28 Kasım 2008 Cuma

Hutbe-i Samiye

as.
şurada bir sabit pazar var. bir kere hile yapmayanı görmedim. güvenemiyorsun insanlara. doğru konuşmuyor, yalan söylüyor. o kadar kolay insanlar yalan söylüyor. sadakat ve güven öldü. dilenciye para vereceksin, ona güvenemiyorsun.
fy. sadece tartıdan çalmıyorlar, bir de akıl oyunlarıyla çalıyorlar. 35 kuruş bir kilo mandalina demiyor, 3 kilosu 1 ytl diyor. orada indirim yapmıyor, üzerine koymuş oluyor.
as. üçüncüsü adavete muhabbet.
bence bu çok önemli bir tespit. yani öteki üretmek. bu sistem, ötekiyle yaşıyor. marksın teorisi var. her sistem mutlaka kendisinin zıddını üretir. sanki bu tevarus etmiş oradan. senin varlığın birine olan düşmanlığından besleniyor. şeytan da ilginçtir, bütün teorisini insan düşmanlığı üzerinde kurmuştur.
as. ehli imanı birbirine bağlayan rabıtaları bilememek.
mümin müslümanlar ilginçtir, hep bölünmüş. saflar hep ayrıdır. resulullah döneminde saflar hep birbirine yapışık taşlar gibiydi. fakat şimdi aramıza şeytanların girmesine izin veriyor.
mn. fakat insan sıkışık olunca rahatsız oluyor.
as. mesele orada mümin kardeşine tahammül edebilecek tavırda olmalıdır. sahabeler öyle diyorlar ki, elbisemizde ilk yırtılan kollarımızın üst tarafları olurdu. resulullah tek tek safları dolaşıyor.
araplar sünneti çok önemserler. hala bunu çok ciddi şekilde uyguluyorlar. resulullah şöyle diyor, insanın kalbi nasılsa, ameli de öyle olur. siz böyle dağınık olursanız, aranızdaki ilişkiler de dağılır.
hs. zaten toplumdaki genel havayı ölçmek için, toplumun genelindeki dış görünüşe bakarsın. ben de çok rahtsız oluyorum, omuz omuza olması lazım, genellikle açıyorlar. hadis var, saflarınızı sıklaştırın, ben sizin aranızdan şeytanın geçtiğini gördüm, diyor. insanların bireyselliğini gösteriyor. ikimizin arasındaki bir rabıta. bu çağ da zaten bireysellik çağı. ben kendi müslümanlığımı kendim yaşarım. şeytan müslüman kavgası, pek algılanmıyor. medyanın bombardımanları, insanları o kadar etkiliyor ki, içimizdeki şeytandan daha fazla darmadağın oluyoruz.
as. içteki manevi rabıtalar dışarı yansıdıkça, içerideki rabıtalar daha iyi pekişmeye başlar. ben nefsimi değil, kardeşimi tercih ediyorum. ilginçtir, ikinci sözde hodbin ve hudabin iki insan vardır. hodbin sadece kendini düşünür. hudabin ise, sadece kendini değil, Allahı demiyor, gayrını düşünür. din yolu başkasını düşünmekten başlar. başkasının nefsini önceleyen hakka gidebilir. başkasını önceleyebiliyorsa, resulullahı önceleyecek. çünkü o allahın en sevgilisi. hz. ömer diyor ya, ya resulullah nefsimden sonra en çok kendimi seviyorum diyor. olmadı ya ömer diyor. bütün kainatı sevmek aslında allahın esması olmasası cihetiyle sevmektir. kendini sevmene enen karşıabileceğinden, aslında kendini sevmektense başkasını sevmek daha uygundur. ihlastaki ana presip nedir? tefani. yani kardeşinde fani olmaktır. yani kardeşinin dertlerinde üzülmek, onun memnuniyetiyle mutlu olmak. biri kardeşine laf attığı zaman savunacaksın, kendine attığı zaman savunmayacaksın. şeythte tefani olabilirsin. çünkü şeyhi kendinden yukarı koydun ya. ama kendinle eşit olan bir insanda fanileşmek ne zaman mümkündür? ancak ihlasla mümkündür. sıradan insan senden üstün değil. eğer onda fani olabiliyorsan, nefsini bırakıyorsun demektir.
şeyhinde fanileşmek, aslında kendi arzularını onda görebiliyor. ulaşmak istediği merhaleyi görüyor. ama sıradan bir insan için her şeyini feda edeceksin. enenin terkedilmesi burada ortaya çıkıyor.
"iman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız." hadis. iman etmek ne demek? her şeyin allahın mülkü olduğunu kabul etmek. her şey allın mülküyse, kendimi ondan ayırtetmemem lazım. o zaman kendimi başkalarından öncelememem lazım. öyle olursa, şirk unsuru devreye giriyor. eneme pay biçmemem demektir, başkalarını sevmek.

"çeşit çeşit sarih hastalıklar gibi yeşeren istibdat"
istibdat imanı boğan bir şeydir. üstad sürekli hürriyet vurgusu yapıyor. isterse müslümandan, isterse evliyadan gelsin, istibdadın hep aleyhinde olmamız gerekiyor. imanı gerektiren şey hürriyettir. allah kendisine hür olarak bağlananlardan hoşlanır. senin iki çocuğun olsun. sen avrupaya gittin. biri şöyle diyor, babam geldi diyor. babaya koşuyor. gelirken, üzerine bir şey döküyor, beceremiyor sevgisini ifade etmeyi. ötekisi ise, hediye getirdi diyor. önceliği baba değil. haediye için seviyor. hangisin daha çok seversin?
onun gibi kendisine zorla itaat edeni mi allah daha çok sever? yoksa kendi isteğiyle mi? bir aşama, cehennem korkusu. ikinci aşama cennet sevdası. bu da aslında arifler tarafından yerilir. üçüncü aşama, sırf rızaı ilahi için. istibdat muhabbeti öldüren bir şeydir. zorlamadır. iradeyi bastıran bir şeydir.

rz. orada istibdadı ikiye mi ayıracağız? bir toplumsal hürriyet bir de fert olarak hürriyet.

as. olabilir, ama hürriyet hürriyettir.

rz. ferdin hürriyetiyle, toplumunki birbirinden farklı.

aş. toplumun hürriyeti, fertlerin hürriyetinin toplamıdır.

rz. fertteki istibdadı ne olarak algılamalı?

aş. insan kendi içinde hür olursa, dışarıdan gelen istibdadı istibdad olarak görmez. hzulme hiçbir zaman razı olmaz. onu bir musibet olarak görür.

şimdi liberaller var. bangır bangır bağırıyorlar. bence müslümanlardan daha iyi bir konumdalar. çünkü hürriyet istiyorlar. atila yayla, nur vergin, ner serter, toktamış ateş, necla aratın olduğu ortamda, o adam çok güzel yanıtlar verdi. adam dedi ki, ben belki model olmak istemiyorum. zorla olmaz. şimdi siz güçlüsünüz. şuş anda dayatarak onlara bir şeyler dayatıyorsunuz. peki ileride onlar hgüçlü olursa, ne yapacaksınız? ben şimdi de hürriyet istiyorum, onlar baskın olunca da hürriyet isteyeceğim. peki siz ne yapacaksınız? güç onların da bir gün ellireneg eçebilir.

hüriyeti istemek ters gibi gözüküyor. ama üstadın bir misali vardır. ikimizde kuyu kazıyoruz, birinin niyeti kötü olabilir. ama oradan bir su çıktı mı, etraftaki bütün pislikleri götürecektir. hürriyet ortamı geldiğinde, iman çıkacak. o yüzden korkmanıza gerek yok. onların elinde bir delil mi var ki, korkuyorsun? şeytanın elinde bir sulta mı var ki? vicdan, kainat, insan onları desteklemiyor. hürriyet gelirse, niye dinsizlik çoğalsın.

mn. istibdaddan çok şikayet edenler, aslında o istibdadın yerinde olmak istiyorlar. o yüzden çok şikayet ediyorlar.

aş. bir adam onunla ilgili çalışmış. ezilenler, ezenlerin konumunda olmak istemelerinden dolayı, eleştiriyorlar. negatif bir atvır bu. asıl hürriyet istemi, ne ezen o ,ne ezilen ol. ne onun izzeti imaniyesi, başkasının zulmune razı olmadığı gibi, şefkati i imaniyesi de başkasına zulmetmeyi kabullenmez. allah bana hükmederse, ne ben başkasının zulmetmesine izin veririm, ne de başkasına zulmederim. zulüm gibi görünen şeyleri, allahın bir imtihanı gibi görürüm, onları aşmaya çalışırım.

mn. insanın zulüm altında olsa bile kendi içinde duygu ve düşünceleri, özgür bir alandır.
aş. ezen ezilen psikolojisi öyle bir konuamgetiriyor ki, insanı. sürekli ötekiyle meşgul olduğu için, onun üzerinden bir varlık inşa ediyor kendine. ezen ezilen var tarzında bakıyor. şöyle bakmıyor: ben insanım, hürüm. kimsenin bana zulmetmesine izin vermem diye bakmıyor. o yüzden paradigmal bir değişim yaşaması yani o kısırdöngünün içinden çıkması gerekiyor.

aş. menfaati şahsiyesine himmeti hasretmek.

yani öncelikle kendini düşünmek. aslına bakarsak.

mh. ne demek insan kendini düşünmeneden yaşanabilir mi?

aş. hasretmek. ortada bir menfaat var, hep ben kazanayım istiyorsun. öteki de kazansız diye düşünmüyorsun. islam medeniyetinde adam müşterisi geliyor. müşteriden bir şey aldıktan sonra, bir tane daha geliyor, kardeşim de kazansız diye ona gönderiyor. ama öyle bir şey yapabilirsin ki, pazarın önünü tutmuşsundur, önünü kesmişsindir, bu da bir mentalitedir.

şurada büyük marketler var. pazar kuruluyor. normal günlerde 3-4 ytlye sattığı meyveleri o gün 1 ytlye satıyor.

mh. bence siz kendi endeksli düşündüğünüz için öyle yapıyorsunuz.

aö. o da o zaman diğer günler ucuz satsın.

aş. sadece pazarın olduğu gün ucuz satıyor.

rz. fakat burada sürümden kazanıyor.

aş. bana çok insani gelmiyor. bir gün de onlar kazansın.

mh. insanların menfaatlerini düşünmemesini düşünemeyiz. ama iki türlü şey var. insanların menfaatini düşünmemesi var. bir de başkalarının menfaatlenmemesi üzerine bir sistem kurmak var. bu ikisi farklı şeyler. o zaman menfi bir düşünceye giriyorsunuz.

aş. üstad onun menfaatlenmesini, kendisinin zararında görmesiyle açıklıyor. o zarar ederse, ben kar ederim.

mh. ticari hayatımızda, bir şeyde zarar varsa, rızası bile olsa, oradan bereket kolay kolay gelmez.

ben eskiden anlamazdım. hacizli malı anadolu insanı almaz. ben derdim ki, hacze düşmüş, piyasaya konmuş fiyatıyla alıyorsun. bir zararı görünmüyor. kurduğun ticaret başkasının ahını getirecek şekilde davranırsan, ona vicdan karşı koyar.

aş. o bu hakikati onaylıyor.

mh. bazı insanlarda da var. satış tekniklerinden bir tanesidir. bir mal satılmıyor değil mi, üstüne yaz zararına satış diye. insanlar hücum ediyor. sanki ticarette kar etmek kötü bir şeymiş gibi.

hş. insanlar hep kazık yiyorum mantığıyla, zararına satanları görünce, insanlar güveniyor.

rz. market orada sabit. pazarcı geliyor, vurkaç yapıyor. espri olarak.

mh. fiyat değil, yaşadığınız duygular çok önemli.

ys. reklam yanlış tanıtım olabilir. büyük balık küçük balığı değil, aslında hastalıklı balığı yutuyor.

aş. onların cesetlerini kendi midelerine defnederler. hayvanların helal rızıkları, ölü hayvanlardır.

" Hem nev'-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. Ve en dinsizi de, dine iltica etmeğe mecburdur. Çünki acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası; ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacata mübtela ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni'-i Âlem'i tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok!.."

Tabi bir sürü manipülasyonnlar var, beşeri uyutmak için. Ama uyandıkça bir noktai istinad arayacak, bunu da Sanii Alemnden başka bir yerde bulamaycak.

"Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî-manevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak."

şimdi bu anarşizm dehşeti çok müthiş bir hastalık gibi. bir bomba atıyor, 200 kişi ölüyor. hindistanda şimdi. anarşizmin temelinde dinsizlik yatar. adamın savaştığı bir ülke değil. çoluk çocuk bir atıyor bombayı hepsini öldürüyor. bu insan müthiş bir çöküntü yaşar.

yf. onlar da milliyetçilik için savaşınca öyle yapıyor.

ırakta da öyle.

hş. "Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla
--- sh:»(H:25) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış.
Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i'dam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.
İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm i'damına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehadet eder."

mn. hangi hal?

hş. insanlık öyle bir hale gelmiş ki, idünyanın geçici lezzetleri yetmemeye başlamış. bu dünyanın saltanatını verip, bin sene ömür verilen bir insana, insanlar bunu kabul etmez. demek o zamanki beşer, bir arayış içinde. bir rivayet var. hristiyanlık, hakiki hristiyanlık olarak tasaffi olacak. hristiyanlık bize çok hurafi gelir. ama bazen o insanların programlarına bakıyorsun. sanki müslüman konuşuyor. çok hurafevari de gözükmüyor.

"Kırkbeş sene sonra, tamamıyla beşerin bu
--- sh:»(H:26) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor."

dinsizliğin şedid şekilde yani ifrat seviyesinde çıkması, tam tersini doğuruyor. eskiden dinsizlik yoktu. şimdi o karanlığı görenler, dinin aydınlığına yönelmeye başlıyorlar.

"Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz.""

sürekli akla tazyik yapıyor.

""Biliniz" ve "Bil" hakikatına dikkat et. "Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun. Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.
--- sh:»(H:27) ¯ --------------------------------------------------------------------------------------------
Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!"

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

mh. geçen hafta yusuf iyordu ki, ağbi, üniversitelerde herkes din min bir şey yok ki, herkes haralop şaralop. peki yani siz diyorsunuz ki, gençlik böyle, bundan nasıl insanlık çıkacak? nasıl ümitli olacağız? diğer taraftan diyor ki, her tarafta bombalar patlıyor, hiçbir yerde huzur yok. gelecek kötü diyor, insanlar. halbuki sait nursi farklı söylüyor.

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş."

yusufa şunu soracağım, nasıl fenler insanların insaniyetlerini keşfetmelerini sağlıyor?

bugünkü dünya tablosunda başka bir şey var mı? aynı. bizim bu mahalleyi anlatıyor.

mn. savaş insana mutluluk getirmiyor. ilim inkişaf etti. insanların mutluluğu için gerekli olan her şey ubudiyetle alakalıdır. bunu mu anlıyoruz?

mh. bir sürü arkadaşlarımız var. arkadaşlar söyleyecektir. geçen ilginç bir şey gördüm gebzeli arkadaşlarda. her meseleye müdakkik bakıyorlar. okudukları bahis çok ilginçti. bir tanesi de, fenlerin insanları uyandırarak, gaflet ve cehalettlerini kırmalarına yarayan bir konu olarak gördüklerini konu edinen bir yer okuduk. yusufun soruyu soracağız. insanlar fen okuyorlar, ama haralop şaralop gidiyor. bu insanlardan nasıl hakikat çıkacak?

burada iki tane nokta var. bir gencin hissiyatlarının doğru olduğuna inanıyorum. ama bir yanlışlığının olduğunu da zannediyorum. insanlar feni, sadece menfaatleri için okuyor olabilirler. fakat sait nursi, burada gerçekten fen okunursa, fen derken, resim de bir fendir, hepsi birer ilimdir. fen derken, matematik de sosyoloji de bir ilimdir. psikoloji de bir ilimdir.

x. fen dedikleri pozitif deneye dayalı bir ilim.

mh. feni ben, doğrudur odur.

x. sadece fen demesi, deneycilerin, allahın her an yaratıyor olmasını ihmal eden bir görüş.

mh. sait nursi, bunları komple olarak ifade ediyor. fen ilmi deyince, sanki hayatımızın içinde olmayan bir şey. hüsnü mühendis. matematik kullanıyor. ben ne alaka. halbuki hayatın içinde matematik var. arabanın kıçını nasıl kurtaracağın bir matematik hesabıdır. aslında fenni tüm hayatımızda kullanıyoruz. fen, hayatımızın manasını anlama ilmidir. sanat da insanın gönlünü anlama ilmidir. kısadan ifade ediyorum yani. fenleri okuyucna insan neyi anlıyor? bir şey var. ruh hastalıkları da bir fen problemidir. ama neticede şuraya geliyor. insanların her teknolojisi gelişiyor. binaları çok güzel. fakat insanlar yine mutsuz. tatminsizlik. hırs. haset, fesat, kesat. binalar çok süslü. normal viesli arabayı bile insanlar tenezzül etmiyor.

ama bir fen daha var. harpler ne anlatıyor? feni çok iyi yapsanız bile, sonunda savaş çıkar. feni çok iyi kullandın, iyi kullandın çok adam öldrecek bir bomba yaptın. ne oldu netice? ne yaparsak yapalım, insanlarda bir hakikat arama vasfı olması gerektiğini söylüyor. bir yerden sonra fen çıldırtıyor insanı. başka bir fen lazım.

"Hasıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harblerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi' istidadını hissetmiş. Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

geçen haftaki derslerin birinde yusuf ağbi söylüyordu. evet kadınlar çalışacak düzeyde olabilir. paraları da olabilir. ama aile mutluluğu için, itaat etme zorunluluğu yaşamak isteyebilir. bu insanların mutluluğu parayla pulla sınınırlandırılacak bir şey değil ki. insan paralı da yaşayabilir, parasız da yaşayabilir. hatta benim kanaatime gelince, insanın istidadı gelişirse, eşine daha çok saygılı olur. mutluluğu daha çok arar. o mutluluk duygusunu yaşamak istiyorsa, eşine daha çok değer verir. bence körü körüne yapılan şey, gelişmemiş şekilde olur.

hş. bir hadis var. sizin en hayırlınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.

mn. abi, sopayı uzaktan görecek

yf. yeni bir açılım ağbi.

mh. abi, istersen içeri götürelim.

hş. kim diyor?

mn. olur mu, mecellenin başında yazar. dövme, fakat görme.

af. peygamberimizi mi örnek alacağız, sizin dediğinizi mi?

mn. peygamber dönemindeki hanımlar olsa da onları örnek alsak.

bu verilen örneklerle alakalı olarak.

mh.

"Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var."

yani insan eşini o kadar çok sevecek ki bu dünyada bu dünyaya sığmayacak bu sevgi. ahireti isteyecek.

mn. buradan eşe nasıl gittiniz anlayamadım ben.

hş. bütün insanlık bir arayış içide. o kadar çok dehşet görmüş ki, insanlığın tümü bir arayış içinde. kuran bu arayışın akılla sorgulamaktan geçtiğini söylüyor. üstad orada bir umut vermek istiyor. gelecek islamındır, sözüne gelecek. insanlığın islamiyeti tanıması, bunun çözümüdür.

mh. duygulardan bakıyoruz, bakın tekrar okuyorum.

"Ve insan, acib cem'iyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış; belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular, mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeğe başlamış."

yani neyle, harplerle fenlerle ve dehşetli hadiselerin gerçekleşmesiyle. gerçekte şu ekonomik dağdağalar diyor ya. bunlar bile insanları o kadar korkutuyor ki, amerika bile nereye gideceğini bilmiyor. nerede duracağı belli değil. herkes dağdağalı hayat. bu dünya çapında. öbür tarftan, bir kardeşimizin dükkanını kaçak satarak birisinin üzerinde göstermeye çalışıyor. durup dururken bir dağdağa çıkıyor. öbür tarafından başka bir şey yapıyor. patronsun, çalışansın, her ortamda dağdağalı. geçen gün diyor, çok güzel bir firmada çalışıyorum. iyi bir firma, fakat uykularım kaçıyor. bizim firma o kadar büyüdü ki, önüne geleni satın alıyor. ben bunun sonunu bilmiyroum. korkuyorsun. her durumda korkuyorsun. dünyanın neresine baksan, dağdağalı. biz kendimize bir şey kuruyoruz, buları hissetmiyoruz galiba.

adamlar nasıl biliyor musun? dünya dağdağası derken, çok enterasn geldi. ben yaşlanıyorum diyor. iyi o zaman bir köyde, yeşilliklerin içinde yaşa diyorlar. olur mu, ben köyde yaşayaymam yaşlıyım. kalp hastanesinin yakınında kalayım. dünya dağdağalı. ama bunu hissettiğimiz an, gerçek mutluluğu tadamayacağımızı. biz esas dünyaya doğru gidiyoruz diyor öbürü, bu dağdağayı atıyor. bu insanlar, hepimimzin genelde dindarların, başıboş ne oluyor? bir tarftan da çok kısa zamanda, bu fenlerin, sinemaların, vesair şeylerle dehşetli hadiselerin sevkiyle. bunlar insanların kavramasını, düşünmesini çok kolaylaştıran bir olay.

aslında bizim de bunu hissetmek için uğraşmamız lazım. bence sait nursi, bunları kendi yaşadıklarından anlatmış. ben bir zamanlar çamlıca tepesine çıkmıştım diyor. çok dünyada iyi durumdaydım. sonra kendimi bir çukurda, hapishanede buldum diyor.

af.o yüzden, hissetmek lazımdan daha ziyade, bunları yaşıyor olmak daha öğretici. hissetmek, bir yere kadar götürüyor. ama yaşayan insanların daha fazla terakki etmesi isabetli olur diye düşünüyorum.

mh. ben köylü çocuğu olarak şöyle düşünüyordum. bir şeyler yapalım diye uğraşırken, zannediyordum ki, zenginlerin hiç derdi olmaz. meğer tasa o zaman başlıyormuş.

bizim ortaköye sosyeteler gelir. bakıyorum, insanlar, tatmin olacak antik, boncuk bir şeyler arıyorlar. resim hiç satılmaz. dehşet ilgi görüyor. anılyorum ki, insanlar tatmin edici bir hatıra arıyor.

"Hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse: "Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak, fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir i'dam senin başına gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali; sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak."

"İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm i'damına karşı din-i haktaki bir hakikatı arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hâl-i âlem bu hakikata şehadet eder."

mn. o zamanki korkunç olayların sonunda insanlarda olan tahribatı analiz ediyor. son derece duyorucu, akıl kalp ve ruhu tatmin ediyor. bütün olumsuzlukları içinde, insanın düştüğü girdaplardan nasıl çıkacak oludğunu gösteriyor.

" Kırkbeş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedidini dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt'aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeğe başlamışlar. Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor.
"
mh. amerika krizi çıktığında bir yazar enteresan bir şey söyledi. eğer kazancı paylaşmazsanız, sefaleti paylaşırsınız. bu krizin özetini böyle anlatıt.

gerçekten dini hakkın getirdiği paylaşmayı, şimdiki medeniyet ne kadar önemli olduğunu anlıyor. bunlar zaman içinde oluyor. hep kazanalım demenin olmadığını.

ikincisi, mutluluğun çok kazanmak, gezmek, harcamakta olmadığını, insanların farklı şeylerle mutlu olabilecğeini. insanların fikrine, kalbine müracaat et diyor.

insanlar bugün öyle idyor, ben ne yaparsam yapayım, insan kendi kendiyle konuşabilmeli. kendisini ikna edip, o duygularını geliştirebilse. neyle basarsanız basın, insanın duyguları bir yerden sonar patlak veriyor. neticede kuran da okusak, risale de okusak, önemli bir şey var. kuran da okusuka, risale de okusak, bunu kendi dünyamıza aktarmak, hatırladığım kadarıyla, bunu kendi malı etmek, kendi dilimizi, kendimize mal edecek şekilde, o fikirleri konuşmamız gerekiyor.

mn. birinci meselesinde önceliği ona vermesi gerekiyor.

mh. talebelik bu demek. kendimize mal edersek, talebe olabiliriz. bir şeyçok kıymetli, sen bunu yemiyorsun, başkasına veriyorsun. kendin tadarsan, başkasına tattırabilirsin.

"Meselâ: Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmıyorsunuz? İbret almıyorsunuz? Bakınız ki, hakikatı bilesiniz." "Biliniz" ve "Bil" hakikatına dikkat et. "Acaba neden beşer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düşüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliğe düşerler? Neden bakmıyorlar, hakkı görmeye kör olmuşlar? Neden insan sergüzeşt-i hayatında, hâdisat-ı âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun."

"Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. "

Yani muhakeme eden, kolay kolay dalalete düşmez. onun için, bu fenler ve bazı olaylar, insanların düşünmesine ve bu da dini hakka daha yaklaştıklarına büyük bir işaret.

"Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor."

yaşanan olayları, algılayıp kendi dünyamızda düşündü mü, ne olur, bu medeniyetin en büyük ülkesi ne? amerika, gümledi. demek ki, çıkmaz sokak.

"Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! "

dünyayı bir cami-i kebir olarak görüyor.

dünyada öyle veya böyle. hindistandaki olayı müslümanlar yapmış. türkler müslüman diye bırakmışlar. sait nursinin getirdiği şey çok güzel. eskiden bazı arkadaşlar amerikayı düşman görüyorlardı. o arada bir arkadaş çıktı, niye kendini geriyorsun? amerikayı da allah yarattı. sanki allah amerikayı yaratmadı. orası bombalanması gereken, adını bile anmak caiz olmayan bir yer. dünyada gerçekten böyle düşünen insanlar var. anarşinin bir kaynağı da buradan geliyor. fakat sait nursi dedemiz bizim, kainatı bir mescit olarak görüyor. ayet-i kübrayı oku önce. nereye gidersen git, kainatın her yeri zikrediyor. dolayısıyla kainatla kavgalı değil. insanların hepsi, allahın yarattığı bir insan. bir gün hissetmeye başlamış. gerçek hissettiklerinde hakikata kavuşacaklar. bu olaylarla, insanların her gün bir şeyi hissederek kavradıklarını. ama insanların anlaması değişik değişiktir.

eskiden ben yanıma eleman aldığımda, sabır gösteremiyordum. bir gün düşündüm, yahu niye sabırsızlık yapıyorsun? sen 45 yaşında anladığın olayları, 15 yaşındaki çocuğun anlaması mükmün olur mu? tekra tekrar anlat. her anlattığında ufak ufak hissedecek insanlar. onlar beni çok geçecek. neden? çünkü o yaşta ben onlar kadar öğrenmiyordum.

basın özgürlüğü. bu düşünceden bakarsanız, çok güzel şyelre söylüyor. karşılıklı konuşabilmek ne güzel bir şey. tenkit edilebilmek ne güzel bir şey. herkes bir ileri bir geri, orta bir yerde buluşabiliyoruz. bu manada, insaniyetin istidad dedi ya, bu çok önemli. insanların bir önemli özelliği de katılımcılıktır. katıldığı oranda, insan düşünür, sorumluluk alır ve düşünmeye başlar. dolayısıyla, o oteli bu ülkeyi, insaniyeti sait nursi muhatap alıyor. ümitsizliğ düşmüyor.

"Ey bu Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm'ın câmi-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırkbeş senedeki bu dehşetli hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler!"

mn. peygamber efendimiz ne diyor? ahir zaman mehdisi, şamda bir mescidin kapısına inecek.

mh. bir şey daha söyleyeyim. medine minber, mekke bir mihrap.

mn. ama düzül yeri de şam. oradan başlıyor, inkişaf.

hş. o zamanın batısının merkezi şamdı.

mn. o mescitin en diri, en iyi dinleyecek insanların bulunduğu mekandır. onbin kişiye bu hitap yapılıyor.

hş. eskiden batı tarafının merkezi şamdı. bu zamanda, istanbul veya avrupada bir şehir olabilir. şam orada bir şehir değil, bölgedir.

mn.

"Hasıl-ı kelâm: Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek."

mn. kuranda akıl kalp ve ruha aykırı hiçbir şey yoktur. her şey delillendirilmiştir.

hş. orada da madem akıl çağındayız, zaten akla en makul şey kuran. bütün deliller ve ispatı kuranda var. o zaman akıl çalıştıranların en önemli rehber kitabı olacak.

mn. onu nerede söylüyor? hristiyanlığın dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde bunu söylüyor. müslümanlar ep yeniliyor. her taraftan islam darbeler yemiş. hep orayı taklit eden bir zihniyet ortaya çıkmış. o kojonktörü insan hayalen anlamaya çalıştığı vakit, çok farklı hislere kapılıyor.

mh. mesela başörtüsünün problem olması, bunun bir sonucudur. din, hayatta yaşanmaz algısı var. ama başörtülü kadınlar görününce, din insanların terakkisine engel değil, bu görülüyor. en çok islamdan tiksindirilen nokta bu nokta. bunu görünce, aman bu anlaşılmasın. hani insanlar okula gideceklerdi? bu sefer kendi kendileriyle çelişkiye düşüyorlar. bundan çok şiddetli rahatsız oluyorlar. şimdi okumasın diyorlar. neden? çünkü okudukça insanlar gerçeği öğrenecekler.

mn. sait nursi, kalpleer vurulan o çöküntüden, o kalbi kurtarmaya iman pompalıyor. o yıklımşlığın onları ilgilendirmediğini, kuranla her şeyin delillendirilerek, akıl ve ruhun devamlı diri tutulabileceğini orada müslümanlara vurguluyor. bu mehdiyetin, gün gibi, ortada oludğunu gösteriyor.

mh. bir de şöyle bir şey var. irsale okuyan insanlar, bu hayatın içinde muhakeme etmeyi ve düşünmeyi, ve birbirinden ayırt etmeyi. yani insanın düşüncelerinin yanlış olmasıyla, insanın istidat taşıması arasında farklılık olduğunu anlıyorlar. dolayısıyla insanlara gıcık olumyorlar. o azaman toplumdan soyutlanmıyor, korkmuyor. toplumla kucaklaşan sevimli bir müslüman ortaay çıkartıyor.

mn. diriltiyor.

mh. öyle bir müslüman ki, kainatla da bütünleşmiş. hepsine bakıyor, hepsini allah yaratmış idyor. eşine allahın bir ikramı, bana dost, bakıyor işerinde çalıştığı arkadaş öyle görüyor. her ne görürse, kaintala barışık, dost. musibet gelse, bunda da bir hakikat vardır diyor. müslüman, diğer kafirlere baktığı zaman, inşallah bu sevimli insanlara da allah hidayet nasip eder diyor. onun da bir vakti saadeti vardır dioyor. hiç öyle düşünmüyor. imanın getirdiği tecelliyle dünyaya çok farlı bakıyor. yoksa anarşist olur insanlar. ne olursa olsun, her şeye muhalif ediyor.

"Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkisafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırkbeş sene evvel o fecrin emareleri göründü. Yetmişbir'de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak."

mh. bugün çıkmasa yarın çıkacak. eli kulağında bu hakikat.

Hiç yorum yok: