12 Aralık 2008 Cuma

24. Söz 5. Dal 2. Meyve

İkinci Meyve: Ey nefis! Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.

aş. bizim bir yanlış anlamamız var. ubudiyetin karşılığında bir şey alacağız anlayışının yanlış olduğunu biz nurcular anlıyoruz. fakat bir başka mesele daha var. geçmişte verilen nimetin bir karşılığıdır diye anlaşılıyor ubudiyet. bu da yanlış bir anlama. ubudiyet, zaten verilmiş olan nimetin fark edilmesidir. dolayısıyla ubudiyetle mükellef olmak demek, verilmmiş olan nimeti fark etmek demektir.

mesela bir meyveyle muhatap olduğumuz zaman, insan cesediyle gıda olarak muhatap olur. aslında insana gelişme diye bir özellik nimet verilmiş. bedenine o gıda verildiğinde, gelişerek o nimeti gerçekleştiriyor. veya dilime tad alma duyusu verilmşi. potansiyel bir varlık. ne zaman acıkıyorum. mandalinayı yiyorum, tadını aldığım anda, aslında bana tad alma duygusununverilmiş olduğunu anlıyorum. mandalina, bana verilmiş olan bi nimeti aortaya çıkarıyor. ubudiyet de bu nimeti ortaya çıkarmak anlamına geliyor. benim mandalina ile fiili ilişkim, bende bulunan nimetin ortaya çıkmasına vesile idi. mandalinayı almak, için acıkma diye bir duyu verilmiş ki tad alma duyusunu fark edebilmen için. bu fark edebiliyor olmak bir nimettir. mandalinadaki sanatlar, bendeki fark alma özelliğini ortaya çıkarıyor. bir ileriki merhale insaniyetim vra. bununla ben nimetten çok nimeti verene muhtacım. çiçeğin güzel olması senin memnun ediyor, ama onun arkassında çiçeği veren bir güzelin olması seni daha çok memnun ediyor. sana veren elin olduğunu, allah sana o nimetle kendisini gösteriyor. senin onu fark etmendir ubudiyet. ubudiyet dolayısyıla nimetin üsütne gelen bir şey değil. verilen nimetin fark edilmesidir. dolaysısyla, ya ubudiyet ediyorsun, ya helak ediyorsun. fark ettiğin anda zaten ubudiyet ediyorsun. elmayı göndereni tanıdığın anda, insaniyetinle. bedeninin almasıyla, bedeninle ubudiyet ediyor. dolayısıyla ubudiyette senin ekstra yapman bir şey yok. sadece sana verilen kapasiteyi kullanarak nimeti fark ediyorsun. elma verilmiş. elmayı veren rezzakım var, onu anlıyorsun. namaz kılarken, onun huzurunda olma nimetini tadıyorum. dolayısıyla namazın kendisi de nimettir. bana verilen nimetlerin karşılığında ubudiyet ediyor değilim. bunu kaçırırsak, sekülarizm yine içeri giriyor. ubudiyet olması için, hiçbir anda boşluk olmaması gerekir. allah ehr an yaratıyor. nimeti alıyorum, üzerine ubudiyet yapıyorum değil. nimeti fark etmiyorsam, ubudiyet yoktur.

bunu nereden çıkardım bakın:

"Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız."

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren"

mutlak hayır olan vücud ne demek?

vücut demek her şeyin olabilirliğinin göstergesidir. diyelim ki, özel bir kartın var. nereye koyarsan, oradan cevap geliyor. bankaya koyuyorsun, para geliyor. alışverişe gidiyorsun eşya alabiliyorsun.. patron diyor ki, o karta neler yüklediğimi keşfet, sonra kart sonsuza kadar senin olacak. önemli olan kartın özelliklerini keşfetmen. ister kendin başına keşfet, ister arkadaşının üzerinde keşfet. dolayısıyla bir şeyin arkadaşına verilmesi, karttaki özellikleri fark etmeni sağlıyor. dolayısıyla kime verilmiş olması önemli değil. insaniyetimize neler yüklendiğini anlamak. maksadımız sıfat-ı ilahi ve esma-i ilahiyiyeyi tanımak. tanıdıktan sonra onlarla birlikte olacaksın.

vücut vermek ne demek? yokluktan varlığa çıkmak, sonsuzluğu aşmak demektir. bir şeyin olması için, tüm kainatın yaratılması gerekiyor. dolayısıyla bu portakalı vermekle, sana haslında her şeyi veriyor. çünkü vücudu vermekle, sana kendisinin mazhariyetini veriyor. allah külli olduğu için, vücut olarak sende külli olarak tecelli edecektir. ubudiyetle biz kendimize verilmiş olanları fark ediyoruz. bu farkındalık, o şeyi bize ait kılıyor. cennetimizi inşa ediyor gibiyiz sanki. cennet bize verilmiş. üstad der ki, cennet dünyanın bitişiğinde değil, dünyayla içiçedir. cennetin kokusunu hissedersin, iyi bir amelde, ya da kötü bir amelde cehennemin kokusunu hissedersin.

sana vücudu vermekle, kendisinin mazhariyetini verdi. yani yokluktan çıkardı seni. ssıfırdan bire çıkmak, sonsuzluğu aşmak demektir. varlık varsa, yokluk yoktur. beni en çok sevindiren şey, allaha imandan sonra, yokluğun olmayışı anlayışıdır. çünkü insanın en büyük korkusu yokluktur. yokluk korkusu aslında ölüm korkusunun da temeli. var olan bir şey yok olamaz.

varlık en büyük nimettir. hinsan allahın tüm esmasını tecelli etmesinin dışında, tüm bunlarının farkına varabilecek potansiyeldedir, külliyetiyle. yoksa her şeyde tüm esma tecelli eder. tüm fotoğraf tek bir noktada var.

amç. zaten girizgahta, nimeti fark etmek dedin ya. aslında biz tam farkındalık içinde cennetteyken nisyan edip insan olarak buraya geliyoruz. bizim varsayılan fıtratımızda tümüyle farkındalık var. buraya inmemizin sebebi, farkındalığın unutulması anlamına geliyor. burada yeniden o farkındalıkları inkişaf ettirip, cennete yeeniden gidiyoruz.

aş.. orada şiddeti zuhurundan gizlenmişti, burada yeniden o şiddet-i zuhuru fark ediyoruz. mesela bedenime daha önce besin alıp gelişme özelliği verilmişti, kalu belada. adeta, ey beden ben seni gelişecek özellikte yaratan rezzakım değil miyim, diye kalu belada sorulan soruyu şimdi de soruya. beden ne yapıyor? evet öylesin diyor ve gelişyior. dile diyor ki, ey dil, ben seni portakala muhatap olduğun anda lezzet alacak şekilde yaratan değil miyim? dil portakalın lezzetini aldığı anda, evet diyor. insana da diyor ki, ben sana bu nimetin farkındal olacak, onda görünen esmayı görebilecek mahiiyette yarattın diyecek. orada kalu belada yaşanan soruyu her an yeniden yaşıyoruz. ben nasıl buliliyorum bundaki lezzeti alabilmeyi. ruhum budan lezzet alabilecek kabiliyette ruhum daha önceden yaratılmış. ben bundan lezzet almakla, beni ve bu portakalı yaratan aynı zattır diyorum.

ilginç bir yer daha var. yemeği verdi. vücudun besine ihtiyacı var. dilin de tatmaya ihtiyacı var, ama diyelim ki, dilin tat almıyor. sen iyne zorunlu olarak yemek yemek zorundasın. yemek sana zorluk olarak gelir. ama bir de muhabbeti verdi. yani yeme peşinde koşacak ylezzeti verdi. namazı kılacak lezzeti de verdi. hepsi ayrı bir boyut. cismaniyetinle sadece besinleri fark ediyorsun. hayvaniyetinle tad nimetini fark ediyorsun. aklınla, sanat ve hikmeti fark ediyorsun. insaniyetinle, mülk ve melekutu tanıyorsun. yani maddenin arkasındaki manayı görebiliyorsun. islamiyetle esma sıfat şuun mertebelerine ulaşabiliyorsun. muhabbetle, bunları severek yapıyorsun. bedenine besin alma ve gelişme lezzeti verilmiş. diline tad lezzeti verilmiş. aklına hikmet lezzeti verilmiş. kalbine, bunları vereni sevme lezzeti verilmiş. benim vazifem, bunları fark etmek. bana verilen alemleri keşfetmektir. miraçta resulullah ne diyor? ... her merhalede o merhaleyi yaratan rabbe şükrediyor ve bir üst mertebeye çıkıyor. şükrederseniz genişletilirsiniz. üstad diyor ki, ubudiyetin özü şükürdür. bütün alemi insan için yaratmış. insanı da şükretmesi için yaratmış. o yüzden ilginçtir, fatihada hamd ile başlarız. her şeyin özü bu. gerisi tafsilat.

amç. lezzet nimetin motivasyonu. nimetse hayatın motivasyonu. mesela cinsellik, neslin devamı için bir ücrettir. yoksa insan aklıyla bunu düşünmez. bakiyeti sağlayacak şeyler nimete bağlı. en sonunda dönüp dolaşıp bunların hepsi vücuda bağlı, vücut da şükre bağlı.

mn. bunun sekülarizmle ilgisi nedir?

aş. ikili bir an. bir ubudiyet anı bir de lezzet anı. aslında böyle değil. allah her an sende tecelli ediyor. aynadaki görüntü gibi. her anımızı allaha bağladığımız sürece varlık aleminde kalacağız. bağlamadığımız zamanlar, o anlar helak olmuştur.

yf. hristiyanlarda olduğu gibi, cami ve hayatın birbirinden farklılaşması. peygamberle mücadele de budur. kimse allahı inkar etmiyor, ama o bir yerde olsun.

adalet sisteminde allah olmasın ama...

aş. tamamen ritüellere boğmaya çalışıyorlar. can dündar, sait nursiyi sanki ritüellere boğacak, hayattan kopuk, kendi içinde ubudiyetini yapan, toplumla hiç alakası olmayan bir insan. onu barlada bırakacak. aslında şeytanın istediği dindarlık bu. süfyan ve deccalin allahla bir problemi yok. peygamberle bir problemi var. peygamber her an hayatın içinde nasıl yaşanır bu din onu anlatıyor. hristiyanlık o yüzden problem değildir.

amç. her yaptığımız fiilde, düşüncede bile, besmeleyle başlamalı.

hş. bbu cümlenin anlattığıyla senin anlattığın arasında tabi ki bağlantı var da, benim anladığım kadarıyla, insanlar şöyle alıştırıyorlar kendilerini. eskiden beri bir kitap verirler, şu kadar dua okursan, allah sana 20000 sevap yazar. şunu yaparsan, bu kadar paran olur. hep böyle önce bir şey yapacaksın.

amç. tarikat budur. islamın yahudileşmesi. hep dünyayla ilgili dua vardır. tasavvuftan ayırıyorum ben bunu.

hş. ama hep böyle de değil.

yf. bazılarının doğruluk payı yok mu?

aş. bütün mesele burada. zenginliğin esbabı, allahtır. fakat zenginlik için dua yapılmaz. ama allah o duayı yaptıktan sonra zenginlik nimeti verir. o ayrı mesele. ki zenginlik gerçek manada nedir? mercedes midir? belki o farkirliktir. biliyorsun, ebu cehil ebu hakim, yni hikmetin babası. yani bilgi açısından en ileride olan oydu. fakat islam geldikten sonra, onun ismi ebu cehil oldu. alim iken, ebu cehil oldu. o ilmine rağmen, allahı kabul etmemesi, üstüste cehalet, yani cehli mürekkepliktir. firavunu bile geçmiştir o noktada. gerçek zenginlik, allahı bulmaktır. ibrahim ethem meselesi. bir liram var, bir lira daha istemiyorum. ama sende yüzbinlerce dinar var, daha çok istiyorsun. sen benden daha fakirsin.

amç. peygamberlerin hayatına bakarsak, hiçbirinde iki gün üstüste düzenli yemek buldukları vaki değil. onlar bize göre gariban mı oluyor?

dua da ubudiyetin bir yansıması. burada mühim olan farkındalık. bu boyutta bakarsak, bir şeyi fark ediyor olmak, o şeye sahip olmanın ötesinde bir durumdur.

aş. aslında hiçbir şeye sahip değiliz. biz alıyoruz lezzet klamıyor gidiyor. kalan şey aklımızda kalan anı ve bilgi.

hş. nimetin senn olması, şükrü

aş. bir nimet ancak sen onu fark edersen takdir edersen olur. mesela o fark etmedi kendideki nimeti, ama ben fark ettim, onu takdir ettiğim için, o nimet asıl anlamda onundur. kim allahla samimi bir şekilde o nimetle irtibat kurasa o nimetin ona ait olmasıdır.

yf. mesela, karının doyurmak için rasgele bir şey yersen, hiç karnın doymuyor. ama biraz bakarak yiyince, nasıl lezzet alıyorsun.

aş. evet aynen öyle. batı medeniyetinde insanlar fast food yerken, atıştırıyor. alışkanlık oluş ne yediğinin farkında değil. ben çocukluğumda hatırlarım, en lezzetli yemekler, tarlada yediğimiz unlu yemekti. tadı hala aklımda. demek ki ölmemiş. ama çok şahane yemekleri hiç hatırlamıyorum.

yf. bu yüzden her gün 3 vakit düzenli yemek doğru bir şey değil.

aş. sünnette yok öyle bir şey. yengem çok güzel yemek yapar. sonra diyet yapması gerekti. peksimet ve kayısı yiyordu. bana şöyle dedi: yemek yemek tamamen alışkanlık işiymiş. hiçbir şey yemiyorum, acıkmıyorum.

amç. üstad da diyor ya, insan açlıktan değil alışkanlıktan ölürmüş.

yk. insan mezarını dişiyle kazırmış.

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. "

aş. iştihalı bir mide. iştah vermese, nasıl lezzet alacaksın.

hş. bilgisayara bir donanım koyarsın, sürücüsü yok. bilinmeyen aygıt oluyor. vücutta miyonlarca alet var, öyle bir şey yok.

amç. vücudun çok fonksiyonlu bir kart olması durumu.

aş. allah için bakmıyorsan, şehvetle bakıyorsan o gözü çıkar at, o senin için daha hayırlıdır. incilde diyor. seni allahın yolundan uzaklaştırıyorsa, o eli kes ve at.

amç. ey göz güzel bak esprisi gibi.

aş. kavvad ne demek? sana verilen emaneti satmak demek. o yüzden harama bakan göze, kavvad diyor. o emaneti sen nefse satıyorsun.

"Çünki ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismiyle bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. "

mide iştahlı olmasaydı, bu kadar nimetin hiçbir anlamı olmayacaktı. dolayısıyla rezzak ismini tanıyamayacaktık. dolayısıyla, bu gıdaları yerken, dilimde bu tad alma duyusu varmış, bunu fark ediyorsun. kartın özelliklerini keşfediyorsun. keşfettiğin kadarıyla ileride senin olacak.


"Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. "

hayat vermiş, ama onnu hassasiyetleri var. mesela sevebiliyor, üzülebiliyor, ağlayabiliyor. yoksa eşyanın bir anlamı olmayacak. mesela burada ağlayan bir bebek olsa, ama sen ona merhamet duyamasan. o zaman bir anlamı olmayacak. allahın rahmetini tanıyamayaycaksın. otobüste yorgunken oturuyorsun. yaşlı bir kadın geliyor. oturmak istediğin halde, içeriden bir ses geliyor. sana rağmen, kalkmanı istiyor. doğrudan doğruya allahın etkisi orada gözüküyor. içimdeki bu şey nereden geldi diye bir sorsa, insan anlar. doğrudan doğruya vicdanımla konuşan bir şey var. allah işte bizimle konuşuyor doğrudan.

ahlak, kaniatta allahın koyduğu kurallları görmek ve ona tabi olmaktır. islam insana ahlak verir. veren eli tanımıyorsan, ahlak olmaz.

amç. modern toplumda ahlakı allahtan kopartan bir şey gibi sunmaya çalışıyorlar. ben ahlaklı olduğum için iyi davranıyorum demeye çalışıyorlar.

kudsiyet yoksa ahlak yoktur.

aş. vicdanın susmasıdır ahlakın kaybolması.

yk. fıtri olmasına rağmen, mış gibi sunuyorlar kendilerini.

amç. sana rağmen, cümlesi işte onu yapıyor. vicdaın susturursan, onlar kalmaz.

yk. çıkar menfaat hal alıyorsun.

aş. vicdan varsa, çıkara rağmen bir şeyler söyler.

mesela yiye yiye, dilin artık lezzet almıyor. alamıyorsun. hoşuna da gitmiyor. bilimsel açıdan da reseptörler yoruluyor oradan. salih anlatmıştı, bir vaka geteririyorlar hastanede. adam içmiş içki. mum varmış devrilmiş. yanmış tutuşmuş. uyanık kendisi farkında değil. ayağı yanmış bayağı derin. ondan sonra fark etmiş, yangını. sonra fark ediyor. kemiklere kadar gitmiş yara.

yk. yapılan davranışın ne olduğunu anlamlandırmaya başlayınca rahatsızlık başlıyor ya, ondan uyuşturuyorsun onu.

aş. bu zamanda gaflet veren şeyler, hem ehli imana tam imanın lezzetini hissettirmiyor, hem de ehli küfürün de cehennemi acıyı anlamasına izin vermiyor. insan gafletten soyutlanıp küfrün mahiyetini anlasa çıldırması lazım. nietzsche gibi.

insanlar mesela havaiye falan gidelrer ya. aslında can sıkıntısında patlarlar. ama harika derler, kendilerini kandırırlar.

"Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rûy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur. "

biz hiç düşünmüyoruz. bir film izliyorsun. o görüntüye para veriyorsun. kardeşim, her gün güzellik görüyorsun. bunlar parasız mı? bu ekranlar, görüntüler her gün bir şeyler gösteriyor. adam allahın yarattığı bir çiçeğin belgeselini çekiyor, üzerine para alıyor. allah her gün gösteriyor sana.

amç. bedava her şey.

aş. gözün eller gibidir. nereye uzanırsa, onu kendine çekiyorsun, ondan lezzet alıyorsun. elinle alıp sana o güzelliği taşıyor. gözünü açtığın anda sana verilen nimetleri fark ettin.

"Sonra manevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. "

insaniyet mülkün altındaki nimeti de görebiliyor. ikramı da görebiliyor. ancak insan anlar bunu. beşeriyet değil bu. beşer iman ile insaniyet mertebesine yükselir. iman ise, bir şeyin arkasında o şeyi vereni görmektir. illa sıfatlarını bilmen lazım değil. kapıyı açtın, baktın güzel bir çiçek. işte sevgilerimle, yazıyor. çiçek güzeldir, ama gönderen daha hoştur. insan çıkarım yapar, bu insani bir şeydir. islamiyet de o çıkarımlara ad koyar. rezzak der, kerim der. alemi mülk ve melekut arasından sıfat ve esma dairesine götürür seni islamiyet.

"Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir."

açmış. sen onu fethediyorsun, açıyorsun. fethettiğin her yer senindir. anahtar sende.

amç. şu kadarlık bölüm ne kadar çok şey anlatıyor. risale-i nurun belagat özelliği.

yk. konsantre yazıldığı için, sulandır sulandır içiliyor.

amç. fethetmiştir yerine, başka bir şey koy. açmıştır de. bu kelimenin mündemiç olduğu ikincil manaları veremez.

aş. tabi canım. fetih çok manaları var. bir ülke almak manasına da gelir, bir hakikatin senin kalbine gelmesidir.

hş. buna benzer bir yer vardı. insanın insaniyetini, hayatiyetini, islamiyetini mide olarak görüyordu. bu da sofra-i nimet olarak görüyor.

"Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenahî bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir."

aş. her kademede muhabbet vermiştir. cismaniyetine, hayvaniyetine, islamiyetine, insaniyetine. hepsinin lezzetini artırıyor. ne yapsan zevkle yapıyorsun. bir insan ölmekten korkutğu için, gıda yiyebilir, veya lezzet almak için yiyebilir. ötede bir anlam daha var. vereni tanımak için gıdayıy yemek. bir sultan size bir hediye veriyor. onu saklıyorsunuz yemiyorsunuz. bunu bana o verdi diyorsunuz. bundan önceki bahsite, korkmaktan bahsetmişti. korkmak bile bu kadar lezzetliysse, bir de sevmeyi düşün diyor. işe giderken, zevkle gidebiliyorsun.

bir de allah için olsa, onu tanımak için olsa, zevkle gideriz. medeniyet bunu örtüyor.

hş. bu muhabbet sanki, imandan sonra, cenabı hakkı tanımaktan sonra geliyor.

aş. tabi. imanı billah, bundan sonra marifetullah. marifet, muhabbeti getirir. diyelim çok güzel bir arkadaş gördü. çok iyi ama, acaba nasıl bir insan. onu tanıyor.

"Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaîf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz'sün. Onun ihsanıyla cüz'î bir cüz'den, küllî bir küll-ü nurani hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurani bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış."

insan olmakla, külliyetin kesbediyor. eşyanın hakikati mertebesine yükseliyorsun. zeval bulmayan bir külliyet kazanıyorsun. reşha oluyorsun.

"İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin."

orada yapacağın, senin kalbin baki olan bir lezzeti istiyor. rabbim bana beni düşünerek ne güzel bir ikramda bulunmuş.

bir keresinde askerdeyiz. karavana kavgaları olur. beni bakaya olduğum halde, gıcıklığına pis bir mangaya verdiler. onlara az yemek geliyor. gelen de bitiyor hemen. gidiyorum yemek kalmıyor. kızdım onlara. orada içim daraldı ve sıkıldım. ben bu rahatsızlığı hissettim, ne yapalım cenab-ı hak böyle takdir etmiş dedim. tam çıktım dışarı. bir arkadaş memleketten gelmiş, gel beraber bir şeyler yiyelim dedi bana. maraştan bir şeyler gelmiş. tam bir tevafuk. orada şunu hissettim. orada aç bırakmış allah sonra böyle bir nimeti sana gönderiyor. allahın senin açlığını görmüş olması kadar büyük bir lezzet yok. unutulmadın. her şeyi gören allah, bütün kainat içinde sana da özel bir ikram yolluyor.

"Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimane istiyorsun. "

verilmişin farkına varmayınca, mütehakkimane istiyorsun.

"Ve hem "Niçin duam kabul olmadı" diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. "

niyaz ettiğin anda zaten nimet verilmiştir.

"Cenab-ı Hak Cennet'i ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve şu fermanı dinle: (ayet)"

ben kazanıyorum dediğin anda kaybettin. veya birilerinden medet beklediğin anda kaybettin. sadece allah verecektir dediğin anda tamam. allahın fazl ve keremiyle bana gelecek. ben ilmimle bunu elde ettim demenden çok daha güzel. allahın lüftuyla gelen beka bulacak. kendi başına buldukların fani kalacak.

Hiç yorum yok: