15 Mayıs 2010 Cumartesi

Yirmiikinci Mektub Birinci Mebhas

"
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

(Şu Mektub, iki mebhastır. Birinci Mebhas, ehl-i îmanı uhuvvete ve muhabbete davet eder.)

Birinci Mebhas

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ * اِدْفَعْ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذِى بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِىّ ٌ حَمِيمٌ * وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ اْلمُحْسِنِين

Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. Şu hakikatın gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz:

BİRİNCİ VECİH: Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.

Aynen öyle de: Sen, bir hâne-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda îman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfât-ı mâsume varken; sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür.

İKİNCİ VECİH: Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki: Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıddırlar. İkisi, mâna-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecâzî olur; acımak sûretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadîs ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek."
"

amç. burada şöyle bir bağlantı aklımdan geçti. hakiki muhabbet bulunsa diyor burada. başka bir yerde diyor: kendi nefsini seven, başkasını hakiki sevemez. buradaki enaniyet, uhuvvet perspektifi kurmaya da mı engel oluyor? enaniyet, zulümden bahsediyor. enaniyet, hem kendine hem de kardeşine zulüm yol açan.

zk. adavet varsa, problem sendedir.

mk. sadece enaniyet olması gerekmiyor. insan görgüsüz bilgisiz oluyor. dün bir pedagogu dinliyordum. bir adamla kavga mı ediyorsunuz, ne yapmak lazım? kavgayı bir yana bırakıp, onunla paylaşabileceğiniz bir şey üzerine konuşmanız lazım. biz paylaşımlarımızı zenginleştirmiyoruz.

burası çok geniş geliyor bana. adamlar bu konuyla ilgili kitaplar yazmışlar. bu kitapları yazıncalar, şucu bucu oluyorlar. insanlar sevme yönlerini geliştirirlerse, gıcık olmazlar. bu insanın şimdiki tabirle pozitif insan diyorlar. bir de hep gıcık insan derler.

kadın akşama kadar didinir uğraşır, yemekler yapar, tuzunu biraz fazla kaçırmıştır. o akşam adam zehir zemberek, sen yemek yapmayı mı bilirsin, der. kadın o yemekleri hazırlamak için, çok gayret etmiştir.

biz ezilmiş insanlar olarak büyümüşüz. hep tenkit edilerek büyümüşüz. hep tenkitarkar ve refleks tepkilere dayanıyor. bu yüzden sevecenliğimizi, kadirşinaslığımızı, bir insanla beraber olmanın mutluluğuunu.

bir kadın anlatıyor. şu an türkiyenin en güzel yemek yapanlarından birisi. soruyorlar, nereden öğrendiniz bunu. kadın anlatıyor: ben çok varlıklı ailedendim. ani evlendim. yemek yapmayı bilmezdim. ilk gün hamur gibi bir yemek koydum. ne yaptığımı bile bilmiyorum. adam o yemeği de yedi, sonunda dedi ki bana: "hayatta böyle güzel yemek yemedim. eline sağlık." sonraki gün, çorba yapmış. adam bir iştahla yemiş. ben bir cesaretlendim. en güzel yemekleri onunla öğrendim.

kılıbıklık değil ama gıcıklık bizim toplumumuzda çok yaygındır. bazı arkadaşlar bana hanımlarını şikayet ediyorlar. ama o hanımlarını ne kadar takdir ettiklerini fark etmiyoruz. biz onları onore etmiyoruz. adam yine gıcıklık yapacak diye adamın gelmesinden heyecan duymuyor.

size anlattım mı, sarımsaklı cacık konusunu. bir arkadaşın yanında oturuyordum telefon geldi. alo, hemen değişti sesi. akşamleyin şu yemeği yaptım, başka yemek ister misin? yok teşekkür ederim. yanına salata mı yapayım, cacık mı yapayım. adam şöyle bir genişlioyr. çok önemli bir keşif yapacakmış gibi. cacık olsun, diyor. kadın tekrar soruyor: sarımsaklı mı olsun, sarımsaksız mı olsun. adam yine büyükleniyor. sarımsaklı olsun. salatalığın türü, havuç mu olsun, salatalık mı olsun. kadın, benim adamım en değerli adamı. onun en güzel zevkine uyacak. o kadına yemek yapmak koyar mı? koymaz. dünyanın en güzel insanına, eşi benzeri olmayan bir insana yemek hazırlıyor.

amç. aslında şöyle bir cihetle uhuvvete bağlayabiliriz. dini nikah yapılırken, hoca dedi ki, siz önce mümin birer kardeşsiniz, onu unutmadan birbirinizin hukukuna bakın. sadece ona bile dönebiliyor olsanız, daha afuvkerane, hürmetkarane, toleranslı, davranabilirsiniz. ağbim çok güzel anlattı. sevginin farklı türleriyle ilgili.

uhuvvet ve enaniyet meselesinde aklıma şu geldi: uhuvvet, güncel tabiriyle empatiyi zorunlu kılan bir duruş. veya kompati diyorlar, kendinden çıkmadan, karşıdakini anlayabilmek. empati onun yerine tam geçmek. kompati, kendinde kalarak, onun ruh ve düşünce dünyasını algılamaya gayret ederek ortaklık kurmak. o empatik duruş da ancak eşit mesafede olmakla. eşit mesafede olmaksa, yegane kulluk ortak paydasınad mümkün belki de. enaniyetin olmadığı yer, kulluğun kabulunun olduğu yer. veya enaniyetin dereceleri, kulluğun derekeleri. insan ne kadar kulluk zeminini güçlendirirse, o derece eşitliği, ortak paydayı, hatta üstadın daha geniş manada bakarak, ehli kitabı bile uhuvvet paydasına alıp, onlarla bile ortaklık kuran. dünyanın yüzde altmışını kapsar, bu ortak payda. burada insanları toplayıp, onlarla kardeşlik hissiyatında buluşmak, önce kendi içinde imani vurguyu güçlendirmekle, mümkün. siz ne dersiniz?

aş. benim dikkatimi çeken, yukarıdaki ifade çok ağır bir ifade:

"hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla, o hâne-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrib ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şeni' ve gaddar bir zulümdür."

burada acaba problem ne? iman öyle bir kıymetli bir şey ki, altının üzerinde bir toz olsa, gözün görmez. altının içinde bir demir olsa yine bir eksiklik olmaz. peki bizi böyle yapmaya sevk eden şey nedir? acaba karşımızdaki insanı mümin olarak görmüyoruz da mı böyle yapıyoruz? öfkelendiğimiz zaman, hatta bela okuyacağımız zaman...

kendim mesela geçen bir tamirciye gittik. birine kızdım. sonra şaşırdım öfkelenmeme. adam kazık atıyor. neticede dindar bir adamdı. sakallı biriydi. ama kendime de o öfkelenmeden dolayı kızdım. niye bela okuyacak derecede, böyle oluyor? adam saldırmaya kalkıştı neredeyse. kendi duygularıma da şaşırdım. acaba nasıl biz bu öfkemizi, kine varan öfkemizi nasıl kendi içimizde kabullenebiliyoruz? çünkü mümine adavet beslemek, neticede cennette adavet yok. nasıl biz o öfkeyi formüle ediyoruz?

hş. ben sana yapılan şeyi duyduğum için, çok öfkelenmem. ama sen öfkeleniyorsun, niye öfkeleniyorsun, çünkü sana yapıldı.

dışarıdaki bazı olaylar, bize çok normal geliyor. ama o olay bize yapılınca, çok tepki veriyoruz. bize yapıldığı zaman, problem oluyor, başkası başkasına yapınca, ha tamam kötü, ama yine de kendi kendime mazeret üretmeye başlarım: belki o adamın da bir hakkı var.

aş. benim yaptığım şeni ve gaddar bir zulümdür diyor.

oğ. siz onun fiiline mi öfkelendiniz? onu biz bilemeyiz.

aş. ben bunu misal olarak verdim. kendi içimizde cemaatler içinde öfkelenen, ölümle tehdit ederek dualaşan insanlar var: "hangimiz haksızsa, onun canını allah alsın" diyecek derecede insanlar öfkelenebiliyor. acaba içimizden, kafir kılığına mı girmiş diyoruz.

amç. hüsnü ağbinin dediği, enaniyet yerine geliyor. kişiselleştirme meselesi, enaniyetten mütevellit oluyor. enaniyetten çıkma konusunda, başarı sergilemek de pehlivan olmak anlamına geliyor. pehlivanlığktan orada bahsedilen şey, öfkeyi kontrol için önerilen yöntemlere baktığın zaman, mesela, oturuyorsan kalkmak, yani modu değiştirmek, abdest almak. benlik algısından çıkarak, davranış modunu değiştirmek.

tabi bunu söylemek kolay, ama yapmak farklı tabi. ama şu var: insanın kendine değişim projesi çizmesi çok zor. mesela birisi söz konusu olduğunda, son derece etkin ve sonuca matuf tavsiyeler sıralayabiliyorsun. sen söylediğin için, karşı taraf alıp başarıya ulaşabiliyor. tersi de oluyor. ama kendim keşfetmiş olsam, aynılarını uygulayamıyorum. burada da, bir formülasyon bulmak, ennaiyet duygusun asgariye indirmek. üstadın tağut dediği bir olgudan bahsediyoruz.

hş. kardeşlik bilinci olunca, enaniyet devreden çıkabiliyor. kardeşin olduğu zaman, onun kusurlarını görmemeye başlarsın. hatta hemşehrine bile hüsnü zanla bakıyorsun. ama o şuur kaybolunca, güzelliklerini görmüyoruz.

rz. kim ve adavet duygusu verilmiş, bunlar kullanılmayacak mı?

"Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam!" bunun tersini düşünelim, adam olan insaflı olur, adavet besleyemez. insaf, adalet ve merhamet dairesinde hareket.

aş. insaf kelimesi benim de dikkatimi çekmişti. öfke anında, insan o insafı kaybediyor. adaleti ve hakikati göremiyor. sonradan düşününce, yaptığım yanlışı, görebiliyorum. adam kazık bile atsa, bunu düzeltebilirdim. halbuki, adam onu şu yüzden yapmış, herkes, son anda fiyatı düşürmek için, pazarlık yapıyormuş. ben ise ona, sen burada zulüm yapıyorsun, deyince adam çok alındı.

mk. itiraz insanı rahatsız etmez. önemli olan tavırdır. iman demek, haddini bilmektir. ben kulum, mülk allahın demektir. aynı şekilde, insan ilişkilerini de, biz hababam sınıfı şeklinde oturtuyoruz. profesyonelce değerlendirmiyoruz. yemek yaparsınız, tuzlu olur. bir anda dengesizlik olur. o emeklerin hiçbiriisini görmemezlik gerçekten zulümdür, merhametsizliktir. otur peynir ekmek ye. fakat onu yapmak.

bir de pazarlık yapmanın da teknik usulleri vardır. adama kazıkcçısınız, dersen kavga çıkar. ama desen ki: abi siz iyi ustasınız, ama benim o kadar param yok. adam der: kaç paran var: 5 liram. iyi olsun.

ev kiralayacaksanız, ucuz kiralamanın bir ilmi var. bir eve girerken daha, sokağından başlayacaksınız. abi, üsküdar gibisi yok. üsküdarın en hareketli caddesi burası. yahu bu sokak ne kadar sakin. eve geldik, çok güzel, tam benim aradığım gibi, rutubeti de yok. evinizin ücreti: 1 milyar. ağbi, vallahi hak eder, çok uygun fiyat.

benim pazarlıkta kuralım şudur: benim malıma, adam artı bir değer verecek. kıymetini bilecek. sunduğu bir insana, sunduğu şeyin değerli olduğunu hissettir. kim olursa olsun.

biz toplumsal olarak... mümin bir kardeş diyor. çok önemli. bazı arkadaşlarla yıllarca aynı medresede oturdum. şimdi onlarla beraber olmamın hiçbir manisi yok. eee neden? o zaman biz mümin kardeşimizi özleme duygusunu yaşamak istemiyoruz. halil cibrandaki ifadesiyle, hep yargıçlığa soyunmuşuz, hep insanları tartıyoruz, tartınca da hep teraziyi ayarlıyoruz, hep bu tarafa basıyor. bu sefer insanları özlemiyoruz. ufak tefek engelleri aşamıyoruz. 10 yıl beraber olduğumuz insanı insan özlemez mi? yok be kardeşim. bunun için insan olmak yeter.

hş. bazısı şeytan görsün yüzünü diyor ama.

mk. işte okumakla, bunu kimliğimize büründürmek ayrı şeyler. risalenin pozitif yönlerini anlamıyoruz. bunlar yapmacık diyorlar. hayır hiç katılmıyorum. biz müspet kimliğimizi bu konulara oturtamıyoruz. ben sait nursinin bazı öykülerini anlamıyorum. bize mıncıklamayı, dövmek olarak anlattılar. hayır kardeşim, bazı insanı mıncıklayarak seversin. biz sevilmeyi, sevmeyi anlamamışız. sevilmek kadar değerli bri şeyin olmadığın hissedememişiz.

ben bunu yaptığım halde, müşterinin insafsız davrandığı haller de oldu. adam resimleri fiyatı düşürmek için ısrar etti. ben de düşürmek istemiyorum. ver o zaman resimleri dedim. ama o da vermek istemiyor. kavga ettik. resimleri veremeyeceğini biliyordum. ama ben onu söylerken, ona kızmıyordum. hakkını savunmamak değil arkadaşlar. ama insana gıcık olmayacaksınız. kavga edebilirsiniz. bir köpek bile insandaki duyguyu anlıyor. yanınızdaki eşiniz anlamaz mı? insan bu ya. onun anlamadığı bir şey yok. o olmayanı bile anlar. ama sevebilirseniz, bunu söylerken, size menfi tepkilerinizi koymayın demiyorum, ama onu sevgiyle söylerseniz, yahu patron bana tolerans yapar mısın, biraz da fiyatları yüksek söylüyorsun gibi geliyor, piyasada araştıracağım. desen. buna sevgi dili diyorlar. kitabı bile var. o tenkidi sevgi diliyle yaparsanız, o batmıyor o zaman, rahatsız etmiyor.

rz. tersten okurken, beslemez mümine kin diyoruz ama, onun yaptığı hatalara olsun, bazı davranışlara olsun, kendisine bizatihi kin ve adavet duyabiliriz.

davranışa mani yok. mesela, kendi ailemden örnek vereyim. kardeşim diyelim ki, bir dolandırıcılık yaptı, giderim, bu dolandırıcılık yanlıştır derim. bunu bırak.

mk. bu cümlenin kendisi problemli ama.

bir defa nezaket kurallarını bilmeiz için seviyemizi bilmeilyiz. bir insan hem savcı, hem yargıç olamaz. sen kazıkçısın diye konuşursan, bu olmaz. nezaket kurallarına uygun değil.

rz. bir insan hata yapıyorsa...

mk. sana göre hata, bana göre değil.

rz. şu anda bile birimizi hatalıyız. bunun için kırılmamız gerekmiyor.

mk. hatalı değiliz, farklı yerlerden bakıyoruz.

bir konuda tarafsanız, karar vermeyeceksiniz, insaflı olacaksınız. bana göre, böyle. ben diline göre konuşacaksınız.

rz. orada beni de koymaya hakkı yok.

hş. ben bir örnek verebilir miyim. namaz kılarken hapşuruyuorum arasıra. bir arkadaş bana döndü, sitemkarane, ağzını kapatsaydın namazın bozulmazdı dedi. onu bir tartması lazım. dolandırıcılık dediğin anda büyük ithama geliyor bu. bana öğretiyorsun o anda ama.

zk. ben o laftan şunu anlarım. bunu yapman gerekirdi, yine de namazın bozulmazdı.

hş. burada dolandırıcılık diye girince bu ağır kaçıyor. kardeşim, bu neye giriyor? dolandırıcılığa giriyor değil mi. desen.

aş. hadis var: sen halükarda kardeşine yardım et. zalim de olsa yardım mı edelim? evet, peki nasıl? zulmünden kurtulmasına yardımcı olmak için.

başka hadis de var: acı da olsa gerçeği söyleyin.

muhammed ağbinin dediği de önemli, tarafsan söylemeyeceksin.

yy. yargıda bulunmak problem. sen üçkağıtçısın demekle,

sen zulmettin demekle, ben zulme uğradım demek aynı ey değil. camı açtın: "ağbi niye camı açtın?" demek var "ben üşüdüm" demek var.

aş. ben üşümüyorum mesela, ama sen bunu yaparsan, toplumda fitne olur. toplumu ilgilendiren bir günah işleniyor.

yy. günahı zayıflatmaya gerek yok. adam günah işliyorsa, biz de bunu görüyorsak. bize göre günah, adam günah işliyor diyemeyiz. yargıyı bir makam koyabilir. ama diyebiliriz ki: bizi nasıl etkilediğini söyleyebiliriz. ama sen bunu yaptın, dediğinde yargılamış olursun.

hş. sen yanlış yaptın diyence, çocuğa ters etkiliyor. beni nasıl etkilediğini söylemen doğrusu.

hadis var: sahabe randevu yerine gelmiyor. çok sonra geliyor. sahabe soruyor: sen niye buradasın, ben unutmuşum. resulullah diyor: ben zulme uğramış bir insanım.

oğ. bizzat o yanlış fiili yapan adamı itham edici bir cümle yok orada. sen beni aldattın demiyor. ben mağdur oldum, diyor.

rz. adamın kendi üzerine hakikati itiraf etmesini sağlayacak bir kapı bırakmak. adam vicdanıyla ruhuyla kapıyı görüp kendi geçsin.

oğ. bizde de aynı duygu oluyor. çok trafikteyiz. çok hatalar oluyor, biz de yapıyoruz. biz hata yapınca, karşıdaki şoför tepki verince, biz de nefsani tepki veriyoruz. ama insaflı bir tepki verince, biz de memnun oluyoruz.

zk. tepkimize nefsimizi katıyorsak haklı bile olsak, karşı tarafı bu tahrik ediyor. nehyi alel münkeri de nefsimiz için yapmayacağız. nefsimizi katarsak, ters tepki oluşturuyor.

aş. kendi açımdan bir olayı detaylı anlatayım. bir yerde umumi bir haksızlık oluyor. sen bunu düzeltmek istiyorsun. adama geldim: nedir bunun malzeme fiyatı? söyledi. peki burada ne yapacaksın? dedim, şunları yapacağım dedi. ne tutuyor bunun malzemesi? 20 lira. işçilik ne?... malzeme bu kadar tutuyor mu? evet dedi. ondan sonra bir baktım, sadece keçe konmuş. bana başka şeyler de söylemişti. sadece bu keçe 20 lira mı dedim? evet 20 lira. dedim: bu keçeyi ben daha önce aldım, bunun metrekaresi 1 lira. sen buraya 30 santim koydun. emek desen, bir şeyim yok. ama sen bana malzeme 20 lira dedin. bu zulümdür, dedim. ben sana paranı vereceğim, ama bunu yapma, bizi aldatan bizden değildir. dedim. 20 lira emek desen mesele olmazdı. ben sana güvendim müslüman olduğun için, bilmiyorum işi, sana güvendiğim halde beni aldattın. adam işi de yapmamıştı tam. çok kızdım, öfkelendim. bu doğru değildi biliyorum. hatta beddua edecek duruma geldim. hoş güç kullandılar, ama 5 6 kişiydiler. vereceğim paradan dolayı değil de, insanların geneli böyle aldatıyor. işi sadece defterine uyduruyor. ama bu haksızlığın bir şekilde düzelmesi lazım. birinin buna bunu söylemesi lazım. nitekim, allah beni mükafatlandırdı. 70 liraya yapacaktı toplam, 30 liraya başka yerde yaptırdım. problem de çözüldü. sonra adamın yanında çalışan adam, benden özür diledi. sen haklıydın, ama adam da yeni müslüman oldu, dedi. ortada bir zulüm var, bunun düzeltilmesi lazım. acı da olsa, gerçeği söyleyin, hadisi geldi aklıma. insaflı olsaydım orada, ben insafsız olduğumu kabul ediyorum, ama bir şekilde bu problemin çözülmesi lazım: orada umumi bir musibet var. diyor ki, adamlar böyle belirlemişler.

zk. peygamber efendimiz çarşıya çıkıyor. elini daldırıyor. ıslak olduğunu görünce, aldatan bizden değildir, diyor.

aş. burada ben kendi öfkeme takılıyorum. niye öfkelendim diye soruyorum.

yy. bu adama ben inanmıştım, müslüman diye inanmıştım. inancıma zarar verdi.

amç. güven o çok ağır bir şey. her şey tamir ediliyor.

aş. benim güvenmem hataydı. niye güvendim ki? hüsnü zan edersin, ademi itimad edersin. hüsnü zan edersin, adam dolandıracak diye bir şey yok. ama bu adam kesinlikle bana bir şey yapmaz, dersen olmaz.

rm. tamam adamın malzemesinin kalitesini sorgulayabilirsiniz. ama adamın sözüne de inanmak durumundasınız.

hş. ticarette dindar diye bakmayacağız. kendi vazifemizi yapacağız. malın ve işçiliğin fiyatını öğreneceğiz. öğrenemiyorsak, kazığı yiyeceğiz.

yy. öyle, güven olmaz o tip işlerde.

amç. orada yaptığı pazarlık, güvenin tesisi için. her iki taraf da gidip gelişlerde birbirine güven kurarlar.

aş. öfke anım dışında bakınca insafa geliyorum, yaptığım yanlıştı. demek ki, gerçek adavet kalbimde yok. ama öfke anında da hakim olmamız lazım. nefsimizi o anlarda terbiye etmek. ama genel bakınca o adama karşı hiçbir husumetim yok. müminin kalbinde gerçek manada öfke olamaz. o anda insafsız bir tavıra girdim.

mk. ben gidiyorum bir yere ticaret yapıyorum. rakiplerim, var ya, beni oradan çıkarmak için, normal fiyatının altında fiyat söylüyor. beni güvenilmez göstermek için.

yy. ticarette mal yoksa, fiyat yoktur. müşteri geliyor, bu kaç para: 100 lira. diğer tarafta 80 lira, ama elinde mal yokmuş.

mk. onun için hiçbir şey direk kazıkçı diyemezsin.

aş. çoğu insan da bu adam bunu yapar mı? beni orada görseniz, abdürreşit bunu yapmaması lazımdı. ama onun haleti ruhiyesini bilmiyoruz. orada da anlayışla karşılamak lazım.

geçmişte birsürü dargınlıklar yaşadık, bu arkadaşla cennette birlikte olacak mıyım? öyleyse, bir öfke anı gelmiştir. damarına dokunmuştur.

karşımdaki insana öfkelendiğim, kırıldığım olabilir. affedebilmek lazım. niye yaptığını bilmiyorsun.

amç. son tahlilde, somut manada, o anda, o an çok önemli, sonradan baktığında ben zulüm yaptım diyebilmek de bir erdem. ama o dakikada, ben kendim için istiyorum bunu.

hş. adavet ve kin, anlık bir şey değil. süreç. anlık öfkeyle bir insanı kırmak, adavet ve kine girmez. anlık öfkelenirsin, o kırılmayı yavaş yavaş kine dönüştürürsün. 3 günden sonra, kırgınlığı devam ettirmeyin diyor hadis. ondan sonra, adavet oluşur.

aş. o nefis terbiyesi için bir süreçtir.

yy. kontrolsüz durumlarda insan alışkanlıklarına döner. bilinçaltıyla hareket eder. yani insan kendini bir eğitim sürecine sokuyor ya, müslüman böyle davranmalı. bunları okuyoruz, ama bunların kalbimize inmesi zaman alıyor. insanın bir de tepki süresi var. o anki tepkinin dışında, sonraki süreçte ne yaptığı, adalet mi besliyor. o önemli. adam bir anda, yanlış bir davranış gördünüz, adama hemen dalmak değil.

oğ. öfkelenmekten bahsettik de, olaya şöyle yaklaşıyorum: öfkelenince, abdest alın. demek öfkelenmemek gayri insani bir davranış. veya çok uzun bir terbiye sürecinden sonra. öfkelendiğimizanda, o mekanı değiştirmek. belki o anda da öncelikle yapılması gereken, ilgiyi çevirmek.

amç. o fıtri değil.

oğ. öfkelenmeyeceğim demek, fıtratına uygun değil.

yy. öfke anında, aslında karar vermemek önemli olan.

rm. önemli olan tepkini nasıl gösterdiğin. öfkelenen bir insan bunu kontrol edebilir de, edemeyebilir de.

oğ. buranın ana konusu muhabbet. muhabbet talimi yapmak lazım.

aş. dua ve zikir, istiğfar yaptıktan sonra ani tepkiler izale olacak.

birincisi meyelanı hayrı artırır. istiğfar ve tövbe de, meyelanı öfkeyi keser.

amç. dua ve ubudiyet var ya, dua da aslında acziyetini anlamak olduğu için, sürekli bunu artırarak devam ettiren bir adamın, enaniyetle ilgili problemleri azalır. ben acizim, sen bana doğru yolu gösterirsin.

aş. kader de diyor ki, iyilikleri allahtan kötülükleri nefisten bilmek. bir de kaderde her şey hayırdır. şer senin zannındadır. sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen diyor ya. kader boyutu var. orada her şeyi allah yaratıyor. allah her şeyi güzel yaratıyor. sana muzır gelen kısım, seninle onun arasındaki ilişkiden kaynaklanıyor. bu yüzden, kaderin bu olayını bir bütünsel olarak reddetme, ona karşı adavet, kadere karşı bir menfi tepki olur.

Hiç yorum yok: