26 Aralık 2008 Cuma

24. Söz 5. Dal 3. Meyve

"Üçüncü Meyve: Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Birşeyi satın aldın. Îcab ve kabul-i şer'iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış-verişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.
(ayet)
fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi' olmağa çalış..."

aş. bir önceki kısımda ubudiyetin nimetin fark edilmesinde olduğunu konuşmuştuk. ondan sonra, nasıl bu nimetlere layık ubudiyet yapabiliriz diye sormuştu. nasıl ki var ya, sultanın huzurunda bir sürü insanlar hediyeler getirmişler. benimde elimden gelseydi, ben de bunları verirdim. bu külli bir sevaba mazhar oluyor. niyetin ubudiyete dönüşmesinin kademelerini anlatmıştı. niyetin anahtarlarından biri de, fatihadaki iyyake nabüdün ve iyyake nestain. bütün mevcudat sana hediyelerini sunuyor. ben de onlar adına bunları sana takdim ediyorum. sonra da, bütün mevcudatın muhammed asm. ile irtibatlı olduğunu, onun nuruyla yaratıldığını anlıyor ve bunu ifade etmek için salavat getiriyoruz. sonra sünnet bahsine geçti. normal bir amelin sünnete uymak niyetiyle, ibadete dönüşmesi anlatılıyor.

"Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et."

ilginç orada seversen diyor. sevmek gerekiyor.

yk. adet ve gaflet insanın iki temel problemine değiniyor. adet kördür. gaflet de kör bir şey. ikisi de içiiçe girmiş. uyanık olursan, adete direnmen lazım. adet düşünmeden yaptığın şeyler.

zk. aynı zamanda gaflet içindesindir, adet olarak yaptığın zaman. ibadet olarak yaptığın zaman, huzuru vardır.

ea. ibadete dönüştürekecek olan da şuurdur. bir şey alıyorsun veriyorsun. normalde çok sıradan bir şey. adetten gafletle yaptığımız bir şey. orada, sünnete uyduğun zaman, besmeleyle başlamak, helal şartlarına dikkat etmek. sıradanlığı ibarete dönüştürecek şey şuur.

aş. fakat ilginç ,külli bir itikad ve samimi bir niyet diyor burada. niyet ve itikadı birlikte söylüyor. dolayısıyla alışverişte rızık vereninin de, satıcının elindeki malın da allahtan geldiğini bilirsen, ne yaparsın? almak zorundaysan bile, bismillah de diyor ya. veren bismillah demese de, sen mecbursan ondan almaya, verenin arkasındaki şari-i hakikinin elini gör, öyle al diyor. senin itikadınca nimetin doğrudan allahtan oludğun tasdik ediyorsun. niyet tek başına yeterli değil, itikadın da sağlam olması gerekiyor.

hş. ticaret aslında baktığında ilk başta çok vurucu değil. burada çok önemli bir şey anlatıyor. elimizde para yok, belki zaman var, veya bir takım aletler var. dışarıdan baktığımızda, iki insan alışveriş yaparken sanki aynı şeyleri yapıyormuş gibi. biri allahın adıyla, resulun nasıl hareket ettiğini düşünerek yaptığı için, aynı amel bile olsa, çok daha farklı sonuçlar doğurabilir. ötekisi gaflet içinde yaptığı için, ahirete yönelik hiçbir meyvesi yok. öbürü çok büyük kazançlar elde edebiliyor. bunu vurgulamallıyız burada.

rz. bir şair şöyle idyordu, su için. senden temizleniyorum ki, resulullah temizlendiği için. tamamen bir şuurla kabul edilmesi, alışkanılklarımızın ona göre farkına varmamız.

11. lema
"sünneti seniyeye uymak... ihsas ediyor. resul-i ekremi hatıra getiriyor. o hatıra..."

aş. burada sünnet-i seniyenin esası nedir, onu anlatıyor.

"doğrudan doğruya sünnete ittiba etmek resulullahı hatıra getiriyor. ... huzur ve ibadet kazanır."

mk. burası çok önemli bence. ahir zamanda şehir hayatında yaşayanlar, ibadet yapmaya çok mecal kalmıyor. onun için, adetlerimizi ibadete çevirerek, defterimizi kalınlaştırmanın pratik yolunu kazanmamız lazım. aslında iş hayatında da böyel. pratikleri, fırsatları değerlendirerek. ayaküstü, telefonla, intirnet, her şeyi adamla görüşerek halledemiyorsunuz.

sıcak satışın artık çeşitleri var. ille yüzyüze yapmak gerekmiyor. bazıları artık yazışarak da sıcak bir ilişki kurabiliyor. derecesi şu veya bu seviyede. ahir zamanın belki özelliklerinden, vakit eskisi gibi geniş değil. zaman fakiri, hal fakiri olduk. medeniyetin enteresan şeyleri var. yolda giderken bile meşgul ediyorlar. yolda bile müzik dinliyorlar. çalışırken bile bir şey var. halbuki onun yerine zikir olabilir. her şeyimizle meşgul edilebiliyoruz. adetlerimizi ibadete çevirmek bu zamanda çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. risale-i nurun bence en önemli meziyetlerinden birinin bu oludğu kanaatindeyim.

krizi fırsata çeviriyor. emirdağ lahikasında da bu konuya beyan eder. risale-i nurun en çarpıcı yönlerinden bir tanesi, imanın modern hayatta nasıl pratik bir şekilde yaşanabileceğini ifade etmiş olmasıdır. insanoğlu, klasik beklentilerine esir olup, devamlı eski beklentileri oluyor, ibadet yapamadığı huzursuzluğu oluşuyor. yapmak istedikleriyle, yaşadıklarının kıskacında bunalıyor. yk. bir de ağbi şey var. alışkanlıklarımızı ibadete çevirme mevzuunda. alışkanlık olarak gün içinde yapıtğımız, hal hareket davranış, konuşmak bunların da bir ibadet oludğunu fark ettiğimiz an otomatikman dönüşüyor. yok bu dünya işi, ahiret işi ayrımıına gidildiği zaman o zaman mümkün olmuyor. her halimiz allah için. her davranışımız yememiz içmemiz, kalkmamız onunla ilişkili olunca o zaman ibadet oluyor.

mk. bu zamanda, gençler için çok önemli olduğunu zannediyorum: bu zamanda, taife-i nisanın cazibesi çok etkileyici. biz gençken de tabi etkileniyorduk, bundan dolayı kardeşlerime söz söyleme hakkında bulamam. bu sefer de kendisini devamlı taife-i nisadan korunmak çabasında bulununca, bu daha çok dikkat çekiyor. sağına çeviriyor, başka birisi var. soluna çeviriyor, başka birisi var. hele bu zamanda taife-i nisanın en etkili özelliği saç telleri. bu sefer kaçınmak dürtü haline geldikçe, insanın etkilenmesi daha fazla oluyor. halbuki bunu bir fırsat telakki edip, ben bundan nnasıl yararlanırım bakmak yerine, yarabbi böyle bir şey çıktı ama, bu helal dairesinin dışındadır, ben buna gözümle niyet ederek bakmayacağım. o zaman her şey çok tatlı oluyor.

aş. hadiste yüz şehit sevabı vardır dediği şey var. öyle bir zaman gelecek ki, her taarfından günahlar hücum edecek. öyle bir zamanda küçük bir sünneti bile ihya etmek bile çok önemli. demek bir sünneti devam ettirmek, yüz kere şehit olmkatan bile daha zor. dediğin gibi, bir gözünü kapamakla bir sürü sevap kazanabilir insan.

yk. bakmayla arzulamak arasında fark vardır ya. kadın doğum uzmanı, erkek oluyor. doğuma gidiyor orada kadının cinselliğini algılamıyor, işini yapıyor gibi düşünüyor. o anki sizin bakış açınız, niyetiniz, durumu belirleyici unsur oluyor.

aş. niyet deyince, sünnet-i seniyyenin gerektirdiği ameli yapmamak da değil yalnız.

yk. değil. saçını başını ince elemek değil. siyah bir şey görüyorsundur, onu öyle görmek var, bir de detayına kadar incelemek var.

mk. birisi çok kıymetli, çantasının içinden banknotları ortaya dökmüş. ne yaparız. yahu bu adam manyak mı? bir bayana da, çok güzelse eğer, bu kadar kıymetli bir şeyi umumi bir nazarla sunması, o kimse ya divanedir, ya anlamamıştır. onun fırsatını bulup da nasıl bunu çalarım diye düşünmek zaten çok sefihçe, basitçe bir hareket. hiçbir şeyin basit olmadığını, her şeyin yerli yerine konduğunu düşünürsek, cenab-ı hak bizi bu tip afetlerden korur. bu vesileyle ubudiyet eksiklerimizi giderme fırsatı vermiş olur.

aş. hastalık hep şafi ismi diye düşünürüz değil mi? halbuki hastalık olmasaydı, içimizdeki merhamet hissi ortaya çıkmayacaktı. dolayısıyla, allahın merhamet etme özelliğini de tanıyamayacaktık. demek ki, hastanın sadece şifa bulma özelliği değil. hasta olduğum zaman, babamın bana merhamet etmesi halini hiç unutamıyorum. her olayın allahla irtibatını kurduğun anda, sünnet-i seniyyenin amacı odur. elimi veren allah, işleyen allah. onu hatırlıyorsun. burada önemli olan herhalde, gafletle... gafletle kılınan namaz hakkında çok ağır ifadeler de var. yemek yiyişimizle muhatap olurken, rabbı tanıma kastını göstermemiz gerekiyor. bu nimetler allahı tanıyalım diye verilmiş. allahı tanımadıktan sonra ne anlamı olacak ki, bu yediklerimizin. bu lezzeti kimse tutamıyor da. 10 dakika bile lezzet vermiyor. anında gidiyor zaten. ubudiyet bize verilmiş nimetlerin farkına varmaktır. ubudiyetle o nimetin gösterdiği esmayla irtibatı kurabiliyorsun.

acz ve fakrın verilişini bir kasıtla esma-i ilahiyeye bağlayacağız. ne kadar isimleri tanırsak, aslında soframızdaki nimet odur. burada elhamüdülillah dersin, orada elhamdülillah yersin. orada esma nimetleriyle birlikte olacağız. bu dünyada fani olana aldanıp da, gafletle... her gün yemek yiyorsun. bunlar adetlerimiz. bunu ibadete çevir. resulullaha ittiba kastıyla yaparsan, o adetin ubudiyet olmuş olacak. bu kastı göstermemiz lazım. o nimete muhatap olurken de,

resulullah, bakma diyor. yüzlerce günah var. oradaki günah sayısınca sana sevap geliyor.

hk. insanın zihni meşgul olduğu zaman, baktığı şeyi de göremiyor.

yk. görmek ve algılamak.

aş. hapishanede risalleeri niye yayınladı diyemerak ederdim. ey diyor hapis kardeşlerim. zaten dünyanız gitmiş. bari o dünyanıız mahveden nefsinizden intikamınızı alın, namazınızı kılın. bu hapishaneyi cennete çevirin. ehli dünya burada sanki dilediğini yapıyor gibi görünüyor. dünyanız zaten harap olmuş. en iyisi ahireti bırakmayın. o nefsinizden veya sizi sürekli sefahata davet edenlerden intikamınızı alın. bu dünya, bir mümini düşündüğünüzde, kolay bir imtihan değil. hiçbir şey yapamyıorsun gibi görünüyor. hapisteki sıkışmış gibi görünüyor. onun gibi.

yk. sanki o yapıyor da iyi yapıyor şeklinde anlaşılmasın.

aş. tabi. dünyevi zevklerde hakiki lezzet yoktur.

yk. o yüzden hakiki hapiste olan onlar.

mk. sadece menfi anlamda gitmeyelim. müspet şeyler de var hayatımızda. allah bize aramba vermiş. bu arabayı kurallara uyarak allah'ın verdiği hayatı korumak için de bakımını yaptırabilirsin veya tarfik kuralları için de yaptırabilirsin. aynanın karşısına geçersin, ben insanları nasıl tavlarım diye de tarayabilirsin veya rabbim bana bir emanet vermiş onun istediği gibi güzel olsun diye de tarayabilirsin. bütün müspet hareketlerin her birisinde, çocuğumza ikramda bulunuruz, allahın izzetini gösterdi diye. her bir müspet fiilde, bunu allah için yapmak mümkün. hatta çok basit bir şey bile, ama, aldığımız her nefesi bile, bu manada niyet ederek, ibadet hükmüne geçirmemiz mümkün.

" Dördüncü Meyve: Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. Çünki sen onları taklid etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünki senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur. Senin başını daima döğecektir. Meselâ: Nasılki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa'ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer. Ve başka sarayda büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir müslümandır. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el'iyazü billah kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latifeler, karanlığa düşer ve kalbinde müdhiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin? Halbuki ecnebiler, o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine medar olacak Hazret-i Musa ve İsa Aleyhimesselâm'a bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikadları kalabilir.
Ey nefs-i emmare! Eğer desen: "Ben, ecnebi değil, hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim: "Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz güzel bir lezzet alır, zevkeder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem Çu«/«!ö²v­;öu«"ö¬•@«Q²9«ž²@«6ö sille-i te'dibini gör."
"

aş. burası çok ilginç bir yer. son zamanlarda olan bir hadiseyi dünyama getirdi. bir anekot anlatacağım. bir sempozyumda, risale sempozyumunda hakan yavuz denen bir adam vardı. şöyle dedi: "bir insan dindar olmadan da, inançsız olarak da iyi bir insan olabilir. yani iyi bir insan olması için inançlı olmasına gerek yok." bu anlayış bayağı yaygınlaştı. mustafa filminin bütün teması buydu. içki içer, kumar da oynar ama bir ülke kurtaracak kadar büyük bir insandı. iyi bir insan olmak için dindar olmaya gerek yok. can dündarın genel vermek istediği ana fikir buydu. otoriteyi semadan yere indirmek ve dini sosyal alandan kaldırmak niyetindeydi diyor. ama filmde bir de bu vurgu var:bir insan iyi olmak için, dindar olmak zorundadeğil. üstad bunun mümkün olamayacağını söylüyor. bir insan bütün kemalatı muhammed asm'nin getirdiği dinle tanımış. bütün mevcudatın tespihatı, onun diniyle gelmiştir. bir mümin de her şeyin hayır olduğunu, bilir. bu itikada sahip olur. normal amellerini de, hayra kalbedecek anlayışı ondan öğrenmiştir. böyle bir inanç sahibi bir insanın bu dini terketmesi neticesinde hiçbir kemali kalmaz. dolayısıyla islamın ipinden çıkan bir insanın, müslüman olması mümkün değil. bir kısım insan dini kökünden kazımak istedi. bir başka grup ise, bunu kazırsak, tüm insanlar anarşist olur. dini afyon olarak kullanalım istediler. dinin şahsi bir mesele kalmasını istiyorlar. sen istediğin ritüelleri yap, ama karışma.

ea. bu konuyu konuşuyorlar. ismet berkan yazı yazmış. şerif mardin ona demiş ki, kemalist cumhuriyet dini ortadan kaldırdı, ama dine dayanmayan ahlak geliştirmedi. bu ülkede ahlakın kaynağı dindir. ismet berkan, ahlak üzerine düşünmemiz lazım diyor. dine referans vermeden ahlaklı olunabileceğini göstermemiz lazım.

aş. sosyalizmin en büyük problemi, sosyalist ahlak üretemedi. sosyalizm uygulanamadı.

hrisityanlık, doğrudan doğruya allaha, bütün kainat vasıtasyıla bağlanmadığı için, hristiyan allahı reddse de, kemalata dair bazı kısımları kalabilir.

oğ. sebeplere tesir verdiği için mi? kemalatin tümünün kaynağını allah olarak görmüyorlar.

aş. bütün güzelliğin sahibi allahtır diye düşünmüyor.

yk. son peygamberi kabul etmeyince hiçbirini kabul edemiyorsun.

aş. bu o mesele değil. aynı insan hristiyan da olsa, bütün güzelliğin kaynağı hz. isadır ve allahın kendisidir dese ve sonra allahı reddetse, yine aynı sorunu yaşayabilir. ama şimdi yaşamıyor, çünkü esbaba tesir veriyor. bazı hayırları esbaba veriyor.

ea. müslümanlarda şöyle bir akıl yürütme kullanılmıyor: şöyle yaparsan iyi insan olursun mantığı kullanılmıyor. her şey islam dinine bağlanıyor. ama hirstiyanlarda belki her şey böyle gitmiyor.

aş. özellikle bunu türkiyede yapmaya çalışıyorlar. üstad, beşeriyetin geliştirdiği bütün ahlak sistemleri aslında kuran medeniyetine bir muarazadır diyor. burada çok ciidi manada tvır değişikliği içne girdiler.

bir takım insanlar, dindar olmadıkları halde, hürriyeti savunuyorlar. güzel bir şey. ama acaba bunları da manipüle edip, dindarlara laf atar, ama biz öyle miyiz dediğimizde, siz eskiden de böyleydiniz demeye getirirler. bizdeki ahlakın kaynağının din değil, insan olmak olduğunu vurgulamaya çalışıyorlar. sinsi bir plan bu.

ea. şimdi kemalist ahlak diye bir şey olmadığını, kemalistler dini dışlamaya çalışıyorlar fakat din sürekli olarak geri geliyor. niye? çünkü insanlar dinden ve ahlaktan vazgeçemiyorlar.

yk. biz iyi insanız, eskiden iyi eğitim alan insanlar, devlete yakın olan insanlardı. toplumun önde gelen kesimi, çok dindar olmayan ama okumuş insanlardı. ne zamanki, dindarlar da okudu, adam mühendis ama namaz kılıyor. bu işte bir terslik var demeye başladılar. bundan sonra, o teori büyük oranda çöktü. eğitirsek, dine gerek kalmaz, anlayışı.

aş. bizim köyde de ilginç bir şey vardı. biraz okumuş insanlar sosyalist oluyordu. öyle bir anlayış vardı. şimdi ise tam tersi. okudukça dindarlaşıyor millet. eğitim kalitesi yükseldikçe, çocuklar daha fazla dindar oluyor.

ea. kemalistler şunu diyor. biz mahalle baskısından kurtulamıyoruz. mahalle baskısı demek, ahlak demek. toplumdaki ahlakın kaynağı, din olarak devam etti. mahalle baskısından kurtulmanın tek yolu var, bunun için, dindar olmadan da ahlaklı olunabilir. bir insan dine uymasa da, iyi insan, prensip sahibi biri olabilir. bekara ev vermemek gibi. çünkü bizim toplumumuzda, bekar adam, ahlaksızdır. böyleb ir şey var.

zk. fakat dindar olmayıp da düzgün olan insanlar da var. insanlara karşı son derece saygılı, dürüst insanlar da var.

ea. ama o daha çok karakterden kaynaklanıyor. bunlar özel örnekler. bütün bir toplumu düşündüğünüz zaman, bütün bir kemalist projeyi düşünün, dinden soyutlama projesi. toplumu mahveder bu proje. ama bireysel örnekler olabilir.

oğ. peki islam mahalle baskısı yapar mı? baskı manasında zorlamak anlamında değil ama, eğer islamda mahalle baskısı varsa, bunun arkasına da sığınmamak lazım.

aş. şeriatın kuralları, devletin kuralları gibi düşünülmeli. yoksa bir insanın fikrinin söylemesi açısından islam, hiçbir insana dokunmuyor. hz. ömer döneminde peygamberliğini ilan eden adam var, kimse dokunmuyor. imam-ı azam, çok büyük yalanlar söylemiş insanlarla konuşuyor.

zk. yahudi müslümanın karşısında yemek yerken, azarlanmış mı?

aş. yok.

hş. bir toplumda azınlık isen, kendini baskı altında hissedersin. bu aslında baskı yapanın problemi değill. bakıyorsun kimlerin problemi var: kürtlerin. niye? çünkü adam yerine konulmamışlar. alevilerin problemi var. fakat şimdiki araştırma safsata.

yk. onun algıladığı o. biz medeniyet baskısı altındayız.

hş. ben çocuğumu okula gönderdiğim andan itibaren baskı altındayım. darvin teorisiyle büyüdüm. ben bunları öğrenmek zorunda değilim.

yk. müslümanları kaba anlayışsız göstermeye çalışıyorlar.

aş. bizim baskı yapmak diye bir niyetimiz olmaması lazım.

yk. üniversitelerde başörtüsünü yasaklarken, mahalle baskısı gerekçesini kullandılar.

ea. baskıdan değil ama o. türkiyede sosyal gerçeklik var. bir kere mahalle baskısını gidermek çok zor. devlet baskısını düzeltmek daha kolay. kanunlarla giderebilirsiniz. devletin din üzerinde kurduğu baskı ciddi bir mesele. en açık göstergesi, başörtüsü. sakal veeya bıyık vs. namaz kıldığını gizlemek zorunda kalıyor insanlar. bunlar mahalle baskısı. bunlar niye gündeme getirilmiyor. sen çarşamba mahallesinde içki içersen, baskı yaşarsın. sen tabi kendin baskı yaşadığını algılayabilirsin. mahalle baskısının bir gerçekliği var, ama asıl tartışılması gerekenlerle hiçbir alakası yok.

zk. dile getirenlerin birçoğu, baskı gördüklerinden değil, baskı görme ihtimalinden dolayı yansıtıyorlar.

oğ. bir kısmı da, aslında milliyetçi insanların yaptığı baskılar. dindarların değil.

ea. dindarlar baskı yapıyor anlayışı,, aslında devletin resmi ideologlarının uydurduğu bir şey. kubilay meselesi gibi. gerçekte olmayan bir olayı üretmişler. bunun karşısında, gerçek baskılar var.

aş. filmde ilginç bir ayrıntı var. "ben şimdi bu kadar medeniyet gördükten sonra, toplumu kendi seviyeme çıkarmak için aşama aşama mı gideceğim. bir günde gücü ele geçirdiğimde, onları değiştireceğim. ben onlara benzemek istemiyorum, onlar bana benzeyecek."

ea. ben şapka giymek istiyorum, ama şapka giyersem islam toplumunda kötü gözle bakılır bana. o zaman ne yapacağım? herkese şapka giymeyi zorunlu hale getiririm. benzer şekilde, başı açmayı zorunlu hale getirmezsem, ben rahat rahat başımı açamam, diye düşündüğünden zorunlu olarak başörtüsünü yasaklıyorlar.

mk. bir önceki derste, radikal islamın neden kaynaklandığını konuştuk. islamiyetin hakikatlere dayandığını, dolayısıyla ispata, vicdana dayandığını kavrayan insanlar, hür oluyorlar, çekinmiyorlar. bunlarla uğraşmak istiyor. ama risale-i nuru veya kuranı zayıf görüp, bunun delillerle ortaya çıkacağını, hürriyetle islamiyetin daha iyi anlaşılacağı kanaatine haiz olmayan insanlar, islamiyeti zorbalıkla hakim kılmaya çalışıyorlar. sait nursinin %60-70 muvafık olmadan böyle bir şeyin baskı olacağını söylemesi çok ilginç. veya zorla insanları dine uydurmak, bu dine uygun mu, değil. bu zorlamalara islamiyetin ihtiyacı oludğunu zannediyorlar. halbuki fen ve bilimlerin gelişmesi, dinin revaç bulmasına vesile olacaktır.

insanların siyasetle veya çeşitli oyunlarla, bir insanın imanına hitap ettiğimiz zaman, ondan daha tesirli bir şey olmaaz. dolayısıyla baskıya ihtiyaç duymayız. nur-u muhammedi ne demektir?

hakikaten pratik hayatımızda da, bazı solcu insanların çok kibar, edepli ahlaklı oludğunu görüyoruz. ya diyorsun, müslümanlar niye böyle değil? ben de zaman zaman bunu yaşadım. fakat ilişkilerim arttıkça gördüm ki, öyle diyen insanlar, haset ediyorlar, dedikodu ediyorlar. ikramı çok güzel, ama hemen arkasından diyor: "biz böyleyiz, ikramlarımızla farklıyız." adamın ikramını kusasın geliyor. ahlaklı gibi görünüyordu, ama hep ene merkezli çalışıyor. zahirde veya bazı münferit hususlarda, gerçekten çok ahlaklı olabiliyorlar. aslında olması da, yine din menbalıdır bu toplumda. sait nursi sosyolojik bir tespit olarak kaydediyor. bu toplumda yetişen insan dinsiz bile olsa, ahlakı müslümandır çünkü görgü olarak bunu alıyor.

nur-u muhammedi olmayınca ahlak tam oturmuyor. nur-u muhammedi demek, imanın insan hayatında yaşama şekline dönüşmesi gibi algılıyorum ben. peygamber efendimiz de bunun örneği. çok sevimli ve tatlı bir hali.

yk. sosyalizmden insanlar teorik olarak bahsederler ya, çok tatlı. ama nerede uygulanmış mı diyorsun. ya şurada burada diyorlar. pratiğe uygulanamamış.

mk. oğuzun sorusuna gelelim. münferit bazı olaylar olabilir mahalle baskısı adına. bir adam allah var diyorsa, o zaman kendisini allahın baskısı altında hissetmemesinin mümküniatı yok. inanıyorsun, allah var diyorsun, ne dersen de, hiçbir kılıf uymuyor. gerçekten o insanların paniklemelerinin sebebi, vicdanları kabul etmiyor.

aş. gerçekten baskıcı zihniyetteki müslümanlar çok marjinalleştiler. mesela mahmut hocanın grubu önceden çok şeydi, şimdi çok değiştiler. zorbayı kabul etmiyor, fakat yine de biraz baskı yapmak gerektiğini söylüyorlar. şimdi baskıcılık islamiyetten kaynaklanmıyor. islami kesimde demokratlaşma eğilimi daha yaygın. sert ve zorbacı tavır, artık islami topluluklardan ziyade milliyetçi kesimlere has kaldı. 28 şubat sonrası, dindar kesimin risale-i nur yöntemine yaklaşması da bunun bir göstergesi. önceden zorla islamın getirileceğini düşünüyorlardı, şimdi ise, gönüllü ikna ile islamın yaşanabileceği kabul görüyor.

hk. iyi bir eğitim alan, zaten ibatedini beğenmez. ihlas korkusu olduğu için, en mükemmeli biziz demezler. cahil insan kendini beğenir, kendini dayatmaya başlar.

aş. bir örnek olsun muhammed ağbinin dediğine, çok hususi ve lokal örnekler olabilir. benim gözlemlediğim bir şey: hayvan katliamı vahşet diye yazı yazmış. ama başka bir durumda aynı kişi, adamlar asit çukuruna atılmış hiç ses çıkarmıyor. milyonlarca insan öldürülmüş hiç ses çıkarmıyor. kendi işine gelmediği hayvanı çok rahat öldürebiliyor. kurbanda inek katliamından bahseder, ama kendisi en iyi eti almaya çalışır. sözde humanist gözüküyor ama şahsi hayatına baktığınızda öyle değil. veya kendi çocuğnu öldürebiliyor, kürtaj gibi.

islam toplumunda dinden bağımsız insanın iyi olması mümkün değil. hristiyanlar dinden uzaklaştığı için bu mümkün olabilir.

"Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp surî zînet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklid etme. "

ilginçtir, burası bir meyve. önceki yerlerde müspet yönüyyle yaklaşmıştı. burada negatif yönlerine tepki duyarak da ahirete çalışabilirsiniz diyor. dünya müminin zindanıdır. madem zindandayız, psikolojik problemlere girmek yerine,

yk. abi, ahiret de bizim dünya da bizim.

aş. o manada demiyorum. bunlar bize islamı insanca yaşamamıza müsaade etmiyorlar. helal dairesine müsaade etmiyorlar. o zaman biz bunlardan intikamımızı alacağız. onların pazarlamasına tenezzül etmeyeceğiz. cazip oyuncaklarına kapılmayacağız diyeceğiz, hiç olmazsa ahiretimiz gülsün, diyeceğiz, o zaman dünyamız da güler.

1 yorum:

sücud dedi ki...

esselam,
bu sohbetleri yapan ve buraya ekleyen kardeslerim Allah sizlerden razi olsun..
dogruluk üzere eylesin per birimizi...