine de itiraz ediyorlar. Mesela taaddüdü ezvac gibi. Onun için Sait Nursinin siyasete bakışı, siyaseti kurtarıcı olarak görmemiş, ama bulunduğu şartların gerekçesi olarak da siyasetten hiç kaçmamış. Siyasete karışma imkanı olmayan bir yerde de lüzumsuz konuşmamış.
Mn: Siyasete karışmış bence. Demokrat Parti döneminde herkes gizli oy verirken çok açık bir şekilde Demokrat Parti için oy kullanmıştır. Mesela Demokrat Partinin sandığı hangisidir sözü var. Açıkça herkesin gözü önünde oy vermiştir.
Md: Bunda tereddüt etmiyoruz. Diğer milletin partiden beklentileri Sait Nurside yoktur. Bilakis onun en önemli özelliği gerçekçi insan olmasıdır. burada herkes en zor şartlarda Abdülahmidin yanında yer alırken, Sait Nursi din adına İttihatçıların yanında olmuştur görünüm itibarıyla.
Mn: orada DP'ye oy vermesi açısından şöyle bir nokta var. Milletin kafasından karışıklığı silmek içindir. Tam olarak CHP'ye karşı olduğunu göstermek gibi. Fakat öbür tarafta hakkın yanında yer almak için istibdada karşı olmuştur.
Md: Evet tercihini yapmıştır, ona bir şey demiyoruz. Abdülhamide karşı tavrını da belirtmiştir. Fakat bunu belirtirken, siyasi iktidardan dini bir beklenti için tercih yapmamıştır.
Mn: Peki o zaman Bediüzzzaman neden hürriyetçidir? Ben hep onu soruyorum. Neden hürriyetçi? Neden hürriyet gerekli?
Y: İslam özgür ortamlarda yayılan bir din.
Mn:
Md: Soru çok güzel.
Y: Müslümanlar ABD veya Avrupada neden rahat edip de Arabistanda ve Türkiyede rahat edemiyorlar. Burada yöneticiler bizden fakat hristiyan memleketinde daha rahat. Çünkü orada özgürlükv var. Çünkü İslam iddialı. Herhangi bir konuda rahat bir şekilde konuşulduğunda karşı tarafı ikna eden bir tavrı var.
Mn: Aslında Bediüzzamanın hürriyetçiliğinin yanında dinin inkişafı var.
O: Padişahtan özgürlük beklentisi de onun içindir zaten. Tek davası dinin inkişafına toprağın müsait olmasıdır.
Md: Neden hürriyetçi ve hürriyet olursa ne olur?
"Elhasıl: Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. "
Siz kendi koyunlarınıza kendiniz sahip çıkınız. Hürriyeti bu şekilde anlatıyor. hürriyet sorumluluk almak demektir. Herkesin sahip çıktığı.
At: Çok temel bir şey olacak ama, insanların böyle bir soruyu neden yüzyıllarca sorudğunu. Kuranda zaten Allah onu muhafaza edeceğini çok açık söylemiyor mu? Dinin muhafazası zaten bir grup insana bırakacak bir iş değil. Burayı bu ayetin tefsiri olarak mı okumak lazım?
Md: Şu kadarını diyeyim size: Türkiyedeki siyasi iktidarın dine karşı yakınlığı çerçevesinde insanlar bununla bir çok şeyin gelişeceğini düşünüyorlar. Arkadaş bakıyorum arka plana, ya kardeşim hiç din konuşulmuyor toplumda. Rey vermeyenlerin hepsinin dedikleri şu: Kardeşim, adam bir geçit yapıyor, yine çalıyorlar diyor. Başörtüyle götürüyorlar parayı. Ya kardeşim vallahi insanların yıllarca geçit diye anamız ağladı. Sanki hiç çile çekmemiş gibi, ooo diyor abicim başörtüsüne parayı doldurup götürüyorlar. Yani iktidar insanların maddi beklentilerinden dolayı, insanlar o manevi hizmetleri görmüyorlar. Çok tarafgirlik oluyor. Ben de başbakan olsam, vallahi zor iş, kıvırmamak.
O: Abi yoksa cemaatten dua mı istiyorsun ? :)
Mn: Cemaatin siyaset için duası yok.
H: Allah taahhüt etmiş dini korumak vazifesine dair. İnsanda şöyle bir endişe var: Kendi inancını kaybetmek gibi bir tehlike var. Kendisininkini kaybederken, bütün cemaatlerin de dini kaybetmesi tehlikesini düşünüyor. Bunun olmaması için, eli sopalı kuvvetli birinin bunu muhafaza etmesi lazım. Bu biraz taklitçi bir zihniyet ama avamın düşüncesi bu.
At: Kişinin kendi dini için tasalanması belki normal. Fakat dinin özünün muhafazası, Allah taahhüt etmiş. İnsanların başkasından bir şey beklemis?
Md: Ben şunu söyleyeyim: İmam hatipliyim. Kardeşim, eskiden vatan millet kurtaracağız diye düşünüyorduk. Şimdi parsayı nasıl toplayacağız. O insanları kötülemek için değil, eskiden dini hamiyet için düşünürken, neyi nasıl çarparız diye düşünmeye başlıyorlar.
H: Eskiden dinin bekası devletin bekasından geçer diye düşünürdü. Şimdi bizim başımıza geçsin de biz de nasiplenelim, düşüncesi var. Esas olan ekonomimizi yükseltsin.
At: Allah muhafaza edecek, ama nasıl muhafaza edecek dini? Üstad hiç o ayete değinmiyor.
Md:
"İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beyt-ül ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar."
Korkak insanlar, yani özgüven hissetmeyen insan ne yapar? Korkar. O zaman başka bir yerden medet dilemeye başlar. Dolayısıyla dini konulardaki korku, bundan kaynaklanmayacak diyor.
Aynı zamanda dinden korkmamak için, aslında her bir konuda, kendinde özgüven oluşturacak gayret ve faaliyette bulunmalı. Nasıl ki, şoförlükte kullandıkça kendine güveni gelir.
Özgüveni kazanmanın tek çaresi de şurası: Dünya bir cambazın ipte yürümesi gibidir. Yani her an parmağının ucuyla gider, hiçbir zaman tam basmaz. Her an aşağı düşme ihtimali vardır. Bunu anladıktan sonra insan özgüvenini kazanır.
H: Örümcek ağı diyor ya. Evlerin en çürüğü örümceğin evidir diyor Kuranda. Burada da bu tabiri kullanması, en çürük evlere girecek. Bir başkasına senin adına yapacağına güvendiğin zaman, en çürük yere dayanmış oluyorsun. Onun yerine en sağlam olan, Allah'ın direğidir.
A: Çürüklük kaypaklıktan kaynaklanmıyor. İnsan acizdir, o anlamda anlaşılmalı. Kalıcı değildir manasında.
H: Osmanlıdan bahsettik ya, padişahlar çok güçlü görünüyor. Fakat belirli bir dönemden itibaren, arkasındaki şeyler giderek oyuluyor. Allah insanlara o silsilede göstermiş. Senin güvendiğin şey, bir gün yıkılabilir. İnsanlar yüzyıllarca Muaviyeden beri devletin bekası ile dinin bekası özdeşleşmiş olduğu için, o zihniyet orada hakim durumda. Ama üstad şunu görebilmiş: Hürriyetin ne kadar önemli oludğunu görebilmiş. İnsanlar ne kadar sakat olsa da uyusa da sorumsuzluk yapsa da, biz kendi canımızı koruyabiliriz. Allah'ın vergisi.
O: Bir de din umumun malıdır. Birkaç kişiye hasredilmemeli.
H: Burada çok büyük bir ders var. Dünya çapında bu kadar hürriyetçi bir düzen yok. Cenabı Hakkın dini dünyada hakim olacak ya, ben buna inanıyorum. Kim ne derse desin bu din hakim olacak. Hz. Hasanın bıraktığı hilafet dünya yüzeyinde herkesi kapsayacak şekilde yeniden hakim olacak.
Y: Dinin hakim olması, insanların özgürleşmesi. Yani vahye açık hale gelmesi. Kabul eder etmez, ama bir engel olmayacak.
İslamın hakim olmasını anlarken, biz bazen fethetme devletin büyümesi anlamında anlıyoruz. Buradaki temel amaç, bir bölegeye müslümanların gitmesi, o insanlara tebliği ulaştırmak yoksa yönetmek vergiye bağlamak hükmetmek değil..
H: Zaten fetih, açmak anlamına gelir. Yani Allahla vahiyle arasındaki perdeyi açıyorsun. Hükümdarlar toplumu tamamen dışarı karşı kapalı tuttukları için. Onlar vahiyle toplumun arasındaki perdeyi tutuyordu.
A: Zaten İran fethedilmeden önce insanlar İslama girmişti.
Y: Osmanlıda Macaristan halk hristiyan, fakat devlet müslüman.
A: 400 sene hakimiyetimizde kaldılar, nasıl da adamlara İslamiyeti anlatamadık.
Mn: Devletin istibdadı. Çok farklı yönleri var. Hz. Ömer döneminde İran İmparatorluğuna döneminde son veriliyor. hz. Hasan da imparatorun kızlarından bir tanesi zevce olarak teklif ediliyor. Peygamber efendimizin döneminde fethedilen ülkelerin yöneticilerinin hanımlarını ... Tam tepeden tebliğ yapılıyor. Osmanlıda bu konu geri bırakılıyor. Yani insanlara anlatılmıyor.
A: Sadece Osmanlıda değil, saltanatla birlikte başlıyor.
Mn: Zaten o devir kapanıyor ki, şu anda burada bulunuyorsak, Hz. Hasanın çekirdekleri koymuş. Nurcular vazifesini yaparsa, o vazife tüm dünyada hakim ollmsanıa gerek yok, şurada bu mesele konuşuluyorsa iman hhizmetleri, bu iş yapılıyor, halifelik devam ediyor demektir.
Y: Kafamızda hep bir devleti ele geçirme, bunlar amaç değil. Hz. Yunus, kimse müslüman olmuyor, kızıyor çekip gidiyor. ama senin görevin bu değil ki.
Md: Burada bir kurgu anlatacağım. Bu benim anlama şeklim, doğru değil.
Türkler nasıl müslüman olmuş? Abi Emeviler ve Abbasiler arasında mücadele var. Padişahlar, zevk içinde bir hayat yaşıyor. Halktan uzaklaşıyorlar. Sarayları şehrin dışına kuruyorlar. Şamda Hafız Esadın sarayı, şehirden ayrı bir vadi. Bu sefer saraylara muhafız getirelim diyorlar. Halktan getirseler, halk tiksiniyor. Bunun üzerine, sarayda halktan bizi koruyacak, palabıyıklı, gözüpek adam aramaya başlıyor. Abi arıyorlar tarıyorlar, buluyorlar bir millet. Kahraman mı kahraman...
Y: Bu gerçek değil mi anlattığınız :)
Md: Bir müddet sonra, abi saraya geliyor bunlar. Saray padişah para ve pul veriyor. Bakıyorlar, ezan okunuyor, namaz kılınıyor. Bir padişaha bakıyor bir halka bakıyor. Bunların da kahramanlık var ya özünde. Başlıyorlar, camiye gitmeye. Bu sefer muhafız olarak gelenler başlıyorlar, müslüman oluyorlar.
Kurgu bir yana. Sultanlar milletin hizmetçisi olacağı yerde, onlara hükmetmeye istibdat kurmaya başlıyorlar.
Mn: Bir padişah geliyor,

Hiç yorum yok: